EKONOMİK KALKINMA

 

 

 Ekonomik kalkınma, toplumsal kalkınmadan ayrı düşünülmemelidir. Toplumsal kalkınma ise, bir ideoloji ile olur. Yani hayatla ilgili; insan, hayat, kainat hakkında nereden geldi, nereye gidecek ve hayatın bu gelişle gidişle alakası nedir? Niçin yaşıyoruz? sorularına cevap veren temel bir düşünceye dayalı fikirler ve bu fikirlerin pratiğe geçmesini sağlayan metot yani nizamları olan bir ideoloji ile olur. Böylesi bir ideoloji bir toplumda yerleşirse yani toplum, o ideolojiye dayalı olarak yeniden yapılanırsa o toplumda kalkınma hasıl olur. Toplumun yaşam tarzı ve hali değişir. Ancak bu değişimin yani kalkınmanın sağlıklı olabilmesi için o toplumun yapısını teşkil eden ideolojinin sahih ideoloji olması gerekir. Ki o, sadece İslam ideolojisidir.

Sağlıklı bir kalkınmanın pratik yaşamdaki görüntüsü, insanların uzvi ihtiyaçları ve içgüdülerinden kaynaklanan ihtiyaçlarını insanın yapısal özelliklerine yani fıtratına uygun bir biçimde tatmin edebilmek için gerçekleştirmeye çalıştıkları ya da yaşantılarında gerçekleşmesi gereken değerlerin hepsinin de bol ve yaygın olmasıdır. Bu değerler ise şunlardır :

1- Maddi değerler, 2- Ruhi değerler,

3- Ahlaki değerler, 4- İnsani değerler.

Yani insanın toplumsal yaşamında, başka bir deyimle sosyal ilişkilerinde bu değerlerin hepsi de etkin olup ve insan onlara rahatça ulaşma imkanı bulabiliyorsa, o toplum sağlıklı kalkınmıştır. O toplumda insanlar mutmain olurlar, huzur bulurlar.

1- Maddi değerler: Kişinin çeşitli şekillerde elde ederek maddi ihtiyaçlarını gidermek için uğraştığı mal, para, kazanç, mülk gibi hususlar ve bunlardan kaynaklanan hizmetlerdir. Sağlık, eğitim, güvenlik hizmetleri gibi.

Bir toplumda bunlara ulaşmak bireyler için çok zor olursa, bu değerler toplumda sadece bir avuç insanın tekelinde olursa, o toplum sağlıklı kalkınmış bir toplum olamaz.

2- Ruhi değerler : İnsanlar arası ilişkilerde Allah ve Ahiret inancının etkin olması halidir. Yani sevap, günah değerlerinin etkin ve de yaygın olması halidir. Bu durum insanlar arasında dar görüşlülüğü, bencilliği, menfaatperestliği ortadan kaldırır. İnsanları birbirinin kuyularını kazma peşine düşmekten kurtarır. Toplumda güven ortamını artırır.

3- Ahlaki değerler : Doğruluk, dürüstlük, ahde vefa, emanete riayet gibi değerlerdir. Bunların yaygınlığı da toplumda güven ortamını artırır. İnsanlar arası ilişkilerdeki çarpıklık, aldatmaca, yolsuzluk, dolandırıcılık ve sahtekarlıklar ortadan kalkar.

4- İnsani değerler : Merhamet, sevgi, saygı, şefkat değerlerinin yaygınlaşması, insanları birbirinin canavarı olmaktan kurtarır.

Bütün bu değerlerin toplumda bolca yaygın ve etkin olması, ancak İslam nizamının hakimiyeti ile gerçekleşir. Çünkü bu nizam, insanların yaratıcısı Rahman ve Rahim olan Allah’u Teala'dan gelmiştir ve Ona iman esası üzerinedir. Bu nizam, o değerlerin hepsini de gerçekleştirir. Böylece toplumu sağlıklı kalkındırır.

İşte ekonomik kalkınmayı bu değerler bütünlüğü içinde müteala etmek gerekir... Yani maddi değerlerin toplumda yaygınlaşması ile toplumun bireylerinde maddi değerler hususundaki sıkıntının yani fakirliğin giderilmesidir, ekonomik kalkınma. Bu kalkınmayı, toplumsal kalkınma bütünlüğü içinde gerçekleştirmek için şu hususlar üzerinde durulmalıdır :

1- Ülkenin ham madde kaynakları iyi tespit edilip kullanılmalı.

2- Enerji kaynakları iyi tespit edilip kullanılmalı.

3- yeterli yüksek teknolojiye sahip olunmalı.

4- Gıda sektörlerini tespit edip iyi kullanmalı.

5- kendi kendisine yeterliğin dışında kalan malları satmak için dış Pazar aramalı

Bu hususları hepsinde de kendi kendine yeterli olmalıdır. Ülkenin bu servetlerini de tebanın bireylerinin fakirlik sorununu çözmek için adil dağıtım programı ve siyaseti takip etmeli. Bunun içinde İslam’ın mülkiyet tanımı esas alınmalı yani mülkün 1.ferdi mülkiyet, 2. devlet mülkiyeti, 3. kamu mülkiyeti tasnifine (sınırlandırmaya) gidilmelidir. Bunların alanları belirlenip ilgili fonlar teşkil edilmelidir. Kamu mülkiyeti fonu ve onun tasnifleri , devlet mülkiyeti fonu, zekat mülkiyeti fonu gibi, kısacası İslam iktisat nizamı tatbik edildiğinde fakirlik problemi çözülür. Ve ekonomik kalkınma sağlanmış olur.

Velhasıl İslam ideolojisine dayanmaksızın sağlıklı kalkınma sağlanamaz. Bunun dışında sadece oyalama, aldatmaca olur, şimdiye kadar olduğu gibi. Taklit yönetimi ile yada sipariş yönetimi ile ne toplumsal ne de ekonomik kalkınma sağlanır. Onun için başka ülkelere bakarak yada bazı uluslararası kuruluşlara kalkınma projeleri çizdirilerek kalkınma sağlanmaz. Bu peşinen bilinmeli.

 

İSLAM ÜMMETİNİN İÇİNDE BULUNDUĞU KONUM ÜZERİNE BİR HATIRLATMA...

İslam ümmetinin içinde bulunduğu bu hayat; ümmetin neye inandığının, nasıl inandığının idraki dışında meşgul olunan bir hayattır. Ümmeti bu hale getiren, onların; akidevi olarak inandıkları İslam'ın ne olduğunu berrak bir şekilde bilmeyişleridir.

Yine bu hale getiren unsurlardan birisi de; inandıkları İslam Dininin, inançtan kaynaklanan hayat nizamını oluşturan bir ideoloji olduğunun bilinçsizliğinden kaynaklanmaktadır.

Ümmetin yaşadığı bu zelil hayattan kurtulmanın gerekliliğinin şuurunda bulunmamaları ve aynı zamanda bu hayattan nasıl kurtulunması gerektiğinin ve bunun metodunun ne olduğunun idrakinde olmamaları; ümmetin bu zelil hayata razı olmalarını sağlamaktadır.

İnandıkları Allah’u Tealâ'nın, ümmetin yaşadığı şu hayattan razı olduğu bir hayat mı yoksa razı olmadığı bir hayat mı olduğunun, yani bu yaşantının nasıl bir yaşantı olduğu üzerinde ümmetin hassas olmadığı bu hayat, onlara karma bir hayat tarzını ortaya çıkarmaktadır.

Ve yine bu ümmetin bir kesiminin, dillerinde dahi olsa da dolaştırdıkları ve sık sık dile getirdikleri İslam Devleti'nin ne olduğu veya nasıl bir devlet olduğu bilincinin dışında oluşu; onların, üzerlerine tahakküm eden yönetimlere sadık kalmalarını ve onlarda çözüm aramalarına sevk etmektedir.

Tabii ki bu bilinçsizlik, arzu ettikleri o devletin de nasıl ikame edileceği hususunda belirsizginlik içinde orda burada hareket ederek çalışmaya kurulacağı düşüncesine itiyor ve o şekilde çalışmalarının gerekli ve zorunlu olduğu bir fikre götürmektedir.

İşte. yukarıda belirli ve öz olarak belirtmek isteğimiz hususlarda Müslümanların genelinde açık ve berraklık bulunmaması; zihinlerinde yerleştirilmiş olan küfrün zorla ya da sinsi olarak fikirlerinin izleri ve kalıntılarının bulunmasıdır. Tabii ki bu durum ümmeti bu hale sevk etmiştir. Bundan dolayı ümmetin bu konumdan kurtulması gerekir.

Yukarıda belirttiğimiz hususlara açıklık getirilmesi ve bunlarla ilgili fikirleri, Hilafet mecmuasında serpiştirilmiş olarak şeri delillere bağımlı kalarak ve doğru ve yanlış ölçüsünün şeriatın belirlemiş olduğu şekilde geniş ve anlaşılır bir şekilde bulacaksınız.

 

Sayı 95...1417-RAMAZAN...1997-OCAK...Yıl-08

Sayfayı Birine Gönder