TÜRKİYE MİLLİ GÜVENLİK KURULU
GENERALLERİNE VE ORDUSUNA HİZB-UT TAHRİR‘DEN BİR ÇAĞRI
Genel Kurmay Başkanı : İsmail
Hakkı Karadayı
Genel Kurmay 2.Başkanı : Çevik
Bir
Hava Kuvvetleri Komutanı (eski)
: Ahmet Çörekçi : (yeni) : İlhan Kılıç
Kara Kuvvetleri Komutanı (eski)
: Hikmet Köksal : (yeni) : Hüseyin Kıvrıkoğlu
Deniz Kuvvetleri Komutanı (eski)
: Güven Erkaya : (yeni) : Salim Devrişoğlu
Jandarma Genel Komutanı (eski) :
Teoman Koman : (yeni) : Fikret Özden Boztepe
MGK Genel Sekreteri (eski) :
İlhan kılıç : (yeni) : Ergin Celasin
Allah’ın selâmı Hidayete tabi olanların
üzerine olsun.
Evrensel İslâmî siyasi bir parti olarak bu
çağrımızı size yöneltiyoruz. Bizim partimiz İslâm
Akidesi üzerine kurulu, şeri hükümleri benimseyen,
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Alihî Vesellem’in metoduna bağlı,
İslâmî hayatı tekrar başlatmak için çalışan bir
partidir. Bu gayesini gerçekleştirmek için tüm Müslümanları
Hilâfet Devletinin çatısı altında birleştirecek, Allah’ın
Kitabı ve Resulünün sünnetine göre hareket etmek üzere
kendisine biat edilecek olan Müslümanlar için bir halife nasb
ederek, ilişkileri, toplumu ve devleti İslâm hükümleriyle
değiştirme esasına bağlı kalarak çalışır. Zira tüm
Müslümanlar tek ümmet, ülkeleri de tek ülkedir. Aynı
şekilde Hizbu’t Tahrir, sakinlerinin ya Müslüman olmalarını
ya da İslâm hükümlerine ve Hilâfet Devletinin otoritesine
boyun bükmelerini sağlamak maksadı ile İslâm’ın tüm
dünyaya, hidayet mesajı ve nur olarak davet ve cihad yolu ile
taşınması için çalışır. Çünkü İslâm bütün
insanlar için everensel bir mesajdır. Allah’u Teala şöyle
buyurmaktadır:
“ Biz seni bütün insanlara ancak
müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Sebe:28)
“ De ki; Ey insanlar, gerçekten ben
sizin hepinize Allah’ın (gönderdiği) elçiyim.” (A’raf:158)
Mesajının taşıyıcıları olmalarından, tüm
insanlığın hidayetinden ve insanların işlerinin İslâm’la
güdülmesinden sorumlu olmalarından dolayı Allah'u Teâla
Müslümanları şereflendirmiş ve onurlandırmıştır.
Ey Generaller!!!
Muhakkak ki biz size yönelik bu çağrımızı;
Türkiye’nin İslâmî bir belde, İslâm aleminden bir parça
olması ve halkının da Müslüman olması yanı sıra bizim
çalışma alanımızın kapsamında olması esasına binaen
yapmaktayız. Türkiye’nin durumu Mısır, Irak, Suriye, Hicaz,
Ürdün, Yemen, İran, Pakistan, Endonezya, Özbekistan ve diğer
İslâm beldeleri gibi bizi ilgilendirir.
Bu çağrımızı, sizin Türkiye ordusunun üst
düzey komutanları olmanız, Türkiye ordusunun, Türkiye’de
anayasal kurumların perde arkasındaki fiili yöneticisi
konumunda olması, Türkiye ordusu generallerinin ve subaylarının
yönetimi etkilemeye, yönetim şeklini değiştirmeye, Hilâfeti
kurup Allah’ın indirdikleri ile yönetimi yeryüzüne tekrar
getirmeye muktedir olmaları esası üzerine yapmaktayız.
Ey Generaller!!!
İslâm’a karşı mücadele etmekle meşgul
oluşunuz ve açık bir şekilde ona karşı düşmanlığınızın
ortaya çıkması hükümet değişmeden önceki Türkiye Milli
Güvenlik Kurulunun son toplantılarında; İslâm’a ve
Müslümanlara karşı laikliği İslâm tehlikesinden korumak
bahanesi ile almış olduğunuz kararlar, kesinlikle bir
ideoloji ve nizam olması sıfatı ile İslâm’a hatta sadece
İslâm ismine karşı ve İslâm ile yönetimi tekrar geri
getirmek için çalışanlara ya da sloganını yükseltenlere
karşı içinizdeki saklı olan kinin boyutunu göstermektedir.
Halbuki Türkiye İslâmî bir belde, Türk halkı da Müslüman
bir halktır. İslâm’ı sevmektedir ve sizler de Müslümanların
evlatlarısınız. Buna göre sizlerin; Kafirlerin eliyle İslâm’ın
yıkılması için bir araç, İslâm’ın toplum, devlet ve
hayata tekrar dönüşü ve Hilâfetin tekrar kurulması
önünde engelleyici bir barikat olmanız değil, laikliğe ve
her türlü küfür fikir ve hükümlerine karşı çıkıp,
İslâm’a ve Müslümanlara kötülük yapmak isteyen herkese
karşı İslâm’ın savunucuları olmanız gerekir.!!!
Muhakkak ki sizler şunu bilmelisiniz ki;
kendinizi kafir laikliği, küfür hükümlerini ve nizamlarını
korumaya adamanız, İslâm’a ve Müslümanlara karşı kin
dolu kararları almanız ile; hayat sistemi olan komünizmin
çökmesi ve Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, hayat
için bir ideoloji ve nizam olması vasfıyla İslâm’ı
kendilerine öncelikli düşman ilan eden küfür devletleri
olan Amerika ve Batılı devletlere icabet ederek ve küfre
nisabeten Allah’a, Resulüne, dinine, İslâm ile yönetimin
geri gelmesi için çalışan herkese hatta bütün
Müslümanlara karşı savaş ilan etmiş oluyorsunuz.
Şunu da bilmelisiniz ki; siyasi işlere ve yönetime
direkt bir şekilde yada anayasal kurumların perdesi arkasında
müdahale etmenizle ve hegemonya sağlamınızla ülkeyi ifsat
ettiniz. Türkiye’yi sürekli krizlere sürüklediniz,
istikrazsız konuma düşürdünüz. Çünkü siyaset ve
yönetim, askerlerin işinden ve amelinden değildir. Askerlerin
işi, ideolojiyi, devleti, ülkeyi ve halkı korumak, savaşmak
ve savaş planları çizmektir. Çünkü insanların işini gütmek,
siyasilerin işindendir, askerlerin işinden değildir.
Ey Generaller!!!!
Şunun cahili olduğunuzu zannetmiyoruz:
Laikliği, batı nizamları ve küfür hükümlerini küfrün başı
olan İngiltere’nin emirlerini uygulayarak ve onlarla entrika
çevirerek, işbirliği yaparak İslâm ile yönetimi ve
Hilâfeti ilga ettikten sonra aslı Yahudi olan ve İngilizlerin
ajanı olan Mustafa Kemal Türkiye’ye getirmiştir. Hem Hilâfetin
hem de İslâm ile yönetimin ilgası ve Türkiye’de laik
devletin ilanı, Türkiye’nin bağımsızlığının
tanınması için İngilizlerin koymuş olduğu şartlardandır.
İşte böylelikle Türk halkı Müslüman bir halk olmasına
rağmen devlet ve yönetim bir küfür devletine dönüşmüş
oldu. Zira yapılan bu işlemle Türkiye’nin ruhu ve manevi
kuvveti yok edildi. Ki o ruh ve manevi kuvvet Hilâfet ve İslâm’dır.
Nitekim bunu zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Curzon açıkça
şöyle ilan etti;
“Mesele şudur: Biz Türkiye’nin işini
bitirdik. Çünkü biz ondaki manevi kuvveti yok ettik. O Kuvvet
Hilâfet ve İslâm’dır.”
İşte Hilâfetin yıkılışı, tamamen ortadan
kaldırılışı, İslâm’ın devlet için anayasa, ümmet
için yasama ve hayat için nizam olmaktan tamamen uzaklaştırılışı,
kafir İngilizlerin eliyle kafirlerin İslâm’a ve
Müslümanlara karşı düzenledikleri en tehlikeli entrikalar
içinde ajanları M. Kemal’i, kullanarak, İslâm’ı ve Müslümanları
içine düşürdükleri en iğrenç felâket içinde böylece
tamamlanmış oldu.
M. Kemal samimi olsaydı, Hilâfeti ve İslâm
ile yönetimi muhafaza ve kendini Müslümanların halifesi ilan
ederdi. Hilâfetin güçlenmesi, ıslahı ve İslâm’ın onun
içinde en güzel şekilde tatbiki ve Müslümanlardan uzaklaşan
güç ve izzetin geri dönmesi için çalışırdı.
Fakat o, bunu yapacağına, İngilizlerin ona gönderdiği,
Müslümanların kuvvet kaynaklarının ve izzet adreslerinin (Hilâfet
ve İslâm’ın) yok edilmesini talep eden bir mesajın
gereğini yerine getirdi. Ta ki Müslümanlar için bir sütun,
destek kalmasın. İslâm; hayat devlet ve toplumdan uzak kalsın
da küfür nizamları, hükümleri ve devletleri Müslümanlara
ve ülkelerine hakim olup hegemonyalarını kurabilsinler.
İngilizler ve ajanları M. Kemalin Türkiye’ye
dayattıkları laiklik, dinsizliktir. Laiklik, dini hayattan
uzaklaştırma akidesine (inancına) dayanır. O, kafir
batının akidesidir. Fasit bir küfür akidesidir. Artık onun
ayıbı açığa çıkmış, iğrenç ve tiksindirici kokusu
burunları rahatsız edici olmuştur. Zira o, insanlığı
felaketlere sürüklemiştir. Çünkü bu akide maddi değeri
yani menfaati tek genel geçer değer kılmaktadır. Ruhi,
ahlaki ve insanı değerlere hiç önem vermemiştir. Nitekim
halkların sömürülmesi, servetlerin yağmalanması onun
neticelerindendir. Aynı şekilde cinsi taşkınlıklar,
şehvetlerin ardından hayvani koşuşturmalar onun
eserlerindendir. Öyle ki, batılı medyada ara sıra
yayınlanan istatistiklere göre çocukların yarıya yakını
zina yoluyla meydana gelmektedir.
Şarkısını söyleyip durdukları, övdükleri
demokrasilerine gelince; o aldatmacı fasid bir demokrasidir.
Amerika ve Batılı devletlerin diğer halklar üzerinde
üstünlük ve hegemonya sağlamak hususunda sergiledikleri
tavır, demokrasinin bozuk ve aldatmaca bir şey olduğunu gayet
açık bir şekilde gösterir. Aynı şekilde Türkiye’de ard
arda gelen hükümetler ve ordunun adamlarının çoğunlukta
oldukları halde Müslümanlar üzerindeki hegemonyaları,
onları hayat için bir nizam ve ideoloji olarak İslam
hakkında konuşma haklarından mahrum bırakmaları, İslâm’ı
tekrar yönetime getirmek için siyasi olarak yüklenenleri
engellemek istemeleri, bu demokrasinin bozukluğu, fesadı ve
aldatmaca bir şey olduğuna dair gayet açık, net ve kesin
delildir.,
Ey Generaller!!!
Hilâfet ise, Müslümanları ve İslâmî
beldeleri birleştiren, onların izzetlerinin ve kuvvetlerinin
kaynağı olandır. Onların ve bütün İslâm beldelerinin ve
İslâm’ın koruyucusu, İslâm’ı aleme bir risalet (mesaj)
olarak taşıyıcısıdır. Müslümanlar onun gölgesi altında
yaşıyorlardı.
Hilâfet Devleti, Raşidi Hilâfet’in
kuruluşundan Rum ve Fars Devleti’ni ortadan kaldırdıktan
sonra Osmanlı Hilâfet Devletinin sonuna kadar dünyada 14 asra
yakın bir süre birinci devlet olarak kaldı.
Hilâfet, devletlerarası siyasette ve
konumda siyasi karar kaynağı idi. Ordusu mağlup olmayan
orduydu. O ordu Arap, Fars, Türk, Kürt, Hindistanlı,
Afrikalı Müslümanlardan oluşuyordu. Bu Müslümanların
hepsi de onun tebaası olmaları, İslâm’ı Hilâfeti ve İslâm
beldelerini korumak, İslâm’ı davet ve cihad yoluyla
taşımak bütün Müslümanlara farz olmasından dolayı o
orduyu oluşturuyorlardı.
Hilâfet Devleti, silahını kendisi
yapıyordu. Böylelikle silahını kullanmakta kendisi karar
veriyor ve iradesini uyguluyordu. Çünkü o, silahında
başkasına dayanmıyordu.
Hilâfet Devleti, Raşidi Hilâfet
günlerinden Osmanlı Hilâfetinin son günlerine kadar İslâm’ı
yeryüzünün diğer bölgelerine taşımıştır. Fetihlerdeki
hedefi, insanların baskı ve zorlama olmaksızın İslâm’a
girmeleridir. Bu hususta baskı ve zorlama yoktur. Çünkü
Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır:
“ Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk
sapıklıktan ve eğrilikten ayırt edilmiştir.”
(Bakara;256)
Fetihlerdeki bir hedefi de, o ülkenin insanlarının
ve beldelerinin İslâm’ın otoritesine boyun bükmelerini sağlamaktır.
Sömürgeci devletler olan İngiltere, Fransa, ABD, ve
diğerlerinin yaptıkları gibi insanları sömürmek ve
servetlerini yağmalamak değildir. Nitekim İslâm,
yeryüzünde bu fetihler ile yayıldı.
Osmanlı Hilâfet Devleti, mücahit bir
devletti. Viyana surlarına kadar Avrupa’ya İslâm’ı
taşıdı. Avrupa, beş asra yakın onun otoritesine boyun bükerek
yaşadı. Bütün bunlar Osmanlı Devletinin, bir İslâm
Devleti olması, İslâm’ı taşıması, bütün Müslümanların
devleti olması ve hepsinin de onun askeri olmasından dolayı
idi. Zira ona bu kuvveti, heybeti, büyüklüğü, bu siyasi
varlığı, dünyanın büyük bir kesimindeki bu egemenliği ve
dünya siyasetinde karar merkezi olmayı sadece İslâm sağlamıştır.
Hilâfet Devleti, Askeri bir devlet değildi.
Bilakis o, bir ideoloji ve risalet, en üst seviyede fikri,
kültürel, ilmi ışınların etrafa yayıldığı kaynak
devlet idi. Halbuki Avrupa da dahil olmak üzere dünya,
cehaletin karanlığına gömülmüş iken İslâm alemi
Hilâfet Devletinin gölgesinde etrafa kültür, edep ve
edebiyat, fikir ve ilim ışınları yayıyordu. İslâm
toplumunda en üst seviyede alimler, müçtehitler, düşünürler,
siyasiler kaynıyordu.
Hilâfet Devletinin ekonomisi ise gelişmişti,
parlıyordu. Serveti boldu. Geliri ihtiyaçlarını
karşılıyordu. Üretimi ihtiyaçlarına yetiyordu. Sahasının
genişliği, gelirinin çokluğu, üretimin çeşitliliğinden
dolayı kendi kendisine yeterli bir konumdaydı.
Bu izahat, Hilâfet Devletinin vakıasına kısa
bir bakıştır. Osmanlı Hilâfet Devletinin yok edilmesinden
bu yana Türkiye’nin vakıası ile
karşılaştırıldığında kendisine isabet eden zaaftan önce,
faydalanmakta olduğu azamet, kuvvet ve heybet ile Türkiye’nin
üzerinde bulunduğu konum arasında büyük fark açığa çıkmaktadır.
Zira bugünkü Türkiye ideolojisini ve risaletini terk etti.
Batıyı taklit eden, onun gözü kapalı taklitçisi olan,
fikirlerini ve nizamlarını ondan ithal eden küçük bir
devlet oldu. Devlet ve toplum olarak özünde kimliğinde parçalanmışlık
krizi kendisine isabet etmiştir. Hilâfetin ortadan kaldırılışından
günümüze kadar Türkiye Devleti, nefes nefese kalarak bir
Avrupa devleti olmaya çalışmaktadır. Fakat bu gerçekleştirilemedi.
Geniş çaplı ve mecburi batılılaşma operasyonu ile Türk
insanının kişisel yapısı ve çehrelerinin değiştirmeye
çalışılmasına, Avrupa elbisesine bürünmesi ve laikleşmesine
rağmen Türkiye bunu gerçekleştiremedi. Bütün bunlara rağmen
bir Avrupa devleti olamadı. Asli hüviyetini koruyan unsur
kalmadı. Bilakis batılı devletleri körü körüne takip
eden, onların yörüngesinde dönen, Amerika, Avrupa Devletleri
ve NATO tarafından kendilerinin korunması, maslahatlarının
gerçekleşmesi hususunda kullanılan bir devlet oldu. Onlar Türkiye’yi
kendileri için bir kale, eski düşmanları Sovyetler
Birliğinin tehlikesinden onları koruması için onun önünde
duran doğulu bekçileri haline getirdiler.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra
onlar; Türkiye’yi ideoloji ve nizam sıfatı ile kendilerine,
maslahatlarına Orta Asya ve Ortadoğu düzeyinde tehlike teşkil
eden İslâm’ı vurmak için önemli bir nokta haline
getirdiler. Bütün bunlara rağmen Türkiye, devletlerarası
konum ve siyaset için siyasi kararlarda herhangi bir tesire
sahip olamadı. Türkiye; Amerika’ya, Batılı devletlere ve
NATO’ya sunmuş ve sunmakta olduğu büyük hizmetlerine rağmen,
daima onlar tarafından horlanmaya layık görüldü. Onlara
sunmakta olduğu hizmetlerin karşılığını vermedikleri gibi
onun maslahatına, ekonomisine ve istikrarına menfi etkileri
olan tavırlar aldılar, almaktalar. Nitekim Türk ordusu 1974
senesinde Kıbrıs’a askeri operasyon yaptığında onun
karşısında durdular. BM, Türkiye’ye ekonomik ambargo
uyguladı. Bunun Türk ekonomisi üzerinde çok kötü etkileri
oldu. Bu ambargo uzun süre kaldı. Kuzey Kıbrıs’taki federe
devleti de tanımadılar.
1991 yılındaki İkinci Körfez savaşında Türkiye
Irak’a karşı müttefikler arasında yer aldı. Yapacağı
hizmetlerin karşılığının ve karşılaşacağı zararların
kendisine ödeneceğine dair vermiş oldukları bütün
vaatlerine rağmen, Türkiye onlardan hiç bir şey alamadı.
Buna ilaveten Irak’a uygulanan ambargo Türk ekonomisini ve
toplumu büyük bir şekilde direkt olarak etkilemekte olduğu
halde karşılığında hiç bir şey alamamaktadır.
Amerika, İngiltere ve Fransa’nın talebi
üzerine onlar ve başka bazı ülkelerden gelen askerlerden oluşan
“Çekiç Güç” olarak da vasfedilen gücün topraklarında
konuşlandırılmasını kabul etmesine rağmen Amerika, Çekiç
Gücü PKK’yı desteklemekte kullandı. Amerika, Irak’ı parçalayıp
kuzeyinde bir Kürt devleti kurmak istiyor. Ki bu devlet
Türkiye’nin hayati maslahatlarını tehdit edecek, Türkiye’yi
parçalayacak ve içinde bir Kürt Devletinin kurulmasını
doğuracaktır, Türkiye’yi istikrarsız bir konuma düşürüp
kesilmeyen bir iç savaşa sürükleyecektir. Bu da Türkiye’nin
ekonomisine darbe vurmaya ve kuvvetini zayıflatmaya sebep
olacaktır. Aynı şekilde ABD, Türkiye’nin kendisinden parasını
ödeyerek satın almış olduğu gemilerini, helikopterlerini ve
silahlarını göndermedi.
Türkiye, Avrupa devletleriyle Gümrük Birliği
anlaşmasını imzalamasına ve bu anlaşma Ocak 1996 yılında
yürürlüğe girmesine rağmen Avrupa ile ticari açığı Gümrük
Birliği’nin başlamasından sonra daha da arttı. Buna
ilaveten Türk sanayisinin Gümrük Birliğinden kaynaklanan
zararları telafi bedeli olarak anlaşma metninde de zikredilen
3 milyar dolar yardımı da Avrupa Birliği Türkiye’ye henüz
vermedi.
Türkiye Gümrük Birliği Analaşmasını
imzalarken Avrupa Birliğine gecikmeden girebileceğini umuyordu.
Fakat Avrupa Birliği Kıbrıs’la birlikte beş Avrupa devleti
bünyesine katma projesinde Türkiye’yi dışarıda
bırakmasından sonra umudu boşa çıktı.
Silahlanma konusuna gelince; Türkiye bugün
silahlanmasında, silahlarını Amerika’dan ve Batılı
devletlerden satın almaya dayanmaktadır. Öyle ki Türk ordusu
askeri bakımdan ve silahlanma bakımından %70 nispetinde
dışa bağımlı haldedir. Bu da Türk ordusunun silahları
kullanmaktaki iradesini ve kararını silahı satın aldığı
devletlere bağımlı kılmaktadır.
Türkiye’nin güvenlik, savunma, eğitim,
istihbarat ve yüksek teknoloji alanlarında İsrail ile
yapmış olduğu işbirliği anlaşmalarına gelince; Türk
ordusunun Amerika ile ilişkilerinin gerginleşmesinden sonra
Amerika’nın Türk ordusunun silahlanma konusundaki talebine
karşılık vermemesi neticesinde, Amerika’nın da Türk
ordusundan Türkiye’nin iç sistemindeki gelişmelere ve Kuzey
Irak’ta da PKK ile görüşmelere müdahale etmemesi doğrultusundaki
talebi neticesinde bu anlaşmalar yapıldı. İşte bu
anlaşmalar, İsrail’e Türk ordusundaki silahlanmanın
inceliklerine ve Türk ordusu ile alakalı her hususa vakıf
olma imkanı sağlayacaktır. Bu çok tehlikeli bir husustur.
Yine bu anlaşmalar İsrail’e Türk ordusu, kuvveti ve
silahları hakkında malumat isteyen her devlete casusluk yapma
imkanı bahşedecektir. Aynı şekilde İsrail’e şartlar
değişip Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkiler kötüleştiğinde
yüksek teknoloji ile geliştirilmiş Türk silahlarını yok
etme imkanı verecektir. Zira Yahudiler gaddar ve hain bir
topluluktur. Onlara güvenilmez. Onların dostlukları
maslahatlarına bağlıdır. Onlar Ortadoğu’ya hakim olmak için
koşuşturmaktalar. Onun için Türkiye İsrail ile yapmış
olduğu bu askeri anlaşmalar ile kendisini İsrail’e rehin (bağımlı)
kılmıştır.
Buna ilaveten, bu anlaşmalar Türkiye’nin
Ortadoğu devletleriyle siyasi alakalarının gerginleşmesine
neden olmuştur. Bu anlaşmalar; İsrail’i bazı Arap
devletlerine karşı savaş ilan ettiğinde Türkiye’yi
kendisi ile birlikte bu savaşa girmeye sürüklemesi hususunda
muharrik unsurdurlar.
MGK üyesi Generaller! Türk ordusundaki
Generaller ve Subaylar!!!
Hilâfet Devletinin vakıası ile Hilâfet yıkıldıktan
sonra Türkiye Devletinin vakıası arasındaki bu kısa
karşılaştırma; iki devlet arasındaki kuvvet, büyüklük,
devletler arası konum ve asalet, size yönelik bu çağrımızda
daha önce sözünü ettiğimiz sıfatlar ve durumlar
bakımından büyük bir farkın var olduğunu açıkça
göstermektedir. Bütün bunlar sizi Türkiye’yi içine düştüğü
bu kötü durumdan kurtarmanız için koşmaya davet etmektedir.
Ey Generaller ve Subaylar! Muhakkak ki sizin Türkiye’yi
kurtarmanız laikliği, batı fikirleri, küfür nizamları ve hükümlerini
atıp onlardan tamamen kurtulmadıkça ve İslâm’ın
asaletine dönmedikçe, İslâm’ı hayat, devlet ve toplum için
nizam; ideoloji vasfı ile benimseyip onu Hilâfetin tekrar
kurulması ve Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünneti ile
yöneteceğine dair kendisine biat edilen bir halife nasb
edilmesi ile tekrar tatbikini sağlamadıkça mümkün olmaz.
Zira Halife İslâm’ı devletteki Müslümanlar arasında bağ
kılar. İslâm’a ve Hilâfet Devletine bağlılık, Müslümanlar
ve tebaasından diğerleri arasındaki bağdır. Müslümanları
ve İslâm beldelerini Hilâfet devletinde tekrar birleştirmek
için uğraşır. İslâm’ı aleme hidayet mesajı ve nur
olarak taşır. Hilâfet devletini daha önce olduğu gibi
devletlerarası konum ve siyasette karar kaynağı olduğu
konuma tekrar getirmek için birinci devlet ile rekabete tutuşur.
Ey Generaller ve Subaylar!
Hiç şüpheniz olmasın ki Hilâfet tekrar
kurulacaktır, Allah’ın indirdikleri ile yönetim Allah’ın
izniyle kafirlerin karşı koymalarına rağmen yakında tekrar
hakim olacaktır. İsrail, askeri yığınaklarına, Amerika ve
bütün küfür devletlerinin kendisine yardımlarına rağmen
yok edilecektir.
Ey Generaller ve Subaylar!!
Siz, Türkiye’deki yönetim nizamını
değiştirmeye, laikliği ve kafir batının kanunlarını ilga
etmeye muktedirsiniz. Allah’ın indirdikleri ile yönetim ve
Hilâfeti tekrar getirmeye muktedirsiniz.
Bunun için biz sizi; Laikliği ve küfür
nizamlarını ilga etmekle ve Hilâfet Devletini tekrar kurup
Allah’ın indirdikleri ile yönetimi tekrar getirmekte geç
kalmadan acele edip öncülerden olmaya davet ediyoruz.
Müslüman Türk halkı sizi ilk destekleyecek olanlardır.
Aynı şekilde yeryüzünün doğusu ve batısındaki Müslümanlar
da sizi desteklerler.
Bu büyük şerefe nail olamaya koşun. Bunlar
İslâm ve Müslümanlara karşı yapmış olduğunuz
tasarruflarınıza kefaret olur. Bu da sizi ateşten kurtarır
ve size cennette yüksek mevkiler kazandırır. Eğer bunu
yaparsanız yeryüzüne ve üstündekilere varis olasıya kadar
misk gibi güzel koku olarak zikriniz devam edecektir.
Allah’ın selamı, Hidayete tabi olanların
üzerine olsun!!!
HİZB-ÜT TAHRİR
H. 4.REBİUL AHİR 1418
M.
07-08-1997
|