AMELLERİN KIYMETLERİNİ VE KIYMET DERECELERİNİ ALLAHU TEALA BELİRLEMİŞTİR

 

 Bir Müslüman tüm yaşantısında Allah’u Tealâ'nın amelleri için belirlemiş olduğu kıymetlere ve kıymet derecelendirmesine riayet etmek zorundadır. Çünkü Allah’u Teala bunu kulluğun gereği kıldı. Allah’u Teala belirlemiş olduğu kıymet derecelendirmesine riayet edilmemesini masiyet olarak değerlendirdi ve biz kullarını bu hususta bir çok nass ile uyardı.

Allah’u Teala bize eşya ve amellerden helal olanı tayyib (temiz), haram ve küfür olanı “habis” pis, murdar ”şeytanın ameli “ olarak vasfetti.

“De ki; pis ile temiz bir değildir. Pis kötü olanın çokluğu hoşuna gitse de. Öyle ise ey akıl sahipleri Allah’tan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide; 100)

O (Resul) onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar.” (A’raf; 157)

“Kim izzet şeref istiyorsa, bilsin ki izzetin şerefin hepsi Allah’ındır. Ona ancak temiz söz (kelimei tevhid) yükselir. Onu da Allah’a salih amel ulaştırır. Kötülükleri tuzak yapanlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır. Ve onların tuzağı bozulur.” (Fatır-10)

“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliklerdir. Onlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide; 90)

“(Onu yiyecek kimse için) leş veya akıtılmış kan, yahut domuz eti ki o pisliktir, (haram kılınmıştır.)” (En’am; 145)

“Onlardan (kafirlerden) yüz çevirin çünkü onlar murdardırlar.“ (Tevbe; 95)

“Müşrikler ancak bir pisliktir.“ (Tevbe; 28)

“Fakat Allah onların davranışlarını (cihaddan geri kalışlarını) kerih gördü.” (Tevbe; 46)

“Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize zinet yapmıştır. Küfrü fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” (Hucurat; 7)

“Bütün bu (sayılanların) kötü olanları Rabbinin nezdinde mekruhturlar (sevimsizdirler).” (İsra; 38)

Şu halde eşya ve amellerde Allah ve Müslüman katında kıymetli olan şey mubah ve helal olan şeydir. Haram ve küfür olan hususta ne kadar çok menfaat olduğu görülse de Allah ve Müslüman katında onun hiç bir kıymeti yoktur. Müslüman öncelikle buna çok dikkat etmelidir. Şu ya da şu iş haramdır fakat onda çok fayda menfaat vardır, öyle ise kıymetlidir, onu almalıyım ya da yapmalıyım diyemez. Çünkü Allah Müslüman için amelin ve eşyanın kıymetini tespit hususunda sadece faydayı menfaatı ölçü kılmamıştır. Onun ölçüsü ancak helal olmasıdır. Helalde ise bir kıymet vardır, haramda ise hiçbir kıymet yoktur. Allah’u Teala bu hususu şöyle belirtmiştir:

“Sana şaraptan ve kumardan sorarlar. De ki her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faildeler vardır, Ancak her ikisinin de günahı faydasından büyüktür.” (Bakara; 219)

Görüldüğü gibi haram günah olan bir yerde menfaat hiç bir kıymet getirmiyor, değeri yoktur. Ancak helal olan hususlarda menfaatin bir değeri vardır. Bunu da Allah’u Teala şöyle gösterdi;

“Hayvanlarda sizin için bir çok faydalar vardır, ayrıca etlerini yersiniz.” (Mü’minun; 21)

“Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır.” (Hadid; 25)

İşte böylece Allah’u Teala eşya ve amellerin kıymetlerini belirledi. Haram olmayan şeylere bir kıymet verdi. Fakat o kıymetlere de derecelendirme yaptı. Amellerde mubah, mendup ve farz ile derecelendirme yaptı, Mendup mubahtan üstündür Farz da menduptan üstündür .

Allah’u Teala menduplar arasında ve farzlar arasında da derecelendirme yapmıştır. Farzı ayın farzı kifaye vardır. Farzı ayın farzı kifayeden önceliklidir. Farzı aynlar arasında ve farzı kifayeler arasında da öncelikli olanlar vardır yani derecelendirme vardır. İşte buna delalet eden bir kaç ayeti kerime;

“Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah onlara yaptıklarının karşılığını verir, asla kendilerine haksızlık yapılmaz.” (Ahkaf; 19)

Görüldüğü gibi kişilerin dereceleri yaptıkları işlerden ve işlerin derecelerinden kaynaklanmaktadır.

“Mü’minlerden özür sahibi olanlardan başka oturanlar ile malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (sevap) vaad etmiştir ama mücahitleri oturanlardan daha büyük bir ecirle üstün kılmıştır. Kendisinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisa; 95-96)

Görüldüğü gibi Allah’u Teala evinde zikirle ibadetle oturan kimseye sevap vaad ettiği halde, Allah yolunda malıyla canıyla cihad edeni derece bakımından daha üstün kılmıştır.

“Siz hacılara su vermeyi ve Mescidi Haram’ı onarmayı, Allah’a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad etmekle bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah katında eşit değildirler. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda malları ve canları ile cihad edenler derece bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır.“ (Tevbe; 19-20)

Bilindiği gibi hacılara su vermek ve Mescidi Haram’ı onarmakta çok sevap vardır. Fakat bu amel, derece bakımından Allah yolunda cihad gibi değildir. Allah yolunda cihadın derecesi daha üstündür. Bunun böyle olduğunu da insan aklı değil Allah tayin etmiştir.

Allah’u Teala belirlemiş olduğu kıymet derecelendirmesine riayetsizliği masiyet olarak vasfedip öyle yapanları azapla uyarmıştır, şöyle ki;

“De ki; Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, (evler, konaklar, k01Ç2kler) size Allah’tan, Resulü’nden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah emrini (azabını) getirinceye kadar bekleyin. Allah Fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe; 24)

Bu hususta Resul (SAV)’den şu rivayet edilir; “Ömer (r.a); Ey Allah’ın Resulü! Sen bana nefsim hariç her şeyden daha sevgilisin deyince; Rasulullah hemen şu cevabı verdi;

"Hayır! Nefsimi elimde tutana (Allah’a) yemin olsun ki, ben sana nefsinden de sevimli olmadıkça (imanın tam olmaz)" (Buhari)

Bilindiği gibi; anne baba, evlatlar, kardeşler, eşler, akrabalar, helalinden kazanılan mallar, meşru iş ve ticaret, helalinden elde edilen meskenler ve kişinin kendisi hepsi birer kıymettir. Müslüman onlara ilgi duyabilir, sahiplenebilir ve sevebilir. Ayrıca bazı sorumlulukları da vardır.

Ebeveynine ihsanda bulunmak, eş ve evlatlarının nafakasını temin etmek, fakir ve mağdur kardeşlerine ve akrabasına ihsanda bulunmak, sılai rahmi korumak, helal malını ve evini muhafaza etmek ve helal yoldan rızkını temin için çalışmak bir Müslüman üzerine farzdır. Bunların hepsi de birer kıymettir. Ancak Allah’u Teala, bazı kıymetleri bu kıymetlerin önüne geçirmiştir. O da; Allah ve Resulü’nü sevmek ve Allah yolunda cihaddır. Allah ve Resulü’nü sevmenin anlamı Rasulullah’ın getirdiği şeriata ittibadır. Şeriata ittiba olmaksızın Allah ve Resulü’nü sevme iddiası boşuna bir iddia olur. Zira bu sevginin karşılığı Allah’ın bizden razı olması, bizi sevmesidir. Buna ulaşmanın yolunun da Rasulullah (SAV)in getirdiğine ittiba etmek olduğunu da Allah’u Teala şöyle bildirdi;

De ki; Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Ali İmran; 31)

Rasulullah’a ittiba etmenin yani ona tabi olmanın kapsamında İslam’ı hakim kılmak, İslam’ın hakimiyetini muhafaza etmek ve aleme taşımak da vardır. Yani İslam davasını yüklenmek vardır. İslam davasını yüklenmenin anlamı, İslam’ı hayata hakim kılarak İslami hayatı başlatacak ve onu aleme davet ve cihad yoluyla taşıyacak olan Raşidi Hilafet devletini kurmak için sahih bir siyasi kitle ile çalışmaktır. Bu çalışmanın gerektirdiği yükümlülükleri yüklenmek demektir. Allah’u Teala bu yükümlülüğü yukarıda zikredilen anne babaya ihsanda bulunmak, evlat ve eşlerin nafakasını temin etmek, kardeşleri ve yakın mağdur akrabayı gözetmek, meşru işini, malını ve evini korumak yükümlülüklerine ilaveten öncelikli olarak yüklemiştir. Bu öncelik sırasına riayet etmeyenleri fasık olarak vasfedip Allah’ın emrinin yani azabının gelmesi ile tehdit etmiştir.

Evet, İslam davetini yüklenmek Allah ve Resulü’nü sevmek kıymetinin kapsamında olan en üstün kıymettir. Çünkü Allah ve Resulü’nü sevme, Allah’ın Resulü vasıtası ile göndermiş olduğu dinine kamilen ittiba etmekle gerçekleşir. Bu, Allah’ın dinini hayatın ve yeryüzünün tamamına hakim kılmakla mümkün olur, Bunun şer’i metodu ise Raşidi Hilafet Devletidir. Hilafet devleti ve Halife varken İslam davetini yüklenmek yani İslam’ı hakim kılmak işi farzı kifaye olur. Ancak Hilafet Devleti yokken, Hilafet Devletini kurmak için şer’i hükümlerle kayıtlı olarak sahih siyasi bir kitle ile çalışmak bütün Müslümanlar için farzı ayın olur, çünkü farzı kifaye, yeterlilik hasıl olasıya kadar farzı ayın hükmündedir.

Şu halde İslam davetini yüklenmek farzı, kıymeti yukarıda zikredilen Tevbe; 19-20, 24 Ayetlerinde geçen şu farzlardan ve menduplardan öncelikli farzdır.

1- Anne babaya ihsanda bulunmak,

2- Çocukların ve eşlerinin maişetini temin etmek,

3- Kardeşlerine ve akrabalarına ihsanda bulunmak,

4- Meşru olan iş ve ticareti muhafaza etmek.

5- Meşru yolla elde edilmiş meskenlerini, malını muhafaza etmek.

6- Hacılara su dağıtmak (mendup),

7- Mescidi Haram’ı ve mescidleri tamir ve inşa etmek (mendup).

Bu çerçeveden bakıldığında şu görülmektedir;

1- Bir Müslüman amellerinin kıymetini kendisi tayin edemez. Kendi aklınca, şu iyidir kötüdür, güzeldir çirkindir, hayırdır, şerdir diyemez. Onu tayin eden Resulü vasıtasıyla göndermiş olduğu şeriatı ile Allah’u Teala’dır. Onun için haram olan bir işte bir çok bireysel ya da toplumsal menfaat olduğu görülse bile bir Müslüman o işe bir değer veremez ve onu yapamaz.

2- Bir Müslüman, kıymetlerin derecelendirmesini de kendisi yapamaz. Onu da Allah’u Teala tayin etmiştir. Mendubu farzın önüne geçiremez. Farzı kifayeyi farzı aynın önüne geçiremez. Farzı ayn olan iki husus çatışırsa onda önceliği de kendisi tayin edemez. Allah’u Teala, hangisini daha efdal ve öncelikli olarak göstermiş ise onu yapar. Onun tercih alanı ancak mubah olan hususlardadır. O alandaki tercihini de onlarda gördüğü yararlar açısından yapar. Mubahların dışında kalan hususlarda, zamana mekana, kolaylığa zora, faydaya zarara bakarak amellerinde derecelendirme yapıp o derecelendirmeye göre tercih yapma hakkına sahip değildir, Buna göre bir Müslüman şunları diyemez;

a-) Her ne kadar İslami hayatı hakim kılmak için çalışmak gerekirse de, Allah’ı razı etmek için mutlaka o çalışmayı yapmak gerekmez. Ahlaklı olur, ibadetleri yapar, Kuran, hadis, tefsir okur okutur. İlimle meşgul olur ve yaparsan, okullar, yurtlar, hayır cemiyetleri, vakıflar açarsan da Allah’ı razı etmiş olursun. Bugünkü şartlarda efdal olan da budur diyemez. Böylesi bir tercih hakkı şer’an yoktur. Böylesi tercihler yaparak öncelikli farz olan İslam’ı hayata hakim kılmanın kaçınılmaz meşru yolu olan Hilafet Devletini kurmak için çalışmaktan geri durmak kişiyi Allah katında fasık kılar.

b-) Her ne kadar İslam davetini yüklenmekte Rasulullah’ın siretine ve takip ettiği metoduna tabi olunması gerekse de bugünkü şartlarda, daha kolay ve rizikosu az olduğu için demokratik platformda kalarak mücadele etmek daha efdaldır, daha iyidir diyemez. Böyle düşünerek hareket ederse Allah katında fasık konumuna düşer.

c-) Her ne kadar İslam davasını yüklenmek farz olsa da, ben çoluk çocuğumun geçimini temin etmek için çalışmak zorundayım, o da farzdır. Onun için ben İslam davasını yüklenmeyip öbür farzı yükleneceğim diyemez. Böyle düşünerek hareket ederse fasık olur. Zira Allah’u Teala İslam davasını yüklenmeyi o yükümlülüğe ilaveten ve öncelikli olarak yüklemiştir...

d-) İslam davasını yüklenmeme annem ve babam razı olmuyor. Onlara karşı ihsanda bulunmam yani onları incitmeden hürmet ve şefkatle muamelede bulunmam da bir farzdır. Onu niçin ben İslam davasını yüklenmiyorum. Nitekim Rasulullah (SAV)’e bazı kişiler cihad yapmak için geldiklerinde, Resul (SAV) anne ve babadan izin alıp almadıklarını sordu. İzin almadım dediklerinde, onlara gidip izin istemelerini, izin verirlerse savaşmalarını vermezlerse onların yanında kalıp onlara iyilikle muamele etmelerini emretmiştir. Böyle diyerek İslam davasını yüklenmezse Allah katında fasık olur. Zira o delil, vakıaya mutabık değildir. Çünkü o ve benzeri hadiste bahsi geçen cihad, kifayenin, yeterliliğin hasıl olduğu farzı kifaye olan cihaddır. Yeterliliğin hasıl olduğu farzı kifayeyi yapmak ise sevabı olan mendup bir iştir. O hadislerde, bahis edilen şahıslar ise, çoluk çocuğun maişetini temin etmek ve ebeveyne ihsanda bulunmak farzı ayn yükümlülüklerine, katılmaları kendileri için mendup olan cihadı tercih etmek istemişlerdir. Rasulullah (SAV) de buna izin vermemiştir. İşte böylesi nasslardan şu şer’i kaide çıkmıştır. “Farzı ayn ile yeterliliği hasıl olan farzı kifaye çatışırsa farzı kifaye terk edilir, farzı ayn ile amel edilir.”

Fakat, cihad için yeterlilik hasıl olmamış ya da Halife cihada katılmayı kendisinden talep etmiş ise, o durumda bir Müslüman’ın çoluk çocuğunun maişetini temin etmek farzını, ya da anne babaya ihsanda bulunmak farzını o cihad farzına tercih etme hakkı yoktur. Zira öyle yaparsa fasık konumuna düşer ve Allah’ın azabına müstahak olur. Nitekim Tebük seferinde Rasulullah herkesin cihada katılmasını talep ettiğinde, maişet gerekçeleri ile cihaddan geri kalan kişileri cezalandırdı. Buna delalet eden ayeti kerimeler de şunlardır;

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, Allah yolunda savaşa çıkın! denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Ahiret (hayatına) dünya hayatını tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. Eğer siz, (size emrolunan bu savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek acıklı bir azap ile cezalandıracaktır.” (Tevbe; 38-39)

“(Ey müminler!) gerek hafif, gerek ağır olarak hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer anlıyorsanız bu sizin için daha hayırlıdır.” (Tevbe; 41)

Nitekim Allah Rasulü’nün bu ayetlerle savaşa çıkmayı talep etmesine rağmen o savaşta; güz mevsimidir, işlerimiz aksar, hem de bu sefer, çok sıcak bir ayda çok uzun bir mesafede ve çok maddi imkansızlıklar içinde olacak, biz daha önce de nasıl olsa savaşlara katılmıştık diyerek geri kalanlar Tevbe, 118 de de işaret edildiği gibi 50 gün kendileri ile konuşmama ve toplumdan tecrid edilme cezası ile cezalandırılmışlardır.

İşte bu nasslardan da “İki farzı ayn çatıştığı zaman evla ve öncelikli olanı tercih edilir” şer’i kaidesi çıkartılmıştır. Hem bu şer’i kaide gereğince hem de Tevbe; 24 gereğince bir kimse geçim, maişet temini, anne babaya ihsanda bulunmak yükümlülüklerini bahane ve mazeret göstererek İslam davasını yüklenmekten ve bu yüklenmenin gereği olarak kendisinden yapılmasının istenildiği işleri yapmaktan geri durması caiz değildir. Aksi halde Allah katında fasık konumuna düşer.

İşte, malların, evlatların, eşlerin kişiye düşman ve fitne olmaları da burada başlar, Yani Allah’u Teala'nın belirlemiş olduğu kıymet derecelendirmesine riayetsizlikle onları Allah’ın öncelikli kıldığı kıymetlerin önüne geçirmekle, onları tercih etmekle bu fitneye düşmekten şöyle sakındırmıştır;

“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının.” (Tegabün; 14)

“Doğrusu, mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir. Büyük mükafat ise Allah yanındadır,” (Tegabün; 15)

“And olsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Eğer sabreder ve takva gösterirseniz (şer’i hükümlere bağlanırsanız) muhakkak ki bu işlerin en değerlisidir.”(Ali İmran;186)

Şu halde Müslüman işaret edilen fitnelere düşerek İslam davasını yüklenmekten geri durmaktan sakınmalıdır. Zira İslam davasını yüklenmek Allah katında işlerin en değerlisidir.

İslam davasını yüklenirken şu da iyi bilinmeli ve hatırdan çıkarılmamalıdır ki bir farzın yerine getirilmesi o farz ile ilgili tüm detay işleri de kapsar. O farzın yerine getirilmesi ile ilgili her detay iş o farzın önemi kadar önemlidir, O işi ihmal etmek kişiyi günahkar kılar. Bu da “Bir farzı yerine getirmek için gerekli işler de farzdır” şer’i kaidesi kapsamındadır.

Mesela, Allah yolunda cihad farzını yerine getirmek için cepheye çıkan bir Müslüman için o savaş esnasında yapılması gereken her işi yapması farz olur. O işlerden birisini ihmal ederse veya düşmana ateş etmez ise günahkar olur, Genel olarak cihada çıkmış olması, cihadla ilgili detay işleri yapmamaktan doğan günahı ondan kaldırmaz. Çünkü o detay işler aslında cihad farzı kapsamında birer farzdırlar.

Aynı şekilde İslam davasını genel olarak yüklenen kimse, bu davanın yüklenilmesi ile ilgili detay işlerin hepsinin de aynı derecede önemli ve İslam davasını yüklenmek farziyetinin kapsamında işler yani farzlar olduğunu bilmelidir.

Şu da bilinmeli ki Allah’u Teala bir farzın kapsamındaki her detay işe önem vermiş ve yerine getirilmesi durumunda katından sevap vaad etmiştir. İşte buna delalet eden bir ayeti kerime;

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun (şer’i hükümlere sarılın) ve sadıklarla beraber olun. Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevi Araplara Allah’ın Resulü’nden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz. Şöyle ki; Allah yolunda onlara bir susuzluk, bir yorgunluk ve bir açlığın erişmesi, kafirleri öfkelendirecek bir yere ayak basmaları ve düşmana karşı başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir amel yazılması içindir. Çünkü Allah, ihsanla iş (güzel, kamil iş) yapanların mükafatını zayi etmez. Allah’ın onları yapmakta olduklarının en güzeli ile mükafatlandırması için küçük, büyük yaptıkları her masraf ve geçtikleri her vadi mutlaka onların lehine yazılır.” (Tevbe; 119-121)

Görüldüğü gibi Allah’u Teala cihad ile ilgili detay işlere değinerek her birisine bir kıymet veriyor ve sevap vaad ediyor. Bu diğer farzlarda da öyledir. O halde Müslümanlar olarak İslam davasını yüklenirken onunla ilgili detay işleri önemseyerek kendimizi o sevaplardan mahrum etmeyelim. Ayrıca bilelim ki sadece sevaptan mahrum kalmayız aynı zamanda bir farzı yerine getirmemekten dolayı günaha da gireriz Allah korusun.

Hülasatan deriz ki, amellerimize Rabbımızın belirlemiş olduğu kıymetler ve kıymet derecelendirmesine göre bir çeki düzen verelim ki Onun rızasına nail olalım. Bu çerçevede aziz İslam davasını, Rabbımızın ona yüklediği kıymet derecesini göz önünde bulundurarak içtenlikle yüklenelim ve onunla ilgili büyük küçük her işi ihsan ile yaparak ve bu yolda sabır ve sebat ile yürüyerek Rabbımızın bize vaad ettiği af ve mağfiretine, dünya ve ahirette yardımına müstahak olalım. Rabbımızın şu kavlı celiline de kulak verelim.

“Salih amel işleyerek (insanları) Allah’a (Allah’a kulluğu) davet eden ve ben Müslümanlardanım diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır.” (Fussilet; 33)

”İhsan ile iş yapın (bir işi tam noksansız, güzel dürüstçe yapın). Allah ihsan ile iş yapanları sever.” (Bakara-95)

“De ki; Çalışın, amellerinizi Allah da Resulü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (Tevbe; 105)

Sayı 95...1417-RAMAZAN...1997-OCAK...Yıl-08

Sayfayı Birine Gönder