|
||
HABERLER - YORUMLAR |
||
|
||
6-3-’97’de Yeltsin, Rusya’nın kötü durumlarını anlatarak halkına bir hitap verdi. Cinayetleri işleyen ve uyuşturucu ticareti yapanlara devletin baş eğmediğini açıkladı. Sıkıntıların ve yıkımların her konuda bulunduğunu belirtti. Ayrıca Çeçen sorununu tedavi etme konusunda bir çok hata işlendiğini açıkladı. Buna göre daha önce bir çok defa söylediğimiz gibi Çeçenler, Ruslardan tam bağımsız olmadan, onlarla görüşmeyi red edip cihadlarını sürdürsünler. Ve diğer Müslümanlar da hareket etsinler. Fakat Çeçenler savaşı durdurdular, bir kaç seneye bağımsızlıklarını ertelettiler. Böylelikle Rusların oyununa geldiler. Ve diğer Müslümanlar da hiç hareket etmediler. Halbuki Ruslar savaşacak durumda değillerdi. Manevî, siyasî ve ekonomik olarak yıkılmışlar. Ama şimdi vakit kazanmak ve toparlanmak için Çeçenlerle savaşı ertelediler. Lâkin unutmamak gerekir ki, Ruslar gaddardırlar. Güçlü olurlarsa hiç bir zaman ahitlerine vefakârlık göstermezler. ASKERLERİN DEDİĞİ OLUR !! 28-2-’97’de Ankara’da Askerler MGK toplantısı yapıp Erbakan ve yardımcısıyla dokuz saat görüştüler. Burada laiklik ve dine dayalı hareketleri tartıştılar. Neticede bir takım kararlar alındı. 2-3-’97’de Erbakan MGK’nun kararlarına inandığına dair açıklamalar yaptı. Ondan sonra kararları imzaladı. Müslümanlara karşı ve İslâm’a zıt yirmi kusur maddenin ihmal edilmeden tam olarak yürürlüğe konulması istenmektedir. Ki bu; laiklik, cumhuriyet ve Atatürk inkılaplarıyla ilgilidir. Özellikle inkılaplarla ilgili 174’ncü maddenin tatbikidir ki bu kılık kıyafet, saçsakal, şapka, medenî nikah, tevhidî tedisat vs.. Erbakan, hayır demeye cesaret edemeyen bir adamdır. Ayrıca memleketin esas yöneticisi ordudur. Başbakan ve hükümet, askerlerin arzularını uygulayan bir memur mesabesindedir. Ayrıca Menderes’in idamı Erbakan'ın muhayyelesinden kaçmaz. Nitekim Menderes, tek başına iktidardayken ve ezici çoğunluğa sahip iken, yine askerler onu devirip astılar. Bu böyle olunca, peki nasıl olur da Müslümanlar iktidara gelince İslâm’a hizmet edeceğiz diye düşünürler. İnşaallah 28-2-’97 toplantısı onların akıllarını başlarına getirmiş olup, İslâm’a aykırı olan bu demokratik yoldan vazgeçerler. (Erbakan muhayyelesinde hep bu eski başbakanın akıbeti vardır. Bu nedenle askerlere hayır demeye cesaret edemez.) Öte yandan Londra’da Arapça olarak çıkan El Vasat dergisi 30-12-’96 tarihinde Mısır, Suriye ve Ürdün’den gelen Müslüman Kardeşlerin Erbakan’la görüşüp sıkıntılarını dile getirdiklerini açıkladı. Çünkü Erbakan’ın İsrail’le yaptığı ve imzaladığı anlaşmalardan dolayı endişelerini dile getirdiler. Onları rahatlatmaya çalışırken şöyle dedi: “Türkiye’nin laik bir devlet olduğunu biliyorsunuz. 1950’lerde bu devlet, Allah’ı tevhid edenleri açıkça idam ediyorlardı.” “Adnan Menderes, 1960’larda niye idam edildi. Çünkü ezanı tekrar geri getirdi.” Ve şöyle ekledi: “Türkiye’de üç kuruluş vardır. Bunları bin hesaba katmak gerekir. Birincisi ve en büyüğü askerî kuruluştur. Türk ordusu güzel şekilde silahlandırıldı, eğitildi ve düzenlendi. Amerikan sistemine göre yürümektedir. Hükümete karşı ordunun kesin tutumu vardır. İkinci kuruluş ise, siyasî partilerdir. Bunlar sürekli mücadele etmektedirler. Her hükümete karşı onların mücadelelerinin keskin şekilde tesiri vardır. Üçüncü kuruluş ise, ekonomi çevresi ve iş adamlarıdır. Türkiye’nin borçları pek çoktur, ekonomi durumu da güzel değildir.” Ve yine şöyle devam etmektedir: “İktidara geçtiğim zaman ordunun bana ve RP’ne karşı olumsuz bir tutumunun var olduğunu gördüm. Hemen onlara güven köprüleri tesis etmek için başladım. Başlangıç olarak askerlerin maaşlarını artırdım. Hem de maaşlarını Dolara bağladım. Bu Türk lirasının dalgalanmasından ve değerinin düşmesinden onların maaşlarını korumaya yönelikti.” “Bizde F4 markası olan 600 uçağımızın yedek parçaya muhtaç olduğunu gördüm. Amerika’dan para isteyince, ABD bize şöyle şaşırtıcı cevap verdi: Bunları İsrail’den isteyin. Biz gittik, bilfiil İsrail’den istedik.” Ayrıca ortağı olan Çiller’den vazgeçmeyeceğini açıkladı. Şöyle söylediği yayınlandı: “Dünyada ABD’nin gücünden başka güç kalmadı. Bizim bölgemizde İsrail gücünden başka güç kalmadı. Nitekim İsrail ABD’nin şımarık çocuğudur. Daha doğrusu, İsrail’de yahudiler ABD’nin ta kendisidir.” Erbakan’ın son sözleri ise şudur: “Sloganlara bağlanmak doğru değildir. İşte İslâmî hareketleri bu noktada eleştiriyorum. Doğrusu, bir çok slogan ortaya attık. Fakat iktidara geçince oradaki gerçeklere bakmak lazım. Güçlerin dengesi ve çıkarlarını gerçekleştirmekten daha güçlü bir güç yoktur dünyada. Buna rağmen ilkelerimiz ve sloganlarımızdan bir çok şey vardır ki, onları gerçekleştirmeye çalışırız.” Herkes iktidara gelmeden önce, sonraki durumunu tasavvur ediyor. Erbakan, bunu da biliyor. Bu duruma düşeceğini bildiği halde Müslümanları kandırmak için sloganlar atıyor. Kendisi de itiraf ediyor ve bu sloganlara bağlı olmadığını söylüyor. Ayrıca RP MKYK üyesi ve Devlet Bakanı Abdullah Gül, Amerika'da yaptığı bir konuşmasında, Amerikalı dinleyicilerine karşı "Bizim seçimlerde halka ne dediğimize değil şimdi hükümette ne yaptığımıza bakın." demiştir. Böylece halkı kandırdıklarını da itiraf etmiştir. Müslümanlara böyle şeye kanmamaları için bir çok defa uyardık. Umulur ki bundan sonra uyanırlar. FITRATA AYKIRI SİSTEMİN NETİCESİ Bu suçsuz Müslüman kıza, sapık bir Belçikalı kâfir tecavüz eder ve öldürür. Hem de bir çelik sandıkta cesedini parçalayıp yerleştirir. Beş yıl sonra bu keşfediliyor. Ve Belçika bu olay için sarsılıyor. Çünkü halen bir çok kız çocukları kayıptadır. Aynı akıbete uğramış olabilirler. Ayrıca bu ülkede bazı yetkililerin, sapık ilişkilerde bulundukları tesbit edilmiştir. Oradaki insanlar bu sapık ilişkilerden tiksintilerini ve rahatsızlıklarını gösterdiler. Çünkü bu fıtrata aykırıdır. Fakat insana hürriyet verip laikliğe dayalı liberal sistem ülkelerine halen tahakküm etmektedir. İnsan yine bu sistemin fıtrata aykırı olduğunu hissediyor. Fakat yerine başka daha güzel bir sistemi görmüyorlar. Böylece hürriyetçi sistem içerisinde boğuşup kalıyorlar. Sahih ve güzel sistem olan İslâm’ın tatbikini gösterecek İslâm Devleti’ni dünya beklemektedir. Nitekim Allah’ın hâkimiyeti, insanları karanlıktan aydınlığa çıkartır. Tağut yönetimi ise, insanları aydınlıktan alıp karanlığa düşürür. İSRAİL VAHŞİ OLMASINA RAĞMEN AYNI ZAMANDA KORKAKTIR Bu resim hem İsrail’in vahşetini hem de onun korkusunu göstermektedir. Çocukları bile hunharca katlederler veya ezerler. Aynı anda da ondan korkuyorlar. Otomatik silahlı kocaman bir asker, hem de parmağı tetikte bir çocuğu önünde sevk ediyor. Ayrıca İsrail, Kudüs’ten vazgeçmeyeceğine dair ısrarını ispatlıyor. Doğu Kudüs’te Müslümanlara ait olan toprağı gasp edip üzerine Yahudilere ait yerleşin yerlerini kurmaya karar alıyor. İslâm dünyasındaki kurulu olan devletler buna yakınıyorlar veya Türkiye Cumhuriyeti gibileri yumuşak bir dil kullanarak bu olayın barışa hizmet etmeyeceğini söylüyor. Fakat İsrail, bu zelil devletlere karşı daha fazla kibirlenip böbürleniyor. Ayrıca zelil Arafat’a ve otoritesine danışmadan Batı Şeria ve Gazze’nin topraklarında %9’nda askerî varlığını bir düzene sokacaktır. Buna geri çekilme derler!. Çünkü yahudiler stratejik yerlere çekiliyorlar. Arafat ise, kendisine danışılmadığı için kızıyor. Ama Netanyahu onun kızgınlığına değer vermedi. Böyle zelillere niye değer versin ki!.. KRAL HÜSEYİN YAHUDİLERİ, YÖNETTİĞİ HALKTAN DAHA FAZLA SEVER 13-3-’97’de bir Ürdünlü asker, İsrail’li kadınları ateş açıp yedi tanesini öldürdü ve bir kaç tanesini de yaraladı. Bu olay karşısında Kral Hüseyin deli oldu. Hemen Avrupa’daki ziyaretini kesip döndü ve İsrail’e anî ziyaret yapmaya karar aldı. Üzüntüsünü dile getirirken şöyle dedi: “Sanki kızlarım öldürüldü.” İşte bu Kral, öldürülen bu kadınların öldürülmesine o kadar üzüntü gösterdi ki bunun karşılığında ise Yahudiler Filistin’de ve Lübnan’da binlerce ufacık kızları ve bebekleri öldürürken onları hiç üzüntü göstermedi. Bu olaylar hakkında İsrail’e hep yumuşak dillerle diplomatik sözleri sarf ederek itiraz ediyor. Hatta Yahudiler Müslüman kızlarının yürüyüşlerini engellemek için gaz bombaları attılar. Fakat bu bombaların o kızları kısırlaştıracağı hakkında hiç bir keşif yapılmadı. Ayrıca okulların su havuzlarına, kısırlaştırmak için ilaç attıkları tesbit edildi ve buna benzer çok olaylar yapıldı. Fakat bütün bunlara rağmen bu Kral hiç bir zaman bu olaylar karşısında üzülmedi. Amerika ve Avrupa da bu olaylar karşısında hiç sarsılmadılar. Oysa bu Ürdünlü asker ve binlerce asker ve milyonlarca sivil Müslüman, Kral Hüseyin’in Yahudilerle yaptığı barışa karşıdırlar. Nitekim vurulan kadınların gezdikleri toprak ise Ürdün’e aittir. Ama bu Kral, bu toprakları yahudilere kira olarak verdi. Bu kira sözleşmesi ise iki sene önce ortaya çıktı. Yahudiler, bu verimli toprağı ekerken Ürdün’deki ahali aç haldedir. BÖYLESİ GAZETELERE YAZIK ! Laik gazete olan Hürriyet, bu resmi yayınlayarak altına “Yazık Bu Çocuklara” diye başlık atıyor. Temiz olan çocuklara “yazık” diyor. Çünkü bu çocuklar, Avrupa’dan gelmeyen bir elbise giyiyorlar. Aynı anda bu gazete ve benzerleri, her gün kadınların vücudunu teşhir edici biri şekilde yayınlayarak, bu resimleri “çağdaş, cesur” gibi vasıflıyor. Böylelikle kötülükleri överlerken, dinini ve iffetini koruyan kadınları zemmediyorlar. Ve aynı anda böylelikle Türk halkına hizmet ettiklerini iddia ediyorlar. Yazıklar olsun böyle gazetelere ..! BALKAN BÖLGESİ, YANAR DAĞ GİBİ Herkesin bildiği gibi Yugoslavya’yı parçalayan Amerika idi. Bosna olayları arkasında kendisi bulunmaktadır. Hırvatistan ve Slovanya’nın bağımsızlığını sağlayan da kendisi idi. Makedonya’nın ayrılması arkasında da bulunmaktadır. Ayrıca SırbistanKovada Birliğinin, başkan Miloseviç’i yıpratan yürüyüşlerini teşvik etti. Miloseviç’in yürüyüşçülere karşı kuvvet kullanması karşısında uyarmıştır. Bu nedenle Miloseviç, yürüyüşçülere karşı kaba kuvvet kullanmaktan çekindi. Böylelikle onun başının eti yeninceye kadar oradaki olayların biteceğini zannetmiyoruz. Güney Arnavutluk’ta olaylar meydana gelince; Arnavutluk başkanı Salih Birişa, onları kuvvetle bastırmak istedi. Yine Amerika onu uyardı. Avrupalılardan yardım istedi. Fakat Avrupalıların yardım edebileceklerini zannetmiyoruz. Çünkü Amerika dört gözle orayı gözetliyor ve elini oraya buraya sokuyor. Böylelikle bu olaylar bütün Balkan ülkelerini korkutuyor. Hatta Yeltsin bile bu olaylardan korktu. Çünkü Rusların ekonomik ve emniyet durumu çok berbattır. Kısacası, Balkan bölgesi yanardağ gibidir. Biraz yatışır, arkasından alevlenir ve ateşle köpürür. Nitekim Ahdabut gibi hareket eden Amerika, oraya bazı ayaklarını yerleştirdi. Bu bölge Avrupa vücudunda bir diken halindedir. Avrupa’yı meşgul edecek, korku içerisinde bırakacak ve belki de tümünü karıştıracaktır. Bu bölge, güçlü devletler tarafından kullanılmaya çok müsaittir. Nitekim tarihi boyunca bağımsız olamadı, hep başka güçlere mahkum kaldı. Ancak bu bölge, Osmanlı Devleti tarafından yönetildiğinde, İslâm adaletiyle orada emniyet, huzur ve güzel geçinmeyi gördü. İslâm Devleti’ne karşı Avrupalılar tarafından oralarda olaylar kışkırtılınca ve Osmanlı Devleti, Avrupalıların uyarılarına uyup yumuşak hareket edince, oradaki Osmanlıların hükmü geriledi ve ondan sonra yok oldu. Ve böylelikle Avrupalılar o bölgeye egemen oldu. İkinci Cihan Savaşından sonra Sovyetler Birliği 1990’da yıkılıncaya kadar oraya egemen oldu. Böylelikle onun yerine Amerika oraya geçerek nüfuzunu yerleştirmek için olaylar çıkartıyor. Ve Avrupa da oraları kendine bağlayıp egemenlikleri altına alabilmek için mücadele ediyorlar. Fakat şu ana kadar başarılı olamadılar. Daha doğrusu oradaki durum onları tehdit ediyor. Buna göre Balkan bölgesi, İslâm Devleti’nin yönetimi oradan kalktığı günden beri bu güne kadar rahatı ve huzuru tatmadı. Hem de baskıcı, zorbacı ve zalim rejimler halka çok eziyet ettiler. Tito, Çavsisko, Enver Hoca gibi rahmeti, şefkat ve insanlığı tanımayan canî yöneticilerle birlikte Sovyetler Birliği’nin zulmü vardı. Bundan önce ise, İkinci Cihan Savaşından önceki dönemlerde Avrupa’ya bağlı zalim krallar vardı. Bu nedenle Balkan bölgesi için tek çözüm vardır, o da tekrar İslâm yönetimi altına girmesidir. Ama Türkiye ve diğer İslâm toprakları üzerinde İslâm Devleti kurulmazsa bu çözüm uzak kalır. Çünkü Balkan bölgesindeki Müslümanlar, böyle bir devletin kurulması için öyle bir çalışmaları yoktur. Bosna’da bazı fertler her ne kadar uyanmışlar ise de Bosna halkı, Arnavutluk halkı, Makedonya halkı, Bulgaristan’daki, Hırvatistan’daki, Kosava’daki, Karadağ’daki ve diğer yerlerdeki müslüman halklar, İslâm Devleti düşüncesini idrak etmiyorlar. İslâm’ın en büyük ve önemli farzlarından biri olan İslâm hâkimiyeti ve siyasetinin devlette yerleştirilmesinin farzı kendilerine unutturulmuştur. Bu farzı onlar hatırlatmak gerekir ki İslâm Devleti’ni kurmaya yönelik çalışma yapsınlar, dünyada izzetli olsunlar ve ahirette mutlu olsunlar. MISIR’DA CEBRİ SİSTEME DEVAM 23-2-’97’de Mısır’da “sıkı yönetim” veya “olağanüstü hal” üç sene daha uzatıldı. 1981’de Sedat’ın öldürülmesi akabinde bu durum Mısır’a getirildi. Bu nedenle Mısır, resmî kanun olarak cebrî sistemin tahakkümü altında yaşıyor. Devlet, kanunlarla Müslümanları eziyor, zulme karşı olan hareketleri bastırıyor ve küfür veya tağut rejimi değiştirmek için hareket eden samimi Müslümanları tasfiye ediyor. BU LAİK ZİHNİYET KALDIKÇA, CEZAYİR’İN DURUMU DÜZELMEZ Cezayir’e musallat olan devlet, ekonomiyle ilgili Amerikan planına uydu. 5-3-’97’de özelleştirme siyasetini uygulayabileceğini bildirdi. Bunun yanı sıra oradaki rejim, Müslümanları ezmeyi sürdürüyor. On binlerce Müslümanı katletti. Ayrıca bir çok masum çocuk, kadın ve olaylarla alâkası olmayan sivili öldürüyor ve müslümanları onların öldürülmesiyle itham ediyor. Oradaki Müslümanların ezici çoğunluğu İslâm rejimini istemeye ısrarlı olduğunu göstermesine rağmen, el avuç kadar laik asker, küfür olan laik rejim üzerine ısrarlarını sürdürüyor. Bu nedenle çatışmalar durmak bilmiyor. Avrupa ve özellikle Fransa’nın o küfür rejime milyarlarca Dolar ekonomi yardımı ve askerî yardımı vermesine rağmen, ne ekonomi durumu düzeldi, ne de oradaki silahlı mücadele eden müslümanları bastırabildiler. Ayrıca fikri ve siyasî mücadele eden başka İslâmî hareketler vardır ki rejim onlara nefes aldırmıyor. Oradaki rejimi yürütenler akıllı, halklarına ve memleketlerine samimi olsalardı laiklikten vazgeçerlerdi ve İslâm’ı uygulamaya başlarlardı. İşte o zaman Cezayir’in durumu düzelir. EY TÜRK YÖNETİCİLERİ HALA ANLAMADINIZ MI?! 4-3-’97’de Brüksel’de Avrupa’nın 20 başbakanı ve bakanı ortak bir toplantıda şöyle karar aldılar: “Türkiye hiç bir zaman Avrupa Birliği’ne üye olamaz.” Avrupa, Türkiye’yi kovuyor ama yöneticileri anlamak istemiyor. İlla da Avrupa Birliği’ne gireceğiz diyorlar. Çünkü, çağdaş, modern ve ilerlemiş insan olacaklarını zannediyorlar! Ayrıca asıl kimliklerini bulmaya çalışmıyorlar. Nitekim Türklerin asıl ve aslî kimliği yalnız İslâm’dır. Bu kimliği bulup ona göre düşünmeye başlarlarsa, Avrupa’yı geçeceklerini bilemiyorlar. Belki Avrupa onları kovunca düşünmeye başlarlar. Çünkü kendilerini ortada bulacaklar. Üstelik Avrupa, onlara biz Hıristiyanız, siz Müslümansınız diyorlar. Sağır gibi davranıp bunu duymak istemiyorlar. Ve karşılığında biz laiğiz diye cevap veriyorlar. Yine Avrupa buna rağmen, halkınız Müslüman, ona inanmıyor, onu korumuyor, bunun delili ise askerî müdahalelerdir, bir kaç asker onu tanklarla koruyor diyorlar. Ve bir kaç asker ve bir kaç sivil halkı laikliğe davet ediyor. Çünkü laiklik akla ve fıtrata aykırıdır. Müslümanlar da İslâm’a, akla ve fıtrata uygun olduğu için bağlıdırlar. Bundan dolayı İslâm, akla ve fıtrata uygun aykırı olan Hıristiyanlığa da benzemez. Türkiye’deki avuç doldurmayacak kadar olan bir kaç asker ve sivil, heva ve hevese uymayı terk edip İslâm’ı derin şekilde düşünseler, İslâm’ın ne kadar doğru ve mükemmel hayat ve devlet sistemine sahip olduğunu idrak edecekler.
ASKERLERİN EMİRLERİNE UYMAK VE İRTİCA ! 5-3-’97’de Erbakan, hükümet toplantısı yaparak askerlerin emirlerini bakanlara anlatarak kabul ettirdi. Daha önce askerlerin emirlerini imzalamayacağım dediyse de bunun sözü ciddiye alınmadı ve hemen akabinde imzaladı. O, sadece cemaatına göstermek için söyler. Yani ben istemiyorum ama zorlanıyorum diyor ve bu şekilde saf ve basit Müslümanlar buna kanıyorlar. Daha önce de defalarca böyle söyledi ve sonra imzaladı. Yine Amerikan Çekiç Gücünü imzalamayacağım dedi fakat sonra imzaladı. İsrail’le anlaşmalar imzalamayacağım dedi, sonra da imzaladı ve üstelik yeni anlaşmalar da imzaladı. Saf cemaat ise, bu adam ne yapsın zorlanıyor diyerek kendilerini teselli etmeye çalışıyorlar. Batı taklitçiliğe karşı çıkıyordu fakat en büyük batı taklitçisi oldu. Ayrıca en büyük Atatürkçü olduktan sonra en büyük demokrat ve laikçi oldu. 4-3-’97’de özel bir televizyon olan D.TV’de şöyle dedi: “İslâm’ın istediği en güzel yönetim demokrasi ve laiktir.” İslâm’a bu kadar iftira olmaz. Çünkü İslâm’da şeriatın hâkimiyeti vardır. İslâm’da devletin ve toplumun temeli dindir. Din; devletten, toplumdan ayrılmaz. Laiklik ise; dini devletten, toplumdan ve siyasetten ayırmaktır. Yani dinsizliktir. Yani küfürdür. Ayrıca laiklik, dini hayattan ve devletten ayırdığı gibi din ve vicdan hürriyetini tanımaktadır. Böylelikle insan istediği dine mensup olabilir ve istediği dini terk edebilir. Fakat dini devlete karıştırmayacak ve bu din devletin temeli olmayacak. İşte İslâm bu hürriyeti tanımaz. Bir Müslüman dinini terk edemez, aksi takdirde tövbe etmezse öldürülür. Kâfirler İslâm’a girmek için zorlanmazlar fakat İslâm nizamı ve hükmü altına girerler ve böylelikle İslâm şeriatı ve hukuku onların üzerine uygulanır. Zımmî adını taşıyarak İslâm hâkimiyeti ve Müslümanların otoritesi altında yaşarlar. Ayrıca İslâm’ı, irtica ile vasıflandırmak, İslâm’a büyük hakarettir. İrtica, gericilik olarak tefsir edilir. İslâm Devlet olunca, dünya güneşi oldu. Ruhanî değer, ahlâkî değer, insanî değer, maddî değer, ilim ve teknoloji alanlarında ilerledi. Bu nedenle İslâm toplumu örnek olmuştur. Fakat Avrupalılar Müslümanlardan ilim aldılar böylece ilmen ilerlediler. Fakat ruhaniyet, ahlâk ve insanlık konularında çöktü. Çünkü bunları Müslümanlardan almayı red ettiler. Avrupa ise bunun farkındadır ama heva ve heveslerine uydukları için kendilerini İslâm’la kurtarmayı düşünmüyorlar. Ve bir de İslâm’ı irticacılıkla (gericilikle) itham etmeye kalkışırlar.!! Nitekim asıl irtica laiklik ve demokrasidir. Çünkü bunlar, insanların birbirlerine tapma hareketidir. İnsan kendi yaratıcısı olan Allah’ın emrine uymalıdır, bu şekilde Rabbisine tapmış olur, yükselmiş ve ilerlemiş olur. Ama kendisi gibi yaratılmış olan meclis üyelerinin kanunlarına veya askerlerin emirlerine veya hukukçu ve filozoflara uyarlarsa, onlara tapmış olurlar. Böylece alçalmış ve gerilemiş olurlar.
|
|