DOĞRU BİR İSLAMİ KİTLEDE BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER 1

Ahmed b. Emrullahoğulları

 

Doğru bir İslami kitlede bulunması gereken özelliklere geçmeden önce asrımızdaki kalkınma hareketlerinin, İslami cemaatların neden yanıldıklarını belli başlı birkaç noktada özetlemekte fayda vardır. Bunlar:

A Sınırlandırılmamış genel bir düşünceye dayanıyorlardı. Hatta bu düşünceler berraklık ve safiyetten uzak, kapalı düşüncelerdi. İnsanlara neleri anlatacaklarını, nelere çağıracaklarını açık ve net bir şekilde bilmiyorlardı.

B Düşüncelerini uygulama metodundan yoksun idiler. Sahip oldukları düşünceleri uygulayabilmek için, sahip oldukları akidelerinden kaynaklanan metodu uygulamaktan ziyade içerisinde yaşadıkları toplumun, hayat şartlarının ortaya koyduğu çözümleri, metodları uyguladılar.

C Sahih bir irade ve uyanıklığın yerleşmediği kişilere dayanıyordu bu hareket. Bu kişilerde ise sahih bir fikirden kaynaklanan fikirler değil sadece istek ve heyecan hakimdi. Diğer bir ifade ile başlangıçta hareketin başlatıcısı konumundaki insanlar insanlara neyi ve nasıl götüreceklerini, daha doğrusu İslami tam anlamıyla bilmediklerinden dolayı heyecanla, duygularıyla hareket ediyorlardı. Çevrelerinde gördükleri birçok olay onları etkiliyor ve ardından da başkalarının yapmakta oldukları işleri bunlar da yapmaya kalkışıyorlardı.

D Bu hareketlerin yükünü üzerine alan şahıslar arasında doğru bir bağ bulunmamaktaydı. Onları bir araya getiren şey sadece sözde işler ve çeşitli isimler altında oluşan teşkilatlanmalardı.

Bu kısa girişten sonra sahih bir kitleleşmede bulunması gereken özellikleri sıralayabiliriz.

1 Başlangıçta ideolojiyi tam anlamıyla kavramış, duyguları fazla gelişmiş bir kişinin varlığı. Sahih bir kitleleşmenin olabilmesi için başlangıçta bu kitleyi oluşturup inandığı fikirleri topluma götürecek ve bu fikirlerle toplumu değiştirecek olan bir kişide ideolojinin çok açık ve net çizgileri ile ortaya konulmuş olması gerekir. Genelde bütün kitleleşmeler başlangıçta bir kişinin ortaya attığı fikirler ile başlar. Diğer bir ifade ile duyguları ileri düzeyde gelişmiş, çevresinde gelişmekte olan olayları çok süratli bir şekilde kavrayan, toplumun içerisinde bulunduğu çöküntüyü hisseden, değişikliğin yapılması gerektiğine karar veren bir kimse sahip olduğu düşünceleri çevresindekilere açıklar. Böylece kitlenin ilk hücresini oluşturmaya çalışır. Kitleleşme hareketini başlatan kişide ideolojinin yani inandığı akidenin ve insanların problemlerini çözmeye yönelik olarak bu akideden çıkan çözümlerin tam bir açıklıkla bulunması gerekir. Eğer liderde bu özellikler bulunmazsa başlatılan kitleleşmenin başarısızlığa mahkum olması kaçınılmazdır. Bu konuda Rasulullah SAV’in hayatına baktığımız zaman Allah’ın Resulünün şahsında bu özelliklerin tamamının var olduğunu görürüz.

Rasulullah SAV Mekke’de peygamberlikle görevlendirilmesinin ardından Allah’u Tealâ'nın “Kalk ve uyar” (Müddessir2) emrine uyarak hemen insanları uyarmaya başladı. İçerisinde yaşadığı toplumu değiştirmek ve onları sahih bir toplum haline getirmek, diğer bir ifade ile kula kulluktan yalnızca Allah’a kul olma haline getirmek için görevlendirilen Muhammed SAV insanlara neleri ve nasıl anlatacağını, ne zaman ve nerede neleri yapması gerektiğin Allah’u Teala’dan gelen vahiy ile çok net bir şekilde biliyor ve kitleleşmesini de buna göre tanzim ediyordu. Allah’tan gelen vahye istinaden başlangıçta insanları İslam’a gizlice davet ediyor, Ebu Bekir, Zeyd b. Harise, Ali b. Ebu Talib, Osman b. Affan, Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah gibi insanların İslam’ı kabullenmeleri ile ilk çekirdek kadroyu oluşturuyor ve bu kadro ile Allah’u Tealâ'nın”Emrolunduğun şeyi onların kafalarını çatlatırcasına anlat” (Hicr94) ayeti ininceye kadar gizli olarak kitleleşmesini sürdürüyordu. Bu ayet indikten sonra kırk kişiye ulaşmış olan kitlesini iki saf halinde Erkam b. Ebi’l Erkam’ın evinden tekbir sesleriyle çıkartarak Kabe’ye kadar götürüyordu. Bu aşamadan sonra ise yukarıdaki ayet gereğince toplumda var olan her türlü bozuk fikirle mücadeleye giriyordu. Müşriklere liderleri hakkında inen ayetleri okuduğu gibi, kendilerinin ve tapmakta oldukları ilahlarının Cehennemin odunları olduğunu bildiren ayetleri, ekonomik yaşantıları ile ilgili olarak inen ayetleri ve sosyal hayatları ile ilgili olarak inen ayetleri de okuyordu. Müşriklerin liderlerinin Müslümanlara ve Allah’ın Resulü SAV’e karşı ne tür komplolar hazırladıklarını bildiren ayetleri de okuyarak onların tuzaklarından habersiz olmadıklarını ve hazırladıkları tuzaklara düşmeyeceklerini onlara anlatıyordu. Kendisine yapılan başkanlık, para ve kadın tekliflerini elinin tersi ile bir kenara iterek onlara asla yumuşaklık göstermiyordu. Peygamberliğin dokuzuncu yılından sonra kendisini hac için Mekke’ye gelen kabilelere arz ediyor, kendisine iman etmeleri ve devlet başkanlığını kabul etmeleri şartıyla kendisine yardım etmelerini onlardan istiyordu. Yine bu çerçevede Taif’e gidiyor ve aynı teklifi Taiflilere de yapıyordu. Taiflilerin kendisini çok çirkin bir şekilde karşılamaları ve dönüşte taşlattırmalarının ardından ellerini açarak en içten gelen duygularla Rabbine şöyle dua ediyordu:

“Ey Allah’ım kuvvetimin zayıflığını, takatımın azlığını ve insanlara karşı çaresizliğimi sana şikayet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Zayıf düşmüşlerin Rabbi sensin. Sensin benim Rabbim. Beni kime bırakıyorsun? Bana kötü muamele yapan hidayetten uzak kimselere mi? Yoksa işimi eline verdiğin bir düşmana mı? Eğer bana karşı senden bir gazap yoksa ben bunların hiçbirine aldırmam. Senin af ve merhametin bana bunları göstermeyecek kadar geniştir. Allah’ım! Senin gazabına uğramaktan, ilahi rızana uzak kalmaktan, o karanlıkları aydınlığa kavuşturan, dünya ve ahiret işlerini yoluna koyan senin ilahi nuruna sığınırım. Allah’ım sen hoşnut oluncaya kadar affını dilerim. Allah’ım her kuvvet ve her kudret ancak seninle kaimdir.”

Bu görüşmelerin birinde Medine’den gelen Evs ve Hazrec kabilesinden altı kişiye de aynı teklifi yapıyor ve onlar İslam’la şeref oluyorlardı. Ertesi sene gerçekleşen birinci Akabe biatı ve daha sonraki yıl gerçekleşen ikinci Akabe biatının sonucunda İslam Devletinin ilk temeli atılmış oluyor ve hicret dönemi başlıyordu. Hicret emrine istinaden sahabeler tek tek veya gruplar halinde Medine’ye hicret ederlerken bir an önce hicret etmek isteyen Ebu Bekir’in; "Hicret ne zaman ya Rasulullah?" sorusuna Allah’ın Resulü “Acele etme belki Allah sana bir arkadaş bulur” diyerek vahye göre hareket ediyordu. Kendisine de hicret izni geldikten sonra Ebu Bekir’le birlikte on iki günlük bir yolculuktan sonra Medine’ye varıyor ve hemen devlet başkanlığı vazifesini ifa ediyordu. Daha Medine’ye geldiği ilk günden itibaren Medine’de bir İslam Devletinin kurulduğunu çevredeki diğer kabilelere kabullendirmek ve İslam Devletine karşı bir harekete geçmelerini önlemek üzere Hamza b. Abdülmuttalib, Muhammed b. Ubeyde b. El Haris, ve Sa’d b. Ebi Vakkas gibi çeşitli şahısların komutasında seriyyeler gönderiyor bir taraftan da Medine’de bir arada yaşamakta olan üç farklı din mensuplarının yaşantılarını düzenlemek üzere birtakım hususları dikte ettiriyor ve öncelikle Medine’de İslam toplumunu oluşturmaya gayret ediyordu. Medine’deki bu İslam toplumu içerisinde ortaya çıkan bir takım problemlerin çözümü için vahyin gelmesini bekliyor ve gelen vahye göre onların problemlerini çözüyordu. Hudeybiye anlaşması esnasında sahabelerin tümünün itirazlarına ve anlaşma şartlarından duydukları hoşnutsuzluğa rağmen onlara;

“Ben Allah’ın kulu ve Resulüyüm, kesinlikle onun emrine muhalefet etmem.” diyerek vahyin dışında hiçbir iş yapmadığını vurguluyordu.

Örnekleri daha da artırmak mümkündür. Ancak bütün bu örneklerden ortaya çıkan çok net bir husus vardır. 1 Rasulullah SAV yaptığı bütün işleri vahyin ışığı altında yapıyordu. 2 Nerede, ne zaman ve ne yapması gerektiğini biliyordu. Mekke’de başlatmış olduğu bir çalışmadan Medine’de devleti kurmasına ve vefatına kadar geçen süre içerisinde Allah’ın Rasulü’nün hayatında kapalı, meçhul vb. hiçbir nokta yoktur.

Öyleyse günümüzdeki sahih bir İslami kitlenin de bu özellikleri bünyesinde taşıması gereklidir. Ancak bunun için öncelikle kitlenin başındaki liderin bu özelliklere sahip olması gerekir. Lider nerede, ne zaman hangi hareketi yapması gerektiğini veya neleri yapmaması gerektiğini her şeyden önce vahyin ışığında bilmelidir ki hem kendisi hem de kitle doğru bir yol üzere yürüyebilsin. Elbette ki bu husus liderin öncelikle İslami çok mükemmel bir şekilde bilmesi ile gerçekleşebilecek bir husustur. Bugün bizlere vahiy gelmeyeceğine diğer bir ifade ile hangi lider olursa olsun ona vahiy gelmeyeceğine göre liderin, Allah’ın Rasulü’nün vahiy ile bize bıraktıklarını yani Allah’ın Kitabını ve Rasulü’nün sünnetini mutlaka çok iyi bilmesi gerekir.

2 Sahih bir uyanıklığa sahip olmak. Sahih bir uyanıklığa sahip bir kitle bu uyanıklığı sayesinde ana başlıklar halinde aşağıdaki avantajları elde eder:

A Sahih bir uyanıklık kitleyi ve kitlenin elemanlarını gerçek hedefe götürür.

B Kitleyi ve kitlenin elemanlarını doğru görüşe götürür.

C Mevcut devletin ve İslam düşmanlarının saptırmalarından korur.

D Doğru çalışmaya sevk eder.

E İslam’a ve Müslümanlara düşman olanların hazırlamış oldukları tuzaklara düşmekten korur.

Sahih bir uyanıklığa sahip olmak kitlenin faaliyeti esnasında kitle içinden ve dışından, kasıtlı veya kasıtsız olarak kitleyi hedefinden saptırmak amacıyla ortaya atılan fikirleri ve önerileri doğru bir değerlendirmeye tabi tutarak kitleyi asıl hedefinden saptırmaya yönelik çabaları boşa çıkarır. Böylece hem hedefini korumuş olur hem de kendini hedeften saptırmaya yönelik olarak çaba gösterenleri, bunlardan samimi olanları veya olmayanları daha iyi değerlendirme imkanı elde eder. Örneğin Rasulullah SAV içerisinde bulunduğu Mekke toplumuna davasını anlatırken Mekke’nin önde gelenleri Rasulullah SAV’e amcasını göndererek: Yeğenine söyle bizim ilahlarımıza hakaret etmesin de ona ne isterse verelim. Ona Mekke’nin en güzel kızlarını verelim, başımıza lider olmak isterse onu başımıza lider yapalım, zenginlik isterse onu zengin yapalım gibi tekliflerle Allah’ın Resulü’nü davasından vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Yine Rasulullah SAV’e gelerek bir ay sen bizim ilahlarımıza ibadet et bir ay da biz senin ilahına ibadet edelim, veya bir yıl sen bizim ilahlarımıza ibadet et bir yıl da biz senin ilahına ibadet edelim diyorlardı. İşte Mekkeli müşriklerin Rasulullah SAV’e yapmış oldukları bu önerilerin tamamının altında Allah’ın Resulü’nü gerçek hedefinden saptırma amacı yatıyordu. Ancak her defasında Allah’ın Resulü SAV onların getirdikleri teklifi geri çeviriyor bir keresinde müşriklerin tekliflerine reddiye olarak Kafirun suresi iniyor bir başka teklif üzerine de Rasulullah SAV amcasına şöyle diyordu :

“Ey amcacığım! Allah’a yemin olsun ki bu davayı terk etmem şartıyla onlar sağ elime güneşi sol elime de ayı verseler ben yine bu davadan vazgeçmem. Allah bu dini zafere erdirinceye ya da ben bu uğurda helak oluncaya, ölünceye kadar bu işe devam edeceğim.”

Bu konuda Rasulullah SAV’in hayatından daha birçok örnek vermek mümkündür. Ancak burada önemli olan husus elbette ki günümüzdeki İslami hareketlerin durumudur. Örneğin Pakistan’da Mevdudi’nin başında bulunduğu “Cemaati İslamiyye”nin faaliyetleri özellikle belli dönemlerinde Pakistan yönetimini şiddetli bir şekilde sarsıyordu. Pakistan yönetimi birkaç defa Mevdudi’yi tutuklamasına rağmen “Cemaati İslamiyye”nin sistem üzerindeki baskısını hafifletemediler. Bunun üzerine hareketi gerçek hedefinden saptırmaya yönelik birtakım teklifleri çeşitli vesilelerle Mevdudi’nin önüne koydular. Belli bir süre sonunda Asıl hedefi sistemi değiştirme olan Mevdudi cemaatının faaliyet alanı, yerini zamanla diğer noktalara (okullar açma, yoksul öğrencilere burslar verme, hastaneler vb. hayır kurumları ile uğraşma gibi) terk etti. Daha sonraki yıllarda Cemaati İslamiyye’den bazı kişilerin meclise girmeleri ve özellikle de Mevdudi’nin vefatından sonra hareket Pakistan’daki etkinliğini neredeyse tamamen kaybetti. Nitekim şu anda içerisinde bulunduğumuz yıllarda Pakistan’daki Mevdudi cemaatı hakkında hiçbir haber veya ses duymamaktayız. İslam düşmanları hazırladıkları çeşitli planları özellikle hareket içerisindeki samimi veya gayrı samimi kişiler vasıtası ile uygulamaya koymalarının sonucunda hareket zamanla gerçek faaliyet alanının dışında farklı alanlarda yoğunlaşarak tamamen hedefinden saptı ve kendi kendini yiyip bitirdi.

Özellikle şu anda içerisinde yaşadığımız ortamdaki İslami hareketlere, cemaatlara, gruplara baktığımız zaman onların faaliyet alanlarını olması gereken gerçek iş değil de ikinci üçüncü derecedeki işler hatta ve hatta yer almaması gereken işlerin meşgul ettiğini görmekteyiz. 12 Eylül 1980 de yapılan askeri darbe sonrasında dernekler kanunu ve bu kanun çerçevesinde birçok faaliyetler yasaklanınca Türkiye’deki birçok Müslüman’ın vakıflar halinde teşkilatlanmaya başladıklarını ve faaliyet alanlarını da vakfın kuruluş sözleşmesinde belirtilen alanlarda yoğunlaştırdıklarını ve bu vakıfların gün geçtikçe de mantar biter gibi çoğaldığını görmekteyiz. Şu anda aktif durumdaki vakıfların çalışmalarına baktığımız zaman neredeyse onların hiçbirinin faaliyet alanını İslam ümmetinin şu anda içerisinde bulunduğu çöküntüden, zilletten kurtaracak köklü bir çözüme yönelik olmadığını açıkça görmekteyiz. Şu anda kimi Müslümanlar okullar, yurtlar hatta önümüzdeki günlerde devletin de teşvikiyle üniversiteler açmak gibi özellikle para ağırlıklı alanlarla uğraşmakta, kimileri Müslümanları fikren zehirlemeye yönelik olarak hoşgörü, sivil toplum, yürek devleti gibi kavramlar ve bu kavramlara bağlı saptırıcı düşünceler üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Gerçekten de Müslümanların gündemini teşkil eden olaylara dikkatli bir şekilde bakıldığı zaman bunların hemen hemen tamamının kafirler tarafından veya onların uşağı durumundaki kişiler tarafından ele alınıp ortaya atılmış konular olduğu görülmektedir.

 

Sayı 95...1417-RAMAZAN...1997-OCAK...Yıl-08

Sayfayı Birine Gönder