Türkiye’de siyasî olaylar önce tesbit ettiğimiz
çerçevede cereyan ediyor. Artık bu olayların içindeki
taraflar daha net belli olmuştur ve açık cephe alma ve çatışma
noktasına gelmişlerdir.
Bu olaylar iç siyasette şu alanlarda tezahür
etmektedir:
1-Parlamentoda hükümet değişikliği
2-Ordu-emniyet teşkilatı arasındaki
istihbarat elde etme ve yıpratma mücadelesi
3-Toplumda çeşitli sosyal gruplar arasında
çatışmaya doğru giden sosyal gerginlik
4-Ordunun siyasete açıkça müdahil oluşu
Dış siyasette ise ön plana çıkan hususlar
şunlardır:
1-Türkiye-ABD ilişkileri
2-Türkiye-İsrail arasındaki stratejik askerî
işbirliği
3-Türkiye-Suriye gerginliği
4-Türkiye-Yunanistan ilişkileri
5-Kıbrıs sorunu
Şimdi bu noktaları teker teker inceleyelim:
A- İç siyasetteki olaylar :
İç siyasetteki gelişmeler daha önceleri de
belirttiğimiz gibi, kendilerine kamuoyunda “zinde güçler”
ya da “derin devlet” denilen ve ordunun idaresini de elinde
bulunduran laik-kemalist zümre ile yine kendilerine “çeteler”
denilen devletin bazı kurumlarına özellikle de emniyet teşkilatına
sirayet edip otoriteyi ele geçirmeye çalışan Amerika’nın
güdümündeki zümre arasındaki siyasî çatışmalarla
şekillenmektedir. Bu çatışmalar da şu alanlarda tezahür
etmektedir:
1-Parlamento: Burada Amerikancı kesim
olarak vasf edilebilecek kadro Doğru Yol Partisi Genel Başkanı
Tansu Çiller ve ekibidir. Çiller sürekli olarak hükümette
kalmaya çalışmış ve nitekim son beş yıl içerisinde hep
hükümette kalmıştır. Bundan kasıt ise, hükümet imkanlarını
kullanarak devletin bazı kurumlarındaki çeteleşme
faaliyetlerini sürdürmek, ayrıcı kişisel çıkarlarını
gerçekleştirmektir. Ona bu imkanı sağlayan ise daha çok
parlamentodaki aritmetik denge ve dış siyasetteki denge
politikalarıdır.
RP lideri Erbakan’ın bir sene önce iller ile
bir koalisyon hükümeti kurup şimdiye kadar hep Çiller’i
desteklemiş olması, Erbakan’a Amerikancı bir çizgide
hareket ediyor görüntüsü veriyor olsa da bunun, Erbakan’ın
bir taktiği ya da ona oynattırılan bir rol olması ihtimalini
de uzak görmemelidir. Yani Amerika’nın planlarını boşa çıkarmak
için Amerikancı görünüp ona yakınlaşıyor rolü oynuyor
olması uzak bir ihtimal değildir.
Çiller’in bu sene başbakan olmak için
büyük hırs göstermesinin en önemli sebebi, 1 Ağustos
Askerî Şurası’ndan önce bazı generalleri emekliye sevk
etmek istemesidir. Bununla yapılmak istenen ordunun idaresinde
zinde güçlerin belirledikleri silsileyi bozmak ve ordu içinde
kaos çıkartmak. Çünkü başbakan, anayasal yetkisini
kullanarak bazı generalleri emekli edince, o generallerin
gitmesini istemeyen cumhurbaşkanı ve genelkurmay başkanı,
başbakanın bu isteğini onaylamazlarsa, emekli edilmek istenen
generallerin yerine gelecek olan generaller önlerinin kesildiği
iddiası ile buna karşı gelecekler ve böylece huzursuzluk
meydana gelecektir. Amerika da bunu istemektedir. Çiller’in
niyetinin bu olduğu basına da yansımıştır. Nitekim Mayıs
ayı içinde Sabah gazetesi, Başbakan Yardımcısı Tansu iller
ile Genelkurmay Başkanı Karadayı arasında geçen bir konuşma
metnini yayınladı. Bu metinde Karadayı, Çiller’e ‘Türkiye’yi
hemen terk ederse kendisini kurtarabileceğini’ söyler.
Çiller ise ona; “Biz de bazı generalleri emekli etmeyi düşünüyoruz”
der. Karadayı ise; “Elinden geliyorsa ardına bırakma
öyleyse” diyerek sert tepki gösterir. Bunun üzerine Çiller
ona; “Sayın Karadayı, Türkiye kritik noktalardan
geçmektedir. Biz bu konuşmayı yapmamış olalım” der.
Karadayı ise; “Bu konuşma yapılmıştır ve kayda da geçmiştir”
der. Bu diyalog bile durumu tasvir etmeye yeter. Daha sonra bu
diyaloğu Demirel, basın mensuplarına sızdırmıştır.
Ülkedeki siyasî çatışma çerçevesindeki bu
gelişmeler, parlamentoda hükümet değişikliğini de
beraberinde getirmiştir. Oluşturulan darbe tehdidi ile hükümet
istifa etmeye zorlanmıştır. Parlamentoda sayısal çoğunlukları
olduğu halde hükümet kurma görevi Çiller’e değil de
demokratik teammüllere aykırı bir şekilde Mesut Yılmaz’a
verilmiştir. Ondan sonra da çeşitli tehdit ve vaadler ile
Çiller’in partisi DYP çözülmeye başlamıştır. Bu
çözülme neticesinde Yılmaz hükümeti güvenoyu almıştır.
Nitekim hükümet programı görüşmelerinde Çiller’in
ekibinden olarak bilinen Ayvaz Gökdemir, Yılmaz hükümetini
oluşturanlara hitaben “Askerler sizi mi gönderdiler” demiştir.
Çiller ise daha önce yapmış olduğu bir konuşmasında “Adamlarımı
korkutuyorlar.” “Bazıları askerlerin arkasına
sığınıyorlar” demiştir.
Şu anda parlamentoda zinde güçlerin
çizgisinde bir hükümet oluşmuştur. ANAP+DSP+DTP ve CHP
desteği. Ancak bu hükümet parlamentoda geniş tabanlı bir hükümet
değil üstelik CHP’nin dışarıdan desteğine dayalı bir hükümettir.
Onun için uzun ömürlü olması beklenemez. Belki gelecek sene
baharda ülkeyi seçime götürecek bir seçim hükümeti
olabilir. Çünkü CHP’nin eğilimi bu yöndedir. Bu hükümet
kısa vadede Çiller’in siyasî kariyerini bitirmeye yönelik
bazı çalışmalar yapabilir. Ancak ne derece muvaffak olur,
onu zaman gösterecektir.
2-Ordu ve Emniyet Teşkilatı arasındaki
istihbarat elde etme ve yıpratma mücadelesi: Geçen ayda
Emniyet İstihbarat Dairesi Başkan Vekili Bülent Orakoğlu için
Genelkurmay Başkanlığını dinlettirdiği ve generaller
hakkında istihbarat yaptığı gerekçesi ile dava açıldı.
Bunun üzerine DYP eski İçişleri Bakanı Meral Akşener
yaptığı basın toplantısında; Orakoğlu’nun kanunî vazıfesini
yaptığını, bazı generallerin darbe yapma teşebbüsünde
bulunduklarını tesbit edip kendisine ve başbakana rapor
ettiğini bildirdi. Daha sonra Genelkurmay Başkanlığı
Çiller’i CIA ajanlığı ile itham ederek DGM’ne dava etti.
Ancak bazı Amerika yanlısı politikacılar; üst düzey bir
generalin PKK’nın başı Abdullah Öcalan ile görüşme
yaptığını, bunun ses bantları kaydının kendilerinde
olduğunu, gerekirse kamuoyuna açıklayacaklarını ilân
ettiler. Ayrıca DYP’li eski Emniyet Genel Müdürü ve İçişleri
Bakanı Mehmet Ağar, kendisi ve Çiller aleyhinde yapılan
ajanlık ithamları devam ederse ellerindeki bazı belgeleri
kamuoyuna açıklayacaklarını ilân etti. Bu gelişmeler
üzerine Askerî Savcı ve DGM baş savcısı, Çiller hakkındaki
CIA ajanlığı ile ilgili Genelkurmay Başkanlığının açtığı
dava dosyasını delil yetersizliğini gerekçe göstererek
kapattı. Bu şekilde taraflar birbirlerine karşı istihbarat
elde etme ve yıpratma faaliyetlerini sürdürmektedirler.
3-Toplumda çeşitli sosyal gruplar
arasında çatışmaya doğru giden sosyal gerginlik de gittikçe
artmaktadır. Bilhassa son 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim
yasasını çıkarmaya yönelik tepkiler gerilimi daha da artırmaktadır.
Öyle ki bu gerilim silahlı bir ayaklanmaya doğru da kanalize
edilebilir. Daha kiminle savaşacaklarını daha tayin etmeden
bazı tarikatlar ve İslâmî grupların silahlanmaktan ve
silahlı mücadelenin zorunluluğundan bahsettikleri ve bu
doğrultuda bir faaliyete girdikleri de gözlemlenmektedir. Bu
senaryonun ardında ABD’nin olduğu da anlaşılmaktadır. ABD
böylesi bir iç kargaşa ile orduyu yıpratıp, zayıf duruma düşürüp
kendisine itaat eder hale getirmek istemektedir.
4- Ordunun siyasete açıkça müdahil oluşu.
Aslında ordunun siyasete müdahil oluşu yeni bir şey
değildir. Zaten ülkeyi MGK denilen askerlerin kontrolündeki
bir kurul yönetmektedir. Parlamento ve hükümet sadece
perdenin önündeki aktörler ya da görüntüler konumundadırlar.
Ordu sahnede ya da seyirci salonunda (toplumda) kontrolü dışında
bir gelişme olduğunu görürse bazen sahnenin önüne çıkmakta
ve o kontrolsüz gelişmeyi kontrolüne almaktadır. 1960, 1971,
1980 yıllarında olduğu gibi. Yani askerî darbeler yapmakta.
Kendi tabirleri ile bir balans ayarı yapmaktadırlar. Ancak
1990’lı yıllarda dünyada ve Türkiye’deki bazı
gelişmeler, artık darbelerin kolay ve kansız olmayacağını
gösterdi.
Bunun üzerine orduyu elinde bulunduran zinde
güçler laik sistemi ve kendi otoritelerini güvence altına
almak için bir takim planlar yapıp uygulamaya koydular. Bu
plana 2015 planı da denilmektedir. Bu planın 2015 yılına
kadar gerçekleştirilecek aşamaları politik, sosyal, ekonomik,
askerî ve güvenlik yönleri vardır. Bunları başlıklar
halinde şöyle zikredebiliriz:
a- Politik alanda yapılmak istenen,
demokratik yoldan laik sistem ve zinde güçlerin otoritesi açısından
tehlike teşkil edebilecek olası gelişmeleri anında önlemek.
Bunun için Kriz Masası Yönetmeliği diye bir oluşum meydana
getirdiler. 31 Ocak 1997’de Erbakan’ın imzaladığı
başbakanlık kararnamesi ile hayata geçen bu yönetmelik
Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ne bağlandı yani
bir generale bağlandı. Bu yönetmeliğe göre herhangi bir
olası siyasal, sosyal, ekonomik ve hatta iklimsel açıdan kriz
hallerinde yönetime ve idareye Kriz Masası el koyacak. Ancak hükümet
ve parlamento varlığını devam ettirecek.
Kriz Masasına eğer bir anayasal statü kazandırabilirlerse
parlamentoda hangi parti ne kadar çoğunlukta olursa olsun
anayasayı ve sistemi demokratik yolla değiştiremeyecektir.
Çünkü öylesi bir teşebbüse geçtiğinde bir bahanesini
bulup ya da oluşturup Kriz Masası kendisine durumdan vazife çıkartarak
parlamentonun ve hükümetin faaliyetini durdurabilir. Yani
üniformasız ve silahsız darbe yapabilir. Artık rejimdeki
balans ayarını otomatik kumandalı darbe sistemi olan Kriz
Masası yapar. Bunun için gerekli anayasal düzenlemeyi
gerçekleştirmek istiyorlar.
b- Sosyal açıdan gerçekleştirilmek
istenen, toplumun demografiğini net bir şekilde çizip
kontrolde tutmak. Bunun için yeni bir nüfus sayımı
yapılacak. Ayrıca toplumdaki laik sisteme tehdit teşkil
edebilecek her türlü eylem tesbit edilip yok edilmeye çalışılacaktır.
Bu maksatla özel bir çalışma birimi oluşturulmuştur. Buna
da Batı Çalışma Grubu denilmektedir. Bu gruba da bir
anayasal statü kazandırmak istenmektedir.
Bir de 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim
yasası çıkartarak çeşitli dinî eğitim yolları kesilmek
istenmektedir. O zinde güçlerin hesabına göre çocuklar 15
yaşına kadar dinin tesirinden uzak tutulursa laik kemalist bir
tip olarak yetişirler ve böylece toplumsal alanda laik sistem
tehlikeye düşmez...
Bunun yanı sıra var olan çeşitli gruplar
arasında hoşgörü ve diyalog kampanyaları ile İslâmî
duygular törpülenmek istenmektedir. Yani İslâmî tepkilerden
soyutlanmak istenmektedir.
c- Ekonomik alanda yapılmak istenen, ise
şu anda 2.5-3 katrilyon Lira civarındaki kayıt dışı
parayı kontrole almaktır. Onun için bazı vakıfların ve
holdinglerin mal varlıklarını, finans kaynaklarını ve
ekonomik faaliyetlerini tesbit edip kayda geçirerek kontrolde
tutacaklar. Böylece aynı zamanda devlet için bir finans kaynağı
da oluşturacaklar. Bu tedbirle paranın gücünün de laik
sistem ve otoritelerine tehlike teşkil etmemesini
sağlayacaklar.
Ayrıca 2015 yılına kadar ülkenin dış borçlarının
ödenmesi de arzulanmaktadır. Ancak bu konuda henüz somut bir
icraat görülmemektedir.
d- Askerî açıdan yapılmak istenen, ise
Yerli Savunma Sanayi Projesini gerçekleştirmek. Kendi
kendisine yeterli bir savunma sanayi oluşturmak istenmektedir.
Bunun için lazım olan yüksek teknoloji ve finans temini alanında
yoğun çalışılmaktadır. Bu maksat doğrultusunda İsrail
ile malûm olan o çok yönlü stratejik işbirliği
anlaşmaları yapılmıştır. Ancak bu o zinde güçlerin
siyasî basiretsizliğinin, körlüğünün boyutunu
göstermektedir. Çünkü İsrail Türkiye’nin bu maksadını
gerçekleştirmeyi hiç istemez. Bu yolda bir taş üstüne taş
konulsa onu ilk yıkacak olan İsrail’dir. Çünkü İsrail’in
Türkiye topraklarında gözü var. Ayrıca halkını da müslüman
olduğu için potansiyel düşman olarak görmektedir.
e- İç güvenlik alanında yapılmak
istenen, ise polis teşkilatını ve çeşitli istihbarat
birimlerinin hepsini orduya bağlamaktır. Bu konuda da anayasal
değişiklik gerekmektedir. Böylelikle hem polis teşkilatındaki
mevcut kontrol dışı örgütlenmeler tasviye edilecek hem de
polis teşkilâtı ileride siyasî otoriteyi tehdit eden ikinci
bir silahlı güç konumuna gelmesi önlenecektir.
2015 yılı planının bazı yönlerine başlıklar
halinde değinmiş olduk. Bu konu önümüzdeki günlerde daha da
netleşmiş olacak ve tartışılacaktır.
Ordunun yönetimini de ellerinde bulunduran
Lâik Kemalist zinde güçler bu tür faaliyetleri ile lâik
sistemlerini ve kendi hegomanyalarını güvence altına almaya
çalışmaktadırlar. Ne derece muvaffak olurlar onu zaman gösterecektir.
Bundan dolayı ordunun siyasete müdahalesi son dönemlerde daha
çok hissedilir hatta âleni olmuştur.
B-Dış siyasetteki gelişmeler :
1-Türkiye-Amerika ilişkileri:
İlişkiler iyi değil. Zira ABD Ortadoğu
politikasında Türkiye’de kilitlendi. Kısa zamanda Türkiye’deki
siyasî iradeyi Ortadoğu bölgesinde kendisi ile stratejik işbirliğine
ikna etmek istiyor. Türkiye’nin Ortadoğu’da kendisi ile
politik işbirliğine girmesine karşın ona Orta Asya’da
bazı menfaatler vaad ediyor.
ABD’nin Türkiye’den talebi Irak rejimini
çökertmeye yönelik siyasî işbirliğe girmek. Bir de İsrail’i
baskı altında tutarak Golan Tepelerine hakim olması için
Türkiye’nin İsrail ile işbirliğine girmemesi. Zira Amerika
Golan Tepelerine hakim olmayı ısrarla istemektedir.
Fakat Türkiye’deki siyasî otoriteyi
ellerinde bulunduran zinde güçler ABD’nin bu teklifini kendi
siyasî varlıkları açısından tehlikeli buldular. Zira
İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri Türkiye’yi
parçalamakla tehdit ettiler. Onun için Türkiye’deki zinde
güçler ABD’nin teklifine soğuk baktılar. Böylelikle de
ABD-Türkiye ilişkileri gerginleşti. Bunun üzerine ABD,
Türkiye’ye karşı “Ya benimle ol ya da öl” çizgisinde
bir politika uygulamaya başladı. Nitekim örtülü bir
şekilde ekonomik ve askerî ambargo uygulamaya başladı. Türkiye’deki
siyasî çatışmada ağırlığını koymaya başladı. Hatta Türkiye’ye
parası ödenmiş fırkateynleri göndermek istemedi.
Bugünlerde göndereceğini açıklaması ise ilişkilerin iyiye
gittiğini göstermez. Zira fırkateyn meselesi ilişkilerin
gerginlik sebebi değildir. Sadece gerginliğin dışa
yansıdığı hallerdendir. Amerika’nın bugünlerde fırkateynleri
göndereceğini açıklamasının sebebi ise şunlar olabilir:
a-) Türkiye’nin Yerli Savunma Sanayi
Projesi kapmasında önümüzdeki yıl 10 milyar Dolarlık bir
silah alım ve ortak üretim ihaleleri var. Buna Amerikalı
silah fabrikaları fırkateynlerin gönderilmemesi bahane
edilerek davet edilmiyor. ABD silah firmaları bu pastadan
mahrum olmak istemedikleri için yönetimlerine baskı yapmış
olabilirler.
b-) Türkiye Yunanistan arasında siyasî
bir yakınlaşma var. Bu fırkateynlerin gelmesi ile ABD
yanlısı bazı generaller ve subaylar tekrar gerginliği
tırmandırarak Türk-Yunan yakınlaşmasını sabote etmek
isteyebilirler.
Türkiye-ABD ilişkileri gerçekten nihayi bir
çatışmaya doğru gitmek üzeredir. Nitekim Türk Genel
Kurmaylığı’nın Çiller ve bazı kişileri açıkça CIA
ajanlığı ile itham etmesi ve hakkında dava açmış olması
bunun bir göstergesidir.
2- Türkiye-İsrail ilişkileri:
Bu ilişkiler gitgide gelişmekte, stratejik
savunma işbirliği anlaşma-ları dahi yapılmaktadır. Bu
durum Türkiye’yi ABD’nin baskılarına karşı daha cesur
olmaya, İsrail’i de ABD’ye karşı inatçı olmaya
itmektedir. Ancak bu stratejik işbirliği anlaşması bölgede
yeniden askerî kamplaşmaları doğurmaktadır. Türkiye-İsrail
askerî stratejik işbirliği anlaşmalarından sonra Suriye
Mısır ile aynı şekilde bir anlaşma yaptı. Suriye İran ile
benzeri bir anlaşma yapmak üzere. Mısır İran ile diplomatik
ilişkilerini bile daha tam başlatmamış olduğu halde askerî
işbirliği anlaşması yapmanın zeminini hazırlıyor. Mısır
Suudi Arabistan ile askerî işbirliği anlaşması yaptı.
Hatta İran Suudi Arabistan ile de aynı doğrultuda görüşmeler
yapmaktadır. Geçen hafta bir Suud üst düzey yöneticisinin
Tahran’a yaptığı ziyarette İran Dışişleri Bakanı
Velayeti şöyle dedi: “Bölgedeki son gelişmeler bizim daha
yakın ilişkiye girmemizi zorunlu kılmaktadır.” Böylelikle
bölgede Amerikancı bir blok oluşmakta Türkiye-İsrail ve
perde arkasında Ürdün-Irak bloku karşısında. Ki bu blokun
arkasında sinsi İngiltere var elbette..
Türkiye’deki zinde güçlerin İsrail ile böylesi
bir yakınlaşmaya girmeleri çok büyük bir siyasî hatadır.
Zira İsrail bundan cesaret alarak bir emri vaki ile Suriye’ye
saldırabilir. Bu durumda Türkiye çıkacak savaşta İsrail’in
yanında yer almak zorunda kalacaktır. İşte bu belki de Türkiye’nin
kötü sonu olacaktır.
3- Türkiye-Suriye gerginliği:
Özellikle Türkiye-İsrail stratejik askerî işbirliği
anlaşmasından sonra gerginlik daha da arttı. Suriye çok
tedirgin oldu. Ve halen o tedirginlik içindedir. Onun için
İran ve Mısır ile benzer savunma işbirliği anlaşmaları
yaptı. Irak ile arasını düzeltmeye çalışıyor. Türk
ordusunun Kuzey Irak’a girmesi de Suriye’yi çok kaygılandıran
hususlardandır.
|