|
||
İSLAM DEVLETİ'NİN DIŞ TİCARET POLİTİKASI |
||
|
||
Çeviri: Ahmed EMRULLAHOĞLU
Dış ticaret halklar ve milletler arasında, diğer bir ifade ile farklı devletler içerisindeki bireyler veya topluluklar/şirketler tarafından gerçekleştirilen alım satım işlemidir. Bu nedenle devletler dış ticareti düzenlemek ve doğrudan doğruya kontrol altında tutabilmek için devletlerarası sınırlarda çeşitli kurallar koyarlar. Dış ticaret, ülkelerin servetlerini artıran ekonomilerine çok büyük faydalar sağlayan, önemli kârlar kazandıran ekonomik kaynakların en önemlilerindendir. Dış ticaretin ne derece önemli olduğu gerçeğini, büyük devletler arasında; yeni pazarlar açmak veya ürettikleri mal ve hizmetlerden daha da fazla satabilmek için ellerindeki pazarları korumak ve sanayileri için lazım olan ham maddeleri sıkıntıya düşmeden ithal edebilmek amacıyla büyük devletler arasında gerçekleşen ciddi mücadelelerde ve yarışlarda açıkça görmekteyiz. Pazarlar üzerinde devletler arasında görülen ciddi mücadeleler, devletler ve büyük ekonomik kuruluşlar arasında süregelen ticari savaşların çıkmasına neden olmaktadır. Stratejik düşüncesi ve ideolojisi ne kadar farklı olursa olsun dünyadaki her bir devletin varlığı ve bekası için dış ticaret ve devletlerarası ticaret, vazgeçilmesi mümkün olmayan en önemli hususlardandır. Bireylerin kendileri için ürettikleri, halk ve ümmetlerin diğer halk ve ümmetlerden bağımsız olarak yaşadıkları dönemlerin sona ermesi ile birlikte dış ticaret, gelişmiş her toplum ve ümmet hayatının vazgeçilmezlerinden biri haline gelmiştir. Dış ticaretin yani devletlerarası ticaretin ihtiyaç haline gelmesinin birinci nedenini, devletler arasındaki farklı mal ve hizmetler oluşturur. Ülkelerin birbirlerinden farklı mal ve hizmetlere sahip oluşları devletlerarası ticaretin ortaya çıkışında devletlerin çıkarlarından ve ekonomilerinin temel direklerinden biri başka tali meseleler yoksa haline geldi. Bir devletin dış ticarette başarılı olması aynı zamanda sanayi, tarım ve insan gücü gibi alanlarda da başarılı olması demektir. Devlet diğer bir ifade ile yürütme organı, diğer devletlerle yapılan dış ticareti düzenler. İslam devletinin yıkılışından bu yana ise, dünyadaki tüm devletlerin dış ticaretle ilgili politikalarına faydacı kapitalist düşünceler egemen oldu. Dolayısıyla şu andaki dış ticaret hükümleri malın menşei esasına dayanmaktadır. Yani kapitalizm, dış ticarette malın üretildiği yeri, ülkeyi (Made in ...) esas almaktadır. Diğer bir ifade ile günümüzdeki devletler malın ticaretini yapan tüccara veya tüccarın tabiiyetine bakmamaktadırlar. Önemli olan mal ve malın menşeidir. Malın geldiği ülke, malın türü ve malın geldiği ülke tarafından uygulanan gümrüklere ve vergilere önem verilmemektedir. Dış ticarete bu açıdan bakış tüm dünyayı birçok problemlere sürüklemiş ve şiddetli sıkıntılara yol açmıştır. Bu uygulama sonucunda sayıları az sayıdaki büyük devletler dünya ekonomisine hükmeder hale gelmişlerdir. Aynı zamanda bu uygulama az sayıdaki bir grubun aşırı derecede zenginleşmesi, çok sayıdaki bir grubun ise aşırı derecede fakirleşmesine neden olmuştur. Yine bu uygulamalar başlangıçta askeri, sonraları ise ekonomik açıdan gerçekleştirilen sömürge savaşları ile sonuçlanmıştır. Malın menşeini esas alan bu bakış açısı, karşılıklı gümrük ve vergi politikaları oluşturma, ülkeler arasında vergi tarifeleri belirleme ve bu tarifeleri birleştirme ile sonuçlanmıştır. Bu işlem gereğince GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) ismi ile bilinen en kapsamlı gümrük tarifeleri oluşturulmuş ve 1993 yılındaki şiddetli sarsıntıdan sonra devletlerarası ticari bir örgüte dönüşmüştür. Bu örgüt kurulmadan önce Amerika ile Avrupa Birliği ve Japonya arasında onlarca yıl süren çetin görüşmeler yapılmıştır. Geri kalan devletler ise, bu anlaşmayı hazırlayan ülkelerin ortaya koydukları şartları imzalamaktan başka çıkar yolu olmayan bir hale gelmişlerdir. İşte içerisinde yaşadığımız çağda kapitalist dış ticaret politikasının ortaya koyduğu sonuçlar bunlardır. Uygulanan bu politikaların, sömürgecilik, yakıp yıkma ve savaş gibi çirkin olaylardan başka bir sonuç ortaya koymadığı ve bunun en güzel örneğini de bir taraftan yaşam sınırında yaşayan, diğer taraftan da debdebe içerisinde yaşayan çok az sayıdaki grupların hayatlarında açıkça görülmektedir. İslam'ın dış ticaret politikası ise malın menşei üzerine değil, malın ticaretini yapan bireyler üzerine kuruludur. "Kulların fiilleri ile ilgili şariin hitabı" şeklinde tanımlanan şer'i hüküm madem ki insanlar hakkında inmiştir, öyleyse mallarla ilgili hükümlerin bireylerle ilgili hükümlerden farklı olması gerekir. Bu nedenle İslam'daki ticaret hükümleri malın türü değil tüccarı esas alır. Mal ile ilgili hükümler ise malın sahibi yani tüccarla ilgili hükümlere tabidir. Mal sahibi için geçerli olan hüküm aynen mal için de geçerlidir. İslam Devleti topraklarına mal getiren ve götüren insanlar üç gruba ayrılır. Bunlar: 1- Müslüman ve zımmi ayırımı yapılmaksızın devletin tebaasından olanlar. 2- İslam Devleti ile anlaşmalı olan ülkelerin vatandaşları. 3- Harbiler. İkinci grubu oluşturan anlaşmalılarla anlaşmalar gereğince muamele yapılır. Harbiler ise bizimle devletleri arasında herhangi anlaşma bulunmayan kimselerdir. Dolayısıyla bunlar eman almalarının dışında İslam Devletine mal sokamazlar. İslam Devletinin tebaasını oluşturan Müslümanlar ve zımmiler ise dış ticaret politikasının eksenini oluştururlar. Asıl konu da bunlarla ilgilidir. Başlangıçta bunların silah ve benzeri stratejik maddeleri İslam topraklarından dışarı çıkarmaları caiz değildir. Çünkü bu türden bir işlem harbilerle yardımlaşma sayılır. Böylesi bir işlem ise Allah’u Teâla'nın şu ayetince caiz değildir: "Günah işlemek ve aşırılığa gitmek (düşmanlık) üzere yardımlaşmayınız." (Maide-2)Ticaretinin yapılması mübah olanlardan olduğu sürece silah ve benzeri stratejik öneme sahip mal ve hizmetlerin dışındaki ticaret mallarını devletin tebaasından olan kimselerin ithal ve ihraç etme hakları vardır. Çünkü Allah’u Teâla'nın; "Allah alışverişi helal kıldı." (Bakara-275) ayetinin hükmü geneldir. Rasulullah SAV'in "Meks sahibi cennete giremez" hadisine binaen İslam Devletinin, Müslüman olsun zımmi olsun tebaasından olan kimselerden gümrük vergisi alma hakkı yoktur. Ömer b. Hattab'ın zımmi ve Müslüman tüccarlardan vergi almadığı yolundaki sahabe icmaı da bunu destekleyen bir başka delildir. Abdurrahman b. Ma'kal'dan Dedi ki: Ziyad b. Hadir'e kimden onda bir alıyordunuz diye sordum. Ziyad: "Müslüman'dan ve aramızda anlaşma bulunanlardan onda bir almıyorduk. Öyleyse kimden alıyorsunuz?" diye sorunca: "Biz onların ülkelerine gittiğimiz zaman bizden onda bir aldıkları gibi bizde harbi tüccarlardan onda bir alıyorduk" Öşür kelimesi burada meks/gümrük vergisi anlamında kullanılmıştır. İslam'ın dış ticaret ile ilgili bu hükümleri İslam Devletinde uygulandığı zaman pek yakında inşallah uygulanacaktır İslam Devleti devletlerarası alanda önemli bir ticari ağırlığa sahip olacak ve büyük miktarlarda mali servete kavuşacaktır. İslam Devletinin tüccarları farklı ülkelerde ihracat şirketleri ve üretim kuruluşlarının cazibe merkezi haline gelecektir. İthalini veya ihracını yaptıkları mal ve hizmetlere gümrük vergisi veya diğer vergileri ödememe, ticaretini yaptıkları maddeler mübahlardan olduğu sürece hangi ülke, hangi üretici veya fabrika ile çalıştıkları gibi sorularla karşılaşmama serbestiyetine sahip oldukları, malın menşei, gümrük vergisi ve diğer vergiler gibi kıskaçlar altında bulunmadıkları için, devletleri tarafından kendilerine verilen mutlak olarak ticaret yapabilme hakkına sahip olmaktadırlar. Böylece ticarette avantajlı tüccar konumuna gelecekler ve bu avantaj ile farklı ülke tüccarları arasında farklı konuma sahip olacaklardır. Dolayısıyla sermayedarlar ve tüccarlara onlara yönelecekler, en kaliteli ve en ucuz fiyattaki mal ve hizmetleri seçebilme imkânını elde edeceklerdir. Böylece canlı ve hareketli ticari ilişkiler kurabilme, önemli kârlar elde edebilme ve elde ettikleri kârlarla ülkelerine dönerek hem kendilerini hem de ülkelerini kazandırabileceklerdir. Aynı zamanda İslam Devleti'nin tüccarları, İslam Devleti'ni, dışarıdan aldıkları mal ve hizmetleri menşelerini değiştirdikten sonra ihraç edebilmek için bir köprü olarak kullanabileceklerdir. Örneğin Japonya'dan elektrikli bir cihaz satın alan bir tüccar, aldığı mamulü ülkesine getirdikten sonra Asya'da Afrika'da veya bir başka bölgedeki bir ülkeye makul bir kârla satarak Japon tüccarın elde ettiği kâra eşit miktarda tüccarımızın sattığı fiyat Japon tüccarın sattığı fiyattan daha pahalı değilse kâr elde edebilecektir. Çünkü İslam Devleti tüccarlarından vergi almamakla tüccarlarını desteklemekte ve onları gümrük vergisinden muaf tutmaktadır. Devletin uygulayacağı bu politika ile sanayiciler, sanayi tesisleri kurabilmek ve kuracakları tesislerde ucuz bir fiyata elde ettikleri üstün teknolojileri ve makinaları kullanma avantajını elde edebileceklerdir. Aynı zamanda bu işlemler ekonominin daha da gelişmesine ve çok kısa süre içerisinde yaşam seviyesinin yükselmesine de yardımcı olur. İthalat veya ihracat yapabilecek güce sahip olmayan Müslüman ve zımmi tüccarlar, komisyonculuk veya vekalet işleri gibi işlemleri yaparak diğer ülkelerden mal getirmek isteyen tüccarlara aracılık yapabilirler. Müslüman ve zımmi tüccarlar gümrük vergisi ve diğer vergilerden muaf olmalarından dolayı diğer ülkelerdeki tüccarlar ve iş adamları tarafından beraberce iş yapma konusunda çok fazla rağbet görürler. Bu durum ise İslam Devleti'nin tüccarlarına uluslararası pazarlarda komisyonculuk ve vekalet hizmetleri gibi alanlarda önemli avantajlar sağlar. Sahip oldukları avantajlar ile çeşitli alanlarda ticari sırlara ve gizliliklere ulaşabilirler. Ve yine sahip oldukları avantajlı konum ve yer sayesinde en tehlikeli ve en ince işlerde bile büyük miktarlarda kâr elde edebilirler. Uluslararası alanda silah ticareti yapabilir veya birçok ülkenin kanunları dışında alım satım işlerine girişebilirler. Öte yandan malın menşeini esas alarak dış ticaret politikalarını şekillendiren ülkelerin tüccarları, İslam Devleti pazarına girebilme imkânına sahip olamayacaklardır. Çünkü devletleri dış ticaret politikalarında kolaylıkla değişiklik yapamayacaktır. Zira bu ülkelerdeki hükümetler, ihtiyaçlarının finansmanını gümrük vergileri ve diğer vergilerden elde ettikleri gelirler ile karşılamaktadırlar. Oysa İslam Devleti, devlet bütçesini oluştururken kesinlikle gümrük vergilerine veya diğer vergilere bel bağlamaz. İslam ekonomi sisteminin mülkiyeti; kamu, özel ve devlet mülkiyeti şeklinde ayırıma tabi tutması, zekât, cizye, haraç, ganimetler ve şari tarafından belirlenen diğer mali hükümlerin varlığı, İslam Devleti'nin gümrük vergisi ve diğer vergilere iltifat etmemesine ve bütçe gelirlerinin vergiler yerine yukarıda sıraladığımız gelir kalemlerine dayanmasına imkân tanımaktadır. Bir devlet İslam hükümlerini kabul ettiği ve uyguladığı zaman ki bu devlet İslam Devleti'nden başkası olmayacaktır daha rahat nefes alabilecek ve zorlukları çok daha kolay aşabilecektir. Ayrıca ülkeler arasındaki ticari anlaşmalar, gümrük tarifelerini artırmaz, tam tersine azaltılmasına yol açar. Dolayısıyla diğer ülkeler, İslam Devletinden tebaasından vergi alması isteğinde bulunması söz konusu olamaz. Büyük devletlerin veya çok zengin iş adamlarının sermayeye ve ticaret mallarına uygulanan banka faizlerinin ve vergilerin düşük olduğu ülkeleri vergi cenneti olarak tanımlamaları bile yeterli bir nedendir. Madem ki bunlar iç çevreleri için cazip konulardır, İslam Devleti'nde faiz olmayacağına ve tüccarlarından da vergi alınmayacağına, onların ifadeleri ile İslam Devleti sadece vergi cenneti değil vergi cennetlerinin anası olacaktır. Sermayedarlar, tüccarlar ve dış ticarete gönül veren, can atan kimseler keşke bunları kavrayabilseler. İslam'ın çok kısa bir süre içerisinde insanlara gerçekten müreffeh bir yaşam tarzı sunacağını, ne derece avantajlar sağlayacağını ah bir anlasalar, onlara sağlayacağı bu seçkin özelliklerin yanında Allah'ın Kitabı ve Rasulünün sünneti ile hükmedecek Müslümanların halifesini nasb etmek ve İslam Devleti'ni kurmak için çalışan davet taşıyıcıları ile birlikte çalışmaya koşarlardı.
|
|