Yukarıdaki ifadelerde de görüldüğü üzere onlara İslam
ve hükümleri açıklanır, Muhammed SAV’in Peygamberliğine
delalet eden deliller gösterilir, dinlerini terk edip Allah katında
geçerli tek din olan İslam’a tabi olmaları istenir. Zira
İslam; İslam çağrısını onlara götürdükten ülkeleri
fethetmek için Allah yolunda cihad yaptıktan ve bütün
insanları İslam’ın egemenliği altına aldıktan sonra,
İslam’ın hükümlerini onlara uygulamayı bize farz
kılmaktadır.
İslam’ın kıyamete kadar bütün insanlık için bir
şeriat, Kura’n-ı Kerimin de kendinden önceki semavi
kitapları nesh etmiş bir Kitap olması herhangi bir müslüman
tarafından tartışma götürmez bir gerçektir. Birçok ayet
bu hususa delalet etmekte, ve Muhammed SAV’in risaletinden
sonra İslam’dan başka hiçbir dinin kabul edilmeyeceğine,
İslam dininin Allah’ın razı olduğu bir din olduğuna,
İslam’a inanmayanların ise hüsrana uğrayacaklarına, ebedi
olarak Cehennemde kalacaklarına işaret etmektedir. Rasulullah
SAV’in hayatı, daveti taşımanın farziyetine kesin
delildir. Allah’ın dininin bütün dinler üzerinde hakim
olması için kâfirlerle savaşmayı emreden birçok cihad
ayeti vardır. Üstelik Rasulullah SAV’in bu husustaki davranışları
ve: “İnsanlar La ilahe illa’llah deyinceye kadar onlarla
savaşmakla emrolundum. Bu sözü söylerlerse kanlarını,
canlarını benden korumuş olurlar” hadisi de bizce malumdur.
Rasulullah SAV’in hayatı sürekli cihad ile geçmiştir.
Medine’de İslam Devletini kurdu, İslam’ı uyguladı, müslümanların
birliğini sağladı ve ardından Arap yarımadasında cihad
hamlesini başlattı. Ta ki İslam, yarımadanın tek egemen
dini oluncaya, şirk tamamen yok oluncaya kadar bu savaşı sürdürdü.
Ardından Rum’lara yöneldi ve onlarla önce Mute sonra da
Tebük savaşını yaptı. Ardından sahabe (r.anhum) Rasulullah
SAV’in sünneti üzere aynı bayrağı taşıdılar ülkeleri
fethettiler ve İslam’ı uyguladılar .
Durum böyle iken nasıl olur da akıl sahibi bir kimse
kalkıp “Cihad savunma savaşıdır” diyebiliyor? Rum’lar
mı Medine’ye saldırdı? Yoksa İran’lılar mı saldırdı?
Berberi’ler Mekke’deki müslümanlara saldırmak için Kuzey
Afrika’dan mı geldiler?
Allahu Teâla ayeti Kerime’de şöyle buyurmaktadır:
“Dinini bütün dinlere üstün kılmak için; Rasulünü
hidayet ve hak din ile gönderen O’dur.” (Tevbe-33)
“Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiya-107)
De ki: Ey insanlar. Ben hepiniz için gönderilen Allah’ın
elçisiyim.” (Araf-158)
Böylesi açık, net ayetler ortada iken nasıl oluyor da bir
müslüman kalkıp cihad kelimesini gerçek içeriğinden
saptırarak cihadın “savunma savaşı” olduğunu söyleyebilir?!
CİHADIN ANLAMI VE İÇERİĞİ
Cihad, İslam’ın insanlara ulaşmasını engelleyen maddi
engelleri kırmaktır. Bu eylem ise Allah’ın Kelime-i Tevhidi’nin
üstün olması için savaş yoluyla gerçekleştirilir. Yoksa
cihadın, kâfirlerin yaptığı savaşlarda olduğu gibi
insanlığı sömürmek, kanlarını emmek ve mallarını
yağmalamak gibi bir amacı yoktur. Cihad insanlar için bir
rahmettir. Nitekim müslümanlar İslam’ın önündeki maddi
engelleri kırdıkları zaman, ele geçirdikleri ülkelerde
İslam’ı uyguladılar. Yenen ile yenilene eşit muamele
yaptılar. Onlara İslam’ı öğrettiler, Allah’ın
şeriatını hak ve adaletle uyguladılar. Böylece bu insanlar
kendi arzularıyla canı gönülden serbest iradeleriyle İslam’a
girdiler ve daha önce müslüman olanlarla kaynaştılar.
İslam’ın hükümlerinin ve devletinin hayattan uzaklaştırılmasına
rağmen bu insanlar İslam’ı terk etmediler. Ancak İspanya
gibi hiç müslüman kalmayan İslam topraklarında müslümanların
bulunmayışlarının nedeni yöre halkının İslam’dan dönmeleri
değildir. Asıl neden, insanın tasavvur edemeyeceği kadar
vahşi davranışlarla orada yaşayan insanların Hıristiyanlar
tarafından öldürülmesidir ki bu katliamların tamamı Roma’daki
Katolik Papa’nın talimatları ile gerçekleşmiştir.
DİYALOG SÜRECİ’NİN TEK ESASI
Bizimle diğer din mensupları arasındaki görüşmeler tek
bir temele yani İslam’ın hak olduğu, Allah’ın dini
olduğu, diğer dinlerin ise batıl ve küfür olduğu esasına
dayanmalıdır. Yapılacak görüşmeler yalnızca İslam gerçeğinin
onlara açıklanması ile sınırlı kalmalıdır. Allah’ın hükümlerinden
en ufak bir tavizde bulunmadan onlardan dinlerini terk edip
İslam’a davet edilmeleri ile sınırlı kalmalıdır. İslam’ın
bir takım emirlerinden taviz vermedikçe asla onlar bizden razı
olmayacaklardır. Bu hususu Allahu Teâla bize ayette şöylece
bildirmektedir:
“Sen dinlerine uymadıkça Yahudi’ler de, Hıristiyanlar
da, senden asla hoşnut olmazlar.” (Bakara-120)
Ayet, müslümanları bu tür çağrılardan şiddetle
sakındırmaktadır. Yani Allah’ın hükümlerinin bir kısmından
taviz verilmesini amaçlayan, dinler arası diyalog çağrılarına
karşı dikkatli olmamız hususunda bizleri uyarmaktadır.
“Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni
fitneye düşürmelerinden sakın.” (Maide-49)
Allahu Teâla onların bu yöndeki arzularını da ayette şöylece
bildirmektedir:
Allah’ın nurunu ağızları ile söndürmek isterler.”
(Tevbe-32)
Hıristiyanlar, Yahudi’ler ve müşrikler, Allah’ın
yaratıkları için bir ışık olan İslam nurunu ve Muhammed
SAV’in şeriatını, sözlü münakaşalar ve iftiralarla
ağızlarıyla söndürmek istemektedirler. Onların bu
davranışları ağzıyla güneşin aydınlığını veya ayın
ışığını söndürmek isteyen kimseye benzemektedir. Ancak
onlar bunu ne kadar isteseler de başaramayacaklardır. Bu denli
netliğine rağmen müslümanın eşitlik denge yönünde
kâfirlerle diyaloğa girmesi mümkün müdür?
GÜZEL MÜCADELE
“Muhavera” kelimesi İslam düşüncelerini ve
hükümlerini açıklamak, Onları İslam’a çağırma, ve
dinlerini terk etmek için onlarla münakaşa etmek demektir. Bu
nedenle müslümanın elindeki deliller çok kuvvetli, karşısındakine
meydan okuyucu ve küfür düşüncelerinin kaypaklığını,
batıllığını ortaya koyacak şekilde olmalıdır. Bu hususta
Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Ehli kitap ile en güzel olanın dışında mücadele
etmeyin.” (Ankebut-46)
Onlarla yapılacak mücadelede dinlerini terk etmeleri için
baskı uygulanmaz, güzellikle mücadele edilir. Ancak onlara;
bütün açıklığı ile, hiç çekinmeden cesaretle İslam’ın
tek hak din olduğu diğerlerinin ise batıl bir din olduğu,
ikisinin arasında orta bir din bulunmayacağının açıklaması,
anlatılması mutlaka gereklidir.
EHLİ KİTAB’IN MÜSLÜMANLARA KARŞI TAKINDIKLARI TAVIR
Allahu Teâla kâfirlere meyledilmemesi konusunda bizleri
uyarmakta ve ayette şöyle söylemektedir.
“Ehli Kitap’tan bir taife sizi şaşırtmak istediler.
Halbu ki onlar, kendilerinden başkasını şaşırtamazlar da
farkına varmazlar.” (Ali İmran-69)
“Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli
olduktan sonra içlerindeki çekememezlikten ötürü sizi,
imandan sonra küfre döndürmek isterler.” (Bakara-109)
Ayette geçen ÂÊ kelimesi bütün Ehli Kitabı
kapsamaktadır. Dolayısıyla ÂÊ kelimesi cinsi açıklayan
bir kelimedir kelimesi İslam’dan dönmek ve İslam’a
muhalefet etmeniz suretiyle sizleri günaha sokmak isterler.
İslam’ın doğruluğunu bilmezler. Onlara düşen görev, açık
ve net delillerle İslam’ın doğruluğunu, tek hak din
olduğunu öğrenmektir.
İslam davetini taşımaktan alıkoymayı ve müslümanları
İslam’dan uzaklaştırmayı, İslami düşüncelerin hakikatını
açıklamaktan alıkoymayı, ardından da kıyamete kadar devam
edecek olan cihad farziyetini yerine getirmekten alıkoymayı
amaçlayan böylesi çağrılara karşı aşırı derecede
dikkatli olmak mecburiyetindeyiz. İslam daveti cihadsız
olamaz. Gayretli ve samimi müslümanların böylesi tuzaklara
düşmemeleri ve dinlerine sarılarak, insanlarla en kuvvetli
delillerle ve güzel bir şekilde mücadele etmeleri, İslam’a
davet etmeleri, yağcılık ya da orta çözüm gibi bir yola
girişmemeleri konusunda uyarıyoruz. Zira Allah’ın dininin
ve müslümanların izzetli, şirkin ve müşriklerin de zelil
olmaları gerekir ki ancak böylece müslümanlar sevinir ve de
zafer kazanılır.
|