ARAŞTIRMA - İNCELEME

SİHİR VE BÜYÜ - 1

M. Bahaddin Yüksel

Bilinmesi gereken bir mesele de sihir ve büyüdür. Maalesef bazı insanlar ilmin pek yaygın olmadığı dönemlerde, yaptıkları sihirlerle insanları kandırmışlar ve bunları insanlara keramet olarak yutturmuşlardır. Onlar, iplerin içine cıva doldurup altından ısıtmalı veya ısınmış zeminlere atmışlar (cıva sıcakla temas ettiği zaman hareket etmeye başlar) ve cıvanın ısınmasıyla hareket ettirdiği ipleri göstererek insanları sihirleşişlerdir. Durumun farkında olmayan insanlar bunu, o kişilerin kerameti olarak değerlendirmişlerdir.(50)

Bu ve buna benzer bir takım acaib şeylerle insanların gözlerini boyamış ve keramettir diye yalan söylemişlerdir. Oysa bunlar sihirdir ve hakikatı yoktur. İşte insanlar da bu gibi bazı sihirlere aldanıp bunları keramet olarak değerlendirmişler ve fıtrî (tabii) kanunlara zıt olarak vukua gelen mucizeler cümlesine ilhak etmişlerdir. Oysa hakikat hiç de öyle değildir. Bu yüzden bizim burada sihir ve büyüyü izah etmemiz gerekti.

El-Ezheri’ye göre sihir, lügatte; bir şeyi hakikatından başka göstermeye denir. Öyle ki, sanki sihirbaz batılı hakmış gibi gösterir veya bir şeyi hakikatının dışında başka bir şekilde, hakiki yüzünü gizleyerek değişik gösterir.(51) Cevheri de sihirin, aldatmak manasında olduğunu söylemiştir.(52) Kurtubi de aynı şekilde sihiri; hile ile bir şeyi hakikatından başka bir şekilde göstermek şeklinde tarif eder ve sözlerin ele alınarak kişiye sözlerini ve bir takım eşyaları başka başka şekillerde göstermesi olarak tarif eder. Örneğin; uzaktan serabı, su imiş gibi gösterir.(53) Alusi ise sihirden muradın, harikulade bir şeymiş gibi bir şey yapmaktır der. Nitekim Peygamber Efendimiz bir hadisinde; “Belagatta sihir vardır.”(54) buyurmuşlardır. Çünkü hatip, sözleriyle insanları, kendi düşündüğü gibi düşünmeye sevk etmiş, meselelerin kendi anladığı gibi anlamasını sağlamıştır.

Sihirde asıl olan şey, onun bir şeyi hakikatından dışında sanki başka bir şeymiş gibi göstermesidir. Yani toprağı insanlara altınmış gibi gösterebilir ama, hakikatta o toprak altın değil, fakat sihirbaz insanlara onu öyle gösterir. İşte bu sihirdir. Büyü ise bundan farklıdır. İnşaallah onu da ileri açıklayacağız...

Maalesef tasavvuf ehli bu gibi sihire başvurmuş ve insanlara bir takım sihirlerle keramet gösterisinde bulunarak onları aldatmışlardır. Oysa yaptıkları gerçekte vaki olmayıp, her şey hadisenin insanlara öyle gösterilmesinden ibarettir. Nitekim İslâm alimleri de onların yaptığı bazı acaib şeylerin sihir olduğunu belirtmiş ve hakikatta mümkün olmadığı halde bir kimsenin sihirle su üstünde yürüyebiliyor ve havada, boşlukta duruyormuş gibi görülebileceğini ifade etmişlerdir. Fakat bunlara hiç bir şekilde itibar edilmemesi gerektiğini söylemişler ve kitaplarında yazmışlardır.(55) İbni Kuteybe, meşhur kitabında “Te’vili Muhtelifil Hadis” adlı kitabında “Sihirbaz, bir söz söyler ve yerle gök arasında uçar ve su üzerinde yürür.” ibarelerini kaydettikten sonra Halife Ömer b. Abdulaziz’e yazılan bir mektupta Umman valisinin yazdığı şu yazıyı nakleder: “Bize bir sihirbaz kadın getirildi. Biz onu suya attık fakat suya batmadı.” (İbni Kuteybe, Hadis Müdafaası, sf.293) Kurtibi ise şöyle der: “Tüm Müslümanlar görüş birliği göstermiştir ki, sihirbazların yaptıkları Peygamberlere has mucize nevinden olan gökten kurbağa ve çekirgenin indirilmesi, eldeki bastonun aniden yılan yapılması, ölülerin diriltilmesi, dilsiz insanlar ile bir aylık çocukların konuşturulması gibi harikulade haller yalnız Peygamberlere mahsustur. Sihirbazlar, bu tür harikaları yapmak isteseler bile Allah (c.c) onların vasıtasıyla bunları yaratmaz."(56)

Allah’u Tealâ, Nebîlerinin dışında hiç bir kimseye mucize türünden bir şeyler vermemiştir. Bu sözümüze mucize ile keramet ayrılığından bahisle itiraz etme ihtimaline biz deriz ki; mucize keramet ayrımı diye vakıada bir şey yoktur. Sözde olan bu farklılık, vakıada değil dilde (sözde)dir. Zira her ikisinin de ifade ettiği mana aynıdır. İkisi de tabiattaki fıtrî (kevni) olarak cereyan etmekte olan kanunlara ters olup bu fıtrî kanunlarla izahı mümkün olmayan fevkal beşer (beşer üstü) meydana gelen hadiselerdir. Aynı olan bu gerçeği iki isim vermekle mesele çözülmüş olmayacak ve hakikattan kaçılmış olunmayacaktır. Taftazani, şerhettiği Akaidi Ömer Nesefi’de mucize ve kerametin her ikisinin de (yukarıda izahını yaptığımız gibi) adeta (tabiatta cereyan etmekte olan fıtrî kanunlara) mugayir olan hadiselerdir, diye tarif eder. Yani ortada farklı olan bir şey yok, aksine aynı manayı ifade eden iki farklı “kelime” vardır. Keramet, insanlara olayları farklı göstermek için giydirilmiş masum kılığıdır.

Ama maalesef sihir türünden şeylerle velilik taslayan bazı insanlar, Yunan ve Hint felsefesinden aldıkları bu kültürü ispatlamak için, sihir yaparak mucize türü şeyler göstermek istemişler ve bunda da çok başarılı olup insanların kendilerine inanmalarını sağlamış, insanların üzerinde dünya saltanatlarını kurmuşlardır.

Korlaşmış demiri diline vuran birine veli, yaptığını da keramet diyen kişiler, aynısını ve hatta daha dehşetini yapan gayri müslimlerinkine de “istidraç” demişlerdir. (Böylece fıtrî kanunları Peygamberler, Müslümanlar, gayri müslimler yanı herkesin yaptığı ve yapabileceği bir inanışa ulaşılmış olundu.) Oysa her iki olayın ne keramet, ne de istidraçla ilgisi vardır. Bunlar tamamen insanın yaratılışında, fıtratına Allah’u Tealâ’nın vermiş olduğu tabii kuvvetlerdir. İnsan kendisinde mevcut olan bu kabiliyet ve istidatları kullandığı zaman, korlanmış demiri diline vurur, cam yiyebilir, kırılmış cam veya bıçak üzerinde yürüyebilir, çivi üzerine yatıp üstünde beton kırdırabilir, ateşe elleyebilir, bakışlarıyla insanı hipnotize veya derinden etkileyebilir, vb. Gözüyle demir eğmek keramet değil, kâfirin veya Müslüman’ın yapabildiği bir kabiliyettir. Bu gibi ilginç ama insanın tabii yaratılışında potansiyel olarak mevcut olan kabiliyetleri bugün daha çok gayri müslimler yapıyorlar. Bu durum sözde şeyhlerin, gayri müslimlerin rahlelelerine oturup, bir dizi tedris eden öğrenci şeyhleri görüyor olmak, sözümüzün doğruluğunu göstermektedir.

Sihirle alâkalı olarak Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Siz helâk edici yedi günahtan sıkınınız: .... sihirdir.” (Riyazüs Salihin, c.3, Hadis no, 1645)

“Ancak sihiri yapabilmek için bir takım marifetlere, bilgilere sahip olmak gerekir. İşte bu noktada bilgi ve marifet söz konusu olunca sihirin de kendisine has usul ve metodları bulunan bir ilim dalı olduğu neticesine varılır ki, her çeşit ilimde olduğu gibi bunda da ona vakıf olmuş, usul ve metodlarını kavramış mütehassıslar vardır. Ve bunlara “sihirbaz” denilir.” (Kemaleddin Erdil, Yaşayan Hurafeler, sf.43)

Sihirbazlar, kendi oluşturdukları ortamlarda insanları sihirlerler. Çoğu kerametler de kendinden menkuldür. Bu yalanları söylemekten de çekinmezler. Zira onlar için bu haram değil meşrudur. Onlar bununla da yetinmeyip Hz. Peygamber’e de yalan hadis uydurup dinin mahiyetinde Allah’a ortak koşmuşlardır.

Tasavvuf ehli kimseler, insanların kendilerini dinlemeleri için yalan uydurmaktan geri kalmamış, dini uydurdukları yalan haber hadislerle ve dine yamamak için batıl dinlerden yaptıkları kültürlerle oluşturdukları tasavvuf itikadıyla İslâm’ı bulandırmışlardır. Bunların yalanlarını ayıklayıp dinin aynı safiyette kalması için gayret sarf eden İslâm alimleri, onların zındık olduğunu, yalan haber uydurup insanlara anlattıklarını beyan etmişlerdir.(57)

Tasavvuf ehli insanlar aşağı yukarı her meselede İslâm alimlerine muhalefet etmişlerdir. Anlattığımız bu meselelerde de muhalefet etmişlerdir. Bu sebeple bazı kitaplar “Bazı kimseler veli için uçma ve su üzerinde yürümeyi tecviz etmişledir” şeklinde yazmaktadır. Burada şunu unutmamak lazım: Görüşler nakledilirken bu tasavvuf ehli insanların görüşüdür veya değildir diye bir ayırım yapılmadığı için, bazılarına meseleler karışık gelmiştir. Oysa yukarıdaki halleri tecviz edenler zaten bu halleri iddia eden tasavvuf ehli kimselerdir. Bu kimseler ehli sünnet alemlerinin içerisine dahil edildiği için, belirttikleri görüşler de ayırt edilmemiştir. Yani bir yerde ehli sünnet burada ihtilaf etmiştir denildiğinde burada ihtilaf eden tasavvuf ehli insanların görüşleri onların adlarıyla etiketlenmemiştir. Oysa tevhitten başlayan bir ihtilaf vardır. Bu sözümüz mübalağa değildir. Dolayısıyla tevhitten başlayan bir ihtilafın olduğu yerde bir ismin çatışı altında toplanmak mümkün görünmemektedir. Bunu şunun için izah ettik: Fıtrî kanunlara ters olan harikulade halleri İslâm alimleri sadece Peygamberlere has kılarken, tasavvuf bunu diğer insanlara da teşmil etmektedir. Mutasavvıflar da ehli sünnet ismi altında cem edildiği için “İslâm alimleri bu hususta ihtilaf etmiştir” denmektedir. Oysa bu yanlış olup bir çok kişinin de hakikat karşısında tereddüt etmesine neden oluyor. İnanışlarında bile İslâm’a muhalefet eden bu kişilerin görüşünü ise İslâm alimlerine yamamak büyük bir iftiradır. Bu dini teslim alacak yeni neslin batıla sapmasına neden olur.

Meselâ kendisinden hiç böyle haller ve sözler nakledilmeyen İmam Ebu Hanife’nin kitabı “Fıkhul Ekber”e “keramet haktır” şeklinde bir ilaveyle iftira edilmiştir. Bütün müçtehitler hakiki veli olmasına rağmen, onlardan böyle sözler veya haller nakledilmemiştir. Oysa namaz için camiye bile gelmeyen bazı insanlara bunun sebebi sorulduğunda, kendisinin her vakit için bir anlık zaman diliminde Kâbe’ye gidip geldiğini iddia ederler. Oysa Allah Rasul’ü Mekke’den çıkarılınca gözleri yaşla dolu halde Mekke’ye dönüp bakmış ve “Çıkartmasalardı senden ayrılmazdım” demiş ama, ne kendisine ne de hasretlerinden türkü yakıp özlemin yüreklerini yaktığı sahabe bir anlık zaman diliminde git gel yapmamışlardır. Allah ve Rasul’ün övgüsüne mazhar olmuş sahabe bile böyle bir şey yapmazken, şu modern devrin taşımacılık şirketlerine taş çıkartacak şeyhlere ne demeli acaba???...

 

Dip Notlar :

(50) - Revaiul Beyan Tefsiru ayetil Ahkam Minel Kur’an, Muhammed

Ali es-Sabuni, c.1, sf.71

(51) - age, c.1, sf.62

(52) - age, c.1, sf.62

(53) - age, c.1, sf.62

(54) - age, c.1, sf.63

(55) - age, c.1, sf.75-77

(56) - age, c.1, sf.76, Eğer Allah (c.c), Peygamberlerine verdiği mucizelerin benzerlerinden diğer insanlara da verseydi, bu mucizenin her kısmından vermesi tabii olacaktı. Mucize olan gaybtan haber vermeyi de insanoğlunun yapması gerekirdi. Yani evliya denilen kimselerin, gaybı da bilmesi, ara sıra gaybtan haber vermesi gerekirdi. Oysa Allah (c.c) mucizeleri nasıl Peygamberlerine has kıldıysa, yine mucize olan gayb bilgisini de Peygamberlerine has kılmıştır. Bkz. Ali İmran: 179, Cin: 26-27

(57) - Kurtubi, el-Cami Li Ahkamıl Kur’an, c.1, sf.78, Hadis Tarihi, Talat Koçyiğit, sf.165, Hadis Tarihi, Ekrem Ziya Umeri, sf.63-65, Menhecut Tahdis Fi Ulumul Hadis, Receb İbrahim Sakar, sf.188-189

(Devamı gelecek sayıda)... 

Sayı 97...1417-ZİLKADE...1997-MART...Yıl-9

Sayfayı Birine Gönder