Bir Müslüman tüm yaşantısında Allah’u
Tealâ'nın amelleri için belirlemiş olduğu kıymetlere ve
kıymet derecelendirmesine riayet etmek zorundadır. Çünkü
Allah’u Teala bunu kulluğun gereği kıldı. Allah’u Teala
belirlemiş olduğu kıymet derecelendirmesine riayet
edilmemesini masiyet olarak değerlendirdi ve biz kullarını bu
hususta bir çok nass ile uyardı.
Allah’u Teala bize eşya ve amellerden
helal olanı tayyib (temiz), haram ve küfür olanı “habis”
pis, murdar ”şeytanın ameli “ olarak vasfetti.
“De ki; pis ile temiz bir
değildir. Pis kötü olanın çokluğu hoşuna gitse de. Öyle
ise ey akıl sahipleri Allah’tan korkunuz ki kurtuluşa
eresiniz.” (Maide; 100)
O (Resul) onlara temiz şeyleri helal, pis
şeyleri haram kılar.” (A’raf; 157)
“Kim izzet şeref istiyorsa, bilsin ki
izzetin şerefin hepsi Allah’ındır. Ona ancak temiz söz (kelimei
tevhid) yükselir. Onu da Allah’a salih amel ulaştırır. Kötülükleri
tuzak yapanlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır. Ve
onların tuzağı bozulur.” (Fatır-10)
“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili
taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi
pisliklerdir. Onlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”
(Maide; 90)
“(Onu yiyecek kimse için) leş veya
akıtılmış kan, yahut domuz eti ki o pisliktir, (haram
kılınmıştır.)” (En’am; 145)
“Onlardan (kafirlerden) yüz çevirin
çünkü onlar murdardırlar.“ (Tevbe; 95)
“Müşrikler ancak bir pisliktir.“ (Tevbe;
28)
“Fakat Allah onların davranışlarını
(cihaddan geri kalışlarını) kerih gördü.” (Tevbe; 46)
“Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu
kalplerinize zinet yapmıştır. Küfrü fıskı ve isyanı da
size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar
bunlardır.” (Hucurat; 7)
“Bütün bu (sayılanların) kötü olanları
Rabbinin nezdinde mekruhturlar (sevimsizdirler).” (İsra;
38)
Şu halde eşya ve amellerde Allah ve Müslüman
katında kıymetli olan şey mubah ve helal olan şeydir. Haram
ve küfür olan hususta ne kadar çok menfaat olduğu görülse
de Allah ve Müslüman katında onun hiç bir kıymeti yoktur. Müslüman
öncelikle buna çok dikkat etmelidir. Şu ya da şu iş
haramdır fakat onda çok fayda menfaat vardır, öyle ise kıymetlidir,
onu almalıyım ya da yapmalıyım diyemez. Çünkü Allah
Müslüman için amelin ve eşyanın kıymetini tespit hususunda
sadece faydayı menfaatı ölçü kılmamıştır. Onun
ölçüsü ancak helal olmasıdır. Helalde ise bir kıymet
vardır, haramda ise hiçbir kıymet yoktur. Allah’u Teala bu
hususu şöyle belirtmiştir:
“Sana şaraptan ve kumardan sorarlar. De ki
her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım
faildeler vardır, Ancak her ikisinin de günahı faydasından büyüktür.”
(Bakara; 219)
Görüldüğü gibi haram günah olan bir
yerde menfaat hiç bir kıymet getirmiyor, değeri yoktur. Ancak
helal olan hususlarda menfaatin bir değeri vardır. Bunu da
Allah’u Teala şöyle gösterdi;
“Hayvanlarda sizin için bir çok
faydalar vardır, ayrıca etlerini yersiniz.” (Mü’minun;
21)
“Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir
kuvvet ve insanlar için faydalar vardır.” (Hadid; 25)
İşte böylece Allah’u Teala eşya ve
amellerin kıymetlerini belirledi. Haram olmayan şeylere bir
kıymet verdi. Fakat o kıymetlere de derecelendirme yaptı.
Amellerde mubah, mendup ve farz ile derecelendirme yaptı,
Mendup mubahtan üstündür Farz da menduptan üstündür .
Allah’u Teala menduplar arasında ve
farzlar arasında da derecelendirme yapmıştır. Farzı ayın
farzı kifaye vardır. Farzı ayın farzı kifayeden
önceliklidir. Farzı aynlar arasında ve farzı kifayeler
arasında da öncelikli olanlar vardır yani derecelendirme
vardır. İşte buna delalet eden bir kaç ayeti kerime;
“Herkesin yaptıklarına göre
dereceleri vardır. Allah onlara yaptıklarının
karşılığını verir, asla kendilerine haksızlık yapılmaz.”
(Ahkaf; 19)
Görüldüğü gibi kişilerin dereceleri
yaptıkları işlerden ve işlerin derecelerinden
kaynaklanmaktadır.
“Mü’minlerden özür sahibi olanlardan
başka oturanlar ile malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad
edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad
edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi
Allah hepsine de güzellik (sevap) vaad etmiştir ama mücahitleri
oturanlardan daha büyük bir ecirle üstün kılmıştır.
Kendisinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah
çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisa; 95-96)
Görüldüğü gibi Allah’u Teala evinde
zikirle ibadetle oturan kimseye sevap vaad ettiği halde, Allah
yolunda malıyla canıyla cihad edeni derece bakımından daha
üstün kılmıştır.
“Siz hacılara su vermeyi ve Mescidi Haram’ı
onarmayı, Allah’a ve ahiret gününe iman edip de Allah
yolunda cihad etmekle bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah
katında eşit değildirler. Allah zalimler topluluğunu
hidayete erdirmez. İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda
malları ve canları ile cihad edenler derece bakımından Allah
katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte
onlardır.“ (Tevbe; 19-20)
Bilindiği gibi hacılara su vermek ve
Mescidi Haram’ı onarmakta çok sevap vardır. Fakat bu amel,
derece bakımından Allah yolunda cihad gibi değildir. Allah
yolunda cihadın derecesi daha üstündür. Bunun böyle olduğunu
da insan aklı değil Allah tayin etmiştir.
Allah’u Teala belirlemiş olduğu kıymet
derecelendirmesine riayetsizliği masiyet olarak vasfedip öyle
yapanları azapla uyarmıştır, şöyle ki;
“De ki; Eğer babalarınız,
oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız,
kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz
ticaret, hoşlandığınız meskenler, (evler, konaklar, k01Ç2kler)
size Allah’tan, Resulü’nden ve Allah yolunda cihaddan daha
sevimli ise, artık Allah emrini (azabını) getirinceye kadar
bekleyin. Allah Fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”
(Tevbe; 24)
Bu hususta Resul (SAV)’den şu rivayet
edilir; “Ömer (r.a); Ey Allah’ın Resulü! Sen bana nefsim
hariç her şeyden daha sevgilisin deyince; Rasulullah hemen şu
cevabı verdi;
"Hayır! Nefsimi elimde tutana (Allah’a)
yemin olsun ki, ben sana nefsinden de sevimli olmadıkça (imanın
tam olmaz)" (Buhari)
Bilindiği gibi; anne baba, evlatlar,
kardeşler, eşler, akrabalar, helalinden kazanılan mallar,
meşru iş ve ticaret, helalinden elde edilen meskenler ve
kişinin kendisi hepsi birer kıymettir. Müslüman onlara ilgi
duyabilir, sahiplenebilir ve sevebilir. Ayrıca bazı
sorumlulukları da vardır.
Ebeveynine ihsanda bulunmak, eş ve
evlatlarının nafakasını temin etmek, fakir ve mağdur
kardeşlerine ve akrabasına ihsanda bulunmak, sılai rahmi
korumak, helal malını ve evini muhafaza etmek ve helal yoldan
rızkını temin için çalışmak bir Müslüman üzerine farzdır.
Bunların hepsi de birer kıymettir. Ancak Allah’u Teala,
bazı kıymetleri bu kıymetlerin önüne geçirmiştir. O da;
Allah ve Resulü’nü sevmek ve Allah yolunda cihaddır. Allah
ve Resulü’nü sevmenin anlamı Rasulullah’ın getirdiği
şeriata ittibadır. Şeriata ittiba olmaksızın Allah ve Resulü’nü
sevme iddiası boşuna bir iddia olur. Zira bu sevginin
karşılığı Allah’ın bizden razı olması, bizi
sevmesidir. Buna ulaşmanın yolunun da Rasulullah (SAV)in
getirdiğine ittiba etmek olduğunu da Allah’u Teala şöyle
bildirdi;
De ki; Eğer Allah’ı seviyorsanız bana
tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın.” (Ali İmran; 31)
Rasulullah’a ittiba etmenin yani ona tabi
olmanın kapsamında İslam’ı hakim kılmak, İslam’ın
hakimiyetini muhafaza etmek ve aleme taşımak da vardır. Yani
İslam davasını yüklenmek vardır. İslam davasını yüklenmenin
anlamı, İslam’ı hayata hakim kılarak İslami hayatı
başlatacak ve onu aleme davet ve cihad yoluyla taşıyacak olan
Raşidi Hilafet devletini kurmak için sahih bir siyasi kitle
ile çalışmaktır. Bu çalışmanın gerektirdiği yükümlülükleri
yüklenmek demektir. Allah’u Teala bu yükümlülüğü yukarıda
zikredilen anne babaya ihsanda bulunmak, evlat ve eşlerin
nafakasını temin etmek, kardeşleri ve yakın mağdur
akrabayı gözetmek, meşru işini, malını ve evini korumak yükümlülüklerine
ilaveten öncelikli olarak yüklemiştir. Bu öncelik sırasına
riayet etmeyenleri fasık olarak vasfedip Allah’ın emrinin
yani azabının gelmesi ile tehdit etmiştir.
Evet, İslam davetini yüklenmek Allah ve
Resulü’nü sevmek kıymetinin kapsamında olan en üstün kıymettir.
Çünkü Allah ve Resulü’nü sevme, Allah’ın Resulü vasıtası
ile göndermiş olduğu dinine kamilen ittiba etmekle gerçekleşir.
Bu, Allah’ın dinini hayatın ve yeryüzünün tamamına hakim
kılmakla mümkün olur, Bunun şer’i metodu ise Raşidi
Hilafet Devletidir. Hilafet devleti ve Halife varken İslam
davetini yüklenmek yani İslam’ı hakim kılmak işi farzı
kifaye olur. Ancak Hilafet Devleti yokken, Hilafet Devletini
kurmak için şer’i hükümlerle kayıtlı olarak sahih siyasi
bir kitle ile çalışmak bütün Müslümanlar için farzı
ayın olur, çünkü farzı kifaye, yeterlilik hasıl olasıya
kadar farzı ayın hükmündedir.
Şu halde İslam davetini yüklenmek farzı,
kıymeti yukarıda zikredilen Tevbe; 19-20, 24 Ayetlerinde geçen
şu farzlardan ve menduplardan öncelikli farzdır.
1- Anne babaya ihsanda bulunmak,
2- Çocukların ve eşlerinin maişetini
temin etmek,
3- Kardeşlerine ve akrabalarına ihsanda
bulunmak,
4- Meşru olan iş ve ticareti muhafaza
etmek.
5- Meşru yolla elde edilmiş
meskenlerini, malını muhafaza etmek.
6- Hacılara su dağıtmak (mendup),
7- Mescidi Haram’ı ve mescidleri tamir
ve inşa etmek (mendup).
Bu çerçeveden bakıldığında şu görülmektedir;
1- Bir Müslüman amellerinin kıymetini
kendisi tayin edemez. Kendi aklınca, şu iyidir kötüdür,
güzeldir çirkindir, hayırdır, şerdir diyemez. Onu tayin
eden Resulü vasıtasıyla göndermiş olduğu şeriatı ile
Allah’u Teala’dır. Onun için haram olan bir işte bir çok
bireysel ya da toplumsal menfaat olduğu görülse bile bir
Müslüman o işe bir değer veremez ve onu yapamaz.
2- Bir Müslüman, kıymetlerin
derecelendirmesini de kendisi yapamaz. Onu da Allah’u Teala
tayin etmiştir. Mendubu farzın önüne geçiremez. Farzı
kifayeyi farzı aynın önüne geçiremez. Farzı ayn olan iki
husus çatışırsa onda önceliği de kendisi tayin edemez.
Allah’u Teala, hangisini daha efdal ve öncelikli olarak
göstermiş ise onu yapar. Onun tercih alanı ancak mubah olan
hususlardadır. O alandaki tercihini de onlarda gördüğü
yararlar açısından yapar. Mubahların dışında kalan
hususlarda, zamana mekana, kolaylığa zora, faydaya zarara
bakarak amellerinde derecelendirme yapıp o derecelendirmeye göre
tercih yapma hakkına sahip değildir, Buna göre bir Müslüman
şunları diyemez;
a-) Her ne kadar İslami hayatı
hakim kılmak için çalışmak gerekirse de, Allah’ı razı
etmek için mutlaka o çalışmayı yapmak gerekmez. Ahlaklı
olur, ibadetleri yapar, Kuran, hadis, tefsir okur okutur.
İlimle meşgul olur ve yaparsan, okullar, yurtlar, hayır
cemiyetleri, vakıflar açarsan da Allah’ı razı etmiş
olursun. Bugünkü şartlarda efdal olan da budur diyemez. Böylesi
bir tercih hakkı şer’an yoktur. Böylesi tercihler yaparak
öncelikli farz olan İslam’ı hayata hakim kılmanın kaçınılmaz
meşru yolu olan Hilafet Devletini kurmak için çalışmaktan
geri durmak kişiyi Allah katında fasık kılar.
b-) Her ne kadar İslam davetini yüklenmekte
Rasulullah’ın siretine ve takip ettiği metoduna tabi
olunması gerekse de bugünkü şartlarda, daha kolay ve
rizikosu az olduğu için demokratik platformda kalarak
mücadele etmek daha efdaldır, daha iyidir diyemez. Böyle düşünerek
hareket ederse Allah katında fasık konumuna düşer.
c-) Her ne kadar İslam davasını yüklenmek
farz olsa da, ben çoluk çocuğumun geçimini temin etmek için
çalışmak zorundayım, o da farzdır. Onun için ben İslam
davasını yüklenmeyip öbür farzı yükleneceğim diyemez. Böyle
düşünerek hareket ederse fasık olur. Zira Allah’u Teala
İslam davasını yüklenmeyi o yükümlülüğe ilaveten ve
öncelikli olarak yüklemiştir...
d-) İslam davasını yüklenmeme
annem ve babam razı olmuyor. Onlara karşı ihsanda bulunmam
yani onları incitmeden hürmet ve şefkatle muamelede bulunmam
da bir farzdır. Onu niçin ben İslam davasını yüklenmiyorum.
Nitekim Rasulullah (SAV)’e bazı kişiler cihad yapmak için
geldiklerinde, Resul (SAV) anne ve babadan izin alıp
almadıklarını sordu. İzin almadım dediklerinde, onlara
gidip izin istemelerini, izin verirlerse savaşmalarını
vermezlerse onların yanında kalıp onlara iyilikle muamele
etmelerini emretmiştir. Böyle diyerek İslam davasını yüklenmezse
Allah katında fasık olur. Zira o delil, vakıaya mutabık
değildir. Çünkü o ve benzeri hadiste bahsi geçen cihad,
kifayenin, yeterliliğin hasıl olduğu farzı kifaye olan
cihaddır. Yeterliliğin hasıl olduğu farzı kifayeyi yapmak
ise sevabı olan mendup bir iştir. O hadislerde, bahis edilen
şahıslar ise, çoluk çocuğun maişetini temin etmek ve
ebeveyne ihsanda bulunmak farzı ayn yükümlülüklerine, katılmaları
kendileri için mendup olan cihadı tercih etmek istemişlerdir.
Rasulullah (SAV) de buna izin vermemiştir. İşte böylesi
nasslardan şu şer’i kaide çıkmıştır. “Farzı ayn
ile yeterliliği hasıl olan farzı kifaye çatışırsa farzı
kifaye terk edilir, farzı ayn ile amel edilir.”
Fakat, cihad için yeterlilik hasıl
olmamış ya da Halife cihada katılmayı kendisinden talep
etmiş ise, o durumda bir Müslüman’ın çoluk çocuğunun
maişetini temin etmek farzını, ya da anne babaya ihsanda
bulunmak farzını o cihad farzına tercih etme hakkı yoktur.
Zira öyle yaparsa fasık konumuna düşer ve Allah’ın
azabına müstahak olur. Nitekim Tebük seferinde Rasulullah
herkesin cihada katılmasını talep ettiğinde, maişet gerekçeleri
ile cihaddan geri kalan kişileri cezalandırdı. Buna delalet
eden ayeti kerimeler de şunlardır;
“Ey iman edenler! Size ne oldu
ki, Allah yolunda savaşa çıkın! denildiği zaman yere çakılıp
kalıyorsunuz? Ahiret (hayatına) dünya hayatını tercih mi
ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında
pek azdır. Eğer siz, (size emrolunan bu savaşa) çıkmazsanız,
(Allah) sizi pek acıklı bir azap ile cezalandıracaktır.” (Tevbe;
38-39)
“(Ey müminler!) gerek hafif, gerek ağır
olarak hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla ve
canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer anlıyorsanız bu
sizin için daha hayırlıdır.” (Tevbe; 41)
Nitekim Allah Rasulü’nün bu ayetlerle
savaşa çıkmayı talep etmesine rağmen o savaşta; güz
mevsimidir, işlerimiz aksar, hem de bu sefer, çok sıcak bir
ayda çok uzun bir mesafede ve çok maddi imkansızlıklar içinde
olacak, biz daha önce de nasıl olsa savaşlara katılmıştık
diyerek geri kalanlar Tevbe, 118 de de işaret edildiği gibi 50
gün kendileri ile konuşmama ve toplumdan tecrid edilme cezası
ile cezalandırılmışlardır.
İşte bu nasslardan da “İki farzı ayn
çatıştığı zaman evla ve öncelikli olanı tercih edilir”
şer’i kaidesi çıkartılmıştır. Hem bu şer’i kaide
gereğince hem de Tevbe; 24 gereğince bir kimse geçim, maişet
temini, anne babaya ihsanda bulunmak yükümlülüklerini bahane
ve mazeret göstererek İslam davasını yüklenmekten ve bu
yüklenmenin gereği olarak kendisinden yapılmasının
istenildiği işleri yapmaktan geri durması caiz değildir.
Aksi halde Allah katında fasık konumuna düşer.
İşte, malların, evlatların, eşlerin
kişiye düşman ve fitne olmaları da burada başlar, Yani
Allah’u Teala'nın belirlemiş olduğu kıymet
derecelendirmesine riayetsizlikle onları Allah’ın öncelikli
kıldığı kıymetlerin önüne geçirmekle, onları tercih
etmekle bu fitneye düşmekten şöyle sakındırmıştır;
“Ey iman edenler! Eşlerinizden
ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan
sakının.” (Tegabün; 14)
“Doğrusu, mallarınız ve çocuklarınız
sizin için bir fitnedir. Büyük mükafat ise Allah yanındadır,”
(Tegabün; 15)
“And olsun ki, mallarınız ve canlarınız
konusunda imtihana çekileceksiniz. Eğer sabreder ve takva gösterirseniz
(şer’i hükümlere bağlanırsanız) muhakkak ki bu işlerin
en değerlisidir.”(Ali İmran;186)
Şu halde Müslüman işaret edilen fitnelere
düşerek İslam davasını yüklenmekten geri durmaktan sakınmalıdır.
Zira İslam davasını yüklenmek Allah katında işlerin en
değerlisidir.
İslam davasını yüklenirken şu da iyi
bilinmeli ve hatırdan çıkarılmamalıdır ki bir farzın
yerine getirilmesi o farz ile ilgili tüm detay işleri de
kapsar. O farzın yerine getirilmesi ile ilgili her detay iş o
farzın önemi kadar önemlidir, O işi ihmal etmek kişiyi günahkar
kılar. Bu da “Bir farzı yerine getirmek için gerekli işler
de farzdır” şer’i kaidesi kapsamındadır.
Mesela, Allah yolunda cihad farzını yerine
getirmek için cepheye çıkan bir Müslüman için o savaş
esnasında yapılması gereken her işi yapması farz olur. O
işlerden birisini ihmal ederse veya düşmana ateş etmez ise günahkar
olur, Genel olarak cihada çıkmış olması, cihadla ilgili
detay işleri yapmamaktan doğan günahı ondan kaldırmaz.
Çünkü o detay işler aslında cihad farzı kapsamında birer
farzdırlar.
Aynı şekilde İslam davasını genel olarak
yüklenen kimse, bu davanın yüklenilmesi ile ilgili detay işlerin
hepsinin de aynı derecede önemli ve İslam davasını yüklenmek
farziyetinin kapsamında işler yani farzlar olduğunu
bilmelidir.
Şu da bilinmeli ki Allah’u Teala bir
farzın kapsamındaki her detay işe önem vermiş ve yerine
getirilmesi durumunda katından sevap vaad etmiştir. İşte
buna delalet eden bir ayeti kerime;
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun (şer’i
hükümlere sarılın) ve sadıklarla beraber olun. Medine
halkına ve onların çevresinde bulunan bedevi Araplara
Allah’ın Resulü’nden geri kalmaları ve onun canından
önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz. Şöyle ki;
Allah yolunda onlara bir susuzluk, bir yorgunluk ve bir açlığın
erişmesi, kafirleri öfkelendirecek bir yere ayak basmaları ve
düşmana karşı başarı kazanmaları, ancak bunların
karşılığında kendilerine salih bir amel yazılması içindir.
Çünkü Allah, ihsanla iş (güzel, kamil iş) yapanların mükafatını
zayi etmez. Allah’ın onları yapmakta olduklarının en güzeli
ile mükafatlandırması için küçük, büyük yaptıkları
her masraf ve geçtikleri her vadi mutlaka onların lehine
yazılır.” (Tevbe; 119-121)
Görüldüğü gibi Allah’u Teala cihad ile
ilgili detay işlere değinerek her birisine bir kıymet veriyor
ve sevap vaad ediyor. Bu diğer farzlarda da öyledir. O halde
Müslümanlar olarak İslam davasını yüklenirken onunla
ilgili detay işleri önemseyerek kendimizi o sevaplardan mahrum
etmeyelim. Ayrıca bilelim ki sadece sevaptan mahrum kalmayız
aynı zamanda bir farzı yerine getirmemekten dolayı günaha da
gireriz Allah korusun.
Hülasatan deriz ki, amellerimize Rabbımızın
belirlemiş olduğu kıymetler ve kıymet derecelendirmesine göre
bir çeki düzen verelim ki Onun rızasına nail olalım. Bu
çerçevede aziz İslam davasını, Rabbımızın ona yüklediği
kıymet derecesini göz önünde bulundurarak içtenlikle
yüklenelim ve onunla ilgili büyük küçük her işi ihsan ile
yaparak ve bu yolda sabır ve sebat ile yürüyerek Rabbımızın
bize vaad ettiği af ve mağfiretine, dünya ve ahirette yardımına
müstahak olalım. Rabbımızın şu kavlı celiline de kulak
verelim.
“Salih amel işleyerek (insanları) Allah’a
(Allah’a kulluğu) davet eden ve ben Müslümanlardanım diyen
kimseden daha güzel sözlü kim vardır.” (Fussilet; 33)
”İhsan ile iş yapın (bir işi tam
noksansız, güzel dürüstçe yapın). Allah ihsan ile iş
yapanları sever.” (Bakara-95)
“De ki; Çalışın, amellerinizi Allah da
Resulü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve
görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size
yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (Tevbe; 105)
|