(Geçen sayının devamı)...
Evet mucizeyle varılmak istenen nokta, Allah’a
iman edilmesi ve Allah’ın Şerîatın anlama hususunda Nebi’ye
itaat edilmesidir. Rabbımız buyuruyor ki:
“Ve dediler ki; Bizi sihirlemek için ne
mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.” (A’raf:
136)
“Onlar ayetleri (mucizeleri) görseler
yine de iman etmezler.” (A’raf: 146)
Ayetlerden de anlaşılacağı üzere, mucize
ile kastedilen, imanın vukuu bulmasıdır. O halde iman etmiş
şu ümmete bazı kişilerin, tabiat üstü bir takım acaib
halleri göstermeleri de ne oluyor?! Yoksa bunlar inançsız
insanlar da onun için mi harikulade şeyler yapıyorlar?!
Peygamberler, insanların iman etmeleri için sadece Allah’ın
izniyle bunları yapıyorlardı.(30) Peki söz konusu bu
kişiler acaba kimin izniyle ve hangi maksatlar için yapmaktadırlar?!
Oysa tabiata cereyan eden kanunları Allah,
sadece Nebileri için durdurur ve bununla da “Ey insanlar,
aranızda dolaşıp duran ve sizlere benim ayetlerimi okuyan bu
insana inanın. O, hakikaten benim sizlere gönderdiğim Rasulümdür,
bu hususta onun doğruluğuna iman etmeniz için bakın sizlere
karşısında aynısını yapmaktan aciz olduğunuz mucizeler göndermekteyim”
hakikatını gözetir.
Peygamberin diğer insanlardan ayırt edilen
yanı, onun Allah’ın elçisi olduğuna en büyük delil,
tabii kanunlara ters ve bu tabii kanunlarla izah edilmesi
mümkün olmayan fevkalade haller göstermeleridir. Son Nebi Hz.
Muhammed (SAV) Efendimizle de bu haller bitmiştir.(31) Böylece
tabiata ters olan hadiselerin vukuu bulması artık yoktur. Bu
haller bazı kişilerin kendilerinden menkul safsataların ilim
irfan adına edeceği hiç bir hakikatı yoktur.
Adı üzerinde mucize; Allah’ın
Peygamberleri elinde meydana getirdiği tabiat kanunlarına ters
ve diğer insanların aynını yapmaktan onları aciz bırakan
fevkalade hallerdir.(32) Evet, mucize, aciz bırakan
şeydir. Diğer insanları aynını yapmaktan aciz bırakan bir
hakikattir. Eğer aynını yapabiliyorlarsa, Nebilerin
getirdikleri bu şeyler mucize değildir. Çünkü aciz bırakmıyormuş.
Başkalarının da yapabildiğini yapan kişi peygamber
olabiliyorsa, diğer yapanlar da peygamberdirler. Oysa artık nübüvvet
bitmiştir. Nitekim Hz. Peygamber Efendimizin yiyeceği çoğaltması
gibi bir mucizeyi yapan sözde evliyalar vardır. Hz. Peygamber
Efendimiz buyuruyor ki: “İnsanların en hayırlıları benim
ashabım, sonra onları takip eden topluluk ve sonra onları
takip edenlerdir.” (34)
Evet ashab, Nebi’den sonra yeryüzünde en
hayırlı topluluktur. Öyle ki Yüce Allah (c.c) onları daha dünyada
iken hepsini cennetle müjdelemiştir:
“Allah, hepsine de en güzel olanı
(cenneti) vaadetmiştir." (Hadid: 10)
İşte Allah’ın faziletine şahitlik
ettiği bu sahabi, oruca başlamak için görüntüyü
engelleyen bulut gibi şeylerden kurtularak ayı görmeye çalışırken,
şeyhler gökyüzündeki seyri süluklarından neredeyse yeryüzüne
inmeyecekler.!
Allah Rasulü, faziletli ashabına; “Ayı gördüğünüz
zaman oruca başlayın, tekrar gördüğünüz zaman bayram
edin.”(36) diye buyururken, “Eğer hava kapalı olur
da göremezseniz otuza tamamlayın.”(37) diye
ekliyordu.
Eğer tabii kanunlara zıt olan şeyleri
yapmak, Peygamberden başkaları için de mümkün olsaydı “seyri
süluk yapın ve aya bakın” derdi. Fakat ne yazık ki dinde
yeri olmayan Hint, Yunan düşüncesi iddiasıyla ortaya çıkan
bazı sofistler, bitmek bilmeyen seyri süluklarından
bahsetmekte ve bunlarla da Müslümanların akıllarını ve gönüllerini
ifsat etmektedirler.
Nitekim ölüyü diriltenler(38), az
zamanda Peygamber Efendimizin Miracı gibi mesafe kat edenler,
taştan su çıkartanlar, dağı ortadan kaldıranlar, aynı
anda bir kaç yerde görünenler, su üstünde yürüyüp
kalpleri keşfedenler vs. Bütün bunlar İslâm’da olmayıp
batıl dinlerin kültürlerinden, inançlarından örneklerdir.
İşte bu inanışlar, bazı kimselerin evliya adı altında
ilahlaştırmaya götürmüştür. Bundan sonra da şeyhlerini
ilah yerine koyan sözler sarf etmektedirler. Bir örnek:
“Bilirem âliRasulün ya Rufaî cedbeced,
Bendei biçarenem geldim kapına yedbeyed,
Yâ müridi lâ tehaf dedin oldu bize senet,
Elmedet pirim efendim yâ Rufaî elmedet.”
Maalesef toplumda daha bunun gibi kitaplara sığmayacak
sırf şirk olan bir çok sözler, inanışlar vardır.
Oysa Kur’an’da Allah Zülcelâl,
Sünnetinden bahsetmektedir. Allah’ın Sünnetinde bir değişme
veya bir halden başka bir hale dönüşme de olmayacaktır.(39)
Sünnetullah sadece bir manaya gelmemektedir. Sünnetullah’ın
bir manası da, alemin nizamında görmekte olduğumuz tabii
kanunlardır.(40)
Şayet peygamberlerin dışında diğer
insanlar da tabii kanunlara aykırı harikulade haller
yapacaksa, Allah (c.c) (haşa) ayetinde yanıldı mı? Bu
hususta sadece Peygamber istisna edilmiştir. Tıpkı Sünnetullah’ın
şu manasında da istisna olduğu gibi: Azab etmeye gerekli
şartlar hasıl olduğu zaman, Allah azabı indiriyordu önceki
ümmetlere. Fakat Hz. Peygamber Efendimizin duasıyla, ümmeti
Muhammed'in azabı kıyamete kadar tehir edildi.(41)
Fıtrî kanunlara mugayir, fevkalade haller
Nebilere hastır. Günümüzdeki gibi bu haller, keramet
kelimesi altında iddia eden yüzlerce şeyh türü insanlar
yapsaydı, artık imtihanın esprisi ortadan kalkmış
olacaktı.
O halde kerametin aslı nedir? Nedir keramet?
Bu soruya inşaallah Kur’an ve Sünnet’ten cevap vereceğiz.
İncelediğimizde, Kur’an’ı Sünnet’ten, Sünnet’i de
Kur’an’dan ayrı tutmayacağız. Zira Sünnet, Kur’an’ı
açıklıyor olması açısından Kur’an’dan, Kur’an’da
Sünnet bütünlüğü içerisinde anlaşılır olduğu için
Sünnet’ten ayrı kalamaz. Her ikisi de vahiydir.
Cevaba geçmeden önce, halkın anladığı
manada keramet denilip de delil olarak sunulması muhtemel bazı
halleri izah edelim. Daha sonra da kerametin asıl vakıasını
izah edelim:
Bazı insanlar gaybı bildiklerini iddia
etmektedirler. Örneğin, kalpte geçen duygu ve düşünceler
gaybtır. Bu yüzden Peygamber Efendimiz “Biz zahire göre
hükmederiz” diye buyurmuş ve kalpte geçeni bilemeyeceğini
ifade etmiştir. Bunun Şerîatın esprisine uymayacağından
bahisle sözü uzatmadan ayet ve hadisleri arzedelim:
“Allah kirlenmesini temizden ayırt
etmeksizin mü’minleri bulunduğunuz halde bırakacak
değildir. Bununla beraber Allah size gaybı da bildirecek
değildir. Fakat Allah, Rasullerinden dilediğini ayırt eder.”
(Ali İmran: 179)
“Allah gaybı bilendir. O gaybını kimseye
bildirecek değildir. Ancak dilediği peygamber hariç.” (Cin:
26-27)
Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Sen
kalbinde olanı bilemezsin.” (44)
Bir sahabenin “ben iman ettim”
diyen birisini “ölümden kurtulmak için yaptı” diyerek
öldürdüğü Allah Rasulüne ulaşınca, Nebî (SAV) kızarak
ona şöyle dedi: “Sen onun kalbini mi yardın da bunu bildin.
Hayır siz hidayetin lambaları olan kalpleri bilecek
değilsiniz.” (45)
Yine Efendimiz şöyle buyuruyor: “Ben
insanların kalplerini araştırmakla görevlendirilmedim.” (46)
Önceki ümmetlerde Allah’ın emrini
uygulayacak meleklerin aralarındaki konuşmayı kulak
hırsızlığıyla çalıp insanlara getiren cinlerin
haberlerini insanlara ulaştıran kimselere ve artık bunları
Allah’ın yasaklamasına işaret ederek Peygamber Efendimiz şöyle
buyuruyor: “Sizden önce Beni İsrail içinde öyle adamlar
vardı ki onlara (meleklerden kulak hırsızlığı yapan cinler
vasıtasıyla) bir şeyler söylenirdi. Bunlar peygamber de değildi.
Benim ümmetimde onlardan biri olsaydı şayet, Ömer olurdu.”
(47)
Evet olsaydı şayet Ömer olurdu. Cinlerin
kulak hırsızlığıyla haberle getirmesini de Allah (c.c)
yasaklamış(48) ve gaybın öğrenilmesine imkân veren
herhangi bir vasıta da vermemiştir. İşte Allah Zülcelâlin
bu değişmez hükmünü Rasulü Hz. Muhammed (SAV) bize şöyle
bildiriyor: “Kim ki sana gaybı bildiğini söylerse, o yalan
söylemiştir.” (Buhari, Tevhit, 4)
Yahudi mezhebi olan Kabalizmin iddia ettiği
ve İslâm’da hiç bir yeri olmayan “cefr” veya
(Türkiye’de meşhur olan adıyla) “cifr” de böyledir.(49)
Bunun gibi peygamberlerin mucizeleri
cinsinden olup da tabiata aykırı olan şeylerin hepsi, Nebiler
dışında hiç bir kimse için caiz değildir. Melek ve cinler
beşer türünden olmadıkları için onların kabiliyetleri
doğal ve tabiidir.
DİP NOTLAR :
(30) - Gafir, 78
(31) - Ahzab, 40
(32) - Mu’cemul Vasid
(34) - Buhari (terc), c.1, sf.24 (mütevatir)
(36) - Buhari ile Müslim Hüreyre’den,
yine Buhari, İbni
Ömer’den, Müslim, Nesai ve İbni Mace
başka bir lafızla yine İbni Ömer’den rivayet etmişlerdir.
Ahmet ile Nesai Abdurrahman b. Zeyd b. Hattab’tan, Ahmet,
Nesai ve Tirmizi aynı manada bir hadisi sahih diyerek İbni
Abbas’tan rivayet etmişlerdir. Başkalarından da bu hadis
rivayet edilmiştir. Neylül Evtar, IV, 188-192 (İslâm Fıkhı
Ansiklopedisi, V, Zuhayli, c.3, sf.135)
(37) - aynı yer..
(38) - Örneğin Abdulkadirin, ölüleri
ve yediği tavuğu
diriltmesi.
(39) - Fatır, 43
(40) - Riyazüs Salihin, c.1, sf.2
(41) - Yunus, 19, Ta Ha, 129
(44) - İbni Mace, Fitne, 1
(45) - İbni Mace, Fitne, 16
(46) - Müslim, Zekat, 144, İbni Ahmed,
3-4, Buhar, Megazi,
61,40
(47) - Tecridi Sarih, c.9, sf.351, Hadis
No 1496
(48) - Saffat Suresi’nin ilk ayetleri
ve Cin Suresi, 8-12
(49) - Bazı kişilerce, Müslümanların
akıllarını ifsat edip kendilerinin yüceliğine insanları
inandırmak için Kur’an üzerinde uyguladıkları bu cifrin,
İslâm’da yeri olmayıp Yahudi ürünü olduğunu, biz mütevazı
bir incelememizde araştırıp incelemiş, bir çok kaynağın
dilinden bu gerçeği ispatlamıştık.
|