Halifenin Kureyş’ten olması da şart değildir. Muaviye
yoluyla rivayet edilen hadise gelince; Muaviye dedi ki: “Rasulullah
(SAV)’in şunun dediğini işittim:
“Bu emir Kureyş’tedir. Onlar dini uyguladıkça bu işte
onlara kim düşmanlık yaparsa, Allah onu yüzüstü
sürçtürür.” (Buhari)
Yine İbni Ömer’den rivayetle Rasulullah (SAV) şöyle
buyurmuştur:
“Kureyş’ten iki kişi kaldıkça, bu emir onlarda devam
eder.” (Buhari)
Bu diğer hadisler, Rasulullah (SAV)’e isnaden rivayet
olunarak işlerin idaresinin Kureyşlilere ait olduğunu haber
sigasıyla bildiriyor. Fakat bu ve benzeri hadisler emir
sigasıyla geçmemiştir. Haber sigası her ne kadar talep
ifadesi olsa da onu pekiştirecek bir karine ile birleşmedikçe
kesin talep sayılmaz. Bu konuda talebi kesin kılmaya delâlet
eden hiç bir karineyle geçen herhangi bir sahih rivayet
yoktur. Bu hadisler vacib delâletini taşımaz, ancak mendup
işaretini taşır. Buna göre halifenin Kureyş’ten olması
farz veya vacib değil menduptur. O zaman halifenin Kureyşli
olması şartı yoktur. Fakat talep mendup olduğu için tercih
şartlarından sayılır, in’ikat şartlarından sayılmaz.
Yukarıdaki hadiste “Onlara kim düşmanlık yaparsa, onu yüzüstü
sürçtürür.” ifadesinin manası; Rasulullah (SAV),
Kureyşlilere düşmanlık yapmayı nehyediyor. Onun için bu
pekiştirme karinesi sayılmaz. Bu hadis iki husustan oluşur.
“Bu emir Kureyş’tedir” ve “Kureyş’e düşmanlık
yapmayı nehyetmektedir”. Üstelik “Kureyş” sözcüğü sıfat
değil isimdir. İlmil usul ıstılahında buna “lakab”
denilir. İsim veya lakab için bir mefhum yoktur. Bu nedenle
onunla amel edilmez. (Sıfatın mefhumu var ve mefhumu
muhalefeti de vardır. Fakat isim mefhumu olmayıp ona câmit
denilir.) Buna göre “Bu iş Kureyş’tedir” denilince,
diğerlerinde olmaz anlamını taşımaz. “Bu emir Kureyş’tedir”
ve “Bu emir Kureyş’te devam eder” demekteki mana; Kureyş
dışındaki olanlarda olmaz ve bu iş onlardan hiç zail olmaz,
çünkü diğerlerinde sahih olmaz, demek değildir. Bilâkis
hilâfet onlarda olabileceği gibi diğerlerinde de olur. Bu
nass, diğerlerin halife olmasına mani değildir. Böylece
halifenin Kureyş’ten olması, in’ikat şartlarından
değildir, ancak efdaliyet (tercih) şartlarından olur.
Bununla birlikte Rasulullah (SAV), Abdullah b. Revaha’yı,
Zeyd b. Harise’yi ve Usame b. Zeyd’i emir yapmıştır.
Bunlar ise Kureyşli değillerdir. “Bu emir” sözcüğünün
manası, velayetül emirdir. Yani yönetimdir. Velayetül emir,
yalnız halife olmak değildir. Rasulullah (SAV)’in Kureyşli
olmayan kimseleri emir olarak tayin etmesine göre “emir”
yalnız Kureyş’te sınırlı olmadığına ve diğerlerin
ondan mahrum olduklarına hiç delâlet etmez. Ancak hadisler
Kureyşlilerin hilafet makamına ehil veya uygun olduklarını gösterir.
Yani onlardan olursa daha iyidir. Fakat onlara mahsus değildir,
diğerleri de halife olabilir.
Bütün bu açıklamalardan sonra, şeriatın halife olmak için
belli bir kişiyi tayin etmediği görülür. Halife, yönetim
ve otoritede ve şeriat hükümlerini yürürlüğe koyma
işinde ümmetin naibidir. Şöyle ki: İslâm, yönetimi ve
sultayı ümmete vermiştir. Ümmet de, yönetimi vekâleten
yürütecek kişiyi belirler. Zira Allah, şeriatın hükümlerinin
tümünü uygulama işini ümmete farz kılmıştır. Halife,
ancak müslümanlar tarafından nasb edildiği için yönetim ve
şeriatın hükümlerini uygulama işinde ümmetin vekili olur.
Bu nedenle bir kişiye ümmet tarafından biat edilirse halife
olur ve bu halife ümmetin naibi olur. Böylece ümmet biatla
hilâfeti ona teslim edince, kendisine ait olan otoriteyi ona
vermiş olur. Bu durumda ümmetin ona itaat etmesi farz olur.
Buna binaen bir kişi şerî bir biatla ümmet tarafından
biat edilmezse, ümmetin işlerini yürütecek halifesi olamaz.
Bu biat ümmetin seçmesiyle ve rızasıyla gerçekleşir. Biat
edilecek kişi ise halife olmak için in’ikat şartlarına
sahip olacaktır. Halife olduktan sonra hemen şeriatın bütün
ahkâmını yürürlüğe koymaya başlar.
Bir kişinin halife olabilmesinin şartları yedidir. Bunlara
in’ikat (akit yapma) şartları denilir. Bu şartlardan biri
eksik olursa halife olamaz. Bu şartlar şunlardır:
1. Müslüman olması;
Hilâfet’in bir kâfire verilmesi kesinlikle caiz olmaz.
Ona itaat etmek de vacib olmaz. Çünkü Allahu Tealâ şöyle
buyurmuştur:
“Allah, kesinlikle kâfirler için mü’minler üzerine
bir yol kılmaz.” (Nisa: 141)
Nitekim yönetim veya otorite, yönetici için yönetilenler
üzerinde en kuvvetli yoldur. Ayette (‰Ê) sözcüğü,
ebedîlik ve kesinlik ifade eder. Buna göre ister hilâfet
olsun isterse ondan aşağı yönetim işlerinde olsun yöneticilikle
ilgili her hususta kâfirlerin müslümanlar üzerine hakim
olmaları kesinlikle veya ebediyyen kabul edilmez. Allah bunu
kesinlik ifadesiyle nehyetmektedir. Madem ki Allahu Tealâ
kâfirler için müslümanlar üzerinde bir yolun olmasını
haram kılmıştır. Öyleyse kendileri üzerinde kâfirleri
yönetici yapmalarını kendilerine haram kılmış olur.
Ayrıca halife “Veliyyül-emir”dir.
Bunun manası, yönetim sahibidir. Oysa Allahu Tealâ,
müslümanların yönetiminin sahibinin müslüman olmasını
şart koşmuştur. Şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Rasul’e ve sizden
ulul-emre itaat edin.” (Nisa: 59) (Ulul-emir, veliyyül-emrin
çoğuludur.)
“Onlar kendilerine emniyetle veya korkuyla ilgili haber
gelince hemen onu yayarlar. Keşke onu Rasul’e ve
kendilerinden olan ulul-emre götürselerdi...” (Nisa: 83)
Kur’an’da “ulul-emir” sözcüğü geçtikçe,
onların müslümanlardan olmasını gösteren zamirlerle
geçer. Bu ise veliyyül-emir veya ulul-emir hakkında müslüman
olması şartının koşulduğuna delâlet eder. Madem ki halife
ve tayin ettiği yardımcılar, valiler ve amillerin tümü ulul-emir,
o halde halifenin müslüman olması şarttır.
2. Erkek olması:
Halifenin kadın olması caiz değildir. Yalnız erkek
olması gerekir. Bunun delili Rasulullah (SAV)’in şu
hadisidir:
Ebu Bekre adlı sahabenin rivayetinde şöyle demiştir: “Allahu
Tealâ, Rasulullah (SAV)’den işittiğim bir sözle beni cemal
vakıasına katılmaya vazgeçmemden faydalandırdı. Bu sözü
işitmemiş olsaydım, cemal savaşına katılanlar arasında
olurdum. Rasulullah kendisine Pers halkının kendilerine Kisra’nın
kızını kraliçe olarak tayin ettiklerine dair haberi ulaşınca
şöyle dedi: “Bir kavim kendileri için ulul-emir olarak bir
kadın tayin ederse felah bulmayacaktır.” (Buhari)
Rasulullah (SAV), işlerini yönetme konusunu bir kadına
teslim edenlerin felah bulmayacağına dair sözü, kadının yönetici
olmasını nehyeden bir ifadedir. Onun sözü bir haber olup
talebi nehiy sigalarındandır. Çünkü emirlerini bir kadının
eline teslim edenlerin felaha kavuşmayacaklarını
bildirmektedir. Bu bir zemm (kötüleme) ifadesidir. Hem de
kesin nehiy içeren bir karine olur. Buradaki kadını yönetici
kılmaya dair nehiy, terkin talebinin kesin bir talep olduğuna
delâlet eden bir karine ile beraber gelmiş olur. Böylece kadının
ulul-emir olarak tayin edilmesi haram olmaktadır.
Kadın ulul-emir olmaktan nehyedilince, halife ondan daha
aşağı her yöneticilikte olmasını yasaklamış olur. Zira
bu hadisin konusu, Kisra’nın kızının bir kraliçe olarak
ulul-emirlik işinde tayin edilmesidir. Buna göre hadisin
üzerinde cereyan ettiği olay, yönetim ile ilgili hastır.
Yalnız Kisra’nın kızının ulul emir olması konusuyla
ilgili değil, her kadın hakkında açıklanmış genel bir hükümdür.
Yönetim konusu dışındaki konuları kapsamaz.
3. Baliğ olması:
Halife olacak kimsenin çocuk olmasını nehyeden delil, Ali
b. Ebu Talib rivayetiyle Rasulullah (SAV) şu dediğidir: “Uyuyuncaya
kadar uyuyan, büluğa erişinceye kadar çocuk ve aklı
başına gelinceye kadar aklını kaybetmiş olan üzerinden
kalem kaldırılmıştır.”
Bir kimse üzerinden kalem kaldırılmışsa tasarruf ve
idare işinden men edilmiş olur. Böylece çocuk şeriata göre
mükellef olmaz. O halde halife olması ve diğer yönetim işlerinde
bulunması caiz olmaz. Nitekim o, tasarrufta bulunma yetkisine
sahip değildir.
Yine çocuğun halife olmanın caiz olmadığına dair başka
delil de şudur: Rasulullah (SAV), çocuğun kendisine biat
etmesini kabul etmedi. Nitekim Abdullah b. Hişam’ın
biatını red etti. Bunun illeti, onun çocuk olmasıdır. Onun
annesine Rasulullah (SAV) “O çocuktur” deyip başını
okşadı ve onun için dua etti.
Çocuktan biat alınması sahih olmayınca başkalarının
onun halife olması itibariyle ona biat vermeleri caiz
değildir. Böylece “evlâ babından” kaidesine göre
çocuğun halife olması caiz olmaz.
4. Akil olması:
Halifenin deli olması, Rasulullah (SAV)’in şu sözüyle
yasaklanmıştır: “Kelâm şu kişi üzerinden kaldırılmıştır:
Mecnun iyileşinceye kadar...”
Kalemin kendisinden kalkmasından dolayı deli, mükellef
olmaz. Çünkü akıl, bir kişinin mükellef olması
tasarrufların doğruluğu için bir şarttır. Halifenin yönetim
işlerini ve mükellef olmanın sorumluluklarını gösterdiğine
göre mecnun olması hiç doğru olmaz. “Evlâ babından”
kaidesi açısından delinin, insanların işlerini tasarrufta
bulunması caiz değildir.
5.Udul olması:
Halife olacak kişinin fasık olması doğru değildir. Udul
olmak hilâfet sözleşmesi ve onun devamı için kaçınılmaz
şarttır. Çünkü Allahu Tealâ şahit hakkında onun udul
olması vasfına sahip olmasını şart koşmuştur. Şöyle
buyurmuştur:
“Sizden udul olan kimseleri şahit tutun.” (Talak: 2)
(Udul olmak, fasık olmamaktadır. Yani güvenilir kişi
olmalıdır. Yalan söylemeyip farzları yerine getiren ve günahlardan
kaçınan kimsedir.)
Hilâfet’in şahitlikten daha büyük bir husus olduğundan
dolayı “Evlâ babından” kaidesi açısından
halifenin udul olması gereklidir. Zira udul olmak şahit için
şart koşulunca halife olmak için şart koşulması evlâdır.
6. Hür olması:
Köle, efendisinin mülküdür. Kendi zatında ve işlerinde
tasarruf ve idare etme hakkında sahip değildir. “Evlâ
babından” köle, başkasıyla ilgili tasarruf ve idare
etme işinde bulunmasına hiç sahip olmamalıdır. Özellikle
insanların işlerin yürütme veya onların ulul-emri olması
hakkına hiç sahip olmaz.
7. Kâdir olması:
Halife olacak kimse, hilâfet yükünü kaldırmaya kadir
olmalıdır. Çünkü kadir olmak şartı biatın gereğidir.
Zira aciz olan kişi, tebanın işlerini üzerine biat edildiği
Kitap ve Sünnet ile yürütmeye gücü yetmez.
İşte müslüman, erkek, akil, baliğ, udul, hür ve kadir
olursa halife olabilir. Mücahit olması veya cesaretli olması
ve buna benzer hususlar in’ikat şartlarından değildir.
Efdaliyat veya tercih şartlarındandır.
Halife ölürse veya bu şartlardan birisinden yoksun olup
Mezalim mahkemesinin kararıyla hilâfet makamından azledilince
veya İslâm’a aykırı bir hüküm uygularsa veya açık küfür
gösterirse neticede hilâfetten indirilirse, ümmet meclisi o
yedi şartlara sahip olanlardan adayları tesbit eder. Kim bu
şartlara sahip olursa adaylığını sunar. Ümmet meclisinin
adaylığını kabul ettiği kimseler ümmete sunulur ve
ümmetin bunlardan birisini seçmesini ister. Ümmet, bu ehil
olan adaylarda tercih şartlarına göre istediğini tercih
eder. En çok oy alan kimsenin halifeliği ilân edilir. Ümmet
meclisi de ona in’ikat biatı verir. Ondan sonra ümmetin
bireyleri itaat biatı verirler. Bundan sonra biat gereğince
Kur’an ve Sünnet’ten çıkartılan ahkâmı yürürlüğe
koyar ve dünyaya davayı yüklenmeye başlar. Ta ki bütün
dünyada İslâm hâkimiyeti gerçekleşinceye kadar.
|