SİHİR VE BÜYÜ -4
Bahaddin Yüksel
(Geçen Sayıdan Devam)
Evet Meryem annemiz mescitte de yalnız
değildi. Otuz kadar bilginle beraberdi. Yani toplumdan
ayrılmış tek bir hücrede hapis hayatı yaşamamaktadır. Bu İslam'ın
prensiplerine de ters düşer. İslam hiç bir
kimsenin toplumdan tecrid edilmesini istemez. Aksine ceza olarak
insanın sürgün edilmesini ön görürken bile bir toplumdan
yine başka bir topluma gönderir. Yoksa insanlıktan tecridi hiç
bir suçu olmayan insana öngörmez. Peygamber Efendimiz
buyuruyor ki: “Eğer cennetin kokusunu almak ve
genişliğine nail olmak istiyorsanız insanlardan ayrı
kalmayınız.”(82)
Bazı kimseler, Hz Meryem'in odasının
kilitlendiğini söylemektedirler. Böyle bir ayet, hadis veya
sahabe kavli yokken hangi delile dayanarak. Böyle bir iddiada
bulunuyorlar, hayret bir şey doğrusu? Oysa yüce Rabbimiz
Kuranda şöyle buyuruyor:“Ey Meryem , Rabbine ibadet et,
secdeye kapan ve rüku edenlerle beraber sende eğil.”(83)
Hz. Zekeriyya'nın, Allahu zül celalin
emrinin önüne geçip Hz. Meryem'i odaya kilitleyemeyeceği açıktır.
Eğer böyle bir kilitleme vuku bulmuş olsa bile, o odanın
muhakkak bir penceresi, bir menfezi de olacaktır.
Evet, biz sözü buraya kadar getirdik.
Bundan sonrasını yemeğin Hz. Meryem'e nasıl geldiğini, mücmel
olarak gelen bu ayeti, beyan etmeye tek yetkili olan Hz.
Peygamber Efendimizden dinleyelim: “ Hafız Ebu Ya’lâ
diyor: Bize Sehl ibn Zencele.... Cabir'den rivayet etti ki “
Bir keresinde Rasulullah (as) bir kaç gün yemek yemeden durdu.
Sonra bu ona ağır gelmeye başladı.”
Hanımlarının evlerine uğradı. Onlardan
hiç birinde de bir şey yoktu. Onlardan çıkıp kızı Fatıma’ya
geldi ve “Kızcağızım, yanında yiyebileceğim bir şey
var mı? Karnım aç” buyurdular. O da “Anam babam
feda olsun, yok” dedi. Resulüllah (S.A.V.) Fatıma’nın
yanından çıktıktan sonra, bir komşusu Fatımaya iki ekmek
bir et gönderdi. Fatıma bunları aldı ve bir kaba koyarak:
‘Allaha yemin ederim ki Allah Rasulünü kendime ve yanımdakilere
tercih ederim” dedi. Halbuki hepsi de bir parça yemeğe muhtaçtılar.
Hasan'ı ve Hüseyin'i Rasulullah (as) gönderdi. (as) geri
geldi. Fatıma, anam babam fedadır, Allah bize bir şey gönderdi,ben
de onu sana sakladım,” dedi. Resulüllah, “getir onu kızcağızım,”
dedi. Fatıma anlatıyor: “Kabı getirdim, açtım bir
de baktım ki ekmek ve etle dolu.” Hz. Fatıma kaba bakıp
da içindekileri görünce adeta dili tutuldu. Ve anladı ki bu,
Allah'ın bereketindendi. Allah'a hamt, Peygamberine de selat ve
selam ederek Rasulullah (as) ikram etti.
Rasulullah(as) onu görünce Allah’a hamd
etti ve: “Kızcağızım, bu sana nereden geldi?” Diye
sordu. O da:“Ey babacığım bu Allah katındandır.
Muhakkak ki Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.” dedi.
Rasulullah (as) tekrar Allaha hamd etti ve:
“Kızcağızım,seni İsrailoğullarının efendisi olan
Meryem’in bir benzeri kılan Allah’a hamdolsun. Allah Meryem’i
rızıklandırıp da bundan sorulduğunda; bu Allah
katındandır.” dedi.(84)
İşte, Allah Rasulü'nün, Meryem annemizin
sözünü tefsir ettiği şu sözünden daha güzel bir tefsir
olamaz.
Efendimizin (as) sorduğu sual ile, Fatıma
annemizin verdiği cevap, Hz. Zekeriyya ile Meryem annemizin
verdiği cevap aynıdır. Hz Fatıma da Hz. Meryem gibi,
sebeblerin ötesindeki Allah'ı görüyor ve asıl müsebbih
olan Allah zülcelalin, bu rızkı gönderdiğini ifade ediyor.
Nitekim Hz. Fatıma'nın, Allah'tır, dediği bu yemeği ona
komşularının getirmesiyle, Hz. Meryem'in de Allah'tandır,
dediği yemeğin arasındaki benzerliği yapan Allah'ın Rasülü'nün
bizzat kendisidir. “Meryemin bir benzeri kılan Allah'a hamd
olsun” (85) sözünden anlaşılıyor ki Hz. Peygamber,
meryemin durumu, kızı Fatıma ile aynıdır. Bilmem, Allah
Rasülü'nün bu ifadelerinden sonra, bildiğini okuyan bir müslüman
olabilir mi?
İşte mescitte 30 kadar bulunan bilginler,
kendileriyle beraber Allah huzurunda secdeye kapanıp rüku eden
Meryem’e, yemeği verenlerin ta kendileridir. Nitekim mescit,
insanların ibadet için geldikleri, kapısı herkese açık
olan bir yerdir. Gelip gidenlerin de vermeleri de ihtimal
dahilindedir.
Mescitte özel yer edinmenin, cehennemden bir
yer edinmek olduğunu söyleyen Hz. Peygamber Efendimizin
sözüne bakılırsa, Meryem annemizin bulunduğu yerin duvarla
çevrilip hapsedildiğine pek de itibar edilmez. Demek ki insan
sebeplerin ötesindeki Allah Subhanehuyu görmeli ve rızkın
gelmesini ona nisbet etmeli. İşte ayetin vurgusu, Allah zülcelalin,
“sen otur ben sana rızık dağıtayım” değil,
“sebeplerin arkasında sana nasıl rızık verenin ben
olduğumu, bu Meryem hadisesine bakarak gör, öğren ve ibret
al,”dır. Ayet bunu ifade ederken, hadiste aynı konuya
parmak basarak, Meryem gibi sebeplerde takılıp kalmayan kızı
Hz. Fatıma'yı bu gibi mümine yaraşır şuur içerisinde
gören Resulüllah'ın tebcil etmesinden (yüceltmesinden)
ibarettir.
Peygamberler, Allahın yeryüzünde en
sevgili kulları olmalarına rağmen, risaletini tebliğ
uğrunda aç kalırken, son Nebi Hz. Muhammed (as) beşeriyyetin
en efdali olmasına rağmen günlerce aç kalıp karnına iki
taş bağlayarak sahabelerinin kapılarını tıklatıp yiyecek
istediğini bilen bir müslüman, mücmel gelen Hz. Meryem'in bu
sözünü, elbette ki bazı kötü niyetli kişilerin oyununa
gelerek yanlış anlamayacaktır. Peygamberler dahi çalışıp
elinin emeğini yer, hiç bir şey bulamazsa insanlarda varsa
yardımlaşırlardı. Yani olağan üstü bir şey ortada
yoktur. Olursa o da sadece Peygamberlere mahsustur. Örneğin,
ülkesinde meydana gelen kıtlıktan aç kalan bir peygamber
olan Hz. Yakup (as) oğullarını günlerce olan bir yolculukla
Mısıra, oğlu Hz. Yusufa gönderiyor. Rabbimiz bunu bize Yusuf
suresi 58-70. Ayetler arasında anlatmaktadır. Bu kıtlıktan
kurtulmak için çaba gösteren Hz.Yusuf beşer üstü değil,
fıtri kanunlar çerçevesinde hareket ediyor. Ayakları yere
basmayan Hint-Yunan kültürünün etkisinde kalan bazı müslümanların,
İslam'da da bu gibi beşer üstü bir efsane hayatı bulmak
istiyorlar. Ama bu İslâm'ın gönüllerde bulandırılması ve
İslâm yerine efsanevi tarzı bir hayatı getirecektir ki bu,
islam'ın hayattan silinmesi demektir.
Ayeti bu gibi kimselerin anladığı gibi
anlamak eğer bir kasıt yoksa, sebeplerin ötesindeki Rabbul
Alemini görmemektendir. Şimdi ayete dikkatlice bakalım: Orada
Allah’u zülcelal şöyle buyuruyor:
“Zekeriyya, onun yanına mihraba her
girişinde orada bir rızık bulurdu.”(86)
Ayette, zaman, devamlılık arz edip her
girmede vuku bulmaktadır. Eğer Zekeriyya her girmesinde, Allah’ın
vasıtasız olarak Hz. Meryem'e gönderdiği yiyecekle
karşılaşıyorsa, o zaman Allahu Teala'nın onu Meryem'e kefil
kılmasının, onun bakımını üstlendirmesinin bir anlamı
kalmaz ki! Onun ruhunu ve ahlakını, bir bitki yetiştirir gibi
yetiştiren zaten Allah’tır.(87) Yiyeceğini de
vasıtasız gönderiyorsa o zaman ayetin ifade edeceği anlam
iptal olur. Oysa Allah zülcelal şöyle buyuruyor:
“Zekeriyyayı, Meryem'in bakımıyla görevlendirdik.”(88)
Ve yine ayete bakıyoruz: Ayette devamlılık arz ediyor.
Yani ayette devamlılık var ve Zekeriyya (as)’ın her
girişinde aynı hadise oluyor ve her seferinde Zekeriyya (as)
soruyor. Bu meyanda ayeti dikkatlice bir kez daha okuyalım: “Zekeriyya,
onun yanına mabede her girişinde orada bir rızık bulur ve Ey
Meryem, bu sana nereden geliyor” der o da “Bu
Allah tarafındandır, çünkü Allah dilediğine sayısız
rızık verir” derdi.(72) Demek ki her girişte soruyor
ama yine soruyor...
Şayet Hz. Meryem'in sözüyle kast edilen,
yiyeceğin vasıtasız olarak Allah’tan gelmesi ise o zaman
Hz. Zekeriyya'ya büyük bir iftira edilmiş olur ve Allah’ın
ayeti mahalli dışında anlaşılmış olur. Çünkü,
farzedelim ki, Hz. Zekeriyya sordu Hz. Meryem'de yiyeceğin
vasıtasız olarak Allah’tan geldiğini söyledi. O zaman Allah'ın
Meryem'e vasıtasız olarak yiyecek gönderdiğini
anlayan Hz. Zekeriyya (as)’ın bir daha sormaması gerekir.
Çünkü belli ki Allah Meryem'i vasıtasız rızıklandırıyor
ve Nebilerde Allah’ı en iyi bilen, ondan bir zaman gafil
kalmayan Allahın öğrencileridirler. Fakat farz ettiğimiz
vasıtasız yiyeceğe inanacak olursak, Hz. Zekeriyya bir türlü
sebepleri aşamayan Allahtan vasıtasız gelen bu yemeği her
girişinde sorup sebep perdesinin arkasındaki Allahı göremeyen,
Rabbinden gafil biri olacaktır. Zira Meryem Allah tarafından
vasıtasız olarak rızıklandırılmaktadır. Bu nasıl bir
Peygamberdir ki bir türlü sebepleri aşamamakta ve Allah'ı
fark edememekte. Oysa bir Nebi böylesine Allah’tan gafil
kalamaz. Bu olsa olsa dünya sahnesinde balıklama yüzenlere
mahsusdur. Meryem Allah'ın terbiyesinde yetişip, sebepleri
aşarken Zekeriyya (as)’ın bir hamlığından bahsetmek ayeti
İslam'ın hayat sahnesinden silip ayakları yere basmayan bir
ruhbanlığa dönüştürmek için kasıtlı yorumlayan kötü
emelli kimselerin olabilir. Zekeriyya (as)’ın her soruşu, o
yemeği bu sefer kimin getirdiği idi. Çünkü ona her
seferinde farklı farklı kimseler yiyecek getiriyordu.
Esasen Meryem annemizin bakımını
üstlenmek için Hz. Zekeriyya ile kura çekişen bu mescitte
kalan alimler hiç olmazsa ona yiyecek vermekten geri
kalmayacaktır. Bu hususta Salebi ve ibn Esir şu bilgileri
veriyorlar: Harun (as) oğullarından olan ve o zaman Beytul
Makdis mescidinde sayıları otuzu bulan din bilginlerinin
yanına koydu. Şeybe oğulları Kabe işine baktıkları gibi,
bu bilginler de Beytul Makdis mescidinin işlerine
bakıyorlardı. Hanne onlara: Şu önünüzdeki çocuk, bir
adaktır! Deyince namaz imamları ve kurbanlarının vazifelisi
İmranın kızı olduğu için, hepsi de onu alıp bakma
arzusuyla çekiştiler. Zekeriyya (as) onlara “Ben, buna
bakmaya sizden daha layık ve müstehak bulunuyorum” dedi.
(89) Fakat daha sonra bu kimseler Hz. Zekeriyya ile yarışmışlar
ve kalemlerini suya atmışlardır
Ama Hz. Zekeriyya kazanmıştır. Hz. Meryeme
bakmakta bu kadar iştiyak duyanların, ona yemek getirmeleri ve
hürmet duymalarında garipsenecek bir durum yoktur.
Şimdi, konuya bir değişik açıdan
bakalım. Peygamberler Allah'ın izniyle, Allah'a iman edilmesi
için mucizeler gösterir demiştik. Bununla birlikte Cenab-ı
Allah Nebilerine, risalet görevi gelmeden önce onlar Peygamber
olmadan önce de yüce Allah, onların elinde mucizeler gösterebilir.
Bazı Peygamberler daha çocuk yaşta iken konuşmuşlardır.
Bunlardan birisi de Hz. İsa'dır.
“Nihayet (Meryem) onu (İsa'yı)
kucağında taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki; Ey Meryem!
Hakikaten sen çok garip bir iş yapmışsın! Ey Harunun kız
kardeşi, senin baban kötü bir insan değildi. Annen de
iffetsiz değildi. Bunun üzerine (Meryem) çocuğu gösterdi.
“Biz, dediler beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?” Çocuk
şöyle dedi: Ben, Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve
beni Peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı,
yaşadığım sürece bana namazı ve zekatı emretti..”(90).
Bu tabii (fıtri-kevni) kanunların açıklayamayacağı bir
şeydir. Cenabı Allah, bunu Hz. İsa (as)’da tecelli
ettirmiştir. Bunun gibi Peygamber olmadan önce kendisine vahiy
gelen Hz. Yusuf'un kıssası anlatılır Kuranda.(91).
“Yusuf'u götürüp bir kuyunun
derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz ona,
kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber
vereceksin, diye vahy ettik”
Ve nihayet. Kadiri mutlak olan Allah (cc)
Nebileri daha dünyaya gelmeden önce de fevkalade haller
meydana getirir. Örneğin Hz. Peygamber Efendimiz, daha dünyaya
teşrif buyurmadan önce ve hatta annesi Amine, kendisine hamile
değilken, babası Abdullah’ın alnında beyaz bir
parıltının parladığı kaynaklarda rivayet edilmektedir.(92)
Bu daha doğmamış olan bir Peygambere Cenabı Allahın
verdiği mucizedir. Oysa Abdullah, Allahu Teala'nın şeri
emirlerine itaatten yorulmuş biri de değildir ki keramet göstersin.
Bilakis Müslimde geçen bir hadiste Rasulullah, babasının
Cehennemde olduğunu haber vermektedir:
“Enes (ra)’dan bir kimse , ya Rasululah
babam nerededir? Diye sordu. Rasulullah, ateştedir buyurdu.
Bunun üzerine o kimse arkasına dönüp gidince Rasulullah onu
çağırdı ve: Muhakkak benim ve senin baban ateştedir
buyurdu.”(93)
Cehennemlik olan bir kişide elbetteki, onun
faziletinden dolayı, alnında bir nur parıldayacak değildir.
Bu “Ey insanlar, içinizden çıkacak çok büyük bir
şahsiyete alamet ve beşaret olarak size gösterdiğim şu
şahsın alnındaki nura bakınız. Bilin ve anlayın ki size
benden bir rahmet ve nimet olarak gelecek kişinin gölgesi
üzerinize düşmüştür.” Şeklinde ifade edilebilecek
bir Peygamberliğin öncesi tebşirdir. Bu Abdullah’tan
dolayı değil, Hz. Peygamberden dolayıdır.
Ve yine, Amine’nin doğum esnasında,
kolaylıklar ve gördükleriyle meydana gelen bir takım
harikulade halleri kaynaklar nakletmektedirler.(94) Bu da
Amine’nin şeri hükümlere uymasından dolayı, faziletine
binaen olan hadiseler değil dünyaya göz açan, insanlığın
en şereflisinin doğmasıyla Allah’ın insanlara yukarıdaki
mesajı vermesindendir. Bunlar Amine’den değil Nebi Hz.
Muhammed (S.A.V.)’tendir.
Ahmet b. Hanbelin Müsnedinde şöyle bir
hadis vardır:
“Birisi dedi ki; Ey Allah'ın Rasulu ,
annem nerededir. Hz. Peygamber annen ateştedir dedi. O adam,
peki senin ehlinden ölen kimse nerededir deyince Nebi (as) şöyle
buyurdu: Senin annenin, Benim annemle beraber olmasından razı
olmadın mı?” (95) Rivayetinde işaret ettiği gibi dünyaya
gelmeden önce de, gelişlerini tebşir için mucizeler vuku
bulmaktadır.
Eğer Meryem annemize vasıtasız, sebepsiz
yiyecek geldiğini kabul etsek bile, bu Hz. İsanın gelişini
tebşir için Meryem annemizde, tıpkı Amine ve Abdullah’ta
vuku bulan hadiseler gibi olurdu. Zira tabii (fıtri) kanunlarla
açıklanamayan mucize nevi haller, Nebilerin ötesine geçmez.
Hz. Meryem olayını, Hz. Peygamberin, Hz. Fatıma ile
aralarında geçen olayla nasıl tefsir ettiyse ki (biraz önce
geçmişti) öyle anlamalıyız. Meryem annemizin hakkındaki bu
kadar açıklamamızı şimdilik kafi görüyoruz.
DİPNOTLAR
83- Ali İmran,43
84- İbn Kesir,c4,s1240
85- age,aynı yer
86- Ali İmran,37
87- Ali İmran 37
88- Ali imran,37
89- Peygamberler Tarihi; A. Köksal,s.304.305,
90- Meryem,27-31 ve devamı
91- Yusuf,15
92- Hz. Muhammed (as) ve İslamiyet,M.A.Köksal,Mekke
Devri,s36
93- Müslim,Kitabul İman,347
94- Hz.Muhammed(as) ve İslamiyet,Köksal,Mekke
Devri,s.46ve de.
95- Ahmet İbn Hanbel,Müsnet,c.4,s.11
Devamı Gelecek Sayıda
BİLGİ
Sahih-i Buhari’yi şerh eden
İbni Hacer El-Askalanî (H.852-M.1448) şöyle
demiştir:
Hallac Mansur zındık olduğu için idam
edilmiştir. Sihri öğrenip mucize ve harikûlade şeyleri
insanlara göstermeye çalışıyordu. H.359’da idam
edilmiştir
|