BAŞYAZI

 

FİRAVUN ZİHNİYETİNİN VE TİNİYETİNİN ÇAĞDAŞ GÖRÜNTÜSÜNDEN BİR KESİT

8 YIL KESİNTİSİZ ZORUNLU TEMEL EĞİTİM YASASI DAYATMASI

“22 Temmuz 1997 tarihinde toplanan Bakanlar Kurulu, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç’ın toplantı saatinden hemen önce bazı bakanlar ile görüşme yapmasından sonra, önce gündeminde olmamasına rağmen 8 yıllık kesintisiz zorunlu temel eğitim yasa tasarısını toplantı gündemine aldı. 18.15’de toplanan kurul, sabaha kadar bu yasa tasarısı üzerinde çalıştı ve sabaha doğru yasayı onayladı.” (23 Temmuz-Basın)

Evet 55. Cumhuriyet Hükümeti, sabaha kadar süren bu toplantıda ne görüştü, ülkenin milletin hangi sorununa bir çözüm üretti?!..

-Bütçedeki açığın zam yapmadan nasıl kapatılabileceğini mi görüştü? Meşru temiz finans kaynakları için çözüm mü üretti?!

-Ülkedeki yolsuzlukları önlemek için bir çözüm mü üretti?!

-Her sene binlerce dönüm ormanlık arazinin yandığı orman yangınlarını önlemek ve etkili hızlı müdahale tedbirleri almak maksadı

-Her sene binlerce dönüm ormanlık arazinin yandığı orman yangınlarını önlemek ve etkili hızlı müdahale tedbirleri almak maksadı ile çözümler mi üretti?!

-Milletin gençliğinin anlâksızlık-sorumsuzluk, fuhuş ve uyuşturucu bataklığına düşmelerini önlemek ve onları oradan kurtarmak için çözüm mü üretti?!

-Ekonomik darboğazda inim inim inleyen halkın ekonomik sıkıntılarını gidermek için çözüm mü üretti?!

Bakanlar kurulu sabaha kadar yaptığı çalışmada milletin hayatî maslahatlarından olan bu hususların hiç birisini görüşmedi. Fakat millet istememesine rağmen 8 yıllık kesintisiz zorunlu temel öğretimi yasal hale getirmek için yani millete dayatmak için çalıştı. Niçin? Çünkü laik kemalist zinde güçler ve onlara tabi olan generaller öyle istediler. “Öyle emrettiler!.” Neden? “İlkokuldan sonra çocukların bir kısmı Kur’an Kurslarına gidiyorlar ve İmam Hatip Okullarının orta kısmına gidiyorlar da orada Kur’an okuyorlar ve biraz Arapça öğreniyorlar. Bunların sayısı da gittikçe artıyor. Bu ise laikliğe karşı bir tehlike teşkil ediyor. Onun için bu eğilimin önünü kesmek ve çocukları 15 yaşından önce din tesirinden kurtarmak gerekir. İşte 8 yıl kesintisiz zorunlu temel eğitim bunun için gereklidir.” diyorlar. Zira o zinde güçlere birileri; “2015 yılına doğru Türkiye’de gençlerin ve halkın %66’sı dine dayalı yaşam tarzını benimseyecek. Bunun sebeplerinden birisi de Kur’an Kursları ve İmam Hatip Okullarıdır” diye bir vesvese vermişler. Bundan dolayı da bu ucube yasayı dayatmaya kalkıştılar.

Bu olayda göze çarpan hususlar şunlardır:

- Bu, Firavun zihniyetinden-tiniyetinden bir çağdaş görüntüdür.

- Bu yasa, güdüsel bir tepki ürünüdür, aklî bir faaliyet ürünü değildir.

- O zinde güçlerin profilini sergiler.

Çözüm, İslâmî eğitimi hayata geçirecek olan Raşidî Hilâfet Devleti’nin kurulmasıdır.

Evet bu, Firavun zihniyetinin ve tiniyetinin çağdaş görüntüsünden bir kesintidir. Şöyle ki:

“İman eden bir topluluk için (faydalı olmak üzere) Musa ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana dosdoğru nakledeceğiz. Firavun (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını parça parça etmişti. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Belli ki o, bozgunculardandı.” (Kasas: 3-4)

Görüldüğü gibi Firavun ve kavminin ileri gelenleri (yani zinde güçleri) ne yapıyorlardı: Toplumun içine fitne sokuyorlar, insanları birbirine düşen gruplara ayırıyor ve onlar içinde zayıf gördüğü bir zümre olan İsrailoğullarına çeşitli zulümler, baskılar, dayatmalar yapıyordu. Bir kahinin; onlar içinden bir genç çıkıp iktidarlarına son vereceğini söylemesi üzerine, onların her doğan erkek çocuklarını kestiriyordu. Yani içgüdüsel bir tepki ile iktidarını elinden alacak olanların yolunu bu şekilde suçsuz bebekleri dahi kestirerek, öldürerek kesmek istiyordu. Daha sonra da Musa (a.s)’ın getirdiği risalete, hak dine, yaşam tarzına iman edenleri de asmak, kesmek, hapse atmak hatta çocuklarını kesmek ile cezalandırıyordu. Onu da Rabbımız şöyle bildiriyor:

“Firavun dedi ki; Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde (Mısır’da kıpti olan) halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) bileceksiniz! Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım. Onlar; Biz zaten Rabbimize döneceğiz, sen sadece Rabbimizin ayetleri geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz üstümüze sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür, dediler. Firavun kavminden ileri gelenler dediler ki; Musa’yı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar (halkı senin aleyhine kışkırtsınlar) diye bırakacak mısın? Firavun ise; Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz, dedi. Musa kavmine dedi ki; Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona varis kılar. Sonuç ise muttakilerindir. (Allah’ın hükmüne sımsıkı sarılanlarındır.)” (A’raf: 123-128)

Görüldüğü gibi Rabbımız yukarıdaki ayeti kerimelerde Firavun’un zihniyeti ve tiniyetinden bir kesit sunmaktadır. Burada şu hususlar dikkati çekmektedir:

- Firavun ve avanesi iktidarlarını beka içgüdüsünden kaynaklanan tahakküm hırsı ile hareket ederek korumaya çalışıyorlar. Aklederek, düşünerek değil.!.. Zira daha yeni doğmuş suçsuz, günahsız-güçsüz bebekleri dahi kestirmek, başka nasıl izah edilir!.

Firavun ve avanesi, Hak dine ve yaşam tarzına iman edenleri, bölücülük, fitnecilik, entrikacılık ile kendi iktidarlarına son vermeyi kastetmekle itham edip onları her türlü iktidar imkanlarını kullanarak hapis, işkence, astırmak, katlettirmek yöntemleri ile sindirmek istiyorlar. Firavun’un sultasına tabi olmak istemeyen ve sistemine iman etmeyip de Rabbımızdan gelen hak din ve sistemine iman edip tabi olanlardan bu şekilde intikam almak istiyorlar.

Şimdi günümüze dönüp laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin iktidar imkanlarını ellerinde tutan “zinde güçler” olarak da zikredilen zümre ile onlara tabi olan laik generallerin tavırlarına bir bakalım. Aynı paralelliği görmüyor muyuz?!

“Generallerin cebindeki 20 sayfalık ‘siyasal İslâm’ın yayılması’ adlı broşürde; mevcud durumun devam ettiği takdirde 2015 yılında şeriat isteyenler %66 ile iktidara gelecekler” deniliyor. (Sabah-26-4-1997)

Genel Kurmay Başkanlığı medyaya verdiği brifingte; Millî Askerî Strateji Konseptin değiştiğini, buna göre Türk ordusu açısından iç tehdidin dış tehdidin önüne geçtiğini duyurdu. Brifingte şu açıklamalar yapıldı:

“-Bölücü ve irtica odakları eylem birliği ve dayanışma içinde Türkiye Cumhuriyetini bölmek istiyorlar. Bu devletin parçalanması demektir. Bu durumda iç tehdit dış tehditten önce gelmekte ve birinci tehdit durumuna girmektedir.

-Atatürk milliyetçiğine, laik demokratik düzene bağlılık tartışma dışıdır.

- Bölücü ve irticaî faaliyetlere izin verilmesi devletin intiharı demektir. Devletin intiharına izin verilmez. İrticanın yok edilmesi Türkiye için hayatî önem taşıyor.

-Türk Silahlı Kuvvetleri laik, demokratik ve sosyal hukuk devletini bozmak isteyen ve içerden kaynaklanan tehditlere karşı da sorumluluk sahibidir. Bu tüm yurttaşların sorumluluğudur. Ancak bizim farkımız, elimizde silah olmasıdır. Silah olduğu için de doğru yerde ve doğru zamanda kullanma bilincindeyiz.” (30 Nisan 1997, Hürriyet)

“Tek tip insan yetiştirilecektir. Hiç bir devlet kendi aleyhine çalışacak bir nesil yetiştirmez.” (Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 26 Temmuz 1997)

İşte bu ve benzeri demeçlerle ortaya konan zihniyet ile Firavun zihniyeti arasında ne fark vardır. Zira çağdaş müşriklerden olan laik Kemalistler de Firavun gibi hak din olan İslâm’a bütün olarak iman eden mü’minlere tahammülleri yoktur.

Bu yasa ve benzeri icraatları içgüdüsel bir tepki ürünüdür. Aklî bir faaliyet ürünü değildir.

Zulüm ve şirk, küfür, katliam, faili meçhul cinayetler ve idam sehpaları üzerinde kurdukları o kokuşmuş laik cumhuriyetlerini ve despot iktidarlarını korumak için güdüsel tepkilerle, terör ve dayatmalara başvurmaktalar. Nitekim 8 yıl kesintisiz zorunlu temel eğitim yasasının hemen çıkartılıp bu sene uygulanması için yapmakta oldukları dayatmalar da bunu göstermektedir. Zira bu yasanın pedogojik, ekonomik, teknik, ilmî ve aklî hiç bir izahı yok iken bu şekilde ısrarlı olmaları tam Firavun’un iktidarını güya korumak maksadı ile suçsuz güçsüz bebeklerin bile kesilmesi fermanını çıkartmasına benzemektedir. Yanı akla, ilme binaen değil de içgüdüsel bir dürtü ile tahakküm hırsına dayalı bir yasadır.

Aynı şekilde irtica diye isimlendirdikleri İslâm’ın siyasal yönüne yani devlet ve toplumu yapılandırması ile ilgili hükümlerine tahammülsüzlükleri de Firavunca bir tutumdur.

Türkiye’de o zinde güç denilen kesim kimlerdir? Onlar kâfir sömürgeci İngiliz devletinin himayesi ile bu laik cumhuriyeti kuran ve müslüman halkın başına tasallut olan bir avuç dönme ve yardakçılardır. Yani yahudi, Rum, Ermeni bozuntu-ları ve onların yardakçıları küfür zihniyetli lâiklerdir. Bunlar kâfir sömürgeci pis İngiliz Devleti’nin ve diğer kâfir batı devletlerinin himayesi ile bu topraklar üzerinde iktidar imkanı buldular. Yani bu topraklarda yaşayan müslüman halkın desteği ile değil.!. Onun için kendileri ırk, din, iman, kültür, zihniyet ve sistemleri itibarı ile bu topraklar üzerinde yaşayan müslüman halkı kendilerine daima potansiyel tehlike, düşman gördüler ve halkı Firavun gibi sindirmeye çalıştılar.

Laik Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte yapılan tüm devrimler ve icraatlar hep müslüman halkı dininden uzaklaştırmaya matuftur.

-Hilâfet’in yıkılışı

-Harf inkilabı

-Tevhidi tedrisat kanunu

-Kılık-kıyafet inkilabı

-Laikliğin getirilişi

-İstiklâl mahkemeleri v.b.

Şimdi kendilerine zinde güç denilen o bir avuç dönme kâfirler, bu halka İslâm’ı tamamen unutturmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar...

-Arap harfleri ile yazılı kitap-neşriyat taşımayı en büyük suç saydılar.

-Hilâfet’i istemek en büyük suç sayıldı. İsteyenler topluca katledildiler

-Ezan-ı Şerif’in esas şekliyle okunması suç sayıldı. Okuyanlar hapse atıldı ya da öldürüldüler. Yani “Allah” “Allahuekber” demek dahi bu ülkede suç sayıldı.

-Kadınların baş örtüleri, çarşafları, erkeklerin sarık ve cüppeleri İslâmî motifler olarak görüldüğünden silah zoruyla çıkartıldı. Direnenler hapse atıldı ya da öldürüldü.

-Kur’an okumak en büyük suç sayıldı. İrticai faaliyet olarak vasfedilip okuyan ve okutanlar en ağır cezalara çarptırıldılar.

Bütün bu icraatlar o zinde güçlerin profilini sergiler.

Bu ve benzeri herkesin bildiği bu icraatları işte bugün kendilerine zinde güçler denilen, devletin imkanlarını ve ordu idaresini ellerinde tutan o bir avuç dönme laik kemalist zümrenin profilini çizmek, Firavun ve avanesi ile paralelliklerini göstermek için zikrettim.

Zira onlar bugün de aynı zihniyet ve tiniyet taşıyorlar. Aynı şeyleri yapıyorlar ve yapmakta ısrar ediyorlar. Firavun’un yolunu takip ediyorlar:

-Sadece Allah’ın emri olduğu ve Allah’ın dinine bağlılık alameti olarak algılandığından tesettürlü giyime tahammül edemiyorlar. Okullarda, resmî dairelerde tesettür yasaklanıyor.

-Ordudan subaylar, sırf namaz kıldıkları için ya da karısı kızı tesettürlü olduğu için atılıyorlar ve devlet dairelerinde başka bir işe girmeleri dahi yasaklanıyor. Onları işe almak isteyen özel şirketler de tehdit ediliyorlar. Bizzat orduya ait bölgelere başörtülü olarak girmek şiddetle yasaklanıyor.

-Çeşitli kademedeki memurlar ve idarecilerden namaz kılanlar, dinî duyguları kuvvetli olanlar ve şeriat yanlıları, Batı Çalışma Grubu diye adlandırılan ve laik kemalist generaller tarafından oluşturulan özel bir istihbarat birimi tarafından fişleniyorlar.

-Toplum içinde insanların bir kısmı aşırı dinci-radikal, fundamentalist, şeriatçı gibi sıfatlar ile vasfedilerek hedef gösteriliyorlar.

-Özellikle kırsal kesimlerde nüfus planlamasını çok ciddî bir şekilde takip etmeye çalışıyorlar. Neden?.., Müslümanların sayısı artmasın diye!..

-Bir avuç dönme olan laik kemalistler ve yardakçıları, zorba sistemlerini korumak uğrunda tüm müslüman halka karşı düşmanca tavırlar sergileyip topyekün savaş ilân ediyorlar. Nitekim Genel Kurmay Başkanlığı, Millî Askerî Stratejik Konseptin değiştiğini yeni konsepte göre düşmanın dışarıda değil içeride olduğunu, onun da irtica olduğunu belirtip onu ortadan kaldırmak için gerekirse silah kullanacağını ilân etmiştir. Onların irtica dediği şey İslâm sistemine, şeriata dönüştür. Bunu hangi müslüman istemez ki?!. Şu halde bu ülkedeki bütün müslümanları düşman görmekteler. Onlara göre düşman; Ermeniler, Rumlar, Ruslar, Yahudiler değil, şeriatı isteyenlerdir!.. Aslında o bir avuç dönme Laik Kemalistler ve yardakçılarının bu tiniyetleri ve zihniyetleri, Atalarının ve yardakçılarının zihniyet ve tiniyetidir. İşte bir laik kemalist yazarın şu sözleri o zihniyet ve tiniyeti şöyle resmetmektedir:

“Bunun adı ‘topyekün savaş’. Mustafa Kemal Paya ne demişti: ‘Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır ve o satıh bütün vatandır! İşte şimdi Türk Ordusu, ‘ebedî’ başkomutanının buyurduğunu uyguluyor. Çizgi savunması yapmıyor artık, alan savunması yapıyor. Şeriatçılara karşı savaşı karış karış her toprak parçasında veriyor. Bunun adı topyekün savaştır!.. Bu savaş bir ölüm-kalım savaşıdır. Kesintisiz 8 yıllık temel eğitim demek, militan kaynaklarının kurutulması demek-tir. Cumhuriyet düşmanlarının yok edilmesi demektir.. Köprüler atıldı. Kartlar açıldı. Bu bir topyekün ölüm-kalım savaşıdır. Dönüşü olmayan bir savaş!” (Ahmet Taner Kışlalı-Hürriyet, 11-06-1997)

Bu bir avuç dönme Laik Kemalistler ve yardakçıları Rabbımızın Kur’an’da vasıflarını çizdiği kâfir zümredendirler. İşte onların Kur’an’da geçen bazı vasıfları:

“Bilinmelidir ki kâfirlerin ne malları ne de evlâtları Allah huzurunda kendilerine bir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar cehennemin yakıtıdırlar. (Onların yolu) Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin tuttuğu yola benzer. Zira onlar bizim ayetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah’ın cezası çok şiddetlidir. (Rasulüm!) küfredenlere de ki; Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir kalma yeridir.” (Ali İmran: 10-12)

“Gerçekten kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmuştur. İçlerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür.” (Ali İmran: 118)

“Onlar sizinle karşılaştıklarında ‘inandık’ derler. kendi başlarına kaldıklarında da size olan kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. Kininizle geberin, deyiver. Muhakkak ki Allah kalplerde olanı bilir.” (Ali İmran: 119)

Bu yazıda bir avuç dönme Lâik Kemalistlerden ve yaptıklarından bahsedişimizden, onların savaş tam tamlarına uyarak silah alıp sokağa dökülmek istediğimiz anlamı çıkartılmasın. Bilâkis biz bu yazımızla onların profilini, resimlerini çizip zihniyet ve tiniyet itibarı ile Firavunun çağdaş takipçileri oluşlarını gözler önüne sermek istedik. Bundan da kastımız, bu ülkeyi ve mühimmatı, silahı, er ve erbaşları, subayları ile bize ait olan orduyu o pis kâfir dönme laiklerin elinden kurtarmak, gasp edilen hak ve malımızı gaspçıların elinden vurup almak zorunluluğuna dikkati çekmektir. Yoksa silah alıp sokağa dökülmek bu maksadı gerçekleştirmez, bilâkis o pis dönmeler hedef olmaktan kurtulur ve zorba despot sistemlerini sürdürürler. Onların oyununa gelmeyelim. Fakat bu ülkeyi ve orduyu da onları teslim etmeyelim. Bunlardan kurtulmanın meşru, akıllıca yolları keşfedelim.

Bu yazıda 8 yıllık kesintisiz zorunlu temel eğitimden bahsedişimizdeki kasıt da 5 yıl, 5+3 yıl ya da 8 yıl tartışmalarında taraf olmak değildir. Sadece dönme kâfirlerin zihniyet ve tiniyetlerinin resmini çizmekte bir örnek teşkil ettiğinden Firavun zihniyetinin çağdaş görüntülerinden bir kesit oluşundandır...

Biz laik sistem eliyle verilecek bir eğitimin değil sekizi-beşi bir gününe bile razı değiliz. O pis dönme laik Kemalistler, kâfir cumhuriyet sisteminin eğitimi ile hangi hayırlı nesli yetiştirdiler ki de 5+3 ya da sekiz yılında hayır olsun!?.. Şu kirli siyaset, kirli toplum, kirli nesil, sarhoş, ahlâksız, sorumsuz, hippi, anarşist nesil, gençler, onların eseri değil mi?! Fakat o laik kemalistler için nesil, şeriatçı olmasın da ne olursa olsun önemli değil. Neslin yolsuzluk yapan, dalavereci, sarhoş, uyuşturucu mübtelası, sorumsuz olması onlar için önemli değildir... Bunun için hiç kaygılanmazlar ve acil önlem tedbirleri bile almazlar, sabaha kadar oturumlar yapmazlar, özel çalışma grupları oluşturmazlar.. Çünkü kendileri yolsuzluk yapıyor, içki içiyor, zina ediyor, sorumsuzca davranıyorlar... Onun için şeriattan, aydınlıktan ürken yarasalar gibi ürküyorlar. Halbuki şeriat onları aydınlatmak, arıtmak istiyor... Fakat o çağdaş müşrikler akletmedikleri için bunu göremiyorlar. Küfürleri pisliklerini daha da artırıyor.

Çözüm, İslâmî eğitimi hayata geçirecek olan Raşidî Hilâfet Devleti’nin kurulmasıdır.

Biz neslimizi ve kendimizi ateşten korumak istiyoruz. Yani cehenneme odun olmayacak, helalı haramı bilen, sevabı günahı bilen, bilinçli, aydın, sorumluluk duygusu taşıyan, temiz bir nesil istiyoruz. Bu nesli de ancak Allah’ın indirdikleri ile yönetecek İslâm eğitim sistemini uygulayarak İslâm şahsiyetleri yetiştirecek, İslâm risaletini aleme nur ve hidayet olarak tatbik, davet ve cihad yolu ile taşıyacak Raşidî Hilâfet Devleti’nin kurulması ile yetiştirebiliriz. Aksi halde ne kendimizi ne de neslimizi pis kâfirlerin küfürlerinin, fitne ve fesatlarının, zulüm ve zulümatlarının kirliliğinden ne dünyada ne de ahirette ateşten kurtarabiliriz.. Dünya ve ahirette kurtuluşun tek yolu olan Raşidî Hilâfet Devleti’ni kurmak için çalışmayı Rabbımızın şu hitabına kulak vererek yapmalıyız:

Ey iman edenler! Kendinizi ve ehlinizi (ailenizi-neslinizi) yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında iri gövdeli, sert tabiatlı, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” (Tahrim: 6)

“Ey İnananlar! Mü'minleri bırakıp kafirleri dost edinmeyin. Allah'-ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?” (Nisa: 144)

Sayı 102...1418-C.Ahir...1997-Ekim...Yıl-9

Sayfayı Birine Gönder