HABERLER - YORUMLAR

 

LAİKLİĞE DAYALI BATI MEDENİYETİNİN ACI MEYVELERİ 

20-1-’97’de Almanya’da yılda ortalama olarak 15 bin çocuğa tecavüz edildiği bildirilmiştir. Ayrıca çok çocuğun, babaları ve annelerinden ağır işkence gördüğü belirtilmiştir. Bunlardan iki bin çocuk ebeveyni tarafından ocağın üzerine oturtulduğu da açıklanmıştır. Bunun manası ise; bunların çocuklarını nasıl terbiye edeceklerini bilmedikleri gibi, Batı’nın çocukları terbiye ile ilgili fikirlerinin yanlış olduğunu gösterir. Nitekim Batı pedagogları çocukları tam özgürlük verilmesini savunmaktadırlar. Bu nedenle de çocuklar, baba ve annelerini dinlemez olurlar. Hatta okullarda dahi öğretmenlerini dinlemez olurlar. Artık çocuklar herhangi bir kurala uymak istemez. Ancak kanun ve polis gücünden korkar hale geldiler. Bundan dolayı isteyerek ve gönüllü olarak bir kurala uymazlar. Böylelikle ebeveyninden tokat yemezse ve işkence görmezlerse aksi takdirde onlara itaat etmez hale geldiler.

Geçen kasım ayında Belçika’daki skandal herkes tarafından duyulmuştur. Oradaki başbakan yardımcısı ve mahallî idare bakanının çocuklara tecavüz ettikleri ispatlanmıştır. Hatta emniyette üst makamda bulunan bazı sorumlular, çocuklara tecavüz ve Deturu Neuhuti çetesiyle ilgili bilgiyi gizleyip yargıya ulaştırmadıkları ortaya çıkmıştı. Ayrıca bu başbakan yardımcısı, televizyona çıkıp sapık hareketlerini savundu ve bu hareketini anayasanın sağladığı meşru bir hak olduğunu açıklamıştır.

Amerika’da ise, AFP haber ajansının ABD savunma bakanlığında çalışan üst yetkililerden Amerikan ordusunun üç subayın üç sene içerisinde 30 genç kadının askere tecavüz ettiklerini ortaya çıkarttı.

Bunun yanısıra o subayların bulundukları kampta ve o süre içerisinde askerlik yapmış olan 900 ile 1000 genç kadınla ilgili soruşturma açıldığı bildirilmiştir.

Fransa’da ise bir ailenin 9 efradı, kendi çocuklarına ve yeğenlerine tecavüz ettikleri ve buna benzer işler yaptıkları ortaya çıktı. Savcının yardımcısı durumun korkunç boyutunun var olduğunu açıkladı ki 60 yaşındaki büyük annenin bu tecavüz eylemlerine karıştığını açıklamıştır. Bu çocukların sayısı ise 16-23 arasındadır. Ayrıca bu çocukların başka ülkelere dağıtıldığı ve büyük anne ve çocukların tutuklandığını bildirmiştir.

İşte buna benzer Batı dünyasında pek sapık hadiseler meydana gelmektedir. Bunun sebebi ise, laikliğe dayalı olan hadaret ve medeniyettir. İnsanlara hürriyet verildiği ve Allah’ı hayatta tanımadığı ve din ise yalnız vicdanlara havale edildiği için bunlar meydana gelmektedir.

İslâm hadareti ve medeniyeti; Allah’a, kıyamet gününe, Kur’an’a ve Muhammed’in (SAV) peygamberliğine ve Şerîatın her konuya müdahale ettiği ve her şeyin temelinin İslâm Dini olduğu için hayat bambaşka oldu. İslâm’da temel hürriyetler bulunmadığı için Allah’ın emrine, O’nun kulu ve kölesi olma konusu vardır. Bu nedenle İslâm hadareti ve medeniyeti, İslâm Devleti tarihi boyunca hep tatlı meyve vermiştir. Allah’tan korku, ruhanî, ahlâkî, insanî ve ruhla meczedilen maddî değerler topluma egemen idi. Ayrıca İslâm ceza kanunları caydırıcıdır.

KAPİTALİST SİSTEMİN BİR MANZARASI

20-1-’97’de İsviçre’de nüfusun onda birinin fakir olduğu bildirilmiştir. Her on kişiden biri temel ihtiyaçlarını temin edemiyor. Oysa İsviçre çok zengin bir memlekettir. Fakat diğer kapitalist devletler gibi servetleri az bir gurup insanın elinde toplanıyor. %1’i aşırı zengin durumdadır ve fakirlerin dışında olanlar ise dar gelirli kişilerdir. Çünkü kapitalist sistem, servetlerin dağılımını sağlamadığı gibi mülk edinme hürriyetini ikrar ettiği için servetlerin az bir gurup insanın ellerinde birikmesini sağlamaktadır. İslâm ise, servetlerin ümmetin bütün bireylerine dağıtılması ve herkesi zengin yapmayı hedef edinir.

YAHUDİLERİN BAŞKANI NETANYAHU, TÜRKİYE BAŞBAKANINDAN MEMNUN

23-1-’97’de Milliyet Gazetesi, Erbakan’la ilgili görüşünü Netanyahu’ya sorunca şöyle dedi: “Tüm korku ve endişelerimizin aksine bugün Erbakan hükümetinden son derece memnunuz. İki ülke arasındaki ilişkilerin gelecekte tehlikeye gireceğine ilişkin en ufak bir şüphe duymuyoruz. İlişkilerin daha gelişeceğine inanıyorum.”

İsrail’in Erbakan’dan endişelerinin var olduğuna ilişkin soruya da şöyle ekledi: “Önce evet. Ancak zamanla bu endişelerimizin yersiz olduğunu gördük. Sayın Erbakan, başbakan olduktan bir kaç ay sonra Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin istikrarlı bir şekilde yürüdüğüne tanık olduk. Anlaşmalar yürürlükte kaldığı gibi iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da gelişmesine yönelik somut adımlar atıldı. Bugün, daha önce sarf edilen duygusal sözlere değil, sayın Erbakan iş başına gelmesinden bu yana iki ülke arasındaki ilişkiler daha iyiye giden, mevcut anlaşmaların yapıldığı somut icraata bakarım.”

İşte Natenyahu meseleyi anlıyor ki Erbakan’ın sarf ettiği duygusal sözler, ancak Müslümanları kandırmak ve oylarını toplamak için olduğunu idrak etmektedir. Onun için adam duygusal sözlere bakmaz, icraata bakar. Bu ise doğrudur. Onun için en fazla ilişkiler Erbakan döneminde güzel seyir göstermektedir. Keşke bazı Müslümanlar da bu kâfir düşman kadar düşünürse, o zaman Erbakan’ın sahte olduğunu anlardı. Ayrıca Natenyahu, Türkiye’yi ödüllendirmek istiyor.

Natenyahu hain Arafat’a özerklik otoritesiyle sağladığı anlaşmayı korumak için oluşturulacak gözlemciler heyetine Türk askerlerinin katılmasını önerdi. Bu şekilde El-Halil’de İsrail’in varlığını korumak için Türk askerlerinin katılmasını istedi.

DEVLETE OLAN GÜVEN SARSILINCA...

 

22-1-’97’de haberlerde yayınlandığı gibi, Almanya’nın bir eyalet mahkemesinin hakimi nasıl cesaret edip de Türk hükümetinin eroin ticareti yapan Türk şebekelerini kurduğunu ve bu şebekelerin dışişleri bakanı T. Çiller’le bağlantılı olduğunu iddia veya itham edebilir?!. Cevap basittir. Türk hükümeti, Çiller’in yolsuzluklarını ve zimmetine geçirdiği paraları üzerine perde çekip yargıya intikal ettiremeyince, neticede Türkiye hükümetine ve dışişleri bakanına olan güven sarsıldı. Tıpkı Türkiye halkının, devletin adaletine ve hükümetin dürüstlüğüne güvenlerinin sarsıldığı gibi. Bu nedenle Türkiye’de rüşvet ve torpil yaygındır. Onun için hiç kimse devletin malına değer vermez. Fırsat olunca hemen onu eline geçirmek ister ve geçirmektedirler de.. Bundan dolayı emniyet kalmadı, kargaşa ve ızdırap yayıldı, mafya büyüdü ve yolsuzluk işleri yapanlar çoğaldı ve hatta bu toplumun sıfatı haline geldi.

Parlak tarihimizin sayfasını bir açarsak, kâfirlerin bile İslâm devletinin adaletine güvendiklerini görürüz. Perslerin kralı, Müslümanların halifesi olan Ömer (r.a)’a bir elçi gönderir. Bu elçi Hilâfet Devleti’nin başkenti Medine’ye varınca halifeyi aradı. Fakat halifenin bir ağaç altında yattığını söylediler. Bu elçi, halifenin bekçisiz yalnız başına bir ağaç altında yattığını görünce Ömer’e şöyle dedi: “Adalet yaptın emniyetli oldun ve rahatça uyudun.” Nitekim Ömer (r.a) kendi çocuklarından dahi meşru yolla fazla mal kazansalar bile onu alıp, Müslümanların Beytulmal’ına koyardı. Bir seferinde oğlu olan Abdullah’ın, atları yetiştirip çoğalttığını görünce, halife Ömer ona gelip ondan atları aldı ve Beytulmal’a gönderdi. Oğlu ise itiraz etti ve bunları helâl yolla ve kendi çabalarıyla elde edip çoğalttığını savundu. Halife ona dedi ki: “Olsun. Fakat sen halifenin oğlusun, insanlar anlamazlar. Çünkü halifenin oğlu olduğundan bunu elde ettin diyecekler. Ömer halife oldukça, Ömer ve oğulları fakir kalacaklar.” İşte halife, bu hareketiyle devletin ve yöneticilerin adaleti hakkında insanların kalplerine bir şüphe girmesin diye oğluna ait öz malını alıyor ve devletin malı olarak katıyor. Günümüzde ise Müslümanlar; Çiller, Demirel, Erbakan, Yılmaz v.s. gibileri değil, Ömer gibi bir yönetici arasınlar ve laik rejim değil, Hilâfet rejimini kursunlar.

 

KAPİTALİZM, ENDONEZYA’YI UÇURUMA GÖTÜRÜYOR

 

Endonezya statik rakamlarına göre oradaki halkın %2’si, devletin servetlerinin %28’ine sahiptir. Kapitalist sistemin resmî bilançosu işte böyledir.

Öte yandan 7-1-’97’de bütçe görüşmesinde konuşma yapılırken, cumhurbaşkanı Ahmed Suharto, Endonezya’da ’97 senesinde kargaşaların artacağını beklediğini açıkladı.

Ayrıca sömürgeci güçler, Timur adasının Endonezya’dan ayrılmasını sağlamak için ayrıkçı Hıristiyanları harekete geçiriyorlar. Orada çok olaylar vukuu bulmaktadır. Üstelik oradaki kilisenin bir pazarına Nobel ödülü verdiler.

 

AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE

 

30-1-’97’de Roma’da Avrupa devletleri, Türkiye’nin AB’ne üyeliğine alınması ile ilgili istişare toplantısı yaptı. Türkiye devleti ve hükümetini temsil etmek üzere bir başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı T. Çiller bu toplantıya katıldı. Avrupa’nın Türkiye’nin üyeliği üzerine halen tereddütleri vardır. Ayrıca insan hakları ve Güneydoğu sorunları ile ilgili kaygılarını dile getirdiler. Türkiye devleti ve hükümeti ne pahasına olursa olsun, bu birliğe katılmak istiyor. Küfür dünyasından ayrılmaz bir parça olma üzerinde çok ısrar etmektedir. Avrupa ise onu hemen kabul etmek istemiyor. Bu tereddütler; Türkiye’den her konuda taviz koparmaya ve tüm Avrupa’nın her isteğini yerine getirinceye kadar ve Türkiye’yi yüzünü yere süründüre süründüre devam edecektir. İktidarda Müslümanları temsil ettiğini iddia eden RP ve başbakanı ve Türkiye başkanı nasıl olur da bunu kabul ederler?! Niçin yardımcı ve dışişleri bakanını oraya gönderiyor? Bunun manası, bunların da bunu onaylaması değil midir?! Halbuki İslâm, Türkiye’nin küfür dünyasından bir parça olmasını yasaklamaktadır. İslâm’ın talep ettiği husus, içeride İslâm’ı uygulamak, diğer İslâm memleketleriyle birleşip tek devlet olmak ve Avrupa’ya İslâm davetini götürmektir.

 

NİYE RUMLAR STRATEJİK SİLAH ALIYORLAR ?

 

Güney Kıbrıs’ta egemen olan Rumların yönetimi, Rusya’dan SS-300 numarasını taşıyan füzeleri almaya karar aldı. Ve Türkiye ise buna tepki göstermiştir. Dışişleri bakanı T. Çiller, ateşli demeçler vererek, gerekirse Türkiye’nin bu füzelere bombalayabileceğini açıklamıştır. Türkiye savunma bakanı da buna benzer demeçler vermiştir. Türkiye genel kurmayı Karadayı da Kuzey Kıbrıs’ı ziyaret ederek oradaki Türk ordusunu denetledi. Ve Türkiye’nin Kıbrıslı soydaşlarını koruyacağını belirtmiştir. Rusya ise, bu satıştan vazgeçmeyeceğini duyurmuştur. Rumların yönetimi ise, bu füzeleri satın alıp Güney Kıbrıs’ta bunları yerleştireceği ısrarını göstermiştir. Bu füzelerin Güney Kıbrıs’ta yerleştirilmesine yönelik çıktığını, fakat Çiller’in demeçlerinin sorumsuzluktan kaynaklandığını ve gereksiz olduğunu açıklayan ABD dışişleri bakanı sözcüsü, Amerika’nın tutumunu göstermeye çalıştı. Ayrıca Amerika, taraftarlarla görüşmek için bir temsilci gönderdi. Güney Kıbrıs’taki İngiliz işleri sorumlusu John Pack, Rumların dışişleri bakanıyla görüşüp bu satıştan İngiltere’nin şaşırdığına dair sözlerini bu bakanı ilettiğini açıklamıştır.

İleride bu füzeler Güney Kıbrıs’a gelirse durumun fazla gerginleşeceği ve Kıbrıs sorununun alevleneceği gözükmektedir. Nitekim Kıbrıs meselesi daha ziyade Amerika ile İngiltere arasında ve aynı zamanda Türkiye arasında bir meseledir. Güney Kıbrıs, gelecek sene Avrupa Birliği’ne (AB) girebilme ihtimalleri bulunmaktadır. Türkiye ise Avrupa Birliği’ne girince, bunu içerik olarak kabul etmiştir. Hatta Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne katılmasına mukabil bu bir şart olarak koşuldu da denilebilir. Bu şekilde Avrupa ve bizzat İngiltere zaferi kazanmış olarak sayılabilir. Çünkü İngiltere, Kıbrıs’taki nüfuzunu sürdürmek üzerinde ısrarlıdır. Eğer Kıbrıs, Avrupa’dan bir parça olursa, İngiltere Avrupa’nın bir üyesi olduğu için bu Kıbrıs meselesi sanki İngiltere ile birleşmiş sayılacaktır. Bu şekilde İngiliz nüfuzu orada devam edecektir. İngiltere, Ortadoğu’da nüfuzunu korumak için böylelikle üssünü korumuş olur. Fakat Amerika, Kıbrıs’ta İngiltere’nin nüfuzunu istemiyor. Bu nedenle Kıbrıs’ta 1950’li yıllardan beri olaylar çıkartmaktadır. Onun için Amerika, İngiltere’nin Kıbrıs’tan çıkması için her türlü hareket yapabilir. Ayrıca Rumları Türk ordusunun geri çekilmesine karşı bir koz olarak kullanmak istiyor. Ki Türk ordusu kuzeyden çekilsin ve biz de bu füzelerden vazgeçelim şeklinde bir haldedirler. Fakat Amerika’nı planı, Kıbrıs’tan bütün askerî güçlerin arındırılmasıdır. Bunun bir manası da İngilizlerin üslerinin kapatılmasıdır. Bu sebeple füzelerin alımı, Kıbrıs’taki mevcut olan bütün askerî güçlerin çekilmesi ile ilgili gündem oluşabilir.

Bizler Müslüman olarak, her defasında söylediğimiz gibi Kıbrıs’ın tümü Müslümanlarındır. O, Hz. Osman zamanında fethedilmiştir. Avrupalılar, haçlı seferlerinde bir zaman için işgal etmişlerdi. Ancak Osmanlılar 1571’de tekrar onu Avrupalılardan kurtarmıştır. Birinci Cihan Savaşında İngilizler Kıbrıs’ı işgal ettiklerini bildirdiler. Atatürk ve onun hükümeti de 1923’te Lozan Anlaşmasında Kıbrıs’ın İngilizlere ait olduğunu tanımsa da bu yasal değildir. Çünkü o, İslâm açısından hareket etmiyordu, Müslümanları temsil etmiyordu ve İslâm da ona böyle bir müsaade vermez. İngilizler orada Rumların çoğalmasını sağlamışlarsa da Rumların çokluğu durumu değiştirmez ve Şerî hükmü kaldırmaz. O nedenle o toprağı tekrar İslâm topraklarına katmak gerekir. Gayrı Müslimler yani kâfir Rumlar, İslâm yönetimi altında zımmî olarak yaşarlar ve Müslümanların gördükleri muameleyi görürler. Bu çözüm olmazsa sorun devam eder ve ileride Kuzey Kıbrıs elden gider. Çünkü Türkiye onu kendisine ilhak etmeye cesaret edemiyor. Rumlarla bir federasyon ve konfederasyon kurarsa, o zaman Rumların tahakkümü altına girer. Özellikle Güney Kıbrıs, AB’ne katılırsa ve Türkiye’nin hedefi de oraya katılmak olduğunu göre fakat henüz kabul edilmedi Kuzey Kıbrıs tamamen oraya katılmaya özenecek duracaktır. Bu şekilde Kuzey Kıbrıs’ın Rumlarla bir şekilde bağlantı kurulabilir ve tekrar Rumların içinde eriyebilir.

Bu olayla ilgili son haber ise, Rumların yönetiminin verdiği haber de Türkiye’nin Rumlarla anlaşması neticesinde bu satıştan vazgeçilebileceği açıklanması, Amerika’nın tepkisini uyandırdı. Dışişleri bakanı bu tepkiyi yansıttı. Anlaşılan odur ki Amerika şu anda iki tarafın anlaşmasını istemiyor, gerginliğin devam etmesini istiyor. Ki böylelikle Türkiye’yi bazı sahalarda sıkıştırabilsin. Rumların bu satışı ise bir koz olarak kullandıkları ortaya çıkmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi.

 

YAHUDİ VARLIĞIYLA YENİ EKONOMİK ANLAŞMA

 

Yahudilerin gaspçı varlığıyla Türkiye Cumhuriyeti her alanda ilişkiyi pekiştirmede ısrarlıdır. Aralarında iki askerî anlaşma yapıldıktan sonra yine ekonomik alanda anlaşma yapıldı. 6-1-’97’de basına sızıp duyurulmuşsa da bu anlaşma aslında 26-12-’96’da gizlice imzalanmıştır. Gümrük müsteşarı Tuğrul Atatüre şöyle açıklamıştır: “Hükümetin kendilerine verdiği yetki çerçevesinde bir yardımcısı İsrail’e giderek anlaşmayı imzaladı.”

Bu anlaşma gümrük idareleri arasında teknik işbirliği ile karşılıklı ziyaretler ve bilgi alışverişini içerdiği açıklanmıştır. Türkiye hükümeti bunu gizli tutmak için gümrük müsteşarı yardımcısını göndermiştir. Fakat İsrail, bunun ehemmiyetini göstermek için bizzat dışişleri bakanı David Levy’e imzalattığını belirtmiştir. Ayrıca bu anlaşmayı Erbakan’ın imzaladığı onayladığını bildirmiştir.

Üstelik 5-1-’97’de meclis grubu bunun meclis başkanı Mustafa Kalemli liderliğinde 6 kişilikten oluşan heyet, düşman olan İsrail devletine gitti. DYP’de iki, RP’den iki, ANAP’tan bir DSP’den bir ve CHP’den bir milletvekili gitmiştir. Bunlar İsrail’le ilişkiyi geliştirmek için gittiler. Bu şekilde Türkiye Cumhuriyeti Filistin’i gasp eden, Müslümanları ezen ve göçe zorlayan yahudi varlığını desteklemiş oldu.

Türkiye Müslüman halkı bu hain anlaşmalar ve destekleyici ziyaretlere karşı tepki göstermeliydi. Fakat Erbakan’ın iktidara gelişi, Müslümanları susturdu. Bu adamın her yaptığı ihanet, taraftarlarınca güzel görülmektedir. Bu nedenle İsrail başbakanı Natenyahu, Erbakan hükümetinden memnuniyetini göstermiştir.

 

İSRAİL’LE YENİ ASKERİ ANLAŞMA YAPILACAK MI?!

 

Türkiye genel kurmayı İsmail Karadayı, bu 24-27 Şubat ayında İsrail’i ziyaret ediyor. Düşman yahudi varlığıyla ilişkilerini pekiştiriyor. Eski yapılan anlaşmaları te’kit ediyor. Belki yeni askerî anlaşma imzalanabilir. Çünkü İsrail’le yeni savunma işbirliği anlaşması imzalanacağını daha önce bazı ajanslar duyurdu. Acaba buna Müslümanlar ne tepki gösterecekler? Ciddî hareket yapacaklar mı? Yoksa eski anlaşmalara seyirci oldukları gibi tutumlarını mı gösterecekler?

 

ÜRDÜN İSRAİL’İ HİMAYE ETME İŞİNİ ÜSTLENİR

 

Ürdün, Filistin’i işgal eden yahudi varlığıyla uzun bir sınırı vardır. Ürdün, İsrail’le savaşmadığı gibi İsrail’i koruyor. Onunla aleni barış anlaşması yaptı. Daha önce gizli barış anlaşmaları yapmıştı. Şu anda kim İsrail’e dokunursa ona ağır ceza indirilir. Ürdün devlet güvenlik mahkemesi, İsraillilere saldırıya teşebbüs eden üç Ürdünlüye idam cezası verdi. Fakat 17-2-’97’de bu cezayı cezaevinde ağır işler yapmak cezasıyla birlikte müebbet cezasına indirdi.

 

ÇİN’DE MÜSLÜMANLARIN DURUMU

 

Çin Cumhuriyeti, Şubatın ilk haftasında 30 Müslümanı idam etti. Bunun akabinde Müslümanlar tepki göstererek bu cumhuriyetin emniyet güçleriyle çatıştılar. Çin’de Müslümanlar hep ezilmektedirler. Nitekim Çin Cumhuriyeti, İslâm’ı sadece ibadet dini, camiler, sanatlar, şekiller, adet ve geleneklerden ibaret haline getirdi. Bu nedenle 1952’de Çin Cumhuriyeti Pekin’de Müslümanlar için büyük diyanet işleri başkanlığı binası tesis eder. 10-1-’97’de bir televizyonda (arttev) Çin İslâm cemiyeti başkanı Muhammed Ali Çinğji’yle röportaj yapılıyor. Bu adam şöyle diyor: “Müslümanlar Çin Komünist Partisini destekliyor. Çünkü bu parti Müslümanların inançlarına saygı gösteriyor. Onları bir azınlık olarak tanıyor. Onlar için cemiyetler açıyor, onlara kitap bastırıyor. Onlara inanç ve ibadet özgürlüğü tam veriyor.” Konuşmasına şöyle ekledi: “Kendimize dayanarak okullarımızı ve camilerimizi tesis ediyoruz ve dinî programlarımızı çiziyoruz. Aynı anda yabancı devletlerden yardım alıyoruz.” “Biz komünist partisine yardım ettik ve destek verdik. Çünkü bu parti inanç hürriyetini bize verdi ve inancımıza hürmet gösterdi.” “Bu nedenle eski Çan Çay Çek rejimine karşı komünist partisi yanında durduk ve savaştık.” “Daha önce Japon işgaline (1933) karşı savaştık.” “Bazı İslâmî şahsiyetler komünist partisiyle beraber çalıştı.” Görülüyor ki Müslümanların durumu laik cumhuriyete benzemektedir. Halbuki İslâm, Çin’e on üç yüzyıldan önce Emevîler döneminde Müslümanların faaliyetleriyle girdi. Çin’de en az elli milyon Müslüman vardır. Çin’de uyanan Müslüman çoğalıyor. Din sırf ibadet, cami sanatı, gelenek, adetten ibaret olmadığını daha kapsamlı olup hayat nizamı olduğunu idrak edenler çoğalmaya başladı.

Sayı 96...1417-ŞEVVAL...1997-ŞUBAT...Yıl-08

Sayfayı Birine Gönder