DOĞRU BİR İSLAMİ KİTLEDE BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER -3

 

Ahmed b. Emrullahoğulları 

(Geçen sayının devamı).... 

6- Davayı yüklenme esnasında gücün ve kuvvetin yalnızca Allah-u Teâla’da olduğuna inanmak. Gücün sayıca çoklukta olduğuna veya parasal zenginlikte olduğuna güvenmeden yalnızca Allahu Teâla’ya dayanmak. Yalnız başına olsa bile Allah’ın kendisi ile beraber olduğuna, en sıkıntılı anlarda kendisine ancak Allah-u Teala’nın yardım edeceğine kesin olarak iman etmek. Zira İslam’ın hayata hakim kılınması emri Allah’tan gelmiştir. İnsanlar, gücün sayıca çoklukta veya parasal güçte olduğuna kanaat getirdikleri zaman yani bizler sayı bakımından çok ve parasal zenginlik bakımından kuvvetli olduğumuz zaman ancak düşmanlarımıza karşı üstünlük sağlayabiliriz inancına sahip olurlarsa Allah-u Teala’nın gücünü ve kudretini bir kenara itmiş sayılırlar. İşte o zaman Allah’ın yardımı onlardan uzak olur da onlar kendi hallerine kalırlar. Zafere ulaşmaları da kesinlikle söz konusu olmaz. Bu hususu teyit eden birçok ayet ve hadisi şerif mevcuttur. Bunlardan bazıları ise şunlardır :

“Ey iman edenler eğer siz Allah’a (dinine) yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabitleştirir. (Muhammed: 7)

Allah’ü Teâla sayıca az olmalarına ve zor durumda bulunmalarına rağmen Bedir savaşında Müslümanlara nasıl yardım ettiğini Ali İmran suresi 123-126 ayetlerde şöylece belirtiyor :

“Andolsun ki siz düşkün bir durumda iken Bedir’de Allah size kati bir zafer vermişti. Allah’tan korkun ki şükretmiş olasınız. Hani sen mü’minlere: İndirilmiş üç bin melekle Rabbınızın size yardım etmesi yetmez mi? diyordun. Evet. Sabreder, sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize gelirlerse, Rabbınız size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir. Bu yardımı Allah; size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yoksa zafer, ancak aziz ve hakim olan Allah’tandır.” (Ali İmran: 123-126)

Dolayısıyla davayı taşımada zaferin ancak Allah’ın yardımı ile gerçekleşeceğine kesin bir şekilde kanaat getirmek ve ihlasla amel etmek gerekir. Sayıca çokluk zaferin kazanılması için sebep değildir. Kitlenin çalışıp bu davayı taşıyacak yeni kimseler kazanmaları ancak bir şer’i hükmün yerine getirilmesi içindir. Samimiyet ve ihlas olmadığı müddetçe, yapılan çalışmalar sırf Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik olmadıkça, gerçek güç ve kudretin yalnızca Allah’ın elinde olduğuna kesin bir şekilde kanaat getirilmedikçe sayı ve para bakımından ne kadar büyük miktarlara sahip olunursa olunsun zafer elde edilemez. İslam tarihinde bunun bir çok örneği vardır. Sayıca çokluğun zaferi kazanmak için yeterli bir sebep olmadığının en büyük göstergelerinden birisi Rasulullah (SAV) zamanındaki Huneyn Gazvesidir. Huneyn’de Müslümanlar sayıca çoklukları ile övünüyorlar ve Huneyn’e yönelmiş olan İslam ordusunun asla mağlup olmayacağını konuşuyorlardı. Sayıca çoklukları onların çok fazlası ile hoşlarına gitmişti. Ancak İslam Ordusu henüz Huneyn vadisine girer girmez tepelerine yağmur gibi yağmakta olan oklar karşısında çil yavrusu gibi dağılmaya başlamıştı. Böylece sayıca çokluklarının zafer kazanmaları için yeterli olmadığını Allah’ü Teâla hemen orada onlara gösteriyor ve bu hususu Ayet-i Kerimede şöylece açıklıyordu:

“Andolsun ki Allah,size birçok yerde ve Huneyn gününde yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz sizi böbürlendirmişti de size bir faydası olmamıştı. Yeryüzü genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra gerisin geri dönüp gitmiştiniz.” (Tevbe: 25)

Öte yandan az sayıda ancak daha samimi ve ihlaslı bir kitlenin zaferin kazanılmasında daha etken olduğunu gösteren olaylar vardır. Yalancı peygamber Müseyleme ve beraberindeki orduya karşı Yemame’de Halid b. Velid komutasındaki İslam ordusu ile kırk bin kişilik Müseyleme’nin ordusu arasında şiddetli bir çarpışma olmuştu. Halid b. Velid Müseyleme’nin ordusuna karşı yaptığı ilk hamlede başarı elde edemeyince ordusunu geri çekti ve ardından ikinci bir hamle yaptı. İkinci hamlede de başarı elde edemeyince ordu içerisindeki askerler arasında ayırım yaparak onların bir kısmını geri gönderdi. Orduda İslâm’a ilk girenleri, Ensar’dan ve Muhacirlerden olanları bıraktı. Daha az sayıda ancak daha samimi,ihlaslı bir kitle ile Müseyleme’inin ordusuna karşı yaptığı üçüncü hamlede zafer elde etti. Bu nedenle samimiyet ve ihlas kitlede bulunması gereken en önemli özelliklerden birisidir.

Daima Allah’a tevekkül halinde bulunmak, Allah dilemedikçe hiçbir şeyin gerçekleşmeyeceğine veya hoşumuza gitmeyen hiçbir sıkıntının bize isabet etmeyeceğine kesinlikle iman etmek:

“De ki : Allah’ın bizim için yazdığından başkası bizim için erişmez. O bizim mevlamızdır. Onun için mü’minler Allah’a tevekkül etsinler.” (Tevbe-51)

7- Taşıdığı fikirler dava adamında açık ve net bir şekilde yerleşmiş olmalı. Belli bir kitle ile çalışan kişilerde insanları neye ve niçin çağırdığına dair fikirler tamamen yerleşmelidir. Sırf birileri söylediği için veya kendisine birtakım fikirleri anlatan kişiyi sevdiği için veya insanları birtakım fikirlere davet edenlerin toplum içinde çokça meşhur olmuş kişiler olmasından dolayı körü körüne taklitçilik yaparak değil bilinçli bir şekilde davasına inanmalı ve taşıdığı fikirler kendisinde mefhum haline gelmelidir. Nerede bulunursa bulunsun yalnız da olsa fikirlerini topluma rahat bir şekilde aktarabilmeli. Anlattığı, insanları çağırdığı fikrin delillerini karşısındaki insana aktarabilmelidir. Zira Allah’ın Rasülü (SAV) sahabesini böyle yetiştiriyordu. Habeşistan’a hicret eden Müslümanlar Necaşi’nin kendilerine İsa ve Meryem (as) hakkında sorularına şöyle cevap veriyorlardı. Bu konuda bize Rasulullah (SAV)’in bildirdiklerinin dışında bir şey bilmiyoruz diyerek konu ile ilgili Meryem suresindeki ayetleri okuyorlardı. Gerek Rasulullah (SAV)’in hayatında olsun gerekse Rasulullah (SAV)’in vefatından sonra olsun sahabeler taşıdıkları fikirleri hiçbir zaman körü körüne taşımadılar. İnsanları neye davet ettiklerinin her zaman bilincinde idiler. Anlattıkları konunun delilini biliyorlar ve delilini bilmedikleri bir konu hakkında konuşmaktan çekiniyorlardı. Günümüzde de doğru bir kitlede ve kitlenin elemanlarında aynı özelliklerin bulunması gerekir. Bilinmesi gereken temel konular hakkında ben bilmem, abim bilir, hocam bilir vb. sözler hiçbir şekilde geçerli mazeretler değildir ve doğru da değildir. Dava adamının, hem insanlara neleri götürmesi gerektiğini yani o anda üzerine farz olan hususun ne olduğunu bilmesi hem de götüreceği fikirler hakkında yeterli bilgiye sahip olması mutlaka şarttır.

Buna göre bugün İslam davasını taşıma görevini ifa ettiğini iddia eden Müslümanların şu hususu çok iyi bilmelidirler. Şu anda Müslümanların üzerine düşen farz ne Müslüman olmayanların Müslüman olmalarını sağlamak, ne fakir öğrencilere yardım toplayıp onlara yurtlar, dershaneler açmak veya Kur’an Kursları açıp oralarda hafız öğrenciler yetiştirmek, ne de özel okullar veya üniversiteler açmaktır. Bugün Müslümanlar arasında cari olan bu ve benzeri faaliyetlerin hiçbiri Müslümanların üzerlerine düşen farzlardan değildir. Herhangi bir Müslüman veya cemaat bunlardan herhangi birisini yaparsa Allah katında sevap kazanır. Ancak kesinlikle Allah’ın üzerine farz kılmış olduğu İslami Hayatı yeniden başlatma farziyetini yani Hilafet Devletini kurma farzını eda etmiş sayılmayacağı için Allah’ın huzuruna günahkar olarak çıkacaktır. Çünkü bu türden çalışmaların hiçbiri Hilafet Devletini kurma farziyetini yerine getirme çalışmasından sayılmaz. Nasıl Ramazan ayının dışında nafile bir oruç tutan kimse farz olan Ramazan orucunu tutmuş sayılmıyorsa, geceleyin teheccüd namazı kılan veya kuşluk namazını kılan bir kimse kıldığı bu namazlardan veya oruçlardan sevap kazanmış olsa bile üzerine farz olan Ramazan orucunu veya beş vakit farz namazları kılmadığı sürece bunların sorumluluğundan kurtulamıyorsa, yukarıda saydığımız birtakım hayır amellerini yapan bir kimse de Hilafet Devletini kurma farzını yerine getirmiş sayılmaz. Çünkü bunların her biri hakkında İslam'ın hükmü ve edasında islam'ın ortaya koyduğu metod farklıdır. Namaz kılmanın şekli farklı olduğu gibi oruç tutmanın veya haccetmenin şekli de birbirinden farklıdır. Aynı şekilde Hilafet Devletini kurmanın metodu da bunların hepsinden farklıdır.

Üstelik bunların tamamı bu işlerle uğraşan Müslümanların veya bu hareketlerin başında bulunan şahsiyetlerin yukarıda da belirttiğimiz gibi hedeflerinin ne olduğunu, nerede neyi, ne zaman ve nasıl yapmaları gerektiğini de bilmediklerinin göstergesidir. Zira bu türden faaliyetlerin tamamı islama uygun oldukları sürece kişiye Allah katında sevap kazandırsa bile Hilafet Devletini kurma farziyetini yerine getirmediği için de Müslümanların enerjilerinin başka alanlarda harcanmasına, hedefin saptırılmasına, Müslümanların kafalarının bulandırılmasına neden olmaktadır.

Genel bir çerçeve içerisinde sahih bir islami kitlede bulunması gereken özellikler bunlardır. Herhangi bir Müslüman Allah’ın üzerine farz kıldığı İslami hayatı yeniden başlatma farziyetini yani Hilafet Devletini kurma farziyetini yerine getirmek istediği zaman beraber çalışacağı kitlede bu özelliklerin bulunmasına dikkat etmelidir ki çalışması boşa gitmesin. Yaptığı çalışma hem Allah katında hem de bu dünyada zikre değer bir çalışma olsun.

“Ey Rabbimiz; bizi, hidayetine erdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Katından bize rahmet lütfet. Şüphesiz en çok lütfeden Sensin. Ey Rabbimiz; muhakkak ki geleceğinden şüphe olmayan bir günde insanları toplayacak Sensin. Şüphesiz ki Allah vaadinden dönmez.” (Ali İmran; 8-9) 

 

Sayı 98...1417-ZİLHİCCE...1997-NİSAN...Yıl-9

Sayfayı Birine Gönder