ŞERİAT, HALİFE OLMAK İÇİN BELLİ BİR KİŞİYİ TAYİN ETMED

T. Nebhani

İslâm Şahsiyyeti

 

Halifenin Kureyş’ten olması da şart değildir. Muaviye yoluyla rivayet edilen hadise gelince; Muaviye dedi ki: “Rasulullah (SAV)’in şunun dediğini işittim:

“Bu emir Kureyş’tedir. Onlar dini uyguladıkça bu işte onlara kim düşmanlık yaparsa, Allah onu yüzüstü sürçtürür.” (Buhari)

Yine İbni Ömer’den rivayetle Rasulullah (SAV) şöyle buyurmuştur:

“Kureyş’ten iki kişi kaldıkça, bu emir onlarda devam eder.” (Buhari)

Bu diğer hadisler, Rasulullah (SAV)’e isnaden rivayet olunarak işlerin idaresinin Kureyşlilere ait olduğunu haber sigasıyla bildiriyor. Fakat bu ve benzeri hadisler emir sigasıyla geçmemiştir. Haber sigası her ne kadar talep ifadesi olsa da onu pekiştirecek bir karine ile birleşmedikçe kesin talep sayılmaz. Bu konuda talebi kesin kılmaya delâlet eden hiç bir karineyle geçen herhangi bir sahih rivayet yoktur. Bu hadisler vacib delâletini taşımaz, ancak mendup işaretini taşır. Buna göre halifenin Kureyş’ten olması farz veya vacib değil menduptur. O zaman halifenin Kureyşli olması şartı yoktur. Fakat talep mendup olduğu için tercih şartlarından sayılır, in’ikat şartlarından sayılmaz.

Yukarıdaki hadiste “Onlara kim düşmanlık yaparsa, onu yüzüstü sürçtürür.” ifadesinin manası; Rasulullah (SAV), Kureyşlilere düşmanlık yapmayı nehyediyor. Onun için bu pekiştirme karinesi sayılmaz. Bu hadis iki husustan oluşur. “Bu emir Kureyş’tedir” ve “Kureyş’e düşmanlık yapmayı nehyetmektedir”. Üstelik “Kureyş” sözcüğü sıfat değil isimdir. İlmil usul ıstılahında buna “lakab” denilir. İsim veya lakab için bir mefhum yoktur. Bu nedenle onunla amel edilmez. (Sıfatın mefhumu var ve mefhumu muhalefeti de vardır. Fakat isim mefhumu olmayıp ona câmit denilir.) Buna göre “Bu iş Kureyş’tedir” denilince, diğerlerinde olmaz anlamını taşımaz. “Bu emir Kureyş’tedir” ve “Bu emir Kureyş’te devam eder” demekteki mana; Kureyş dışındaki olanlarda olmaz ve bu iş onlardan hiç zail olmaz, çünkü diğerlerinde sahih olmaz, demek değildir. Bilâkis hilâfet onlarda olabileceği gibi diğerlerinde de olur. Bu nass, diğerlerin halife olmasına mani değildir. Böylece halifenin Kureyş’ten olması, in’ikat şartlarından değildir, ancak efdaliyet (tercih) şartlarından olur.

Bununla birlikte Rasulullah (SAV), Abdullah b. Revaha’yı, Zeyd b. Harise’yi ve Usame b. Zeyd’i emir yapmıştır. Bunlar ise Kureyşli değillerdir. “Bu emir” sözcüğünün manası, velayetül emirdir. Yani yönetimdir. Velayetül emir, yalnız halife olmak değildir. Rasulullah (SAV)’in Kureyşli olmayan kimseleri emir olarak tayin etmesine göre “emir” yalnız Kureyş’te sınırlı olmadığına ve diğerlerin ondan mahrum olduklarına hiç delâlet etmez. Ancak hadisler Kureyşlilerin hilafet makamına ehil veya uygun olduklarını gösterir. Yani onlardan olursa daha iyidir. Fakat onlara mahsus değildir, diğerleri de halife olabilir.

Bütün bu açıklamalardan sonra, şeriatın halife olmak için belli bir kişiyi tayin etmediği görülür. Halife, yönetim ve otoritede ve şeriat hükümlerini yürürlüğe koyma işinde ümmetin naibidir. Şöyle ki: İslâm, yönetimi ve sultayı ümmete vermiştir. Ümmet de, yönetimi vekâleten yürütecek kişiyi belirler. Zira Allah, şeriatın hükümlerinin tümünü uygulama işini ümmete farz kılmıştır. Halife, ancak müslümanlar tarafından nasb edildiği için yönetim ve şeriatın hükümlerini uygulama işinde ümmetin vekili olur. Bu nedenle bir kişiye ümmet tarafından biat edilirse halife olur ve bu halife ümmetin naibi olur. Böylece ümmet biatla hilâfeti ona teslim edince, kendisine ait olan otoriteyi ona vermiş olur. Bu durumda ümmetin ona itaat etmesi farz olur.

Buna binaen bir kişi şerî bir biatla ümmet tarafından biat edilmezse, ümmetin işlerini yürütecek halifesi olamaz. Bu biat ümmetin seçmesiyle ve rızasıyla gerçekleşir. Biat edilecek kişi ise halife olmak için in’ikat şartlarına sahip olacaktır. Halife olduktan sonra hemen şeriatın bütün ahkâmını yürürlüğe koymaya başlar.

Bir kişinin halife olabilmesinin şartları yedidir. Bunlara in’ikat (akit yapma) şartları denilir. Bu şartlardan biri eksik olursa halife olamaz. Bu şartlar şunlardır:

1. Müslüman olması;

Hilâfet’in bir kâfire verilmesi kesinlikle caiz olmaz. Ona itaat etmek de vacib olmaz. Çünkü Allahu Tealâ şöyle buyurmuştur:

“Allah, kesinlikle kâfirler için mü’minler üzerine bir yol kılmaz.” (Nisa: 141)

Nitekim yönetim veya otorite, yönetici için yönetilenler üzerinde en kuvvetli yoldur. Ayette (‰Ê) sözcüğü, ebedîlik ve kesinlik ifade eder. Buna göre ister hilâfet olsun isterse ondan aşağı yönetim işlerinde olsun yöneticilikle ilgili her hususta kâfirlerin müslümanlar üzerine hakim olmaları kesinlikle veya ebediyyen kabul edilmez. Allah bunu kesinlik ifadesiyle nehyetmektedir. Madem ki Allahu Tealâ kâfirler için müslümanlar üzerinde bir yolun olmasını haram kılmıştır. Öyleyse kendileri üzerinde kâfirleri yönetici yapmalarını kendilerine haram kılmış olur.

Ayrıca halife “Veliyyül-emir”dir. Bunun manası, yönetim sahibidir. Oysa Allahu Tealâ, müslümanların yönetiminin sahibinin müslüman olmasını şart koşmuştur. Şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Rasul’e ve sizden ulul-emre itaat edin.” (Nisa: 59) (Ulul-emir, veliyyül-emrin çoğuludur.)

“Onlar kendilerine emniyetle veya korkuyla ilgili haber gelince hemen onu yayarlar. Keşke onu Rasul’e ve kendilerinden olan ulul-emre götürselerdi...” (Nisa: 83)

Kur’an’da “ulul-emir” sözcüğü geçtikçe, onların müslümanlardan olmasını gösteren zamirlerle geçer. Bu ise veliyyül-emir veya ulul-emir hakkında müslüman olması şartının koşulduğuna delâlet eder. Madem ki halife ve tayin ettiği yardımcılar, valiler ve amillerin tümü ulul-emir, o halde halifenin müslüman olması şarttır.

2. Erkek olması:

Halifenin kadın olması caiz değildir. Yalnız erkek olması gerekir. Bunun delili Rasulullah (SAV)’in şu hadisidir:

Ebu Bekre adlı sahabenin rivayetinde şöyle demiştir: “Allahu Tealâ, Rasulullah (SAV)’den işittiğim bir sözle beni cemal vakıasına katılmaya vazgeçmemden faydalandırdı. Bu sözü işitmemiş olsaydım, cemal savaşına katılanlar arasında olurdum. Rasulullah kendisine Pers halkının kendilerine Kisra’nın kızını kraliçe olarak tayin ettiklerine dair haberi ulaşınca şöyle dedi: “Bir kavim kendileri için ulul-emir olarak bir kadın tayin ederse felah bulmayacaktır.” (Buhari)

Rasulullah (SAV), işlerini yönetme konusunu bir kadına teslim edenlerin felah bulmayacağına dair sözü, kadının yönetici olmasını nehyeden bir ifadedir. Onun sözü bir haber olup talebi nehiy sigalarındandır. Çünkü emirlerini bir kadının eline teslim edenlerin felaha kavuşmayacaklarını bildirmektedir. Bu bir zemm (kötüleme) ifadesidir. Hem de kesin nehiy içeren bir karine olur. Buradaki kadını yönetici kılmaya dair nehiy, terkin talebinin kesin bir talep olduğuna delâlet eden bir karine ile beraber gelmiş olur. Böylece kadının ulul-emir olarak tayin edilmesi haram olmaktadır.

Kadın ulul-emir olmaktan nehyedilince, halife ondan daha aşağı her yöneticilikte olmasını yasaklamış olur. Zira bu hadisin konusu, Kisra’nın kızının bir kraliçe olarak ulul-emirlik işinde tayin edilmesidir. Buna göre hadisin üzerinde cereyan ettiği olay, yönetim ile ilgili hastır. Yalnız Kisra’nın kızının ulul emir olması konusuyla ilgili değil, her kadın hakkında açıklanmış genel bir hükümdür. Yönetim konusu dışındaki konuları kapsamaz.

3. Baliğ olması:

Halife olacak kimsenin çocuk olmasını nehyeden delil, Ali b. Ebu Talib rivayetiyle Rasulullah (SAV) şu dediğidir: “Uyuyuncaya kadar uyuyan, büluğa erişinceye kadar çocuk ve aklı başına gelinceye kadar aklını kaybetmiş olan üzerinden kalem kaldırılmıştır.”

Bir kimse üzerinden kalem kaldırılmışsa tasarruf ve idare işinden men edilmiş olur. Böylece çocuk şeriata göre mükellef olmaz. O halde halife olması ve diğer yönetim işlerinde bulunması caiz olmaz. Nitekim o, tasarrufta bulunma yetkisine sahip değildir.

Yine çocuğun halife olmanın caiz olmadığına dair başka delil de şudur: Rasulullah (SAV), çocuğun kendisine biat etmesini kabul etmedi. Nitekim Abdullah b. Hişam’ın biatını red etti. Bunun illeti, onun çocuk olmasıdır. Onun annesine Rasulullah (SAV) “O çocuktur” deyip başını okşadı ve onun için dua etti.

Çocuktan biat alınması sahih olmayınca başkalarının onun halife olması itibariyle ona biat vermeleri caiz değildir. Böylece “evlâ babından” kaidesine göre çocuğun halife olması caiz olmaz.

4. Akil olması:

Halifenin deli olması, Rasulullah (SAV)’in şu sözüyle yasaklanmıştır: “Kelâm şu kişi üzerinden kaldırılmıştır: Mecnun iyileşinceye kadar...”

Kalemin kendisinden kalkmasından dolayı deli, mükellef olmaz. Çünkü akıl, bir kişinin mükellef olması tasarrufların doğruluğu için bir şarttır. Halifenin yönetim işlerini ve mükellef olmanın sorumluluklarını gösterdiğine göre mecnun olması hiç doğru olmaz. “Evlâ babından” kaidesi açısından delinin, insanların işlerini tasarrufta bulunması caiz değildir.

5.Udul olması:

Halife olacak kişinin fasık olması doğru değildir. Udul olmak hilâfet sözleşmesi ve onun devamı için kaçınılmaz şarttır. Çünkü Allahu Tealâ şahit hakkında onun udul olması vasfına sahip olmasını şart koşmuştur. Şöyle buyurmuştur:

“Sizden udul olan kimseleri şahit tutun.” (Talak: 2)

(Udul olmak, fasık olmamaktadır. Yani güvenilir kişi olmalıdır. Yalan söylemeyip farzları yerine getiren ve günahlardan kaçınan kimsedir.)

Hilâfet’in şahitlikten daha büyük bir husus olduğundan dolayı “Evlâ babından” kaidesi açısından halifenin udul olması gereklidir. Zira udul olmak şahit için şart koşulunca halife olmak için şart koşulması evlâdır.

6. Hür olması:

Köle, efendisinin mülküdür. Kendi zatında ve işlerinde tasarruf ve idare etme hakkında sahip değildir. “Evlâ babından” köle, başkasıyla ilgili tasarruf ve idare etme işinde bulunmasına hiç sahip olmamalıdır. Özellikle insanların işlerin yürütme veya onların ulul-emri olması hakkına hiç sahip olmaz.

7. Kâdir olması:

Halife olacak kimse, hilâfet yükünü kaldırmaya kadir olmalıdır. Çünkü kadir olmak şartı biatın gereğidir. Zira aciz olan kişi, tebanın işlerini üzerine biat edildiği Kitap ve Sünnet ile yürütmeye gücü yetmez.

İşte müslüman, erkek, akil, baliğ, udul, hür ve kadir olursa halife olabilir. Mücahit olması veya cesaretli olması ve buna benzer hususlar in’ikat şartlarından değildir. Efdaliyat veya tercih şartlarındandır.

Halife ölürse veya bu şartlardan birisinden yoksun olup Mezalim mahkemesinin kararıyla hilâfet makamından azledilince veya İslâm’a aykırı bir hüküm uygularsa veya açık küfür gösterirse neticede hilâfetten indirilirse, ümmet meclisi o yedi şartlara sahip olanlardan adayları tesbit eder. Kim bu şartlara sahip olursa adaylığını sunar. Ümmet meclisinin adaylığını kabul ettiği kimseler ümmete sunulur ve ümmetin bunlardan birisini seçmesini ister. Ümmet, bu ehil olan adaylarda tercih şartlarına göre istediğini tercih eder. En çok oy alan kimsenin halifeliği ilân edilir. Ümmet meclisi de ona in’ikat biatı verir. Ondan sonra ümmetin bireyleri itaat biatı verirler. Bundan sonra biat gereğince Kur’an ve Sünnet’ten çıkartılan ahkâmı yürürlüğe koyar ve dünyaya davayı yüklenmeye başlar. Ta ki bütün dünyada İslâm hâkimiyeti gerçekleşinceye kadar.

 

Sayı 94...1417-ŞABAN...1997-ARALIK...Yıl-08

Sayfayı Birine Gönder