ARAŞTIRMA İNCELEME

 

Bahaddin Yüksel 

SİHİR VE BÜYÜ - 3

Böylece, Peygamber ve veli, aynı harikulade şeyi yapsalar, bu Peygamber için mucize, veli için ise keramet olur diyenlerin sözünün ne kadar da saçma olduğu anlaşılır.(67) Ölen kişinin ameli, artık bitmiştir(68) diyen Peygamber (as) acaba yanılmış mıydı da Allah (cc) onun ardından mucizeler gönderiyor? Bunu şunun için söylüyoruz: Peygamberden öte fıtri kanunlara ters bir hadiseyi yapmanın mümkün olmadığını bilen bunun farkında olan bazı tasavvuf ehli insanlar, yalanlarına meşru bir zemin bulmak için, “Bizim bu yaptıklarımız bize ait değil, tabi olduğumuz Peygamberin devan eden mucizesidir. Bize ait tarafı ise, onun gibi bir Peygambere tabi olmanın verdiği şerefin keramet olarak elimizdeki tezahürüdür” derler. Resulullah’ın boynuna sarılıp onunla beraber çile ve sevinç anlarını birlikte yaşayan güzide ashabı değil de gecikmeli olarak daha sonraki asırların, islami bir Hıristiyan tipi ruhbanlığa çeviren şu modern evliyaların elinde tezahür edişinin nedenini de açıklama zahmetinde bulunurlar mı, bilemeyiz ama bir Yunan-Hint kültürünün, islam'a uyarlanmasındaki başarısızlık, bilmem izahı gerektiriyor mu? Nebilik bitmiş ve onunla birlikte tabii kanunlara ters olan haller de bitmiştir.

Rivayete göre Hz. Ömer, minberde iken savaşan ordunun kumandanına “Ya Sariye, cebel cebel“ diye seslenmiş ve mimberden uzak mesafedeki, düşmanı görmüştür. Evet, rivayet böyle. Gariptir ki bunun Sariye için mi, yoksa Hz. Ömer için mi keramet olduğunda bir karara varamamıştır ehli Tasavvuf.(69)

Anlatmış olduğumuz İslam'ın prensipleriyle bağdaşmayan böyle bir haberin, hakikat ifade etmediğini İslam hakikatını anlayanlar anlayacaklardır. Hz. Peygamberin sahabesi, savaşta öldürülürken, sırtının arkasında mızrağını hedefleyip kendisini vurmaya çalışan Vahşi’den haberi olmayan Hz. Hamza, dini öğretsinler diye Rasulden istenen fakat, yolda şehit edileceklerini bilmeyen sahabe ve Allah’ın Rasulu, dişini kırıp dudağını yaralayacak olan kafirden habersiz olan Allah'ın Rasulü, savaşta devesi kaybolup fitnecilerin “Haydi söylesene nerede olduğunu, eğer Peygambersen” dedikleri halde, nerede olduğunu göremeyen Allah'ın Rasulu, öldürülen Peygamberler, öldürülürken durdurmayan Allah (cc), ve nihayet, sırtına saplanacak hançeri görmeyen Hz. Ömer, mesafeler ötesini mi gördü? Nebiler katledilirken bir engel koymayan Allah (cc), bazı sahabe ve tabiinin ölmesini engellemek mi istedi? Oysa Allah'ın Müslümanlara yardımı, uzaktan, sahabeye film seyrettirir gibi görüş yaptırmak değil, melekleri onlara yardıma koşturması süretiyle olur.

Zaten kaynaklarda bu rivayeti sağlam bulmamış, zayıf olduğunu bildirmiştir.(70) Zayıf bir rivayet için İslam'ın temel inançlarını nefsinde hiç bir kimsenin değiştirmeyeceğine inanıyoruz.

Peygamber Efendimiz de böyle bir şeyi onaylamıyor ve şöyle buyuruyor: “Şahidin gördüğünü gaib olan göremez.(Diğer bir ifadeyle, olay yerinde bulunanın gördüğünü, orada bulunmayan kimse göremez.)”(71)

Uzaklara sesini duyurmak Hz. Peygamber Efendimize mahsustur. Çünkü bu da beşer üstü bir hadise olup Peygamberlerden başkasının yapabileceği bir şey değildir. Nitekim Peygamber Efendimiz bunu sadece kendisinin yapabileceğini de belirtmiştir. Berâ’nın rivayet ettiği bir hadis şöyledir: “Bir keresinde Allah Rasulü (sas) bize hitap etmekteydi. Öyle ki yuvalarındaki kuş yavruları dahi duyuncaya kadar yüksek sesle şöyle sesleniyordu: “Ey diliyle iman ettim deyip de kalbi imanın ihlasına ulaşmamış kimseler; Müslümanların gıybetini yapmayınız ve onların ayıplarını araştırmayınız. Kim ki kardeşinin kusurlarının ardına düşerse, Allah da onun kusurlarının peşine düşer ve Allah kimin kusurunun peşine düştüyse onu evinin içinde dahi rezil eder.” (Hafız Ebi Naim Ahmet b. Abdullah el - Esbehani, Delailun Nübüvve, s.378 Darul Vai, Haleb-1977)

Abdullah b. Büreyde’in babasından rivayetinde bir hadis şöyledir: “Bir gün biz Allah Rasulü (sas)’in arkasında namaz kılmıştık. Rasululah namazı bitirdikten sonra kızgın bir halde ve sesini yuvalarındaki kuş yavrularına duyuracak kadar yüksek bir sesle şöyle seslendi: Diliyle iman ettim deyi de iman henüz kalbine girmemiş olan topluluk, Müslümanlara sövmeyiniz, onların kusurlarını araştırmayınız.”

Şunu bilin ki kim kardeşinin kusurunu araştırırsa, Allah, onun ayıbını gizleyen örtüsünü yırtar ve onun kusurlarını ifşa eder. O evinin bir köşesinde veya evinin örtüsüne gizlenirse dahi bundan kurtulamaz. (Delailun Nübüvve,s.378)

Hz. Aişe annemizin rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (sas) Cuma günü minberde iken oturun diye insanlara seslenmişti. Abdullah İbn Revaha Beni Ganemde bu sözü duydu ve oturdu. Bunun üzerine Allah Rasulune şöyle denildi: Allah'ın Rasulu, sen insanlara “ oturun” demiştin de, işte şu İbn Revaha seni duydu da olduğu yere oturuverdi. (Delailün Nübüvve,s.378)

Hz. Peygamberin ashabından olan Abdurrahman b. Muaz, şöyle bir hadis nakleder: Rasulullah (sas) Minada bize hitapta bulunmuştu. Öyle bir konuşmuştu ki adeta kulaklarımız açılmıştı ve biz onun sesini evlerimizde duyuyorduk. Rasulullah böyle bir ses tonuyla insanlara Hac farizasını öğretiyordu ki bir ara şöyle demişti: Haydin taşlarınızı atın! (Delailün Nübüvve,s379)

Şu hadiste delalet ediyor ki sahabe, olağan tarzda bir görüş (Hz. Ömerin gördüğü söylentisi gibi) veya olağan üstü bir duyuş (Sariyenin duyduğu gibi) göremez ve duyamazlar. Mealini vereceğimiz bu hadisin söyleyeni bize Allah'tan dinimizi getiren tek kişi olup kendisinden sonra dini bulandırmak isteyenlerin sözlerinin yalanını ortaya çıkarmaktadır. Hadis şöyle: “Ebu Zerrin (ra) rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasulu (sas ) şöyle buyurmaktadır: ”SİZİN GÖRMEDİĞİNİZİ GÖRÜR VE SİZİN DUYMADIĞINIZI DUYARIM.” (Delailün Nübüvve,s.379)

Evet, bu sözün sahibi Hz. Muhammed (sas)’ dir. Hz. Peygamber ashabına karşı üstünlüğünden bahsetmektedir. Ama Hint-Yunan kültürünün müdafii insanların o kültürdeki inancı İslam'a aktarıp islam'ı da ayakları yere basmayan bir din yapıp islam'ın ve müslümanların kan ağladığı şu zamanda sırf müridlerinin üzerinde ilahi nitelikte bir saltanat kurma çabasında olan bir takım şeyhleri(!) yüceltme sevdasında olan insanların Peygamberi , yanında yetişen bir Ömer seviyesine düşürüp şeyhine de yer bulmaya çalışması doğal olacaktır.

Keramet olarak iddia edilen diğer bir husus da, Meryem annemizin hazır yiyecekler bulmasıdır. Esasen, müsebbihlerin ötesindeki Allah'ı bulan, Rezzak olan Allah'ı fark eden ve bunu hiç unutmayan bir insanın bunu halk anlayışı bir keramet olarak değerlendirmesi mümkün değildir.

Hak Teala şöyle buyuruyor:

 

“Zekeriyya onun yanına, mabede her girişinde orada bir rızık bulur ve “Ey Meryem, bu sana nereden geliyor” der, o da “Bu Allah tarafındandır. Çünkü Allah dilediğine sayısız rızık verir”derdi.” (72)

Bu ayetin mücmel geçmiş olması bazı kimseleri yanıltmış ve Meryem annemizin sözünü yanlış anlayarak toplumdaki anlayışla keramet olarak yorumlanmıştır. Bu onların sebepler zincirine takılarak ayetin mücmelliği ve belagatında yanılmalarındandır. Hakikatte, bunun bizim anlattıklarımıza ters düşen hiç bir tarafı yoktur. Önemli olan islâm'ın prensipleri doğrultusunda hadiseyi anlamaktır.

Şimdi olaya dikkatlice bakalım: Ayetlerden anlaşıldığına göre İmra'nın karısı Hanne, Allah(cc)’a adakta bulunur ve Meryem annemizi doğurur. Adağı hüsnü kabul buyuran Allah (cc) Hz. Zekeriya’yı, Meryem annemizin yetişmesinde memur etmiştir.(73)

Ergenlik çağına kadar Meryem annemizin bakımını Zekeriyya (as) yakınlarının yardımıyla sağlıyordu. Kaynaklar bize bu hususta şöyle bilgi vermektedir. Salebi Arais adlı kitabında İbn Esir de El, Kamil de şöyle söylemektedirler: Zekeriya (as), Hz. Meryem in bakımını üzerine aldı ve onu Yahya (as)’ın annesi olan teyzesine teslim etti.(74) Yine aynı kaynaklarda büyüyünceye kadar, Zekeriyya (as)’ın Hz. Meryem'e süt anne tuttuğu belirtilmektedir.(75) Dikkat edilirse Hz. Meryem bu zamana kadar yani ergenliğe erişinceye kadar yalnız başına değil insanların arasında yaşıyor. Salebi’nin Arais kitabında, bildirdiğine göre, Hz. Meryem ergenlik çağına basınca Zekeriyya (as) onun için mescitte bir oda yaptırdı.(76) Görüldüğü üzere Hz. Meryem, artık ergenlik çağına ermiş ve Allah’a ibadetle mükellef olmuştur. Hz Zekeriyya’nın yaptırdığı bu yerin mahiyeti konusunda ciddi hiç bir rivayet mevcut değildir. Bazıları merdivenle çıkılan bir oda, bazıları mescidin çok özel bir köşesi , bazıları da odaları, mescitleri mihrap diye isimlendirirlerdi. Oraya da ancak Zekeriyya (as) girerdi vs. gibi yorumlar getirmişlerdir.(78) Fakat bunlar ciddi bir rivayet olmaktan uzak dayanağı belli olmayan bazı kişilerin yorumlarıdır.

Kesin olan bir şey varsa oda Meryem annemizin mescid de kaldığıdır. O orada Zekeriyya(as)’ın bakımı altında ilim ve irfanıyla yetişiyordu.

Hanne, ”Erkek, kız gibi değildir” demekle(79) kızın mescit hizmetine ve orada ibadete, mahrem olması, zaafı, hayız dan, nifastan rahatsızlanmaktan beri bulunmaması sebebiyle erkek gibi elverişli olmadığını belirtmek istemişti.(80) Çünkü İmra'nın karısı Hanne, Hz. Meryem'i mescide hizmetçi olarak vermek istiyordu. Sonra onu alıp bir beze sararak mescide götürdü. Harun (as) ‘ın oğullarından olan o zaman, Bey tul Makdis mescidinde sayıları otuzu bulan din bilginlerinin yanına koyduğunu Salebi ve İbn Esir bizlere bildirmektedir.(81)

 

Dipnotlar:

67- Kestelli ,s177

68- Müslim rivayet etmiştir, Buhari(terc),c4,s.592

69- Kestelli,s.177 (haşiyenin haşiyesi)

70- Kitabus sevaik el-Muhrika ala ehlil Bidai vez Zındıka,şihabuddin Ahmet b. El -Heytemi,s.62

71- Huccetullahil Baliga, Şah Veliyyullah b. Abdurrahim ed-Dehlevi,c.1,s.272 Tahkik,Seyyid Sabık

72- Ali İmran,37

73- Ali İmran,35,36,37

74- Peygamberler Tarihi,M Asım Köksal,s.305

75- age, aynı yer

76- age, aynı yer

78-Medarikuy Tenzil ve Hakaikut Te’vil,Nesefi,c.1,s.155

79- Ali İmran,36

80- Peygamberler Tarihi, Köksal,s.304

81- age aynı yer

(Devamı gelecek sayıda)

 

Sayı 99...1418-SAFER...HAZİRAN 1997-...Yıl-9

Sayfayı Birine Gönder