ARAŞTIRMA - İNCELEME

 

 KERAMET ÜZERİNE - 2

M. Bahaddin Yüksel

(Geçen sayının devamı)...

 

Evet mucizeyle varılmak istenen nokta, Allah’a iman edilmesi ve Allah’ın Şerîatın anlama hususunda Nebi’ye itaat edilmesidir. Rabbımız buyuruyor ki:

“Ve dediler ki; Bizi sihirlemek için ne mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.” (A’raf: 136)

“Onlar ayetleri (mucizeleri) görseler yine de iman etmezler.” (A’raf: 146)

Ayetlerden de anlaşılacağı üzere, mucize ile kastedilen, imanın vukuu bulmasıdır. O halde iman etmiş şu ümmete bazı kişilerin, tabiat üstü bir takım acaib halleri göstermeleri de ne oluyor?! Yoksa bunlar inançsız insanlar da onun için mi harikulade şeyler yapıyorlar?! Peygamberler, insanların iman etmeleri için sadece Allah’ın izniyle bunları yapıyorlardı.(30) Peki söz konusu bu kişiler acaba kimin izniyle ve hangi maksatlar için yapmaktadırlar?!

Oysa tabiata cereyan eden kanunları Allah, sadece Nebileri için durdurur ve bununla da “Ey insanlar, aranızda dolaşıp duran ve sizlere benim ayetlerimi okuyan bu insana inanın. O, hakikaten benim sizlere gönderdiğim Rasulümdür, bu hususta onun doğruluğuna iman etmeniz için bakın sizlere karşısında aynısını yapmaktan aciz olduğunuz mucizeler göndermekteyim” hakikatını gözetir.

Peygamberin diğer insanlardan ayırt edilen yanı, onun Allah’ın elçisi olduğuna en büyük delil, tabii kanunlara ters ve bu tabii kanunlarla izah edilmesi mümkün olmayan fevkalade haller göstermeleridir. Son Nebi Hz. Muhammed (SAV) Efendimizle de bu haller bitmiştir.(31) Böylece tabiata ters olan hadiselerin vukuu bulması artık yoktur. Bu haller bazı kişilerin kendilerinden menkul safsataların ilim irfan adına edeceği hiç bir hakikatı yoktur.

Adı üzerinde mucize; Allah’ın Peygamberleri elinde meydana getirdiği tabiat kanunlarına ters ve diğer insanların aynını yapmaktan onları aciz bırakan fevkalade hallerdir.(32) Evet, mucize, aciz bırakan şeydir. Diğer insanları aynını yapmaktan aciz bırakan bir hakikattir. Eğer aynını yapabiliyorlarsa, Nebilerin getirdikleri bu şeyler mucize değildir. Çünkü aciz bırakmıyormuş. Başkalarının da yapabildiğini yapan kişi peygamber olabiliyorsa, diğer yapanlar da peygamberdirler. Oysa artık nübüvvet bitmiştir. Nitekim Hz. Peygamber Efendimizin yiyeceği çoğaltması gibi bir mucizeyi yapan sözde evliyalar vardır. Hz. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “İnsanların en hayırlıları benim ashabım, sonra onları takip eden topluluk ve sonra onları takip edenlerdir.” (34)

Evet ashab, Nebi’den sonra yeryüzünde en hayırlı topluluktur. Öyle ki Yüce Allah (c.c) onları daha dünyada iken hepsini cennetle müjdelemiştir:

“Allah, hepsine de en güzel olanı (cenneti) vaadetmiştir." (Hadid: 10)

İşte Allah’ın faziletine şahitlik ettiği bu sahabi, oruca başlamak için görüntüyü engelleyen bulut gibi şeylerden kurtularak ayı görmeye çalışırken, şeyhler gökyüzündeki seyri süluklarından neredeyse yeryüzüne inmeyecekler.!

Allah Rasulü, faziletli ashabına; “Ayı gördüğünüz zaman oruca başlayın, tekrar gördüğünüz zaman bayram edin.”(36) diye buyururken, “Eğer hava kapalı olur da göremezseniz otuza tamamlayın.”(37) diye ekliyordu.

Eğer tabii kanunlara zıt olan şeyleri yapmak, Peygamberden başkaları için de mümkün olsaydı “seyri süluk yapın ve aya bakın” derdi. Fakat ne yazık ki dinde yeri olmayan Hint, Yunan düşüncesi iddiasıyla ortaya çıkan bazı sofistler, bitmek bilmeyen seyri süluklarından bahsetmekte ve bunlarla da Müslümanların akıllarını ve gönüllerini ifsat etmektedirler.

Nitekim ölüyü diriltenler(38), az zamanda Peygamber Efendimizin Miracı gibi mesafe kat edenler, taştan su çıkartanlar, dağı ortadan kaldıranlar, aynı anda bir kaç yerde görünenler, su üstünde yürüyüp kalpleri keşfedenler vs. Bütün bunlar İslâm’da olmayıp batıl dinlerin kültürlerinden, inançlarından örneklerdir. İşte bu inanışlar, bazı kimselerin evliya adı altında ilahlaştırmaya götürmüştür. Bundan sonra da şeyhlerini ilah yerine koyan sözler sarf etmektedirler. Bir örnek:

“Bilirem âliRasulün ya Rufaî cedbeced,

Bendei biçarenem geldim kapına yedbeyed,

Yâ müridi lâ tehaf dedin oldu bize senet,

Elmedet pirim efendim yâ Rufaî elmedet.”

Maalesef toplumda daha bunun gibi kitaplara sığmayacak sırf şirk olan bir çok sözler, inanışlar vardır.

Oysa Kur’an’da Allah Zülcelâl, Sünnetinden bahsetmektedir. Allah’ın Sünnetinde bir değişme veya bir halden başka bir hale dönüşme de olmayacaktır.(39) Sünnetullah sadece bir manaya gelmemektedir. Sünnetullah’ın bir manası da, alemin nizamında görmekte olduğumuz tabii kanunlardır.(40)

Şayet peygamberlerin dışında diğer insanlar da tabii kanunlara aykırı harikulade haller yapacaksa, Allah (c.c) (haşa) ayetinde yanıldı mı? Bu hususta sadece Peygamber istisna edilmiştir. Tıpkı Sünnetullah’ın şu manasında da istisna olduğu gibi: Azab etmeye gerekli şartlar hasıl olduğu zaman, Allah azabı indiriyordu önceki ümmetlere. Fakat Hz. Peygamber Efendimizin duasıyla, ümmeti Muhammed'in azabı kıyamete kadar tehir edildi.(41)

Fıtrî kanunlara mugayir, fevkalade haller Nebilere hastır. Günümüzdeki gibi bu haller, keramet kelimesi altında iddia eden yüzlerce şeyh türü insanlar yapsaydı, artık imtihanın esprisi ortadan kalkmış olacaktı.

O halde kerametin aslı nedir? Nedir keramet? Bu soruya inşaallah Kur’an ve Sünnet’ten cevap vereceğiz. İncelediğimizde, Kur’an’ı Sünnet’ten, Sünnet’i de Kur’an’dan ayrı tutmayacağız. Zira Sünnet, Kur’an’ı açıklıyor olması açısından Kur’an’dan, Kur’an’da Sünnet bütünlüğü içerisinde anlaşılır olduğu için Sünnet’ten ayrı kalamaz. Her ikisi de vahiydir.

Cevaba geçmeden önce, halkın anladığı manada keramet denilip de delil olarak sunulması muhtemel bazı halleri izah edelim. Daha sonra da kerametin asıl vakıasını izah edelim:

Bazı insanlar gaybı bildiklerini iddia etmektedirler. Örneğin, kalpte geçen duygu ve düşünceler gaybtır. Bu yüzden Peygamber Efendimiz “Biz zahire göre hükmederiz” diye buyurmuş ve kalpte geçeni bilemeyeceğini ifade etmiştir. Bunun Şerîatın esprisine uymayacağından bahisle sözü uzatmadan ayet ve hadisleri arzedelim:

“Allah kirlenmesini temizden ayırt etmeksizin mü’minleri bulunduğunuz halde bırakacak değildir. Bununla beraber Allah size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, Rasullerinden dilediğini ayırt eder.” (Ali İmran: 179)

“Allah gaybı bilendir. O gaybını kimseye bildirecek değildir. Ancak dilediği peygamber hariç.” (Cin: 26-27)

Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Sen kalbinde olanı bilemezsin.” (44)

Bir sahabenin “ben iman ettim” diyen birisini “ölümden kurtulmak için yaptı” diyerek öldürdüğü Allah Rasulüne ulaşınca, Nebî (SAV) kızarak ona şöyle dedi: “Sen onun kalbini mi yardın da bunu bildin. Hayır siz hidayetin lambaları olan kalpleri bilecek değilsiniz.” (45)

Yine Efendimiz şöyle buyuruyor: “Ben insanların kalplerini araştırmakla görevlendirilmedim.” (46)

Önceki ümmetlerde Allah’ın emrini uygulayacak meleklerin aralarındaki konuşmayı kulak hırsızlığıyla çalıp insanlara getiren cinlerin haberlerini insanlara ulaştıran kimselere ve artık bunları Allah’ın yasaklamasına işaret ederek Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Sizden önce Beni İsrail içinde öyle adamlar vardı ki onlara (meleklerden kulak hırsızlığı yapan cinler vasıtasıyla) bir şeyler söylenirdi. Bunlar peygamber de değildi. Benim ümmetimde onlardan biri olsaydı şayet, Ömer olurdu.” (47)

Evet olsaydı şayet Ömer olurdu. Cinlerin kulak hırsızlığıyla haberle getirmesini de Allah (c.c) yasaklamış(48) ve gaybın öğrenilmesine imkân veren herhangi bir vasıta da vermemiştir. İşte Allah Zülcelâlin bu değişmez hükmünü Rasulü Hz. Muhammed (SAV) bize şöyle bildiriyor: “Kim ki sana gaybı bildiğini söylerse, o yalan söylemiştir.” (Buhari, Tevhit, 4)

Yahudi mezhebi olan Kabalizmin iddia ettiği ve İslâm’da hiç bir yeri olmayan “cefr” veya (Türkiye’de meşhur olan adıyla) “cifr” de böyledir.(49)

Bunun gibi peygamberlerin mucizeleri cinsinden olup da tabiata aykırı olan şeylerin hepsi, Nebiler dışında hiç bir kimse için caiz değildir. Melek ve cinler beşer türünden olmadıkları için onların kabiliyetleri doğal ve tabiidir.

 

DİP NOTLAR :

(30) - Gafir, 78

(31) - Ahzab, 40

(32) - Mu’cemul Vasid

(34) - Buhari (terc), c.1, sf.24 (mütevatir)

(36) - Buhari ile Müslim Hüreyre’den, yine Buhari, İbni

Ömer’den, Müslim, Nesai ve İbni Mace başka bir lafızla yine İbni Ömer’den rivayet etmişlerdir. Ahmet ile Nesai Abdurrahman b. Zeyd b. Hattab’tan, Ahmet, Nesai ve Tirmizi aynı manada bir hadisi sahih diyerek İbni Abbas’tan rivayet etmişlerdir. Başkalarından da bu hadis rivayet edilmiştir. Neylül Evtar, IV, 188-192 (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, V, Zuhayli, c.3, sf.135)

(37) - aynı yer..

(38) - Örneğin Abdulkadirin, ölüleri ve yediği tavuğu

diriltmesi.

(39) - Fatır, 43

(40) - Riyazüs Salihin, c.1, sf.2

(41) - Yunus, 19, Ta Ha, 129

(44) - İbni Mace, Fitne, 1

(45) - İbni Mace, Fitne, 16

(46) - Müslim, Zekat, 144, İbni Ahmed, 3-4, Buhar, Megazi,

61,40

(47) - Tecridi Sarih, c.9, sf.351, Hadis No 1496

(48) - Saffat Suresi’nin ilk ayetleri ve Cin Suresi, 8-12

(49) - Bazı kişilerce, Müslümanların akıllarını ifsat edip kendilerinin yüceliğine insanları inandırmak için Kur’an üzerinde uyguladıkları bu cifrin, İslâm’da yeri olmayıp Yahudi ürünü olduğunu, biz mütevazı bir incelememizde araştırıp incelemiş, bir çok kaynağın dilinden bu gerçeği ispatlamıştık. 

 

Sayı 96...1417-ŞEVVAL...1997-ŞUBAT...Yıl-08

Sayfayı Birine Gönder