Bu Ekonomik Uçurumun
Sebebi Lâik Demokratik Hürriyetçi Kapitalist Sistemdir
30.09.1997’de ABD
yetkilileri, Amerika’daki fakirlerin oranının %13,7
olduğunu, böylece fakirlerin sayısının %0,7 arttığı ve
fakirlerin fakirlik seviyelerinin ise düştüğü, dar
gelirlilerin durumunun düzelmediği ve zenginlerin
zenginliğinin de arttığını açıklamıştır.
Dünyanın en büyük
kapitalist, demokratik ve lâik devletin durumu böyledir. Kendi
ülkesinde kendi halkına zulmediyor. 160 kişi milyarlarca
dolara sahiptir. Bu 160 milyarder ülkeyi yürütüyor ve
servetlerin %80’i onlara gidiyor. Günü gününe yaşayanların
oranı en azından %67. Zor durumda yaşadıkları yetkililerce
açıklanmıştır. %13,7 ise yemeklerini çöplüklerden
bulmaya çalışmakta.Ve teneke evlerde veya sokakta veyahut köprü
altında yatmaktadırlar. Bütün
bunların sebebi lâik, demokratik, kapitalist ve hürriyetçi
sistemdir. Bu sistemin insanlığa ne kadar zararlı ve
tehlikeli olduğunu gösteriyor. Bu nedenle bu sistem bu
dünyadan kaldırılıp yok edilmelidir. Yerine İslâm yerleştirilmelidir.
Zira, İslâm fakirliği tedavi eder, iktisadi dengeyi sağlar
ve herkesin zenginliklerden istifade etmesi için çalışır.
İnsanlar arasında ekonomik uçurumun meydana gelmesini
engeller. Çünkü, genel mülkiyeti zenginlere mülk
edindirmez. Genel mülkiyetin geliri fakirlere mülk edindirilir
ve böylece onları da zengin eder.
Türkiye’de durum
Amerika’dan farklı değil aksine daha da kötüdür. Şöyle
ki; 17.10.1997 tarihinde Show Tv ana haber bülteninde Türkiye
cumhuriyetinin Maliye Bakanı Zekeriya Temizel Türkiye’de 30
milyon fakir ve 12 milyon aç insan bulunduğu açıklanmıştır.
DİNİ KANAL DEĞİL, BÜTÜN
KANALLAR İSLAM’A GÖRE AYARLANMALI
Türkiye’deki
yöneticiler Batı’yı taklit etmekten vazgeçmezler. Batının
lâiklik, Cumhuriyet demokrasi, milli ve milliyetçi devlet
hukuklarını, ceza kanunlarını ve anayasalarını ithal
ettikleri gibi Batıyı en küçük şeylerde bile taklit
ederler. 19/08/1997’de eski emniyetçi ve ulaştırma bakanı
Necdet Menzir dini kanalın kurulmasını önererek şöyle
dedi: “Nasıl ki TV’lerde
her gün borsa haberleri yer alıyorsa, dini eğitime ilişkin
yayınlar da yapılabilir. ABD’de böyle bir kanal var.”
Bu yönetici İslâm’ı
bilmiş olsaydı veya derin düşünmüş ve Batı taklitçiliğinden
uzak kalsaydı böyle demezdi. “Dini
kanal diye bir kanal kurulmaz. Bütün kanallar dine dayalı
olmalıdır” diyecekti. Yani bütün programlar İslâma
göre yapılacak, İslâma aykırı bir şey yayınlanamayacak,
gösterilen filimler Amerikan veya Avrupalı değil, İslâmi yaşam
tarzını ve İslâmî ilişkiler ve ahlâkını yansıtacak
filimler olacaktır. Tv’nin hedefi insanlarda İslâm
Şahsiyetini yerleştirmeye yönelik olmalıdır. Ayrıca,
doğru haber ve siyasî uyanıklılığı sağlamak için olmalıdır.
Aynı zamanda, ABD’de
ve Avrupa’daki TV’lerin sapık programlara
bakılmayacaktır. Onlar dini her şeyden ayırıyorlar. Bu
nedenle, batıl dinleri için ayrı Tv’ler kuruyorlar. Öbür
Tv’ler kötülüğü ve fuhşu yayınlıyor. Bu nedenle, ABD’de
ve Avrupa’da cinayetler, fuhuş ve kötülüğün her çeşidi
gün geçtikçe artıyor.
ORTADOĞUDA YİNE NE
ENTRİKA ÇEVRİLİYOR?
Netanyahu-Hüseyin
Müslümanlar Aleyhine Ne Entrikalar Ceviriyorlar.!!
Ekim ayının başında
Ürdün’deki Hamas’ın siyasî bürosunun temsilcisi Halit
Miş’el suikasta uğradı. İsrail dış istihbarat teşkilâtı
(Mossad)’ın iki mensubunun bu suikastı tertipledikleri
ortaya çıktı. Ürdün bunları tutukladı.
Bu olayın İsrail
Hamas’ın kurucusu Ahmed Yasin’i İsrail Kral Hüseyin’e
gönderiyor. Yaser Arafat bu olaya şaşırıp Ürdün’e
uçtu. Çünkü, Filistin özerkliğinin lideri sıfatı
taşıyan Arafat’a, Netanyahu ve Kral Hüseyin’e haber
vermediler. Buradan anlaşılıyor ki; Yaser Arafat’ın görevi
bitti. O İsrail’i tanıdı ve İsrail’in bütün
isteklerini yerine getirdi. İngilizlerin sabit ve sadık ajanı
ve aynı anda hayatı boyunca Yahudilerin hizmetcisi olan Kral Hüseyin
ile Yahudiler anlaşmayı tercih ediyorlar. Amerika’nın
baskısından kurtulmak istiyorlar.
Kral Hüseyin Ahmed
Yasin’i Gazze’ye gönderiyor. Aynı zamanda Mossad
mensuplarını İsrail’e teslim ediyor. Ahmed Yasin İsrail
ile Hamas’ın görüşebileceğinden bahsetti. Kral Hüseyin
de Hamas’ın İsrail’le görüşmesini önerdi. Ayrıca,
08.10.1997’de Kral Hüseyin, Halit Miş’el suikasta
uğramadan iki gün önce 29.09.1997’de İsrail savunma
bakanı Murdahay, Temel Yapı Ve İmar Bakanı Şaron ve
dışişleri Bakanı David Levy Ürdün’e gizlice gelip
kendisiyle görüştüklerini onlara Hamas’ın İsrail’le görüşmesini
önerdiğini duyurdu.
Amerika, bu
gelişmelere şaşırıp kızgınlığını gösterdi. Hatta,
Clinton Ortadoğu’da sıkıntılı gelişmeler meydana
geldiğini açıkladı. Hemen Ortadoğu temsilcisi Ross’u
oraya gönderdi. Ros, Netanyahu’ya baskı yapıp Arafat’la görüştürdü.
Böylece, Amerika Arafat’ın itibarını korudu ve daha Arafat’tan
vazgeçmediğini gösterdi. İngilizlerin planlarını
bozacağını gösterdi. Nitekîm, Arafat’ın hasta olduğu
bir ay önce açıklanmıştı. Böylece, ingilizler Amerikan
planlarını bozmak ve yerine geçmek için Hamas’ı
kullunmaya yöneliyorlar. 09.10.1997’de Amerikan Dışişleri
Bakanı Albright, dünyada otuz terörist örgütün adını
saydı. Bunların arasında HAMAS da var, ama Yaser Arafat’ın
örgütü FKÖ yok. Sıralamada İngilizlere karşı savaşan
IRA’yı da saymıyor. İngiltere Başbakanı Blair ABD’nin
bu tutumuna karşı kızgınlığını gösterdi.
11.10.1997’de Kral
Hüseyin Amman’daki Mossad’ın bürosunu kapattığını ve
subaylarını İsrail’e gönderdiğini bildirdi. Halbuki, hiç
bir kimse Ürdün’de Mossad’a ait bir büro var olduğunu
bilmiyordu. Peki Kral Hüseyin bunu neden açıkladı? Onun
maksadı herhalde İsrail’le yapılan anlaşmaları sıcak
tutup planları gündemde kalsın istedi. Netanyahu Halit Miş’el‘e
düzenlenen suikastı benimsedi, kendisinin emir verdiğini açıkladı.
Demek ki, Hamas’ı gündeme getirmek için bu ciddi olmayan
suikastı düzenlendi. Miş’el’i öldürmek istemediler.
İsteselerdi öldürebilirlerdi. Hem de Miş’el’in açıkladığı
gibi ışın saçan silah kullanıldı. Onun tedavisi için
İsrail’den bir tabip geldiği de haberler arasındadır. Miş’el
böyle bir tabibin gelip gelmediğini bilmediğini açıkladı.
Çünkü, kullanılan silahı ancak yahudiler bilirler. Kral Hüseyin
29.09.1997’de üç İsrail’li bakanla görüştüğünü,
onlara Hamas’ın İsrail ile görüşmelere katılmasını
önerdiğini, açıklaması hem de bu görüşmeden iki gün
sonra Miş’el’e suikast düzenlenmesinden anlaşılan odur
ki Kral bu bakanlarla bu suikastın düzenlenmesi üzerine anlaştılar.
Çünkü, bu olaydan uzun müddet söz edilecek, onunla ilgili
her gün yeni gelişme olacak. Böylece, Hamas’ın İsrail’le
görüşme önerisi gerçekleşinceye kadar sıcak
tutulacaktır. Bu yazıya son vermeden önce 13.10.1997’de
İsrail cezaevinde yatan 8 Filistinli ve bir Ürdün’lü Kral
Hüseyin’e gönderildiğini duyduk. Bunlar Arafat’a teslim
edilmedi. Gelecek günlerde bununla ilgili gelişmeler
olacaktır.
Son dileğimiz Hamas’ın
uyanıp bu oyuna gelmemesidir. Çünkü, Arafat yerine İsrail’le
anlaşmak Arafat’ın durumuna düşmektir.
Kesinlikle İsrail’le anlaşmak caiz değildir. Cihat yapmak
ise farzdır. Filistin yahudilerden temizleninceye kadar
cihat sürmelidir. Filistin’de İsrail varlığı adı
altında dört milyon Yahudi var. Bunlar Amerika’ya gitsinler.
Çünkü, Amerika’da yahudiler altın çağlarını
yaşıyorlar. ABD’nin Dışişleri bakanı, Savunma Bakanı,
Ekonomi Bakanı ve Maliye Bakanı onlardandır. Bir çok yüksek
makamda bulunan memur ve yetkili onlardandır. ABD’nin
Ortadoğu temsilcisi Ros ve Kıbrıs temsilcisi Richard
Holbrooke de onlardandır. Basın, enformasyon araçları,
sinema endüstrisi ve holywood onlarındır. Orada beş milyon
Yahudi bulunmaktadır. Filistin’de bulunan dört milyon Yahudi
oraya iltihak etsin. ABD’ye onlar da sığar. Böylece,
Filistin sorunu çözülür. Savaş biter ve barış gerçekleşir.
Bu gerçekleşmezse hiçbir zaman savaş durmaz ve barış gerçekleşmez.
Ta ki cihadı ilan edecek ve başlatacak Hilâfet Devleti
kuruluncaya kadar.
İRAN’IN YENİ
BAŞKANI YAHUDİLERE KARŞI ILIMLI
02.09.1997’de İran’ın
yeni Cumhurbaşkanı Hatemi, Filistin’de Müslümanlar, hıristiyanlar
ve yahudilerin beraber barış içerisinde yaşamalarını arzu
ettiğine dair bir açıklama yaptı.
Acaba, bu başkan
yahudilerin Filistin toprağını gasp ettiklerini, ahalisinin
yarısını oradan kovduğunu ve sayısı bilinemeyen müslümanı
öldürdüklerini unuttu mu?
Yahudilerin Allah’a
peygamberlere ve müminlere hep ihanet yaptıklarını ve
onların gaddarlığını Kur’an’ı Kerim’inde de
anlatıldığını bilmiyor mu?
Yoksa, Amerika müttefiği
olan Suriye’nin müttefiği olduğu için Filistin ile ilgili
Amerika’nın planını kabul ettiğini bir ifadeyle açıklamak
mı istiyor?
HABER
Ağustos ayında ABD’nin
parlamentosu tarafından finanse edilen Washington İnstutit,
Ürdün’ün İsrail ile 1994’te barış yapmadan önce 50 yıl
içerisinde onunla gizlice 39 anlaşma yaptığını ortaya çıkarttı.
ABD Kral Hüseyin’i kendisine boyun eğdirmek için böyle
şeyleri keşfediyor. Ama
Hilâfet’i kurmak için mücadele eden Hizb-ut Tahrir, 40 yıl
içerisinde hep bu hain kralın yahudilerle ve ingilizlerle
entrikasını keşfediyordu. Ama millet inanmıyordu.
Yalancı Kral sürekli bunları tekzip ediyordu.
HABER
06.09.1997’de Cezayir’de
İslâmî Siyasî Cemaat (GIA) orada meydana gelen katliamları
gerçekleştirmediğini açıkladı. Bütün deliller de bu
katliamları devletin gerçekleştirdiğine dair deliller
vardır.
SÖMÜRGECİLER, SİLAH
SATMAK İÇİN BİRBİRLERİ İLE YARIŞMAKTADIRLAR.
25-7-1997’de ABD
sevincini bildirerek kazancını gösteriyor. Çünkü Birleşik
Arap Emirliklerine füzeleri satış ihalesini diğer
Avrupalılara karşı kazanıyor. Bu satışın değeri 160
milyon dolar.
Ne yazık ki bizim
İslam memleketleri sırf Pazar olup sömürgeci devletlerin
rekabetinin sahası olmaktadır.
Bu silahları alıyor ya kendi halkına karşı kullanır veya
diğer İslam memleketleriyle çatışarak kullanırlar. Bir kaç
seneden sonra kullanılmazsa paslanır faydası kalmaz. Sömürgeciler
tekrar onlara yeni model silah satmaya kalkışıp bu devletleri
korkuturlar. Ayrıca İslam memleketleri silah ağır silah ve
modern silah sanayisi geliştirmek için zatı güçlerine
yönelmezler. İthalata dayanırlar. İşte İslam
memleketlerinin durumu şu anda budur ey Müslümanlar.
KRAL İSLAMLA ALAY EDEN
KIZLARI ÖLDÜREN ÜRDÜNLÜ ASKERİ AĞIR CEZA YA ÇARPTIRIYOR.
Namazıyla alay eden
yedi yahudi kızı öldüren Ürdünlü asker Ahmet Dakunsa’ya
ağır işler yaparak hayat boyunca cezaevinde kalması için
cezaya çarptırıldı. 20-7-1997’de Ürdün Askeri ceza
mahkemesi bu cezayı askere verince İsrail bu cezadan memnun
olduğunu bildirdi. Çünkü; çok defa çok Yahudi çok
müslümanı öldürüyor, İsrail kafiri bunlara basit cezalar
verir yada hiç vermez. Onun psikolojik durumu yerinde olmadığının
veya akli dengeyi kaybetti diye bahane göstererek bırakıyor
yani cezalandırmıyor. Mescidi Aksayı yakan orada 28 müslümanı
öldüren ve buna benzer çok olayda aynı gerekçe gösterilir.
Ama Yahudilerin hizmetçisi olan Kral Hüseyinin bir askeri
mahkemesi İslam ibadetiyle alay eden kızlara karşı
dayanamayıp dini hakimiyet için kendini tutamayan o müslüman
askere hayat boyunca hapis cezasıyla birlikte o hapiste ağır
işler cezası veriliyor.
Onun psikolojik
durumuna hiç itibar edilmiyor. Bu Ürdünlü askere verilen
ceza yüzünden halk galeyana geldi. Kralın askerleri bu
askerin köyünü kuşattılar. 28 kişiyi tutukladılar.
Tutuklananlar arasında bu askerin annesi hanımı ve bir çok
akrabası vardı.
Öte yandan 26-7-1997’de
İsrailli mahkeme daha önce Mescidi Aksayı bombalamaya çalışan
Yahudi etsiyon adlı yahudinin Mescidi Aksada yahudi ibadetini
yapmasına müsaade etmiştir.
Ayrıca 27-7-1997’de
bir İsrailli mahkemede, yahudiler tarafından öldürülen veya
yaralanan veya zarar gören herhangi bir Arap’ın herhangi bir
tazminat alması veya tıbbi yardım almasına hak vermedi.
Araplar tazminat almaktan mahrum edilmiştir. Fakat kral Hüseyin
her öldürülen yahudi kızın ailesine yarım milyon dinar
(bir buçuk milyon dolar) vermiştir. Hem de bizatihi koskocaman
kral (!!) İsrail’e gidiyor ve o Yahudi aileler önünde diz
çöküyor ve başsağlığı diliyor. Televizyonlarda bu
çirkin manzara gösterilmişti.
Başka taraftan
30-7-1997’de Küdüste Yahudilere karşı iki intihar
operasyonu gerçekleşince İsrail Batı şerianın bütün
şehirlerini ve köylerini kapatıp halkın girişlerini ve çıkışlarını
yasaklamıştır. Bütün halka ceza vererek evlerinde onları
haftalarca hapsetmiştir. Ayrıca Kudüs’te ruhsat almamış
bahanesi altında müslümanlara ait bir çok evi yıkmışlardır.
Yüzlerce genci tutuklamışlardır. Arafat’ta İsrail kadar
çok genci de tutuklamasına rağmen İsrail onu az görüyor.
Ona çatıyor seni İsrail emniyetini korumak için Batı Şeria
ve Gazzeye getirip Özerklik başkanı yaptık. Bu görevi
yapmazsan seni Lübnan’a göndeririz diye tehdit ettiler. Ayrıca
bu özerkliğe ait 70 milyon dolara İsrail el koymuştur.
Çünkü Özerklik otoritesi parasını mecburi olarak İsrail
bankasında yatırmalıdır.
Yahudilerin tarihleri
boyunca bir huyu vardır; Onlara kim yumuşaklık yaparsa veya
taviz gösterirse onun üzerine binerler. Daha fazla ondan
isterler ve kendilerine onun iyilik yaptığını saymazlar.
Nankör olurlar, çünkü diğer insanları hayvan gibi görüp
İsrail oğullarına hizmet etmeliler. Filistin’de bunu
uyguluyorlar. Ayrıca horozlanıp büyük konuşurlar,
kendilerine karşı ciddi bir iş olacaksa hemen yumuşayıp
çekilmeye başlarlar. Çünkü onların tabiatı zelil ve
korkaklıktır. Her zelil ve korkak böyle durumdadır.
Nitekim bunu vakıada gördüğümüz
gibi onları daha iyi bilen onların yaratıcısı olan Allah
bunu şöyle bildiriyor:
“Onlar
(Yahudiler) zillet ve miskinlikle damgalandılar. Allah’ın
gazabına maruz kaldılar. Çünkü onlar Allah’ın ayetlerini
inkar ediyor ve haksızca peygamberleri öldürüyorlardı.
Ayrıca Allah’a isyan ediyorlardı
ve haksızca saldırıyorlardı.” (Bakara 61)
İSRAİL SURİYEYE
SALDIRACAK MI?
İsrail Golan
tepelerini Suriye’ye geri vermeyi ret ediyor. Bu nedenle,
aralarındaki barış görüşmeleri tıkanıp durdu. Gün
gittikçe durumlar gerginleşiyor. Bu nedenle İsrail Türkiye
ile bir kaç askeri anlaşma ve savunma işbirliği
yapmıştır. Böylece, Suriye’nin önü İsrail önünde açık
olduğu gibi sırtı da açık olmuştur. Bu nedenle 1.8.1997’de
Hafız Esat İran’ı bir gün için ziyaret etmiştir.
Kendisiyle birlikte üst rütbeli askerler götürmüş ve şöyle
de bir açıklama yapmıştır. Bu dönem eksenleşmeler ve
paktlaşmaların dönemidir. Türkiye’yi İsrail’le
yaptığı paktı terk etmeye çağırırken İran ve diğer
Arap ülkeleri, Türkiye,İsrail paktına karşı bir paktın
kurulmasına çağırmıştır. Ayrıca İran’ın İsrail’in
Suriye’ye karşı herhangi bir saldırı yaparsa ne tutum
alacağını öğrenmek istemiştir. Demeçlerinden İran’ın
tam desteğini aldığı anlaşılıyor.7.8.1997’de onun genel
kurmayı Hikmet Eş Sehabı şöyle açıklamıştır. Golan
tepelerini geri almak için barış tek seçenek değildir.
Suriye İsrail çatışırsa
bütün Müslümanlar Suriye yanında durur. Hafız Esat’ı
veya onun rejimi sevdikleri için değil Suriye’nin toprağı,
halkı ve askerleri Müslüman oldukları içindir. Ama üzücü
şey Türkiye İsrail yanında durursa veya saldırırsa her
kolaylığı sağlarsa Müslümanlar büyük fitneye girerler.
MEHMETÇİKLER DEĞİL
ATATÜRKÇÜLER TÜRKİYENİN KADERİNİ YAHUDİLERİN ELLERİNE
BIRAKIYORLAR!!
Türkiye ile İsrail
arasındaki ilişkiler hızlı bir şekilde gelişmekte.Çeşitli
askerî ve emniyet anlaşmaları yapıldıktan sonra değişik
ekonomik anlaşmalar da yapıldı. Bu sebeple, Yahudi
işadamlarının Türkiye’yi ziyaretleri de çok arttı. 7
Temmuz’da ziraat konusunda işbirliğini kuvvetlendirmek
üzere 20 Yahudi işadamı gelmişti. Ekimde iş daha da fazla
gelişti. Silah sanayisi ve satışı ile ilgili 20 Yahudi
Ekimin başında geldi. Bunların işi olumlu karşılanmış
olmalı ki ayın ortasına doğru 12/10/1997’de bu amaçla
yahudilerin Genelkurmay Başkanı Şahak geldi. Bu üst
düzeydeki Yahudi asker Türkiye ile iki milyar Dolar değerinde
bir satış ve sanayi anlaşması gerçekleştirdi. İsrail Türkiye’ye
uzun menzilli Delilah
füzeleriyle birlikte Popeye I ve II füzelerini satma
anlaşması Merkavo III tankları satış anlaşması, Türkiye’nin
F-5 savaş uçaklarının modernizasyonu anlaşması, Türk
helikopterlerine füzesavar sistemleri
takılması, Türk ordusu için keşif uçakları üretmesiyle,
uzaktan kumandalı bilgisayar sistemlerle donatılmış
insansız gözlem ve bilgi toplama uçakları satmakla ilgili,
ordu içinde ve iki ordu arasında haberleşme sistemi
yerleştirmekle, Türk ordusuna hafif saldırı silahları
üretilmesiyle ilgili bir dizi anlaşmalar üzerine ön
mutabakat sağlandığı açıklandı. Yetkili Yahudi askerin Türk
askerlerini kolayca ikna ettiği belirtildi. Bu sebeple, ekim
ayının sonuna doğru Türkiye’den Allah’ın düşmanı
olan İsrail’e kara, hava ve deniz kuvvetlerinden üst
düzeyde askeri heyet gidecek ve bu anlaşmayı onaylayacaklar.
Ayrıca, Yahudi
Genelkurmay başkanı Türkiye ile yapılacak askerî
deniz tatbikatının üzerinde durduğu açıklandı. Bu
tatbikat 15-20 Ocak 1998 tarihleri arasında yapılabileceği
ihtimali vardı. Fakat, Türkiye Genelkurmay 2. Başkanı Çevik
Bir Ocak veya Şubatta yapılabileceği ihtimalini verdi.
Türkiye’deki lâik
rejim yüzünden dolayı Müslümanların parası yahudilere
gidiyor. Bu lâik askeri ve
sivil yöneticiler yahudilere 2 milyar Doları kazandırdılar.
Böylece, İslâm ile ve müslümanlarla savaşan, Allah’ın düşmanı
olan yahudilerin varlığını güçlendirmiş olacaklar. Belki
İslâm düşmanı bu laikler hususî olarak yahudilere
müslümanları ezdirmek istiyorlar. Nitekîm, Türkiye’deki
müslümanları eziyorlar. Bunlar yahudilerin işbirlikçisi ve
dostu oldular. Oysa, Allah’u teâla şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler,
yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar ancak
birbirlerinin dostudurlar. Kim onları dost edinirse onlardan
olur. Şüphesiz ki Allah zalim olan kavmi hidayete erdirmez. (Maide:
51)
Bu anlaşmalar, dost
edinmenin bir parçasıdır. Ayrıca, müşterek tatbikat o düşmanı
güçlendirir. Üstelik, yahudiler Filistin’i gasp edip
ahalisinin yarısını kovdular ve diğer yarısına da her gün
bin türlü azap çektiriyorlar. Onları göç etmeye
zorluyorlar. Bu sebeple yahudilerin varlığı gayri
meşru ve gayri insanidir, vahşidir. Atatürkçüler
onlarla bu tür işbirliği yapınca onlarla ortak olmuş
oldular.
Öte yandan,
yahudilerin sattıkları silahlara ve bilgisayarlara da belli
cihazlar yerleştirdikleri haberler arasındadır. Böylece,
Türk ordusunun bütün hareketi yahudiler tarafından takip
edilebiliyor. İstedikleri zaman Türkiye ile savaşan tarafa bu
bilgileri satabilecekler. Nitekîm, birkaç ay önce ünlü
Alman yazarı Erich Schmit Abniyum Amerikan televizyonlarına
konuşmalar yapıp İsrail İstihbarat Teşkilatı (MOSSAD)’ın
her bilgisayarlara yerleştirilebilen bilgi götürücü ufacık
cihazların sanayisini geliştirdiğini ve İsrail bu kendi
icadını CIA’ya arz ettiğini de açıkladı.
CIA her ne kadar da bu
iddiayı ret etmişse de Alman yazarı kendi sözlerini delil ve
belgelerle ispatlayabileceğini söyleyerek ve kendisini
yalanlayanlara meydan okudu. Berlin’de bir basın toplantısı
yapıp bu skandalı ortaya çıkartmaya hazır olduğunu açıkladı.
Arap devletleri ile temasa geçip kendilerine bilgi vermeye hazır
olduğunu açıkladı.
Buna göre, İsrail Türkiye’ye
satacağı tanklar, silahlar, bilgisayarlar ve modernize
edeceği F-4 uçakları ve F-5 uçaklarına böyle cihazları
yerleştirme ihtimali büyüktür. Nitekîm, ordu içerisindeki
haberleşme sistemini uyduya bağlamakla ilgili anlaşma
üzerinde mutabakat sağlandı.
Türkiye, bu silahları
ve sistemleri tamir etmek istediği ve yedek parçaya ihtiyaç
duyduğu zaman İsrail’e başvuracaktır. Böylece, Türkiye
her zaman yahudilere muhtaç kalacaktır. Yahudiler
istediği zaman ve şekilde Türkiye’ye baskı yapabilir.
İsrail Atatürkçülere
müslümanları daha fazla ez derse
onlar hemen bunu yapacaktır. Öte yandan, bu Atatürkçüler
İslâm ve Müslümanların büyük düşmanı olmakla beraber
kendilerine ata ve önder olarak saydıkları Atatürk’ün
Yahudi asıllı olduğunu bilmiş olmalılar ki yahudilerle o
kadar güzel ilişki kuruyorlar ve yahudilere Müslümanların
parasını kazandırıyorlar.
Bu askerlerin Atatürkçü
ve lâik zihniyetleri değişmedikçe Türkiye’nin başını büyük
belâlara sokmaya devam edecekler. Onlarla yapılacak iş, bu
çürük zihniyetleri değiştirip İslâmî zihniyet kazandırmaktır.
Ayrıca, Müslüman halkımız onların yüzlerine karşı
dikilmeli ve onları bu ihanetlerden vazgeçirmek için onlara
baskı yapmalıdır.
TÜRKİYE TEKRAR IMF’NİN
TEHLİKELİ POLİTİKASINA UYMAYA HAZIRLANIYOR VE FAKİRLERİN
SAYISI 34 MİLYONA TIRMANIYOR
Ekim ayının
ortasında IMF’nin bir heyeti Türkiye’ye geldi. Bir haftalık
bir çalışma yaptıktan sonra IMF’nin Avrupa bölümünden
sorumlu icra direktörü Willy Kiekens gelip Türkiye Başbakanı
M. Yılmaz ile görüştü. Yılmaz bu direktörün planından kâni
olduğunu açıkladı. IMF’nin bu direktörü Türkiye
ekonomisiyle ilgili planı sunarken bunun başarısı için
Türkiye IMF’ni tavsiyelerine(!) (şartlarına) mutlak
uyacağını açıklıyor. Hazine müsteşarı Mahfi Eğilmez “IMF’yle
bir şey imzalarız” dedi. Ama bu şeyin adı ve mahiyeti
hakkında bir şey açıklamadı ama bunun bir istikrar paketi
olacağı bellidir. Tamamen 5 Nisan 1994’te Çiller Başbanlığı
döneminde alınan istikrar paketi gibi olabilir.
Buradan
anlaşıldığına göre, IMF Türkiye’deki insanları daha
fazla sıkmakta ısrarlıdır. Kemer sıkma politikası
başlayacaktır. Çünkü, 1998 senesinde bütçede 4 katrilyon
açık var. IMF’nin vereceği yeni krediler ve göstereceği
tedbirlerle bütçe açığının kapatılacağı zannediliyor.
Peki, 1978’den beri ve 5 Nisan 1994 senesindeki bütçe açıkları
kapatılabildi mi? Hayır. Halk zengin oldu mu? Hayır. Paralar
sadece belli ellerde birikiyor. Nitekîm, 16.10.1997’de Devlet
Bakanı Salih Yıldırım Dünya Gıda Gününde
Türkiye’de 22 milyon insanın yoksulluk, 12 milyonun açlık
sınırında olduğunu açıkladı.
Bunların toplamı 34 milyondur. Yani Türkiye’nin yarısı
yoksuldur. Yazıklar olsun bu Cumhuriyet Devletine! Yazıklar
olsun Atatürkçülere ve Laiklere! Yazıklar olsun
Demokratlara! Bu, demokratik, lâik ve Atatürkçü Cumhuriyet
sistemi sebebiyle doğmuştur. Bu sistem halkı daha fazla
batırıyor ve fakirleştiriyor.
Öte yandan, BM’lerin
1997 Ticaret ve Kalkınma Raporuna göre; Türkiye gelir dağılımı
adaletsizliğinde 26.ülke oldu. Şöyle ki, Türkiye
servetlerinin %50’si halkın %20’sinin elindedir. Orta
sınıf gelirlerin %35’ine sahiptir. Halkın en fakir %40’lık
bölümü memleket servetlerinin yalnızca %15’ine sahiptir.
Türkiye’deki bu
küfür sisteminin ne kadar zalim olduğu görülmektedir.
Bu lâik, Atatürkçü,
demokrat sistem halkı fakirleştiriyor.
Memleketi Amerika’nın dış ekonomik sömürgeci aracı olan
IMF’ye bağlıyor. Peygamberlerin katili olan yahudilere de
bağlıyor. Bunlar iflâh olur mu? Bunlar ile hayır gerçekleşir
mi?
Üstelik, IMF’nin
tavsiyeleri ! veya daha doğrusu şartlarının tümünü açıklamıyorlar.
IMF’nin şartları yalnız
yıkıcı ekonomik şartları değil siyasî İslâm ile ve
toplumla savaşmakla ilgilidir. Son zamanlarda bazı Arap
devletleri IMF’ye bağlanmak istediklerinde IMF şu şartları
koştu:
1-Buğday,
un, şeker gibi temel gıda ihtiyaçlarındaki devletin desteği
kaldırılacaktır. Bu
şekilde bu temel ihtiyaçların fiyatları yükselir. Böylece
halkın feryadı ve inlemesi artar.
2-Kadınla
ilgili reform yapmaktır. Kadının her tür hürriyetini
tanımaktır. Bu ise, kadın ve aileyi bozmaya yol açar.
3-İslamî
hareketlere baskı yapmaktır.
Mısır ve Tunus’la bu hususta irtibat kurmaktır. Çünkü,
bu iki ülke bu konuda IMF’nin sinsi planını uyguluyorlar.
Zaten, bu şartlar Türkiye’de
uygulanıyor.
Bunun manası, IMF’nin
amacı memleketlere yardım etmek değil her yönden onu batırıp
İslâm’ı silmektir.
Yöneticiler akıllı
olup İslâm ekonomik politikasını düşünseler IMF’ye
ihtiyaçları kalmazdı ve memleket kalkınır halk
zenginleşirdi. Nitekîm, İslâm gelir dağılımının
adaletini tam gerçekleştiriyor. Bir yoksulun veya fakirin
bulunmasına müsaade etmez. Müslümanlar ona yardım eder.
Devlet de onlara yardım eder ve mecburen iş bulur. Ayrıca,
kamu mülkiyetini işletme işini özel şirketlere vermez veya
satmaz. Devlet kendisi işletir geliri de önce fakirleri
zenginleştirmek için verilir. Bu sebeple İslâm devletinde
bir fakir bulunmuyordu. Hatta zekatı topluyorlardı, fakirlere
vermek için çalışırken bir fakir bulamıyorlardı. İşte,
Müslümanlara ve insanlara örnek sistem yegane İslâm’dır
İRAN’IN YENİ
CUMHURBAŞKANI BATILI MIDIR?
09.10.1997’de İran
Cumhurbaşkanı Hatemi, kadınlara hitap ederken şöyle dedi: “Batı
dünyasının kadınlar dahil insanlık için getirdiği olumlu
sonuçları tanımalıyız.”
İran’ın yeni
Cumhurbaşkanının zihniyeti batılıdır. Daha
önce, seçimle gelen demokratik sistemi darbeyle gelen şeriat
iktidarına tercih ettiğini açıklamıştır.
Şimdi ise, açıkça Batıyı
kabul edeceğini bildiriyor. Zaten, İran rejimi Batıdan
geldi. Çünkü, Cumhuriyet sistemi Batıdan gelmiştir. Bu
nedenle, böyle zihniyetli bir devlet başkanı olması
normaldir.
Batı sistemi ve kültürü
lâikliğe, dini hayattan ayırmaya dayalıdır. Bu sebeple
Batıda, ruhanî, insanî ve ahlakî değerler yoktur.
Yönetim, ekonomi, öğrenim ve sosyal nizamları batıl ve
bozuktur. Kadına veya daha doğrusu herkese her türlü
hürriyetleri verdiler. Kadınlar ve erkekler hepsi birden
bozuldu. Toplumun yarısı zina sonucu doğmuş (veledi
zina)dır. İngiltere’de ise toplumun %80’i zina
ürünüdür. Bu onların açıklamasıdır. Aile bozulmuştur
ve ailede huzur ve istikrar yoktur. Boşanmalar %85’e
ulaşmıştır. Kadın veya erkek herkes tek başına yaşamayı
tercih ediyor. Ondan sonra da evlilik dışı ilişkileri
kurmayı arıyorlar. Bu sebeple, Batı insanlığa hiç hayırlı
bir şey getirmedi. Tersine hep olumsuz netice getirmiştir.
Teknoloji, ilim ve
sanayi ise bu Batı dünyasının ürünü değildir. Hem de bu
evrenseldir. Doğulu ve Batılı bir çok halkın katkısı
vardır. İslâm Devleti döneminde İslâm Ümmeti dünyaya
bütün ilimlerin temellerini ve geliştirilmesini sundu. Komünist
Rusya ve Budist Japonya’nın da çok katkıları vardır. Bu
sebeple, ilim, teknoloji ve sanayiyi her yerden alabiliriz.
Fakat, kadınla veya toplumla veya devletle ve
nizamlarıyla ilgili hususlar sadece ve sadece İslâm’dan alınır.
Ayrıca, Batı
kadınları çok ezdi ve eziyor. Kadını sadece cinsel meta
olarak görüyor. Hep onu teşhir ediyor.
Modada, resimde, filimde, reklamda ve her konuda. Kadınları
erkek gibi saysa bile. Bu sadece teoridir ve pratiği yoktur.
Yine de kadını horluyorlar. Değişik görevlere girmesine
müsaade etmişse de onu bu şekilde eziyor. Çünkü, kendi
kendine bakmaya mecbur kıldı. Kocası ona bakmaya mecbur
değildir.
İslâm’da kadın
istediği meşru ticarî, ziraî ve sanayi işe girebilir.
Devlet memuru, daire müdürü ve hâkim olabilir. Kazandığı
para kendisinindir. Ev için bir kuruş bile harcamaya mecbur
değildir. Çünkü, koca eve, hanımına ve çocuklarına
bakmaya mecburdur. Kadın gönüllü olarak kocasına yardım
edebilir. Baba da kızlarına bakmaya mecburdur. Onları çalışmaya
zorlayamaz. Babası veya kocası yoksa erkek kardeşleri ona
bakmaya mecburdurlar. Bunlar da yoksa devlet mecburdur. Devlet
kadını çalışmaya mecbur kılmaz. Onlara
bakmalıdır. Ancak çalışmak isteyen kadına temiz iş temin
eder. Devlet sadece çalışabilecek erkekleri çalışmaya
zorlar. Batı ise kadınları da çalışmaya
zorlamaktadır. Seçim meselesinde Resulullah (S.A.V.) ve Raşidî
halifeler döneminde olduğu gibi seçime katılır. Erkek gibi
hakkı vardır. Kadın sadece yönetici yani Halife, yardımcısı
ve Vali olamaz. Ayrıca yönetimle ilgili Mezalim Hakimi olamaz.
Diğer çeşit hakimlik görevlerinde bulunabilir. Husumet ve
Muhtasıp olarak hâkim olabilir.
Ancak, kadında asıl
olan anne ve ev terbiyecisi olan şer’i hükmü unutmamak
gerekir. Çünkü, çocukları doğuran ve terbiye eden ve evin
iç bakımını sağlayan kendisidir. Evi ve çocukları
harcamaya mecbur değil, ama bunları ve kocasının yemeklerini
hazırlar ve evin temizliğini sağlar. Ancak, işler ağırsa
veya kadın yapamıyorsa kocası ona hizmetçi temin etmelidir.
İşte, bu sosyal nizam Batıda hiç yoktur. Bu sebeple Batılılar
mutluluğu hiç tanımıyorlar. Hayvanlar gibi yiyip içiyorlar
Doğrusu Allah, inanıp
yararlı işler işleyenleri içlerinden ırmaklar akan
cennetlere koyar. Durakları ateş olduğu halde kafirler,
zevklenirler ve hayvanlar gibi yerler. (Muhammed:12) Eğlence
yerleri,kadın veya erkek dost edinmek için değişik yollara
başvuruyorlar. Gazeteler, televizyonlar, belli bürolar ve
telefonlar yoluyla bu işi sağlamaya çalışıyorlar. Batıda
kadınların kendilerini satabildikleri genelevler kurulabilir
ve buralarda kadın ticareti meşru olarak
yapılabilir.Batının kadınlarla ilgili attığı hangi adım
sonuç verdi. Bunu İran Cumhurbaşkanı’na soruyoruz.
İran Cumhurbaşkanı
aklını başına alsın ve İslâm’ı iyice araştırsın.
Yoksa İran’daki kısmi İslâmî uygulamalar kalkar. Mısır
gibi olur. Nitekîm İran’da İslâm sadece ibadette, sosyal
hayatta (erkek kadın arasındaki ilişkilerde) ve bazı ceza
kanunlarında uygulanıyor. Yönetim, ekonomi ve dış siyaset
İslâm’a aykırıdır.
Bundan dolayı, İran’a
Hilâfet sistemi getirmek için ve bütün nizamları İslâm’a
dayandırmak için mücadele etmelidirler.
DEMİREL’İN
BAŞKANLIK SİSTEMİNİ GÜNDEME GETİRMESİNDEKİ MAKSAT
NEDİR?
Demirel; Türkiye
cumhurbaşkanıdır. Daha önce altı defa Başbakan oldu. Hiçbir
zaman başkanlık sistemine çağırmadı. Fakat, bugün nedense
hep bunu gündeme getirmeye çalışıyor. Nitekîm, cumhurbaşkanlık
döneminin yarısı geçti. Peki, Demirel niye bunu gündeme
getirmeye çalışıyor? Türkiye’nin önemli sorunlarını
mı ve özellikle İslâm’la devletin ve onun askerî
yönetimi savaşmasını örtbas etmek mi istiyor? Halbuki,
Özal ondan yüz defa cesur idi ve bu sisteme çağırıyordu,
ama bir şey yapamadı? Korkak ve hep askerlere kulaklarını
indiren Demirel mi gerçekleştirecek? Cumhurbaşkanlığı sona
erdikten sonra kalan ömründe tekrar siyasî bir partinin başına
mı geçmek istiyor? Ve bu sebeple siyasî yatırım mı
yapıyor? Müslümanların maruz kaldıkları zulme değinmiyor,
fakat başka telleri çalıyor! Yarın Müslümanlara sizi
savundum diye yalanı uyduracaktır. Oysa, kendi sürekli
küfür olan lâikliği ve demokrasiyi savunuyor. Askerler karar
alıyor ve hükümet bunu icraata geçiriyor. Ayrıca, bu küfür
rejimi var oldukça başkanlık sistemi gelse Türkiye’de ne
değişecektir ki? Kendisi ve Erbakan gibi siyasetciler
başkanlık sisteminde devlet başkanı olsalar da Generallere
boyun bükeceklerdir.
DEVLETİN YÖNETİCİLERİ
DEVLETİN GERÇEĞİ İLE İLGİLİ ŞAHİTLİK YAPIYOR
10.10.1997’de eski İçişleri
Bakanı ve DYP Genelbaşkan Yardımcısı Meral Akşener şöyle
bir açıklamada bulundu: “Genelkurmay
Casusluk Masası oluşturmuştur.” Şunları da ilave etti:
“Genelkurmay 65 milyon insanı fişlemektedir. Valiyi,
Kaymakamı, öğretmeni, doktoru fişliyorlar. Asıl insanları
bölenler bunlardır. Sen inanan- inanmayan, lâik-antilâik
diye insanları ayıramazsın. Bunların hesabını soracağız.”
05.10.1997’de eski
Başbakan ve DYP Genelbaşkanı T. Çiller ise “Devletin
jandarma ve polis devleti” olmakla
nitelemiştir.
Bunlar devletin eski yöneticilerindendirler.
Devletin gerçeğini gösteriyorlar. Bu devletin askerler tarafından
yönetildiğini belirtiyorlar. Bu devlet ve onun yöneticileri
ve özellikle yönetici askerler halkı bölüyorlar ve halka
karşı casusluk yapıyorlar. Çünkü, halktan korkuyorlar.
Halka ve dinine karşı savaş ilan etmişlerdir. Zira, insan
ancak düşmanına karşı casusluk yapar. Bu sebeple askerler
korku içerisinde Allah’ın Resulü olan Muhammet (S.A.V.) ve
müminlerin düşmanı olan yahudilerin varlığı olan İsrail’den
müminlere karşı yardım almaktadır. Bu askerler
(generaller), devletin görevlilerine bile güvenmiyorlar. O
nedenle herkesi fişliyorlar. Bunun sebebi halkın müslüman
olmasıdır. Dinlerini terk edip lâik olmuş olan generaller
eski kardeşleri olan Müslüman halkına bu savaşı ilan
etmişlerdir. Bu generaller tevbe edip tekrar dinlerine dönerlerse
ve bağlanırlarsa halklarına karşı casusluk yapmaya ihtiyaçları
kalmayacaktır. Halkları kendilerine ve Devleti dost
edineceklerdir.
KORKAKLARIN VERDİĞİ
TAVİZLERİNİN SONU YOKTUR
Erbakan, partisini 1983’te
Türkiye Siyasî Partiler Yasasına göre kurmuştur. Bu yasa
gereğince partinin temel ilkeleri; lâiklik, Atatürk ilkeleri,
demokrasi, Cumhuriyet sistemi ve temel hürriyetlerdir. Bunların
tamamı küfür ilkeleridir. 1996’da Başbakan olunca bu
temellere bağlanıp bunları uyguladı. Ayrıca generallerin
her dediğini uyguladı. İsrail’le bir çok anlaşmalar
imzaladı. 28. Şubat 1997 MGK kararlarına evet dedi. Bu
kararlar gereğince 8 yıllık
Kesintisiz Temel Eğitim yasallaştı.Generaller ve onlara
bağlı yargı organları bununla da yetinmedi. Bir düzen kurup
Erbakan’ın partisini kapatmaya dair bir dava açtırdılar.
Zira, Erbakan’ın korkaklığını ve boyun eğiciliğini öğrendiler.
Bu sebeple onu daha fazla korkutmak ve boyun eğdirmek için bu
davayı açtılar. Hem de onun gibi düşünenleri de korkutmak
ve boyun eğdirmek istediler. Ayrıca, onları aylarca
kendilerini savunmakla meşgul ettirmeyi hedef edindiler.
Erbakan 250 sayfadan fazla bir savunmayı hazırladı. Lâikliğe,
demokrasiye, Atatürk’e ve Cumhuriyet’e ne kadar bağlı
olduklarını ispatlamaya çalıştı. Savunmasını bitirmek
üzere iken şu ifadeleri yazmıştır: “RP ne bir felsefe
kulübü, ne dini bir ekol ne de okuldur. RP’nin İslâm’la
ya da herhangi bir dini doktrinle özdeşleştirilmesi mümkün
değildir. Savcının böyle bir iddiası ve sıkıntısı varsa
bu konuyu Diyanet İşleri Başkanlığından ya da bu konuda
yetkili ilim adamlarından sorabilir.”
İman zayıflığı
veya yokluğu yüzünden insan korkak olur.
Korkak olunca taviz verir. Zelilliği her zaman tezahür eder.
Nihayet, yenilir ve rezil olur. Ahirette pek acılı azap görür.
Her şeyi bilen Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“İşte
o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız
onlardan korkmayın, Benden korkun.”(Ali İmran: 175)
“Haksızlık
yapanlara yönelmeyin, yoksa ateş size de dokunur. Sizin Allah’tan
başka dostunuz yoktur; sonra, yardım da göremezsiniz.” (Hud:
113) Bu ayetlerdeki ikazlar
Erbakan’ın konumuna ne kadar da uymaktadır?
BÜTÜN İKTİDARLARIN
İCRAATLARININ AYNI OLMASININ SEBEBİ AYNI REJİMİ
UYGULAMALARIDIR
Muhalefet iktidarı
eleştirir. İktidar olunca eskiden eleştirdiği iktidar
partilerinin icraatlarının aynısını uygular. Şimdiki hükümet
eski hükümeti enflasyonu tedavi etmeyip onu arttırdığını
söylüyordu. Şimdiki hükümet döneminde açıklandığı
gibi Eylül ayının enflasyon oranı yıllık %89,9. Eskiler ve
yeniler, başka ifadeyle cumhuriyetin bütün siyasî partileri
aynı siyaseti izlerler. Bunun sebebi, rejim veya
nizamın aynı oluşudur. İktidara kim gelirse gelsin aynı
icraatı uygular. Bu nedenle, iktidarı değiştirmekle
değil rejim ve sistemi değiştirmekle uğraşmak gerekir. Türkiye
için İslâm’dan başka rejim ve sistem uygun olmaz.
LAİKLİĞE DAYALI BATI
HADARETİNİN VAHŞETİNDEN BİR MANZARA
İsveç’te 1935’ten
1976 yılına kadar fakirler ve geri zekalılar veya sakat
olanların kısırlaştırıldığı açıklanmıştır.
Bunun nedeni, İsveç necip ırkını korumaktır. İsviçre’de
ise halâ bütün insanlara kısırlaştırma gizlice devam
ettiği açıklandı. Belçika’da da aynı şeyin
yapıldığı açıklandı. De Morgen
gazetesi Ingrid van Butsel adlı Belçika’lı kadının 1985’te
kısırlaştırılmaya zorlandığını yazdı. Bu kadın
kısırlaştırmayı kabul etmezse onun evlenmesine müsaade
etmeyeceklerini yerel yöneticilerin tehdidi üzerine kabul ettiğini
yazdı. Belçika Kralı ve Başbakanına gönderdiği şikayet
mektubuna cevap almadığını kadın anlattı.
Finlandiya’da
1930-1955 yılları arasında 1460 kişiye kısırlaştırma
yapıldığı açıklanmıştır. İsveç’te ise 600 bin erkek
ve kadının kısırlaştırıldığı beyan edilmiştir.
İngiltere’de de
aynı icraatın Sağlık Bakanlığının izniyle yapıldığı
beyan edildi.
Cenevre Üniversitesi
Çocuk ve Ergen Psikolojisi Uzmanı prof. Jacques Voneche, İsviçre
televizyonunda şöyle dedi:”Özürlülerin
kısırlaştırılması gizlice hâlâ sürmektedir. Bu hususla
ilgili yapılan bütün araştırmalarda yetkili yerlerin
inkarıyla karşılaşılmıştır.”
Kısırlaştırma
önerisini ilk ortaya atan 1880 yıllarında, İngiliz Francis
Galton oldu. Nazi Almanya, ABD, Çin ve Hindistan bunu
benimsedi. Çin hâlâ kadınlara yönelik kısırlaştırma
operasyonunu sürdürüyor. Hindistan’ın 1975-77’deki
sıkıyönetim döneminde fakirler zorla kısırlaştırıldığı
açıklandı.
Batı
hadareti neler yapmaz ki?. Bu hadaret gayrî insanidir.
Zira, bu hadaretin temeli lâikliktir. Dini hayattan ayırmaktır.
Buna uygarlık veya çağdaş medeniyet derler.!! Türkiye buna
yetişmek için 74 senedir koşuyor. Roma İmparatorluğunda da
aynı icraat vardı. Bu hadaret Roma’ya özenmektir. Hatta Roma
Hukukunu hâlâ uyguluyorlar. Zalim Roma İmparatorluğu
yıkıldı gitti. Yerine hayır hadareti olan İslâm
Hadareti yayıldı. İslâm Hadaretinin temeli İslâm
Akîdesi ve mefhumları bundan fışkırmaktadır. Özürlüleri
korur, fakirleri zengin eder ve insanlığı himaye eder.
Şimdiki Roma hadaretinin uzantısı olan Batı hadareti
ancak İslâm devleti kurmakla ortadan kalkar ve insanlık
tekrar insanlara geri gelir.
HABER
15.09.1997’de İsrail
Jerusalem Post gazetesi şu haberi yayınladı: “İsrail
şirketleri Savunma Bakanlığının resmi onayı ile 1980-93
yılları arasında İran’a yüz milyonlarca dolarlık silah
ve modern askeri techizat sattı.”
Demek ki İrangate 1985’te
durmadı. 1993’e kadar devam etti.
TÜRKİYE BİLE BİLE
IMF’NİN POLİSLİĞİNİ KABUL EDİYOR
Geçen Eylül ayının
üçüncü haftası Hongkong’ta IMF konferansı yapıldı. IMF’nin
genel sekreteri Amerika’lı Michael Camdessus konferansı yürütüp
yönlendirdi. Buna katılıp Türkiye’yi temsil eden
Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner şu açıklamayı
yapmıştır: “IMF’nin
polisliğini istemiyoruz. Stand by önerisini geri çevirdik.
Ancak, ısrar ederlerse bütün şartları konuşuruz. Stand by’ın
bana getireceği kredi avantajlarına bakarım. İşime gelirse
kabul ederim. Bunu ayrıca görüşürüz. Ama Stand by
istemiyoruz.”
Türkiye IMF’nin
polisliğini istemiyorsa ona bağlı kalmaz. Hemen ondan
ayrılmalı. Hem onun polisliğini istemiyorsunuz hem ona
bağlı kalıyorsunuz, aynı zamanda IMF ısrar ederse o
polisliğin şartlarını kabul etmeye hazır olduğunuzu söylüyorsunuz.
Ne kadar çelişkili ve pasif bir tutumdur.Bu hem IMF’nin sömürgeci
olduğunu idrak ediyorsunuz, hem de buna boyun eğiyorsunuz. Bu
devlet bile bile sömürgeci IMF’ye bağlıdır. Çünkü,
onun kapitalist düşüncesinin esiridir. Başka düşüncesi
yoktur. İslâm ekonomi sistemini reddediyorlar. Öyleyse
sömürgeci kapitalist sisteminin ateşiyle kavrulsunlar. Umulur
ki akılları başlarına gelip İslâm’ı kabul ederler.
İNGİLTERE ENDONEZYA’YI
BÖLMEYE ÇAĞIRIYOR
28.08.97’de
İngiltere Dışişleri Bakanı Endonezya’yı ziyaret edip
Endonezya’dan bir parça olan Timor adasındaki insanlara
hakları verilmeli diye nutuklar attı. Oysa, oradaki bir gurup
Hıristiyan Batının desteklemesiyle timor’u Endonezya’dan
ayırmak için mücadele ediyorlar. Oradaki bölücü kilisenin
bir papazına geçen sene batılılar Nobel
ödülü verdiler. Batı bu bölücüleri
destekliyor ve bunlara arzu ettiği bütün hürriyetler
verilmeli demektir.
Endonezya’da
hapislerde çürüyen Şeriat sistemini ve Hilâfet’i
isteyenler terörist olarak nitelenirken, batılılar bunlar için
daha ağır ceza lara çarptırılmasını istiyor.
Aynen Türkiye’de
olduğu gibi. Batılılar Türkiye’yi bölmek isteyen PKK’yı
destekliyorlar.“Kürtlere
insan hakları verilsin” diyorlar. Şeriatı isteyenler
hakkında uyarıyorlar ve Türkiye’nin onlara daha fazla baskı
yapmasını istiyorlar. Bunları irtica (gerici) ve
fundamandalist olarak niteliyorlar.
Amerika, İngiltere ve
diğer batılılar “insan
haklarını” bizimle savaşmak için bir silah olarak
kullanıyorlar. İnsan hakları sloganı gibi sömürgeciler
tarafından parlatılan ve kullanılan sloganları, bazı Müslümanların
gözlerini kamaştırıyor. Basitlik ve saflıklarını gösterip
bu sloganları yutuyorlar ve kullanmaya başlıyorlar.
KAPİTALİST SİSTEMİN
DOĞURDUĞU BORSANIN TEHLİKESİ VE ZARARI
Ağustos ayında Doğu
Asya’da borsalarda bir çöküş oldu ve büyük zararlar
oldu. Çöküş 30.08.97’de Malezya Başbakanı Mahatır
Muhammed memleketinin gördüğü zarar yüzünden acılarını
gösteren bir konuşma yaptı. Konuşmasında şöyle dedi: “Malezya
para piyasalarının uğradığı satış kasırgası Malezya’nın
dış borçlarını arttırdı ve piyasada 400 milyar Rengit
(138 Milyar Dolar) götürüp yok etti.” Bunun
mesuliyetini rekabetçilere yükledi. Geçen martın sonunda
ağustos ayına kadar borsada %35 düşüş oldu. Malezya
parası Rengit iki ay içerisinde (temmuz, ağustos) dolara
karşı %18 düştü. Başbakan M. Muhammed rekabetçileri ve
özellikle rekabetçi Amerikan milyarderi George Soruus’u bu
zarardan sorumlu oldukların açıkladı.
İşte, bu olaylar
kapitalist sisteminin tehlikelerinin ve zararlarının hangi
boyuta ulaşabileceğini gösteriyor. Nitekîm, hilekâr
kapitalistler bir memleketin bütün servetlerini çalıp götürebilirler.
Amerika gibi büyük sömürgeciler kendi adamlarını yollar ve
diğer memleketleri çökertirler ve paralarını onların
vasıtaları ile çalarlar.
İslâm borsaya
müsaade etmez. Borsada
sözleşme olmadan şirketlere girilir ve ondan ayrılınır.
Herkes piyasadan hisse satın alabilir ve satabilir. Oysa İslâm’da
Şeriat şartlarına göre sözleşme olmadan şirketlere
girilemez. Hemen de ayrılınamaz. Diğer ortaklarla veya
vekilleriyle anlaşması lazımdır.
Ayrıca, borsada faiz
işlemleri cereyan etmektedir. Bu da İslâm’a aykırıdır.
Para alışı ve satışı doğru ölçülere göre yapılmıyor.
Herkes diğerini batırmak için rekabet yapıyor. Bu da
şeriata göre caiz değildir. İslam’da yabancılar ve
özellikle sömürgeci devletlerin tebaaları İslâm
memleketlerinde yatırım yapamazlar. İslâm devletinde mülk
sahibi olamazlar. Ancak, devletin kontrolü altında dış
ticaret gereğince ve şartlarınca bir şey satabilirler veya
alabilirler
CEZAYİR’DE SEÇİM
VARMIŞ?!
23.10.97’de Cezayir’de
yerel seçimler yapıldı. Sahipleri Müslümanlardan bazı
partiler bu seçime katıldılar. Bunlar partilerini Cezayir
siyasî partiler kanununa göre kurdular. Bu kanunlar İslâm adını
bile partilerin isimlerinde kullanılmasını yasaklamıştır.
Gerekçeleri ise; din kutsal, onu istismar etmemek gerekir. Ama
demokrasi, sosyalizm, lâiklik, Cumhuriyet gibi İslâm ile
çelişen fikir ve sistemlerin isimlerini kullanmak serbesttir.
Bu isimler bu fikir ve sistemler için istismar sayılmaz.
Çünkü, devletin temelleri bu batıl fikir ve sistemlere
dayalıdır. Halbuki, devletin temelleri dine dayanmalıdır.
İslâm akidesine aykırı bir şeyin bulunması yasaklanır.
Sadece, İslâm’a göre parti kurulur ve mücadele verilir.
Bu Müslümanlardan sayılan
particiler her türlü tavizi vermelerine rağmen seçim devlet
tarafından yönlendirildi. Seçimde sahtekârlık olduğu ve
devletin iki partisinin oyların çoğunu aldıkları iddiaları
çıktı. İddia edenler deliller gösterdiler. Bu iddia ve
delillerin doğru olma ihtimali büyüktür. Çünkü, devletin
iki partisi halk tarafından tutulmamaktadır. Serbest seçimlerde
bunlar hiç kazanamadılar. Hep FIS kazanmıştır. Halk devlete
ve partilerine güvenmiyor. Ayrıca, seçimlere katılanların
oranı %66’dır. Bu devletin iddiasıdır, ama gerçek başkadır.
Belki de katılım oranı %30 bile değildir.
Öte yandan,
Müslümanlardan sayılan particiler neyi hedef ediniyorlar?
Biliyorlar ki, lâik askerler İslâm’a dayalı devletin
kurulması ve iktidarın olmasına hiç müsaade
etmeyeceklerdir. 1991 senesinin tecrübesi vardır. Müslümanlar
%84’le kazandıkları halde askerler müdahale yaptılar.
Onların partisini FIS’i kapattılar ve liderlerini hapse
attırdılar. Peki, Hamas ve Nahda gibi Müslümanlardan sayılan
partiler niye katılıyorlar? Bunlar samimi midirler veya ciddi
midirler? Samimi olan
küfür sistemine dayanmaz. Ciddi olan tecrübelerden ders alır
ve seçime girmez. Nitekîm, Resulullah (S.A.V.) şöyle
buyurmuştur: “Mü’min aynı delikten iki defa
girmez.” Müslümanlar
demokrasinin İslâm’ın metodu olmadığını anlayıp
islamın yolunu izlemeye başlarlar. Türkiye’de
Müslümanlardan sayılan particiler iktidara geldiler, küfrü
uyguladılar, İsrail ile anlaşmalar imzaladılar. Müslüman
askerlerin ordudan atılmasını onayladılar. 28 Şubat’ ta lâik
generallerin İslâm ile savaşmasıyla ilgili kararlar altına
imzalarını attılar. Her türlü tavizi gösterdiler. Buna rağmen
lâik generaller ve siviller memnun değillerdir. Partilerini
kapatmak için dava açtılar. O particiler savunmalarında
laiklik ve demokrasi gibi küfür ilkelerine ne kadar bağlı
olduklarını gösteriyorlar.
Müslümanlar Kur’an
ve Sünnetten anlamazlarsa tecrübelerden demokrasinin İslâm’a
aykırı ve Müslümanlara yapılan büyük darbelerin sebebi
olduğunu anlamazlar mı? İslâm deneme tahtası değildir.
Değişmeyen metodu vardır. O Resulullah (S.A.V.)’ın
metodudur.
YAHUDİLER MESCİD-İ
AKSA’YI YIKMAK ÜZEREDİRLER
Filistin’i gasp eden
yahudiler, Müslümanların ilk kıblesi ve üçüncü Harem’i
Şerifleri olan Mescid-i Aksa’yı yıkıp yerine bir Yahudi
mabedi yapmak için ekim ayının ortasında oraya
saldırdılar. Büyük taş getirip Yahudi mabedinin temel
taşı olarak yerleştirmek istediler. Ayrıca, bir de
kırmızı inek getirdiler. Onu kesip ve yakıp küllerini
mescit üzerine dağıtacaklardı. Bu sefer engellendiler. Ama,
bir daha teşebbüs edeceklerdir. Durumlar böyle devam ederse
ya mescide el koyarlar ya da yıkarlar. Nitekîm, İsrail Yüksek
Mahkemesi yahudilerin Mescid-i Aksa’da Yahudi namazlarını
(ibadetlerini) icra etmelerine müsaade verdi. Ayrıca, Mescid-i
Aksa bölgesindeki Müslümanlara ait evlere el koymaya başladılar.
Bazı evlerin altında harfiyat yapıp tabanlarını
çökerttiler. İslâm dünyasında mevcut olan devletlerin çoğu
bu hadiseye seslerini çıkartmıyorlar. Bir kısmı sadece lâf
olsun diye kınıyorlar. Bir kısmı ise İsrail ile
ilişkilerini geliştiriyorlar.
Devletlerin tutumu bu
olunca Müslüman halkları ne yapmalıdırlar? Bu
halklar kendilerine tahakküm edip bu tutumu takındıkları için
onlara baskı yapmalıdırlar. İsrail’le cihad ilan etmeye
onları zorlamalıdırlar. Cihadı başlatmazlarsa onları
değiştirip yerine İslâm’ı uygulayıp cihadı ilan
edecek Devleti kurmalıdırlar. Böylece
kutsal camilerini kurtarabilirler. Bu olmazsa Filistin tamamen
kayıp olacak ve kutsal yerler yıkılacak. Ayrıca, yahudiler
diğer İslâm memleketlerini tek, tek ellerine
geçireceklerdir. Nitekîm, Türkiye onların önemli
hedeflerindendir. Özellikle onların baş hedefi Nil’den
Fırat’a kadardır. Dedelerinin Harran’dan Filistin’e göç
ettiklerini söylemektedirler. Bu sebeple, Türkiye’ye egemen
olmak için askerî, ekonomik ve emniyet anlaşmalarını
yapıyorlar. Oradaki Müslümanlar Türkiye Cumhuriyetinin
siyasetini değiştirmek için yöneticilerine baskı
yapmalıdırlar.
|