ARAŞTIRMA - İNCELEME

 

SİHİR VE BÜYÜ -2 

Bahaddin Yüksel

 

Büyüye gelince, büyü sihirden farklı bir şeydir. Sihrin hakikati yoktur, ama büyünün hakikati vardır. Karı koca arasını açmak,arkadaşlar arasında düşmanlık meydana getirmek veya tam zıttı kişiler arasında muhabbet meydana getirmek ve buna benzer halleri meydana getirmek için yapılan büyünün hakikati vardır. Büyünün tesiri vardır ve haktır, yani hakikatte mevcuttur. Nesei’nin rivayet ettiği bir hadiste, Lebid b. Asam yaptığı bir büyüyle Hz. Peygamber (as)’ı büyülemiştir. Bunların tesiri vardır ve hakikattir. Bundan dolayı Kuran, büyüden korunmayı öğretti.

yapan üfürükçülerin şerrinden sabahın Rabbına sığınırım.”(58)

Özetleyecek olursak, sihir bir şeyin olduğundan farklı gösterilmesi olup hakikati yoktur. Bir sihirbaz, toprağı altın gösterebilir, ama hakikat ta toprak yine topraktır. Yani toprağın hakikati değişmiyor. Sadece sihrin etkisinde kalan kişi toprağı altın şeklinde görmektedir. Ama büyünün hakikati vardır. hakikati olduğu içinde tesir eder. Yapılan büyü ile kişilerin arası açılır veya muhabbet meydana getirilebilir.

Ne var ki sihir ve büyüyü ayırt etmede hataya düşülmüş ve ikisi birbirine karıştırılmıştır. Oysa Kuran, bu ikisini ayrı ayrı şeyler olarak beyan etmiştir. Konuyla ilgili ayet şöyle:

“Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince Ehli kitaptan bir gurup, sanki Allah’ın kitabını bilmiyormuş gibi sırtlarının arkasına atarcasına terk ettiler. Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanın söylediklerine tabi oldular. Halbuki Süleyman kafir olmadı, lakin şeytanlar kafir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Harut ile Marut’a indirileni öğretiyorlardı.”(59)

Burada iki şeyden bahsediliyor: Biri sihir, diğeri de Harut ile Marut’a indirilen şey. Bu ikisi arasında da atıf vavı (Y) bulunmaktadır. Arapça gramerinde bilinen bir gerçektir ki atıf vavı mugayyerâtı gerektirir.(60) Yani atıf, atfedilenle matufun aleyhine ayrı ayrı şeyler olduğunu gösterir. O halde sihir ile Harut ve Marut’a inen şeyler farklı farklı şeylerdir. Ayetin devamında Harut ile Marut’a inen bu şeyi insanların hangi hususta kullandıklarını ayet şöyle belirtiyor:

“Halbuki o iki melek herkese “Biz imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kafir olmayasınız” dedikten sonra ancak (büyü ilmini) öğretiyorlardı. Onlar, o iki melekten karı ile koca arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. (Büyücüler), Allah’ın izni olmadan hiç bir hususta zarar veremezler. Onlar (büyücüler) kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler.” (61)

Görüldüğü gibi, büyü ile insanların arasını açmayı öğreniyorlardı. Büyünün tesiri vardır, bu ayetle sabittir. İşte bir çok kimseler, bu büyüyü , sihirle karıştırmış ve sihrin de bir hakikati olduğu vehmine kapılmışlardır. Oysa sihrin bir tesiri yoktur. O sadece, bir şeyi mahiyeti dışında göstermek için insanların gözlerini boyamaktır. Kuran da sihri bu şekilde beyan etmiş, bunun bir hakikati olmayıp gözleri boyamak şeklinde hakikati tespit etmektedir.

“Siz atın, dedi Onlar atınca insanların gözlerini boyayıp sihirlediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir getirdiler.” (62)

Firavunun Sihirbazları Hz. Musa ile cedelleşirken ortaya ip ve odun parçaları atmıştılar. Fakat halkın gözlerini sihirledikleri için, bu attıkları şeyler, onlara yılan gibi gözüktü. Aynı hakikate işaret eden bir başka ayet ise şöyledir:

“Hayır, siz atın, dedi. Bir de baktı ki, sihirleri sayesinde ipleri ve sopaları gerçekten de koşuyor gibi görünüyor.“(63)

Her iki ayette de görüldüğü gibi sihir, öyle olmadığı halde bir şeyi mahiyetinden başka göstermektir.

Bundan dolayı da hakikati yoktur.

İşte burada, Hz. Musa ile Firavunun sihirbazları mücadele etmekte, sihirbazlar sihirleriyle insanların gözlerini boyuyorlardı. Tıpkı şimdiki ve önceki veli adı altında, sözde kerametlerle insanların gözlerini bazı kimselerin boyadıkları gibi. Oysa onların yaptıkları bu gibi şeyler, insanların gözlerini boyayan sihirden başka bir şey değildir. Nitekim Cassas, tefsirinde bu, sözde veli kimselerin mucize benzeri fevkalade şeylerin bir sihir ve aldatmaca, bir göz boyama olduğunu Peygamberden başka hiç bir kimse için caiz olmayan bu gibi şeylerin, bir takım insanların elinde görülse dahi, hakikati olmayan sihir olmasından dolayı inanılmaması gerektiğini belirtmektedir.(64)

Allahu Teala’nın kadrini gereği gibi takdir edemeyenler, elbette ki Peygamberinin kadrini gereği gibi takdir edemeyeceklerdir. Ve O Nebilerdeki gibi, kendileri de bir takım beşer üstü halleri iddia ile onların hakikatını perdeleyecekler ve kim bilir, belki de bilerek hakkı batılla karıştıracaklardır. İşte Firavun ve yardımcıları olan sihirbazlar.... Mucizeler gösterip insanları Allah’u zül celale imana davet eden Hz. Musa’nın yaptıklarının bir hakikat ifade etmediğini göstermek için, firavun ve avaneleri, onun bu yaptığına misilleme (nazire) getiriyorlar ve bunun içinde randevu alıp buluşuyorlar. Bir tarafta Hz. Musa’nın temsil ettiği Hak, diğer tarafta batılı temsil eden Firavun ve aveneleri. İşte insanların her zaman ve zeminde mensup oldukları iki gurup. Batılın müdafacıları her zaman davalarını batıl ile ispat etmeye çalışmışlardır. Hakkın yolcuları ise, Rablerinin tevfik ve inayetiyle, hakkı batılın kafasına vurup beynini parçalamışlardır.

İşte yine hak ve batıl karşı karşıya. Sihirbazlar Firavun’un izzeti adına, deyip ellerindeki ip ve sopaları yere atıyorlar ve Peygamber mucizelerini gölgelemek istiyorlar. Tıpkı bazı kimselerin, son Nebinin mucizelerine nazire getirerek yaptıkları gibi. Sonra Allah (cc) ‘ın emriyle Hz. Musa asasını yere atıyor ve bu asa diğer bütün hakikatı ifade etmeyen hilecilerin hilelerini yiyor. Allah’ın izniyle Hak, batılın beynini parçalıyor. (65) Çünkü Allah subhanehu, insanların beyinlerinin berrak olmasını, Nebilerinin eliyle gösterdiği mucizelere karşı, bunun ilahi olduğunu anlayıp iman etmeleri için kafalarının berrak olmasını istiyor. Onu bulandıracak her hileyi ve sihri ortadan kaldırmak istiyor. Rabbimiz zülcelal bundan razı olmamaktadır.

Bakara süresindeki 102. Ayete bakınız. Sözümüzü tasdik eden bu ayette, Muhammed Ali essabunı, şöyle söylemektedir: Yahudiler sihir ve göz boyamacılığa uydukları gibi Babil memleketindeki iki salih kişi veya meleğe de tabi olmuşlardı. (Yani sihrin yanı sıra büyüyü de kullanıyorlardı.) Allahu Teala bu iki kişiyi, insanları deneme maksadıyla, büyü öğretmeleri için yeryüzüne göndermişti. Bunu büyücülük yapmak için değil, ancak onu ortadan kaldırmak için gösteriyorlardı. Böylece insanlar mucize ile sihrin (ve büyünün) farklı şeyler olduğunu anlamış olup, (sihirbazların, peygamber mucizelerine getirdikleri nazireler karşısında tereddüde düşmeden Rablerinin risaletini kabul etsinler ve bu ortamda onların düşüncelerini karıştırabilecek sihir ve büyü gibi şeyleri, hakiki olan mucizelerden ayırt edebilsinler.)

Allah kullarını istediği şekilde imtihan eder. Nitekim Talutun kavmini, nehir ile imtihan etmişti. O zamanda (Hz. Musanın zamanı) sihir fazlaca kullanılıyordu. Sihirbazların gösterdiği bu acaib hallerden dolayı insanlar Peygamberlerin mucizelerinde şüpheye düştüler. Bu sebepten dolayı da Allah zülcelal, bu kişilerin yaptığı sihir (ve büyülerin) izale edilmesi için iki melek gönderdi.(66)

Onlara, mucizeyi perdeleyecek herhangi bir hak tanımayan Allahu Teala, şimdi, şu sözde şeyhlere mi mucize nevi haller veriyor?!!

Bütün bunlar hak ve hakikatten nasibi olamayan, yalan söylemekten geri kalmayan tasavvuf ehli insanların safsatalarıdır. Onların şatafatları (saçmalamaları, hezeyanları) meşhurdur. Bunu onlar da inkar etmiyor ve edemezler.

 

 

Dip Notlar :

(58)- Felak,4

(59)- Bakara,101,102

(60)- Hucciyyetu Sünne, AbdulGani

AbdulHalık,s.297

(61)- Bakara,102

(62)- Araf ,116

(63)- Taha,66

(64)- Tefsiri Ahkam-ul Kuran,

Cassas,c1,s.48

(65)- Enbiya 18

(66)- Tefsiri Ayatil Ahkam,c1,s.65

 

(Devamı gelecek sayıda)...

 

Sayı 98...1417-ZİLHİCCE...1997-NİSAN...Yıl-9

Sayfayı Birine Gönder