Öncelikle toplum ve toplumsallaşmayı açıklamaya
çalışalım: Grotün’a göre toplumsallık, bir
topluma duyulan istektir. Bu istek benzerleriyle yasamaya belli
bir eğilim duymak anlamına gelmekle birlikte bu rasgele bir
eğitim değil, barış içinde, iyi düzenlenmiş bir yaşam
ortaklığı içinde yaşama eylemidir. (De jure belli ac pacis
“savaş ve barış hakkı üzerine” giriş konuşmasın-dan
da anlaşılacağı üzere insanlar arasında sürekli ilişkilerin
kurulmasıyla toplumdan bahsedebiliriz. Bunu şöyle açıklayabiliriz:
İnsanlar arasındaki müşterek eşyalar ve konular hakkında
bakışları aynı yönde olursa birbirleriyle ilişki kurarlar.
Doğru, yanlış, faydalı zararlı, hak ile batılı
sevindirici ve üzüntü verici hususlardaki fikirleri ve
duyguları birleşirse, aralarındaki ilişkiler sürekli olur.
Tabii ki bu ilişkilerin devamlı olabilmesi için ve aralarında
çıkacak ihtilafları çözmek için fikir ve duygularına
uygun bir sistem oluşturmalıdır. Böyle olursa bir toplumdan
bahsedebiliriz.
Toplumsal kirliliği ise şöyle açıklayabiliriz:
Toplum içerisindeki insanların fikir ve duygularında ve
sistemlerinde birbirlerine uygun olmayan unsurlar oluşursa bu
kirlenmeyi gösterir. Yani fikir kirlenme, duygusal kirlenme ve
sistemde kirlenme gibi. Bunu biraz da örneklerle açıklamaya
çalışalım: Osmanlı Devleti ve insanlarıyla, bir İslâm
toplumunu oluşturmaktadır. Fakat son dönemlerinde batı
fikirlerinin saldırısına maruz kalmıştır. Bununla birlikte
batı fikirleri yayılmaya başlandı. Fikir yaymak için
içeride gruplar kuruldu, dışarıdan da ülkelerin
faaliyetleri oldu. Bu gruplar; Yeni Osmanlılar, İttihat ve
Terakki, Türk Ocakları ve Jön Türkler gibi batı fikirlerini
yaymaya başladılar. Böylece İslâm’dan olmayan hürriyet,
demokrasi, vatancılık ve milliyetçilik gibi fikirlerle orduya
sızdılar ve halkı etkilediler. Böylece halkın fikirlerini
kirlettiler ve bu kirlenmeyle güç kazanıp devleti yıktılar.
Bu da şunu gösteriyor ki, toplumdaki kirlilik toplumun
mahiyetini değiştirmektedir.
Maalesef Müslümanların fikirleri
kirlenmiştir. Osmanlıların yıkımını oluşturan
vatancılık, milliyetçilik fikirleri halen etkindir. Hürriyet
ve demokrasi fikirleri de, Müslümanların fikirleri haline
getirilmiştir. Sistem de buna önder olduğundan, bu fikirlerin
devam etmesini sağlamaktadır. Bu şekilde bir yaşam, akide de
kirlenmelere yol açmıştır. Allah’ın yaratıcılığına
inanmakla birlikte O’nun tek hüküm koyucu olduğu ve
yalnızca ona uyma gerekliliği ortadan kalkarak hüküm koymayı
kendilerinin yapabileceği inancı yerleşmiştir. Ahiret
hayatı, ciddiye alınmamaktadır. Fikirlerde karışıklık
vardır. Müslüman’ım denilmekte, diğer taraftan beşerin
ürettiği “hürriyet ve demokrasi fikirlerde İslâm’dandır”
denilmektedir. Duygular da karışmıştır. Ülkede içki
müptelalığı almış başını gitmiştir. Faiz, artık faiz
olarak görülmüyor. Bu devleti koruyup kollamanın
gerekliliğinden bahsetmektedir.
Evet yaşantı öyle bir hale gelmiştir ki,
adeta İslâm’la bir ilişki kalmamıştır. Müslüman,
akidesiyle fikir ve duygularıyla ve nizamıyla İslâm’a
muhalefet etmektedir. Kapitalist nizam ve değer yargılarına
farkında olarak veya olmadan sahiptir. “Köprüyü geçene
kadar ayıya dayı diyeceksin” fikri adeta yaşamları
olmuştur. Halbuki kınayanın kınamasından çekinmeden kendi
yapısını ortaya koyması istenmektedir. Yine susurluktaki
olaya baktığımızda toplumun ne kadar kokuştuğunu gördüğümüz
halde, kurtuluşu yine aynı çıkmazda arıyoruz. Bunun
dışında İslâmî kimlikle halkın önüne çıkan
lider konumundaki insanların ortaya koydukları fikirler, kâfirlerin
bile ortaya koyamadıkları fikirlerdir. Bugünlerde Sünnet
konusu tartışılmakta ve bu, insanlar tarafından Sünnet’in
teşrî kaynak olamayacağı görüşü ortaya atılmakta. Buna
rağmen Müslümanlar onlara kitap imzalatmaktadır. Devlet
yapısı tamamen inkâr edilmekte, devleti ve yürütmeyi Allah’ın
insanlara verdiğini savunarak devlet şeklini istedikleri gibi
yapabileceklerini söylüyorlar. Yani genel duruma bakıldığında
hiç bir şeyin net olmadığını görmekteyiz.
Oysa Müslümanlar eskiden ümmetçiliği
savunurlarken, bütün Müslümanları seviyorlar, onun için
seviniyor, onun için kızıyorlardı. 1850’ye kadar kimse Türklükle
övünmüyordu, bilâkis “Türküm” demekten utanıyordu.
Sadece “Ben Müslüman’ım” diyor ve bununla
övünüyordu. Çünkü Allah’ın indirdiği fikir ve
duygulara sahiptiler.
“Allah’a davet edip salih amel
işleyip de; Ben Müslümanlardanım, diyen kimsenin sözünden
daha güzel sözlü kim var?” (Fussilet: 33) ayetinde
bahsedildiği gibi gurur duyuyorlardı.
Onun için mevcut Müslümanların halini düzeltmek
için doğru fikirleri yaymak gerekir. Zira halk ve ümmet
etkilenen bir varlıktır. İnsanların bir çoğu maslahat ve
çıkarlarını temin etmek için çalışıp dururlar, pek düşünmezler,
yeni fikirler üretmezler. Ancak toplum içinden seçkin kişiler
düşünür ve insanlara fikirlerini kabul ettirmeye çalışırlar.
Öncelikle toplumda bu fikirler kabul edilmese de o toplumda
fikir olmayınca veya fikir zayıf olunca, o yeni fikir onları
etkiler. Bazı insanların sosyalizme inandıkları, yine bazı
Müslümanların demokrasi ve kapitalizm fikirlerine
kapıldıkları gibi.
İşte İslâm fikirlerini de bu toplumlara
bir siyasî örgütlenme ile götürmeye çalışırsak, bu
toplumu kirliliğinden arındırır, temiz bir toplum, Allah’ın
istediği bir toplum haline dönüştürebiliriz. İslâm temel
fikri ve hayat nizamını kapsar. Bu temel fikir, hayat
hakkındaki bakış açısıdır, yani akidedir. Hayat, insan kâinat,
bunların öncesi ve sonrası ile ilgili köklü fikirdir.
İnsanlar, böyle bir akideye inanıp kavrarlarsa ona göre
hareket etmek isterler. Ve bundan doğan hayat ve insanla ilgili
sisteme uyarlar. Bir grup insan, bir ideolojiye dayalı olarak
örgütlenirse, köklü şekilde toplumu değiştirmek için
hareket eder. Eğer bu örgüt, toplumun aslından ise topluma
kolay intibak eder. Böylece değişiklik de kolay olur.
Öyleyse toplumu değiştirmek için böyle bir örgütle çalışmalıyız
ki bu kirlilikten kurtulup Allah’ın razı olduklarından
olalım.
|