Din kamil oldu ve İslam nimeti tamamlandı.
Artık Allah’ın sözleri değişmez. Allah’u Teala şöyle
buyurdu:
“Senin Rabbinin sözleri doğru ve güvenilir
şekilde tamamlandı. Artık Allah’ın sözlerinde bir değiştirme
olmaz. (Allah) işiten ve her şeyi bilendir.” (En’am:
115)
Allah’ın kullarına verdiği en büyük
nimet, kendileri için dinlerini kamil kılması ve İslam’ı
tamamlamasıdır. Ayrıca kendileri için Kuran’ı korudu ve
onu her değiştirme ve onunla oynamaktan korumasıdır. Şöyle
buyurmuştur:
“Biz bu Kuran’ı indirdik ve biz
koruyacağız.” (Hicr: 9)
Gerçekten de Allah, Kuran’ı korudu ki
Kıyamet gününe kadar insanlar için delil olsun veya onların
aleyhine delil olsun.
Rasulullah (SAV), hayrın kulağıdır. Gökten
yere gelen risaleti telakki etmiştir. Bu nedenle Müslümanların,
peygamberlik mirasıyla en hayırlı şekilde kaim olmaları
gerekir. Kuran’a tam şekilde bağımlı olacaklar,
emrettikleri gibi Sünneti, dişleriyle tutup koruyacaklar ve
Rasulullah (SAV) ve sahabelerin (r.a) üzerine bulundukları
hali tekrar canlandıracaklar. Bununla ilgili deliller
birbirlerini izlemektedir.
Müslümanlar daveti yüklenirken, diğer
ümmetlerle temas edince; akla ve fıtrata uygun olan hanif
dinlerini diğerlerine gösterince, diğer ümmetler kendilerini
savunma açısından olsa da kendilerindekini Müslümanlara arz
ediyorlardı. Netice olarak, bazı Müslümanlar hissetmeden diğerlerinden
bazen etkileniyorlardı. Ancak bir müddet geçer geçmez,
Müslüman alimler bu durumda uyanırlar ve dinden olmayıp da
dine karışan şeyleri araştırıp atmaya başlarlar. Tahrif
ve tağyiri önlerler, sahte konuları çürütürler ve
böylece din tekrar parlaklığına döner. Nitekim Allah,
alimleri hakkı öğrenmek için birer bayrak haline getirmiştir.
Binaenaleyh, Müslümanlar hayr ve şer arasında gidip
geliyorlardı. Ta ki bugün yaşadığımız şerre gelinceye
kadar, durumlar sürüp değişmiştir. Öyleyse kurtuluş
nasıl olur?
Bugünkü halimiz, işin evvelinin salih
olmasının sebeplerine dönmemizi gerektirir ki İslam’ın
ilk seyrine döndürelim.
İslam’dan her şaibe ve kendisinden
olmayanı arındırmak, her tahrifatı üzerinden uzaklaştırmak
ve her sahte fikri onda temizlemek için Batının bize
kazandırdığı bozuk zihniyetten kurtulmalıyız. Bu zihniyet
yüzünden davanın işlerini menfaat, heva ve hevese göre kıyas
etmeye gidiyoruz. Menfaata, heva ve hevese uygun olanı alırız
ve ters geleni terk ederiz. Ondan sonra görüşlerimize göre
şeriatın nasslarını tevil etmeye başlarız. Kafamıza göre
salih gördüğümüz görüşlere şeri deliller arayıp
uydurmaya çalışırız. Halbuki doğru İslami zihniyet, emrin
yalnız Allah’a ait olduğunu kabul etme esasına dayanır.
Öyleyse Allah’ın hükmünü anlamaya çalışırken
eğilimlerimiz, zevklerimiz ve arzularımızı buna katamayız,
heva ve heveslerimizi hakem kılamayız, düşmanlardan korku,
insanların bizden uzaklaşmasına dair endişe, yöneticilerinin
dine rağbet göstermemeleri, şartlar ve durumlar bizim
anlayışımızı katiyyen etkileyemez. Yine menfaat ve
maslahatı kesinlikle ölçü kılamayız. Bütün bunlar dava
yükünü hafifletmek ve Müslümanlara kolaylık getirmek,
davayı yüklenenler için birer bahane olamaz. Şöyle ki:
Allah’u Teala, her şeyi bilen ve duyandır. İnsanların
üzerinde yarattığı fıtratını kendisi bilmektedir. Buna göre
neye muhtaç oldukları, neyi yapabileceklerini, yaşadıkları
vakıalarını ve durumlarını, düşmanlarının kim
olduklarını ve onlarla nasıl muamele yapacaklarını ve
diğer hususlarını en iyi bilen yalnız Allah’tır.
Daha önce gösterdiğimiz, içtihadın tek
sahih yolu ise önce tedavi edilecek olayı derin şekilde
kavramak ve ondan sonra buna delalet eden şeri nasslar ve
delaletleri incelemek gerekir. Bu şekilde bu sorun hakkında
Allah’ın hükmü öğrenilir. Bu şekilde hareket etmezsek
sanki şöyle deriz; “Bizim yaşadığımız vakıa ve olay,
durumlar ve şartlar, çektiğimiz meşakkat ve zorluklar ve
bunlarla ilgili gördüğümüz maslahat, Allah’ın hükmüdür.”
Böylece Allah ve Resulünün önüne geçmiş oluruz. Oysa
Allah’u Teala şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resulünün
önüne geçmeyin, Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah bilen
ve işitendir.” (Hucurat: 1)
“Allah ve Resulü bir hüküm verirse,
erkek olsun kadın olsun mümin için başka seçenek yoktur.
Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, apaçık sapıklığa düşmüş
olur.” (Ahzab: 36)
Şüphesiz ki bu iki zihniyet arasındaki
fark, Müslümanların içinde yaşadıkları vaziyetleri ve
tedavi edecek müşküllerle ilgili hükümlerin anlayışları
birbirinden uzaklaşmıştır.
Üstelik Batı fikirlerinden etkilenen
zihniyet, bazı kesin delilleri iptala uğratmıştır.
Şartlar, durumlar, maslahat ve zararı önlemek bahanesiyle başka
yasalara müracaat edip İslam hükümlerine bu yasaları tercih
etmiştir. Misal olarak; Riba’nın (faizin) hükmü kesin
olarak haramdır. Bununla ilgili ayetler ve sözleri tevile hiç
kabil değil ve illetten uzaktır. Buna rağmen ondan söz ettiğimiz
zihniyet, faizi helal kılmıştır. Onun bahanesi ise;
durumlar, şartlar, menfaatı celp etmek ve mefsedeti (zararı)
def etmektir.
Dahası da vardır. Bu zihniyete dayalı
cemaatlar kurulmuştur. Şeriata dayalı olmayan hükümler ve
yargılarla ortaya çıkmıştır. Hatta kesin şekilde şeriata
aykırı gelmişlerdir. Demokrasi, İslam’a tam aykırı
olmasına rağmen bunun İslam olduğu söylenmiştir. Cahiliyye
sistem ve hükümlerine katılmanın tam şekilde Kuran’la ve
Sünnetle çeliştiğine rağmen caiz olduğunu ve Allah’ın
indirdikleriyle hüküm etme konusuna ulaşmak için faaliyet
gösteren İslami hareket önünde tek yol olduğunu iddia
etmişler.
İslam’ı uygulamak için tedricilik düşüncesinin
bozukluğu ve buna çağırmanın caiz olmadığı gösterilince,
bununla ilgili küfür iktidarlarına katılma gibi düşüncelerin
bozukluğu gösterilmiştir. Fakat bu konuda, bu düşünce
üzerine az da olsa durmak zorundayız. Çünkü bazı şüpheleri
çürütmek istiyoruz. Yine bu çürütmeden sonra iddia edenler
için bir bahane ve mazeret kalmasın diye gösteriyoruz.
Şunu da biliyoruz ki bu cemaatların
zihniyetleri tedavi edilmezse ve ıslah edilmezse, onlara ne
kadar nasihat verilirse verilsin fayda vermez. Çünkü küfür
rejimine katılmanın düşüncesinin bozukluğunu ikna etsek
bile, onlar bu zihniyete sahip oldukları müddetçe değişmezler.
Hemen bu zihniyet yoluyla onun yerine bir başkasını ararlar.
Şeriatın kabul etmediği bu zihniyetten sakınmak gerekir.
Çünkü bu zihniyet, bu tür sapık düşünceleri bitiren bir
toprak mesabesindedir.
Şimdi iktidara katılmanın manasına ve
bunu savunanların gerekçeleri ve bahaneleri nedir?
Bunun manası ise, İslam’a dayalı olmayan
ve mevcut olan yönetimlere Müslümanların katılması ve
İslami olmayan hükümlerle hüküm etmeleridir. Bu ise,
demokratik oyunla ve parlamento yoluyla tamamlanır. Bu ise;
onların bakışlarına göre tedricilik ve aşama aşama geçmektir.
Kendilerine göre bunun gerekçeleri ise akli
ve şeridir. Akli gerekçeleri ise aşağıdaki şekilde
özetlenir:
- “İslam’ın yönetime geçmesi için
tarihi çizgi ise şu anda imkansız görünmektedir. Yani
eskiden olduğu gibi İslam’ın iktidara geçmesinin yolu
mümkün değildir. Çünkü İslam dünyası ülkelerinin
tümü, kuvvetli ve merkezi otorite ile yönetilir ve korkunç
maddi ve manevi güçlere sahip olan çeşitli devletlerarası güçler
tarafından desteklenir. Nitekim bu güçler, İslam için
faaliyet yapanların hareketlerini gözetlemektedir. Onları
sıkıştırıp muhasara altına almaya çalışmaktadırlar ve
onların başarısını engellemek için gayret sarf
etmektedirler. Bunun için şimdiki zaman, eski zamana kıyas
edilemez.”
- “Eskiden İslam daveti, bütün
Müslümanları toplayan bir örgüt idi. O İslam cemaatı idi.
Fakat şimdiki cemaat, Müslümanlardan bir cemaat halindedir.
Bu ise, çağdaş cemaatı sıkıntılı bir duruma sokar.
Çünkü Müslümanlardan geniş bir taban, kendi liderliğine
boyun eğmemektir. Cahili sistemler bu durumlardan çok fayda sağlamaktadır.
Bu nedenle çağdaş İslami hareket iktidara ulaşmak
istiyorsa, çağdaş partilerin izledikleri partici yoluna
kendisini sokmuş olur.
Çağdaş partilerin minhacı ise,
kendilerini yönetime ulaştıracak üsluplar üzerine
kuruludur. Bu üsluplar ise, ya demokratik yoldur ya da askeri
darbe yoludur veyahut da silahlı halkçı devrim yoludur.
Nitekim kapılar çağdaş İslami hareket
önünde öyle kapandı ki, askeri darbe yapabilmek için ordu
içinde çalışıp askeri gücün eldi edilmesi mümkün değildir.
Ayrıca kurulu olan istibdadi rejimlerin gölgesinde halkçı
bir devrimin yapılması da mümkün değildir. Buna göre çağdaş
İslami hareket önünde yalnız partici siyasi çalışma
kalmıştır. Bu ise, İslami olmayan iktidara katılmaya götürür.”
Şunu da eklerler: “İslami hareketin büyük
hedefi gerçekleştirmek için bu hedefle çelişen kısmi
hususlara protesto etmek doğru olmaz. Çünkü kısmi hususlar
külli tarafa muhalefet ederse külli taraf tercih edilir.
Nitekim İslam şeriatının elastikiyeti ve gerçekçiliği bu
cüzi hususlar nedeniyle büyük hedefleri gerçekleştirmeyi
engellemez. Ayrıca Müslümanları sıkıntıya sokmaz ve
iktidara ulaşmak için tek bir şekilde sınırlı kılmaz.
Nitekim tek şekil olan bazı şartlar ve durumlar
imkansızdır. Bunun yanı sıra birinci şekil imkansız ise
ikinci şekle geçilir. İkincisi de imkansız olursa üçüncü
şekle geçilir. Bu da imkansız olursa dördüncü şekle geçilir.
Daha doğrusu bazı durumlarda ve bir aşamada bu dört yolda
paralel çizgilerle yürünülebilinir ki bunlardan biri diğerlerine
ağır gelesiye kadar.”
Gösterdikleri akli gerekçeleri tartışmak
ve çürütmek :
Onların değişmez konusuyla ilgili şeri
ahkamı terk etmeyi caiz gören akli gerekçeleri
sergilemelerine bakan kimse, bazı usuli ve şeri sözcükleri
kullanmalarına rağmen onların kültürlerinin İslami
olmadığını görür. Ayrıca düşünmeyle ilgili mazbut
İslam metoduna sahip değiller. Nitekim bu metod, vakıa ve
sorunlara bakarken, yalnız şeri delillerden şeri hükmü çıkartmayı
gerektirir. Onun dışına çıkmayı yasaklar. Üstelik onlar
faaliyet yaparlarken metod ile üslup arasında farkı
bilmezler. Belki şeriat üzerindeki düşüncelerinden doğan
elastiki olmasıyla ilgili düşünce, onları şeri hükümlere
fazla dikkat ve önem vermemeye sevk etti ve çağa uyma
bahanesiyle şeri olmayan hükümleri takip etmelerine
götürür.
Rasulullah (SAV)’in metodunun ve şeri hükümlerin
terkinin caiz olduğunu “çünkü durumlar ve şartlar
değişti” söyleyenlerin sözü hiçte doğru değildir.
Bunların; değiştirilecek olan vakıa ve durumu derin
incelemedikleri görülmektedir.
Şu var ki; vakıa ve olayın değişen
şekilleri değil temel vasıflarına itibar verilir. Toplum ve
insanlar, fikirler, duygular ve nizamlardan oluşmuş olan temel
unsurlar değişmez. Ancak kabile veya basit devlet veya
kompleks devlet, demokratik ve diktatörlük gibi değişik
şekiller düşünülürse, temel vasıfları ve unsurları
değişmez. Değişen şekiller, temel unsurları değiştirmez.
Misal olarak; değiştirilmesi istenen toplumdaki hatalı
fikirlere, yanıltıcı mefhumlara, bozuk adet ve geleneklere
dokunmak, Rasulullah (SAV)’in yaptığı şeri hükümdür. Bu
eylem sabittir. Ve bu, metoddur. Fakat değişen husus, toplumun
fikirlerinin çeşididir. Bu fikir düşük olan vatancı fikir
olabilir, dar olan milliyetçi fikir olabilir, ideolojik olan
komünist veya kapitalist fikir olabilir. Ancak ideolojik fikir,
diğerlerinkinden daha kuvvetli olduğundan dolayı yıkılması
için daha büyük çaba sarf etmek gerekir. Fikrin değişikliği,
çalışmayı zorlaştırabilir veya kolaylaştırabilir. Fakat
metodu değiştirmez. Yine Rasulullah (SAV) zamanında yönetimin
şekli, kabilevi olsun veya bu zamanlardaki basit veya kompleks
olsun, onu değiştirmek için incelenecek metod değişmez.
Ancak faaliyeti kolaylaştırabilir veya zorlaştırabilir.
Değiştirilmesi istenen rejim, kendi varlığını korumak ve
yerleştirmek için orduya dayanabilir veya silahlı kabilelere
dayanabilir. Şüphesiz bir güce dayanacaktır. Rasulullah
(SAV), İslam Devleti’ni kurmak için bir güçten nusreti
(yardımı) talep etmek üzerine faaliyeti yoğunlaştırmıştır.
Yine toplumu değiştirmek için çalışması, toplumun temel
unsurlarını değiştirmek üzere pekiştirmiştir. Önce
imanları güçlü elemanları yetiştirmiştir. Bunlar; dava
vecibeleri ve devleti kurma işlerini üstlenmek için tam
şekilde hazırlanmıştır. Bunlar muhacirler idi. Davayı ve
taşıyıcıları kucaklayacak ve kendilerinde devletin
kuruluşunu kabul edecek halkçı tabanı tesis etmiştir. Bu
taban, Ensarlardan oluşuyordu. Nusreti talep etmek, yönetimi
ele geçirme metodu idi. Rasulullah (SAV) engellerin çoğuna ve
çektiği eziyetlerin şiddetli olmasına rağmen nusreti talep
etme işi üzerine ısrarlı kalmıştır. Mekke’deki
Rasulullah (SAV)’in amelini inceleyen kimse, onun değiştirme
metodu temel taşlarını ele aldığını, metodunun zaman ve
mekana göre değişmediğini, memleketten memlekete farklı
olmadığını görür. Zira toplum ve memleketlerin temel vasıfları
değişmez, ancak şekilleri değişir. Toplumun özü hiç bir
yerde ayrı olmaz. Fakat çalışma, değişik toplumlarda kolay
olabildiği gibi zor da olabilir.
Şeriatın elastik olması iddiası, Müslümanların
zihinlerine girmemesi gerekir. O zaman değiştirme konusuna
heva ve hevesleriyle yaklaşırlar. Nitekim Allah’u Teala,
şeriatı kamil ve tam kılmıştır ki hayatın problemlerinin
tümünün eskisi ve yenisini kapsar ve tedavi eder. Ancak
hüküm yalnız Allah’ındır açısından hareket ederek
mazbut ve sahih usuller çerçevesinde bu tedavi gerçekleşir.
Yine “şeriatın genişliği” sözcüğü,
nasları değiştirmeye götürmesin veya kendisinden olmayan sağdırılmaya
çalışılmasın. Nitekim bazı Müslümanlar, bu bahaneyle
şeriatın ceza kanunlarını düşürmüşler. Ve şöyle demişler:
“Madem ki cezalardan şeriatın maksadı caydırmak, öyleyse
her türlü caydırıcı ceza şeriata uygun sayılabilir.
Şeriat ceza kanunları artık çağın ruhuna uymaz.
İnsanların nefisleri bu kanunlardan nefret eder ve akılları
bunları red eder hale geldiği için, maksadı gerçekleştirecek
olan diğerlerinkine geçilebilinir. Şeriat elastiki ve
gelişen olmasaydı, buna geçmek mümkün olmayacaktır.”
Yine şöyle dediler: “Allah uğrunda
cihad, davayı yaymak içindir. Buna göre cihad yolu dışında
bir yolla davayı yaymak mümkün olursa o yol takip edilir.
Radyo, televizyon ve diğer enformasyon araçlarıyla davayı
yaymak mümkün olursa, bu gibi araçlar cihad yerine
geçirilir. Bu da, şeriat, elastiki ve gelişen olmasaydı bunu
söyleyemezdik.”
Yine İslam yönetimine ulaşmanın metodu
ile ilgili olarak da şöyle dediler: “Bu yönetime ulaştıracağını
gördüğümüz her metodu izleyebiliriz. Tek bir metodla kayıtlı
olunup onu geçmemek, Allah’ın, içinde sıkıntı
kılmadığı ve içinde elastikiyat, gelişme ve
toleranslılık kıldığı İslam’ın tabiatına aykırı
gelen bir donma, kireçlenmedir ve taşlanmadır.”
İşte bu manada şeriatın elastiki
olduğunu söylemek haramdır. Çünkü şeriatın ahkamını
iptala uğratır. Ayrıca bu sözler İslam’ın tabiatına ve
mahiyetine aykırıdır. Üstelik Batı fikirlerine bir uyma ve
peşlerine düşme ve onlardan etkilenmektir.
“Cüzi olan külli olana muhalif gelirse,
külli tercih edilir” bu söz, açıklanmaya muhtaçtır.
Çünkü usulcuların kullandıkları sözcüklere benzer
sözcükleri kullanmak, usulcuların kast ettikleri manaları
taşımaz. Çünkü usulcuların kullandıkları sözcüklerine
benzer sözcükleri kullananlar; mefhumları ve ölçüleri
sulandırıyor ve bozuyorlar. Çünkü bunlar, şeriatın bir
hususta müsahama veya kolaylık gösterdiğini gördükleri
zaman bu müsamahayı ve kolaylığı her konuya kapsamlı
kılarlar.
Bu konuyla ilgili şu sözü söylemek kaldı:
Bu akli gerekçelerin şeri hükmü beyan etmek için herhangi
bir tesiri bulunması hiç caiz değildir. Usulcuların gösterdikleri
gibi vakıa ve olaylar hüküm değil, üzerine hüküm
uygulamak için anlaşılması gerekli olan konudur. Vakıa veya
olay uzaklaştırılmaz tedavi edilecek husustur. Buna “hükmün
menatı” denilir. Onun için vakıa, olduğu gibi
anlaşılır, ondan sonra da onunla ilgili şeri deliller
araştırılır ve bundan sonra bu olay için şeri delillerden
çıkartılan şeri hüküm, bu olay üzerine indirilir.
Onlarda bulunan şeri gerekçeler ise; asıl
olan Allah’ın şeriatıyla hükmetmeyip başka kanunlarla yöneten
hükümete katılmak caiz değildir. Bu, şu sebeplerden
dolayıdır:
- Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin
kafir, zalim ve fasık olduklarını niteleyen genel delillerin
geçmesinden dolayıdır. Allah’u Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler
kafirlerin ta kendileridir.” (Maide: 44)
“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler
zalimlerin ta kendileridir.” (Maide: 45)
“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler
fasıkların ta kendileridir.” (Maide: 47)
- Hakimiyet yalnız Allah’ındır. Allah’u
Teala şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki hüküm yalnız
Allah’ındır ki yalnız Kendisine kulluk etmenizi emir
vermiştir.” (Yusuf: 40)
-Allah’u Teala, müminlerin Allah’ın
şeriatı dışındaki kanunlara muhakeme olunmalarını
nehyetmiştir. Bunu yapmanın imana aykırı geldiğini göstermiştir.
Şöyle buyurmuştur:
“Hayır, Rabbına and olsun ki,
aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem kılmazlarsa ve
verdiği hükme karşı kalplerinde sıkıntı bulundurmadan
teslim olmazlarsa, mümin olmazlar.” (Nisa: 65)
- Münafıkların Allah’ın indirdikleri
dışındaki hükümlere muhakeme olunmalarına çatmıştır.
- Allah’ın hükmünü terk edip diğer hükümlere
gitmenin caiz olmadığı ve kim bunu yaparsa cahiliyye hükmünü
Allah’ın hükmüne tercih etmiş sayılır. Allah’u Teala
şöyle buyurmuştur:
“Cahiliyye hükmünü mü istiyorlar? Kesin
şekilde inanan insanlar için Allah’ın hükmünden daha
güzel hüküm mü var?” (Nisa: 50)
İşte asıl olan hüküm budur. Fakat (kendi
kafalarına göre) bu asıldan istisna yaparak hükümete katılmak
şu delillerden dolayı caizdir:
1 Yusuf (as.)’in hükümete katılmasıdır.
(Bununla ilgili olan onların iddiasına daha önce Hilafette
aynı yazara ait bir çürütme yayınlanmıştı. Bakınız,
Hilafet 82-83 ve 84.)
2 Necaşi’nin tutumudur. (Bununla
ilgili olan onların iddiasına da daha önce Hilafette aynı
yazara ait bir çürütme yayınlamıştık. Bakınız, Hilafet
86-87)
3 Maslahattır. (Gelecek sayıda da aynı
yazara ait bu konuyla ilgili onların iddialarına ait bir
çürütme yayınlayacağız inşaallah..)
|