Doğru bir İslami kitlede bulunması gereken
özelliklere geçmeden önce asrımızdaki kalkınma
hareketlerinin, İslami cemaatların neden yanıldıklarını
belli başlı birkaç noktada özetlemekte fayda vardır.
Bunlar:
A Sınırlandırılmamış genel bir düşünceye
dayanıyorlardı. Hatta bu düşünceler berraklık ve
safiyetten uzak, kapalı düşüncelerdi. İnsanlara neleri
anlatacaklarını, nelere çağıracaklarını açık ve net bir
şekilde bilmiyorlardı.
B Düşüncelerini uygulama metodundan
yoksun idiler. Sahip oldukları düşünceleri uygulayabilmek
için, sahip oldukları akidelerinden kaynaklanan metodu
uygulamaktan ziyade içerisinde yaşadıkları toplumun, hayat
şartlarının ortaya koyduğu çözümleri, metodları
uyguladılar.
C Sahih bir irade ve uyanıklığın
yerleşmediği kişilere dayanıyordu bu hareket. Bu kişilerde
ise sahih bir fikirden kaynaklanan fikirler değil sadece istek
ve heyecan hakimdi. Diğer bir ifade ile başlangıçta
hareketin başlatıcısı konumundaki insanlar insanlara neyi ve
nasıl götüreceklerini, daha doğrusu İslami tam anlamıyla
bilmediklerinden dolayı heyecanla, duygularıyla hareket
ediyorlardı. Çevrelerinde gördükleri birçok olay onları
etkiliyor ve ardından da başkalarının yapmakta oldukları
işleri bunlar da yapmaya kalkışıyorlardı.
D Bu hareketlerin yükünü üzerine alan
şahıslar arasında doğru bir bağ bulunmamaktaydı. Onları
bir araya getiren şey sadece sözde işler ve çeşitli isimler
altında oluşan teşkilatlanmalardı.
Bu kısa girişten sonra sahih bir
kitleleşmede bulunması gereken özellikleri sıralayabiliriz.
1 Başlangıçta ideolojiyi
tam anlamıyla kavramış, duyguları fazla gelişmiş bir
kişinin varlığı. Sahih bir kitleleşmenin olabilmesi
için başlangıçta bu kitleyi oluşturup inandığı fikirleri
topluma götürecek ve bu fikirlerle toplumu değiştirecek olan
bir kişide ideolojinin çok açık ve net çizgileri ile ortaya
konulmuş olması gerekir. Genelde bütün kitleleşmeler
başlangıçta bir kişinin ortaya attığı fikirler ile
başlar. Diğer bir ifade ile duyguları ileri düzeyde gelişmiş,
çevresinde gelişmekte olan olayları çok süratli bir
şekilde kavrayan, toplumun içerisinde bulunduğu
çöküntüyü hisseden, değişikliğin yapılması
gerektiğine karar veren bir kimse sahip olduğu düşünceleri
çevresindekilere açıklar. Böylece kitlenin ilk hücresini
oluşturmaya çalışır. Kitleleşme hareketini başlatan
kişide ideolojinin yani inandığı akidenin ve insanların
problemlerini çözmeye yönelik olarak bu akideden çıkan
çözümlerin tam bir açıklıkla bulunması gerekir. Eğer
liderde bu özellikler bulunmazsa başlatılan kitleleşmenin
başarısızlığa mahkum olması kaçınılmazdır. Bu konuda
Rasulullah SAV’in hayatına baktığımız zaman Allah’ın
Resulünün şahsında bu özelliklerin tamamının var
olduğunu görürüz.
Rasulullah SAV Mekke’de peygamberlikle
görevlendirilmesinin ardından Allah’u Tealâ'nın “Kalk ve
uyar” (Müddessir2) emrine uyarak hemen insanları
uyarmaya başladı. İçerisinde yaşadığı toplumu
değiştirmek ve onları sahih bir toplum haline getirmek,
diğer bir ifade ile kula kulluktan yalnızca Allah’a kul olma
haline getirmek için görevlendirilen Muhammed SAV insanlara
neleri ve nasıl anlatacağını, ne zaman ve nerede neleri
yapması gerektiğin Allah’u Teala’dan gelen vahiy ile çok
net bir şekilde biliyor ve kitleleşmesini de buna göre tanzim
ediyordu. Allah’tan gelen vahye istinaden başlangıçta
insanları İslam’a gizlice davet ediyor, Ebu Bekir, Zeyd b.
Harise, Ali b. Ebu Talib, Osman b. Affan, Zübeyr b. Avvam ve
Talha b. Ubeydullah gibi insanların İslam’ı kabullenmeleri
ile ilk çekirdek kadroyu oluşturuyor ve bu kadro ile Allah’u
Tealâ'nın”Emrolunduğun şeyi onların kafalarını çatlatırcasına
anlat” (Hicr94) ayeti ininceye kadar gizli olarak
kitleleşmesini sürdürüyordu. Bu ayet indikten sonra kırk
kişiye ulaşmış olan kitlesini iki saf halinde Erkam b. Ebi’l
Erkam’ın evinden tekbir sesleriyle çıkartarak Kabe’ye
kadar götürüyordu. Bu aşamadan sonra ise yukarıdaki ayet
gereğince toplumda var olan her türlü bozuk fikirle
mücadeleye giriyordu. Müşriklere liderleri hakkında inen
ayetleri okuduğu gibi, kendilerinin ve tapmakta oldukları
ilahlarının Cehennemin odunları olduğunu bildiren ayetleri,
ekonomik yaşantıları ile ilgili olarak inen ayetleri ve
sosyal hayatları ile ilgili olarak inen ayetleri de okuyordu. Müşriklerin
liderlerinin Müslümanlara ve Allah’ın Resulü SAV’e karşı
ne tür komplolar hazırladıklarını bildiren ayetleri de
okuyarak onların tuzaklarından habersiz olmadıklarını ve
hazırladıkları tuzaklara düşmeyeceklerini onlara
anlatıyordu. Kendisine yapılan başkanlık, para ve kadın
tekliflerini elinin tersi ile bir kenara iterek onlara asla
yumuşaklık göstermiyordu. Peygamberliğin dokuzuncu
yılından sonra kendisini hac için Mekke’ye gelen kabilelere
arz ediyor, kendisine iman etmeleri ve devlet başkanlığını
kabul etmeleri şartıyla kendisine yardım etmelerini onlardan
istiyordu. Yine bu çerçevede Taif’e gidiyor ve aynı teklifi
Taiflilere de yapıyordu. Taiflilerin kendisini çok çirkin bir
şekilde karşılamaları ve dönüşte taşlattırmalarının
ardından ellerini açarak en içten gelen duygularla Rabbine şöyle
dua ediyordu:
“Ey Allah’ım kuvvetimin
zayıflığını, takatımın azlığını ve insanlara karşı
çaresizliğimi sana şikayet ediyorum. Ey merhametlilerin en
merhametlisi! Zayıf düşmüşlerin Rabbi sensin. Sensin benim
Rabbim. Beni kime bırakıyorsun? Bana kötü muamele yapan
hidayetten uzak kimselere mi? Yoksa işimi eline verdiğin bir düşmana
mı? Eğer bana karşı senden bir gazap yoksa ben bunların hiçbirine
aldırmam. Senin af ve merhametin bana bunları göstermeyecek
kadar geniştir. Allah’ım! Senin gazabına uğramaktan, ilahi
rızana uzak kalmaktan, o karanlıkları aydınlığa
kavuşturan, dünya ve ahiret işlerini yoluna koyan senin ilahi
nuruna sığınırım. Allah’ım sen hoşnut oluncaya kadar
affını dilerim. Allah’ım her kuvvet ve her kudret ancak
seninle kaimdir.”
Bu görüşmelerin birinde Medine’den gelen
Evs ve Hazrec kabilesinden altı kişiye de aynı teklifi
yapıyor ve onlar İslam’la şeref oluyorlardı. Ertesi sene
gerçekleşen birinci Akabe biatı ve daha sonraki yıl gerçekleşen
ikinci Akabe biatının sonucunda İslam Devletinin ilk temeli
atılmış oluyor ve hicret dönemi başlıyordu. Hicret emrine
istinaden sahabeler tek tek veya gruplar halinde Medine’ye
hicret ederlerken bir an önce hicret etmek isteyen Ebu Bekir’in;
"Hicret ne zaman ya Rasulullah?" sorusuna Allah’ın
Resulü “Acele etme belki Allah sana bir arkadaş bulur”
diyerek vahye göre hareket ediyordu. Kendisine de hicret izni
geldikten sonra Ebu Bekir’le birlikte on iki günlük bir
yolculuktan sonra Medine’ye varıyor ve hemen devlet
başkanlığı vazifesini ifa ediyordu. Daha Medine’ye
geldiği ilk günden itibaren Medine’de bir İslam Devletinin
kurulduğunu çevredeki diğer kabilelere kabullendirmek ve
İslam Devletine karşı bir harekete geçmelerini önlemek
üzere Hamza b. Abdülmuttalib, Muhammed b. Ubeyde b. El Haris,
ve Sa’d b. Ebi Vakkas gibi çeşitli şahısların
komutasında seriyyeler gönderiyor bir taraftan da Medine’de
bir arada yaşamakta olan üç farklı din mensuplarının
yaşantılarını düzenlemek üzere birtakım hususları dikte
ettiriyor ve öncelikle Medine’de İslam toplumunu
oluşturmaya gayret ediyordu. Medine’deki bu İslam toplumu içerisinde
ortaya çıkan bir takım problemlerin çözümü için vahyin
gelmesini bekliyor ve gelen vahye göre onların problemlerini
çözüyordu. Hudeybiye anlaşması esnasında sahabelerin tümünün
itirazlarına ve anlaşma şartlarından duydukları
hoşnutsuzluğa rağmen onlara;
“Ben Allah’ın kulu ve Resulüyüm,
kesinlikle onun emrine muhalefet etmem.” diyerek vahyin dışında
hiçbir iş yapmadığını vurguluyordu.
Örnekleri daha da artırmak mümkündür.
Ancak bütün bu örneklerden ortaya çıkan çok net bir husus
vardır. 1 Rasulullah SAV yaptığı bütün işleri
vahyin ışığı altında yapıyordu. 2 Nerede, ne zaman
ve ne yapması gerektiğini biliyordu. Mekke’de başlatmış
olduğu bir çalışmadan Medine’de devleti kurmasına ve
vefatına kadar geçen süre içerisinde Allah’ın Rasulü’nün
hayatında kapalı, meçhul vb. hiçbir nokta yoktur.
Öyleyse günümüzdeki sahih bir İslami
kitlenin de bu özellikleri bünyesinde taşıması gereklidir.
Ancak bunun için öncelikle kitlenin başındaki liderin bu
özelliklere sahip olması gerekir. Lider nerede, ne zaman hangi
hareketi yapması gerektiğini veya neleri yapmaması
gerektiğini her şeyden önce vahyin ışığında bilmelidir
ki hem kendisi hem de kitle doğru bir yol üzere
yürüyebilsin. Elbette ki bu husus liderin öncelikle İslami
çok mükemmel bir şekilde bilmesi ile gerçekleşebilecek bir
husustur. Bugün bizlere vahiy gelmeyeceğine diğer bir ifade
ile hangi lider olursa olsun ona vahiy gelmeyeceğine göre
liderin, Allah’ın Rasulü’nün vahiy ile bize bıraktıklarını
yani Allah’ın Kitabını ve Rasulü’nün sünnetini mutlaka
çok iyi bilmesi gerekir.
2 Sahih bir uyanıklığa sahip
olmak. Sahih bir uyanıklığa sahip bir kitle bu
uyanıklığı sayesinde ana başlıklar halinde aşağıdaki
avantajları elde eder:
A Sahih bir uyanıklık kitleyi ve
kitlenin elemanlarını gerçek hedefe götürür.
B Kitleyi ve kitlenin elemanlarını
doğru görüşe götürür.
C Mevcut devletin ve İslam düşmanlarının
saptırmalarından korur.
D Doğru çalışmaya sevk eder.
E İslam’a ve Müslümanlara düşman
olanların hazırlamış oldukları tuzaklara düşmekten korur.
Sahih bir uyanıklığa sahip olmak kitlenin
faaliyeti esnasında kitle içinden ve dışından, kasıtlı
veya kasıtsız olarak kitleyi hedefinden saptırmak amacıyla
ortaya atılan fikirleri ve önerileri doğru bir
değerlendirmeye tabi tutarak kitleyi asıl hedefinden
saptırmaya yönelik çabaları boşa çıkarır. Böylece hem
hedefini korumuş olur hem de kendini hedeften saptırmaya yönelik
olarak çaba gösterenleri, bunlardan samimi olanları veya
olmayanları daha iyi değerlendirme imkanı elde eder. Örneğin
Rasulullah SAV içerisinde bulunduğu Mekke toplumuna davasını
anlatırken Mekke’nin önde gelenleri Rasulullah SAV’e amcasını
göndererek: Yeğenine söyle bizim ilahlarımıza hakaret
etmesin de ona ne isterse verelim. Ona Mekke’nin en güzel kızlarını
verelim, başımıza lider olmak isterse onu başımıza lider
yapalım, zenginlik isterse onu zengin yapalım gibi tekliflerle
Allah’ın Resulü’nü davasından vazgeçirmeye çalışıyorlardı.
Yine Rasulullah SAV’e gelerek bir ay sen bizim ilahlarımıza
ibadet et bir ay da biz senin ilahına ibadet edelim, veya bir
yıl sen bizim ilahlarımıza ibadet et bir yıl da biz senin
ilahına ibadet edelim diyorlardı. İşte Mekkeli müşriklerin
Rasulullah SAV’e yapmış oldukları bu önerilerin tamamının
altında Allah’ın Resulü’nü gerçek hedefinden saptırma
amacı yatıyordu. Ancak her defasında Allah’ın Resulü SAV
onların getirdikleri teklifi geri çeviriyor bir keresinde müşriklerin
tekliflerine reddiye olarak Kafirun suresi iniyor bir başka
teklif üzerine de Rasulullah SAV amcasına şöyle diyordu :
“Ey amcacığım! Allah’a yemin olsun ki
bu davayı terk etmem şartıyla onlar sağ elime güneşi sol
elime de ayı verseler ben yine bu davadan vazgeçmem. Allah bu
dini zafere erdirinceye ya da ben bu uğurda helak oluncaya,
ölünceye kadar bu işe devam edeceğim.”
Bu konuda Rasulullah SAV’in hayatından
daha birçok örnek vermek mümkündür. Ancak burada önemli
olan husus elbette ki günümüzdeki İslami hareketlerin
durumudur. Örneğin Pakistan’da Mevdudi’nin başında
bulunduğu “Cemaati İslamiyye”nin faaliyetleri
özellikle belli dönemlerinde Pakistan yönetimini şiddetli
bir şekilde sarsıyordu. Pakistan yönetimi birkaç defa
Mevdudi’yi tutuklamasına rağmen “Cemaati İslamiyye”nin
sistem üzerindeki baskısını hafifletemediler. Bunun üzerine
hareketi gerçek hedefinden saptırmaya yönelik birtakım
teklifleri çeşitli vesilelerle Mevdudi’nin önüne koydular.
Belli bir süre sonunda Asıl hedefi sistemi değiştirme olan
Mevdudi cemaatının faaliyet alanı, yerini zamanla diğer
noktalara (okullar açma, yoksul öğrencilere burslar verme,
hastaneler vb. hayır kurumları ile uğraşma gibi) terk etti.
Daha sonraki yıllarda Cemaati İslamiyye’den bazı kişilerin
meclise girmeleri ve özellikle de Mevdudi’nin vefatından
sonra hareket Pakistan’daki etkinliğini neredeyse tamamen
kaybetti. Nitekim şu anda içerisinde bulunduğumuz yıllarda
Pakistan’daki Mevdudi cemaatı hakkında hiçbir haber veya
ses duymamaktayız. İslam düşmanları hazırladıkları çeşitli
planları özellikle hareket içerisindeki samimi veya gayrı
samimi kişiler vasıtası ile uygulamaya koymalarının
sonucunda hareket zamanla gerçek faaliyet alanının dışında
farklı alanlarda yoğunlaşarak tamamen hedefinden saptı ve
kendi kendini yiyip bitirdi.
Özellikle şu anda içerisinde yaşadığımız
ortamdaki İslami hareketlere, cemaatlara, gruplara
baktığımız zaman onların faaliyet alanlarını olması
gereken gerçek iş değil de ikinci üçüncü derecedeki işler
hatta ve hatta yer almaması gereken işlerin meşgul ettiğini
görmekteyiz. 12 Eylül 1980 de yapılan askeri darbe
sonrasında dernekler kanunu ve bu kanun çerçevesinde birçok
faaliyetler yasaklanınca Türkiye’deki birçok Müslüman’ın
vakıflar halinde teşkilatlanmaya başladıklarını ve
faaliyet alanlarını da vakfın kuruluş sözleşmesinde
belirtilen alanlarda yoğunlaştırdıklarını ve bu
vakıfların gün geçtikçe de mantar biter gibi çoğaldığını
görmekteyiz. Şu anda aktif durumdaki vakıfların çalışmalarına
baktığımız zaman neredeyse onların hiçbirinin faaliyet
alanını İslam ümmetinin şu anda içerisinde bulunduğu
çöküntüden, zilletten kurtaracak köklü bir çözüme
yönelik olmadığını açıkça görmekteyiz. Şu anda kimi Müslümanlar
okullar, yurtlar hatta önümüzdeki günlerde devletin de teşvikiyle
üniversiteler açmak gibi özellikle para ağırlıklı
alanlarla uğraşmakta, kimileri Müslümanları fikren
zehirlemeye yönelik olarak hoşgörü, sivil toplum, yürek
devleti gibi kavramlar ve bu kavramlara bağlı saptırıcı düşünceler
üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Gerçekten de
Müslümanların gündemini teşkil eden olaylara dikkatli bir
şekilde bakıldığı zaman bunların hemen hemen tamamının
kafirler tarafından veya onların uşağı durumundaki kişiler
tarafından ele alınıp ortaya atılmış konular olduğu görülmektedir.
|