HABERLER - YORUMLAR

 

 

 İSLAM KELİMESİ DAHİ KULLANMAK YASAKTIR 

13.4.1997’de Cezayir’de yeni Siyasi partiler kanunu çıkartılmıştır. Bu kanuna göre, partilerin isimlerinde İslâm kelimesinin kullanılması yasaklanmıştır. Bu nedenle küfür rejimine uyan (Hamas), İslam toplum hareketi ismini değiştirip İslam kelimesini kaldırmıştır. Yeni adı ise barış için toplum hareketidir. Fakat yeni isme göre kısaltılması aynen devam etmektedir.

Cezayir’deki küfür rejimi Müslümanlara o kadar meydan okuyor ki İslam kelimesinin kullanılmasını dahi yasaklıyor. Tamamen Türkiye’deki Siyasi partiler kanununda olduğu gibi. Rejim, kendisine uyan zayıf Müslümanlardan gücünü almaktadır. Böylece, Şeriata dayalı Hilafet rejimi isteyenleri ezmeye devam etmektedir. Fransa başta olmak üzere, Batı dünyası bu rejimi küfür ve zülüm siyasetinde desteklemeye devam etmektedir. Bu nedenle, oradaki tağuti rejimler memleketin Müslüman ahalisinin isteğine karşı batıdan güç alıp ezme politikasına devam etmektedir. Orada her ay yüzlerce kişi öldürülmektedir. Bundan sorumlu olan ise cahili yönetimdir.

Nitekim “Allah’ın hükmü dışında her yönetim cahildir, tağutidir.” (Maide 50, Nisa 60)

 

İSYANLAR NİYE VE NE ZAMAN OLUR

Arnavutluk yöneticisi Salih Berişe halkına karşı Avrupa güçlerini çağırmıştır. 15.4.1997’de yedi devletten 6.000 askerin gelmesi başlamıştır. Başta 2500 askerle en fazla asker gönderen İtalya olmuştur. Fransa ve Yunanistan onu takip etmiştir.Türkiye ise 500 asker göndermiştir. Gerçek otorite kendi halkına dayalı olur. Kendi halkıyla korunur. Ama, yabancı güçlere dayalı olursa ve onlarla korunursa o karton devlet olur. Yöneticileri hain olur.

Arnavutluk Müslüman topraklarıdır ve halkının ezici çoğunluğu müslümandır. Yüzlerce sene İslam devletinin yönetimi altında kalmıştır. Fakat, Avrupa'nın tahrikiyle “Arnavutluk milliyetçiliği “ ortaya çıkmış ve kardeşleri müslüman Osmanlılara karşı savaş başlatmışlardır. Geçen yüzyılın sonlarına doğru Osmanlılardan ayrıldılar. Ve bundan sonra Krallık sistemi kuruldu. İkinci Cihan savaşına kadar devam etti. Bu savaş akabinde Komünistler yönetime el koyup, Cumhuriyet kurmuşlar. 1982’de Enver Hoca öldü. Yerine Remiz Alia geldi ve o 1992’ye kadar yönetime devam etti. Ondan sonra Batıya bağlanma işi başladı. Kapitalizmi uygulamaya başlayınca toplumda pek çok sorun doğmuştu. Bankerler halkın parasını çekince olaylar patlak vermişti.

Türkiye’de 1980’lerde Özal döneminde aynı problem çıkmıştır. Fakat, Türk Halkı Arnavutlar gibi isyanı ilan etmemiştir. Nedeni toplumun yapısını inceleyenler tarafından bilinmektedir. İslam’da zulme karşı isyan siyasi ve fikri , küfre karşı ise silahlı olmalıdır. Fakat, İslam otoritesi olunca bu durum geçerlidir. Bu otorite olmayınca önce bu otoriteyle fikren ve siyaseten mücadele yapılır, ve halk inandıktan sonra kafir rejimi yıkmak için silah kullanabilir. Sivil isyanı başlatabilir, inkılap yapabilirler.

Arnavutluğa tekrar dönelim, bu memleket Balkan ülkelerindendir. Amerika- Avrupa çatışmasına sahne olmaktadır. Bu esasa dayalı bakmak gerekir. Bu sebeple, Avrupa oraya hemen girdi. Ama, Amerika susacak mı? Hayır. Belki olaylar daha fazla gerginleşir ve belki yeniden isyanı alevlendirmek için bazı tarafları silahlandırır.

 

ZAİRE’DEKİ KARGAŞA

Zaire’deki pırlantalar Amerika’nın gözlerini kamaştırıyor. 9.4.1997’de Amerika Zaire’yle ilgili şu açıklamayı yaptı: “Mobutu Yönetimi bitmiş sayılır” Fakat, Fransa, desteklediği Mobutu yönetimi ile ona başkaldıran Cabilla güçleri arasında ateşkes sağlamak için dünya toplumuna seslendi. Chirac bu demeci verirken büyük devletleri sessizlik entrikası yapmakla itham etmiştir. Burada onun kastettiği Amerika’dan başkası değildir.12.3.1997’de Mobotu yönetiminin başkanı Zaire’nin doğu bölgesinde ateşkesi sağlamak için devletler arası gücün oluşturulmasını engelleyen Amerikanın olduğunu ve İngiltere’nin de Amerika’ ya uyduğunu açıklamıştır. Fakat Amerika dışişleri bakanlığının sözcüsü Burns bunun akabinde aynı tarihte; “Washington şu anda Doğu Zaire’de uluslar arası güçlerden oluşan bir gücün orada yerleştirilmesinin gerekli olduğunu hissetmiyor” diye bildirmiştir. Sonra da şöyle ekledi; “Amerika Cabilla’nın iyi niyetine dayanır. “

Buradan anlaşılıyor ki, Zaire’de savaş Amerika ile Fransa arasındadır. Amerika, baş kaldıran Cabilla’yı destekliyor. Fransa ise Mobotu’nun yönetimini destekliyor. İngiltere ise muvafıklık yapıyor. Daha önce Major, Chiracla toplantı yapmıştı ve o bölgede (Büyük göller bölgesinde) Fransa’yla beraber hareket edeceğini açıklamıştır. İngiltere’nin Amerika’dan korktuğu ve o bölgedeki müstemlekeleri kaybetmekten korktuğu için Amerika’nın yanında durduğunu gösterir. Nitekim İngiltere; Fransa gibi orada çok müstemleke kaybetti. Amerika eski sömürgecileri temizleyip yerlerine geçmek için eskiden beri bu siyaseti benimsiyor ve devan ettiriyor.

Daha önce Belçikalı bir komutanın liderliğinde Cabilla’nın isyanını bastırmak için bir hareket başlatılmıştı. Fakat hiç başarılı olmadı. Böylece Fransa ve Belçika’nın Zaire’deki değerli madenleri çalma işlerine son verilip, Amerika bu hırsızlığı üstleneceği gözüküyor. Oradaki halk ise açlıktan kıvranıyor. Ülkesi çok zengin fakat hırsızlar uşakları olan Mobotu ve grubu yoluyla sömürgeciler o zenginlikleri çalıp götürüyor. Nitekim Demokrasi ve insan hakları efendileri olan kapitalistlerin oburluklarının sonu bitmez. Demokrasi, insan hakları ve hürriyet adı altında Afrika’yı sömürüyorlar.

İslam Devleti olunca, o memleketi kurtarırsa, onların servetleri kendilerine dağıtıp onları zengin eder,açlıktan ve sefaletten kurtarır ve ilerletir. Onlara İslamiyet’i bir hidayet ve nur olarak götürür.

 

CARTER, ETİYOPYA’DA GERÇEKLEŞTİRDİĞİNİ SUDANDADA GERÇEKLEŞTİRECEKMİ?

21.4.1997’de Amerika eski devlet başkanı Jimy Carter Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Beşir’le görüştü. Carter’in bu görüşmesi Güney Sudan’da cereyan eden savaşla ilgilidir. Muhalefet grupları ile Sudan yönetimi arasında barış operasyonu gerçekleştirmek istediğini bildirmiştir. Nitekim Amerikanın amacı Güney Sudan’ı bölmektir. Acaba Carter bir kaç sene önce 1993’te Eritre’nin Etiyopya’dan ayrılmasını sağladığı gibi Güney Sudan’ın Sudandan ayrılmasını sağlayacak mı? Etiyopya ne kadar Amerika’ya bağlıydıysa Amerika Eritre’de baş kaldıranları destekliyordu. Şu anda Sudan’da aynı durum var. Aynı oyun var ve aynı adam “Sam Amca” memleketinden gelip aynı rolü üstleniyor. Ayrıca Carter’in Sudan’a ziyareti ilk değildi. Daha önce de geldi. Ve Güney Sudan’a özerkliğin verilmesi üzerinde durmuştu. Sudan yönetimi güneye verilmesi fikrini kabul etmişti ve yönetimin adamı ve parlamentosunun başkanı Hasan Turbı buna cevaz fetvası vermiştir.

Şu anda Amerika baş kaldıranların isyanlarını kuvvetlendirip onlara Eritire ve Uganda yoluyla pek çok silah verilmesini sağlamıştır. Böylece baş kaldıran bölücüler Sudan’dan bir çok kenti ellerine geçirebildiler. Peki bundan sonra, Sudan rejimi Carter’in yeni tekliflerini kabul edecek mi? Rejim o kadar hainse kabul kılmış eder. Halbuki, İslâm’a göre (Müslüman) memleketlerinin bölünmesi haramdır. Daha doğrusu bunların birleşmesini ve tek devlet olmasını farzdır.

 

YEMEN, İNGİLİZ TOPLULUĞUNA RESMEN MÜRACAAT ETTİ. FİLİSTİN İSE MÜRACAT ETMEK ÜZERE

23.3.1997’de Londra da Arapça yayın yapan Al-Hayat gazetesinde İngiltere Avam kamerasında üye olan S.Tausand bir makale yazdı. Yazısında şunlar var: “Filistin özerklik otoritesinin Parlamento başkanı Ahmet Kurey İngiliz parlamentosunu ziyaret etti ve Filistin’in “Comonawelth’e” (İngiliz Milletler Topluluğuna) bağlanması üzerine keskin tartışma oldu.” Guardian gazetesi ise, İngiltere’de Filistin temsilcisi Afif Safiye, Comonawelth’un genel sekreteriyle görüşüp, bu topluluğa Filistin’in bağlanması konusu üzerine durduğunu yazmıştır. Ayrıca, Yemen’in de bu topluluğa bağlanmak için resmen müracaat ettiğini de yazmıştır. İngiltere’nin eski müstemlekeleri bu topluluğa bağlanır. Eski müstemlekelerden 37 tanesi üyedir. İngiltere İkinci cihan savaşından sonra Amerika’nın baskısına ve Amerika’nın halkları İngiltere’den kurtulması için mücadelelerinde desteklenmesiyle karşı karşıya kalınca müstemlekelerine şekli bağımsızlık verip çıkarttığı “Comonawelth” ile onları bağlamaya başladı.

Yemen ve Filistin ise eski İngiliz Müstemlekesi idiler. Şimdiki yöneticileri kendileri tekrar resmen İngilizlere bağlanmak istiyorlar. Bunun İslam’a aykırı olduğu açıktır. Çünkü kafirleri dost edinmek haramdır. Kafirleri dost edinen onlardandır. (Maide 51)

 

HİÇ BİR KİMSE KAYNAK VEYA DELİL OLMAZ

Endenoz’yada Müslüman Alimleri kalkındırma hareketi adında bir cemiyet vardır. Onun başkanı Abdurrahman Vahiddir. İsrail İşçi Partisi başkanı ve eski başbakan Şimon Peres bir enstitü kuruyor ve bunun üyeliğine o hareketin başkanını davet ediyor. Alim olarak geçinen hem de alimlerin başkanı olarak tanınan Vahid hemen bu üyeliği kabul ediyor. Hem de Yahudilerin enstitüsüne üye olmasından şeref kazandığını açıklıyor. Hatta Endenoz’ya televizyonunun açıkladığına göre bu adam Yahudi Peres’in mektubunu alınca Allah'a şükür secdesi etmiş. İsrail’e geçen sene yaptığı ziyaret sonrası mason olduğunu açıkça bildirmiştir.

Bundan ders alınmalıdır. Her tarafta Alim geçinen kimse var. Kur’an’a ve Sünnete onları arz edin onları tanıyın. Yoksa Alim veya Dr. veya Doç, veya Prof, lakabı taşıdı mı! ondan ilim alınır veya hareketi tasvip edilir demeyelim. Dikkat edilmelidir. Türkiye’de Yahudileri ve Hıristiyanları Müslümanlar gibi sayan alim veya Prof, lakabı taşıyanlar var. Laiklik veya demokrasinin İslam'la bağdaştığını iddia ediyorlar. Bu nedenle hiç bir kimse unvanı ne olursa olsun delil olamaz, kaynak olamaz. Kaynak Kur’an ve Sünnettir. Delil de oradan alınır.

 

RUSYA VE ÇİN AMERİKANIN TEK BAŞINA DÜNYAYI YÖNETMESİNE KARŞI ANLAŞIYORLAR

22.4.1997.’de Çin’in Başkanı Jiang Zemin Rusya’yı ziyaret edip Yeltsin’le görüştü. İki devlet arasında bir anlaşma imzalandı. Bunda şunlar geçiyor. Rusya ve Çin dünyaya tek devletin egemenliğini ret ediyorlar. Değişik kutuplu bir dünyaya inanıyorlar. Bu nedenle yeni dünya adlı düşünceyi ret ediyorlar.

Komünist ideolojisinde farklı düşünceleri nedeniyle bu iki ülke birbirine düşman idi. Çünkü Rusya 1961’de Amerika ile barış içerisinde yaşama fikrini kabul etmişti. Fakat, Çin’de aynı yolu izledi. Fakat Rusya tamamen komünizmden vazgeçti. Çin ise komünizmin büyük bir kısmından vazgeçti. Fakat burada önemli olan Rusya ve Çin’in Amerikanın dünyaya egemen olmasının siyasetine karşı çıkmalarıdır.

Bu iki devlet ciddi hareketler yaparlarsa özellikle Asya bölgesine Amerikanın siyasetini yavaşlatabilirler. Ama aralarında çok siyasi ve ekonomik çatışmalar çıkacaktır. Hatta Amerika bu iki devlete karşı silahlı isyanları besleyecektir. Ama bu iki devlet Amerikanın tek başına dünyayı yönetme veya yeni dünya düzeni fikrine karşı gelmeleri küçük devletler için hayırlı olabilir. Nitekim büyük devletler ne kadar ihtilaf ederlerse o kadar dünya için hayır olur.

 

SİYASİLER ASKERLERİN MEMURUDUR

15.4.1997’de Türkiye’nin Başbakan yardımcısı ve Dışişleri Bakanı T. Çiller Valilerin M.G.K. veya askerlerin tatbik edilmesini istedikleri kanunlarını uygulamalarını istemiştir.

Böylece Başbakan yardımcısı ve Dışişleri Bakanı askerlerin emirlerini uygulamakla memur olduğunu ispatlamıştır. Zaten Başbakan daha önce bunları onayladı. Cumhurbaşkanı da desteklemiştir. Bütün bu siyasilerin, askerlerin görevlileri olduklarını göstermiştir. Üstelik askerlerin egemen olduklarını ispatlamışlar.

 

AVRUPA AKDENİZ MEMLEKETLERİNDEN NE İSTİYOR?

15.4.1997’de Malta’da Avrupa-Akdeniz Devletleri adlı bir konferans yapılmıştır. Avrupa- Akdeniz ülkelerinden kendi ülkelerine göç hareketini durdurmak ve tedhişçiliğe son vermek konusunda işbirliği yapmaya yönelmektedir.

Peki, Akdeniz ülkeleri de, başka ifadeyle İslam memleketlerinde mevcut olan durumdan Avrupa sorumlu değil mi? O ülkeleri uzun yıllar sömürdü, halkı ezdi ve servetlerini çaldı. Üstelik İslam'la savaşıp devletten ve hayattan uzaklaştırdı. Ajanlarını dikip halklara musallat kıldı. O memleketlerin geri kalmasını sağladılar.

Buna rağmen Avrupa kendisini masum gösterip bu ülkeler tedhişçilik, huzursuzluk kaynağı olarak gösteriyor. O memleketleri sırf bir pazar ve hammaddenin kaynağı haline getirdi. Onların kalkınmalarını engelledi. Hatta bu memleketlerin halklarını ve yöneticilerini saptırdı ve hala saptırma siyasetini sürdürüyorlar.

Öyleyse en önemli işimiz Müslüman halkları uyandırmak ve yöneticileri ikaz etmek ve saptırılmadan onları kurtarmaktır.

 

IRAK’TA DARBE TEŞEBBÜSÜ

12 Nisan 1997 tarihli çeşitli Türk ve yabancı gazetelerin de vermiş oldukları haberlere göre, ve onlarında İngiliz BBC yayın kuruluşundan almış oldukları habere göre Irak’ta Saddam Hüseyin yönetimine karşı Amerika yanlısı olan ve CIA tarafından organize edilen bir darbe teşebbüsünde bulunulmuştur. Darbe başarısızlıkla sonuçlanmış ve olaya karıştığı iddia edilen 300 Irak’lı subay idam edilerek cezalandırılmışlardır. Bu olay şunu göstermektedir, Irak’ta halen İngiliz hegemonyası veya diğer bir deyişle İngiliz nüfuzu devam etmektedir. Buna karşı da Amerika kendi nüfuzunu yerleştirmek için çalışmalarına devam ediyor. Bu çatışma Irak’ta olduğu gibi tüm İslam aleminde devam ediyor ve edecektir de, ta ki Müslümanlar hayatlarında İslam’ın hükümlerini hakim kılıp kafirleri İslam Coğrafyasından kovuncaya kadar.

 

GERÇEK YÖNETİCİ HALKINA YALAN SÖYLEMEZ VE HALKINI ALDATMAZ

Mart ayının son haftasında Pakistan’da İslam Ülkelerinin konferansı yapıldı.Buna 54 devlet katıldı. Demek ki Müslümanlar 54 parçaya bölündüler. Oysa İslam’ın emri hepsinin tek devlet olması, başında tek halife bulunması ve Müslümanları Şeriatla yönetmesidir. TC. Devlet Başkanı S.Demirel buna katıldı ve Bengladeş’te yayınlanmakta olan “The Daily Star” gazetesine şunları söyledi: “Aslında Lâikliğin din için gerekli olduğunu, insanların ibadetlerini yerine getirmek için özgür olmaları, ibadet etmeye de zorlanmamaları gerekir.“Türkiye’nin lâiklikle birlikte İslamiyet'i en iyi şekilde uygulayan bir ülke olduğunu” belirtti ve ayrıca şöyle dedi: “Eğer dinin istismarına izin verecek olursak, her şeyden önce dinimiz, ikinci olarak rejimimiz, üçüncü olarak devletimiz zarar görecektir.”

Demirel’in işi sadece lâikliği savunmaktır. Sürekli bunu savunuyor. Ayrıca yalan söylemektedir. Şöyle ki:

1- “Lâiklik din için gereklidir” diyor. Bu yalan değil mi? Kesinlikle yalandır. Çünkü lâiklik dini devletten ve hayattan uzaklaştırmaktır. Böylece , lâiklik dine zıttır ve din aleyhine bir harptir. Din devletten ve toplumdan uzaklaştırılırsa dinin büyük kısmını ilga etmek demektir. Zira, din devletle, toplumla ve siyasetle ilgili pek çok fikir gösterdi. İslam dini yalnız ibadet değil, bununla beraber hayat nizamı ve devlet sistemidir.

2- “İbadette özgürlük ve zorlamamakla” ilgili dediği de tamamen yalandır. Müslüman ibadetini yapmazsa cezalandırılır. Misâl olarak Resulüllah (S.A.S.) şöyle buyuruyor: “Çocuklarınız yedi yaşına girince namaz kılmak için emir verin (zorlayın). On yaşına girince namazı kılmazlarsa onları dövün.” (Buhari) Müslüman baliğ olup namazı kılmazsa bazı mezheplere göre hapse atılır, bazılarına göre öldürülür.

3- “Türkiye’nin İslamiyet'i en iyi şekilde uygulayan bir ülke olduğunu” bu adamın söylemesi düpedüz yalandır.

Türkiye’de rejim lâik değil mi? Lâiklik dini devletten uzaklaştırıyor. O zaman Türkiye devletinde din yoktur. Bu adam daha önce başka yerde; “Türkiye devleti ve hükümeti dine dayalı değil” demiştir. Şimdi bunun tam tersini söylüyor. Devletin ekonomisi, iç ve dış siyaseti, öğretim siyaseti, ictimai nizami vs. hepsi İslam'a terstir. Batıdan ithal edilmiş kanunlarla yönetiliyor. İslâm’ın koyduğu haramlar şu anda mubahtır, zina, içki, faiz, açılmak, vs. gibi.

4- Dini istismar edenler Demirel gibi dine inanmayıp şahsi çıkarları kullananlardır, ama dine inanıp onun hakimiyetini tesis etmeye davet edenler dine hizmet edenlerdir.

Resulüllah (S.A.S.) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Gerçek yönetici, halkına yalan söylemez, halkını aldatmaz ve gerçeği söyler. Aldatıcı için kıyamet gününde uzun aldatma sancağı dikilir.”

Buna göre, Demirel ve diğer yöneticiler sahtekârdır. Hepsi yalan söylüyorlar ve insanları aldatıyorlar. Bu ise İslam siyasetine terstir. Bu ancak yalancıların siyasetindedir.

 

ERBAKAN VE İSRAİL

Erbakan’ın adeti; önce hayır der, ondan sonra evet der. İsrail Dışişleri Bakanı David Levy’le görüşmeyeceğim dedi, ondan sonra evet diyerek görüştü. Bu bakana şöyle dedi: “İsrail, Kudüs’ün sadece Yahudiler için değil, diğer inananlar için de kutsal olduğunu kabul etmelidir. İsrail, BM. Kararlarına uyarak işgal ettiği yerlerden çekilmelidir”.

Oysa, Kudüs yalnız Müslümanlarındır. Yahudilerin yeri yoktur. Oraya giremezler. Hz. Ömer (R.A.) Kudüs’ü feth edince ahaliyle Yahudiler Kudüs’e giremezler diye bir anlaşma yaptı. Filistin’le ilgili BM. Kararları ise İslam düşmanı Amerika ve İngiltere’nin kararlarıdır. Bu kararlar, Filistin’i gasbeden Yahudilerin varlığını tanıyor ve güçlendiriyor. İsrail ancak BM’lerin bir kararıyla kurulmuş ve tanınmıştır

Buna göre, Erbakan’ın tutumu, sözleri ve icraatı İslam'a aykırıdır. O Yahudi bakanıyla görüşmesi de caiz değildir. Nitekim, Yahudilerle daha önce askeri ve iktisadi anlaşmaları onaylamıştır.

 

NE ZAMAN SİLAH SATIN ALINMASINDAN KURTULURUZ

18.3.1997’de Arap Birleşik Emirliklerinde silâh sergisi yapıldı. Yabancı şirketler insanı yok eden silahlarını satışa çıkarttılar. Bu Emirliklere 6 milyar dolar değerinde silah ve 80 savaş uçağı üzerine Amerikan şirketleri ile Avrupa şirketleri arasında yarışma oldu.

İslam dünyasında ciddi bir sanayi olmadığı için yabancı şirketlerin sömürüsüne maruz kalıyorlar. Oysa, 6 milyar dolarla büyük fabrika kurulur. Aslında, her şeyi kendi ülkesinde imal edebilmek için sanayi ve teknolojinin temelleri atılmalıdır. O zaman o ülkede kendi silahını, tankını ve uçağını yapabilir. Yabancılardan boşuna ve pahalıya silah ve uçak almak zorunda kalmazlar.

 

GENELKURMAYIN YETKİLERİ ARTTIRILDI

17.3.1997’de Türkiye’de Genelkurmayın yetkileri arttırıldı. Bakanlar Kurulunca bu onaylandı. Böylece, hükümet askeri vesayetin altına girmiş oldu ve devamlı askerlerin kontrolü altında kalacaktır. Her ayın sonunda MGK. toplantısı yapılıp hükümetten hesap isteniliyor. Oysa doğru olan şey, Genelkurmay ve askerlerin devletin işine karışmalarına hiç müsaade edilmemesidir. Şer’i hüküm budur. İslâm devleti olunca askerleri cihad memurları haline getirecektir. Halifenin Komutanlığı altında bulunacaktır.

Ayrıca bir Tuğgeneral başbakana, başka bir devletin başkanına ve İslâm'a çatıyor. PKK’yla 18 sene mücadele ettiği gibi, lâikliği (küfrü) korumak uğrunda Müslümanlarla savaşacağını, onlarla mücadele edeceğini açıklıyor. Birçok demokrat onu alkışladı ve Genelkurmay da ona sahip çıktı. Yöneticiler ise boyunlarını büktüler.

Bu da Türkiye’nin rejiminin askeri bir rejim olduğunu ispatlıyor.

 

PETROL SAHİPLERİNİN AKILLARINA VE KALPLERİNE BİR ÇAĞRI

Avrupa’da ikamet eden Petrol mühendisi bir Arap imzası altında Al-Wai dergisinde bu başlıkla şu makaleyi yayınladı:

Bir Petrol Mühendisi olan, 1961’den beri Alman mühendislerin sendikasının bir üyesi olarak ve sorumluluğu hissederek şu dergilerden naklederek, şu bilgileri size sunmama müsaade ediniz:

1. Erdol Erdgas kahle, 2.Ocl A-Gas Journal, 3. Shell-Datent Fackten.

Yukarıda sayılan dergilerde geçtiğine göre, kesin şekilde tespit edilen ve 1.1.1992 tarihine kadar keşfedilen dünyadaki petrol rezervinin miktarı, 136 milyar tondur. Bunlardan Arap ülkeleri + İran = 95.milyar tondur. Aşağıdaki şekilde dağıtılmıştır.

Suudi Arabistan 36,30 Milyar ton.

Irak 13,40 Milyar ton.

Kuveyt 13,00 Milyar ton.

Arap B. Emirlikleri12,89 Milyar ton.

İran 12,70 Milyar ton.

Libya 3,00 Milyar ton.

Cezayir 1,18 Milyar ton.

Mısır+Suriye+

Yemen+Amman 2,531Milyar ton.

Genel Toplamı 95.Milyar tondur.

Bu miktar ise, Dünya rezervinin %70’e denk gelir. Eski Sovyetler birliğinde 7,9 milyar ton ve ABD’de 3,4 milyar ton var 1991’de Berlin’de Prof. Reul’un derslerinde şu sözler vardır. Kuveyt devletinin yüzölçümü Berlin şehrinki kadar. Fakat sahip olduğu petrol rezervi Sovyetler birliği ve Amerikanınkinden fazladır. Bu tespit bugüne kadar sabittir. Rusya 7,9+ABD 3,4=11,3 Milyar ton. Nitekim Kuveyt rezervinin miktarı ise 13 milyar tondur.

Ey Araplar: Öyleyse içinde kıvrandığınız fakirlik nedir? Halbuki dünyada en zengin toprak üzerinde yaşıyoruz. Fakirlikten ve sıkıntıdan ne zaman kurtulacağız? Bizim kumlarımız altında Allah’ın bize verdiği hayli servetlerden faydalanmak için zaman gelmedi mi? Oysa bütün dünya bize muhtaç iken!..

Petrol ihraç eden ve ithal eden dünya devletlerinin çoğunun tüketimini gösteren şöyle bir tablo çiziyor:

-1-Devletin İsmi; -2-Senelik Üretimi; -3-Mahalli Tüketim; -4-İhracat Fazlalığı; -5-İthalat Açığı...

NOT:Milyon/Ton üzerinden hesaplanmaktadır.

- 1 - - 2 - - 3 - - 4 - - 5-

Arap devletl. ve İran; 1120; 163; 949; -

A.B.D ; 435; 878; - ;443

Batı Avrupa ; 224; 580; - ;356

Doğu Asya+Japon ; 230; 435; - ;205 Dünyanın Tümü ; 3351;3064;287; -

287 Milyon ton fazlalık dünya ihtiyacından ziyadedir. Bu orandaki fazlalık nedeniyle petrol fiyatları yükselir veya düşer.

Bu toplayı incelediğimizde şunları görürüz.

1. Avrupa, Amerika ve Japonya’yı (başka ifadeyle sanayi ülkelerini besleyen yalnız Arap ülkeleridir.

2. Amerika hayli petrol üretimine rağmen ithal eden bir ülkedir.

3. Dünyanın üretimi tüketiminden daha azdır. 287 milyon ton fazlalık vardır. Nitekim ekonomistlerin şu dediklerini biliyoruz. (Her malın fiyatı arz ve talebe göre belirlenir.) Buna göre arz artarsa fiyat düşer,ve mal azalırsa fiyatlar yükselir. Misal: Körfez savaşında dünya petrol üretimi azaldı. Çünkü Kuveyt ve Irak üretimleri durmuştu. Bu üretim durunca fiyatlar yükseldi. Bir varil petrol 48 dolara fırladı. Bir kaç gün öğle devam etmişti. Ne zaman en büyük petrol ülkesi olan Suudi Arabistan üretimi günde OBEC ayarlamasına göre 3,8 milyon varilden 10 milyona artıracağız dedi o zaman fiyatlar düşüp varilin fiyatı da 16 dolara indi. Şu anda Suudi Arabistan bilfiil günde 8,7 milyon varil üretiyor.

Böylece, Biz takriben masrafı karşılığında petrol üretip sanayi devletlerine veriyor. Oysa Kuzey Denizde bir petrol varilin çıkartılmasının masrafı 23,6 Dolar’dır. Halbuki maden su varili veya pepsi, cola,su,şeker,90 ile 200 dolar arasında dolaşıyor.

 

Arap Kardeşlerim;

Üretim Tüketimden daha az olunca düşünün, yani üretimimizi şimdiki orandan %10 indirdiğimizi tasarlayın bu da elimizde bir şeydir ne olacak?

Varilin fiyatı 48 dolara yükselecektir. Tamamen körfez bunalımında Irak ve Kuveyt petrol üretiminin durduğu günlerdeki gibi. Buna göre, dergilerde yayınladığı gibi Arap ülkelerinin fiili üretimine göre şöyle tablo çizilir.

(1.ton=7,2 varil, 1 varil 159 litre)

-1-Devlet; -2-Senelik Üretimi; -3-Fiyatı;

(Milyon Ton x Varil Dolar = Milyar Dolar)

-1- -2- -3-

Mısır ; 45,5 ; 7,2 ; 48 ; 15,724

Suriye ; 20 ; 7,2 ; 48 ; 6,912

Cezayir ; 36,5 ; 7,2 ; 48 ; 12,614

Libya ; 55,5 ; 7,2 ; 48 ; 19,180

Irak ;142,5 ; 7,2 ; 48 ; 49,070

S. Arabistan ;260 ; 7,2 ; 48 ; 89,850

Gördüğümüz gibi bu rakamlarla fakirliğe, borçlara, işsizliğe, maaşları artırırız ve halklarımızın seviyesini yükseltiriz. Lakin bu devletlere ve halklara karşı yok edici savaş her şeyi engelliyor. Hem de Kuveyt ve Suudi Arabistan OBEC kararlarına hiç uymaz, Amerika, Avrupa ve Japonya gibi petrol tüketen sanayici ülkelerin emirlerini infaz ederler. Çünkü petrol tüketen bu devletler, daima üretimin tüketimden daha yüksek olmasını arzu ederler ki Petrol fiyatları ucuz kalsın. Faydalanan yalnız kendileridir. Çünkü bir varili 16 Dolar ile satın alıyorlar, fakat piyasalarında ortalama olarak 160 Dolar’a satılır.

Almanya ve başka bazı büyük Avrupa devletlerinin petrolden kârları ile ilgili tabloları size sunuyoruz.

Almanya’nın senelik petrol tüketimi: 140 milyon tondur. 140milyon ton x 7,2 varil x16 Dolar=16,128 milyar Dolar.

Almanya Piyasasında satılan Petrol: 140 milyon ton x 7,2 varil x 122 Dolar =122,976 milyar Dolar.

Elde edilen senelik kâr: 122,976-16,128=106,848 milyar Dolar’dır.

Evet her sene petrol şirketlerin kârından Alman bütçesine 106,848 milyar Dolar girmektedir.

İtalya’nın petrol dan senelik kârı ise 150 milyar dolar. Fransa’nın 113 milyar dolardır. İşte gördüğümüz gibi Avrupa, Arap petrol devletleri hesabından yüz milyarlarca Dolar değerinde astronomik kârları elde ediyorlar. (Amerika ise, sormayın daha hayırlıdır.)

Ey Araplar, Ey kara altının sahipleri, Ey enerji depolarının sahipleri; Uyanın Bütün dünya size muhtaçtır. Siz ise sadece kavurucu güneş, kuru kumlar ve petrol dur. Bu ümmeti kurtarmak için sizin önünüzde tek yol vardır. Siz aralarınızda anlaşma sağladıktan sonra üretimi %10 oranında düşürmektir.

Halklarından sorumlu olan sizler, Ey yöneticiler; Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri Arap halkı tadsın. Siz yaptığınız israf ve boşuna servetleri hadar etme işinden vazgeçin. Aç bırakılan Arap halkı, size sesleniyor, daha doğrusu size yalvarıyor.

Bu mesele hayat veya ölümdür. Şöyle ki, bu kaçınılmaz bir zarurettir. Bir petrol varili maden su varili kadar satılmalıdır. Yani 100 dolar ile satılmalıdır. Bunu yapmazsanız sizin önünüzde tek yol var, borçlarınızın yığılması, nüfus kalabalığı ve sonsuz problemler.

 

Selamûn Aleyküm, Ağustos 1993

Avrupa da İkamet eden bir Petrol Mühendisi,

 

Hilafetin Notu:

Bu yazı petrolle ilgili bazı gerçekleri gösterdiği için yayınladık. Amerika ve Avrupa nasıl Arapları sömürdüklerini gösteriyor. Şu var ki, Petrol yalnız Arapların değil bütün Müslümanlara aittir. Çünkü, Petrol Müslümanlara ait kamu mülkiyetidir. Rasulullah (s.a.s) tuz gibi madenler belli kişilerin işletmesine kar elde etmesine müsaade etmedi ve bütün Müslümanlara ait olarak kıldı. Ayrıca, su, otlak ve ateş (yakıt)’ın bütün Müslümanlara ait olduğunu başka hadiste göstermiştir.

Öte yandan, Yöneticiler samimi olmayıp Amerika ve Avrupa’nın birer kuklalarıdır. Kurtuluşun yolu İslâm Hilâfet Devleti’ni kurmak, samimi, uyanık ve cesur bir Halife tayin etmektir. Başka noktada var, İslâm dünyasında Petrol çıkartan şirketler yabancıdır,sömürgecilerinkidir. Bunları kovup yerine Müslümanlara ait petrol çıkartan makineleri temin edecek, samimi uyanık, ve cesur yönetime ihtiyaç vardır. Korkak ve ufku dar olan yöneticiler zillete mahkumdur. Yabancı ve sömürgeci güçlere boyun eğmektedir. Onların yüzünden Müslümanlar fakirlik ve zillet çekmektedir.

 

ERBAKAN BAŞBAKANLIĞINDA DÜŞMAN İSRAİL'LE NİYE O KADAR İLİŞKİLER PEKİŞTİRİLİYOR?

10 Nisan 1997’de Resmi gazetede Türkiye ile bazı ülkeler arasında anlaşmalar yapıldığı ve yürürlüğe girdiğine dair kanun çıktığı yayınlandı. Bunlardan Türkiye ile İsrail arasında serbest ticaret alanı anlaşmasının onaylanmasının uygun bulunduğuna dair kanundur.

Görülen şudur: Türkiye en fazla Erbakan'ın Başbakanlığı döneminde İsrail’le anlaşmalar yapıldı. Askeri anlaşmalar olsun, iktisadi anlaşmalar olsun. Bunun manası nedir? Yahudilerin başbakanı Netonyahu 23.1.1997’de bir gazeteye verdiği demeç:Tüm korku ve endişelerimizin aksine bugün Erbakan hükümetinden son derece memnunuz. İki ülke arasındaki ilişkilerin gelecekte tehlikeye gireceğine ilişkin en ufak bir şüphe duymuyoruz. İlişkilerin daha gelişeceğine inanıyorum. dedi. Erbakan'dan çok memnun kaldığını ve onun döneminde Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin daha güzel olacağını açıklamıştır.

Nitekim daha önce İsrail’e çattığını duymuştuk. Fakat iktidara geldiğinden beri İsrail’e çattığı hiç yoktur.

Öte yandan, onun savuma bakanı 1.5.1997’de İsrail’e ziyaretini başlattı. Bildirildiğine göre bu ziyaretin amacı Türkiye ile İsrail arasında askeri ittifakları pekiştirmektir.

Başka taraftan, İsrail “Dinler arası Diyalog” konferansı için Türkiye’den temsilci çağırdı. Hükümetin izniyle ve diyanet işleri başkan vekili olarak İstanbul müftüsü Selahettin Kaya 13.4.1997’de Yahudilerin tayin ettikleri konferansın yerine gitti.

Başka yönden, “Dinler arası diyalog” hem Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından düzenleniyor. Hem de bundan kazanan onlardır ve kaybedenlerin ise Müslümanlar olduğunu Hilafet dergimizde bir kaç defa açıkladık. Buna katılmanın haram olduğuna dair şeri delilleri göstermiştik. Ama buradaki konumuz, Erbakan Başkanlığında Filistin’i gasbeden oradan Müslümanların büyük kısmını kovan ve çok müslümanı öldüren, hapse atan ve evini yıkan Yahudi varlığı ile Türkiye ilişkilerini nasıl pekiştirdiğini ve bunun Allah’a Resulüne ve Müslümanlara ihanet teşkil ettiğini göstermeye çalışıyoruz ve bu ihanetlerden vazgeçmesine davet ediyoruz.

 

ŞERİATA KARŞI ÇIKMAK YASAL, ŞERİATA SAHİP ÇIKMAK SUÇTUR

12.4.1997’de Cumhuriyet Başsavcılığı ve DGM. Başsavcılığı, Şeriata karşı çıkanların yürüyüşleri yasal olduğunu niteleyip anayasal hak olarak göstermiştir. Çünkü, anayasanın 2.inci maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan laiklik ilkesini korumaya hakkı olduğunu vurgulamıştır. Bunun gereğince 15.2.1997’de şeriata karşı çıkıp bununla ilgili kadın yürüyüşü düzenleyen kadınlar beraat edilmiştir.

Ama şeriatı isteyenler ve laikliğe karşı çıkanlar değişik seneler hapis cezasına çarptırılmıştır. Öte yandan Danıştay ve idari dava daireleri genel kurulu başörtü takan avukat kadınların duruşmalara katılmasının yasak olduğunu bildirip genelge yayınladı.

Böylece, Türkiye Cumhuriyeti her olayda küfrünü pekiştirmeye çalışıyor. İslâm’a ve Müslümanlara hizmet edeceklerini iddia edip iktidara geçenler hep laikliğe, demokrasiye ve Atatürk ilkelerine bağlı olduklarını her hadisede pekiştirirler.

Diyanet işleri başkanı ise, aynı rolü üstlenmektedir. 16.4.1997’de bu diyanet başkanı şöyle açıkladı: Laiklik ülke bütünlüğünün temel güvencesidir. Hem de bunu söyleyen Din işlerinden sorumlu olur mu?! Dini devletten ayırmayı pekiştirmeye çalışmaktadır. Çünkü, Diyanet işleri başkanlığı bu amaçla laik Atatürk tarafından kurulmuştur.

 

AMERİKA, FRANSA KADAR KATLİAMLARDAN SORUMLUDUR

Amerika her gün Zaire’de parmağı oynadığına dair açık işaretler vermeye çalışıyor; 1.5.1997’de Amerika Dışişleri Bakanlığı tarafından şöyle açıklama sadır oldu: Zaire’deki Mobutu Sisi siko’nun yönetimi artık bitmiştir. Mobutu kendi bu gerçeği kabul etmelidir.

Daha önce Hilafet dergimizde Amerika Büyük Göller bölgesinde Ruvan da, Buranda, Zaire ve diğer devletlerde entrika çevirip Fransa ya karşı savaş yürüttüğünü tahlil yaptık. Şu anda net olarak bu husus ortaya çıkıyor. Aynı anda oradaki yapılmış ve yapılmakta olan katliamlardan sorumlu olan Amerika Fransa ve bu iki devlete yüz gösterip iki ipte oynayan İngilteredir. Fransa Hutu kabilesini desteklerken Amerika Tutsi kabilesini destekledi. Mobutu rejimine baş kaldıran Cabilla Tutsi kabilesine mensuptur.

 

PAPA, ALMANYA İSLAM KONSEYİNİ KABUL ETTİ !

Vatikan’a dinler arası diyalog için giden Almanya’daki müslüman ve hıristiyan temsilcilerinden oluşan 6 kişilik heyeti kabul eden Papa II. Jean Paul, hıristiyan ve müslüman diyalogunun önemini vurguladı. Ayrıca bu heyette Almanya İslâm Konseyi başkanı Hasan Özdoğan da bulunmaktadır.

Ayrıca bu müslüman ve hıristiyanlardan oluşan 6 kişilik heyet, masrafları Vatikan tarafından karşılan üç günlük Vatikan ziyaretinden sonraki yapılan açıklamada heyette bulunan İslâm Konseyi başkanı Hasan Özdoğan; Papa’nın kendisine Almanya’daki müslümanlara selam gönderdiğini belirtti.

 

MASONLAR LAİK REJİME SAHİP ÇIKAN ÜNLÜ KİŞİLERİ ÖDÜLLENDİRİYOR

17.4.1997’de Mason kuruluşu olan lionslar kulübü 28 şubat kararları nedeniyle Genel Kurmay başkanı İsmail Hakkı Kara dayıyı Ödüllendirdiler. Böylece ona Melvin Jones Ödülü verdiler.

Ayrıca, Lions 118 T Yönetim Çevresi Basın ve Halkla ilişkiler sorumlusu Nurşen Zeybek, Fethullah Gülen (hoca)’nın laik rejime sahip çıkması için onu takdir ediyoruz diye bu (hoca)ya sözlü takdirname vermiştir.

28 Şubatta M.G.K. tarihi toplantısında İslam Devletinin Modelini gösteren belgeler tartışıldığı ve bunun MİT tarafından bu toplantıya sunulduğuna dair haberler basında yayınlandı. İslam Devleti modelinde Halifelik, Başkadı, Mezalim kadısı, Husumet kadısı, Hisbe kadısı, (Muhtesib) vali, Halife yardımcıları, Cihad emiri, ordu, Şura yapan ümmet meclisi, idari organlar ve müdürlükler.

Sabah gazetesi bu haberi 17.3.1997’de geniş şekilde yayınladı. Nitekim bu Modeli Hizbüt-Tahrir adlı İslami teşkilat tarafından hazırlandı. Hilafet dergisi Müslümanlara faydalı olduğu için yayınlamıştı. Şimdi tekrar Müslümanlara hatırlatmak için yayınlıyoruz. İnşaallah Ortada ve pratikte bu modeli görürüz.

Sayı 98...1417-ZİLHİCCE...1997-NİSAN...Yıl-9

Sayfayı Birine Gönder