Bugün dünya üzerinde bulunan bütün toplumların
istinasız olarak yaşadıkları ortak problem, toplumun
ifsadıdır.
İfsad, Arapça bir kelime olup, Türkçe’deki
karşılığı bozukluk ve fenalık, karışıklık, haddi tecavüz
edip zulmetmek manalarına gelir.
Günümüz toplumlarının dışa yansıyan görüntüleri
de gerçekten bu tarifle ne kadar çarpıcı bir uyum
sergilemektedir.
İnsanların heva ve heveslerinden
kaynaklanan ve tamamen maddi temeller üzerine bina edilmiş
beşeri ideolojilerin, maddi ve fikri taarruzları altında
şekillenen ve aralarında ruhi, ahlaki ve insani harcın
(birleştiricinin) bulunmadığı bir toplum fertleri de şüphesiz
ki merhametsiz, sevgisiz, menfaatlerini her şeyin üzerinde
tutan zalim birer insan olarak karşımıza çıkar. Burada
karşımıza çıkan sonuç hiç de şaşırtıcı bir sonuç değildir.
Tam aksine bu yolu takip eden bütün toplumların varması kaçınılmaz
doğal bir sonuçtur (Sünnetullah’tır).
Bu sonuç beraberinde güçlünün
güçsüzü ezdiği, mal ve makam sahibi olanların olağanüstü
imtiyazlara sahip olduğu, bunlara sahip olmayanların itilip
kakıldığı, insanların din, can, mal, nesil, akıl ve namus
emniyetine sahip olmadığı ve olamayacağı karışmış,
kokuşmuş bir zulüm ortamını beraberinde getirir.
Artık bu toplumda yaşayan fertlerden
faziletli ve erdemli davranışlar beklenmez. Birisi, bir yoksul
insana yardımda bulunsa şöyle derler: “O insanın bir çok
akrabası veya çocukları varken ve onlar yardım etmiyor iken
sen neden yardım ediyorsun.” Böylesi toplumlarda sıkça
duyacağınız sözler şunlardır: “Bana ne”, “Adam sen
de”, “Neme lazım”, “Babana bile güvenme”, “Sen
kendini kurtarmaya bak”, “Gemisini kurtaran kaptan”, “Kimsenin
gözünün yaşına bakma”, “Düşenin dostu olmaz”, “Sevgi
karın doyurmuyor”... Bu sözleri daha çokça sıralayabiliriz.
İşte bu sözler, toplumun aldıkları eğitimle birlikte
şekillenen değer yargılarını ve mefhumların daha yakından
anlama ve tanıma fırsatını verir.
Fakat hiç bir zaman hatırdan uzak
tutulmamalıdır ki, insanların büyük bir çoğunluğu
ifsaddan değil ıslahtan yanadır. Hatta bu ideolojilerin
ideologları dahi insanları ve toplumları ifsad etmek için değil
ıslah etmek için yola çıkmışlardır. Fakat J.J. Ruso’nun
da dediği gibi; insanlar hep hayrı işlemelerine rağmen
genellikle kendileri için neyin hayırlı olduğunu da
bilemezler.
Rabbımız olan Allah (c.c) bunu Kuranı
Kerimde veciz olarak ifade ediyor:
“Kendilerine yeryüzünde bozgunculuk
(ifsad) yapmayın denildiğinde; Biz ancak islah edicileriz,
derler. Dikkat et, onlar gerçekten fesatçıların ta
kendileridir, fakat bunu anlamazlar.” (Bakara: 11-12)
İşte ayette Rabbımız, onların ıslah
etmek için kolları sıvadıklarını fakat anlamadan,
farkında olmadan toplumu ifsad ettiklerini açık bir dille
beyan ediyor.
“Öyle ise ifsad olmuş bir toplumu ıslah
etmek ve onları kurtuluş yoluna sevk etmek nasıl gerçekleşir?”
Sorusuna ise vereceğimiz cevap şudur: Değil mi ki bugün varılan
noktanın müsebbibi, “Biz sizin için her şeyin iyisini
biliriz” diyen aciz, sınırlı ve eksik bir takım
insanların ileri sürdükleri fikirler ve icra ettikleri
nizamlardır. O halde çözümün beşer aklından gelmeyeceği
de gün gibi aşikardır.
İşte bundan sonra üzerimize düşen görev;
yerleri ve gökleri ve bütün mahlukatı yaratan Allah’a
(c.c) kulak vermektir. Allah’u Teala buyuruyor ki:
“Rabbınızdan size indirilene uyun. Ondan
başka dostlar edinerek onlara uymayın. Ne kadar da az düşünüyorsunuz.”
(A’raf: 3)
Kurtuluşun yolu Allah (c.c)’ın
indirdiklerine uymak olunca akla gelen soru şudur: “Bu fikir
ve nizamları pratiğe etmenin yolu, yöntemi nedir?”
Bu sorunun da cevabını müminler için bir
hidayet ve nur olan Kuran’dan ve onun uygulanış keyfiyetini,
ayrıca onun nasıl anlaşılması gerektiğini ümmetine fiilen
tatbik ederek gösteren Rasulullah (SAV)’in Sünnetinden
alabiliriz.
Rabbımız, toplumu değiştirmenin yolunu
bizlere Kuranı Kerimde ana hatları ile bildirdi. Ayette şöyle
geçmektedir:
“Bir toplum, bünyesinde olanı
değiştirmedikçe, Allah onların içinde bulundukları durumu
değiştirici değildir.” (Ra’d: 11)
İşte toplumsal değişimle ilgili bu ayetin
Peygamber (SAV) tarafından nasıl pratiğe edildiğini gelin
hep birlikte görelim:
Rasulullah (SAV)’e 13 yıllık Mekke dönemi
boyunca inen ayetlerin büyük kısmı akide ile ilgili
ayetlerdi. Demek ki her toplumun değişebilmesi için
öncelikle onların akideleri yani; insan, hayat, kainat ve
bunların dünya hayatının öncesi, dünya hayatı ve dünya
hayatının sonrası ile ilgili fikirlerinin köklü bir değişikliğe
tabi tutulması vazgeçilmez bir zorunluluktu. Çünkü insanların
düşünce ve amellerini yönlendiren en önemli unsur onların
sahip oldukları mefhumlardır. Ve muhakkak ki insanlar
mefhumlarını (değer yargılarını) belirlerken temel
referansları, sahibi oldukları akideleridir. O halde ifsad
olmuş bir toplumu, ıslah edilmiş bir topluma tebdil etmek için,
meseleye öncelikle onların akidelerinden başlamak gerekir.
İslam akidesi insan fıtratına uygun, akla
kanaat ve kalbe güven veren, onu mutmain eden yegane akidedir.
Bu akide zaten insanda var olan bir takım hasretleri tahrik
etmek suretiyle harekete geçirir. Ondaki fedakarlık ve
merhamet duygularını açığa çıkararak Müslüman kardeşini
kendine tercih eden insanlar ortaya çıkarır.
Mükafatı Allah (c.c)’ın rızası olmak
üzere insanları sürekli fedakarlığa teşvik eden bu akide
menfaat bağının toplumdaki hükümranlığına son
verebilecek tek adidedir.
Ne zaman ki toplum İslam akidesini benimser
ve ne zaman ki toplumu oluşturan insanlar arasında amellerin
ölçüsü menfaat değil de Allah’u Tealâ'nın helal ve
haramları olur, o zaman bu toplum Allah tarafından
değiştirilmeye hak kazanmış bir toplum olur.
Elbette burada akla gelen sorular
şunlardır:
1 “Bu değişim sürecini kim başlatacak?”
2 “Referanslarımız Kuran ve Sünnet
olduğuna göre, gerek bu sürecin metodunu gerekse
merhalelerini ve hedefini kim tespit edecek?”
3 Değişimi başlatacak kişi ve
kişilerde ne gibi özellikler bulunması gerekir?”
Bu ve benzeri soruların cevabı, başlı
başına bir konu olmakla birlikte kısaca bu değişim sürecini
başlatacak olan siyasi bir hizip veya gruptur.
Bu hizip, Rabbımızın;
“Sizden İslam’a çağıran, iyiliği
emreden, kötülüğü yasaklayan bir ümmet bulunsun. İşte
kurtuluşa erenler onlardır.” (Ali İmran: 104)
ilahi emrine uyarak teşkil edilmiş ve İslam ümmetini bir
çatı altında ve bir halife etrafında bir ve beraber olmaya
çağıran bir hizip olmalıdır. Bu hizip, toplumda köklü bir
değişiklik meydana getirebilecek yegane unsurdur.
Yine bu hizbin, Allah’ın yardımı ile
kuracağı Hilafet Devleti, bütün insanlığın derdine deva
olabileceği yeryüzünde fitne ve fesadın hakimiyetine son
verebilecek yegane umut kaynağıdır.
|