DEVLET İLE ÜMMET ARASINDAKİ AYRILIŞ VE
BUNU MUHASEBE ETMENİN FARZI
Bugünlerde, ümmetin devletten ve
yöneticilerinden tam bir şekilde ayrıldığını görüyoruz.
Yöneticiler ile halkın kalabalığı arasındaki ilişkinin
birbirinden tamamen farklı ve uzak iki taraf arasında olduğu
görülmektedir. Devlet ile tabiileri arasında hemen hemen hiçbir
ilişki yoktur. Buna ek olarak, bu ilişki; birbirlerinden uzak
olan iki taraf arasında olduğu gibi nefret, tezat ve çelişkiler
ilişkisidir. Birbirlerine yaklaşmayan iki taraf gibidirler.
Ayrıca, gelecekte aralarında herhangi bir yakınlık
olacağı da hissedilmiyor. İşte,bu durum, ümmetin varlığını,
zaafa uğratan bir ayrılıştır. Zira, çobansız tebaaların
varlığı yıkık olan çok zayıf bir binaya benzer. Yine de
bir devlet arkasında tek saf olarak duracak halk bulunmazsa en
küçük bir çabayla yıkılır ve yok edilir. Böyle devlet,
ümmetin düşmanlarından yardım alma durumuna düşer.
Kâfir devletler, memleketleri direkt
yönetirken ümmet ile devlet arasında ayrılış tabii ve
gerekli idi. Misal olarak, birtakım memleketler İngilizlerin
mandası (sömürgesi) iken bu ayrılış normal idi. Fakat
resmi olarak İngiliz otoritesi gidince ve yöneticiler
Müslüman sayılıp ümmetin evlatlarından olunca ve onlar
Devleti bizzat yönetmeye başlayınca bu ayrılışın
devamına bir gerekçe kalmamıştı. Halk ile devlet
arasındaki ilişki çoban ile tebaa arasında bir ilişki
haline gelmeliydi ve çoban ile tebaa arasında tam bir
birleşme gerçekleşmeliydi. Ancak, bu ayrılış devam etti ve
hâlâ devam etmektedir. Yöneticiler ayrı gurup ve ümmet de
onlardan ayrı bir gurup olarak hayat devam etmektedir. Ümmet
İngilizlere baktığı gibi, yöneticilerini de kendi düşmanları
olarak görmektedir. Daha doğrusu, çok zaman bu yöneticilerin
İngilizlerden daha zalîm olduklarını hisseder. Yöneticiler
ise bu ümmetin kendilerine karşı baş kaldıracağını,
onları parçalayıp dağıtacağını ve tam düşmanı
olduğunu düşünürler. Onlar Ümmete karşı hile
çevirdikleri gibi ümmet de onlara karşı hile çevirmektedir.
Bu durum, ümmetin izzete ve müreffehliğe doğru bir adım
atamayacağından ümitsizlik içerisine sokmuştur. Yöneticilerin
düşünceleri yabancı güçlerden yardım alsalar bile hep
koltukta nasıl kalacaklarını hesaplar hale getirmiştir.
Ayrıca, bu durum ümmet nasıl yükseltilecek diye bir düşünceyi
bunlardan uzaklaştırmıştır. Ancak ümmeti terâkkîden
uzaklaştıracak uslüplerle ve nîfak hareketleriyle bir
şeyler yaptıklarını gösterirler. Ümmete egemen olarak
devam edebilmek için ümmeti zayıf bir halde bırakırlar.
Ümmet ile devlet arasındaki ayrılışın
sebebi, ümmetin Allah’ın kendisine emrettiği muhasebe etme
farzını yerine getirmemesi ve kendisinin otorite kaynağı
olduğunu hissetmemesidir. Ümmet kendisinin otorite kaynağı
olduğunu hissetseydi ve Allah’ın kendisine farz kıldığı
hesap sormayı (muhasebe) yerine getirseydi kendisine ihanet
edecek ve düşmanlık yapacak bir kişi yöneticiliğe geçemezdi.
Yöneticiler ile ümmet arasındaki bu ayrılış ve uçurum da
hasıl olmazdı. Bu zaaflık, bu parçalanma ve gerilme
içerisine girilmezdi. Bilfiil kâfirlerin nüfuzu altında
kalınmazdı. Velev ki direkt yöneticisi Müslümanların
evlatlarından bir Müslüman olsa da gerçek yönetici yabancı
kâfir güçler olmuştur.
Bundan dolayı, ümmetin yöneticiler ile ve
devlet ile birleşebilmesi için yöneticileri sorguya çekme
vacibini yerine getirmesi, yöneticilerin yüzlerine karşı hak
sözü söylemesi, yöneticilerin doğru olmayan hareket ve
icraatlarını değiştirmek veya onları değiştirmek için
kuvvetlice mücadele etmesi gerekir. Şüphesiz ki ümmet bu
şekilde hareket etmezse yok oluncaya veya yok olmuş bir
varlık haline gelinceye kadar gördüğümüz gibi hızlı bir
şekilde geri, geri yuvarlanıp gidecektir.
Şu var ki, İslâm yöneticileri hesaba
çekmeyi müslümanlara farz kılmıştır. Bu yöneticileri
sorguya çekmeyi ve nerede olursa olsun hiç kimsenin kınamasından
çekinmeden hakkı söylemeyi onlara emretti.
Hakkı söylemek konusu ise, Müslümanlar
ikinci Akabe Biati verirken hakkı söyleyeceklerine dair biât
verdiler. Biât metninde şöyle dediler: “Bir kimsenin kınamasından
korkmadan Allah için nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğimize
dair biât veriyoruz.”
Yöneticileri muhasebe etmek, onları marufla
emretmek ve münkerden nehy etmek konusu şöyledir: Muhasebe
etme hususu marufla emretmek ve münkerden nehyetmekle ilgili
ayetlerin konusuna dair olmasına rağmen yöneticileri hesaba
çekmek ile ilgili farzı açıklayan direkt naslar vardır.
Resulüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Cihadın en
üstünü zalim yönetici karşısında hak sözü söylemektir.”
(Nisai ve İbni Mace). Abu Umame şöyle rivayet etti: “Hacda
ilk taşlama yapılırken Resulüllah (S.A.V.) karşısında bir
adam dikilip şöyle dedi. “Ey Resulüllah! Hangi cihat
daha evladır?” Resulüllah (S.A.V.) sustu. İkinci
taşlama olunca tekrar adam aynı şeyi sordu. Resulüllah (S.A.V.)
yine sustu. Akabe toplanması yaptıktan sonra ve bineğe
binmeye ayağını koyarken Resulüllah (S.A.V.) şöyle sordu. “Soru
soran kimdi?” O adam; “Ey Resulüllah ben sormuştum.”
Resulüllah (S.A.V.) şöyle cevap verdi: “Zalim yönetici
karşısında hak sözü söylemektir.”
Bu naslar, yöneticiler ile, onlara hak
sözü söylemenin farzı ve onları muhasebe etmenin vucubuyla
ilgilidir. Ayrıca, Resulüllah (S.A.V.) hakkı söylemek uğrunda
ne eziyet görülürse görülsün, Müslüman zalim yönetici
tarafından öldürülürse dahi bunu söylemek ve zalim
yöneticilere karşı mücadele etmeyi hep teşvik etmiştir. Şöyle
buyurmuştur: “Şehitlerin efendisi Hamza bin Abdulmuttalib ve
zalim yöneticiye karşı dikilip marufu emredin münkerden de
nehyedin fakat, bu yönetici tarafından öldürülen kimsedir.”
(El Hakim). Bu ifade yöneticileri muhasebe uğrunda ve zalim yöneticilerle
mücadele etme yolunda ölüme kadar eziyete tahammül etmek
için en büyük ve derin teşvik ifadelerinden biridir.
Ey Müslümanlar!.. bugün gördüğünüz
yöneticilerin zulmüne karşı mücadele etmek, yaptıkları bütün
işler için onları muhasebe etmek, ümmete hainlikleri ve onun
aleyhine çevirdikleri entrika ve hile nedeniyle onları sorguya
çekmek, Allah’ın hepimize farz kıldığı şeylerdir. Ancak
bu farzı yerine getirirsek, yöneticiler ile ümmet arasında
ayrılışı kaldırılır. Ümmet ve yöneticileri tekrar birleştirir
ve hepsini tek varlık ve tek vücut haline getirir.
Yöneticilerin yaptıklarını değiştirme imkânı temin eder.
Bu da kalkınma yolunda ilk adım sayılır. Zira kalkınma
ancak İslâm akîdesine dayalı yönetim kurarak gerçekleşir.
Bundan dolayı, İslâm akîdesine dayalı devlet tesis etmek bütün
Müslümanlar için elzem bir farzdır. Bunu gerçekleştirebilmek
için zalim yöneticileri muhasebe etmek ve onlarla mücadele
etmek gerekir. Ancak bu yol onları değiştirir ve kalkınmayı
sağlar.
|