Büyüye gelince, büyü sihirden farklı bir
şeydir. Sihrin hakikati yoktur, ama büyünün hakikati vardır.
Karı koca arasını açmak,arkadaşlar arasında düşmanlık
meydana getirmek veya tam zıttı kişiler arasında muhabbet
meydana getirmek ve buna benzer halleri meydana getirmek için
yapılan büyünün hakikati vardır. Büyünün tesiri vardır
ve haktır, yani hakikatte mevcuttur. Nesei’nin rivayet
ettiği bir hadiste, Lebid b. Asam yaptığı bir büyüyle Hz.
Peygamber (as)’ı büyülemiştir. Bunların tesiri vardır ve
hakikattir. Bundan dolayı Kuran, büyüden korunmayı öğretti.
yapan üfürükçülerin şerrinden sabahın
Rabbına sığınırım.”(58)
Özetleyecek olursak, sihir bir şeyin
olduğundan farklı gösterilmesi olup hakikati yoktur. Bir
sihirbaz, toprağı altın gösterebilir, ama hakikat ta toprak
yine topraktır. Yani toprağın hakikati değişmiyor. Sadece
sihrin etkisinde kalan kişi toprağı altın şeklinde görmektedir.
Ama büyünün hakikati vardır. hakikati olduğu içinde tesir
eder. Yapılan büyü ile kişilerin arası açılır veya
muhabbet meydana getirilebilir.
Ne var ki sihir ve büyüyü ayırt etmede
hataya düşülmüş ve ikisi birbirine karıştırılmıştır.
Oysa Kuran, bu ikisini ayrı ayrı şeyler olarak beyan
etmiştir. Konuyla ilgili ayet şöyle:
“Allah tarafından kendilerine, yanlarında
bulunanı tasdik edici bir elçi gelince Ehli kitaptan bir
gurup, sanki Allah’ın kitabını bilmiyormuş gibi
sırtlarının arkasına atarcasına terk ettiler. Süleyman’ın
hükümranlığı hakkında onlar, şeytanın söylediklerine
tabi oldular. Halbuki Süleyman kafir olmadı, lakin şeytanlar
kafir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Harut ile
Marut’a indirileni öğretiyorlardı.”(59)
Burada iki şeyden bahsediliyor: Biri sihir,
diğeri de Harut ile Marut’a indirilen şey. Bu ikisi
arasında da atıf vavı (Y) bulunmaktadır. Arapça gramerinde
bilinen bir gerçektir ki atıf vavı mugayyerâtı
gerektirir.(60) Yani atıf, atfedilenle matufun aleyhine ayrı
ayrı şeyler olduğunu gösterir. O halde sihir ile Harut ve
Marut’a inen şeyler farklı farklı şeylerdir. Ayetin
devamında Harut ile Marut’a inen bu şeyi insanların hangi
hususta kullandıklarını ayet şöyle belirtiyor:
“Halbuki o iki melek herkese “Biz
imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kafir
olmayasınız” dedikten sonra ancak (büyü ilmini) öğretiyorlardı.
Onlar, o iki melekten karı ile koca arasını açan şeyleri öğreniyorlardı.
(Büyücüler), Allah’ın izni olmadan hiç bir hususta zarar
veremezler. Onlar (büyücüler) kendilerine fayda vereni değil
de zarar vereni öğrenirler.” (61)
Görüldüğü gibi, büyü ile insanların
arasını açmayı öğreniyorlardı. Büyünün tesiri vardır,
bu ayetle sabittir. İşte bir çok kimseler, bu büyüyü ,
sihirle karıştırmış ve sihrin de bir hakikati olduğu
vehmine kapılmışlardır. Oysa sihrin bir tesiri yoktur. O
sadece, bir şeyi mahiyeti dışında göstermek için insanların
gözlerini boyamaktır. Kuran da sihri bu şekilde beyan etmiş,
bunun bir hakikati olmayıp gözleri boyamak şeklinde hakikati
tespit etmektedir.
“Siz atın, dedi Onlar atınca
insanların gözlerini boyayıp sihirlediler, onları
korkuttular ve büyük bir sihir getirdiler.” (62)
Firavunun Sihirbazları Hz. Musa ile
cedelleşirken ortaya ip ve odun parçaları atmıştılar.
Fakat halkın gözlerini sihirledikleri için, bu attıkları
şeyler, onlara yılan gibi gözüktü. Aynı hakikate işaret
eden bir başka ayet ise şöyledir:
“Hayır, siz atın, dedi. Bir de
baktı ki, sihirleri sayesinde ipleri ve sopaları gerçekten de
koşuyor gibi görünüyor.“(63)
Her iki ayette de görüldüğü gibi sihir,
öyle olmadığı halde bir şeyi mahiyetinden başka göstermektir.
Bundan dolayı da hakikati yoktur.
İşte burada, Hz. Musa ile Firavunun
sihirbazları mücadele etmekte, sihirbazlar sihirleriyle
insanların gözlerini boyuyorlardı. Tıpkı şimdiki ve
önceki veli adı altında, sözde kerametlerle insanların gözlerini
bazı kimselerin boyadıkları gibi. Oysa onların yaptıkları
bu gibi şeyler, insanların gözlerini boyayan sihirden başka
bir şey değildir. Nitekim Cassas, tefsirinde bu, sözde veli
kimselerin mucize benzeri fevkalade şeylerin bir sihir ve
aldatmaca, bir göz boyama olduğunu Peygamberden başka hiç
bir kimse için caiz olmayan bu gibi şeylerin, bir takım
insanların elinde görülse dahi, hakikati olmayan sihir olmasından
dolayı inanılmaması gerektiğini belirtmektedir.(64)
Allahu Teala’nın kadrini gereği gibi
takdir edemeyenler, elbette ki Peygamberinin kadrini gereği
gibi takdir edemeyeceklerdir. Ve O Nebilerdeki gibi, kendileri
de bir takım beşer üstü halleri iddia ile onların
hakikatını perdeleyecekler ve kim bilir, belki de bilerek
hakkı batılla karıştıracaklardır. İşte Firavun ve
yardımcıları olan sihirbazlar.... Mucizeler gösterip
insanları Allah’u zül celale imana davet eden Hz. Musa’nın
yaptıklarının bir hakikat ifade etmediğini göstermek için,
firavun ve avaneleri, onun bu yaptığına misilleme (nazire)
getiriyorlar ve bunun içinde randevu alıp buluşuyorlar. Bir
tarafta Hz. Musa’nın temsil ettiği Hak, diğer tarafta
batılı temsil eden Firavun ve aveneleri. İşte insanların
her zaman ve zeminde mensup oldukları iki gurup. Batılın müdafacıları
her zaman davalarını batıl ile ispat etmeye çalışmışlardır.
Hakkın yolcuları ise, Rablerinin tevfik ve inayetiyle, hakkı
batılın kafasına vurup beynini parçalamışlardır.
İşte yine hak ve batıl karşı karşıya.
Sihirbazlar Firavun’un izzeti adına, deyip ellerindeki ip ve
sopaları yere atıyorlar ve Peygamber mucizelerini gölgelemek
istiyorlar. Tıpkı bazı kimselerin, son Nebinin mucizelerine
nazire getirerek yaptıkları gibi. Sonra Allah (cc) ‘ın
emriyle Hz. Musa asasını yere atıyor ve bu asa diğer bütün
hakikatı ifade etmeyen hilecilerin hilelerini yiyor. Allah’ın
izniyle Hak, batılın beynini parçalıyor. (65) Çünkü Allah
subhanehu, insanların beyinlerinin berrak olmasını,
Nebilerinin eliyle gösterdiği mucizelere karşı, bunun ilahi
olduğunu anlayıp iman etmeleri için kafalarının berrak
olmasını istiyor. Onu bulandıracak her hileyi ve sihri
ortadan kaldırmak istiyor. Rabbimiz zülcelal bundan razı
olmamaktadır.
Bakara süresindeki 102. Ayete bakınız. Sözümüzü
tasdik eden bu ayette, Muhammed Ali essabunı, şöyle
söylemektedir: Yahudiler sihir ve göz boyamacılığa
uydukları gibi Babil memleketindeki iki salih kişi veya
meleğe de tabi olmuşlardı. (Yani sihrin yanı sıra büyüyü
de kullanıyorlardı.) Allahu Teala bu iki kişiyi, insanları
deneme maksadıyla, büyü öğretmeleri için yeryüzüne
göndermişti. Bunu büyücülük yapmak için değil, ancak onu
ortadan kaldırmak için gösteriyorlardı. Böylece insanlar
mucize ile sihrin (ve büyünün) farklı şeyler olduğunu
anlamış olup, (sihirbazların, peygamber mucizelerine
getirdikleri nazireler karşısında tereddüde düşmeden
Rablerinin risaletini kabul etsinler ve bu ortamda onların düşüncelerini
karıştırabilecek sihir ve büyü gibi şeyleri, hakiki olan
mucizelerden ayırt edebilsinler.)
Allah kullarını istediği şekilde imtihan
eder. Nitekim Talutun kavmini, nehir ile imtihan etmişti. O
zamanda (Hz. Musanın zamanı) sihir fazlaca kullanılıyordu.
Sihirbazların gösterdiği bu acaib hallerden dolayı insanlar
Peygamberlerin mucizelerinde şüpheye düştüler. Bu sebepten
dolayı da Allah zülcelal, bu kişilerin yaptığı sihir (ve büyülerin)
izale edilmesi için iki melek gönderdi.(66)
Onlara, mucizeyi perdeleyecek herhangi bir
hak tanımayan Allahu Teala, şimdi, şu sözde şeyhlere mi
mucize nevi haller veriyor?!!
Bütün bunlar hak ve hakikatten nasibi
olamayan, yalan söylemekten geri kalmayan tasavvuf ehli
insanların safsatalarıdır. Onların şatafatları (saçmalamaları,
hezeyanları) meşhurdur. Bunu onlar da inkar etmiyor ve
edemezler.
Dip Notlar :
(58)- Felak,4
(59)- Bakara,101,102
(60)- Hucciyyetu Sünne, AbdulGani
AbdulHalık,s.297
(61)- Bakara,102
(62)- Araf ,116
(63)- Taha,66
(64)- Tefsiri Ahkam-ul Kuran,
Cassas,c1,s.48
(65)- Enbiya 18
(66)- Tefsiri Ayatil Ahkam,c1,s.65
(Devamı gelecek sayıda)...
|