14 Aralık 1997 tarihi Türkiye için önemli bir tarih idi.
Adeta bir dönüm noktası idi. Yolların ayrılışında
bulunan Türkiye bu yollardan birinin yüzüne kapandığını görmüş
oldu. Batıya giden yol kapandı. Avrupalılar Türkiye’yi
kendi aralarına (kendi birliklerine) yani AB’ye artık hiç
sokmayacaklarını açıkladılar. Bu tarihte bu kararı
aldılar. Türkiye’ye kanan ve hayran olan Atatürkçüler
adeta şok oldular. Tepkisel demeçler verdiler. Batılılar ise
Türkiye’ye “gelecek toplantımıza gelin, ama birliğimize
girmeyin sadece bizi seyredin, kapı önünde durun, bize kapıcılık
yapın” diyorlar. çünkü, Türkiye’ye çıkarlarından
dolayı da muhtaçtırlar. Batılılar Türkiye kendilerine ne
kadar hizmet etmiş olsa da hiç bir zaman bir teşekkür dahi
etmemişlerdir. Hep onu kınadılar, itham ettiler, horladılar
ve alçalttılar. Buna rağmen, Türkiye onların bu
davranışlarını anlamak istemez, adeta anlamazlıktan gelir
bir davranış sergiliyordu. Bu olaydan sonra da Türkiye’nin
Batıyı terk edeceğini zannetmiyoruz. Çünkü, Batı Türkiye’yi
her zaman itip kalkmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti Batı’ya
her zaman yalvardı. Türkiye’yi yönetenler zannediyorlar ki
batıda cennet var ve oraya girerlerse yükselecekler ve bütün
sorunlarını çözeceklerdir. Gümrük Birliği’ne girildi de
ne kazanıldı? Hiç bir şey kazanılmadı. Batılıların Türkiye’ye
yardım edeceğine dair verdikleri sözlerini yerine
getirmediler.
Türkiye 1952’den beri NATO’da onlara hizmet ediyor ve
bundan hiç bir şey kazanmadı. Hep batıyı kazandırdı,
kendisi ise hiç birşey kazanmadı.
Körfez Savaşında Irak’ı vurmak için Amerika’ya ve diğer
Batılılara her kolaylığı sağladı ve Türkiye’deki
üslerin kullanılmasına müsaade etti. Fakat, karşılığında
ne aldı? Her Türk yetkilisi gibi eski TC. Cumhurbaşkanı (T.
Özal) da büyük bir yanılgıya uğramıştı. “Bir veririz
üç alırız” diyordu. Fakat, bir dahi alamadı, Türkiye
çok zarar gördü. Savaştan bu yana yetkililerin takdirlerine
göre 30 milyar Dolar zarar vardır. Ayrıca Kuzey Irak’ta
durum değişti. O bölgede boşluk, tarafların karkaşası
sebebiyle ve Türkiye’yi yönetenlerin salaklıklarından
dolayı kabul ettikleri özellikle Amerikan güçlerinden oluşan
Çevik Güç nedeniyle Türkiye’yi bölmeye çalışan PKK
orada kökleşmiştir. Türkiye oraya sayısız defa müdahaleler
yapmasına rağmen PKK’nın kökünü orada kazıyamadı.
Bunun sebebi, Türkiye Cumhuriyeti’nin askerî ve sivil
yetkililerinin şaşkınlığıdır. Ne yapacaklarını ve
nasıl yapacaklarını bilemiyorlar. Düşmanlarını ve
dostlarını ise hiç bilmiyorlar. Batıyı dost ve kendi Müslüman
halkını ise düşman sayıyor. İsrail’i dost, komşu İslâm
topraklarında bulunan ülkeleri düşman sayıyor. Onlarla
anlaşamıyor, batıyı dinliyor. Batı Türkiye’yi kendi
Müslüman halkına karşı tahrik ediyor. Batı Türkiye’ye
diyor ki: “B u halktan tehlike gelir, nüfus planlaması
yapın ki sayıları azalsın, erkeklerin sakallarını kesin,
kadınların başörtülerini atın, çünkü bunlar
fundamantalist oluyorlar, bize (batıya) saldırmak istiyorlar.
Kur’an kurslarını ve dini eğitim veren okulları kapatın,
çünkü, bu yerler Batıya karşı birer eğitim alanlarıdır.
Onlara ibadetlerini Türkçe yaptırın; çünkü Arapça
bilirlerse aşırı ve radikal olurlar. Çünkü, Kur’an
Müslüman olmayan ve İslâm’a uymayana karşı savaşmaya
çağırıyor.”
Türkiye’nin lâik rejimi Batıyı dinliyor ve onun
emirlerini yerine getiriyor. Buna rağmen, Batı ise Türkiye’yi
ret ediyor. Türkiye rejimi ve nizamları ne kadar kâfir olsa
da halkı kâfir yapamıyorlar. Batı Türkiye devletinden
korkmuyor, halkından korkuyor. Nitekîm bu halk dinine karşı
her gün daha fazla sahip çıkıyor ve adeta uyanıyor. Onları
çok rahatsız eden bu duruma karşı rahatsızlığını belli
ediyor. Demokrasi adına ne kadar sulandırma ve gevşetme harekâtı
yapmış olsalar da bu halk uyanıyor, demokrasiyi terk ediyor
ve dinine ve dininden fışkıran sisteme dönüyor.
Ayrıca Batı Türkiye’nin Kıbrıs’ta daha büyük
tavizler vermesini istemektedir. Kıbrıs’ın tamamının
Rumların egemenliği altına girmesini arzu ediyorlar. Türkiye
ise bu konuda federal veya Konfederal bir sistemin olabileceğini
kabul ediyor. İşte bu aslında büyük bir taviz sayılır.
Çünkü, Rumların oradaki Müslüman ve onların toprakları
üzerinde nüfuz ve egemenliğini sağlar ki asıl olan Kuzey
Kıbrıs değil Güney Kıbrıs ile beraber Kıbrıs’ın
tamamını Türkiye’ye ilhak etmek gerekir. Çünkü, Kıbrıs
Türkiye ve Suriye’den bir parça idi. Bütün bunlar büyük
bir devletin ayrılmaz birer parçaları idi. Ta Raşidî
Hilâfet’ten beri, Hz. Osman döneminde fethedilince
Müslümanların oldu. Aynı zamanda bu memleketlerin
birleşmesiyle orada Islâm’ı uygulamak gerekir. Türkiye’de,
Kıbrıs’ta ve Suriye’de veya diğerlerinde küfür
sistemlerinden bir şey kalmamalıdır.
Batı bunların yanı sıra Türkiye’den Kürt meselesinde
de taviz istiyor. Güneydoğuda Kürt’lere en azından
özerklik verilmesini istiyor. Böylece, Osmanlı Devleti’ni böldükleri
gibi Türkiye’yi ve diğer Islâm dünyasında kurdukları
ülkeleri bölmeyi kendilerine hedef ediniyorlar. Müslümanlar
için 55 devlet yetmiyor, bunlar ı
iki kata çıkartmak istiyorlar. Oysa, Islâm’ın emri hepsini
tek devlet içerisinde tek memleket olarak birleştirmektir. Böylece,
Kürt sorunu da çözülür. Bu Islâm devletinde Türk, Kürt,Arap,
Pers, vs. ayrımı yapılmaz. Her takvalı ve kudretli Müslüman
erkek milliyeti, ırkı ve mezhebi ne olursa olsun
Habeşistanlı zenci bile olsa Halife olma hakkına sahiptir.
Batının Türkiye’den diğer bir isteği ise “İnsan
Hakları” konusundadır!!! Bunun manası, Kürtçülük
yapanların solculuk adıyla çalışan ateistlerin ve Homoseksüellerin
faaliyetlerine daha geniş serbestlik sağlamaktır. Bunlara
herhangi bir kayıt getirmemek ve herhangi bir zorlaştırma
yapmamaktır. Çünkü, Insan Hakları’nın manası, her
konuda hürriyeti temin etmektir. Fakat, Insan Hakları Müslümanlar
için geçerli olamaz. Batılılar Islâma bağlanmayı insan
haklarına aykırı görürler. Çünkü, İslam’ın emri
gereğince elbise, başörtüsü ve cilbabı giymesi gerekir.
Her müslümanın namaz kılmasını emreder, zinayı ve cinsi
sapıklığı (Homoseksüelliği) yasaklar, içki kumar ve diğer
haram olan şeyleri men eder, İslâm Devleti’nde yaşayan
gayri müslimler toplum ilişkilerinde İslâm’a uymak
zorundadırlar. Bu sebeple Islâm’da Batının insan hakları
adıyla tanıdığı hürriyetleri Islâm tanımaz. Bundan
dolayı Atatürk Türkiye’si ve diğer ülkeler müslümanları
ne kadar ezerse ezsin Batı hiç bunları kınamaz ve bunları
yapanlara baskı yapmaz. Ama, bir Kürtçüye veya solcuya veya
bir homoseksüele ufak bir şey olsa kıyameti koparırlar.
Işte, lâik demokratik Türkiye, Mısır, Cezayir, Tunus, Libya
ve diğerleri şeriata talip olanlar veya uyanlara her gün
eziyet çektirmesine rağmen Batı hiç sesini çıkartmayıp
sadece seyrediyor ve daha fazlasını istiyor.
İşte Batılılar Türkiye’yi bu
sebeplerle ret ettiler. Bundan sonra da Türkiye’nin doğru
yolu bulacağını zannetmiyoruz, tekrar Avrupa’ya yanaşmaya
çalışacak, Amerika’ya daha fazla yaklaşmaya çaba sarf
edecek ve İsrail’e bağlılığı daha fazla kuvvetlendirecek.
Çünkü, Türkiye’yi yönetenler düşünmeye yanaşmıyorlar.
Onların tek düşündükleri şey ne pahasına olursa olsun
Avrupa’ya girmektir. Bunun onlar için hayır mı şer mi
olduğunu ise hiç düşünemezler. Aynen İsrail’e
bağlandıkları gibi. Teknolojiyi alabilmek için Amerika,
Avrupa ve İsrail arasında gidip geliyorlar ama teknolojik
devrimi geliştirmek için ise hiç çaba sarf etmiyorlar, zira
onlar azat kabul etmeyen gönüllü kölelerdirler. Bunun sebebi
de sahip oldukları taklitçi zihniyettir. Nitekîm, kalkınmayı
gerçekleştirmek için bir ideolojiye göre düşünmek gerekir.
Sırf ideolojisine bağlı olarak düşünenler kalkınabilirler.
Çünkü ancak bu şekilde fikren yükselebilirler, böylece bağımsızca
hareket edeceklerini, sorunları nasıl çözeceklerini, planları
nasıl çizeceklerini, üslup ve vasıtayı nasıl
geliştireceklerini ve kısacası her konuda nasıl düşüneceklerini
bilebilirler. Bu şekilde, her alanda ilerleme kaydedilir. Bu
ilerleme neticesinde üretkenlik başlar. Ümmetin evlatları,
siyasette, edebiyatta, ekonomi, ilim ve fikrin her dalında
üreten insanlar olurlar. Çünkü, mesele üretken insan
unsuruna dayalıdır. Bu insan ancak fikir sahibi ve düşünce
metoduna sahip olursa gerçekleşir.
Türk halkı Müslüman olduğu için İslâm’ı bir
ideoloji şeklinde sunmak gerekir. Hayatın ve devletin
her alanında bunu uygulaması gerekir. Bu şekilde oradaki
insanlar fikir sahibi ve düşünce metoduna sahip olur. Ama
İslâm’ı sırf ruhani bir din olarak alırsa Islâm’a
göre düşünmez, düşünmek için Batıdan fikir ithal etmeye
kalkışır. Bu nedenle de geri kalınır.
Türkiye’deki lâik yöneticiler, tahsilli insanlar,
kültür sahibi olanlar İslâm’a karşı taassubu terk edip
Islâm’a göre kalkınmayı araştırırlarsa netice farklı
çıkacaktır. İslâm’ın kendilerini kalkındıracağını,
ilerleteceğini ve teknolojik devrimleri gerçekleştireceğini
göreceklerdir. Buna binaen, bunları ve tabii ki herkesi bu
konuyu iyice bir düşünmeye ve araştırmaya çağırıyoruz.
Biz Hilâfet Dergisinde kendileriyle tartışmaya, her türlü
bilgiyi sunmaya ve her konuyla ilgili fikir ve çözümleri
göstermeye hazır olduğumuzu belirtiriz. Çünkü amacımız
Islâm memleketlerini kalkındırmak ve ilerletmektir. Aynı
anda diğer kâfir güçlerin tahakkümünden kurtarmaktır.
Diğer memleketlerin ürünlerinin bir pazarı konumundan
kurtarıp üreten güçlü memleketler haline dönüştürmektir.
Unutulmamalıdır ki, her imkânı sağlayan ve her fırsatı
veren devlettir. Devlet halkıyla savaşıyorsa ve İslâm’a
göre düşünme hareketini engelliyorsa bir ilerlemenin
kaydedilmesi düşünülemez. Türkiye’de ise durum bundan
ibarettir. Fakat halk İslâm’a göre düşünmeye başlarsa
kendi fikirleriyle savaşan devletin varlığına tahammül
etmeyip onun şimdiki kâfir devlet konumundan İmanî İslâm
Devletine çevireceklerdir.
Devleti yönetenler İslâm’ı aramazsa halk onu
arayacaktır. Netice olarak bu değişim süreci yavaş
gidiyorsa bir gün hızlanır ve inkilâp gerçekleşir. Zira
toplum su dolu bir kazan gibidir. Altına konulacak ateş ne
kadar kuvvetli ise su o kadar hızlı ısınır ve kaynamaya
başlar. Ondan sonra da köklü değişim gerçekleşir. Ateş
fikir veya ideoloji olarak temsil edilir. Buna göre toplumu değiştirmeye
talip olanlar toplumun kazanının altına kuvvetli ateş
yaksınlar. Yani kuvvetli fikir versinler ve verme hareketini
çoğaltsınlar ve sürekli fikir ve çözüm yaysınlar. Ancak
bu faaliyet herkesi düşündürür ve düşünmeye zorlar.
Yoksa bu düşünemeyen lâik yöneticilerden bir hayır
beklemek doğru olamaz. Avrupa’dan kovulmaları da düşünmeleri
için yetmiyor. Daha büyük ve ezici darbeler yiyecekler ki
belki bizim gösterdiğimiz hakîkati araştırıp düşünsünler.
Bundan dolayı samimi olan Müslümanlar fikir verme ve düşündürme
hareketini üstlenmeli, hızlandırmalı ve mücadelelerini her
tarafa yaymalıdırlar ki ümmetimiz için kurtuluş gerçekleşsin
ve ümmetimiz ilerlemiş ve izzetli olsun.
Ey Inananlar! Allah'ın
gazabına uğramış milleti dost edinmeyin; inkarcıların
kabirde bulunan kimselerden umutlarını kestikleri gibi, onlar
da, ahiretten umutlarını kesmişlerdir. (Mümtehine:13)
|