İslam ümmeti, diğer ümmetlerden kat kat farklıdır. Bu
farkı taşımış olduğu İslâm akîdesinden almaktadır.
Fakat bugün bu farkın yok oluşu veya ayırt edilemeyişi
bizleri ümmet üzerinde düşünceye sevk ediyor.
Ne oldu da yeryüzünün adalet temsilcisi bir toplum,
üzerlerinde küfrün hakimiyetini, coğrafyalarında küfrün
sömürgesini buldular?
Tabii ki bu noktaya ümmet bir anda gelmiş değildir. Bu
noktaya geliş ancak kendisini, her ne kadar daha önceden varlığını
ortaya koymuş olsa da , ancak farkına zihinlerde hiç yıkılamayacağı
düşünülen Hilâfetin kaldırılışıyla varılır.
Cumhuriyetin ilânı müslümanlar da İslâm zihniyetinin en zayıf
noktasına düştüğünün tescili olur.
Allah (c.c.)’nin hükümlerinin kaldırılışı
toplumu o kadar da sarsmaz. Yerini insan yapması nizamlar alır.
Bu son durum ümmeti kökten sarsar ve de darmadağın eder.
Tabii ki bunlar kısa bir an içerisinde olmuş değildir.
İsterseniz kısaca filizlerin atıldığı günlere dönerek
konumuzu aydınlatmaya çalışalım.
Biliyoruz ki; İslâm’ın hayata inişi Resulullah (S.A.V.)’e
peygamberliğin gelmesiyle başlar. O dönemden bize yansıyan
insanların çirkef içerisinde yüzmeleridir. Bu halde olmaları
şirk içerisinde oluşlarından kaynaklanmaktadır. Gücü
yeten, her hangi bir put adına nizamlar koyarken İsa (A.S.)
getirmiş olduğu dinin bozulmuş hali de insanlar arasında
konuşulur. Kök olarak tek bir zihniyet (şirk) insanlarda yer
edindiğini söylerken değişik zihniyetin de yaşadığını görmek
mümkündür. bu oluşun herhangi bir inanç açısından değil
maslahatlarından doğan zihniyetleridir.
İşte böyle bir ortamda Hz. Muhammet (S.A.V.) İslâm ile
insanlığı müşerref kılmak için Allah tarafından
peygamber olarak gönderilir.
Bu çıkış ilk etapta tepkisini bulur. Çünkü,karışık
zihniyet yüklü insanlar hiç duymadıkları bir şeyle karşı
karşıya kalırlar. Çağrılan nokta ve hedef tektir. Hatta o
günün ortaklaştığı hiç bir noktadan esintilenmeyen bir
netlik. Bu öylesine bin netliktir ki kabul edenlerin her
türlü zihniyetten uzaklaşmasını sağlayan ve sadece kendi
akîdesinden fışkıran düşüncelerin zihinlerde odaklaşmasını
gerçekleştirir. Öyle bir zihniyete sahip olunur ki onda başka
tortular bulmak imkansızdır. Silip atmak öldürülmekle bile
gerçekleştirilemeyecek bir şekildedir.
Ortaya çıkan manzara fikir nettir, fikrin temsilcilerinde
oluşan zihniyet tektir. Hayat ölçüleri tek kaynaktan
beslenir. Bu yapıyı taşıyan sahabe İslâm ümmetinin ilk
nüvesidir. Ve de övgüye mashar olan, cennetle müjdelenen tek
temiz bir toplum. Allah (c.c.) onlar hakkında şöyle buyuruyor:
“İlk muhacirler ve Ensar’dan kişiler ile ihsan ile
onlara uyanlardan Allah razı olmuştur. Onlarda Allah’tan
hoşnutturlar.” (Tevbe:100)
13 yıllık sürede 73 kişiyle kayıtlı kalan Müslümanların
sayısı kısa bir süre sonra yani Medine’de Sulta’nın ele
geçirilmesiyle hızlı bir şekilde artar. Fetihler gerçekleşir
ve İslâm coğrafyası genişler.
Resulullah (S.A.V.) hayatta iken ümmette ikinci bir
zihniyetin oluşumuna yer verilmez. Resul vasıtasıyla
uyarılır, münafıklar bertaraf edilir. İslâm sultasını
devamlı tepelerinde hissetmeleri ortaya çıkmalarına da engel
olur. Resulullah (S.A.V.)’ın vefatıyla beraber, geçmişten
esintileri olan bir kısım insan irtidat eder.
İrtidat olayları zihniyet kargaşası doğurmaz. Yine
netlik vardır. Yani Müslüman ile kâfir olanların konumları
bellidir. Bu belirlilik ümmetin üzerinde tehlike arz etmez.
Çünkü, düşman ve düşüncesi ortadadır.
İkinci asrın başlarında irtidat olaylarının bittiğini
görüyoruz. İşte bundan sonra sessiz bir tehlikenin zemin
bulduğu daha sonraları ortaya çıkacaktır. Bu tehlike
doğmadan tehlikenin önünün alınmasını isteyen şu ayeti
kerimenin varlığı geç anlaşılır.
“Bedeviler “inandık” dediler. De ki: Siz iman
etmediniz ama “boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize
yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah
işlerinizden hiç bir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah (c.c.)
çok bağışlayın, çok esirgeyendir.” (Hucurat:14)
Buradaki bedevilerin konumunu daha sonra İslâm topraklarının
genişlemesiyle, İslâm sultası altında kalan, menfaatları
gereği müslümanmış gibi gözüken kapalı bir toplum İslâm
ümmeti içerisinde mayalanır. Bunları:
-Ganimetten pay almak isteyenler,
-Geçmiş dinlerinden tamamen sıyrıla mamış olanlar,
-İslâm’a ve Ümmet’e kin besleyenler,
Bunlar Müslüman olmalarına rağmen geçmişte ki
zihniyetten uzaklaşmış değillerdir. Çevirilerin yani Fars,
Yunan, Hind felsefesinin de İslâm ümmeti içerisine taşınması
daha da cesaretlendirir. Artık ümmet içerisinde tek zihniyet
zedelenmeye başlar.
-Hıristiyanlıktan kalma gaybla ilgili düşünceler ve
Allah’ın sıfatları hakkında tartışmalar gündemi meşgul
eder.
-İslâm’ın gelmesiyle körleştirilen kavmiyetçilik
zihinlerde daha sonra yer bulur, hatta öylesine ileri gider ki
bu konuda hadisler dahi uydurulur.
-“Araplar insanların en namlısıdır” (Suyuti: Mevzu
Hadisler s.50)
-“Arşın etrafındaki melekler Farsca konuşur.” gibi
uydurma hadisler dizdiler. Bir hayat nizamı olan İslâm’ı
nefis terbiyesi adı altında mistizm yani tasavvufu yaşamaya
başlarlar.
18. asra gelindiğinde durum daha da vahim bir hâl alır.
Hızla asıl noktasından uzaklaşan ümmet, Rönesans ile
tanışır. Rönesans ile beraber makineleşmenin getirdiği
etki müslümanlarda hayret uyandırır.
Müslümanlar zihinlerinde İslâm’ın bir çok fikir ve
düşüncelerini silmeye başlar. Çünkü asıl kalkınmanın
makineleşmeye giden zihniyeti yakalamak olarak görürler.
Her ne kadar dinlerinden uzaklaşmadılarsa da küfrün
getirmiş olduğu yenilik ve düşüncelerin hayranı olan bir
toplum meydana gelir. Tepkileri bertaraf etmenin yolu küfür
düşüncelerini İslâm'danmış gibi değer bulur, el üstünde
tutulur. Hürriyet çağrışımları Hilâfet merkezinde yapılır.
Meşrutiyet ilân edilir. Bütün bunların, İslâmi değerlerin
tükendiği toplum, duyarsız kalır.
Günümüze gelindiğinde netlik olayı tamamen kaybolmuştur.
Küfrün Müslümanlar üzerindeki hakimiyeti ve sürekli çalışan
ümmeti tanınmaz hale getirir.
Bu gün Müslüman
-Allah’a inanmakla beraber, Allah’ın hayatta rolü olmadığına
da inanmaktadır.
-Kâfirliği reddetmekle beraber, cumhuriyetçi, demokrat,
lâik, komünist ve sosyalist de
olabilmektedir.
-Allah’a şirk koşulurken kızar köpürür, mecliste
nizamlar yapmakta beis görmez.
-Annesine veya ailesine küfredilince ayağa kalkan Müslüman
İslâm’a saldırılırken hoş görülüdür.
Kâfir toplumlarında göremediğimiz böylesi zihniyet
maalesef müslümanlarda maya tutmuştur. Kâfir küfründe sadıktır.
Asla Kur’an’ın kendisi için bir kitap olduğunu kabul
etmez. Onların zihinlerinde İslâm’a karşı olan düşmanlıktan
başka bir şey bulamazsınız. Ayette belirtildiği gibi:
"... Gerçekten kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen
sözlerinden) belli olmuştur. İçlerinde sakladıkları (düşmanlıkları)
ise daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, şüphesiz size
ayetleri açıkladık." (Al-i İmran:118)
Küfrün olanca baskısına rağmen Müslümanlar bunu fark
edecek vaziyette değillerdir. Fark edip harekete geçen bir
çok kitleler ve bireyler bulundukları ortamlardan etkilenmeden
hareket edemezler. Çünkü zihinlerinde İslâm düşüncesi
net bir şekilde yerleşik değildir. Bu yüzden gerçekleri,
kalkınmaya gidecek yolu ve ölçüsünü tespit etmekte
zorlanmaktadırlar. Karışık zihniyet-ten kurtulabilmek için
düzenli tek bir zihniyete yönelmesi gerekir.
Hayatla olan alakalarında vakıalar üzerine vereceği hükmü
tek bir hükme bağlanmak kişide karışık zihniyeti
değiştirir. Müslümanların bugünkü hallerinden kurtulmaları
tek bir zihniyete sahip olmaları ancak Resulullah (S.A.V.)’in
şu çağrısına kulak vermeleriyle gerçekleşir: “Akletmekte
olduğu aklı ben olmadıkça sizden hiç biriniz iman etmiş
sayılmaz.”
Müslüman şunu bilmelidir ki; İslâm diğer düzenlerin
getirmiş olduğu zihniyet ölçüsünden başka bir ölçü
getirmiştir. Zihniyetin değişimi ve oluşumunu İslâm
Akîdesi üzerine bina etmiştir. Karışık zihniyetin farkına
varma ve ölçmek, İslâm akîdesi üzerine bina edilen fikri
kaidelerle çözülür. Böylece İslâm zihniyeti yakalanmış
olur ki bununla doğru ve yanlışı seçerek tek zihniyete
sahip olur. Bununla doğru ve yanlışı seçerek seçkin bir
zihniyete sahip olurken o zihniyet kişiyi yükseklere taşır.
Bundan dolayı “İslâm zihniyeti” yalnızca İslâm’a
göre düşünen zihniyettir. Aynı anada bu zihniyet sadece düşünmekle
bırakmayıp hayat hakkında İslâm’ı ölçü kabul edip
amelî ve de vakıa ile ilgili düşüncelerinin tamamını İslâm
akidesinden doğru fikri kaideler üzerine bina eder.
Bundan sonra yapılacak iş zihniyeti kuvvetli kılmaktır.
Ki birazda olsa zihniyette kargaşa meydana gelmesin, küfrün
düşünce ve fikirlerini onaylayıp kabul etmesin.
Bunun içinde Müslüman İslâm akidesinden doğan
fikirlerle iç içe olmalıdır. Onu açıklayıp izah etmekle
kalmayıp hayatına aktarmalıdır. İmanının gereği
itaatını artırıp, yükselme yolunda yürümek, sebat
göstermek hatta fikirleri kendisinde cisimlendirmelidir.Ki diğer
zihniyetlerden apayrı bir zihniyete sahip olsun
Artık toplumda o kişi Allah’ın rızasını kazanmak için
şer’i hükümleri gereği gibi yerine getiren biri olarak
bilinir. Böylesi kişi dinini korumakta, yaymakta, yerine
getirmekte gerekli cesareti göstermelidir. Küfre karşı sert
olurken merhamet ve takvada oluşu gözden kaçmaz.
İşte İslâm, böylesi bir zihniyete tabii olup yükselecek
insanların gelişini beklemektedir. Sahabenin gösterdiği tek
zihniyeti günümüz dava adamlarından istemektedir. Ya bu
zihniyeti yakalar ve yükselir, yüceliriz. Veyahutta karışık
zihniyetimizle ezilmeye mahkum oluruz.
Sahabenin nail olduğu şu müjdeye nail olmayı bütün
Müslümanlar için Allah’tan diliyoruz:
“…Ve işte onlar felaha erenlerin ta kendileridir. Onlar
için, Allah, içinde ebedi kalacakları ve altında ırmaklar
akan cennetler hazırladı. İşte bu en büyük kurtuluştur. (Tevbe:
89)
|