Müslümanların bugün yaşadıkları acılı
durumlar içerisinde vakıalarını değiştirmek ve yerine İslâm
Devleti düşüncesiyle temsil edilen salih vaziyeti getirmek
için çalışacak bir takım İslâmî hareketler kurulmuştur.
Bu İslâmî hareketlerde iki yön gözükmüştür.
Birinci kısım; İslâm toplumunu tesis etme davetlerinde
ıslahatçı (reformcu) yolu izlemiştir. Bunlar yıkılan ve
çatlamış yolları tamir etmeye ve bozulmu olanı ıslah
etmeye çalışmaya başladılar.
Öteki kısım ise; değiştirici yolu izler. Kökleri
çürümüş olan şeyi ıslah etmenin doğru olmadığını görür.
Yamalar ve tamirler buna fayda getirmez. Çünkü kurtlar, onun
kökünü ve içini yemiştir.
Bu iki yolu izleyenlerin tefekkür metodları
değişik olduğu için vakıalara bakışları ve durumları
tedavi etmeye yönelik çalışmaları farklı olmuştur.Bu
nedenle çalışma minhaçları ve davet metodları değişik
olmuştur.
Binaenaleyh bu konu hakkında şerî hüküm
nedir?
Bu konu hakkında şerî hükmü verebilmemiz
için İslâm’daki tefekkür metodu üzerine yürümeliyiz.
Zira bu metoda dayanarak hareket etmezsek şerî hükmü
bilemeyiz.
Tefekkürde şerî metodu izlerken, önce
içinde faaliyet yapılacak vakıayı kavramamız gerekir. Sonra
bu vakıayla ilgili şerî delilleri zihne getirip düşünmek
lazım. Ondan sonra bunu şerî kavrayışla kavramak gerekir.
İslâm, kâmil ve mükemmel dindir. Bir durum
ıslah gerektirirse, bu din ıslah etme yolunu gösterir. Yine
bir hal değişim gerektirirse değiştirme yolunu belirtir.
şimdi ise istenen nedir? Islah mı? Köklü değişim mi?
Bu iki halde hüküm Allah’ındır. Bu hüküm
şerî delillerden çıkartılır. Fakat bu davetin mahiyeti
ıslah mı değişim mi, diye belirtilen husus ise ıslah
edilecek veya değiştirilecek şeyin vakıasıdır.
Değişim ise, fertlerin nefislerini ve
hallerini değiştirmek veya toplumları değiştirmek veyahut
ümmet ve halkların vaziyetlerini değiştirmekle ilgili
faaliyetler temelden başlanmalıdır. İnsanın veya toplumun
veya herhangi bir vaziyetin kökünü inceleyip tedavi etmeye
gidilir. Zira bütün ferî fikirler ve insanın
davranışlarını sınırlandıran mefhumlar esastan
kaynaklanır. Bu esasa ve ona bağlı olan fikirlere göre insan
mutlu veya bedbaht olur ve ümmetler kalkınır veya geri
kalır.
Müslüman ve İslâm toplumunun esası İslâm
akidesidir. Müslümanın herhangi bir işi veya İslâm Devleti’nin
herhangi bir icraatı İslâm inancına ve gerektirdiği
hususlara dayalı olmalıdır.
Islah etme konusuna gelince, burada bir tür değişim
olur. Fakat bu değişim temeli ele almıyor, detaylarını
(dallarını) ele alıyor. Çünkü esas sağlam sayılınca bu
şekilde hareket edilir. Yine temeli kabul etmekle beraber bunu
düzeltmek ve arındırmak için yapılan hareket ıslahat
sayılır.
Temel mevcut ise ve onun üzerine bazı
örtüler çekilirse veya bazı fikirler onu etkilemişse ve
bunların etkisi altında kalmışsa burada değişim değil
ıslahat gerekli olur. Buradaki çalışma, temeli diğer
fikirlerden arındırmaya yönelik olur. Aynı anda onu
kuvvetlendirmeye çalışır ki teferruatlarda ve bunlar
uygulanırken bunun etkisi görülsün. Misal olarak bir
müslüman batı kültüründen etkilenmişse onun imanı
arındırılmaya çalışılır ve buna hangi yabancı fikir
yapışmışsa onu izale etmek için mücadele edilir ki
müslümanın yönelişi ve davranışları düzelsin. Yine
masiyetli veya günahkâr müslüman kendisindeki iman
bölgesini kuvvetlendirmeye çalışır. Ki takva unsuru güçlensin
ve onu günahı işlemeye sevk eden hususlar giderilsin. Müslüman
bireye intibak eden durum İslâm Devleti’ne uyar. Bir kâfiri
İslâm’a davet ederken onu değiştirme yoluyla birlikte
davet ederiz. Çünkü bunun temeli bütün fikirlerinde bu
temele dayalı olduğu ve bu temel batıl olduğu için onu
köklü şekilde değiştirmeye ve bunun yerine ona, doğru
temeli benimsettirmeye çalışırız. Bir kâfiri küfrü
üzerine bırakıp namaza davet edemeyiz. Rasulullah (SAV),
önce insanları imana çağırdı. Hatta bu konu böyle şeyi
gerektirir. Allahu Tealâ, kâfirlerin ne güzel iş yaparlarsa
yapsınlar küfürleri üzerinde devem ettikçe onların
amellerini kabul etmeyeceğini, İslâm’ın getirdiği iman
esası üzerine dayalı olmayanı kabul etmeyeceğini ve hiç
bir kâfiri cennete sokmayacağını bildirmiştir. şöyle
buyurmuştur:
“Kâfirlerin yaptıkları amelleri yok edip
rüzgârın götürdüğü şekilde dağıttık.” (Furkan:
23)
Yine müslüman mürted olursa bütün
amellerinin değeri kalmayıp yok olur. Nitekim iman bütün
amellerin temeli olmalıdır.
Bir müslümanı davet ettiğimiz zaman onu
ıslah etmek için davet ederiz. Çünkü ondaki temel sahihtir.
Ancak bu temele aykırı olarak ona yapışan her doğru
olmayanı ondan uzaklaştırıp atmak gerekir. Onun yönelişini
ve bağlılığını zaafa uğratan her hususla mücadele etmek
lazım. Madem ki onda temel var, o zaman bu temeli
kuvvetlendirecek ve bozuk şeyden onu uzaklaştırmaya çalışılacaktır.
Bu gerçekleştirilirse, doğru yönelişe sahip olur ve İslâm’a
sağlam şekilde bağlanır.
Müslüman içki içerse, zina ederse, hırsızlık
yaparsa, faiz işiyle uğraşırsa veya İslâm hayatını
yeniden başlatmak için İslâm davetini yüklenmede gevşeklik
gösterirse, onun iman bölgesini tedavi ettirmek gerekir. Tapınması
ve itaat edilmesi gereken tedbir sahibi ve yaratıcı olan Allah’ı
ona hatırlatmaktır. Günahın küçüğüne bakılmaz,
yaratıcının büyüklüğüne bakılır. Yaratıcı onu
emredince veya nehyedince, ancak dünya ve ahiretteki hayrı için
emrettiği ve nehyettiğini bilmelidir. Günahı ve masiyeti
kendini cehenneme sokacağını hatırlamalıdır. Allah’a
itaat etmenin karşılığı, Allah’ın rahmeti ve onun
rızasını kazanmakta olduğu da hatırlatılmalıdır. Bu
nedenle ona kıyamet gününün korkulu anlarını, cehennem
azabını ve cennetin nimetlerini ona hatırlatma konusu
üzerine durulur. Bu şekilde ondaki iman bölgesi kışkırtılır
ki Allah’a itaat etmeye yönelsin ve günahtan kaçınsın. Müslümanın
işi ancak bu şekilde düzgün olur. Bundan dolayı bu gün
müslümanların bireylerini davet ederken onların müslüman
oldukları göz önünde tutmalıyız ve buna göre onların
fikirlerini düzeltmeye ve davranışlarını ıslah etmeye çalışmalıyız.
Anayasalara dayalı devletler, onların
anayasaları bir kaynaktan fışkırıyorsa ve bu kaynaklar bir
temele mebni oluyorsa bakılır: Eğer bu temel İslâm akidesi
ise ve kaynaklar Kur’an ve Sünnet ve bunların gösterdikleri
deliller yani yalnız vahiy ise, anayasa maddelerinin tümü
buradan kaynaklanmışsa ve dışına herhangi bir hususta çıkmamış
ise bu durumda bu devlet İslâmî olur.
Bu devlette çok fesat veya bozukluk veya kötü
uygulamalar olursa bu devleti değiştirmek değil ıslah etmek
gerekir. Tıpkı Osmanlıların son günlerinde İslâm Devleti’nin
halinde olduğu gibi. O zamanlarda devlet ıslahata muhtaç idi.
Mekke şerifi Hüseyin’in yaptığı gibi bu devleti yok etmek
için kâfir batılılarla işbirliği yaparak ona karşı çıkılmaz.
Eğer gerçek İslâm akidesi esasına dayalı
değilse bu devleti ıslah etmeye değil değiştirmeye muhtaçtır.
Nitekim akide; anayasa, nizam ve kanunların temelidir. Tıpkı
bu gün müslümanların içinde yaşadıkları devletler
gibidir. Bu devletler İslâmî değildir. Çünkü sistemleri
İslâm şeriatından kaynaklanmamaktadır. Çoğu
anayasalarında devletin resmî dini olarak İslâm bile
yazmazlar, çünkü önemli değildir. Çünkü önemli olan
tatbik etmektir, yoksa laf olsun değil.
Madem ki bugün müslümanlara hükmeden
devletlerin sistemleri ve anayasaları Kitaba ve Sünnete dayalı
değil, onun için bunları köklü değiştirmek gerekir.
Temelini değiştirmeye yönelmek lazım. Yamalar
yapıştırarak veya parça parça ıslah ederek hareket etmek
hiç de doğru olmaz. Ancak köklü ve kapsamlı ve inkılapçı
değiştirme hareketini yapmak gerekir. Bu durumda vakıayla
ilgili olarak böyle hareket edilmezse hiç caiz olmaz. Çünkü
kötü vakıayı içerik olarak kabul etmiş olur. Ayrıca Allah’ın
indirdikleri dışındaki hükümlerle hüküm etmiş olur. Bu
nedenle ıslahatçı yönelişe sahip olan cemaatların mevcut
olan sistemlerle geçinmeye çalıştığını, bunların
saflarına girmeye gayret sarf ettiği ve ortaya attığı
fikirlerin bu vakıa ve şartlara uydurup cüzi olduğunu görürüz.
Nitekim eleştiriler cüzidir. Rejimle temas ve diyalog kurmak
için ortak fikirler aramaya çalışırlar. Bundan dolayı
bulunduğu memleketin rejiminin rengiyle boyanmaya başlarlar.
Bu rejimin özü hiç İslâm’la alâkası yoksa bile onu İslâm’dan
bir kabukla kaplamaya çalışırlar ki İslâm görünüşü
görünsün. Fakat rejimin temeline hiç dokunmaz.
Değişime davet edenlerin değiştirecekleri
vakıa hakkında diğerlerinden tam farklı fikirler ortaya
attıklarını görürüz. Çünkü fikirlerini inandıkları
temele bağlarla. Mevcut olan vakıayı kökünden red ederler.
Çünkü mevcut olan temel, kendilerinkinden farklı oldukça
onu esastan red ederler. Bazı cüzi hususlar benzerlik olsa
dahi.
Bu sebeple bu yönelişin sahipleri zihinlerinde
tasarladıkları hususları insanlara nakletmeye çalışırlar.
Hatta Rasulullah (SAV) ve sahabeleri (r.a)’ın dönemlerini
göstermeye başlarlar.
Şu anda yaşadıkları durumları köklü
şekilde çürütürler. Bu tür insanların bütün
memleketlerde tutumları bir olur. Çünkü sömürgeci
kâfirler, bütün müslümanların memleketlerini kendi
egemenliklerine alırken hepsini birbirine benzer şartlar
altına soktular. Bu şekilde bütün bu memleketlerin
çözümü tek olmuştur.
Batılılar, memleketlerimizi sömürmeye başlayınca
Kitap ve Sünneti hayatlarımız için yasa kaynağı olmaktan
uzaklaştırdılar. Önce ‹slâm dinini, hayatımızın gerçeğinden
ve nizamından uzaklaştırdılar. Bu işte büyük başarı gösterdiler.
Onun başarısı, bizim başımıza büyük sorun oldu. Bu gün
garip olan şudur ki; bazı İslâmî teşkilatların, kâfir
batılıların kurdukları rejimlerle ıslahatçı olarak
muamele yaptıklarını görürüz. Hiç onu kökten sökmeye
çalışmazlar.
Evet bu vakıa, yamaları yapıştırarak ıslah
olunmaz. Ne kadar yamalar dikilirse dikilsin, esası
değiştirmedikçe gerçek değişim olmaz. Ayrıca eşyaların
ve durumların gerçeklerini idrak etmeyen kimse, bunlarla
ilgili hükümleri idrak edemez. Böylece doğruluğu kaybeder
ve neyi örnek edineceğini de bilemez.
Bugün Allah’a davet etmek isteyen kimse,
Rasulullah (SAV)’in şu hadisini zihninden uzak tutmasın: “Ondan
sonra peygamberlik yolu üzerine yürüyecek hilâfet olacaktır.”
(İbni Hanbel)
Peygamberlik yolu üzerine Raşidî Hilâfet’i
kurmak isteyenler, ancak en hayırlı insan olan Rasulullah
(SAV) siyerini örnek edinirler. Zira onun çabaları meyve
verdi ve Allah’ın tevfikiyle insanlara çıkartılmış en
hayırlı ümmet meydana getirdi. Aslında bütün nebîler ve
onların yolunda yürüyenlerin tümü zincirin halakaları
gibidir. Allah’a dua ediyoruz ki, biz de bunun bir halakası
oluruz. Muhammed Mustafa (SAV)’in siyeri üzerine yürümüş
oluruz.. İnsanlar da bize uyup onlarla beraber en şerefli amel
ve en sadık ibadet üzerine birleşiriz...
|