98. sayıdan devam
Dünya Müslümanları farz olan bu büyük
problemleri çözüme kavuşturmadan Allah (c.c.)’nün koyduğu
şer’i nizamların hayatta geçerliliğini sağlamaları imkânsızdır.
Yetmiş üç yıldır İslâm şeriatı Müslümanların
hayatlarında uygulanmamakta ve tatbik edilmemektedir. Dünyadaki
İslâm ülkelerinin hiç birinde devlet bazında şer’i
nizamlar uygulanıp tatbik edilmemektedir. İşte Müslümanların
çözüme kavuşturmaları gereken (Farz) olan en büyük
problemleri budur.
Allah (c.c.)’nün koyduğu şer’i
nizamların tatbik edilmeyişinin zararları yıkıntıları ve
günahları, saklanması mümkün olmayacak kadar meydandadır.
Bunları sayıp dökmeye gerek yoktur. Ancak bu yıkıntılar
hem bu dünya ve hem de ahirete ait olduğu aşikârdır.
Konumuz bu problemlerin çözümüdür. Bu
problemi çözecek Allah (c.c.)’a ve ahirete inanan
Müslümanlardır.
Bu problemi çözüme kavuşturmak Müslümanların
üzerine farzı ayın olduğu Edille’i Erba’a ile tespit
edilmiştir. Bunları da tek, tek sayıp dökmeye hacet yoktur.
Çünkü Vahiy ve Resul bunun için gelmiştir.
Şu bir gerçektir ki, bu problemin ne olduğunu,
çözümünün ne olduğunu ve çözülünce ne getireceğini
anlayan her Müslüman bu problemin çözümüne girişir. Bu da
şu demektir ki; bu çözüme girişmeyenler bu sayılanları
anlamayanlardır.
Müslümanlardan bazıları üzerlerindeki Farzı
ayın olan bu görevlerini ifa etmediklerinin ve ifa etme
yolunda olanlara engel olduklarının nedeni, bu konuda yanlış
mefhumlara sahip olmalarıdır. O yanlış mefhumların
bazıları şunlardır:
A-Bugün, bu ortamda bu şartlar altında bu
durum karşısında, dünyadaki İslâm ülkelerinin hepsinde
yürürlükte ve tatbikatta olan rejim ve sistemleri kaldırıp
onların yerine Allah (c.c.)’nün koyduğu ve tatbikini
emrettiği ilahi nizamların tekrar, yeniden hayatta geçerli kılınması
imkânsızdır, mefhum ve anlayışına sahip olanlardır. Bu
yanlış mefhuma sahip olan Müslümanlar bahis konusu olan bu
büyük problemin çözümüne girmedikleri gibi, çözüme
gidenlere de çeşitli bahanelerle engel olmaktadırlar.
Bu durumda; “İslâm Şeriatı gelemez”
demeleri hissî bir şey iken kendilerinde mefhum haline gelmiş
bir bahanedir. Yani bu ileri sürdükleri bir hakîkat değil
hissi bir bahanedir. Bununla beraber böyle bir bahane ileri
sürenler bu konuda yalancıdırlar.
Kapitalist sistemin ve rejimin yaşaması, İslâm
şeriatının gelmemesi için öne sürülen bahanelerin en
çirkin, en kötü ve en zararlı olanıdır. Çünkü bu
günkü şartlardan daha ağır, daha baskıcı bir ortamda İslâm
şeriatı hayata gelmiş, İslâm şeriat Devleti kurulmuş ve
1400 küsür sene hayatta geçerli olarak yaşamıştır.
“İslâm şeriatı yeniden, hayata gelemez”
inancında olmak İslâm siyasetini, İslâm yönetimini, İslâm
idaresini inkâr etmek demektir. Oysa ki kesin delillerle
belirlenmiştir ki, İslâm’ın belli bir yönetim şekli
vardır. Bu yönetim şeklini Allah (c.c.) beyan etmiştir. Bu
şekil Müslümanların takîp ettikleri ve takîp etmeleri
gerekli olan bir yoldur. İslâm’da bu yola tarikî
müstakîm denir. Bu yol hakkında Allah (c.c.) şöyle
buyurmuştur:
“Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna
uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın
yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları
emretti.” (En’am:153)
Bu ayeti kerime açık ve net bir şekilde, takîp
edilmesi gereken ve doğru olan yol Allah (c.c.)’ün koyduğu
İslâm Şeriatı yoludur. Bu yoldan başka yolların takîp
edilmesi haram ve yasak olduğu ve bundan başka yolların takîp
edilmesi, takîp edenleri parçalayıp yanlışa götüreceği
belirtilmektedir. Diğer bir ayeti kerimede Allah (c.c.) Resul’ü
Ekrem (S.A.V.)’e kendisinin koyduğu, belirlediği yolun takîp
edilmesi ve o yola davet edilmesi hususunda şöyle buyurmuştur:
“(Resulüm) de ki: İşte bu benim
yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar
aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı ortaklardan tenzih
ederim. Ve ben ortak koşanlardan değilim.” (Yusuf:108) Bu
ayeti Kerimede de Müslümanların uymaları ve takîp etmeleri
gerekli olan bir yolun var olduğu bu yol İslâm Şeriatı yolu
ve Allah (c.c.)’nün koymuş olduğu yol olduğunu, bu yola
çağırmak Allah (c.c.)’ya çağırmak olduğunu ortaya
koymuştur.
Şurası şayanı dikkattir ki “Bugün, bu
ortamda, bu şartlar altında lâik, demokrasi, Cumhuriyet
sisteminden başka Müslümanların takîp edecekleri bir yol
yoktur.” diyen Müslümanlar; Diğer taraftan
kıldıkları namazın, her rekâtında okudukları fatihayı
şerifte de:
“Ya Rabbi bizi dosdoğru olan yola (Tarikî
Mustakîm’e) ilet, kendilerine nimetini verdiğin kimselerin
yoluna ilet.” Diye dua ediyorlar. Böylece Müslümanların
takîp edecekleri “Tarikî Müstakîm” doğru bir
yolun var olduğunu kendi dilleriyle söylüyorlar.
Evet Müslümanların takip edecekleri dosdoğru,
Allah (c.c.)’nün koyduğu bir yol vardır. Bu yolu takîp
etmek Müslümanlar üzerine farzdır. Bundan başka yolları,
hangi isim altında olursa olsun takip etmek Müslümanlara
haramdır. Şu da önemlidir. Allah (c.c.)’nün koyduğu,
razı olduğu, takip etmeleri için Müslümanlara emrettiği bu
yolu takip etmek hangi devirde, hangi dönemde, hangi ortamda ,
hangi şartlar altında olursa olsun takip etmek uygulama
sahasına koymak mümkündür. Şayet mümkün olmasa idi bu
yolu takip etmek farz olmazdı. Mümkün olduğunun delili de Müslümanlar
1400 küsür sene bu yolu takip etmişlerdir. Şimdi isteyen Müslümanlar
bu yolu takip eder, üzerlerindeki farzı yerine getirirler.
Şu ayeti kerimede de Allah (c.c.) peygamber
efendimize, insanları hikmetle, güzel öğütle (mevizei
haseneyle) hatta güzel bir mücadeleyle Rabbının yoluna (İslâm
Şeriatına) davet et, çağır diye emrediyor ve şöyle
buyuruyor:
“(Resulüm) sen, Rabbinin yoluna hikmet ve
güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele
et. Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. Ve o,
hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (Nahl:125)
Bu ayeti kerimelerden ve açıklamalardan pekâla
anlaşılıyor ki, Müslümanların hayatlarını düzenleyen ve
takîp etmeleri gerekli olan bir hak yol vardır. Bu inkâr
edilemez.
Müslümanlardan, İslâm Şeriatı tekrar
yeniden hayatta geçerli duruma getirilemez inanç ve düşüncesinde
olanlar, bütün varlıklarıyla, lâik demokrasi, kapitalist
sistemlerinin yaşanmasına yardım edenlerdir. Öbür taraftan
“İslâm tekrar yeniden hayata gelemez” mefhumuna sahip
olanlar, İslâm Devleti Hilâfet devletinin gelmesi ve kurulması
için çalışan Müslümanlara engel ve mani olanlardır.
Çünkü bunlar yeise düşmüş, başkalarını da yeise düşürmek
isteyen kimselerdir.
B-İleri sürdükleri hissi bahanelerden
birisi de şudur:
“Zamanın icabatına ve yerine göre
Kapitalist siyaseti gütmek, yönetimi yapmak ve hükümleriyle
hükmetmek caizdir” diyorlar. Oysa ki vahyi ilahi ile
belirlenmiş olan şer’i hükümler, zaman ve mekânın
değişmesiyle değişmez. Çünkü, şer’i hükümler,
insanlara insan olmaları hasebiyle, uzvi ihtiyaçlarını, içgüdülerini,
adilane, muntazam ve düzgün bir şekilde doyurmak ve tatmin
etmek için gelmiştir. Bunun için 1500 sene önceki,
insanlarla, şimdiki insanlar, şarktaki insanlarla garptaki
insanlar da uzvi ihtiyaçları ve içgüdüleri arasında hiçbir
değişiklik yoktur. Bunlarda değişiklik olmadığına göre
bunlara hitap eden şer’i hükümlerde de değişiklik yoktur.
Değişik zaman ve mekânlarda değişik hükümler kullanmak
haramdır.
Şer’i hüküm; insanların işleriyle ilgili
olarak şarinin (şeriat koyucunun) buyruğudur.
Bu buyruklar bütün zaman ve mekânlarda değişik
insanlaradır. Belli zaman ve mekânlardaki insanlara değildir.
Bunun böyle olduğunun delili: İslâm hayata gelip devlet
olduğu günden İslâm Devleti yıkıldığı güne kadar, İslâm
aleminde değişik zaman ve mekânlarda hep aynı şer’i hükümlerle
siyaset güdülmüş, yönetim yapılmış ve hükmedilmiştir.
Şu da bir gerçektir ki İslâm akîdesine
göre hayat öncesinden gelen nizamlar değişmez. Onu ancak gönderen
değiştirebilir. Fakat kapitalist akîdesine göre, zamanlara
ve mekânlara, hatta birinci ve ikinci sınıf insanlara göre
nizamlar değişir.
Kapitalistlerde aynı konu hakkında bir kaç
sene önceki nizamlar, bir kaç sene sonra değişebilir. Aynı
konu hakkında şarktaki insanlarda olan nizamlar garptaki
insanlarda aynı değildir. Aynı konuda bir reisicumhur
hakkındaki nizamla bir köylü hakkındaki nizam aynı
değildir. Hatta bir devlet memuruyla, bir memur olmayan
hakkında kanun aynı değildir. Böyle bir uygulama zulümden
başka bir şey değildir. Anlaşıldığına göre “zamanın
icabatına göre kanunlar değişir” diyenler, İslâm
akîdesini ve İslâm akîdesinden fışkıran ve kaynaklanan
şer’i nîzamları bilmeyenlerdir.
İşte bu hissi bahaneler kendilerinde
mefhumlaşmış olanlar kapitalist hayatının yaşamasına
yardımcı olanlar, İslâm hayatının gelmesine engel
olanlardır.
Allah (c.c.)insanların hayat müşküllerine
çareler getiren kanunlarda değişiklik olmadığına hatta
önceki peygamberlerde de aynı olduğunu bildirerek şöyle
bildiriyor:
“Senden önce gönderdiğimiz
peygamberler hakkındaki kanun (da budur) bizim kanunumuzda hiçbir
değişiklik bulamazsın.” (İsra:77)
C-Kapitalist hayatının yaşamasına
yardımcı, İslâm hayatının gelmesine engel olan şu çok
yanlış fakat, öne sürdükleri ve çok sözü edilenlerden
biri de şudur.
“İslâm siyasetini, yönetimi ve
hükümleriyle, kapitalist siyaseti, yönetimi ve hükümleri
arasında bir fark yoktur. İkisi de aynıdır. Hatta bu
asrımızda kapitalist siyaseti, yönetimi ve hükümleri tercih
edilmelidir.” diyorlar.
Böyle bir mefhuma sahip olanlar ve böyle bir
bahane ileri sürenlerde İslam'ı tanımayanlar, İslâmi
akîdeyi bilmeyenlerdir. Bu anlayışta olan Müslümanlar,kapitalist
hayatının yaşanmasında bir sakınca görmüyorlar ve yeniden
İslâm'ın hayata gelmesine de gerek duymuyorlar. Bundan dolayı
İslâm'ı hayata hakîm kılma yolunda olanlara engel oluyorlar.
Böylelikle dünyalarını da ahiretlerini de hüsrana uğratıyorlar.
İslâmiyet’le, kapitalist, diğer bir
deyişle İslâmî nizamlarla, lâik demokrasi kapitalist
nizamların bir olup olmama konusu, insanlığa getirdiği huzur
ve saadette aranır. Konuya bu açıdan bakınca görürüz ki
insanlığa dünya ve ahiret saadeti ve iyiliği getiren İslâm’dan,
İslâmî nizamlardan başkası yoktur.
İslâm Nizamı, bu varlığı yoktan var eden
ebedi, ezeli olan ilmiyle her şeyi kuşatan kadiri mutlak olan
Allah (c.c.)’dan gelmiştir. Allah (c.c.) nizamını
insanların dünya ve ahirette iyilik ve saadetlerini temin
etmeleri için göndermiştir. İnsanı, insanın beyin
sistemini, uzvî ihtiyaçlarını, his ve içgüdülerini
yaratan Allah (c.c.)’nün bunların ne olduğunu, nasıl
doyurulup tatmin olacaklarını bilerek, bunların ihtiyaçlarını
giderecek bir şekilde nizamlar göndermiştir. Bu nizamları
kabul edip, tatbik ve uygulama yolunda olanlar dünya ve ahiret
saadetine ereceklerini de bildirmiştir.
Bu konuda şu husus çok iyi belirlenip,
bilinmelidir. O husus ta şudur:
İnsanoğlu Allah (c.c.)’nün koyduğu kanun
ve nizamlara bağlı kaldığı nispette dünya ve ahiret
iyiliklerini elde eder. Diğer bir deyişle, şer’i nizamlara
bağlılığı nispetinde cehennemden uzaklaşır, cennete
yaklaşır. İnsan icadı kanun ve nizamlara bağlı
kalındığı nispette insan dünya ve ahiretini harap eder. Ve
cennetten uzaklaşır, cehenneme yaklaşır.
Hiçbir zaman insan, Allah (c.c.)’nün
yasakladığı beşerî kanun ve kaîdeleri kabullenip
uygulamakla dünyasını mamur ahiretini mesrur edemez.
İnsan icadı kanun ve kaîdeleri uygulayıp, refah, huzur,
saadet ve emniyette olan insan yoktur. Çünkü, bu insan icadı
kanunlar, insanların saadeti için Allah (c.c.)’nün koyduğu
kanunlara uygun değildir. Hem de hiç bir konuda uygun değildir.
Siyasette, yönetimde ve hükümlerde uygun değildir.
Kapitalist nizamlar, İslâmî nizamlara uygun olsaydı 1400
yıl uygulanan İslâm nizamı kaldırılıp, kapitalist
nizamlar getirilmezdi. Şu anda İslâm aleminde siyasette,
yönetimde (devlet bazında) resmen yürürlükte olan
kapitalist nizamlardır. Ne yazık ki, “beşeri nizamların
İslâmî nizamlarla aynı olduğunu” müslümanım diyenler söylüyorlar.
Hakikî müslümanları üzen de budur.
İster komünist, isterse kapitalist olsun,
insanlar tarafından koyulan kanunların batıl ve değersiz
oldukları uygulanınca insanlığa getirdikleri zarar ve
ziyanlarından anlaşılmaktadır. İslâmiyet gelmeden önce,
insanların kendilerinin koydukları, icat ettikleri kanunları
yürürlükte idi. Kendi kanunlarının kendilerine getirdiği
facialar bilinmektedir. Kendi öz kız çocuklarını diri, diri
toprağa gömmelerini serbest kılan kanunlarının bir örneğidir.
İnsan icadı kanunların verdiği hürriyetle bunları
yapıyorlardı. İlahî nizamlar böyle çirkin şeylere müsaade
etmez ve ilahî nizamları kabul edenler de böyle çirkin
şeyleri yapmazlar. Şimdi de bu gibi çirkin ve adî şeyleri
yapanlar ilahî nizamları kabul etmeyenlerdir. Hakikî
Müslümanlar yaptıkları işlerin mesuliyetine müdrîktirler.
İslâm ideolojisinde olan (İslâmî inanç ve
şer’i metodu kabul eden) Müslümanlar, dünya hayatının
sonunda bu dünyada yaptıklarından sorumlu tutulacaklarını düşünürler
ve Allah (c.c.)’in buyruğuna uygun hareket ederler. Müslümanlar
şu ilahî buyruğu okur ve dinlerler:
“Diri, diri toprağa gömülen kıza,
hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda.” (Tekvir:8-9)
İnsanlığa her türlü nizam, intizam
islamiyetin gelmesiyle gelmiştir.
Tarihlerin kayıt ettiği, hafızalardan
silinmeyen, hatırlanınca da tüyleri ürperten, insanlık
dışı vahşice işlenen yüz binlerce cinayetlerden sadece
biri olan şu korkunç cinayette insan icadı beşer
kanunlarının bir mahsulüdür. Kapitalist ideolojisinde
olanların akîdelerinden fışkıran kanunlarına göre
insanlar sınıflara ayrılıyor. İnsanların bazıları,
bazılarından üstün tutulur, takdis edilir, kendilerine
hürmet ve rağbet edilir, karşılarında el pençe durulur, baş
eğilir, kendilerinden himmet ve şefaat talep edilir (tıpkı günümüzdeki
tasavvuf ehli gibi ) insanların bazıları aşağılanır her türlü
haklardan mahrum bırakılır. Bazıları da (kadınlar gibi)
şeytan ruhlu sayılır. Kadınlara şeytan ruhlu nazarıyla
bakan hıristiyanların, kendisine yüksek bir paye verdikleri (Aziz)’in
emriyle; meşhur İskenderiye’de dershanesi bulunan, güzel,
hakîm ve fazilet kâr bir kadın dershanesinden çıkarken
kilise namına Aziz’in adamları tarafından tarîf
edilemeyecek bir derecede tecavüze uğrar. Sokak ortasında,
halkın gözleri önünde kadını çırılçıplak soyarlar,
yakında bulunan bir kiliseye götürürler, orada Aziz’in
eliyle parçalara ayrılarak öldürülür. Etleri kemiklerinden
ayrılır ateşe atılır. Böylece bu şeytanî cinayet işlenir.
İşte bu Kapitalist kanunlarının insanlığa getirdiklerinin
milyonlarcasından birisidir.
İnsanları diri, diri toprağa gömmek,
insanları kitleler halinde topluca öldürmek,insanları
yerlerin-den, topraklarından, arazilerinden, vatanından,
ırkından, milliyetinden, hürriyetinden ve şahsî menfaatından
dolayı öldürmek, insanları, insanların gözleri önünde
diri, diri ateşe atmak, insanların ırzına, namusuna tecavüz
etmek, nikâhsız kadınlarla ilişkiler kurmak, kadınlar
elleri ve yüzleri, erkekler ise göbekle diz kapakları
arasından başka yerlerini halka göstermek. Birbirlerinin
mahremleri olmayanların birbirleriyle halvette bulunmak hep
İslâm ideolojisinin dışında bulunanların yaptıkları
şeylerdir. İslâm ideolojisi bunların hiçbirisinin yapılmasına
müsaade etmez, çünkü İslâm Akîdesinden fışkıran
nizamlar bunları yasaklamıştır.
Yemende (Hendek) ashabı diye bilinen müminleri
içerisi ateşle dolu hendeklere diri, diri atarak yakanlar,
kendileri de hendek başında oturup güle, güle seyredenler,
bu yaptıklarını sadece müminlerden intikam almak için
yapanlarda İslâm ideolojisinin dışında olanlardı. Bu
konuyu Kuranı Kerim şöyle bildiriyor:
“Onlardan (diri, diri hendeğe
atılarak yakılan müminlerden), sırf göklerin ve yerin
mülkü kendisine ait olan, Aziz ve Hamid olan Allaha iman
ettikleri için intikam aldılar. Oysa ki Allah her şeyi görür.”
(Buruc: 8-9) İslâm şeriatı, kâfir dahi olsa insanı
diri, ateşte yakmayı yasaklamıştır. Hakîki Müslümanlar
böyle şeyleri yapmazlar. Mukaddes yerlere, mekânlara saldırıp
yakanlar, yıkanlar, tahrip edenler, hep İslâm ideolojisinin dışındaki
nizamlara sahip olanlardır. Beytullahı yıkmaya gelen Ebrehe
gibi. Filistin’de, Kudüs’te, Cezayir’de, Bosna-Hersek’te,
Hindistan’da, Pakistan’da, Afganistan’da, İran’da, Irak’ta,
Türkiye’de ve daha bir çok yerlerde, devlet tarafından,
devlet gücüyle tahrip edilen, yakılan, yıkılan mukaddes
yerler, mescitler, mabedler hep İslâm akîdesinin dışında
olanlar tarafından yapılmaktadır. Bu gibi şeyler bazı Müslüman
fertler eliyle yapılsa da kesinlikle İslâm ideolojisinin dışındakiler
tarafından yaptırılmıştır. Çünkü, şu anda dünyada
İslâm ideolojisi yaşamamaktadır. Zira ideoloji: inanç ve
metoddan ibarettir. Şu anda dünyada İslâmın metodu,
şer’i metod yoktur. Metod, akîdesine göre işlerin yapılma
yönü ve şeklidir. İslâm akidesinden alınan şer’i
nizamlara göre işler yapılma-maktadır. Çünkü metod devlet
tarafından uygulanandır. Yani, İslâmın Devleti varsa şer’i
metodu da vardır. Yapılan işler de ya İslâm şeriatına
uygundur, ya da değildir. Uygunsa İslâm ideolojisindendir.
Hangi ideolojiye uygunsa o, ideolojidendir.
Bir şeyin ideolojik olması için:
a-Maddî olması,
b-Amelî olması,
c-Hissedilir neticeler meydana getirmesi
gerekir.
Bunlardan her hangi biri olmazsa o, metod olmaz.
Maddî, amelî, hissedilir neticeler verir olurda, o işin öyle
yapılması emri, İslâm şeriatından gelmezse o da şer’i
metod olmaz. İslâmda namazın varlığı İslâm düşüncesindendir.
Namazın tenfiz metodu devlettir. Devlet olmazsa namaz
konusundaki şer’i hüküm infaz edilemez (günümüzde
olduğu gibi). Devlet namaz kılmayana tâlim, teşvik, tarif
yapmasıyla infaz metodunu yapmış olmaz. Zira, bunlar maddî
değillerdir ve hissedilir neticeler vermezler. Bunların metod
edinilmesi caiz değildir. Devlet namaz kılmayana, infaz
neticesinde hissedilir durum meydana getiren, hapsetme gibi maddî
ceza vermesiyle infaz metodunu kullanmış olur. O halde şer’i
metod olması için maddî, ameli, hissedilir netice verir olması
ve öyle yapılması emri İslâm şeriatından gelir
olmalıdır. Bu tarife, bu izaha göre dünyada işlenen pislik
ve cinayetlerin hiç birisi İslâm ideolojisinde olanlar tarafından
yapılmış ve yapılmakta değildir. Meselâ: Müslümanlar
için en büyük felaket, en büyük cinayet ve en büyük
rezalet, Resulullah (S.A.V.)’in Ashabı Kiram’la kurdukları
o mübarek İslâm Devletinin yıkılmasıdır. İşte bu
İslâm Devletinin yıkılmasıyla, dünyada her türlü cinayet,
fuhşiyat, rezalet ve dehşet başlamıştır ve el’an sürüp
gitmektedir. Kesin ve katiyyet ile ifade edelim ki,
Müslümanların Devleti Raşîdi Hilâfet Devleti gelmediği
sürece bu vahşet, daha da fazla artarak sürüp gidecektir.
Bütün dünya insanları bilir ve kabul ederler ki, İslâm
Devleti Hilâfet devletini yıkanlar, İslâm ideolojisinin dışında
olanlardı. Çünkü, gerçek inanan Müslümanlar mensubu
oldukları dinlerini yıkmazlar. Bu anlaşılan ve bilinen bir
gerçektir.
Şu anda günümüzde, İslâm akîdesini
koruyacak, şer’i hükümleri tatbik edecek ve İslâm'ın
davetini dünyaya taşıyacak olan Raşidî Hilâfet Devletinin
gelmesini istemeyenler ve gelmesi için çalışmayanlar ve çalışanlara
engel olanlar elbette ki İslâm ideolojisinin dışında
olanlardır.
İnsanlık koyu bir cehalet, akıl almayacak bir
vahşet içerisinde yüzerken, Allah (c.c.)’un Rahman sıfatının
tecelli edip, içlerinden bir Resul, ve o Resul’e insanlığın
kurtuluş reçetesini (İslâm dinini) gönderdi. İnsanlığı
hem dünya hem de ahiret korku ve endişesinden kurtaracak, her
türlü problemlerine çare ve çözüm getirecek kitap
gönderdi. O, kitabın bir ayetinde şöyle buyurdu:
“Elif, Lam, Ra (Bu) bir kitaptır ki
Rabbinin izni ile insanları karanlıklardan (her türlü
zulümden) aydınlığa o güçlü ve övgüye layık (Allah’ın)
(Hak ve selamet) yoluna çıkarman için o’nu (Kitabı, Kur’an
nizamını) sana indirdik.” (İbrahim:1)
“Allah (c.c.) inananların velisi (dostudur).
Onları (inananları) karanlıklardan aydınlığa çıkarır.
Kafirlerin dostları da tağuttur. (O da) onları aydınlıktan
karanlığa çıkarır. Onlar ateş halkıdır, orada ebedi
kalacaklardır.” (Bakara:257) buyurmuştur.
Allah’u teâla inananların gerçek kurtuluşa
kavuşmaları için gönderdiği nizamlara tabi olmalarını
emretmiştir. Ve şöyle buyurmuştur:
“O’nu biz indirdik. Ona uyun ve (Allah’tan)
korkun ki size rahmet edilsin.” (En’am:155) Görüldüğü
gibi bu ayeti kerimede; Mucizul beyan olan Kur’an’ı Kerim
insanın saadeti için gelmiş mübarek bir kitap olduğu, bu
kitap Allah (c.c.) tarafından gelmiş olduğu, o’na o kitaba
uyulması gerekli olduğu, O’na uyanların kurtuluşa, felâha
erenler olduğu bildirilmektedir. Ne yazık ki insanlar, Allah
(c.c.) nun emrettiği şekilde O’na uymuyorlar. İnsanlar ona,
vahyi ilahiye uysalardı bu günkü bu duruma düşmezlerdi.
Bu yazıların özeti şöyledir.
Günümüz müslümanlarının acilen çözüme
kavuşturmaları gereken en büyük problemleri, kendilerinin
öz Devleti olan HİLAFET DEVLETİ’nin olmayışıdır.
Bu büyük problemi çözüme kavuşturacak
inanan müslümanlardır. Bu problemin çözümü olan Hilâfet
Devleti’ni yeniden kurmak Müslümanların üzerlerine farzdır.
Allah'a, Allah (c.c.)’tan gelen Kur’an’a
inanan Müslümanlar getirilmesi üzerlerine farz olan kendi
devletlerini kurmaya çalışırlar, üzerlerine farz olan
görevlerini yerine getirirler.
Müslüman olduklarını söyledikleri halde
kendi devletleri olan Hilâfet devletinin kurulmasına çalışmayanlar
ve çalışanlara engel olanlar, yersiz ve geçersiz bir takım
bahaneler öne sürüyorlar.
a-“Bu gün bu şartlar altında şer’i
nizamla çalışılmaz ve bu ortamda Hilâfet Devleti
getirilemez. Bunun için gayri İslâmî kanunlarla, gayri İslâmî
devletlerin bulunması zaruridir” diyorlar.
b-“Müslümanlar da gayri İslâmî
kanunlarla gayri İslâmî devletlerin bulunması caizdir. Bunun
için şer’i nizamların ve Hilâfet devletinin bulunmasına lüzum
yoktur.” diyorlar.
c-“Şer’i nizamlarla, lâik demokrasi
kapitalist nizamlar arasında ve Hilâfet devletiyle, lâik
Cumhuriyet Devleti arasında bir fark yoktur. Bunun için lâik
demokrasiyle de çalışılmasında bir beis yoktur” diyorlar.
Hilâfet devletinin gelmesini engelleyen,
kapitalist yönetimlerin yaşamasını sağlayan her türlü
tutum ve davranış, akıl, fikir ve İslâm akîdesinden fışkıran
nizamlardan değildir. Bununla beraber her hangi bir delile müstenitte
değildir. Oysa ki İslâm'da yapılan ve yapılması istenen her
şey İslâm akîdesine ve İslâm akîdesinden fışkıran
nizamlara uygun olması şarttır.
İslâmiyette, müslümanlarda bellenmesi ve
zihinlere yerleşmesi gereken temel esas, yapılan tavrı harekât
vahyi ilahiye uygun olmalı-dır. Hakkında vahyi ilahiden
bildiri bulunan işlerin yapılma neticesinde fayda mı zarar
mı getirdiğine bakılmaz. Vahyi ilahiye uygun olup
olmadığına bakılır. İslâmiyeti tanıyan Müslümanlar
hayata bu açıdan bakarlar. İslâm'ın Devleti olmadığından
hayata bu bakış tahakkuk etmiyor. Hayata kapitalist nazarıyla
bakıldığından yapılan işlerin İslâma uygun olup olmadığına
bakılmıyor, maddî lezzet ve menfaat getirdiğine bakılıyor.
Bu da insanları zulmete, vahşete ve bedbahtlığa sürükleyip
götürüyor.
Cahiliye döneminde olduğu gibi içinde bulunduğumuz
şu yirminci asrın insanları da koyu bir zulmette, akıl almaz
vahşette ve kurtulması güç olan dehşette bocalayıp
durmaktalar. İnsanlığı bu durumdan kurtaracak Raşidî
Hilâfet Devletidir. Bütün dünyanın insanları buna
muhtaçtırlar. Günümüz insanları için en önemli ve elzem
olan şey de budur. Bunun için bütün Müslümanlar
seferber olup Hilâfet devletini ikâme etmelidirler. Zira
bu olmayınca hiç bir iş İslâma uygun yapılamıyor. Günümüzdeki
insanlığın durumunun böyle olduğu vakalarla teberrüz etmiştir.
İnsanlığın muhtaç olduğu Hilâfet
devletinin yeniden kurulmasının ve hayata getirilmesinin
gerekliliği aklî ve naklî delillerle tespit edilmiştir. Şöyle
ki yeryüzünde işlenen suç ve cinayetlerin hepsi kapitalist
veya köminist devletler tarafından yaptırılmaktadır. Zaten
dünyada, günümüzde İslâm Devleti yoktur ki, işlenen suçların
onun tarafından işlenmiş olsun.
Hemen şunu peşinen kayd edelim ki, günümüzde
halkı Müslüman olan bazı ülkelerde; Cumhuriyet ismiyle,
Cumhuriyet şekliyle, Cumhuriyet esaslarına uygun devlet
kuruluyor, kapitalist yönetimiyle yönetiliyor ve İslâm
cumhuriyeti ismiyle adlandırılıyor. Bütün Müslümanların
belli bir mezhepte toplanmaları şart koşuluyor, devletin
benimsediği mezhebin dışında olanlar ve o mezhebi
benimseyenlerin soyundan olmayanlar idareye, yönetime alınmıyor.
İslamın esası ve İslâm akidesinden olan (Hilâfet Devleti
ve yönetimini) reddediyor, halifelik devrinin tarihe karışıp
gittiğini söylüyor, Hilâfet devletinin beşerî ve siyasî
bir devlet olduğunu kabul etmiyor, kendilerinin benimsedikleri
mezhep dışında kalanları destekleyip koruma yoluna gitmiyor,
hatta belli bir mezhebin dışında kalanların Müslüman
olduklarını bile kabul etmiyor, onlara karşı savaş açıyor
ve savaşıyor. Bu tutum ve davranışıyla dünya efkârı
umumisinde kendisinin İslâm Devleti olduğunu tanıtıyorlar.
Oysa ki bütün Müslümanlara reis (Halife) olmadan olamaz.
Halkı Müslüman olan ülkelerden bazılarında
da her topluluk kendi dinlerine göre yönetim yapar, hükmeder,
dışa karşı bir olurlar. Bunlar da kendilerinin İslâm
Devleti olduğunu ilan ediyorlar.
Bazıları da bilindiği gibi kraliyetle,
teokratla yönetim yapar, hükmeder, sonra da döner kendilerini
İslâm Devleti diye ilan eder. Bazıları da yeri, yuvası, gücü,
kuvveti, koruma emniyeti olmadan, kapitalist kâfirlerin
ülkesinde bile mecburi küfür yönetimini, küfür idaresini,
küfür korumasını ve emniyetini kabul ederek, ister istemez
bu şartlara boyun eğerek, bu şartlar altında Zümrüt’i
Anka kuşu gibi ismi olup cismi olmayan devlet ve cismi olmayan
devlete reis (Halife) ilan ediyorlar.
İşte bunların yaptığı her şey yanlış yönetim,
yanlış uygulama, yanlış teşekkülât, bunların hepsi İslâm'a
mal ediliyor. Bunların en kötü olanı; bunlar bu halleriyle,
şekilleriyle, yönetimleriyle, hükümleriyle, otorite ve
sultalarıyla gerçek Raşidî Hilâfet Devletinin gelmesine en
büyük engel oluyor. Bunlar İslâm devletinin çok kötü bir
şey olduğunu ve İslâm devletinin gelmesine gerek olmadığını
ortaya koymuş oluyorlar.
Başından buraya kadar sıralamaya çalıştığımız
vakıalar gerçek İslâm Devleti-Hilâfet devletinin kurulmasının
ve bulunmasının gerekli olduğunun delilidir.
Günümüz insanlarının muhtaç olduğu Raşidî
Hilâfet devletinin bulunması farz olduğunun sahih ve naklî
delilleri de vardır. Bu hususta Ashab’ı Kiramın icmaları
çok sağlam ve kuvvetli delildir. Resulü Ekremin Hilâfet ve
Halifelik hakkındaki hadisi şerifleri de birer naklî delildir.
Şu şer’i kaide de bu meseleyi aydınlığa kavuşturan bir
şer’i delildir.
“Farzın ancak kendisiyle tamamlandığı her
şey de farzdır.” (Şer’i kaide)
Hilâfet devletinin ikame edilip yerine
getirilmesi farzının eda edilmesinde çeşitli bahaneler ileri
sürerek kendilerini sorumluluktan kurtaramaz. Müslümanlar, bu
konuda çeşitli bahaneler ileri sürenlere aldanmamalıdırlar.
“Ey İnananlar! Allah'a itaat edin,
Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer
bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız
onun hallini Allah'a ve peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve
netice itibariyle en güzeldir. (Nisa: 59)
|