SİYASİ FİKİRLER-22

 Abdul Kadim Zellum

DEVLET İLE ÜMMET ARASINDAKİ AYRILIŞ VE BUNU MUHASEBE ETMENİN FARZI

Bugünlerde, ümmetin devletten ve yöneticilerinden tam bir şekilde ayrıldığını görüyoruz. Yöneticiler ile halkın kalabalığı arasındaki ilişkinin birbirinden tamamen farklı ve uzak iki taraf arasında olduğu görülmektedir. Devlet ile tabiileri arasında hemen hemen hiçbir ilişki yoktur. Buna ek olarak, bu ilişki; birbirlerinden uzak olan iki taraf arasında olduğu gibi nefret, tezat ve çelişkiler ilişkisidir. Birbirlerine yaklaşmayan iki taraf gibidirler. Ayrıca, gelecekte aralarında herhangi bir yakınlık olacağı da hissedilmiyor. İşte,bu durum, ümmetin varlığını, zaafa uğratan bir ayrılıştır. Zira, çobansız tebaaların varlığı yıkık olan çok zayıf bir binaya benzer. Yine de bir devlet arkasında tek saf olarak duracak halk bulunmazsa en küçük bir çabayla yıkılır ve yok edilir. Böyle devlet, ümmetin düşmanlarından yardım alma durumuna düşer.

Kâfir devletler, memleketleri direkt yönetirken ümmet ile devlet arasında ayrılış tabii ve gerekli idi. Misal olarak, birtakım memleketler İngilizlerin mandası (sömürgesi) iken bu ayrılış normal idi. Fakat resmi olarak İngiliz otoritesi gidince ve yöneticiler Müslüman sayılıp ümmetin evlatlarından olunca ve onlar Devleti bizzat yönetmeye başlayınca bu ayrılışın devamına bir gerekçe kalmamıştı. Halk ile devlet arasındaki ilişki çoban ile tebaa arasında bir ilişki haline gelmeliydi ve çoban ile tebaa arasında tam bir birleşme gerçekleşmeliydi. Ancak, bu ayrılış devam etti ve hâlâ devam etmektedir. Yöneticiler ayrı gurup ve ümmet de onlardan ayrı bir gurup olarak hayat devam etmektedir. Ümmet İngilizlere baktığı gibi, yöneticilerini de kendi düşmanları olarak görmektedir. Daha doğrusu, çok zaman bu yöneticilerin İngilizlerden daha zalîm olduklarını hisseder. Yöneticiler ise bu ümmetin kendilerine karşı baş kaldıracağını, onları parçalayıp dağıtacağını ve tam düşmanı olduğunu düşünürler. Onlar Ümmete karşı hile çevirdikleri gibi ümmet de onlara karşı hile çevirmektedir. Bu durum, ümmetin izzete ve müreffehliğe doğru bir adım atamayacağından ümitsizlik içerisine sokmuştur. Yöneticilerin düşünceleri yabancı güçlerden yardım alsalar bile hep koltukta nasıl kalacaklarını hesaplar hale getirmiştir. Ayrıca, bu durum ümmet nasıl yükseltilecek diye bir düşünceyi bunlardan uzaklaştırmıştır. Ancak ümmeti terâkkîden uzaklaştıracak uslüplerle ve nîfak hareketleriyle bir şeyler yaptıklarını gösterirler. Ümmete egemen olarak devam edebilmek için ümmeti zayıf bir halde bırakırlar.

Ümmet ile devlet arasındaki ayrılışın sebebi, ümmetin Allah’ın kendisine emrettiği muhasebe etme farzını yerine getirmemesi ve kendisinin otorite kaynağı olduğunu hissetmemesidir. Ümmet kendisinin otorite kaynağı olduğunu hissetseydi ve Allah’ın kendisine farz kıldığı hesap sormayı (muhasebe) yerine getirseydi kendisine ihanet edecek ve düşmanlık yapacak bir kişi yöneticiliğe geçemezdi. Yöneticiler ile ümmet arasındaki bu ayrılış ve uçurum da hasıl olmazdı. Bu zaaflık, bu parçalanma ve gerilme içerisine girilmezdi. Bilfiil kâfirlerin nüfuzu altında kalınmazdı. Velev ki direkt yöneticisi Müslümanların evlatlarından bir Müslüman olsa da gerçek yönetici yabancı kâfir güçler olmuştur.

Bundan dolayı, ümmetin yöneticiler ile ve devlet ile birleşebilmesi için yöneticileri sorguya çekme vacibini yerine getirmesi, yöneticilerin yüzlerine karşı hak sözü söylemesi, yöneticilerin doğru olmayan hareket ve icraatlarını değiştirmek veya onları değiştirmek için kuvvetlice mücadele etmesi gerekir. Şüphesiz ki ümmet bu şekilde hareket etmezse yok oluncaya veya yok olmuş bir varlık haline gelinceye kadar gördüğümüz gibi hızlı bir şekilde geri, geri yuvarlanıp gidecektir.

Şu var ki, İslâm yöneticileri hesaba çekmeyi müslümanlara farz kılmıştır. Bu yöneticileri sorguya çekmeyi ve nerede olursa olsun hiç kimsenin kınamasından çekinmeden hakkı söylemeyi onlara emretti.

Hakkı söylemek konusu ise, Müslümanlar ikinci Akabe Biati verirken hakkı söyleyeceklerine dair biât verdiler. Biât metninde şöyle dediler: “Bir kimsenin kınamasından korkmadan Allah için nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğimize dair biât veriyoruz.”

Yöneticileri muhasebe etmek, onları marufla emretmek ve münkerden nehy etmek konusu şöyledir: Muhasebe etme hususu marufla emretmek ve münkerden nehyetmekle ilgili ayetlerin konusuna dair olmasına rağmen yöneticileri hesaba çekmek ile ilgili farzı açıklayan direkt naslar vardır. Resulüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Cihadın en üstünü zalim yönetici karşısında hak sözü söylemektir.” (Nisai ve İbni Mace). Abu Umame şöyle rivayet etti: “Hacda ilk taşlama yapılırken Resulüllah (S.A.V.) karşısında bir adam dikilip şöyle dedi. “Ey Resulüllah! Hangi cihat daha evladır?” Resulüllah (S.A.V.) sustu. İkinci taşlama olunca tekrar adam aynı şeyi sordu. Resulüllah (S.A.V.) yine sustu. Akabe toplanması yaptıktan sonra ve bineğe binmeye ayağını koyarken Resulüllah (S.A.V.) şöyle sordu. “Soru soran kimdi?” O adam; “Ey Resulüllah ben sormuştum.” Resulüllah (S.A.V.) şöyle cevap verdi: “Zalim yönetici karşısında hak sözü söylemektir.”

Bu naslar, yöneticiler ile, onlara hak sözü söylemenin farzı ve onları muhasebe etmenin vucubuyla ilgilidir. Ayrıca, Resulüllah (S.A.V.) hakkı söylemek uğrunda ne eziyet görülürse görülsün, Müslüman zalim yönetici tarafından öldürülürse dahi bunu söylemek ve zalim yöneticilere karşı mücadele etmeyi hep teşvik etmiştir. Şöyle buyurmuştur: “Şehitlerin efendisi Hamza bin Abdulmuttalib ve zalim yöneticiye karşı dikilip marufu emredin münkerden de nehyedin fakat, bu yönetici tarafından öldürülen kimsedir.” (El Hakim). Bu ifade yöneticileri muhasebe uğrunda ve zalim yöneticilerle mücadele etme yolunda ölüme kadar eziyete tahammül etmek için en büyük ve derin teşvik ifadelerinden biridir.

Ey Müslümanlar!.. bugün gördüğünüz yöneticilerin zulmüne karşı mücadele etmek, yaptıkları bütün işler için onları muhasebe etmek, ümmete hainlikleri ve onun aleyhine çevirdikleri entrika ve hile nedeniyle onları sorguya çekmek, Allah’ın hepimize farz kıldığı şeylerdir. Ancak bu farzı yerine getirirsek, yöneticiler ile ümmet arasında ayrılışı kaldırılır. Ümmet ve yöneticileri tekrar birleştirir ve hepsini tek varlık ve tek vücut haline getirir. Yöneticilerin yaptıklarını değiştirme imkânı temin eder. Bu da kalkınma yolunda ilk adım sayılır. Zira kalkınma ancak İslâm akîdesine dayalı yönetim kurarak gerçekleşir. Bundan dolayı, İslâm akîdesine dayalı devlet tesis etmek bütün Müslümanlar için elzem bir farzdır. Bunu gerçekleştirebilmek için zalim yöneticileri muhasebe etmek ve onlarla mücadele etmek gerekir. Ancak bu yol onları değiştirir ve kalkınmayı sağlar.

  1418 - C.AHİR/ 1997-EKİM YIL-9 SAYI:102

Sayfayı Birine Gönder