İSLÂM'A DAVET

 Ahmet Mahmut

KÜFÜR YÖNETİME KATILMAK

 

Din kamil oldu ve İslam nimeti tamamlandı. Artık Allah’ın sözleri değişmez. Allah’u Teala şöyle buyurdu:

“Senin Rabbinin sözleri doğru ve güvenilir şekilde tamamlandı. Artık Allah’ın sözlerinde bir değiştirme olmaz. (Allah) işiten ve her şeyi bilendir.” (En’am: 115)

Allah’ın kullarına verdiği en büyük nimet, kendileri için dinlerini kamil kılması ve İslam’ı tamamlamasıdır. Ayrıca kendileri için Kuran’ı korudu ve onu her değiştirme ve onunla oynamaktan korumasıdır. Şöyle buyurmuştur:

“Biz bu Kuran’ı indirdik ve biz koruyacağız.” (Hicr: 9)

Gerçekten de Allah, Kuran’ı korudu ki Kıyamet gününe kadar insanlar için delil olsun veya onların aleyhine delil olsun.

Rasulullah (SAV), hayrın kulağıdır. Gökten yere gelen risaleti telakki etmiştir. Bu nedenle Müslümanların, peygamberlik mirasıyla en hayırlı şekilde kaim olmaları gerekir. Kuran’a tam şekilde bağımlı olacaklar, emrettikleri gibi Sünneti, dişleriyle tutup koruyacaklar ve Rasulullah (SAV) ve sahabelerin (r.a) üzerine bulundukları hali tekrar canlandıracaklar. Bununla ilgili deliller birbirlerini izlemektedir.

Müslümanlar daveti yüklenirken, diğer ümmetlerle temas edince; akla ve fıtrata uygun olan hanif dinlerini diğerlerine gösterince, diğer ümmetler kendilerini savunma açısından olsa da kendilerindekini Müslümanlara arz ediyorlardı. Netice olarak, bazı Müslümanlar hissetmeden diğerlerinden bazen etkileniyorlardı. Ancak bir müddet geçer geçmez, Müslüman alimler bu durumda uyanırlar ve dinden olmayıp da dine karışan şeyleri araştırıp atmaya başlarlar. Tahrif ve tağyiri önlerler, sahte konuları çürütürler ve böylece din tekrar parlaklığına döner. Nitekim Allah, alimleri hakkı öğrenmek için birer bayrak haline getirmiştir. Binaenaleyh, Müslümanlar hayr ve şer arasında gidip geliyorlardı. Ta ki bugün yaşadığımız şerre gelinceye kadar, durumlar sürüp değişmiştir. Öyleyse kurtuluş nasıl olur?

Bugünkü halimiz, işin evvelinin salih olmasının sebeplerine dönmemizi gerektirir ki İslam’ın ilk seyrine döndürelim.

İslam’dan her şaibe ve kendisinden olmayanı arındırmak, her tahrifatı üzerinden uzaklaştırmak ve her sahte fikri onda temizlemek için Batının bize kazandırdığı bozuk zihniyetten kurtulmalıyız. Bu zihniyet yüzünden davanın işlerini menfaat, heva ve hevese göre kıyas etmeye gidiyoruz. Menfaata, heva ve hevese uygun olanı alırız ve ters geleni terk ederiz. Ondan sonra görüşlerimize göre şeriatın nasslarını tevil etmeye başlarız. Kafamıza göre salih gördüğümüz görüşlere şeri deliller arayıp uydurmaya çalışırız. Halbuki doğru İslami zihniyet, emrin yalnız Allah’a ait olduğunu kabul etme esasına dayanır. Öyleyse Allah’ın hükmünü anlamaya çalışırken eğilimlerimiz, zevklerimiz ve arzularımızı buna katamayız, heva ve heveslerimizi hakem kılamayız, düşmanlardan korku, insanların bizden uzaklaşmasına dair endişe, yöneticilerinin dine rağbet göstermemeleri, şartlar ve durumlar bizim anlayışımızı katiyyen etkileyemez. Yine menfaat ve maslahatı kesinlikle ölçü kılamayız. Bütün bunlar dava yükünü hafifletmek ve Müslümanlara kolaylık getirmek, davayı yüklenenler için birer bahane olamaz. Şöyle ki: Allah’u Teala, her şeyi bilen ve duyandır. İnsanların üzerinde yarattığı fıtratını kendisi bilmektedir. Buna göre neye muhtaç oldukları, neyi yapabileceklerini, yaşadıkları vakıalarını ve durumlarını, düşmanlarının kim olduklarını ve onlarla nasıl muamele yapacaklarını ve diğer hususlarını en iyi bilen yalnız Allah’tır.

Daha önce gösterdiğimiz, içtihadın tek sahih yolu ise önce tedavi edilecek olayı derin şekilde kavramak ve ondan sonra buna delalet eden şeri nasslar ve delaletleri incelemek gerekir. Bu şekilde bu sorun hakkında Allah’ın hükmü öğrenilir. Bu şekilde hareket etmezsek sanki şöyle deriz; “Bizim yaşadığımız vakıa ve olay, durumlar ve şartlar, çektiğimiz meşakkat ve zorluklar ve bunlarla ilgili gördüğümüz maslahat, Allah’ın hükmüdür.” Böylece Allah ve Resulünün önüne geçmiş oluruz. Oysa Allah’u Teala şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin, Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah bilen ve işitendir.” (Hucurat: 1)

“Allah ve Resulü bir hüküm verirse, erkek olsun kadın olsun mümin için başka seçenek yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, apaçık sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab: 36)

Şüphesiz ki bu iki zihniyet arasındaki fark, Müslümanların içinde yaşadıkları vaziyetleri ve tedavi edecek müşküllerle ilgili hükümlerin anlayışları birbirinden uzaklaşmıştır.

Üstelik Batı fikirlerinden etkilenen zihniyet, bazı kesin delilleri iptala uğratmıştır. Şartlar, durumlar, maslahat ve zararı önlemek bahanesiyle başka yasalara müracaat edip İslam hükümlerine bu yasaları tercih etmiştir. Misal olarak; Riba’nın (faizin) hükmü kesin olarak haramdır. Bununla ilgili ayetler ve sözleri tevile hiç kabil değil ve illetten uzaktır. Buna rağmen ondan söz ettiğimiz zihniyet, faizi helal kılmıştır. Onun bahanesi ise; durumlar, şartlar, menfaatı celp etmek ve mefsedeti (zararı) def etmektir.

Dahası da vardır. Bu zihniyete dayalı cemaatlar kurulmuştur. Şeriata dayalı olmayan hükümler ve yargılarla ortaya çıkmıştır. Hatta kesin şekilde şeriata aykırı gelmişlerdir. Demokrasi, İslam’a tam aykırı olmasına rağmen bunun İslam olduğu söylenmiştir. Cahiliyye sistem ve hükümlerine katılmanın tam şekilde Kuran’la ve Sünnetle çeliştiğine rağmen caiz olduğunu ve Allah’ın indirdikleriyle hüküm etme konusuna ulaşmak için faaliyet gösteren İslami hareket önünde tek yol olduğunu iddia etmişler.

İslam’ı uygulamak için tedricilik düşüncesinin bozukluğu ve buna çağırmanın caiz olmadığı gösterilince, bununla ilgili küfür iktidarlarına katılma gibi düşüncelerin bozukluğu gösterilmiştir. Fakat bu konuda, bu düşünce üzerine az da olsa durmak zorundayız. Çünkü bazı şüpheleri çürütmek istiyoruz. Yine bu çürütmeden sonra iddia edenler için bir bahane ve mazeret kalmasın diye gösteriyoruz.

Şunu da biliyoruz ki bu cemaatların zihniyetleri tedavi edilmezse ve ıslah edilmezse, onlara ne kadar nasihat verilirse verilsin fayda vermez. Çünkü küfür rejimine katılmanın düşüncesinin bozukluğunu ikna etsek bile, onlar bu zihniyete sahip oldukları müddetçe değişmezler. Hemen bu zihniyet yoluyla onun yerine bir başkasını ararlar. Şeriatın kabul etmediği bu zihniyetten sakınmak gerekir. Çünkü bu zihniyet, bu tür sapık düşünceleri bitiren bir toprak mesabesindedir.

Şimdi iktidara katılmanın manasına ve bunu savunanların gerekçeleri ve bahaneleri nedir?

Bunun manası ise, İslam’a dayalı olmayan ve mevcut olan yönetimlere Müslümanların katılması ve İslami olmayan hükümlerle hüküm etmeleridir. Bu ise, demokratik oyunla ve parlamento yoluyla tamamlanır. Bu ise; onların bakışlarına göre tedricilik ve aşama aşama geçmektir.

Kendilerine göre bunun gerekçeleri ise akli ve şeridir. Akli gerekçeleri ise aşağıdaki şekilde özetlenir:

- “İslam’ın yönetime geçmesi için tarihi çizgi ise şu anda imkansız görünmektedir. Yani eskiden olduğu gibi İslam’ın iktidara geçmesinin yolu mümkün değildir. Çünkü İslam dünyası ülkelerinin tümü, kuvvetli ve merkezi otorite ile yönetilir ve korkunç maddi ve manevi güçlere sahip olan çeşitli devletlerarası güçler tarafından desteklenir. Nitekim bu güçler, İslam için faaliyet yapanların hareketlerini gözetlemektedir. Onları sıkıştırıp muhasara altına almaya çalışmaktadırlar ve onların başarısını engellemek için gayret sarf etmektedirler. Bunun için şimdiki zaman, eski zamana kıyas edilemez.”

- “Eskiden İslam daveti, bütün Müslümanları toplayan bir örgüt idi. O İslam cemaatı idi. Fakat şimdiki cemaat, Müslümanlardan bir cemaat halindedir. Bu ise, çağdaş cemaatı sıkıntılı bir duruma sokar. Çünkü Müslümanlardan geniş bir taban, kendi liderliğine boyun eğmemektir. Cahili sistemler bu durumlardan çok fayda sağlamaktadır. Bu nedenle çağdaş İslami hareket iktidara ulaşmak istiyorsa, çağdaş partilerin izledikleri partici yoluna kendisini sokmuş olur.

Çağdaş partilerin minhacı ise, kendilerini yönetime ulaştıracak üsluplar üzerine kuruludur. Bu üsluplar ise, ya demokratik yoldur ya da askeri darbe yoludur veyahut da silahlı halkçı devrim yoludur.

Nitekim kapılar çağdaş İslami hareket önünde öyle kapandı ki, askeri darbe yapabilmek için ordu içinde çalışıp askeri gücün eldi edilmesi mümkün değildir. Ayrıca kurulu olan istibdadi rejimlerin gölgesinde halkçı bir devrimin yapılması da mümkün değildir. Buna göre çağdaş İslami hareket önünde yalnız partici siyasi çalışma kalmıştır. Bu ise, İslami olmayan iktidara katılmaya götürür.”

Şunu da eklerler: “İslami hareketin büyük hedefi gerçekleştirmek için bu hedefle çelişen kısmi hususlara protesto etmek doğru olmaz. Çünkü kısmi hususlar külli tarafa muhalefet ederse külli taraf tercih edilir. Nitekim İslam şeriatının elastikiyeti ve gerçekçiliği bu cüzi hususlar nedeniyle büyük hedefleri gerçekleştirmeyi engellemez. Ayrıca Müslümanları sıkıntıya sokmaz ve iktidara ulaşmak için tek bir şekilde sınırlı kılmaz. Nitekim tek şekil olan bazı şartlar ve durumlar imkansızdır. Bunun yanı sıra birinci şekil imkansız ise ikinci şekle geçilir. İkincisi de imkansız olursa üçüncü şekle geçilir. Bu da imkansız olursa dördüncü şekle geçilir. Daha doğrusu bazı durumlarda ve bir aşamada bu dört yolda paralel çizgilerle yürünülebilinir ki bunlardan biri diğerlerine ağır gelesiye kadar.”

 

Gösterdikleri akli gerekçeleri tartışmak ve çürütmek :

Onların değişmez konusuyla ilgili şeri ahkamı terk etmeyi caiz gören akli gerekçeleri sergilemelerine bakan kimse, bazı usuli ve şeri sözcükleri kullanmalarına rağmen onların kültürlerinin İslami olmadığını görür. Ayrıca düşünmeyle ilgili mazbut İslam metoduna sahip değiller. Nitekim bu metod, vakıa ve sorunlara bakarken, yalnız şeri delillerden şeri hükmü çıkartmayı gerektirir. Onun dışına çıkmayı yasaklar. Üstelik onlar faaliyet yaparlarken metod ile üslup arasında farkı bilmezler. Belki şeriat üzerindeki düşüncelerinden doğan elastiki olmasıyla ilgili düşünce, onları şeri hükümlere fazla dikkat ve önem vermemeye sevk etti ve çağa uyma bahanesiyle şeri olmayan hükümleri takip etmelerine götürür.

Rasulullah (SAV)’in metodunun ve şeri hükümlerin terkinin caiz olduğunu “çünkü durumlar ve şartlar değişti” söyleyenlerin sözü hiçte doğru değildir. Bunların; değiştirilecek olan vakıa ve durumu derin incelemedikleri görülmektedir.

Şu var ki; vakıa ve olayın değişen şekilleri değil temel vasıflarına itibar verilir. Toplum ve insanlar, fikirler, duygular ve nizamlardan oluşmuş olan temel unsurlar değişmez. Ancak kabile veya basit devlet veya kompleks devlet, demokratik ve diktatörlük gibi değişik şekiller düşünülürse, temel vasıfları ve unsurları değişmez. Değişen şekiller, temel unsurları değiştirmez. Misal olarak; değiştirilmesi istenen toplumdaki hatalı fikirlere, yanıltıcı mefhumlara, bozuk adet ve geleneklere dokunmak, Rasulullah (SAV)’in yaptığı şeri hükümdür. Bu eylem sabittir. Ve bu, metoddur. Fakat değişen husus, toplumun fikirlerinin çeşididir. Bu fikir düşük olan vatancı fikir olabilir, dar olan milliyetçi fikir olabilir, ideolojik olan komünist veya kapitalist fikir olabilir. Ancak ideolojik fikir, diğerlerinkinden daha kuvvetli olduğundan dolayı yıkılması için daha büyük çaba sarf etmek gerekir. Fikrin değişikliği, çalışmayı zorlaştırabilir veya kolaylaştırabilir. Fakat metodu değiştirmez. Yine Rasulullah (SAV) zamanında yönetimin şekli, kabilevi olsun veya bu zamanlardaki basit veya kompleks olsun, onu değiştirmek için incelenecek metod değişmez. Ancak faaliyeti kolaylaştırabilir veya zorlaştırabilir. Değiştirilmesi istenen rejim, kendi varlığını korumak ve yerleştirmek için orduya dayanabilir veya silahlı kabilelere dayanabilir. Şüphesiz bir güce dayanacaktır. Rasulullah (SAV), İslam Devleti’ni kurmak için bir güçten nusreti (yardımı) talep etmek üzerine faaliyeti yoğunlaştırmıştır. Yine toplumu değiştirmek için çalışması, toplumun temel unsurlarını değiştirmek üzere pekiştirmiştir. Önce imanları güçlü elemanları yetiştirmiştir. Bunlar; dava vecibeleri ve devleti kurma işlerini üstlenmek için tam şekilde hazırlanmıştır. Bunlar muhacirler idi. Davayı ve taşıyıcıları kucaklayacak ve kendilerinde devletin kuruluşunu kabul edecek halkçı tabanı tesis etmiştir. Bu taban, Ensarlardan oluşuyordu. Nusreti talep etmek, yönetimi ele geçirme metodu idi. Rasulullah (SAV) engellerin çoğuna ve çektiği eziyetlerin şiddetli olmasına rağmen nusreti talep etme işi üzerine ısrarlı kalmıştır. Mekke’deki Rasulullah (SAV)’in amelini inceleyen kimse, onun değiştirme metodu temel taşlarını ele aldığını, metodunun zaman ve mekana göre değişmediğini, memleketten memlekete farklı olmadığını görür. Zira toplum ve memleketlerin temel vasıfları değişmez, ancak şekilleri değişir. Toplumun özü hiç bir yerde ayrı olmaz. Fakat çalışma, değişik toplumlarda kolay olabildiği gibi zor da olabilir.

Şeriatın elastik olması iddiası, Müslümanların zihinlerine girmemesi gerekir. O zaman değiştirme konusuna heva ve hevesleriyle yaklaşırlar. Nitekim Allah’u Teala, şeriatı kamil ve tam kılmıştır ki hayatın problemlerinin tümünün eskisi ve yenisini kapsar ve tedavi eder. Ancak hüküm yalnız Allah’ındır açısından hareket ederek mazbut ve sahih usuller çerçevesinde bu tedavi gerçekleşir.

Yine “şeriatın genişliği” sözcüğü, nasları değiştirmeye götürmesin veya kendisinden olmayan sağdırılmaya çalışılmasın. Nitekim bazı Müslümanlar, bu bahaneyle şeriatın ceza kanunlarını düşürmüşler. Ve şöyle demişler: “Madem ki cezalardan şeriatın maksadı caydırmak, öyleyse her türlü caydırıcı ceza şeriata uygun sayılabilir. Şeriat ceza kanunları artık çağın ruhuna uymaz. İnsanların nefisleri bu kanunlardan nefret eder ve akılları bunları red eder hale geldiği için, maksadı gerçekleştirecek olan diğerlerinkine geçilebilinir. Şeriat elastiki ve gelişen olmasaydı, buna geçmek mümkün olmayacaktır.”

Yine şöyle dediler: “Allah uğrunda cihad, davayı yaymak içindir. Buna göre cihad yolu dışında bir yolla davayı yaymak mümkün olursa o yol takip edilir. Radyo, televizyon ve diğer enformasyon araçlarıyla davayı yaymak mümkün olursa, bu gibi araçlar cihad yerine geçirilir. Bu da, şeriat, elastiki ve gelişen olmasaydı bunu söyleyemezdik.”

Yine İslam yönetimine ulaşmanın metodu ile ilgili olarak da şöyle dediler: “Bu yönetime ulaştıracağını gördüğümüz her metodu izleyebiliriz. Tek bir metodla kayıtlı olunup onu geçmemek, Allah’ın, içinde sıkıntı kılmadığı ve içinde elastikiyat, gelişme ve toleranslılık kıldığı İslam’ın tabiatına aykırı gelen bir donma, kireçlenmedir ve taşlanmadır.”

İşte bu manada şeriatın elastiki olduğunu söylemek haramdır. Çünkü şeriatın ahkamını iptala uğratır. Ayrıca bu sözler İslam’ın tabiatına ve mahiyetine aykırıdır. Üstelik Batı fikirlerine bir uyma ve peşlerine düşme ve onlardan etkilenmektir.

“Cüzi olan külli olana muhalif gelirse, külli tercih edilir” bu söz, açıklanmaya muhtaçtır. Çünkü usulcuların kullandıkları sözcüklere benzer sözcükleri kullanmak, usulcuların kast ettikleri manaları taşımaz. Çünkü usulcuların kullandıkları sözcüklerine benzer sözcükleri kullananlar; mefhumları ve ölçüleri sulandırıyor ve bozuyorlar. Çünkü bunlar, şeriatın bir hususta müsahama veya kolaylık gösterdiğini gördükleri zaman bu müsamahayı ve kolaylığı her konuya kapsamlı kılarlar.

Bu konuyla ilgili şu sözü söylemek kaldı: Bu akli gerekçelerin şeri hükmü beyan etmek için herhangi bir tesiri bulunması hiç caiz değildir. Usulcuların gösterdikleri gibi vakıa ve olaylar hüküm değil, üzerine hüküm uygulamak için anlaşılması gerekli olan konudur. Vakıa veya olay uzaklaştırılmaz tedavi edilecek husustur. Buna “hükmün menatı” denilir. Onun için vakıa, olduğu gibi anlaşılır, ondan sonra da onunla ilgili şeri deliller araştırılır ve bundan sonra bu olay için şeri delillerden çıkartılan şeri hüküm, bu olay üzerine indirilir.

Onlarda bulunan şeri gerekçeler ise; asıl olan Allah’ın şeriatıyla hükmetmeyip başka kanunlarla yöneten hükümete katılmak caiz değildir. Bu, şu sebeplerden dolayıdır:

- Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin kafir, zalim ve fasık olduklarını niteleyen genel delillerin geçmesinden dolayıdır. Allah’u Teala şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.” (Maide: 44)

“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.” (Maide: 45)

“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir.” (Maide: 47)

- Hakimiyet yalnız Allah’ındır. Allah’u Teala şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki hüküm yalnız Allah’ındır ki yalnız Kendisine kulluk etmenizi emir vermiştir.” (Yusuf: 40)

-Allah’u Teala, müminlerin Allah’ın şeriatı dışındaki kanunlara muhakeme olunmalarını nehyetmiştir. Bunu yapmanın imana aykırı geldiğini göstermiştir. Şöyle buyurmuştur:

“Hayır, Rabbına and olsun ki, aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem kılmazlarsa ve verdiği hükme karşı kalplerinde sıkıntı bulundurmadan teslim olmazlarsa, mümin olmazlar.” (Nisa: 65)

- Münafıkların Allah’ın indirdikleri dışındaki hükümlere muhakeme olunmalarına çatmıştır.

- Allah’ın hükmünü terk edip diğer hükümlere gitmenin caiz olmadığı ve kim bunu yaparsa cahiliyye hükmünü Allah’ın hükmüne tercih etmiş sayılır. Allah’u Teala şöyle buyurmuştur:

“Cahiliyye hükmünü mü istiyorlar? Kesin şekilde inanan insanlar için Allah’ın hükmünden daha güzel hüküm mü var?” (Nisa: 50)

İşte asıl olan hüküm budur. Fakat (kendi kafalarına göre) bu asıldan istisna yaparak hükümete katılmak şu delillerden dolayı caizdir:

1 Yusuf (as.)’in hükümete katılmasıdır. (Bununla ilgili olan onların iddiasına daha önce Hilafette aynı yazara ait bir çürütme yayınlanmıştı. Bakınız, Hilafet 82-83 ve 84.)

2 Necaşi’nin tutumudur. (Bununla ilgili olan onların iddiasına da daha önce Hilafette aynı yazara ait bir çürütme yayınlamıştık. Bakınız, Hilafet 86-87)

3 Maslahattır. (Gelecek sayıda da aynı yazara ait bu konuyla ilgili onların iddialarına ait bir çürütme yayınlayacağız inşaallah..)

 

 Sayı 95...1417-RAMAZAN...1997-OCAK...Yıl-08

Sayfayı Birine Gönder