HABER-YORUM

Bu Ekonomik Uçurumun Sebebi Lâik Demokratik Hürriyetçi Kapitalist Sistemdir

30.09.1997’de ABD yetkilileri, Amerika’daki fakirlerin oranının %13,7 olduğunu, böylece fakirlerin sayısının %0,7 arttığı ve fakirlerin fakirlik seviyelerinin ise düştüğü, dar gelirlilerin durumunun düzelmediği ve zenginlerin zenginliğinin de arttığını açıklamıştır.

Dünyanın en büyük kapitalist, demokratik ve lâik devletin durumu böyledir. Kendi ülkesinde kendi halkına zulmediyor. 160 kişi milyarlarca dolara sahiptir. Bu 160 milyarder ülkeyi yürütüyor ve servetlerin %80’i onlara gidiyor. Günü gününe yaşayanların oranı en azından %67. Zor durumda yaşadıkları yetkililerce açıklanmıştır. %13,7 ise yemeklerini çöplüklerden bulmaya çalışmakta.Ve teneke evlerde veya sokakta veyahut köprü altında yatmaktadırlar. Bütün bunların sebebi lâik, demokratik, kapitalist ve hürriyetçi sistemdir. Bu sistemin insanlığa ne kadar zararlı ve tehlikeli olduğunu gösteriyor. Bu nedenle bu sistem bu dünyadan kaldırılıp yok edilmelidir. Yerine İslâm yerleştirilmelidir. Zira, İslâm fakirliği tedavi eder, iktisadi dengeyi sağlar ve herkesin zenginliklerden istifade etmesi için çalışır. İnsanlar arasında ekonomik uçurumun meydana gelmesini engeller. Çünkü, genel mülkiyeti zenginlere mülk edindirmez. Genel mülkiyetin geliri fakirlere mülk edindirilir ve böylece onları da zengin eder.

Türkiye’de durum Amerika’dan farklı değil aksine daha da kötüdür. Şöyle ki; 17.10.1997 tarihinde Show Tv ana haber bülteninde Türkiye cumhuriyetinin Maliye Bakanı Zekeriya Temizel Türkiye’de 30 milyon fakir ve 12 milyon aç insan bulunduğu açıklanmıştır.

 

DİNİ KANAL DEĞİL, BÜTÜN KANALLAR İSLAM’A GÖRE AYARLANMALI

Türkiye’deki yöneticiler Batı’yı taklit etmekten vazgeçmezler. Batının lâiklik, Cumhuriyet demokrasi, milli ve milliyetçi devlet hukuklarını, ceza kanunlarını ve anayasalarını ithal ettikleri gibi Batıyı en küçük şeylerde bile taklit ederler. 19/08/1997’de eski emniyetçi ve ulaştırma bakanı Necdet Menzir dini kanalın kurulmasını önererek şöyle dedi: “Nasıl ki TV’lerde her gün borsa haberleri yer alıyorsa, dini eğitime ilişkin yayınlar da yapılabilir. ABD’de böyle bir kanal var.”

Bu yönetici İslâm’ı bilmiş olsaydı veya derin düşünmüş ve Batı taklitçiliğinden uzak kalsaydı böyle demezdi. “Dini kanal diye bir kanal kurulmaz. Bütün kanallar dine dayalı olmalıdır” diyecekti. Yani bütün programlar İslâma göre yapılacak, İslâma aykırı bir şey yayınlanamayacak, gösterilen filimler Amerikan veya Avrupalı değil, İslâmi yaşam tarzını ve İslâmî ilişkiler ve ahlâkını yansıtacak filimler olacaktır. Tv’nin hedefi insanlarda İslâm Şahsiyetini yerleştirmeye yönelik olmalıdır. Ayrıca, doğru haber ve siyasî uyanıklılığı sağlamak için olmalıdır.

Aynı zamanda, ABD’de ve Avrupa’daki TV’lerin sapık programlara bakılmayacaktır. Onlar dini her şeyden ayırıyorlar. Bu nedenle, batıl dinleri için ayrı Tv’ler kuruyorlar. Öbür Tv’ler kötülüğü ve fuhşu yayınlıyor. Bu nedenle, ABD’de ve Avrupa’da cinayetler, fuhuş ve kötülüğün her çeşidi gün geçtikçe artıyor.

 

ORTADOĞUDA YİNE NE ENTRİKA ÇEVRİLİYOR?

Netanyahu-Hüseyin Müslümanlar Aleyhine Ne Entrikalar Ceviriyorlar.!!

Ekim ayının başında Ürdün’deki Hamas’ın siyasî bürosunun temsilcisi Halit Miş’el suikasta uğradı. İsrail dış istihbarat teşkilâtı (Mossad)’ın iki mensubunun bu suikastı tertipledikleri ortaya çıktı. Ürdün bunları tutukladı.

Bu olayın İsrail Hamas’ın kurucusu Ahmed Yasin’i İsrail Kral Hüseyin’e gönderiyor. Yaser Arafat bu olaya şaşırıp Ürdün’e uçtu. Çünkü, Filistin özerkliğinin lideri sıfatı taşıyan Arafat’a, Netanyahu ve Kral Hüseyin’e haber vermediler. Buradan anlaşılıyor ki; Yaser Arafat’ın görevi bitti. O İsrail’i tanıdı ve İsrail’in bütün isteklerini yerine getirdi. İngilizlerin sabit ve sadık ajanı ve aynı anda hayatı boyunca Yahudilerin hizmetcisi olan Kral Hüseyin ile Yahudiler anlaşmayı tercih ediyorlar. Amerika’nın baskısından kurtulmak istiyorlar.

Kral Hüseyin Ahmed Yasin’i Gazze’ye gönderiyor. Aynı zamanda Mossad mensuplarını İsrail’e teslim ediyor. Ahmed Yasin İsrail ile Hamas’ın görüşebileceğinden bahsetti. Kral Hüseyin de Hamas’ın İsrail’le görüşmesini önerdi. Ayrıca, 08.10.1997’de Kral Hüseyin, Halit Miş’el suikasta uğramadan iki gün önce 29.09.1997’de İsrail savunma bakanı Murdahay, Temel Yapı Ve İmar Bakanı Şaron ve dışişleri Bakanı David Levy Ürdün’e gizlice gelip kendisiyle görüştüklerini onlara Hamas’ın İsrail’le görüşmesini önerdiğini duyurdu.

Amerika, bu gelişmelere şaşırıp kızgınlığını gösterdi. Hatta, Clinton Ortadoğu’da sıkıntılı gelişmeler meydana geldiğini açıkladı. Hemen Ortadoğu temsilcisi Ross’u oraya gönderdi. Ros, Netanyahu’ya baskı yapıp Arafat’la görüştürdü. Böylece, Amerika Arafat’ın itibarını korudu ve daha Arafat’tan vazgeçmediğini gösterdi. İngilizlerin planlarını bozacağını gösterdi. Nitekîm, Arafat’ın hasta olduğu bir ay önce açıklanmıştı. Böylece, ingilizler Amerikan planlarını bozmak ve yerine geçmek için Hamas’ı kullunmaya yöneliyorlar. 09.10.1997’de Amerikan Dışişleri Bakanı Albright, dünyada otuz terörist örgütün adını saydı. Bunların arasında HAMAS da var, ama Yaser Arafat’ın örgütü FKÖ yok. Sıralamada İngilizlere karşı savaşan IRA’yı da saymıyor. İngiltere Başbakanı Blair ABD’nin bu tutumuna karşı kızgınlığını gösterdi.

11.10.1997’de Kral Hüseyin Amman’daki Mossad’ın bürosunu kapattığını ve subaylarını İsrail’e gönderdiğini bildirdi. Halbuki, hiç bir kimse Ürdün’de Mossad’a ait bir büro var olduğunu bilmiyordu. Peki Kral Hüseyin bunu neden açıkladı? Onun maksadı herhalde İsrail’le yapılan anlaşmaları sıcak tutup planları gündemde kalsın istedi. Netanyahu Halit Miş’el‘e düzenlenen suikastı benimsedi, kendisinin emir verdiğini açıkladı. Demek ki, Hamas’ı gündeme getirmek için bu ciddi olmayan suikastı düzenlendi. Miş’el’i öldürmek istemediler. İsteselerdi öldürebilirlerdi. Hem de Miş’el’in açıkladığı gibi ışın saçan silah kullanıldı. Onun tedavisi için İsrail’den bir tabip geldiği de haberler arasındadır. Miş’el böyle bir tabibin gelip gelmediğini bilmediğini açıkladı. Çünkü, kullanılan silahı ancak yahudiler bilirler. Kral Hüseyin 29.09.1997’de üç İsrail’li bakanla görüştüğünü, onlara Hamas’ın İsrail ile görüşmelere katılmasını önerdiğini, açıklaması hem de bu görüşmeden iki gün sonra Miş’el’e suikast düzenlenmesinden anlaşılan odur ki Kral bu bakanlarla bu suikastın düzenlenmesi üzerine anlaştılar. Çünkü, bu olaydan uzun müddet söz edilecek, onunla ilgili her gün yeni gelişme olacak. Böylece, Hamas’ın İsrail’le görüşme önerisi gerçekleşinceye kadar sıcak tutulacaktır. Bu yazıya son vermeden önce 13.10.1997’de İsrail cezaevinde yatan 8 Filistinli ve bir Ürdün’lü Kral Hüseyin’e gönderildiğini duyduk. Bunlar Arafat’a teslim edilmedi. Gelecek günlerde bununla ilgili gelişmeler olacaktır.

Son dileğimiz Hamas’ın uyanıp bu oyuna gelmemesidir. Çünkü, Arafat yerine İsrail’le anlaşmak Arafat’ın durumuna düşmektir. Kesinlikle İsrail’le anlaşmak caiz değildir. Cihat yapmak ise farzdır. Filistin yahudilerden temizleninceye kadar cihat sürmelidir. Filistin’de İsrail varlığı adı altında dört milyon Yahudi var. Bunlar Amerika’ya gitsinler. Çünkü, Amerika’da yahudiler altın çağlarını yaşıyorlar. ABD’nin Dışişleri bakanı, Savunma Bakanı, Ekonomi Bakanı ve Maliye Bakanı onlardandır. Bir çok yüksek makamda bulunan memur ve yetkili onlardandır. ABD’nin Ortadoğu temsilcisi Ros ve Kıbrıs temsilcisi Richard Holbrooke de onlardandır. Basın, enformasyon araçları, sinema endüstrisi ve holywood onlarındır. Orada beş milyon Yahudi bulunmaktadır. Filistin’de bulunan dört milyon Yahudi oraya iltihak etsin. ABD’ye onlar da sığar. Böylece, Filistin sorunu çözülür. Savaş biter ve barış gerçekleşir. Bu gerçekleşmezse hiçbir zaman savaş durmaz ve barış gerçekleşmez. Ta ki cihadı ilan edecek ve başlatacak Hilâfet Devleti kuruluncaya kadar.

 

İRAN’IN YENİ BAŞKANI YAHUDİLERE KARŞI ILIMLI

02.09.1997’de İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Hatemi, Filistin’de Müslümanlar, hıristiyanlar ve yahudilerin beraber barış içerisinde yaşamalarını arzu ettiğine dair bir açıklama yaptı.

Acaba, bu başkan yahudilerin Filistin toprağını gasp ettiklerini, ahalisinin yarısını oradan kovduğunu ve sayısı bilinemeyen müslümanı öldürdüklerini unuttu mu?

Yahudilerin Allah’a peygamberlere ve müminlere hep ihanet yaptıklarını ve onların gaddarlığını Kur’an’ı Kerim’inde de anlatıldığını bilmiyor mu?

Yoksa, Amerika müttefiği olan Suriye’nin müttefiği olduğu için Filistin ile ilgili Amerika’nın planını kabul ettiğini bir ifadeyle açıklamak mı istiyor?

 

HABER

Ağustos ayında ABD’nin parlamentosu tarafından finanse edilen Washington İnstutit, Ürdün’ün İsrail ile 1994’te barış yapmadan önce 50 yıl içerisinde onunla gizlice 39 anlaşma yaptığını ortaya çıkarttı. ABD Kral Hüseyin’i kendisine boyun eğdirmek için böyle şeyleri keşfediyor. Ama Hilâfet’i kurmak için mücadele eden Hizb-ut Tahrir, 40 yıl içerisinde hep bu hain kralın yahudilerle ve ingilizlerle entrikasını keşfediyordu. Ama millet inanmıyordu. Yalancı Kral sürekli bunları tekzip ediyordu.

 

HABER

06.09.1997’de Cezayir’de İslâmî Siyasî Cemaat (GIA) orada meydana gelen katliamları gerçekleştirmediğini açıkladı. Bütün deliller de bu katliamları devletin gerçekleştirdiğine dair deliller vardır.

 

SÖMÜRGECİLER, SİLAH SATMAK İÇİN BİRBİRLERİ İLE YARIŞMAKTADIRLAR.

25-7-1997’de ABD sevincini bildirerek kazancını gösteriyor. Çünkü Birleşik Arap Emirliklerine füzeleri satış ihalesini diğer Avrupalılara karşı kazanıyor. Bu satışın değeri 160 milyon dolar.

Ne yazık ki bizim İslam memleketleri sırf Pazar olup sömürgeci devletlerin rekabetinin sahası olmaktadır. Bu silahları alıyor ya kendi halkına karşı kullanır veya diğer İslam memleketleriyle çatışarak kullanırlar. Bir kaç seneden sonra kullanılmazsa paslanır faydası kalmaz. Sömürgeciler tekrar onlara yeni model silah satmaya kalkışıp bu devletleri korkuturlar. Ayrıca İslam memleketleri silah ağır silah ve modern silah sanayisi geliştirmek için zatı güçlerine yönelmezler. İthalata dayanırlar. İşte İslam memleketlerinin durumu şu anda budur ey Müslümanlar.

 

KRAL İSLAMLA ALAY EDEN KIZLARI ÖLDÜREN ÜRDÜNLÜ ASKERİ AĞIR CEZA YA ÇARPTIRIYOR.

Namazıyla alay eden yedi yahudi kızı öldüren Ürdünlü asker Ahmet Dakunsa’ya ağır işler yaparak hayat boyunca cezaevinde kalması için cezaya çarptırıldı. 20-7-1997’de Ürdün Askeri ceza mahkemesi bu cezayı askere verince İsrail bu cezadan memnun olduğunu bildirdi. Çünkü; çok defa çok Yahudi çok müslümanı öldürüyor, İsrail kafiri bunlara basit cezalar verir yada hiç vermez. Onun psikolojik durumu yerinde olmadığının veya akli dengeyi kaybetti diye bahane göstererek bırakıyor yani cezalandırmıyor. Mescidi Aksayı yakan orada 28 müslümanı öldüren ve buna benzer çok olayda aynı gerekçe gösterilir. Ama Yahudilerin hizmetçisi olan Kral Hüseyinin bir askeri mahkemesi İslam ibadetiyle alay eden kızlara karşı dayanamayıp dini hakimiyet için kendini tutamayan o müslüman askere hayat boyunca hapis cezasıyla birlikte o hapiste ağır işler cezası veriliyor.

Onun psikolojik durumuna hiç itibar edilmiyor. Bu Ürdünlü askere verilen ceza yüzünden halk galeyana geldi. Kralın askerleri bu askerin köyünü kuşattılar. 28 kişiyi tutukladılar. Tutuklananlar arasında bu askerin annesi hanımı ve bir çok akrabası vardı.

Öte yandan 26-7-1997’de İsrailli mahkeme daha önce Mescidi Aksayı bombalamaya çalışan Yahudi etsiyon adlı yahudinin Mescidi Aksada yahudi ibadetini yapmasına müsaade etmiştir.

Ayrıca 27-7-1997’de bir İsrailli mahkemede, yahudiler tarafından öldürülen veya yaralanan veya zarar gören herhangi bir Arap’ın herhangi bir tazminat alması veya tıbbi yardım almasına hak vermedi. Araplar tazminat almaktan mahrum edilmiştir. Fakat kral Hüseyin her öldürülen yahudi kızın ailesine yarım milyon dinar (bir buçuk milyon dolar) vermiştir. Hem de bizatihi koskocaman kral (!!) İsrail’e gidiyor ve o Yahudi aileler önünde diz çöküyor ve başsağlığı diliyor. Televizyonlarda bu çirkin manzara gösterilmişti.

Başka taraftan 30-7-1997’de Küdüste Yahudilere karşı iki intihar operasyonu gerçekleşince İsrail Batı şerianın bütün şehirlerini ve köylerini kapatıp halkın girişlerini ve çıkışlarını yasaklamıştır. Bütün halka ceza vererek evlerinde onları haftalarca hapsetmiştir. Ayrıca Kudüs’te ruhsat almamış bahanesi altında müslümanlara ait bir çok evi yıkmışlardır. Yüzlerce genci tutuklamışlardır. Arafat’ta İsrail kadar çok genci de tutuklamasına rağmen İsrail onu az görüyor. Ona çatıyor seni İsrail emniyetini korumak için Batı Şeria ve Gazzeye getirip Özerklik başkanı yaptık. Bu görevi yapmazsan seni Lübnan’a göndeririz diye tehdit ettiler. Ayrıca bu özerkliğe ait 70 milyon dolara İsrail el koymuştur. Çünkü Özerklik otoritesi parasını mecburi olarak İsrail bankasında yatırmalıdır.

Yahudilerin tarihleri boyunca bir huyu vardır; Onlara kim yumuşaklık yaparsa veya taviz gösterirse onun üzerine binerler. Daha fazla ondan isterler ve kendilerine onun iyilik yaptığını saymazlar. Nankör olurlar, çünkü diğer insanları hayvan gibi görüp İsrail oğullarına hizmet etmeliler. Filistin’de bunu uyguluyorlar. Ayrıca horozlanıp büyük konuşurlar, kendilerine karşı ciddi bir iş olacaksa hemen yumuşayıp çekilmeye başlarlar. Çünkü onların tabiatı zelil ve korkaklıktır. Her zelil ve korkak böyle durumdadır.

Nitekim bunu vakıada gördüğümüz gibi onları daha iyi bilen onların yaratıcısı olan Allah bunu şöyle bildiriyor:

“Onlar (Yahudiler) zillet ve miskinlikle damgalandılar. Allah’ın gazabına maruz kaldılar. Çünkü onlar Allah’ın ayetlerini inkar ediyor ve haksızca peygamberleri öldürüyorlardı. Ayrıca Allah’a isyan ediyorlardı ve haksızca saldırıyorlardı.” (Bakara 61)

 

İSRAİL SURİYEYE SALDIRACAK MI?

İsrail Golan tepelerini Suriye’ye geri vermeyi ret ediyor. Bu nedenle, aralarındaki barış görüşmeleri tıkanıp durdu. Gün gittikçe durumlar gerginleşiyor. Bu nedenle İsrail Türkiye ile bir kaç askeri anlaşma ve savunma işbirliği yapmıştır. Böylece, Suriye’nin önü İsrail önünde açık olduğu gibi sırtı da açık olmuştur. Bu nedenle 1.8.1997’de Hafız Esat İran’ı bir gün için ziyaret etmiştir. Kendisiyle birlikte üst rütbeli askerler götürmüş ve şöyle de bir açıklama yapmıştır. Bu dönem eksenleşmeler ve paktlaşmaların dönemidir. Türkiye’yi İsrail’le yaptığı paktı terk etmeye çağırırken İran ve diğer Arap ülkeleri, Türkiye,İsrail paktına karşı bir paktın kurulmasına çağırmıştır. Ayrıca İran’ın İsrail’in Suriye’ye karşı herhangi bir saldırı yaparsa ne tutum alacağını öğrenmek istemiştir. Demeçlerinden İran’ın tam desteğini aldığı anlaşılıyor.7.8.1997’de onun genel kurmayı Hikmet Eş Sehabı şöyle açıklamıştır. Golan tepelerini geri almak için barış tek seçenek değildir.

Suriye İsrail çatışırsa bütün Müslümanlar Suriye yanında durur. Hafız Esat’ı veya onun rejimi sevdikleri için değil Suriye’nin toprağı, halkı ve askerleri Müslüman oldukları içindir. Ama üzücü şey Türkiye İsrail yanında durursa veya saldırırsa her kolaylığı sağlarsa Müslümanlar büyük fitneye girerler.

 

MEHMETÇİKLER DEĞİL ATATÜRKÇÜLER TÜRKİYENİN KADERİNİ YAHUDİLERİN ELLERİNE BIRAKIYORLAR!!

Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler hızlı bir şekilde gelişmekte.Çeşitli askerî ve emniyet anlaşmaları yapıldıktan sonra değişik ekonomik anlaşmalar da yapıldı. Bu sebeple, Yahudi işadamlarının Türkiye’yi ziyaretleri de çok arttı. 7 Temmuz’da ziraat konusunda işbirliğini kuvvetlendirmek üzere 20 Yahudi işadamı gelmişti. Ekimde iş daha da fazla gelişti. Silah sanayisi ve satışı ile ilgili 20 Yahudi Ekimin başında geldi. Bunların işi olumlu karşılanmış olmalı ki ayın ortasına doğru 12/10/1997’de bu amaçla yahudilerin Genelkurmay Başkanı Şahak geldi. Bu üst düzeydeki Yahudi asker Türkiye ile iki milyar Dolar değerinde bir satış ve sanayi anlaşması gerçekleştirdi. İsrail Türkiye’ye uzun menzilli Delilah füzeleriyle birlikte Popeye I ve II füzelerini satma anlaşması Merkavo III tankları satış anlaşması, Türkiye’nin F-5 savaş uçaklarının modernizasyonu anlaşması, Türk helikopterlerine füzesavar sistemleri takılması, Türk ordusu için keşif uçakları üretmesiyle, uzaktan kumandalı bilgisayar sistemlerle donatılmış insansız gözlem ve bilgi toplama uçakları satmakla ilgili, ordu içinde ve iki ordu arasında haberleşme sistemi yerleştirmekle, Türk ordusuna hafif saldırı silahları üretilmesiyle ilgili bir dizi anlaşmalar üzerine ön mutabakat sağlandığı açıklandı. Yetkili Yahudi askerin Türk askerlerini kolayca ikna ettiği belirtildi. Bu sebeple, ekim ayının sonuna doğru Türkiye’den Allah’ın düşmanı olan İsrail’e kara, hava ve deniz kuvvetlerinden üst düzeyde askeri heyet gidecek ve bu anlaşmayı onaylayacaklar.

Ayrıca, Yahudi Genelkurmay başkanı Türkiye ile yapılacak askerî deniz tatbikatının üzerinde durduğu açıklandı. Bu tatbikat 15-20 Ocak 1998 tarihleri arasında yapılabileceği ihtimali vardı. Fakat, Türkiye Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir Ocak veya Şubatta yapılabileceği ihtimalini verdi.

Türkiye’deki lâik rejim yüzünden dolayı Müslümanların parası yahudilere gidiyor. Bu lâik askeri ve sivil yöneticiler yahudilere 2 milyar Doları kazandırdılar. Böylece, İslâm ile ve müslümanlarla savaşan, Allah’ın düşmanı olan yahudilerin varlığını güçlendirmiş olacaklar. Belki İslâm düşmanı bu laikler hususî olarak yahudilere müslümanları ezdirmek istiyorlar. Nitekîm, Türkiye’deki müslümanları eziyorlar. Bunlar yahudilerin işbirlikçisi ve dostu oldular. Oysa, Allah’u teâla şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler, yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin dostudurlar. Kim onları dost edinirse onlardan olur. Şüphesiz ki Allah zalim olan kavmi hidayete erdirmez. (Maide: 51)

Bu anlaşmalar, dost edinmenin bir parçasıdır. Ayrıca, müşterek tatbikat o düşmanı güçlendirir. Üstelik, yahudiler Filistin’i gasp edip ahalisinin yarısını kovdular ve diğer yarısına da her gün bin türlü azap çektiriyorlar. Onları göç etmeye zorluyorlar. Bu sebeple yahudilerin varlığı gayri meşru ve gayri insanidir, vahşidir. Atatürkçüler onlarla bu tür işbirliği yapınca onlarla ortak olmuş oldular.

Öte yandan, yahudilerin sattıkları silahlara ve bilgisayarlara da belli cihazlar yerleştirdikleri haberler arasındadır. Böylece, Türk ordusunun bütün hareketi yahudiler tarafından takip edilebiliyor. İstedikleri zaman Türkiye ile savaşan tarafa bu bilgileri satabilecekler. Nitekîm, birkaç ay önce ünlü Alman yazarı Erich Schmit Abniyum Amerikan televizyonlarına konuşmalar yapıp İsrail İstihbarat Teşkilatı (MOSSAD)’ın her bilgisayarlara yerleştirilebilen bilgi götürücü ufacık cihazların sanayisini geliştirdiğini ve İsrail bu kendi icadını CIA’ya arz ettiğini de açıkladı.

CIA her ne kadar da bu iddiayı ret etmişse de Alman yazarı kendi sözlerini delil ve belgelerle ispatlayabileceğini söyleyerek ve kendisini yalanlayanlara meydan okudu. Berlin’de bir basın toplantısı yapıp bu skandalı ortaya çıkartmaya hazır olduğunu açıkladı. Arap devletleri ile temasa geçip kendilerine bilgi vermeye hazır olduğunu açıkladı.

Buna göre, İsrail Türkiye’ye satacağı tanklar, silahlar, bilgisayarlar ve modernize edeceği F-4 uçakları ve F-5 uçaklarına böyle cihazları yerleştirme ihtimali büyüktür. Nitekîm, ordu içerisindeki haberleşme sistemini uyduya bağlamakla ilgili anlaşma üzerinde mutabakat sağlandı.

Türkiye, bu silahları ve sistemleri tamir etmek istediği ve yedek parçaya ihtiyaç duyduğu zaman İsrail’e başvuracaktır. Böylece, Türkiye her zaman yahudilere muhtaç kalacaktır. Yahudiler istediği zaman ve şekilde Türkiye’ye baskı yapabilir.

İsrail Atatürkçülere müslümanları daha fazla ez derse onlar hemen bunu yapacaktır. Öte yandan, bu Atatürkçüler İslâm ve Müslümanların büyük düşmanı olmakla beraber kendilerine ata ve önder olarak saydıkları Atatürk’ün Yahudi asıllı olduğunu bilmiş olmalılar ki yahudilerle o kadar güzel ilişki kuruyorlar ve yahudilere Müslümanların parasını kazandırıyorlar.

Bu askerlerin Atatürkçü ve lâik zihniyetleri değişmedikçe Türkiye’nin başını büyük belâlara sokmaya devam edecekler. Onlarla yapılacak iş, bu çürük zihniyetleri değiştirip İslâmî zihniyet kazandırmaktır. Ayrıca, Müslüman halkımız onların yüzlerine karşı dikilmeli ve onları bu ihanetlerden vazgeçirmek için onlara baskı yapmalıdır.

 

TÜRKİYE TEKRAR IMF’NİN TEHLİKELİ POLİTİKASINA UYMAYA HAZIRLANIYOR VE FAKİRLERİN SAYISI 34 MİLYONA TIRMANIYOR

Ekim ayının ortasında IMF’nin bir heyeti Türkiye’ye geldi. Bir haftalık bir çalışma yaptıktan sonra IMF’nin Avrupa bölümünden sorumlu icra direktörü Willy Kiekens gelip Türkiye Başbakanı M. Yılmaz ile görüştü. Yılmaz bu direktörün planından kâni olduğunu açıkladı. IMF’nin bu direktörü Türkiye ekonomisiyle ilgili planı sunarken bunun başarısı için Türkiye IMF’ni tavsiyelerine(!) (şartlarına) mutlak uyacağını açıklıyor. Hazine müsteşarı Mahfi Eğilmez “IMF’yle bir şey imzalarız” dedi. Ama bu şeyin adı ve mahiyeti hakkında bir şey açıklamadı ama bunun bir istikrar paketi olacağı bellidir. Tamamen 5 Nisan 1994’te Çiller Başbanlığı döneminde alınan istikrar paketi gibi olabilir.

Buradan anlaşıldığına göre, IMF Türkiye’deki insanları daha fazla sıkmakta ısrarlıdır. Kemer sıkma politikası başlayacaktır. Çünkü, 1998 senesinde bütçede 4 katrilyon açık var. IMF’nin vereceği yeni krediler ve göstereceği tedbirlerle bütçe açığının kapatılacağı zannediliyor. Peki, 1978’den beri ve 5 Nisan 1994 senesindeki bütçe açıkları kapatılabildi mi? Hayır. Halk zengin oldu mu? Hayır. Paralar sadece belli ellerde birikiyor. Nitekîm, 16.10.1997’de Devlet Bakanı Salih Yıldırım Dünya Gıda Gününde Türkiye’de 22 milyon insanın yoksulluk, 12 milyonun açlık sınırında olduğunu açıkladı. Bunların toplamı 34 milyondur. Yani Türkiye’nin yarısı yoksuldur. Yazıklar olsun bu Cumhuriyet Devletine! Yazıklar olsun Atatürkçülere ve Laiklere! Yazıklar olsun Demokratlara! Bu, demokratik, lâik ve Atatürkçü Cumhuriyet sistemi sebebiyle doğmuştur. Bu sistem halkı daha fazla batırıyor ve fakirleştiriyor.

Öte yandan, BM’lerin 1997 Ticaret ve Kalkınma Raporuna göre; Türkiye gelir dağılımı adaletsizliğinde 26.ülke oldu. Şöyle ki, Türkiye servetlerinin %50’si halkın %20’sinin elindedir. Orta sınıf gelirlerin %35’ine sahiptir. Halkın en fakir %40’lık bölümü memleket servetlerinin yalnızca %15’ine sahiptir.

Türkiye’deki bu küfür sisteminin ne kadar zalim olduğu görülmektedir.

Bu lâik, Atatürkçü, demokrat sistem halkı fakirleştiriyor. Memleketi Amerika’nın dış ekonomik sömürgeci aracı olan IMF’ye bağlıyor. Peygamberlerin katili olan yahudilere de bağlıyor. Bunlar iflâh olur mu? Bunlar ile hayır gerçekleşir mi?

Üstelik, IMF’nin tavsiyeleri ! veya daha doğrusu şartlarının tümünü açıklamıyorlar. IMF’nin şartları yalnız yıkıcı ekonomik şartları değil siyasî İslâm ile ve toplumla savaşmakla ilgilidir. Son zamanlarda bazı Arap devletleri IMF’ye bağlanmak istediklerinde IMF şu şartları koştu:

1-Buğday, un, şeker gibi temel gıda ihtiyaçlarındaki devletin desteği kaldırılacaktır. Bu şekilde bu temel ihtiyaçların fiyatları yükselir. Böylece halkın feryadı ve inlemesi artar.

2-Kadınla ilgili reform yapmaktır. Kadının her tür hürriyetini tanımaktır. Bu ise, kadın ve aileyi bozmaya yol açar.

3-İslamî hareketlere baskı yapmaktır. Mısır ve Tunus’la bu hususta irtibat kurmaktır. Çünkü, bu iki ülke bu konuda IMF’nin sinsi planını uyguluyorlar.

Zaten, bu şartlar Türkiye’de uygulanıyor.

Bunun manası, IMF’nin amacı memleketlere yardım etmek değil her yönden onu batırıp İslâm’ı silmektir.

Yöneticiler akıllı olup İslâm ekonomik politikasını düşünseler IMF’ye ihtiyaçları kalmazdı ve memleket kalkınır halk zenginleşirdi. Nitekîm, İslâm gelir dağılımının adaletini tam gerçekleştiriyor. Bir yoksulun veya fakirin bulunmasına müsaade etmez. Müslümanlar ona yardım eder. Devlet de onlara yardım eder ve mecburen iş bulur. Ayrıca, kamu mülkiyetini işletme işini özel şirketlere vermez veya satmaz. Devlet kendisi işletir geliri de önce fakirleri zenginleştirmek için verilir. Bu sebeple İslâm devletinde bir fakir bulunmuyordu. Hatta zekatı topluyorlardı, fakirlere vermek için çalışırken bir fakir bulamıyorlardı. İşte, Müslümanlara ve insanlara örnek sistem yegane İslâm’dır

 

İRAN’IN YENİ CUMHURBAŞKANI BATILI MIDIR?

09.10.1997’de İran Cumhurbaşkanı Hatemi, kadınlara hitap ederken şöyle dedi: “Batı dünyasının kadınlar dahil insanlık için getirdiği olumlu sonuçları tanımalıyız.”

İran’ın yeni Cumhurbaşkanının zihniyeti batılıdır. Daha önce, seçimle gelen demokratik sistemi darbeyle gelen şeriat iktidarına tercih ettiğini açıklamıştır.

Şimdi ise, açıkça Batıyı kabul edeceğini bildiriyor. Zaten, İran rejimi Batıdan geldi. Çünkü, Cumhuriyet sistemi Batıdan gelmiştir. Bu nedenle, böyle zihniyetli bir devlet başkanı olması normaldir.

Batı sistemi ve kültürü lâikliğe, dini hayattan ayırmaya dayalıdır. Bu sebeple Batıda, ruhanî, insanî ve ahlakî değerler yoktur. Yönetim, ekonomi, öğrenim ve sosyal nizamları batıl ve bozuktur. Kadına veya daha doğrusu herkese her türlü hürriyetleri verdiler. Kadınlar ve erkekler hepsi birden bozuldu. Toplumun yarısı zina sonucu doğmuş (veledi zina)dır. İngiltere’de ise toplumun %80’i zina ürünüdür. Bu onların açıklamasıdır. Aile bozulmuştur ve ailede huzur ve istikrar yoktur. Boşanmalar %85’e ulaşmıştır. Kadın veya erkek herkes tek başına yaşamayı tercih ediyor. Ondan sonra da evlilik dışı ilişkileri kurmayı arıyorlar. Bu sebeple, Batı insanlığa hiç hayırlı bir şey getirmedi. Tersine hep olumsuz netice getirmiştir.

Teknoloji, ilim ve sanayi ise bu Batı dünyasının ürünü değildir. Hem de bu evrenseldir. Doğulu ve Batılı bir çok halkın katkısı vardır. İslâm Devleti döneminde İslâm Ümmeti dünyaya bütün ilimlerin temellerini ve geliştirilmesini sundu. Komünist Rusya ve Budist Japonya’nın da çok katkıları vardır. Bu sebeple, ilim, teknoloji ve sanayiyi her yerden alabiliriz. Fakat, kadınla veya toplumla veya devletle ve nizamlarıyla ilgili hususlar sadece ve sadece İslâm’dan alınır.

Ayrıca, Batı kadınları çok ezdi ve eziyor. Kadını sadece cinsel meta olarak görüyor. Hep onu teşhir ediyor. Modada, resimde, filimde, reklamda ve her konuda. Kadınları erkek gibi saysa bile. Bu sadece teoridir ve pratiği yoktur. Yine de kadını horluyorlar. Değişik görevlere girmesine müsaade etmişse de onu bu şekilde eziyor. Çünkü, kendi kendine bakmaya mecbur kıldı. Kocası ona bakmaya mecbur değildir.

İslâm’da kadın istediği meşru ticarî, ziraî ve sanayi işe girebilir. Devlet memuru, daire müdürü ve hâkim olabilir. Kazandığı para kendisinindir. Ev için bir kuruş bile harcamaya mecbur değildir. Çünkü, koca eve, hanımına ve çocuklarına bakmaya mecburdur. Kadın gönüllü olarak kocasına yardım edebilir. Baba da kızlarına bakmaya mecburdur. Onları çalışmaya zorlayamaz. Babası veya kocası yoksa erkek kardeşleri ona bakmaya mecburdurlar. Bunlar da yoksa devlet mecburdur. Devlet kadını çalışmaya mecbur kılmaz. Onlara bakmalıdır. Ancak çalışmak isteyen kadına temiz iş temin eder. Devlet sadece çalışabilecek erkekleri çalışmaya zorlar. Batı ise kadınları da çalışmaya zorlamaktadır. Seçim meselesinde Resulullah (S.A.V.) ve Raşidî halifeler döneminde olduğu gibi seçime katılır. Erkek gibi hakkı vardır. Kadın sadece yönetici yani Halife, yardımcısı ve Vali olamaz. Ayrıca yönetimle ilgili Mezalim Hakimi olamaz. Diğer çeşit hakimlik görevlerinde bulunabilir. Husumet ve Muhtasıp olarak hâkim olabilir.

Ancak, kadında asıl olan anne ve ev terbiyecisi olan şer’i hükmü unutmamak gerekir. Çünkü, çocukları doğuran ve terbiye eden ve evin iç bakımını sağlayan kendisidir. Evi ve çocukları harcamaya mecbur değil, ama bunları ve kocasının yemeklerini hazırlar ve evin temizliğini sağlar. Ancak, işler ağırsa veya kadın yapamıyorsa kocası ona hizmetçi temin etmelidir. İşte, bu sosyal nizam Batıda hiç yoktur. Bu sebeple Batılılar mutluluğu hiç tanımıyorlar. Hayvanlar gibi yiyip içiyorlar

Doğrusu Allah, inanıp yararlı işler işleyenleri içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Durakları ateş olduğu halde kafirler, zevklenirler ve hayvanlar gibi yerler. (Muhammed:12) Eğlence yerleri,kadın veya erkek dost edinmek için değişik yollara başvuruyorlar. Gazeteler, televizyonlar, belli bürolar ve telefonlar yoluyla bu işi sağlamaya çalışıyorlar. Batıda kadınların kendilerini satabildikleri genelevler kurulabilir ve buralarda kadın ticareti meşru olarak yapılabilir.Batının kadınlarla ilgili attığı hangi adım sonuç verdi. Bunu İran Cumhurbaşkanı’na soruyoruz.

İran Cumhurbaşkanı aklını başına alsın ve İslâm’ı iyice araştırsın. Yoksa İran’daki kısmi İslâmî uygulamalar kalkar. Mısır gibi olur. Nitekîm İran’da İslâm sadece ibadette, sosyal hayatta (erkek kadın arasındaki ilişkilerde) ve bazı ceza kanunlarında uygulanıyor. Yönetim, ekonomi ve dış siyaset İslâm’a aykırıdır.

Bundan dolayı, İran’a Hilâfet sistemi getirmek için ve bütün nizamları İslâm’a dayandırmak için mücadele etmelidirler.

 

DEMİREL’İN BAŞKANLIK SİSTEMİNİ GÜNDEME GETİRMESİNDEKİ MAKSAT NEDİR?

Demirel; Türkiye cumhurbaşkanıdır. Daha önce altı defa Başbakan oldu. Hiçbir zaman başkanlık sistemine çağırmadı. Fakat, bugün nedense hep bunu gündeme getirmeye çalışıyor. Nitekîm, cumhurbaşkanlık döneminin yarısı geçti. Peki, Demirel niye bunu gündeme getirmeye çalışıyor? Türkiye’nin önemli sorunlarını mı ve özellikle İslâm’la devletin ve onun askerî yönetimi savaşmasını örtbas etmek mi istiyor? Halbuki, Özal ondan yüz defa cesur idi ve bu sisteme çağırıyordu, ama bir şey yapamadı? Korkak ve hep askerlere kulaklarını indiren Demirel mi gerçekleştirecek? Cumhurbaşkanlığı sona erdikten sonra kalan ömründe tekrar siyasî bir partinin başına mı geçmek istiyor? Ve bu sebeple siyasî yatırım mı yapıyor? Müslümanların maruz kaldıkları zulme değinmiyor, fakat başka telleri çalıyor! Yarın Müslümanlara sizi savundum diye yalanı uyduracaktır. Oysa, kendi sürekli küfür olan lâikliği ve demokrasiyi savunuyor. Askerler karar alıyor ve hükümet bunu icraata geçiriyor. Ayrıca, bu küfür rejimi var oldukça başkanlık sistemi gelse Türkiye’de ne değişecektir ki? Kendisi ve Erbakan gibi siyasetciler başkanlık sisteminde devlet başkanı olsalar da Generallere boyun bükeceklerdir.

 

DEVLETİN YÖNETİCİLERİ DEVLETİN GERÇEĞİ İLE İLGİLİ ŞAHİTLİK YAPIYOR

10.10.1997’de eski İçişleri Bakanı ve DYP Genelbaşkan Yardımcısı Meral Akşener şöyle bir açıklamada bulundu: “Genelkurmay Casusluk Masası oluşturmuştur.” Şunları da ilave etti: “Genelkurmay 65 milyon insanı fişlemektedir. Valiyi, Kaymakamı, öğretmeni, doktoru fişliyorlar. Asıl insanları bölenler bunlardır. Sen inanan- inanmayan, lâik-antilâik diye insanları ayıramazsın. Bunların hesabını soracağız.”

05.10.1997’de eski Başbakan ve DYP Genelbaşkanı T. Çiller ise “Devletin jandarma ve polis devleti” olmakla nitelemiştir.

Bunlar devletin eski yöneticilerindendirler. Devletin gerçeğini gösteriyorlar. Bu devletin askerler tarafından yönetildiğini belirtiyorlar. Bu devlet ve onun yöneticileri ve özellikle yönetici askerler halkı bölüyorlar ve halka karşı casusluk yapıyorlar. Çünkü, halktan korkuyorlar. Halka ve dinine karşı savaş ilan etmişlerdir. Zira, insan ancak düşmanına karşı casusluk yapar. Bu sebeple askerler korku içerisinde Allah’ın Resulü olan Muhammet (S.A.V.) ve müminlerin düşmanı olan yahudilerin varlığı olan İsrail’den müminlere karşı yardım almaktadır. Bu askerler (generaller), devletin görevlilerine bile güvenmiyorlar. O nedenle herkesi fişliyorlar. Bunun sebebi halkın müslüman olmasıdır. Dinlerini terk edip lâik olmuş olan generaller eski kardeşleri olan Müslüman halkına bu savaşı ilan etmişlerdir. Bu generaller tevbe edip tekrar dinlerine dönerlerse ve bağlanırlarsa halklarına karşı casusluk yapmaya ihtiyaçları kalmayacaktır. Halkları kendilerine ve Devleti dost edineceklerdir.

 

KORKAKLARIN VERDİĞİ TAVİZLERİNİN SONU YOKTUR

Erbakan, partisini 1983’te Türkiye Siyasî Partiler Yasasına göre kurmuştur. Bu yasa gereğince partinin temel ilkeleri; lâiklik, Atatürk ilkeleri, demokrasi, Cumhuriyet sistemi ve temel hürriyetlerdir. Bunların tamamı küfür ilkeleridir. 1996’da Başbakan olunca bu temellere bağlanıp bunları uyguladı. Ayrıca generallerin her dediğini uyguladı. İsrail’le bir çok anlaşmalar imzaladı. 28. Şubat 1997 MGK kararlarına evet dedi. Bu kararlar gereğince 8 yıllık Kesintisiz Temel Eğitim yasallaştı.Generaller ve onlara bağlı yargı organları bununla da yetinmedi. Bir düzen kurup Erbakan’ın partisini kapatmaya dair bir dava açtırdılar. Zira, Erbakan’ın korkaklığını ve boyun eğiciliğini öğrendiler. Bu sebeple onu daha fazla korkutmak ve boyun eğdirmek için bu davayı açtılar. Hem de onun gibi düşünenleri de korkutmak ve boyun eğdirmek istediler. Ayrıca, onları aylarca kendilerini savunmakla meşgul ettirmeyi hedef edindiler. Erbakan 250 sayfadan fazla bir savunmayı hazırladı. Lâikliğe, demokrasiye, Atatürk’e ve Cumhuriyet’e ne kadar bağlı olduklarını ispatlamaya çalıştı. Savunmasını bitirmek üzere iken şu ifadeleri yazmıştır: “RP ne bir felsefe kulübü, ne dini bir ekol ne de okuldur. RP’nin İslâm’la ya da herhangi bir dini doktrinle özdeşleştirilmesi mümkün değildir. Savcının böyle bir iddiası ve sıkıntısı varsa bu konuyu Diyanet İşleri Başkanlığından ya da bu konuda yetkili ilim adamlarından sorabilir.”

İman zayıflığı veya yokluğu yüzünden insan korkak olur. Korkak olunca taviz verir. Zelilliği her zaman tezahür eder. Nihayet, yenilir ve rezil olur. Ahirette pek acılı azap görür. Her şeyi bilen Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:

 

İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın, Benden korkun.”(Ali İmran: 175)

“Haksızlık yapanlara yönelmeyin, yoksa ateş size de dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur; sonra, yardım da göremezsiniz.” (Hud: 113) Bu ayetlerdeki ikazlar Erbakan’ın konumuna ne kadar da uymaktadır?

 

BÜTÜN İKTİDARLARIN İCRAATLARININ AYNI OLMASININ SEBEBİ AYNI REJİMİ UYGULAMALARIDIR

Muhalefet iktidarı eleştirir. İktidar olunca eskiden eleştirdiği iktidar partilerinin icraatlarının aynısını uygular. Şimdiki hükümet eski hükümeti enflasyonu tedavi etmeyip onu arttırdığını söylüyordu. Şimdiki hükümet döneminde açıklandığı gibi Eylül ayının enflasyon oranı yıllık %89,9. Eskiler ve yeniler, başka ifadeyle cumhuriyetin bütün siyasî partileri aynı siyaseti izlerler. Bunun sebebi, rejim veya nizamın aynı oluşudur. İktidara kim gelirse gelsin aynı icraatı uygular. Bu nedenle, iktidarı değiştirmekle değil rejim ve sistemi değiştirmekle uğraşmak gerekir. Türkiye için İslâm’dan başka rejim ve sistem uygun olmaz.

 

LAİKLİĞE DAYALI BATI HADARETİNİN VAHŞETİNDEN BİR MANZARA

İsveç’te 1935’ten 1976 yılına kadar fakirler ve geri zekalılar veya sakat olanların kısırlaştırıldığı açıklanmıştır. Bunun nedeni, İsveç necip ırkını korumaktır. İsviçre’de ise halâ bütün insanlara kısırlaştırma gizlice devam ettiği açıklandı. Belçika’da da aynı şeyin yapıldığı açıklandı. De Morgen gazetesi Ingrid van Butsel adlı Belçika’lı kadının 1985’te kısırlaştırılmaya zorlandığını yazdı. Bu kadın kısırlaştırmayı kabul etmezse onun evlenmesine müsaade etmeyeceklerini yerel yöneticilerin tehdidi üzerine kabul ettiğini yazdı. Belçika Kralı ve Başbakanına gönderdiği şikayet mektubuna cevap almadığını kadın anlattı.

Finlandiya’da 1930-1955 yılları arasında 1460 kişiye kısırlaştırma yapıldığı açıklanmıştır. İsveç’te ise 600 bin erkek ve kadının kısırlaştırıldığı beyan edilmiştir.

İngiltere’de de aynı icraatın Sağlık Bakanlığının izniyle yapıldığı beyan edildi.

Cenevre Üniversitesi Çocuk ve Ergen Psikolojisi Uzmanı prof. Jacques Voneche, İsviçre televizyonunda şöyle dedi:”Özürlülerin kısırlaştırılması gizlice hâlâ sürmektedir. Bu hususla ilgili yapılan bütün araştırmalarda yetkili yerlerin inkarıyla karşılaşılmıştır.”

Kısırlaştırma önerisini ilk ortaya atan 1880 yıllarında, İngiliz Francis Galton oldu. Nazi Almanya, ABD, Çin ve Hindistan bunu benimsedi. Çin hâlâ kadınlara yönelik kısırlaştırma operasyonunu sürdürüyor. Hindistan’ın 1975-77’deki sıkıyönetim döneminde fakirler zorla kısırlaştırıldığı açıklandı.

Batı hadareti neler yapmaz ki?. Bu hadaret gayrî insanidir. Zira, bu hadaretin temeli lâikliktir. Dini hayattan ayırmaktır. Buna uygarlık veya çağdaş medeniyet derler.!! Türkiye buna yetişmek için 74 senedir koşuyor. Roma İmparatorluğunda da aynı icraat vardı. Bu hadaret Roma’ya özenmektir. Hatta Roma Hukukunu hâlâ uyguluyorlar. Zalim Roma İmparatorluğu yıkıldı gitti. Yerine hayır hadareti olan İslâm Hadareti yayıldı. İslâm Hadaretinin temeli İslâm Akîdesi ve mefhumları bundan fışkırmaktadır. Özürlüleri korur, fakirleri zengin eder ve insanlığı himaye eder. Şimdiki Roma hadaretinin uzantısı olan Batı hadareti ancak İslâm devleti kurmakla ortadan kalkar ve insanlık tekrar insanlara geri gelir.

HABER

15.09.1997’de İsrail Jerusalem Post gazetesi şu haberi yayınladı: “İsrail şirketleri Savunma Bakanlığının resmi onayı ile 1980-93 yılları arasında İran’a yüz milyonlarca dolarlık silah ve modern askeri techizat sattı.”

Demek ki İrangate 1985’te durmadı. 1993’e kadar devam etti.

 

TÜRKİYE BİLE BİLE IMF’NİN POLİSLİĞİNİ KABUL EDİYOR

Geçen Eylül ayının üçüncü haftası Hongkong’ta IMF konferansı yapıldı. IMF’nin genel sekreteri Amerika’lı Michael Camdessus konferansı yürütüp yönlendirdi. Buna katılıp Türkiye’yi temsil eden Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner şu açıklamayı yapmıştır: “IMF’nin polisliğini istemiyoruz. Stand by önerisini geri çevirdik. Ancak, ısrar ederlerse bütün şartları konuşuruz. Stand by’ın bana getireceği kredi avantajlarına bakarım. İşime gelirse kabul ederim. Bunu ayrıca görüşürüz. Ama Stand by istemiyoruz.”

Türkiye IMF’nin polisliğini istemiyorsa ona bağlı kalmaz. Hemen ondan ayrılmalı. Hem onun polisliğini istemiyorsunuz hem ona bağlı kalıyorsunuz, aynı zamanda IMF ısrar ederse o polisliğin şartlarını kabul etmeye hazır olduğunuzu söylüyorsunuz. Ne kadar çelişkili ve pasif bir tutumdur.Bu hem IMF’nin sömürgeci olduğunu idrak ediyorsunuz, hem de buna boyun eğiyorsunuz. Bu devlet bile bile sömürgeci IMF’ye bağlıdır. Çünkü, onun kapitalist düşüncesinin esiridir. Başka düşüncesi yoktur. İslâm ekonomi sistemini reddediyorlar. Öyleyse sömürgeci kapitalist sisteminin ateşiyle kavrulsunlar. Umulur ki akılları başlarına gelip İslâm’ı kabul ederler.

 

İNGİLTERE ENDONEZYA’YI BÖLMEYE ÇAĞIRIYOR

28.08.97’de İngiltere Dışişleri Bakanı Endonezya’yı ziyaret edip Endonezya’dan bir parça olan Timor adasındaki insanlara hakları verilmeli diye nutuklar attı. Oysa, oradaki bir gurup Hıristiyan Batının desteklemesiyle timor’u Endonezya’dan ayırmak için mücadele ediyorlar. Oradaki bölücü kilisenin bir papazına geçen sene batılılar Nobel ödülü verdiler. Batı bu bölücüleri destekliyor ve bunlara arzu ettiği bütün hürriyetler verilmeli demektir.

Endonezya’da hapislerde çürüyen Şeriat sistemini ve Hilâfet’i isteyenler terörist olarak nitelenirken, batılılar bunlar için daha ağır ceza lara çarptırılmasını istiyor.

Aynen Türkiye’de olduğu gibi. Batılılar Türkiye’yi bölmek isteyen PKK’yı destekliyorlar.“Kürtlere insan hakları verilsin” diyorlar. Şeriatı isteyenler hakkında uyarıyorlar ve Türkiye’nin onlara daha fazla baskı yapmasını istiyorlar. Bunları irtica (gerici) ve fundamandalist olarak niteliyorlar.

Amerika, İngiltere ve diğer batılılar “insan haklarını” bizimle savaşmak için bir silah olarak kullanıyorlar. İnsan hakları sloganı gibi sömürgeciler tarafından parlatılan ve kullanılan sloganları, bazı Müslümanların gözlerini kamaştırıyor. Basitlik ve saflıklarını gösterip bu sloganları yutuyorlar ve kullanmaya başlıyorlar.

 

KAPİTALİST SİSTEMİN DOĞURDUĞU BORSANIN TEHLİKESİ VE ZARARI

Ağustos ayında Doğu Asya’da borsalarda bir çöküş oldu ve büyük zararlar oldu. Çöküş 30.08.97’de Malezya Başbakanı Mahatır Muhammed memleketinin gördüğü zarar yüzünden acılarını gösteren bir konuşma yaptı. Konuşmasında şöyle dedi: “Malezya para piyasalarının uğradığı satış kasırgası Malezya’nın dış borçlarını arttırdı ve piyasada 400 milyar Rengit (138 Milyar Dolar) götürüp yok etti.” Bunun mesuliyetini rekabetçilere yükledi. Geçen martın sonunda ağustos ayına kadar borsada %35 düşüş oldu. Malezya parası Rengit iki ay içerisinde (temmuz, ağustos) dolara karşı %18 düştü. Başbakan M. Muhammed rekabetçileri ve özellikle rekabetçi Amerikan milyarderi George Soruus’u bu zarardan sorumlu oldukların açıkladı.

İşte, bu olaylar kapitalist sisteminin tehlikelerinin ve zararlarının hangi boyuta ulaşabileceğini gösteriyor. Nitekîm, hilekâr kapitalistler bir memleketin bütün servetlerini çalıp götürebilirler. Amerika gibi büyük sömürgeciler kendi adamlarını yollar ve diğer memleketleri çökertirler ve paralarını onların vasıtaları ile çalarlar.

İslâm borsaya müsaade etmez. Borsada sözleşme olmadan şirketlere girilir ve ondan ayrılınır. Herkes piyasadan hisse satın alabilir ve satabilir. Oysa İslâm’da Şeriat şartlarına göre sözleşme olmadan şirketlere girilemez. Hemen de ayrılınamaz. Diğer ortaklarla veya vekilleriyle anlaşması lazımdır.

Ayrıca, borsada faiz işlemleri cereyan etmektedir. Bu da İslâm’a aykırıdır. Para alışı ve satışı doğru ölçülere göre yapılmıyor. Herkes diğerini batırmak için rekabet yapıyor. Bu da şeriata göre caiz değildir. İslam’da yabancılar ve özellikle sömürgeci devletlerin tebaaları İslâm memleketlerinde yatırım yapamazlar. İslâm devletinde mülk sahibi olamazlar. Ancak, devletin kontrolü altında dış ticaret gereğince ve şartlarınca bir şey satabilirler veya alabilirler

 

CEZAYİR’DE SEÇİM VARMIŞ?!

23.10.97’de Cezayir’de yerel seçimler yapıldı. Sahipleri Müslümanlardan bazı partiler bu seçime katıldılar. Bunlar partilerini Cezayir siyasî partiler kanununa göre kurdular. Bu kanunlar İslâm adını bile partilerin isimlerinde kullanılmasını yasaklamıştır. Gerekçeleri ise; din kutsal, onu istismar etmemek gerekir. Ama demokrasi, sosyalizm, lâiklik, Cumhuriyet gibi İslâm ile çelişen fikir ve sistemlerin isimlerini kullanmak serbesttir. Bu isimler bu fikir ve sistemler için istismar sayılmaz. Çünkü, devletin temelleri bu batıl fikir ve sistemlere dayalıdır. Halbuki, devletin temelleri dine dayanmalıdır. İslâm akidesine aykırı bir şeyin bulunması yasaklanır. Sadece, İslâm’a göre parti kurulur ve mücadele verilir.

Bu Müslümanlardan sayılan particiler her türlü tavizi vermelerine rağmen seçim devlet tarafından yönlendirildi. Seçimde sahtekârlık olduğu ve devletin iki partisinin oyların çoğunu aldıkları iddiaları çıktı. İddia edenler deliller gösterdiler. Bu iddia ve delillerin doğru olma ihtimali büyüktür. Çünkü, devletin iki partisi halk tarafından tutulmamaktadır. Serbest seçimlerde bunlar hiç kazanamadılar. Hep FIS kazanmıştır. Halk devlete ve partilerine güvenmiyor. Ayrıca, seçimlere katılanların oranı %66’dır. Bu devletin iddiasıdır, ama gerçek başkadır. Belki de katılım oranı %30 bile değildir.

Öte yandan, Müslümanlardan sayılan particiler neyi hedef ediniyorlar? Biliyorlar ki, lâik askerler İslâm’a dayalı devletin kurulması ve iktidarın olmasına hiç müsaade etmeyeceklerdir. 1991 senesinin tecrübesi vardır. Müslümanlar %84’le kazandıkları halde askerler müdahale yaptılar. Onların partisini FIS’i kapattılar ve liderlerini hapse attırdılar. Peki, Hamas ve Nahda gibi Müslümanlardan sayılan partiler niye katılıyorlar? Bunlar samimi midirler veya ciddi midirler? Samimi olan küfür sistemine dayanmaz. Ciddi olan tecrübelerden ders alır ve seçime girmez. Nitekîm, Resulullah (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Mü’min aynı delikten iki defa girmez.” Müslümanlar demokrasinin İslâm’ın metodu olmadığını anlayıp islamın yolunu izlemeye başlarlar. Türkiye’de Müslümanlardan sayılan particiler iktidara geldiler, küfrü uyguladılar, İsrail ile anlaşmalar imzaladılar. Müslüman askerlerin ordudan atılmasını onayladılar. 28 Şubat’ ta lâik generallerin İslâm ile savaşmasıyla ilgili kararlar altına imzalarını attılar. Her türlü tavizi gösterdiler. Buna rağmen lâik generaller ve siviller memnun değillerdir. Partilerini kapatmak için dava açtılar. O particiler savunmalarında laiklik ve demokrasi gibi küfür ilkelerine ne kadar bağlı olduklarını gösteriyorlar.

Müslümanlar Kur’an ve Sünnetten anlamazlarsa tecrübelerden demokrasinin İslâm’a aykırı ve Müslümanlara yapılan büyük darbelerin sebebi olduğunu anlamazlar mı? İslâm deneme tahtası değildir. Değişmeyen metodu vardır. O Resulullah (S.A.V.)’ın metodudur.

 

YAHUDİLER MESCİD-İ AKSA’YI YIKMAK ÜZEREDİRLER

Filistin’i gasp eden yahudiler, Müslümanların ilk kıblesi ve üçüncü Harem’i Şerifleri olan Mescid-i Aksa’yı yıkıp yerine bir Yahudi mabedi yapmak için ekim ayının ortasında oraya saldırdılar. Büyük taş getirip Yahudi mabedinin temel taşı olarak yerleştirmek istediler. Ayrıca, bir de kırmızı inek getirdiler. Onu kesip ve yakıp küllerini mescit üzerine dağıtacaklardı. Bu sefer engellendiler. Ama, bir daha teşebbüs edeceklerdir. Durumlar böyle devam ederse ya mescide el koyarlar ya da yıkarlar. Nitekîm, İsrail Yüksek Mahkemesi yahudilerin Mescid-i Aksa’da Yahudi namazlarını (ibadetlerini) icra etmelerine müsaade verdi. Ayrıca, Mescid-i Aksa bölgesindeki Müslümanlara ait evlere el koymaya başladılar. Bazı evlerin altında harfiyat yapıp tabanlarını çökerttiler. İslâm dünyasında mevcut olan devletlerin çoğu bu hadiseye seslerini çıkartmıyorlar. Bir kısmı sadece lâf olsun diye kınıyorlar. Bir kısmı ise İsrail ile ilişkilerini geliştiriyorlar.

Devletlerin tutumu bu olunca Müslüman halkları ne yapmalıdırlar? Bu halklar kendilerine tahakküm edip bu tutumu takındıkları için onlara baskı yapmalıdırlar. İsrail’le cihad ilan etmeye onları zorlamalıdırlar. Cihadı başlatmazlarsa onları değiştirip yerine İslâm’ı uygulayıp cihadı ilan edecek Devleti kurmalıdırlar. Böylece kutsal camilerini kurtarabilirler. Bu olmazsa Filistin tamamen kayıp olacak ve kutsal yerler yıkılacak. Ayrıca, yahudiler diğer İslâm memleketlerini tek, tek ellerine geçireceklerdir. Nitekîm, Türkiye onların önemli hedeflerindendir. Özellikle onların baş hedefi Nil’den Fırat’a kadardır. Dedelerinin Harran’dan Filistin’e göç ettiklerini söylemektedirler. Bu sebeple, Türkiye’ye egemen olmak için askerî, ekonomik ve emniyet anlaşmalarını yapıyorlar. Oradaki Müslümanlar Türkiye Cumhuriyetinin siyasetini değiştirmek için yöneticilerine baskı yapmalıdırlar.

 

Sayı 103...1418-Recep...1997-Kasım