ARAŞTIRMA-İNCELEME (sihir-büyü)-6

Bahaddin Yüksel

Keramet olarak değerlendirilen ve ısrarla üzerinde durulan bir diğer konuda, mağarada mahsur kalan üç kişinin kıssasıdır.

Cenabı Allah, insanları ve cinleri, sadece kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır. (118) İnsan, kendisini yaratan, besleyen, büyüten, koruyup gözeten rabbisi önünde saygıyla belini bükecek ve Ona secde edecek. İnsan, Rabbisine tazarru edecek (yalvaracak) hayatının her anında yaratanını istimdat edecek ve Ona duada bulunacak. İşlerine Allah (cc)’dan bereket niyaz edecek ve özetle insan dua edecek. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Yeryüzü islah edildikten sonra orada bozgunculuk yapmayın. (Allah’ın azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak Ona dua edin. Muhakkak ki muhsinlere Allah’ın yardımı yakındır.(119)

Evet, Rabbul alemin olan Allah, insanın dua etmesini istiyor. Eğer kul dua ederse, Allah subhanehu buna icabet edecek, duayı kabul buyuracaktır:

“Rabbiniz (şöyle) buyurdu; Bana dua edin, size icabet edeyim.”(120)

Evet, kul, Rabbisinin önündeki küçüklüğünü bilecek ve Ona duada bulunacak. İşte böyle bir şuurla yapılacak duayı yüce Rabbimiz kabul buyuracağını bildiriyor. Kul dua edecek, Rabbi kabul buyuracak. Çünkü Allah Zülcelal duaları işitendir. (121) Kainatta nerede olursa olsun, Allah yardıma çağıranı, çağırdığı anda da ezelde de bilendir. Kula düşen kendindeki aczi görüp itiraf etmek ve Rabbisine dua etmektir. Ona yakışan da zaten budur. Nitekim Cenabı Allah şöyle buyuruyor:

“Ey Muhammed, de ki: "İbadetiniz olmasa Rabbim size ne diye değer versin? " Ey inkarcılar! Yalanladığınız için, azap yakanızı bırakmayacaktır.122

Demek ki dua etmek, Müslüman’ın şiarındandır. Dua edildiği vakit, Allah kabul eder. Hatta insanın Allah (cc) indindeki değerinin ölçüsü de dua etmesidir.

Kurana baktığımız zaman, görüyoruz ki, Dua edenin üzerindeki sıkıntıyı kaldıracağını vaat eden Allah, bu kimsenin iyi veya kötü insan olmasını, muttakî veya fasık olmasını ayırt etmemiştir. Örneğin, yüce Rabbimizin şu kelamına bakalım:

“İnsana bir zarar (sıkıntı) dokunduğu zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (bütün hallerde o zararın gitmesi için) bize dua eder. Biz ondan sıkıntıyı kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü, bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara, yapmakta oldukları şeyler süslü gösterildi.”(123)

Şimdi soruyoruz, dua ettiğinden dolayı üzerinden sıkıntısı kalkan bu kişi, keramet mi yapmış olur? Oysa ayetteki insan, duadan hemen sonra da azgın insandır. Yani adam, haddi aşanlardandır. Duasıyla üzerinden sıkıntının kalkmasına biz keramet diyemeyiz. Ama, Allah (cc)’in “haddi aşan” olarak belirttiği bu insanın gösterdiğine maalesef dolaylı yoldan ehli tasavvuf, keramet adını vermişlerdir. Nasıl mı verdi, manevi sıkıntının somutlaştığı zamanda! Şöyle ki: İnsan dua ettiği zaman sıkıntısı kalkar, Allah’ın kabulüyle. Bu insan (ayete bakarak söylersek) muhlis veya müsrif olsun fark etmez. İşte, bu sıkıntının kalkmasına biz keramet demeyiz. Biz her musibet anında, yüce Rabbimize dua ederiz Allahu Tealâ da, bu sıkıntımızı kaldırdığı zaman, biz keramet gösterdik demeyiz. Bunu da zaten kimse iddia etmiyor. Peki bu sıkıntı, müşahhas olur da kalkarsa ona keramet denir mi? Aynı şekilde denmez tabi. Mesela şu ayete bakalım

“Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman, dini tamamen Allaha has kılarak Ona yalvarırlar. Allah onları karaya çıkararak kurtardığı vakit, içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Zaten bizim ayetlerimizi, nankör gaddarlar bilerek inkar eder.”(124)

Celaleyn bu kelimeyi iman ve küfür arasında bir yol izlerler şeklinde tefsir etmiştir. (125) ki, Kuran’da yüce Rabbimiz, böyle bir anlayışın hakiki inkarcılık olduğunu bize haber vermektedir.(126) O halde, dua etmeleri sebebiyle dağ gibi dalgalar birden durgunlaştı diye, bu kimseler keramet gösterdi diyemeyiz. Zaten söz konusu kişiler, işin öncesinde de sonrasında da Allah’a asi olmuş kimselerdir. Nerde kaldı keramet.! Ama burada anlaşılması gereken husus: Duanın Allah indinde makbul olduğu, edildiği takdir de icabet edileceğidir. Verilmiş olan böyle bir vaatten ötürü, dua eden ve bu duasının Allah tarafından kabul edilmesi üzerine, “işte bu bir keramettir” demenin ilim irfan adına ifade edeceği hiç bir hakikat yoktur. Evet, işte bunun gibi dua edildiğinden dolayı müşahhas bir musibetin kalkmasından dolayı bir kimseye keramet atfedilmez. Zira Allah (c.c) bu şeyi hem kafir hem de Müslüman için (ayetlerde de geçtiği gibi) zaten vermiştir. Şu ayetlere dikkatle bakalım:

“O sizi karada ve denizde yürütendir. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz o günlerde içindekileri güzel bir rüzgarla alıp götürdükleri ve (yolcular) bununla neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yönden dalgalar onlara hücum eder ve onlar, çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah halis kılarak Ant olsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız diye Allah’a yalvarırlar. Fakat onları kurtarınca bir de bakarsın ki yine haksız oldukları halde yeryüzünde azgınlıklar yaparlar” (128)

Dua ettikten sonra, yine azacaklarını bildiği halde Allah'u zülcelal, onların gözüyle gördükleri bu musibeti kaldırmasından dolayı, bu azgın kişilere biz, keramet mi gösterdiklerini söyleyeceğiz. Bir diğer bir ayete bakalım:

“Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Ona has kılarak (ihlasla) Allaha yalvarırlar. Fakat onları salimen karaya çıkarınca, bir bakarsınız ki (Allaha) ortak koşmaktadırlar.” (129)

Ayette de görüldüğü gibi Cenabı Allah, kendisine her zaman isyan etmiş ve hatta şirk koşan bir insana bile gözlerinin gördüğü müşahhas bir belayı, yine gözlerinin gördüğü bir ortamda kaldırmış, onları o sıkıntıdan kurtarmıştı. Soruyoruz şimdi: mağaranın önüne düşen kayayı,gözle görünen bu belayı salih amelleriyle duada bulundukları zaman kaldıran Allah’ın bu yaptığı ve önceden de yad ettiği bu fazlı kereminden dolayı, bu insanlar keramet mi yaptı diyeceğiz. Aynısını dağ gibi dalgaların arasında dua ile yapan, Allah’a öncesinden de sonrasından da isyan etmiş ve hatta şirk koşmuş insanların da yaptığı bu şeyler bir keramet midir.? Hayır. Bütün bunların kerametle bir ilgisi yoktur. Zira böyle bir Yunan-Hint kültürünün kendisi İslam da yoktur. Gelin görün ki Hint-Yunan kültürü arasında hakiki İslam'ı bozmak, müminlerin inanmadığı İslam'ı onların gönüllerinde bulandırmak isteyen bazı hainlerin bu görüşlerine meşru bir zemin bulmak için, vakıasını değiştirerek öne sürdükleri bu ayetlerle, bu hain insanların verdiğini İslam’dan değil bizzat İslam’ın kendisi sanan ve gömüldüğü taassup penceresinden bizim bu dediklerimize bakan, aldatılmış bu zavallı insanlara, söylediğimiz hakikatları kabul etmelerinin güçlüğünün de farkındayız. Çünkü efsane bir din arayışı içerisinde olan bu insanlara, tasavvufun kilit vurduğunu, düşünce fonksiyonlarını kilitlediğini görüyor ve buna hayatta mükerreren şahit oluyoruz. Ne yazık ki bu insanlar, üzerinde bulundukları büyüklerinin metodu üzere, bu halk anlayışı kerameti gelenekselleştirme çabasının İslâm coşkunluğu içerisinde devam edeceklerdir.

Şimdi, Allahu Tealânın gökten rahmet indirmesi, sizin bir kerametiniz midir.? Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Sizi bulutla gölgeledik, size kudret helvası ve bıldırcın kebabı indirdik ve verdiğimiz güzel nimetlerden yeyiniz dedik. Hakikat ta onlar, sadece kendilerine kötülük ediyorlar.” (130)

Bu ayet İsrail oğullarına hitab etmektedir. Onlar her zaman Allah’-a isyan etmiş toplum olmalarına rağmen Allah (cc) onlara, bize vermediğini veriyor. Hiç birini ayırt etmeden topluma veriyor. Tasavvuf anlayışı keramet, salih, muhlis, muhsin kimselere gelir, şeklindedir. Eğer ayettekiler kerametse, o zaman Allah’a isyan etmiş, Ona şirk koşmaktan başka bir şey bilmeyen bu israiloğulları, bizden daha salih,daha muhlis ve daha muhsin kişiler olması lazım gelirdi. Onların hepsi de bu ikrama muhatap edilmişti. Şimdi bunlar keramet midir? Kerametse, Ümmeti Muhammed aşağılık bir ümmet de onun için mi bize verilmedi? Nitekim bir sonraki ayette içi nimet dolu bir şehre girmeleri ve Rablerinden hazır nimetlere konmaları isteniyor ama onlar kabul etmiyor ve isyan ediyorlar. Onlara bir çok nimetler verilmişken onlar azıp başka şeyler istiyorlar.

Bazıları Ümmeti Muhammed olmalarının kendilerine, öbürlerine verilenlerden verilmesi sonucunu doğuracağını söyleyerek insanları aldatırlar. Daha önce geçtiği gibi, kerameti iddia edenler, Muhammed (s.a.s)’a ittibamız karşılığında sahip olduğumuz şerefin elimizde tezahür eden şeydir, keramet. Yani bu sebepten dolayı bu harikulade hallere sahip oluyoruz derler. Peki, hani Allah subhanehu bu ümmete bıldırcın ve kudret helvası gibi hazır ziyafet veriyor mu? Nitekim Nesefi tefsirinde kudret helvasının kar yağar gibi gökten yağdığını bıldırcın kuşundan dilediği kadarını hazır olarak bulup dilediği kadarını yiyebildiğini bildirmektedir.(131) bir diğer ayette şöyle buyuruyor yüce rabbimiz:

“Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim, Allah’ın size (lütfettiği) nimetleri hatırlayın. Zira o içinizden peygamberler çıkardı ve size hükümdarlar kıldı. Alemlerde hiç kimseye vermediğini size verdi.(132)

Tefsirlerde bu nimetin, kudret helvası, bıldırcın etinin indirilmesi, denizin yarılması(133) bulutlarla gölgelendirme(134) gibi nimetler olarak geçer. Ve ayette bu nimetlerin başka ümmetlere nasip olmadığı beyan buyuruluyor. Bu yüzden, “ben Muhammedi’n (s.a.s) ümmetindenim,” deyip de harikulade şeyler iddia etmek, akıllı kişilerin kârından değildir. (Geçen ayetlerdeki beşer üstü hadiselere bakıp, onlara iniyormuş bana da inebilir denemez. Zira olaylar tamamen Peygamberin mucizeleridir, onun hayatıyla sınırlı olup iman etmeleri için vuku bulmuştur. Buna da yukarıdaki ayette geçen “Musa kavmine şöyle demişti: Ey kavmim, Allah’ın size (lütfettiği) nimetleri anın” Yani o anda Hz. Musa hayattadır ve Hz. Musa’nın risaletini tescil için mucizeler iniyor.)

Esasen kerametin bunlarla da hiç bir ilgisi yoktur. Kerametin vakası bunlardan tamamen farklıdır. Cenabı Allah her şeriatta, insanları farklı yollarla imtihan etmiş ve hatta şeriatlarda değişiklik yapmıştır. Bu yüzden Maide 48. ayetin, bir ümmeti, önceki şeriatların bağlamayacağı, her ümmete ayrı ayrı şeriatların verildiğine delil getirilir. (Bkz.Medarik) Buradan hareketle, Ehli tasavvufun yabancı kültürlerinden ithal ettiği keramet anlayışını, meşru bir zemine oturtma gayretlerinde, neden hep önceki şeriatlara baş vurduğunu sanırın anlamak zor olmasa gerek. Oysa onlar, kerametin istenmeyeceği, fakat verileceğini söylerler. Eğer kayanın açılması kerametse, neden bu üç kişi duayla keramet istiyorlar? Cevabı açık, çünkü bu keramet değil, bilakis Allah’ın “Dua edin, icabet edeyim” hakikatına ilticadır da o yüzden bunu açıklayan şu ayete bakalım:

“İçinizde olanı en iyi Rabbiniz bilir. İyi kimselerseniz bilin ki O şüphesiz, Kendine baş vuranları bağışlar.” (135)

“Mümine (düştükleri sıkıntılarda) yardım etmek de bize hak olmuştur.”(136)

Çünkü cenabı Allah, salih amellerle kendisine yaklaşanları sevmiş ve ona yardıma vaatte bulunmuştur. Bir hadisinde Resulullah, Cenabı Allah’tan şöyle rivayette bulunuyor:

“Doğrusu bana, kendilerine farz kıldıklarımı ifa etmekle yaklaşanlar gibisi olmadı” (137)

devamı gelecek sayıda...

DİPNOTLAR

118 Zariyat,56

119 Araf,56

120Mümin,60

121 Ali İmran,38,İbrahim,39

122 Furkan,77

123 Yunus,12

124 Lokman,32

125 Celaleyn,Lokman,32

tefsirine bkz.s.382

126 Nisa,150-151

128 Yunus,22,23

129 Ankebut,65

130 Bakara,57

131 Medarik, Nesefi,c.1,s,49

132 Maide,20

133Celaleyn,112, Medarik,

c,1,s,278

134 Medarik,c,1,s,278

135 İsra,25

136 Rum,47

137 Buhari, Rikak,38

devamı gelecek sayıda...

Sayı 102...1418-C.Ahir...1997-Ekim...Yıl-9

Sayfayı Birine Gönder