Bir Bakanlar Kurulu Toplantısı:
“Tasarruf kararnamesi çıkaralım”
“Yüksek faizli hazine bonoları satalım”
“Kayıt dışı ekonomiyi vergilendirelim”
“Özelleştirme evet bence kurtuluş
özelleştirme”
“Bir de IMF’ye danışsak”
“Devalüasyon...”
Aynı sıralarda da mahalle kahvesinde:
“Bunların hepsi aynı abi, hepsi hırsız”
“Bir sınav açılsa da devlet kapısına
kapağı atsak”
“Benzine yine zam gelmiş”
“Bu iş düzelmez...”
Yönetenler halkın sorunlarını çözmek
için (!) halksa geçinebilmek için gecesini gündüzüne katmış
çalışıyor. Halkın yaptığı biraz daha masum.
Diğerleriyle deve kuşu başları kumun içinde.
Adam Smith ile başlayan liberalizm, nice düşünürlerin
saçlarını beyazlattı da, halen insanlık için bir çıkış
yolu, bir formül üretemedi. Malthus, Keynes tarih sayfalarında
birer satır olarak kaldılar.
Liberal öğretinin babaları çözüm
konusunda çaresiz kaldıklarına göre bizim çocukların bu
işi becerebileceklerine dair pek umudumuz olmasa gerek.
Problem :
Anlatılır ki İskenderdoğu seferine çıktığında
kendisine o güne kadar hiç kimsenin çözemediği bir düğüm
gösterilerek çözmesi istenir. İskender düğüme şöyle bir
baktıktan sonra, kılıcını çıkararak kesin çözümü
ortaya koyar.
O güne kadar hiç kimsenin akledemediği yöntemi
oyunun kuralları dışına çıkan İskender akletmişti :
“Dünyanın gördüğü en büyük
felaketlerin başında kapitalizm gelir. İnsanları
canavarlaştırıp birbirlerinin üzerine salan bu ideoloji,
insanlık tarihine yaman bir kördüğüm atmıştır. Bu öyle
bir kördüğüm ki içine giren bir daha dışarıya çıkamamaktadır.
Zira hiç kimse çözümü problemin başladığı noktada
aramamaktadır. Düğümler birbiri ardınca sıralanmaktadır.
İşsizlik, enflasyon, açlık, hayvancılıkta yaşanan kriz...”
Problemin tarihî gelişimi:
Liberalizmin temeli Markantalizme kadar
uzanmaktadır. Markantalistler ekonominin itici gücü olarak
altın ve paranın birikimini görmüşlerdir. Ancak bu birikim
bir müddet sonra savaşlara yol açmış, Krallıklarda sefalet
başgöstermiştir.
Daha sonra gelen Fizyokratlar ise; tarımı
ve doğayı (hammaddeleri) söylemlerinin esası kılarak
ekonomiyi rahata kavuşturma gayreti içine girmişlerdir.
Fizokratlar liberalizmin geçmiş noktasını
oluşturmaktadırlar. Adam Smith, Malthus, Ricardo gibi düşünürler,
Fizyokrasiyi sistematik hale getirerek üretim faktörlerini
incelemişlerdir. Onlara göre asıl problem kıt kaynaklardır
(relatif az bulunurluk). Öyleyse üretim faktörleri yani emek,
sermaye, rant ve teşebbüsün verimliliği üzerinde durulmalıdır.
Liberal düşüncenin temelinde üç felsefe vardır:
1-Homo Economicus (iktisadî insan),
2-Laissez Fair, Laissez Passer (bırakınız
yapsınlar, bırakınız geçsinler),
3-Ordra Naturel (doğal düzen)
Homo Ekonomicus felsefesine göre insanların
tüm davranışları bir ekonomik temele oturmaktadır.
İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamak için ellerinde mevcut
bulunan güç kaynaklarını kendilerini en fazla tatmin verecek
şekilde kullanırlar.
Laissez Fair, Laissez Passer felsefesine göre
kişiler, müessese ve kuruluşlar toplumun dini, ahlâkı,
geleneksel, töre ve kanunları çerçevesinde kalmak kaydıyla
dilediği malı veya hizmeti, dilediği yer ve zamanda,
dilediği fiyattan, dilediği kişiden alma ve satma hürriyetine
sahiptir. Fertlerin her türlü ekonomik faaliyetine dışardan
müdahale edilmemelidir.
Ordre Naturele göre iktisadî faaliyetlerin
akışı, ekonomi dışı bir müdahaleye gerek kalmadan kendi
kendisine düzenleyebilecek bir yapıdadır.
Eleştirel Bakış:
1- Felsefe yani Homo Ekonomicus
incelendiği takdirde; insan davranışlarının saikine çok kısır
bir bakış açısı ile yaklaşıldığı göze çarpmaktadır.
İnsanın tüm davranışlarının ekonomik bir temele
oturtulması Liberal sistem içinde insanı insanın kurdu
yapmaktadır. Ancak insanî davranışlar incelendiği takdirde
saiklerin üç çeşit olduğu tespit edilir. Yani insanoğlu dört
kıymet için hareket geçer: 1-Ruhî kıymetler, 2-Ahlâkî
kıymetler, 3-Maddî kıymetler, 4-İnsanî kıymetler.
Ruhî kıymetler, yaratıcı ile kul arasındaki ilişkilerdir.
Kişinin dinsel inançları gereği yaptığı
davranışlarını ekonomik bir temele oturtamayız. Kişinin
kiliseye gitmesi, Noel’de kutlamalar düzenlemesi ekonomik
saiklerin etkisi ile olmamaktadır.
İnsan toplumsal bir varlıktır. Bu nedenle
toplumda var olan değerler davranışlarının
belirleyicisidir. Moral değerler bilinç altına yerleşmiş ve
otomatikleşmişlerdir. Çoğu zaman neden yapıldığı düşünülmez.
Fransızların çok sevdiği salyangoz kızartmasını hiç bir
doğulu yemez. Bu hareketin temeli, salyangozun pahalı olması
değil kültürel yapıdır. Öyleyse insan ekonomik bir varlık
olmadan öte toplumsal bir varlıktır. Günümüzdeki toplumsal
kirliliğin nedenini bu felsefede bulabiliriz...
2-“Bırakınız yapsınlar,
Bırakınız geçsinler” felsefesine göre insan teşebbüslerinde
özgür olmalıdır. Ancak insanı ekonomik bir varlık haline
getirdiğinde, hiç bir değeri dikkate almayan yalnızca maddî
kazancı hedef edinen bir yapının da önü açılmaktadır.
Ekonomik insan felsefesiyle insanın herhangi bir ahlâkî değerle
hareket etmeyeceğini ileri süren liberalizm, serbest teşebbüsün
ahlâkî bir takım ilkelere bağlı kalarak ilerleyeceğini söylemekle
büyük bir çelişkinin içine düşmektedir. Liberal sistem
de etik temel yoktur.
3- Felsefî doğal düzen ise, insanın
teslimiyetini artırmak amaçlıdır. Zira doğal yani kendinden
olan hiç bir şey yok edilemez. Örneğin insanın saçının
uzaması doğal bir olaydır ve insan bunun önüne geçemez. Bu
bir belirlenmişlik olarak dışardan verilmiştir. Öyleyse ona
karşı mücadele etmek de anlamsızdır. İşte liberal
ekonomik sistem, kapitalizmde doğal bir belirlenmişlik
olduğuna göre onunla herhangi bir mücadeleye girmek anlamsızdır.
Doğal bir kabul gereklidir. Sistem kendi kendine devinim
halindedir, dışarıdan insanî düzenlemeler önüne
geçirilmemelidir. Bu emri vakî ile yeni sistem arayışları
boş uğraşlardır. Ancak doğala belirlenmişliklerin
değişmeyen yapısını ekonomik hayata yansıtmak beŞerî emeğin
göz ardı edilmesi, bu da insan gerçekliğinin yok
edilmesidir. Burada insan, özne olmaktan çıkıp nesne
konumuna geçmektedir.
İşte bu felsefelerle oluşturulan
liberalizm, toplumun ekonomik probleminin üretim olduğu
iddiasındadır. Zira malların ve hizmetlerin relatif az
bulunurluluğu problemi vardır. İnsanların ihtiyaçları
durmadan artmakta, bunun yanında ihtiyaçları tatmin
vesileleri azalmaktadır.
Nüfus planlaması gibi konularda aslında
üretimle ilgilidir. Zira dünyadaki kaynakların yetmezliği
iddiası vardır. Ancak bu geçersiz bir iddiadır.
Araştırmalar ortaya koymuştur ki, dünyanın şu andaki
üretimi 30 milyar insanı besleyebilecek düzeydedir. Bu
rakamlar BM gıda masasının Londra’da yayınlanan El-Hayat
gazetesine yaptığı açıklamalardan alınmıştır. Öyleyse
dünyanın üretim kapasitesi yeterlidir. Yani kapitalizmin kıt
kaynaklar yaklaşımı sahtekârlıktır.
Yine BM açıklamalarına göre şu anda dünya
üzerinde tarıma müsait alanların sadece %11 ekilmektedir,
%89 atıl konumda bekletilmektedir.
Niçin 1.1 milyar insan günde 1 Dolar gibi
bir gelirle hayatını sürdürme çabasındadır.?
Niçin dünya servetinin %83'ü, %20’lik
bir kesimin elindedir.?
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki;
problem, üretim problemi değildir. Ekonomik kalkınmanın
yolu, üretimin artırılmasından geçmemektedir. Üretimin
artması ancak servetin birikmesi sonucunu doğurmaktadır.
Eğer bugün mevcut üretimle 30 milyar insan beslenebilecekken
7.5 milyar insan beslenemiyorsa bu problemin üretimle ilgili
olmadığı sonucunu doğurmaktadır. PROBLEM DAĞITIMDIR.
Çözüm dağıtımın adaleti:
Liberalizmi esas alarak yapılan tüm kalkınma
modelleri çökmeğe mahkumdur. Liberal ülkelerde gözüken
zenginlikse göz boyayıcı bir zenginliktir. Liberal ülkelerin
halkın yaşam seviyesinden önce kapitalin birikimine yol
açmaktadır. BM’nin verdiği rakamlar adeta bunun bir
itirafıdır. Zenginlik ölçümü her ferdin gelirini değil
ortak geliri ifade eder. Yani A+B+C:3. İşte formülün
ihaneti.
Liberal düşünce mallar ve hizmetlerin
relatif az bulunurluğu prensibi sayesinde yıllardır bu
yanlış istikamette yol almaktadır.
Üretim yeterli olduğuna göre ve zaten
üretim yapmak engellenemeyecek bir insanî faaliyet olduğuna göre
meselenin aslı üretilen ekonomik ürünlerin nasıl
dağıtıldığıdır.
Eğer şu yöneticiler ekonomiyi çözüme
ulaştırma yolu olarak buradan başlarlarsa başarılı
olacaklardır. Dağıtımı esas alan ekonomik sistem ne
sosyalizm ne de kapitalizmdir. O sistem İslâm ekonomik
sistemidir.
İslâm ekonomi sistemine genel bir bakış:
İslâm ekonomik sistemi insan fıtratına en
uygun sistemdir. İslâm iktisat ilmi ile iktisat nizamını
birbirinden ayırarak başlangıçta dakik bir yaklaşım
sergilemektedir. Aynı zamanda sathi bir bakışla olaya
yaklaşmayıp, iktisat ilminin evrensel olduğunu ve bu ilmin
konusunun üretimini artıracak vesileleri geliştirmek
olduğunu ortaya koymuştur. Ancak iktisadî nizam (sistem) bir
akidenin ürünü olduğundan dağıtımla ilgilenir. Servetin
dağıtımının hangi oranda, kime, ne kadar verileceği ile
ilgilenir. Üretimin artması tek tek tüm fertlerin temel
ihtiyaçlarının külli bir şekilde doyurulmasını sağlamaz.
İktisadî problemin, aslında malların ve hizmetlerin relatif
az bulunurluğu olmadığına göre, problemi çözecek olan
iktisadî sistem bununla ilgilenmez. Sistemin ilgi alanı
servete sahip olma, mülkiyete ilişkin tasarruf ve servetin
insanlar arasındaki dağıtımı ile ilgilidir.
Sonuç olarak dünyadaki ekonomik sorunların
çözümü, ancak iskendervari bir tavırla, vakıaya teslim
olmadan ortaya konabilir. Yöneticilerin artık pencerelerini açıp,
kafalarını kumdan çıkarma vakti geldi. Ancak karanlığın
en koyu anı sabahın en yakın olduğu zamandır. Güneşi, gözlerini
kapayarak hiç kimse söndüremez ve güneşe bakmaya cesaret
etmiş yiğitlerin gözlerindeki ışığada.
|