İSLAM KELİMESİ DAHİ KULLANMAK YASAKTIR
13.4.1997’de Cezayir’de yeni Siyasi
partiler kanunu çıkartılmıştır. Bu kanuna göre,
partilerin isimlerinde İslâm kelimesinin kullanılması
yasaklanmıştır. Bu nedenle küfür rejimine uyan (Hamas),
İslam toplum hareketi ismini değiştirip İslam kelimesini
kaldırmıştır. Yeni adı ise barış için toplum
hareketidir. Fakat yeni isme göre kısaltılması aynen devam
etmektedir.
Cezayir’deki küfür rejimi Müslümanlara
o kadar meydan okuyor ki İslam kelimesinin kullanılmasını
dahi yasaklıyor. Tamamen Türkiye’deki Siyasi partiler
kanununda olduğu gibi. Rejim, kendisine uyan zayıf Müslümanlardan
gücünü almaktadır. Böylece, Şeriata dayalı Hilafet rejimi
isteyenleri ezmeye devam etmektedir. Fransa başta olmak üzere,
Batı dünyası bu rejimi küfür ve zülüm siyasetinde
desteklemeye devam etmektedir. Bu nedenle, oradaki tağuti
rejimler memleketin Müslüman ahalisinin isteğine karşı
batıdan güç alıp ezme politikasına devam etmektedir. Orada
her ay yüzlerce kişi öldürülmektedir. Bundan sorumlu olan
ise cahili yönetimdir.
Nitekim “Allah’ın hükmü dışında her
yönetim cahildir, tağutidir.” (Maide 50, Nisa 60)
İSYANLAR NİYE VE NE ZAMAN OLUR
Arnavutluk yöneticisi Salih Berişe halkına
karşı Avrupa güçlerini çağırmıştır. 15.4.1997’de yedi
devletten 6.000 askerin gelmesi başlamıştır. Başta 2500 askerle
en fazla asker gönderen İtalya olmuştur. Fransa ve Yunanistan onu
takip etmiştir.Türkiye ise 500 asker göndermiştir. Gerçek otorite
kendi halkına dayalı olur. Kendi halkıyla korunur. Ama, yabancı güçlere
dayalı olursa ve onlarla korunursa o karton devlet olur. Yöneticileri
hain olur.
Arnavutluk Müslüman topraklarıdır ve halkının
ezici çoğunluğu müslümandır. Yüzlerce sene İslam devletinin yönetimi
altında kalmıştır. Fakat, Avrupa'nın tahrikiyle “Arnavutluk
milliyetçiliği “ ortaya çıkmış ve kardeşleri müslüman
Osmanlılara karşı savaş başlatmışlardır. Geçen yüzyılın
sonlarına doğru Osmanlılardan ayrıldılar. Ve bundan sonra
Krallık sistemi kuruldu. İkinci Cihan savaşına kadar devam etti.
Bu savaş akabinde Komünistler yönetime el koyup, Cumhuriyet kurmuşlar.
1982’de Enver Hoca öldü. Yerine Remiz Alia geldi ve o 1992’ye
kadar yönetime devam etti. Ondan sonra Batıya bağlanma işi
başladı. Kapitalizmi uygulamaya başlayınca toplumda pek çok sorun
doğmuştu. Bankerler halkın parasını çekince olaylar patlak vermişti.
Türkiye’de 1980’lerde Özal döneminde aynı
problem çıkmıştır. Fakat, Türk Halkı Arnavutlar gibi isyanı
ilan etmemiştir. Nedeni toplumun yapısını inceleyenler tarafından
bilinmektedir. İslam’da zulme karşı isyan siyasi ve fikri , küfre
karşı ise silahlı olmalıdır. Fakat, İslam otoritesi olunca bu
durum geçerlidir. Bu otorite olmayınca önce bu otoriteyle fikren ve
siyaseten mücadele yapılır, ve halk inandıktan sonra kafir rejimi
yıkmak için silah kullanabilir. Sivil isyanı başlatabilir,
inkılap yapabilirler.
Arnavutluğa tekrar dönelim, bu memleket Balkan
ülkelerindendir. Amerika- Avrupa çatışmasına sahne olmaktadır.
Bu esasa dayalı bakmak gerekir. Bu sebeple, Avrupa oraya hemen girdi.
Ama, Amerika susacak mı? Hayır. Belki olaylar daha fazla
gerginleşir ve belki yeniden isyanı alevlendirmek için bazı
tarafları silahlandırır.
ZAİRE’DEKİ KARGAŞA
Zaire’deki pırlantalar Amerika’nın gözlerini
kamaştırıyor. 9.4.1997’de Amerika Zaire’yle ilgili şu açıklamayı
yaptı: “Mobutu Yönetimi bitmiş sayılır” Fakat, Fransa,
desteklediği Mobutu yönetimi ile ona başkaldıran Cabilla güçleri
arasında ateşkes sağlamak için dünya toplumuna seslendi. Chirac
bu demeci verirken büyük devletleri sessizlik entrikası yapmakla
itham etmiştir. Burada onun kastettiği Amerika’dan başkası
değildir.12.3.1997’de Mobotu yönetiminin başkanı Zaire’nin
doğu bölgesinde ateşkesi sağlamak için devletler arası gücün
oluşturulmasını engelleyen Amerikanın olduğunu ve İngiltere’nin
de Amerika’ ya uyduğunu açıklamıştır. Fakat Amerika
dışişleri bakanlığının sözcüsü Burns bunun akabinde aynı
tarihte; “Washington şu anda Doğu Zaire’de uluslar arası güçlerden
oluşan bir gücün orada yerleştirilmesinin gerekli olduğunu
hissetmiyor” diye bildirmiştir. Sonra da şöyle ekledi; “Amerika
Cabilla’nın iyi niyetine dayanır. “
Buradan anlaşılıyor ki, Zaire’de savaş
Amerika ile Fransa arasındadır. Amerika, baş kaldıran Cabilla’yı
destekliyor. Fransa ise Mobotu’nun yönetimini destekliyor.
İngiltere ise muvafıklık yapıyor. Daha önce Major, Chiracla
toplantı yapmıştı ve o bölgede (Büyük göller bölgesinde)
Fransa’yla beraber hareket edeceğini açıklamıştır. İngiltere’nin
Amerika’dan korktuğu ve o bölgedeki müstemlekeleri kaybetmekten
korktuğu için Amerika’nın yanında durduğunu gösterir. Nitekim
İngiltere; Fransa gibi orada çok müstemleke kaybetti. Amerika eski
sömürgecileri temizleyip yerlerine geçmek için eskiden beri bu
siyaseti benimsiyor ve devan ettiriyor.
Daha önce Belçikalı bir komutanın liderliğinde
Cabilla’nın isyanını bastırmak için bir hareket başlatılmıştı.
Fakat hiç başarılı olmadı. Böylece Fransa ve Belçika’nın
Zaire’deki değerli madenleri çalma işlerine son verilip, Amerika
bu hırsızlığı üstleneceği gözüküyor. Oradaki halk ise açlıktan
kıvranıyor. Ülkesi çok zengin fakat hırsızlar uşakları olan
Mobotu ve grubu yoluyla sömürgeciler o zenginlikleri çalıp götürüyor.
Nitekim Demokrasi ve insan hakları efendileri olan kapitalistlerin
oburluklarının sonu bitmez. Demokrasi, insan hakları ve hürriyet
adı altında Afrika’yı sömürüyorlar.
İslam Devleti olunca, o memleketi kurtarırsa,
onların servetleri kendilerine dağıtıp onları zengin eder,açlıktan
ve sefaletten kurtarır ve ilerletir. Onlara İslamiyet’i bir
hidayet ve nur olarak götürür.
CARTER, ETİYOPYA’DA GERÇEKLEŞTİRDİĞİNİ
SUDANDADA GERÇEKLEŞTİRECEKMİ?
21.4.1997’de Amerika eski devlet başkanı Jimy
Carter Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Beşir’le görüştü. Carter’in
bu görüşmesi Güney Sudan’da cereyan eden savaşla ilgilidir.
Muhalefet grupları ile Sudan yönetimi arasında barış operasyonu
gerçekleştirmek istediğini bildirmiştir. Nitekim Amerikanın
amacı Güney Sudan’ı bölmektir. Acaba Carter bir kaç sene önce
1993’te Eritre’nin Etiyopya’dan ayrılmasını sağladığı
gibi Güney Sudan’ın Sudandan ayrılmasını sağlayacak mı?
Etiyopya ne kadar Amerika’ya bağlıydıysa Amerika Eritre’de baş
kaldıranları destekliyordu. Şu anda Sudan’da aynı durum var.
Aynı oyun var ve aynı adam “Sam Amca” memleketinden gelip aynı
rolü üstleniyor. Ayrıca Carter’in Sudan’a ziyareti ilk
değildi. Daha önce de geldi. Ve Güney Sudan’a özerkliğin
verilmesi üzerinde durmuştu. Sudan yönetimi güneye verilmesi
fikrini kabul etmişti ve yönetimin adamı ve parlamentosunun
başkanı Hasan Turbı buna cevaz fetvası vermiştir.
Şu anda Amerika baş kaldıranların isyanlarını
kuvvetlendirip onlara Eritire ve Uganda yoluyla pek çok silah
verilmesini sağlamıştır. Böylece baş kaldıran bölücüler
Sudan’dan bir çok kenti ellerine geçirebildiler. Peki bundan
sonra, Sudan rejimi Carter’in yeni tekliflerini kabul edecek mi?
Rejim o kadar hainse kabul kılmış eder. Halbuki, İslâm’a göre
(Müslüman) memleketlerinin bölünmesi haramdır. Daha doğrusu
bunların birleşmesini ve tek devlet olmasını farzdır.
YEMEN, İNGİLİZ TOPLULUĞUNA RESMEN MÜRACAAT
ETTİ. FİLİSTİN İSE MÜRACAT ETMEK ÜZERE
23.3.1997’de Londra da Arapça yayın yapan
Al-Hayat gazetesinde İngiltere Avam kamerasında üye olan S.Tausand
bir makale yazdı. Yazısında şunlar var: “Filistin özerklik
otoritesinin Parlamento başkanı Ahmet Kurey İngiliz parlamentosunu
ziyaret etti ve Filistin’in “Comonawelth’e” (İngiliz
Milletler Topluluğuna) bağlanması üzerine keskin tartışma oldu.”
Guardian gazetesi ise, İngiltere’de Filistin temsilcisi Afif
Safiye, Comonawelth’un genel sekreteriyle görüşüp, bu topluluğa
Filistin’in bağlanması konusu üzerine durduğunu yazmıştır.
Ayrıca, Yemen’in de bu topluluğa bağlanmak için resmen müracaat
ettiğini de yazmıştır. İngiltere’nin eski müstemlekeleri bu
topluluğa bağlanır. Eski müstemlekelerden 37 tanesi üyedir.
İngiltere İkinci cihan savaşından sonra Amerika’nın baskısına
ve Amerika’nın halkları İngiltere’den kurtulması için
mücadelelerinde desteklenmesiyle karşı karşıya kalınca müstemlekelerine
şekli bağımsızlık verip çıkarttığı “Comonawelth” ile
onları bağlamaya başladı.
Yemen ve Filistin ise eski İngiliz Müstemlekesi
idiler. Şimdiki yöneticileri kendileri tekrar resmen İngilizlere
bağlanmak istiyorlar. Bunun İslam’a aykırı olduğu açıktır.
Çünkü kafirleri dost edinmek haramdır. Kafirleri dost edinen
onlardandır. (Maide 51)
HİÇ BİR KİMSE KAYNAK VEYA DELİL OLMAZ
Endenoz’yada Müslüman Alimleri kalkındırma
hareketi adında bir cemiyet vardır. Onun başkanı Abdurrahman
Vahiddir. İsrail İşçi Partisi başkanı ve eski başbakan Şimon
Peres bir enstitü kuruyor ve bunun üyeliğine o hareketin
başkanını davet ediyor. Alim olarak geçinen hem de alimlerin başkanı
olarak tanınan Vahid hemen bu üyeliği kabul ediyor. Hem de
Yahudilerin enstitüsüne üye olmasından şeref kazandığını açıklıyor.
Hatta Endenoz’ya televizyonunun açıkladığına göre bu adam
Yahudi Peres’in mektubunu alınca Allah'a şükür secdesi etmiş.
İsrail’e geçen sene yaptığı ziyaret sonrası mason olduğunu açıkça
bildirmiştir.
Bundan ders alınmalıdır. Her tarafta Alim geçinen
kimse var. Kur’an’a ve Sünnete onları arz edin onları
tanıyın. Yoksa Alim veya Dr. veya Doç, veya Prof, lakabı taşıdı
mı! ondan ilim alınır veya hareketi tasvip edilir demeyelim. Dikkat
edilmelidir. Türkiye’de Yahudileri ve Hıristiyanları Müslümanlar
gibi sayan alim veya Prof, lakabı taşıyanlar var. Laiklik veya
demokrasinin İslam'la bağdaştığını iddia ediyorlar. Bu nedenle
hiç bir kimse unvanı ne olursa olsun delil olamaz, kaynak olamaz.
Kaynak Kur’an ve Sünnettir. Delil de oradan alınır.
RUSYA VE ÇİN AMERİKANIN TEK BAŞINA DÜNYAYI
YÖNETMESİNE KARŞI ANLAŞIYORLAR
22.4.1997.’de Çin’in Başkanı Jiang Zemin
Rusya’yı ziyaret edip Yeltsin’le görüştü. İki devlet
arasında bir anlaşma imzalandı. Bunda şunlar geçiyor. Rusya ve
Çin dünyaya tek devletin egemenliğini ret ediyorlar. Değişik
kutuplu bir dünyaya inanıyorlar. Bu nedenle yeni dünya adlı düşünceyi
ret ediyorlar.
Komünist ideolojisinde farklı düşünceleri
nedeniyle bu iki ülke birbirine düşman idi. Çünkü Rusya 1961’de
Amerika ile barış içerisinde yaşama fikrini kabul etmişti. Fakat,
Çin’de aynı yolu izledi. Fakat Rusya tamamen komünizmden
vazgeçti. Çin ise komünizmin büyük bir kısmından vazgeçti.
Fakat burada önemli olan Rusya ve Çin’in Amerikanın dünyaya
egemen olmasının siyasetine karşı çıkmalarıdır.
Bu iki devlet ciddi hareketler yaparlarsa
özellikle Asya bölgesine Amerikanın siyasetini yavaşlatabilirler.
Ama aralarında çok siyasi ve ekonomik çatışmalar çıkacaktır.
Hatta Amerika bu iki devlete karşı silahlı isyanları
besleyecektir. Ama bu iki devlet Amerikanın tek başına dünyayı yönetme
veya yeni dünya düzeni fikrine karşı gelmeleri küçük devletler
için hayırlı olabilir. Nitekim büyük devletler ne kadar ihtilaf
ederlerse o kadar dünya için hayır olur.
SİYASİLER ASKERLERİN MEMURUDUR
15.4.1997’de Türkiye’nin Başbakan
yardımcısı ve Dışişleri Bakanı T. Çiller Valilerin M.G.K. veya
askerlerin tatbik edilmesini istedikleri kanunlarını
uygulamalarını istemiştir.
Böylece Başbakan yardımcısı ve Dışişleri
Bakanı askerlerin emirlerini uygulamakla memur olduğunu
ispatlamıştır. Zaten Başbakan daha önce bunları onayladı.
Cumhurbaşkanı da desteklemiştir. Bütün bu siyasilerin, askerlerin
görevlileri olduklarını göstermiştir. Üstelik askerlerin egemen
olduklarını ispatlamışlar.
AVRUPA AKDENİZ MEMLEKETLERİNDEN NE İSTİYOR?
15.4.1997’de Malta’da Avrupa-Akdeniz Devletleri
adlı bir konferans yapılmıştır. Avrupa- Akdeniz ülkelerinden
kendi ülkelerine göç hareketini durdurmak ve tedhişçiliğe son
vermek konusunda işbirliği yapmaya yönelmektedir.
Peki, Akdeniz ülkeleri de, başka ifadeyle İslam
memleketlerinde mevcut olan durumdan Avrupa sorumlu değil mi? O
ülkeleri uzun yıllar sömürdü, halkı ezdi ve servetlerini çaldı.
Üstelik İslam'la savaşıp devletten ve hayattan uzaklaştırdı.
Ajanlarını dikip halklara musallat kıldı. O memleketlerin geri
kalmasını sağladılar.
Buna rağmen Avrupa kendisini masum gösterip bu
ülkeler tedhişçilik, huzursuzluk kaynağı olarak gösteriyor. O
memleketleri sırf bir pazar ve hammaddenin kaynağı haline getirdi.
Onların kalkınmalarını engelledi. Hatta bu memleketlerin
halklarını ve yöneticilerini saptırdı ve hala saptırma
siyasetini sürdürüyorlar.
Öyleyse en önemli işimiz Müslüman halkları
uyandırmak ve yöneticileri ikaz etmek ve saptırılmadan onları
kurtarmaktır.
IRAK’TA DARBE TEŞEBBÜSÜ
12 Nisan 1997 tarihli çeşitli Türk ve yabancı
gazetelerin de vermiş oldukları haberlere göre, ve onlarında
İngiliz BBC yayın kuruluşundan almış oldukları habere göre Irak’ta
Saddam Hüseyin yönetimine karşı Amerika yanlısı olan ve CIA
tarafından organize edilen bir darbe teşebbüsünde bulunulmuştur.
Darbe başarısızlıkla sonuçlanmış ve olaya karıştığı iddia
edilen 300 Irak’lı subay idam edilerek cezalandırılmışlardır.
Bu olay şunu göstermektedir, Irak’ta halen İngiliz hegemonyası
veya diğer bir deyişle İngiliz nüfuzu devam etmektedir. Buna karşı
da Amerika kendi nüfuzunu yerleştirmek için çalışmalarına devam
ediyor. Bu çatışma Irak’ta olduğu gibi tüm İslam aleminde
devam ediyor ve edecektir de, ta ki Müslümanlar hayatlarında İslam’ın
hükümlerini hakim kılıp kafirleri İslam Coğrafyasından
kovuncaya kadar.
GERÇEK YÖNETİCİ HALKINA YALAN SÖYLEMEZ VE
HALKINI ALDATMAZ
Mart ayının son haftasında Pakistan’da İslam
Ülkelerinin konferansı yapıldı.Buna 54 devlet katıldı. Demek ki
Müslümanlar 54 parçaya bölündüler. Oysa İslam’ın emri
hepsinin tek devlet olması, başında tek halife bulunması ve Müslümanları
Şeriatla yönetmesidir. TC. Devlet Başkanı S.Demirel buna katıldı
ve Bengladeş’te yayınlanmakta olan “The Daily Star” gazetesine
şunları söyledi: “Aslında Lâikliğin din için gerekli olduğunu,
insanların ibadetlerini yerine getirmek için özgür olmaları,
ibadet etmeye de zorlanmamaları gerekir.“Türkiye’nin lâiklikle
birlikte İslamiyet'i en iyi şekilde uygulayan bir ülke olduğunu”
belirtti ve ayrıca şöyle dedi: “Eğer dinin istismarına izin
verecek olursak, her şeyden önce dinimiz, ikinci olarak rejimimiz, üçüncü
olarak devletimiz zarar görecektir.”
Demirel’in işi sadece lâikliği savunmaktır. Sürekli
bunu savunuyor. Ayrıca yalan söylemektedir. Şöyle ki:
1- “Lâiklik din için gereklidir” diyor. Bu
yalan değil mi? Kesinlikle yalandır. Çünkü lâiklik dini
devletten ve hayattan uzaklaştırmaktır. Böylece , lâiklik dine zıttır
ve din aleyhine bir harptir. Din devletten ve toplumdan
uzaklaştırılırsa dinin büyük kısmını ilga etmek demektir.
Zira, din devletle, toplumla ve siyasetle ilgili pek çok fikir
gösterdi. İslam dini yalnız ibadet değil, bununla beraber hayat
nizamı ve devlet sistemidir.
2- “İbadette özgürlük ve zorlamamakla”
ilgili dediği de tamamen yalandır. Müslüman ibadetini yapmazsa
cezalandırılır. Misâl olarak Resulüllah (S.A.S.) şöyle
buyuruyor: “Çocuklarınız yedi yaşına girince namaz kılmak için
emir verin (zorlayın). On yaşına girince namazı kılmazlarsa
onları dövün.” (Buhari) Müslüman baliğ olup namazı kılmazsa
bazı mezheplere göre hapse atılır, bazılarına göre
öldürülür.
3- “Türkiye’nin İslamiyet'i en iyi şekilde
uygulayan bir ülke olduğunu” bu adamın söylemesi düpedüz
yalandır.
Türkiye’de rejim lâik değil mi? Lâiklik dini
devletten uzaklaştırıyor. O zaman Türkiye devletinde din yoktur.
Bu adam daha önce başka yerde; “Türkiye devleti ve hükümeti
dine dayalı değil” demiştir. Şimdi bunun tam tersini söylüyor.
Devletin ekonomisi, iç ve dış siyaseti, öğretim siyaseti, ictimai
nizami vs. hepsi İslam'a terstir. Batıdan ithal edilmiş kanunlarla
yönetiliyor. İslâm’ın koyduğu haramlar şu anda mubahtır,
zina, içki, faiz, açılmak, vs. gibi.
4- Dini istismar edenler Demirel gibi dine
inanmayıp şahsi çıkarları kullananlardır, ama dine inanıp onun
hakimiyetini tesis etmeye davet edenler dine hizmet edenlerdir.
Resulüllah (S.A.S.) bir hadisinde şöyle
buyurmaktadır: “Gerçek yönetici, halkına yalan söylemez, halkını
aldatmaz ve gerçeği söyler. Aldatıcı için kıyamet gününde
uzun aldatma sancağı dikilir.”
Buna göre, Demirel ve diğer yöneticiler
sahtekârdır. Hepsi yalan söylüyorlar ve insanları aldatıyorlar.
Bu ise İslam siyasetine terstir. Bu ancak yalancıların
siyasetindedir.
ERBAKAN VE İSRAİL
Erbakan’ın adeti; önce hayır der, ondan sonra
evet der. İsrail Dışişleri Bakanı David Levy’le görüşmeyeceğim
dedi, ondan sonra evet diyerek görüştü. Bu bakana şöyle dedi:
“İsrail, Kudüs’ün sadece Yahudiler için değil, diğer
inananlar için de kutsal olduğunu kabul etmelidir. İsrail, BM.
Kararlarına uyarak işgal ettiği yerlerden çekilmelidir”.
Oysa, Kudüs yalnız Müslümanlarındır.
Yahudilerin yeri yoktur. Oraya giremezler. Hz. Ömer (R.A.) Kudüs’ü
feth edince ahaliyle Yahudiler Kudüs’e giremezler diye bir anlaşma
yaptı. Filistin’le ilgili BM. Kararları ise İslam düşmanı
Amerika ve İngiltere’nin kararlarıdır. Bu kararlar, Filistin’i
gasbeden Yahudilerin varlığını tanıyor ve güçlendiriyor.
İsrail ancak BM’lerin bir kararıyla kurulmuş ve tanınmıştır
Buna göre, Erbakan’ın tutumu, sözleri ve
icraatı İslam'a aykırıdır. O Yahudi bakanıyla görüşmesi de
caiz değildir. Nitekim, Yahudilerle daha önce askeri ve iktisadi
anlaşmaları onaylamıştır.
NE ZAMAN SİLAH SATIN ALINMASINDAN KURTULURUZ
18.3.1997’de Arap Birleşik Emirliklerinde silâh
sergisi yapıldı. Yabancı şirketler insanı yok eden silahlarını
satışa çıkarttılar. Bu Emirliklere 6 milyar dolar değerinde
silah ve 80 savaş uçağı üzerine Amerikan şirketleri ile Avrupa
şirketleri arasında yarışma oldu.
İslam dünyasında ciddi bir sanayi olmadığı için
yabancı şirketlerin sömürüsüne maruz kalıyorlar. Oysa, 6 milyar
dolarla büyük fabrika kurulur. Aslında, her şeyi kendi ülkesinde
imal edebilmek için sanayi ve teknolojinin temelleri atılmalıdır.
O zaman o ülkede kendi silahını, tankını ve uçağını yapabilir.
Yabancılardan boşuna ve pahalıya silah ve uçak almak zorunda
kalmazlar.
GENELKURMAYIN YETKİLERİ ARTTIRILDI
17.3.1997’de Türkiye’de Genelkurmayın
yetkileri arttırıldı. Bakanlar Kurulunca bu onaylandı. Böylece,
hükümet askeri vesayetin altına girmiş oldu ve devamlı askerlerin
kontrolü altında kalacaktır. Her ayın sonunda MGK. toplantısı
yapılıp hükümetten hesap isteniliyor. Oysa doğru olan şey,
Genelkurmay ve askerlerin devletin işine karışmalarına hiç
müsaade edilmemesidir. Şer’i hüküm budur. İslâm devleti olunca
askerleri cihad memurları haline getirecektir. Halifenin
Komutanlığı altında bulunacaktır.
Ayrıca bir Tuğgeneral başbakana, başka bir
devletin başkanına ve İslâm'a çatıyor. PKK’yla 18 sene mücadele
ettiği gibi, lâikliği (küfrü) korumak uğrunda Müslümanlarla
savaşacağını, onlarla mücadele edeceğini açıklıyor. Birçok
demokrat onu alkışladı ve Genelkurmay da ona sahip çıktı. Yöneticiler
ise boyunlarını büktüler.
Bu da Türkiye’nin rejiminin askeri bir rejim
olduğunu ispatlıyor.
PETROL SAHİPLERİNİN AKILLARINA VE
KALPLERİNE BİR ÇAĞRI
Avrupa’da ikamet eden Petrol mühendisi bir Arap
imzası altında Al-Wai dergisinde bu başlıkla şu makaleyi
yayınladı:
Bir Petrol Mühendisi olan, 1961’den beri Alman
mühendislerin sendikasının bir üyesi olarak ve sorumluluğu
hissederek şu dergilerden naklederek, şu bilgileri size sunmama müsaade
ediniz:
1. Erdol Erdgas kahle, 2.Ocl A-Gas Journal, 3.
Shell-Datent Fackten.
Yukarıda sayılan dergilerde geçtiğine göre,
kesin şekilde tespit edilen ve 1.1.1992 tarihine kadar keşfedilen dünyadaki
petrol rezervinin miktarı, 136 milyar tondur. Bunlardan Arap
ülkeleri + İran = 95.milyar tondur. Aşağıdaki şekilde
dağıtılmıştır.
Suudi Arabistan 36,30 Milyar ton.
Irak 13,40 Milyar ton.
Kuveyt 13,00 Milyar ton.
Arap B. Emirlikleri12,89 Milyar ton.
İran 12,70 Milyar ton.
Libya 3,00 Milyar ton.
Cezayir 1,18 Milyar ton.
Mısır+Suriye+
Yemen+Amman 2,531Milyar ton.
Genel Toplamı 95.Milyar tondur.
Bu miktar ise, Dünya rezervinin %70’e denk
gelir. Eski Sovyetler birliğinde 7,9 milyar ton ve ABD’de 3,4
milyar ton var 1991’de Berlin’de Prof. Reul’un derslerinde şu sözler
vardır. Kuveyt devletinin yüzölçümü Berlin şehrinki kadar.
Fakat sahip olduğu petrol rezervi Sovyetler birliği ve
Amerikanınkinden fazladır. Bu tespit bugüne kadar sabittir. Rusya
7,9+ABD 3,4=11,3 Milyar ton. Nitekim Kuveyt rezervinin miktarı ise 13
milyar tondur.
Ey Araplar: Öyleyse içinde kıvrandığınız
fakirlik nedir? Halbuki dünyada en zengin toprak üzerinde yaşıyoruz.
Fakirlikten ve sıkıntıdan ne zaman kurtulacağız? Bizim
kumlarımız altında Allah’ın bize verdiği hayli servetlerden
faydalanmak için zaman gelmedi mi? Oysa bütün dünya bize muhtaç
iken!..
Petrol ihraç eden ve ithal eden dünya
devletlerinin çoğunun tüketimini gösteren şöyle bir tablo
çiziyor:
-1-Devletin İsmi; -2-Senelik Üretimi; -3-Mahalli
Tüketim; -4-İhracat Fazlalığı; -5-İthalat Açığı...
NOT:Milyon/Ton üzerinden hesaplanmaktadır.
- 1 - - 2 - - 3 - - 4 - - 5-
Arap devletl. ve İran; 1120; 163; 949; -
A.B.D ; 435; 878; - ;443
Batı Avrupa ; 224; 580; - ;356
Doğu Asya+Japon ; 230; 435; - ;205 Dünyanın Tümü
; 3351;3064;287; -
287 Milyon ton fazlalık dünya ihtiyacından
ziyadedir. Bu orandaki fazlalık nedeniyle petrol fiyatları yükselir
veya düşer.
Bu toplayı incelediğimizde şunları görürüz.
1. Avrupa, Amerika ve Japonya’yı (başka
ifadeyle sanayi ülkelerini besleyen yalnız Arap ülkeleridir.
2. Amerika hayli petrol üretimine rağmen ithal
eden bir ülkedir.
3. Dünyanın üretimi tüketiminden daha azdır.
287 milyon ton fazlalık vardır. Nitekim ekonomistlerin şu
dediklerini biliyoruz. (Her malın fiyatı arz ve talebe göre
belirlenir.) Buna göre arz artarsa fiyat düşer,ve mal azalırsa
fiyatlar yükselir. Misal: Körfez savaşında dünya petrol üretimi
azaldı. Çünkü Kuveyt ve Irak üretimleri durmuştu. Bu üretim
durunca fiyatlar yükseldi. Bir varil petrol 48 dolara fırladı. Bir
kaç gün öğle devam etmişti. Ne zaman en büyük petrol ülkesi
olan Suudi Arabistan üretimi günde OBEC ayarlamasına göre 3,8
milyon varilden 10 milyona artıracağız dedi o zaman fiyatlar düşüp
varilin fiyatı da 16 dolara indi. Şu anda Suudi Arabistan bilfiil günde
8,7 milyon varil üretiyor.
Böylece, Biz takriben masrafı karşılığında
petrol üretip sanayi devletlerine veriyor. Oysa Kuzey Denizde bir
petrol varilin çıkartılmasının masrafı 23,6 Dolar’dır.
Halbuki maden su varili veya pepsi, cola,su,şeker,90 ile 200 dolar
arasında dolaşıyor.
Arap Kardeşlerim;
Üretim Tüketimden daha az olunca düşünün,
yani üretimimizi şimdiki orandan %10 indirdiğimizi tasarlayın bu
da elimizde bir şeydir ne olacak?
Varilin fiyatı 48 dolara yükselecektir. Tamamen
körfez bunalımında Irak ve Kuveyt petrol üretiminin durduğu günlerdeki
gibi. Buna göre, dergilerde yayınladığı gibi Arap ülkelerinin
fiili üretimine göre şöyle tablo çizilir.
(1.ton=7,2 varil, 1 varil 159 litre)
-1-Devlet; -2-Senelik Üretimi; -3-Fiyatı;
(Milyon Ton x Varil Dolar = Milyar Dolar)
-1- -2- -3-
Mısır ; 45,5 ; 7,2 ; 48 ; 15,724
Suriye ; 20 ; 7,2 ; 48 ; 6,912
Cezayir ; 36,5 ; 7,2 ; 48 ; 12,614
Libya ; 55,5 ; 7,2 ; 48 ; 19,180
Irak ;142,5 ; 7,2 ; 48 ; 49,070
S. Arabistan ;260 ; 7,2 ; 48 ; 89,850
Gördüğümüz gibi bu rakamlarla fakirliğe, borçlara,
işsizliğe, maaşları artırırız ve halklarımızın seviyesini yükseltiriz.
Lakin bu devletlere ve halklara karşı yok edici savaş her şeyi
engelliyor. Hem de Kuveyt ve Suudi Arabistan OBEC kararlarına hiç
uymaz, Amerika, Avrupa ve Japonya gibi petrol tüketen sanayici
ülkelerin emirlerini infaz ederler. Çünkü petrol tüketen bu
devletler, daima üretimin tüketimden daha yüksek olmasını arzu
ederler ki Petrol fiyatları ucuz kalsın. Faydalanan yalnız
kendileridir. Çünkü bir varili 16 Dolar ile satın alıyorlar,
fakat piyasalarında ortalama olarak 160 Dolar’a satılır.
Almanya ve başka bazı büyük Avrupa
devletlerinin petrolden kârları ile ilgili tabloları size
sunuyoruz.
Almanya’nın senelik petrol tüketimi: 140 milyon
tondur. 140milyon ton x 7,2 varil x16 Dolar=16,128 milyar Dolar.
Almanya Piyasasında satılan Petrol: 140 milyon
ton x 7,2 varil x 122 Dolar =122,976 milyar Dolar.
Elde edilen senelik kâr: 122,976-16,128=106,848
milyar Dolar’dır.
Evet her sene petrol şirketlerin kârından Alman
bütçesine 106,848 milyar Dolar girmektedir.
İtalya’nın petrol dan senelik kârı ise 150
milyar dolar. Fransa’nın 113 milyar dolardır. İşte gördüğümüz
gibi Avrupa, Arap petrol devletleri hesabından yüz milyarlarca Dolar
değerinde astronomik kârları elde ediyorlar. (Amerika ise,
sormayın daha hayırlıdır.)
Ey Araplar, Ey kara altının sahipleri, Ey enerji
depolarının sahipleri; Uyanın Bütün dünya size muhtaçtır. Siz
ise sadece kavurucu güneş, kuru kumlar ve petrol dur. Bu ümmeti
kurtarmak için sizin önünüzde tek yol vardır. Siz aralarınızda
anlaşma sağladıktan sonra üretimi %10 oranında düşürmektir.
Halklarından sorumlu olan sizler, Ey yöneticiler;
Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri Arap halkı tadsın. Siz
yaptığınız israf ve boşuna servetleri hadar etme işinden vazgeçin.
Aç bırakılan Arap halkı, size sesleniyor, daha doğrusu size
yalvarıyor.
Bu mesele hayat veya ölümdür. Şöyle ki, bu
kaçınılmaz bir zarurettir. Bir petrol varili maden su varili kadar
satılmalıdır. Yani 100 dolar ile satılmalıdır. Bunu yapmazsanız
sizin önünüzde tek yol var, borçlarınızın yığılması, nüfus
kalabalığı ve sonsuz problemler.
Selamûn Aleyküm, Ağustos 1993
Avrupa da İkamet eden bir Petrol Mühendisi,
Hilafetin Notu:
Bu yazı petrolle ilgili bazı gerçekleri
gösterdiği için yayınladık. Amerika ve Avrupa nasıl Arapları sömürdüklerini
gösteriyor. Şu var ki, Petrol yalnız Arapların değil bütün
Müslümanlara aittir. Çünkü, Petrol Müslümanlara ait kamu
mülkiyetidir. Rasulullah (s.a.s) tuz gibi madenler belli kişilerin
işletmesine kar elde etmesine müsaade etmedi ve bütün
Müslümanlara ait olarak kıldı. Ayrıca, su, otlak ve ateş
(yakıt)’ın bütün Müslümanlara ait olduğunu başka hadiste göstermiştir.
Öte yandan, Yöneticiler samimi olmayıp Amerika
ve Avrupa’nın birer kuklalarıdır. Kurtuluşun yolu İslâm
Hilâfet Devleti’ni kurmak, samimi, uyanık ve cesur bir Halife
tayin etmektir. Başka noktada var, İslâm dünyasında Petrol çıkartan
şirketler yabancıdır,sömürgecilerinkidir. Bunları kovup yerine Müslümanlara
ait petrol çıkartan makineleri temin edecek, samimi uyanık, ve
cesur yönetime ihtiyaç vardır. Korkak ve ufku dar olan yöneticiler
zillete mahkumdur. Yabancı ve sömürgeci güçlere boyun eğmektedir.
Onların yüzünden Müslümanlar fakirlik ve zillet çekmektedir.
ERBAKAN BAŞBAKANLIĞINDA DÜŞMAN İSRAİL'LE
NİYE O KADAR İLİŞKİLER PEKİŞTİRİLİYOR?
10 Nisan 1997’de Resmi gazetede Türkiye ile bazı
ülkeler arasında anlaşmalar yapıldığı ve yürürlüğe
girdiğine dair kanun çıktığı yayınlandı. Bunlardan Türkiye
ile İsrail arasında serbest ticaret alanı anlaşmasının
onaylanmasının uygun bulunduğuna dair kanundur.
Görülen şudur: Türkiye en fazla Erbakan'ın
Başbakanlığı döneminde İsrail’le anlaşmalar yapıldı. Askeri
anlaşmalar olsun, iktisadi anlaşmalar olsun. Bunun manası nedir?
Yahudilerin başbakanı Netonyahu 23.1.1997’de bir gazeteye verdiği
demeç:Tüm korku ve endişelerimizin aksine bugün Erbakan
hükümetinden son derece memnunuz. İki ülke arasındaki
ilişkilerin gelecekte tehlikeye gireceğine ilişkin en ufak bir şüphe
duymuyoruz. İlişkilerin daha gelişeceğine inanıyorum. dedi.
Erbakan'dan çok memnun kaldığını ve onun döneminde Türkiye ile
İsrail arasındaki ilişkilerin daha güzel olacağını açıklamıştır.
Nitekim daha önce İsrail’e çattığını
duymuştuk. Fakat iktidara geldiğinden beri İsrail’e çattığı
hiç yoktur.
Öte yandan, onun savuma bakanı 1.5.1997’de
İsrail’e ziyaretini başlattı. Bildirildiğine göre bu ziyaretin
amacı Türkiye ile İsrail arasında askeri ittifakları
pekiştirmektir.
Başka taraftan, İsrail “Dinler arası Diyalog”
konferansı için Türkiye’den temsilci çağırdı. Hükümetin
izniyle ve diyanet işleri başkan vekili olarak İstanbul müftüsü
Selahettin Kaya 13.4.1997’de Yahudilerin tayin ettikleri konferansın
yerine gitti.
Başka yönden, “Dinler arası diyalog” hem
Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından düzenleniyor. Hem de bundan
kazanan onlardır ve kaybedenlerin ise Müslümanlar olduğunu Hilafet
dergimizde bir kaç defa açıkladık. Buna katılmanın haram
olduğuna dair şeri delilleri göstermiştik. Ama buradaki konumuz,
Erbakan Başkanlığında Filistin’i gasbeden oradan Müslümanların
büyük kısmını kovan ve çok müslümanı öldüren, hapse atan ve
evini yıkan Yahudi varlığı ile Türkiye ilişkilerini nasıl
pekiştirdiğini ve bunun Allah’a Resulüne ve Müslümanlara ihanet
teşkil ettiğini göstermeye çalışıyoruz ve bu ihanetlerden vazgeçmesine
davet ediyoruz.
ŞERİATA KARŞI ÇIKMAK YASAL, ŞERİATA
SAHİP ÇIKMAK SUÇTUR
12.4.1997’de Cumhuriyet Başsavcılığı ve DGM.
Başsavcılığı, Şeriata karşı çıkanların yürüyüşleri
yasal olduğunu niteleyip anayasal hak olarak göstermiştir.
Çünkü, anayasanın 2.inci maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri
arasında yer alan laiklik ilkesini korumaya hakkı olduğunu
vurgulamıştır. Bunun gereğince 15.2.1997’de şeriata karşı çıkıp
bununla ilgili kadın yürüyüşü düzenleyen kadınlar beraat
edilmiştir.
Ama şeriatı isteyenler ve laikliğe karşı çıkanlar
değişik seneler hapis cezasına çarptırılmıştır. Öte yandan
Danıştay ve idari dava daireleri genel kurulu başörtü takan
avukat kadınların duruşmalara katılmasının yasak olduğunu
bildirip genelge yayınladı.
Böylece, Türkiye Cumhuriyeti her olayda
küfrünü pekiştirmeye çalışıyor. İslâm’a ve Müslümanlara
hizmet edeceklerini iddia edip iktidara geçenler hep laikliğe,
demokrasiye ve Atatürk ilkelerine bağlı olduklarını her hadisede
pekiştirirler.
Diyanet işleri başkanı ise, aynı rolü
üstlenmektedir. 16.4.1997’de bu diyanet başkanı şöyle açıkladı:
Laiklik ülke bütünlüğünün temel güvencesidir. Hem de bunu
söyleyen Din işlerinden sorumlu olur mu?! Dini devletten ayırmayı
pekiştirmeye çalışmaktadır. Çünkü, Diyanet işleri
başkanlığı bu amaçla laik Atatürk tarafından kurulmuştur.
AMERİKA, FRANSA KADAR KATLİAMLARDAN
SORUMLUDUR
Amerika her gün Zaire’de parmağı oynadığına
dair açık işaretler vermeye çalışıyor; 1.5.1997’de Amerika
Dışişleri Bakanlığı tarafından şöyle açıklama sadır oldu:
Zaire’deki Mobutu Sisi siko’nun yönetimi artık bitmiştir.
Mobutu kendi bu gerçeği kabul etmelidir.
Daha önce Hilafet dergimizde Amerika Büyük
Göller bölgesinde Ruvan da, Buranda, Zaire ve diğer devletlerde
entrika çevirip Fransa ya karşı savaş yürüttüğünü tahlil
yaptık. Şu anda net olarak bu husus ortaya çıkıyor. Aynı anda
oradaki yapılmış ve yapılmakta olan katliamlardan sorumlu olan
Amerika Fransa ve bu iki devlete yüz gösterip iki ipte oynayan İngilteredir.
Fransa Hutu kabilesini desteklerken Amerika Tutsi kabilesini
destekledi. Mobutu rejimine baş kaldıran Cabilla Tutsi kabilesine
mensuptur.
PAPA, ALMANYA İSLAM KONSEYİNİ KABUL ETTİ !
Vatikan’a dinler arası diyalog için giden
Almanya’daki müslüman ve hıristiyan temsilcilerinden oluşan 6
kişilik heyeti kabul eden Papa II. Jean Paul, hıristiyan ve müslüman
diyalogunun önemini vurguladı. Ayrıca bu heyette Almanya İslâm
Konseyi başkanı Hasan Özdoğan da bulunmaktadır.
Ayrıca bu müslüman ve hıristiyanlardan oluşan
6 kişilik heyet, masrafları Vatikan tarafından karşılan üç
günlük Vatikan ziyaretinden sonraki yapılan açıklamada heyette
bulunan İslâm Konseyi başkanı Hasan Özdoğan; Papa’nın
kendisine Almanya’daki müslümanlara selam gönderdiğini belirtti.
MASONLAR LAİK REJİME SAHİP ÇIKAN ÜNLÜ KİŞİLERİ
ÖDÜLLENDİRİYOR
17.4.1997’de Mason kuruluşu olan lionslar kulübü
28 şubat kararları nedeniyle Genel Kurmay başkanı İsmail Hakkı
Kara dayıyı Ödüllendirdiler. Böylece ona Melvin Jones Ödülü
verdiler.
Ayrıca, Lions 118 T Yönetim Çevresi Basın ve
Halkla ilişkiler sorumlusu Nurşen Zeybek, Fethullah Gülen (hoca)’nın
laik rejime sahip çıkması için onu takdir ediyoruz diye bu
(hoca)ya sözlü takdirname vermiştir.
28 Şubatta M.G.K. tarihi toplantısında İslam
Devletinin Modelini gösteren belgeler tartışıldığı ve bunun
MİT tarafından bu toplantıya sunulduğuna dair haberler basında
yayınlandı. İslam Devleti modelinde Halifelik, Başkadı, Mezalim
kadısı, Husumet kadısı, Hisbe kadısı, (Muhtesib) vali, Halife
yardımcıları, Cihad emiri, ordu, Şura yapan ümmet meclisi, idari
organlar ve müdürlükler.
Sabah gazetesi bu haberi 17.3.1997’de geniş şekilde
yayınladı. Nitekim bu Modeli Hizbüt-Tahrir adlı İslami teşkilat
tarafından hazırlandı. Hilafet dergisi Müslümanlara faydalı
olduğu için yayınlamıştı. Şimdi tekrar Müslümanlara hatırlatmak
için yayınlıyoruz. İnşaallah Ortada ve pratikte bu modeli görürüz.
|