CEZAYİR’DEKİ KATLİAMLAR NİZAM VE
İDEOLOJİ SIFATI İLE İSLÂM’I KATLETMEK İÇİN
YAPILMAKTADIR.
Geçen Ağustos ayının 28-29 gecesi,
Cezayir şiddet ve zorbanın sürdüğü 6 yıl içinde vukuu
bulan korkunç katliamların en iğrençlerinden birisine şahit
oldu. Bu katliamda başkente yakın olan Siidi Musa kentinin
civarındaki Siidi Rais beldesi ehlinden 300’den fazla kişi
katledildi. Katledilenlerin çoğu kadınlar, hamileler, yeni
doğmuş bebekler ve yaşlılardan oluşuyordu. Bunlar bıçak,
kılıç gibi silahlarla kesilerek, yakılarak, karınları
yarılarak katledildiler. Ayrıca 40’dan fazla kız ve kadın
kaçırılıp tecavüz edildikten sonra öldürüldüler.
Bu korkunç katliamdan sonra ve önce de başkentin
çevresindeki başka bölgelerde katliamlar oldu. Bu
katliamlarda da 100’den fazla kişi katledilmiş, 50’den
fazla kadın kaçırılıp tecavüz edildikten sonra
öldürülmüştür. Bütün bu katliamlar kılıçlar, bıçaklar
ve satırlarla yapılmıştır. Hamile kadınların karınları
yarılıp bağırsakları dışarı çıkarılmış, kaçmaya
çalışanlar ise ateş edilip kurşunlanarak öldürülmüştür.
Evler ve cesetler yakılmıştır.
Geçen 15 Temmuz’dan bugüne kadar
katledilenlerin sayısı bazı gazetelerde geçtiğine göre
1000’i geçti. Bunların çoğu kadın, çocuk ve yaşlılardan
oluşmaktadır. Cezayir hükümeti ve yandaşları bu
katliamları, kendilerine terörist dedikleri gruplara
atfettiler. Onlardan da kasıtları İslâmi hareketlerdir. Başta
Kurtuluş Cephesi olmak üzere İslâmi hareketler ve muhalif
parti liderlerinden bazıları ise Cezayir devletindeki emniyet
teşkilatını bu katliamların arkasında durmakla itham
ediyorlar. Nitekim Abbas Medeni, bu katliamı kınayıp ondan
uzak olduğunu açıkladı. İslâm’ın itham edilemiyeceğini
belirtti. Aynı şekilde Enver Haddam, katliamın sorumluluğunu
hükümete yükledi. Hükümetin İslâmi Kurtuluş Cephesi’nin
talep ettiği şiddet olaylarını araştıracak bağımsız bir
komisyonun oluşturulmasını red etmesini buna gerekçe olarak
gösterdi. Aynı şekilde Bin Bellah, geçen Temmuz ayının
sonlarında Beyrut’a yapmış olduğu bir ziyaret esnasında
El-Menar televizyonuna verdiği demeçte açık bir şekilde bu
katliamları yapanların devlet organları olduğunu, bununla
İslâmi hareketleri suçlamaya çalıştığını ifade etti.
Huseyin Ayet Ahmed de, katliamlardan Cezayir’deki devlet
organlarını sorumlu tuttu.
Bu mevzuda bir görüş koymadan önce aşağıdaki
mülahazaya dikkatle bakmak gerekir:
1- Bu katliamlar, başkentin güneyinde
ve varoşlarındaki (İslâmcıları) destekleyen olarak itibar
edilen bölgelerin bir çoğunda vukuu bulmaktadır. Bu bölgeler,
Kurtuluş Cephesi’ni büyük bir çoğunlukla desteklediler ve
1991 seçimlerinde ona oyların ezici çoğunluğunu verdiler.
2- Bu katliamların çoğunun Belide, Ayn
el-Defli, Muddiye gibi başkentin çevresindeki semtlerde vukuu
bulması, aynı zamanda bu bölgelerin Cezayir ordusunun ve
emniyet kuvvetlerinin temel üssü konumunda olması, ordunun
özellikle Belide bölgesini başkentin ilk savunma hattı
olarak görmesi, burada takriben 60 bin asker ve emniyet
personeli olması herhangi bir büyük topluluğun, grubun
saatlerce süren bir katliamı yapmasını gerçekten zorlaştırır.
3- Terörist grupların, askerler ve
emniyet kuvvetleri ile dolu bu bölgelerde saatlerce süren
katliamlarını yapıp emniyet kuvvetleri gelmeden kaçabilmelerinin
kolaylığı da işin bir başka boyutu. Hatta takriben 4 saat süren
Sidi Rais katliamında ordu ve emniyet kuvvetlerinin bölgeye
uzaklığı 1km’den fazla olmamakla birlikte bu kuvvetler
katliam tamamlanmadan ve mücrim katiller kaçmadan önce
bölgeye gitmediler. O mücrim terörist gruplar emniyet
kuvvetlerinden destek görmedikçe bunun olması imkansızdır.
4- Cezayir hükümetinin bu olaylar karşısında
gerçekten açık bir tavır almaması, bu iğrenç menfur
katliamları fiilen işleyen tarafı açığa çıkaran gerçek
bir tahkikat yapmayışı ve bu meseleyi kasıtlı bir şekilde
belirsizliğe terk etmesi de dikkati çeken başka bir husustur.
5- Seçkinler şehri haline gelen ve
başkente yakın olan hükümet adamları, ordu komutanları, hükümete
yakın olan ve onu destekleyen parti liderlerinin oturduğu Nadi
el-Sanuber muhitinde herhangi bir katliam ve terör eyleminin
olmaması da bir başka dikkati çeken husustur.
6- Ölü ve yaralıların taşındığı
hastahanelerdeki doktorlardan gelen rivayetlerde denilmektedir
ki; “Korkunç katliamı yaparken ölen bazı katiller sünnetsizdirler.”
Halbuki bütün erkeklerin sünnet olmaları müslüman olmaları
hasabiyle Cezayir’de çok yaygın bir olaydır.
Bu mülahazalar, İslâmi cemaatların bu
korkunç katliamı yapmış olmalarını olanaksız
kılmaktadır. İthamı Cezayir’deki emniyet gruplarına yöneltmektedir.
Bu mülahazaların İslâmi cemaatların bu
korkunç katliamları yapmış olmasını olanaksız kılıyor
olmalarının izahı ise şöyledir: İslâmi cemaatların;
kendilerine bağlanmış, seçimlerde destek vermiş,
kendilerine çok katılanların olduğu o bölgelerin insanlarını
öldürmeleri akla uygun değildir. Aynı şekilde ordunun ve
emniyet güçlerinin yoğunlukta olduğu bu bölgelerde, İslâmi
cemaatlara böylesi geniş bir hareket yapmalarına, saatlerce süren
katliam yapmalarına, kendilerinin saldırılarıyla
karşılaşmaksızın katliam cürümünü işlemiş ve suçları
meşhud olduğu halde bölgeyi terk edebilmelerine imkan
vermeleri de imkansız olan hususlardandır. İslâmi
cemaatlerin, ordunun ve emniyet güçlerinin yoğunlukta olduğu
bir ortamda böylesi bir hareket yapma imkanları olsaydı,
onlar hükümet adamlarının, ordu ve emniyet kuvvetleri
komutanlarının, devlete yakın parti liderlerinin oturduğu
Nadi el-Sanuber semtine saldırı yaparlardı. Çünkü onların
hepsi de kendilerinin gerçek düşmanlarıdır.
Katliamı yapan cemaatlarla beraber sünnetsiz
olan şahısların varlığı, bu katliamları yapanların İslâmi
hareketlerden başkalarının olduğuna dair bir delildir.
Çünkü İslâmi cemaatların elemanları müslümandırlar ve
sünnetlidirler. O sünnetsiz olan kimseler ise, Cezayir
istihbaratının ve batılı hükümetlerin böylesi katliamlar
yapıp sonra da onları İslâmi cemaatlara isnat etmeleri için
kafirlerden kiralanan paralı askerlerdir.
Buna ilaveten, kalbinde zerre kadar iman ya
da ahlâk ya da insanlık bulunan bir kimsenin böylesi korkunç
katliamlar yapması mümkün değildir. Kadınları, hamileleri,
çocukları, yaşlıları keserek, parçalayarak, karınlarını
deşeleyerek öldürmeleri mümkün değildir. Zira İslâm
şiarını ve Allah’ın indirdikleri ile yönetimi geri
getirmek için çalışma şiarını yükselten kimsenin yapması
hiç mümkün değildir. Çünkü o bilir ki İslâm, bu tür
suç işlerini kesin olarak haram kılmıştır, hiç bir
durumda caiz değildir. Yine bilir ki haksız olarak bir kişiyi
öldüren kimse bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Bilir
ki, Resul (Sallallahu aleyhi vesellem) savaşçılara;
kadınları, çocukları, savaşmaya muktedir olmayan
yaşlıları öldürmeyi ve işkence ile cezalandırmayı, sakat
bırakmayı nehiy etmiştir.
Biz ve bizimle beraber bütün müslümanlar
bu vahşi iğrenç katliamlardan Allah’a sığınıyor, onu
yapan kim olursa olsun ondan uzak olduğumuzu bildirerek diyoruz
ki, bunu yapanların İslâm ile ve müslümanlarla hiç bir
alakası yoktur.
Hilafet’i ikame etmek için çalışmanın
ve Allah’ın indirdikleri ile yönetimi tekrar geri getirmenin
metodu o değildir. Bunun metodu, Rasulullah (Sallallahu aleyhi
vesellem)’in İslâm Devleti’ni kurmak için takip ettiği
metottur. Bu metot ise şahıslar kazanıp İslâm kültürü
ile kültürlendirmekle başladıktan sonra, toplumda var olan
fikirlerle fikrî çatışma ve yönetici kesimi ile siyasi çatışma
yolu ile kamu uyanıklığı ve kamuoyu oluşturmak için
topluluklara hitap etmeye yönelinen siyasi çalışmadır. Bu
merhalede, fikri gayesine ulaştırmak için muktedir olanlardan
nusret talep edilir.
Hilafet’in ikame edilmesi ve Allah’ın
indirdiği ile yönetimin geri getirilmesi için takip edilecek
metot işte budur. Maddi işler ve maddi kuvvet kullanmak
değildir. Maddi faaliyetin caiz olduğunu söyleyenler dahi
maddi kuvvetin yönetici kesime ve onları destekleyenlere
karşı kullanılması gerektiğini söylüyorlar. Halkın
geneline ya da kadınlara, hamilelere, çocuklara ve yaşlılara,
devletle alakası olmayan ve onun dayanağı olmayanlara karşı
değil.
Aynı şekilde kendisine demokratik faaliyet
denilen ve seçim sandıkları da, Hilafet’in ikamesi ve Allah’ın
indirdikleri ile yönetimin geri getirilmesi için metot değildir.
Çünkü bu öncelikle Rasul (Sallallahu aleyhi vesellem)’in
İslâm Devleti’ni kurmak için takip ettiği metoda
aykırıdır. Ayrıca, küfür devletleri ve İslâm
beldelerindeki yöneticilerden olan uşakları, müslümanlara
bu uslüp ile Hilafet’in ikamesine ve Allah’ın indirdikleri
ile yönetimin geri getirilmesine imkan tanımazlar. Cezayir ve
Türkiye’de hasıl olan hususlar buna en iyi delil teşkil
etmektedir.
Madem ki itham parmağı bu korkunç katliamı
yapanların ve onu İslâmi hareketlerin üzerine atmaya çalışanların
arkasında Cezayir’deki emniyet teşkilatının olduğunu gösteriyor,
o halde bunu yapmaktaki hedefleri nedir?
Biz diyoruz ki; Cezayir’deki hükümet bir
laik hükümettir. Kafir Batının küfür hadaretini ve
fikirlerini benimsemiştir. Kafir batı devletlerine sadakat ve
bağımlılık borcu vardır. Bu batı devletleri ise, hayat,
devlet ve toplum için bir nizam ve ideoloji sıfatı ile İslâm’ı
kendileri için öncelikli düşman görmektedirler. Özellikle
İslâm müslümanların arzuları, kendilerinin batı
hadaretinden ve batılı devletlerin hegemonyasından kurtuluş
umutlarının adresi olduktan sonra, hayat, devlet ve toplumda
egemenliğin sahibi olması için İslâm’ın dönüşünün
artık an meselesi durumuna gelmesinden sonra kâfir batı
devletlerinin İslâm’a olan düşmanlıkları daha da
artmıştır.
Onun için Cezayir hükümetinin ve dostu batı
devletlerinin bu katlimları yapıp İslâmi cemaatların
üzerine atmaya çalışmaktaki öncelikli hedefleri İslâm’ı
katletmek, Hilafet fikrine ve Allah’ın indirdikleri ile yönetimi
geri getirme fikrine darbe indirmektedir. Bunu da bu korkunç
vahşi işler ile İslâm’ı Allah’ın indirdikleri ile yönetimi
geri getirmek için çalışmayı ve İslâm’ı hayata,
devlete ve topluma geri getirmek için çalışan herkesi
karalayarak, çehrelerini çirkinleştirerek yapmak istiyorlar.
Bundan maksatları da müslümanları, bu fikirler ve onun
taşıyıcılarından ve taşınmasından uzaklaşmalarını,
onlardan tiksinmelerini sağlamak, müslümanları İslâm’ı
hakim kılmak için çalışanların etrafından dağıtarak
onun için hiç bir desteğin kalmamasını sağlamaya çalışmaktır.
Cezayir hükümetinin bu korkunç katliamları
yapıp İslâmi cemaatlerin üzerine atmaya çalışmaktaki en
önemli ve açık hedefi işte budur. Fakat ondan daha az
önemli hedefleri de vardır. O da şudur: Muhalefet saflarında
yer alan 1991 seçimlerinde İslâmi cemaatları destekleyen,
onların yanında duran, İslâmi cemaatların fikirlerinin çoğunun
kendisinden çıktığı bilinen bölgelerden intikam almak,
onlarla hesaplaşmak ve onların insanlarının kalplerine korku
salmak istemektedirler. Ta ki o bölge insanları bu İslâmi
cemaatların etraflarından dağılsınlar ve onları
desteklemekten vaz geçsinler.
Mesele budur. Cezayir’i içinde bulunduğu
bu çıkmazdan ne çıkaracaktır, ona ne çözüm oluşturacaktır?
Muhakkak ki Huseyin Ayet Ahmed’in ve bazı
Cezayirli parti liderlerinin BM’leri ve batı devletlerini
Cezayir’deki bu trajedik duruma son verilmesi için müdahale
etmeye çağırmaları ise bir siyasi ahmaklıktır ve siyasi
intihardır. Çünkü BM ve batılı devletlerin müdahaleleri;
problemi asla çözmez, bilakis daha da kompleks-karmaşık hale
getirir. Buna ilaveten Cezayir’in egemenliğini yok edip onu
batılı devletlerin hegemonyası altına koyar.
En mükemmel çözüm ise İslâm’ı, nizam
ve ideoloji sıfatı ile direkt olarak tatbik ve uygulama
alanına koymaktır. Ya da en azından Cezayir’i Allah’ın
izni ile yakın zamanda kurulacak olan Hilafet Devleti’ne
katılmaya hazırlamaktır. Hilafet Devleti’nin kurulması,
kudreti yüce Allah’ın vaadı, Kerim Rasul (Sallallahu aleyhi
vesellem)’in nübüvvet metodu üzerine Hilafet’in kurulacağına
dair müjdesinin gereğidir. Allah emrine galiptir.
“De ki; çalışın. Zira Allah, Rasulü ve
mü’minler çalışmanızı göreceklerdir.” (Tevbe: 105)
Hizb-ut
Tahrir H.
3 Cemadiyulülâ 1418
M. 04/09/1997
|