Türkiye’de son günlerde
özellikle medyada bir Türkçe İbadet ve Kur’an’ı Kerimin
Türkçe Okunması diye bir konu ısrarla gündeme getiriliyor.
İnananların ibadetlerini nasıl yapmaları gerektiği onların
inanmış oldukları dinde (nizamda) açıkça gösterilmiştir.
Bu konuyu gündeme getirenleri aslında ibadetin Türkçe
veya Arapça olması pek ilgilendirmemektedir. Zira onlar zaten
ibadet ehli değillerdir. Eğer öyle olmuş olsalardı ibadeti
nasıl yapmaları gerektiği konusunu nereden yani nizamdan mı
yoksa heva ve heveslerinden mi almaları gerektiğini bilir ve
ona göre konuşurlardı.
Bu insanlar gerçekten çok aciz insanlardır. Bu konuyu da
pek izah edemedikleri gibi her zaman da olduğu gibi hemen lâik
generallere müracaat etmeyi gündeme getiriyorlar. Mesela;
Tarihçi yazar olduğu söylenen Cemal Kutay Rotaryenlerin İstanbul Pendik ilçe toplantısında Kur’an’ın Türkçe
okunmasının gerektiğini ve hatta Arapçasının
yasaklanmasının gerektiğini açıklayıp bu konuyu Türkiye’de
uygulamaya koymak için MGK, Hükümet ve Meclis’e başvuracağını
söylemiştir. Laiklerin yapacağı da budur zaten bu millete
kabul ettiremedikleri şeyleri hemen lâik generallere havale
ederler ki onlar bu meseleyi zorla da olsa halletsinler.
Bu arada MGK Genel Sekreterliği bu konunun Aralık ayında
yapılacak olan MGK toplantısı gündemine alındığını ve
konunun görüşülüp hükümete bu konuda tavsiyelerde (direktiflerde)
bulunacaklarını açıkladılar
Yine bu arada T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Türkçe
İbadetin mümkün olup olmadığının araştırılıp bu
konuda bir hüküm ortaya koyacaklarını belirttiler. Aslında
Diyanet İşleri Başkanlığının yapmak istediği bunun olup
olamayacağını araştırmak değil; bunun Müslüman Türk
halkına nasıl kabul ettirelebileceğini ortaya koymaktır.
Zira onlar yani DIB mensuplarının ibadetin Türkçe olup
olamayacağını bilmemeleri imkansızdır. En azından bir
okuma yazması olan birisi bile bu konuyu şer’i delilleri ile
ortaya koyabilir.
Müslümanlar burada şunu da unutmamalıdırlar ki lâikler
onları bu gibi tâli meselerle uğraştırıp asıl mesele olan
Raşidî Hilafet devletini kurarak İslam hükümlerini hayatlarına
hakim kılma mücadelesinden vazgeçmelerini sağlamak hatta o
meseleyi bir an için ertelemek bile onlar için daha büyük
problemler doğurabilir ki bu problemler sadece dünya hayatı
ile ilgili değil ahiret hayatını da kapsar.
Kur’an’ın Türkçe okunması mümkün değildir. Zira
Kur’an onda da belirtildiği gibi Arapça bir kitaptır ve
Allah’ın kelâmıdır. Kur’anda Allah’u teâla şöyle
buyuruyor:
“İşte Kur’an’ı, arapça okunmak üzere indirdik,
onda tehdidleri türlü türlü açıkladık ki belki
sakınırlar yahut onlara ibret verir. (Taha:113)
Müslümanlar Kur’anı Kerim'den bir şey anlamadıkları
meselesine gelince bu konunun çözümü için inananların Arapça
öğrenmeleri gerekir. Arapça zaten onların ana lisanı
olması gerekirdi. Hilâfet kurulunca bu konu zaten
çözümlenmiş olacaktır.
Ancak ondan bir şeyler anlamak isteyen onun mealini okuyarak
bir fikir sahibi olabilir. Fakat mealin Kur’an olmadığı da
bilinmelidir ki Kur’an-ın okunması bir ibadettir
DİN İSTİSMARINA KARŞI DİN İSTİSMARI
Dine dayalı olmayan, dini hayattan uzaklaştıran ve dinin
hakimiyetiyle savaşan Türkiye Cumhuriyeti doğu ve güneydoğuya
ehil ve tecrübeli din hizmeti (!) verecek ekipler gönderiyor.
Bunun için Diyanet bütçesine 83 milyar 369 milyon Lira
ödenek kondu. Onların iddiası, o bölgede PKK ve RP dini
istismar edip halkı taraflarına çekiyorlar. Bu sebeple, lâik
Cumhuriyet halkı kendisine çekmek için dini istismar etmeye
dair karar aldı.
Bu devlet, dine dayalı olsaydı ve dini uygulasaydı dini
istismar ettiğini söylemezdik. Çünkü, dine dayalı hareket
eden ve dini uygulayan kimse teşkilat veya devletin dini
istismar ettiği söylenemez
TÜRK EKONMİSİ VE YÖNETİCİLERİ
Devlet İstatistik Enstitüsü, Türkiye’de ekim ayında
enflasyonun %93,2’ye ulaştığını duyurdu.
Kas ım ayının başlangıcında Maliye Bakanı
Zekeriya Temizel şöyle açıkladı: “Türk ekonomisinin fotoğrafı
pek parlak değildir.” Şöyle de ekledi: “Borç yükü altında
olan bir ülke %90’lara ulaşan enflasyonu ile AB’ye hemen
girmeyi beklemeyelim.”
Bu zamana kadar gelmiş olan hükümetlerin, hepsi de
Türk ekonomisini tamir edeceklerini vaat ettiler, fakat bir
türlü bu ekonomiyi düzeltemediler. IMF’ye bağlandılar, ve
Batı bankalarından borç aldılar. Hatta, borçları şu anda
80 milyar dolara ulaşmış durumdadır. Halâ, bu hastalığın
sebebini bilmiyorlar. Halbuki, bunun sebebi uyguladıkları
kapitalist sistemdir. Bu sistemin sahipleri ABD ve Avrupa bu
sistemi sömürgeci unsuru olarak kullanarak diğer devletleri
ve halklarını ezerler, ağır şartlar altında bırakıp
fakirleştirirler. Diğer devletler ABD ve Avrupa’nın
zenginliğine ve maddî ilerlemesine bakarak kanarlar.
Zannederler ki kapitalist sistemi uygularlarsa ABD ve Avrupa
gibi olurlar. Oysa bu sistem sömürgecidir. Bu nedenle, ABD ve
Avrupa kendi halklarını kapitalistlere ezdirirler. Bu sebeple
servetlerin %80’i ufak bir zümrede toplanmıştır.
İnsanların çoğu ya hiç ihtiyacını temin edemiyor ya da
zor bir şekilde kısmen temin edebiliyor. O zaman ABD ve Avrupa’yı
yöneten kapitalistleri nasıl diğer devletlerin kalkınmasına
müsaade edecekler?!! Mümkün değildir. Fakat, halâ Batıya
hayran Türkiye’nin yöneticileri ille de Batıya ve AB’ye
bağlanmak ve kapitalist sistemini uygulamak isterler.
Lâik generaller de aynı zihniyettedirler. Bu sebeple
04/11/1997’de Türkiye Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir şöyle
dedi: “Türkiye yeni Avrupa mimarisinde ve güvenlik yapısında
dışarıda tutulmak isteniyor. Halbuki, Türkiye NATO ve Varşova
Paktı zamanında 45 yıl batının bekçiliğini yaptı.”
İşte, Türkiye Batıya ne kadar hizmet etmişse Batı düşmanı
olan Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Türkiye’yi
ödüllendirmedi. Avrupa dışında bıraktı. Türkiye ise, bu
sefer İslâm’a karşı Batının bekçiliğini üstlenmeye
başladı. Batı Türkiye’yi yalnız kendisinin ucuz bekçisi
olarak görüyor. Körfez savaşında aynı şey olmuştur. Türkiye’nin
asker ve sivil yöneticileri sürekli Batılılar tarafından
sokulduklarını görüyorlar. Fakat, aptal ve enayi gibi yine
de Batı peşindedirler. Mü’min olsaydılar ikinci defa
sokulmazlardı. Öyle devam edecekler ve hiç anlamayacaklar.
Aptal ve enayi kalacaklar. Çünkü, zihniyetleri Batının
esiri oldu. Nitekîm, Batının uzantısı olan Batıdan
daha kurnaz olan İsrail’e bağlanmaya başladılar. Bu nedenle,
Atatürkçü lâik zihniyetli bu yöneticilerden memlekete
kesinlikle hayır gelmez. Bunlardan en ufak bir ümidi olan
kimse onu kessin ve doğruyu aramaya başlasın.
GENERALLERİN HÜKÜMETİ ONLARIN SON KARARLARINI
BENİMSİYOR
Yılmaz-Ecevit hükümeti de selefi olan Erbakan-Çiller
hükümetinden farksız olarak generallerin hükümeti olduğu görülmekte
ve onların hiç bir sözünden çıkmamaktadırlar. 02 Kasım
1997’de Yılmaz yaptığı açıklamada “Son MGK
toplantısında kabul edilen Milli Siyaset Belgesi’ne göre
Türkiye’nin bir numaralı sorunu irticanın olduğunu ve
devletin iç ve dış siyasetini de buna göre yürütüleceğini,
yasaların da buna göre çıkartılacağını” açıkladı.
Ayrıca generaller kendilerinin son darbelerini ve yönetime
müdahalelerini meşru göstermek için TC’nin 118. Maddesini
gündeme getirdiler. Son MGK toplantısında bu maddeyi
sivillerin önüne koydular. Bu maddede şu geçmektedir:
Milli Güvenlik Kurulu devletin milli güvenlik siyasetinin
tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili kararların
alınması ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini
Bakanlar Kurulu’na bildirir. Kurulun, devletin varlığı ve
bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği,
toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınması
zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca
öncelikle dikkate alınır.
Buradan da anlaşılıyor ki, generaller ülkeyi yönetmede
kararlıdırlar. Bu bozuk Türkiye Cumhuriyeti anayasasından
meşruiyetini alıp ve irticayı devletin varlığını ve
bağımsızlığını vs. tehdit ettiğini iddia ediyorlar. İrticadan kastedilen ise bu halkın dinidir. Bu caniler
İslâm’ı
irtica (gericilik) olarak niteliyorlar. Bir kadın başını
örterse veya bir erkek sakal bırakırsa, sarık takarsa veya
şalvar giyerse irticacı olur. Biri İslâm hakimiyetine veya
İslâm devletinin kuruluşuna veya Hilafetin tekrar kurulmasına
çağırırsa gerici olur.!!
Birisi de homoseksüel veya lezbiyen olursa veya bir
kadın açılır, saçılır ve sanat adına kendini teşhir
ederse bu ilericiliktir, modernliktir!! Laikliğe, demokrasiye,
Atatürk ilkelerini, Cumhuriyet sistemini, temel hürriyetlerini
ve diğer küfür ilke ve düşüncelerini savunursa ilerici sayılır!!
Sadece yaratıcı olan Allah’ın şeriatı gericidir!! Bunlar
ne kadar kâfir ve bu düşünceler ne kadar kâfirce düşüncelerdir.
Korkaklığa kapılıp taviz veren Müslümanlardan
korkmuyorlarsa Allah’ın intikamından korkmuyorlar mı?
Beklesinler... muhakkak ki Allah şeriatına karşı gelenleri
ve ona isyan edenleri hem dünyada ve hem de ahirette çetin bir
azap ile cezalandıracaktır.
YABANCI BASIN CEZAYİR’DEKI KATLİAMLARIN ASIL FAİLLERİNİ
AÇIKLAMAYA
BAŞLADILAR
31/10/1997’de The Independent isimli İngiliz
gazetesine açıklama yapan Cezayir’den kaçan iki polis ve
bir subay şöyle bir açıklamada bulundular: “Cezayir asker
ve polisleri işkence ve yargısız infaz yapmaktadırlar.
Ayrıca, tutuklananların aside batırılmış bezle
boğuldukları, elektrikle işkenceye maruz bırakıldıkları,
cinsel saldırıya uğradıkları ve buna benzer çirkin işkence
şekilleri gördüklerini de ilave ettiler. Üstelik, bu işleri
yapanlar takma sakal takıyorlar. Nitekîm, katliamları
yapanların askerî birlik olup sakallarının takma olduğu da
bellidir.”
Observer isimli İngiliz gazetesine göre geçen sene Paris’te
meydana gelen ve 8 kişinin ölümüne vesile olan patlama
Cezayir İstihbarat Teşkilâtı tarafından düzenlendiğini açıkladı.
Bundan maksat dünyada İslâm Devleti kurmak için çalışan
İslâmi cemaatlar aleyhine bir kamuoyu oluşturmaktır.
Yabancı basın böylece gerçeği görmeye başlamıştır.
Fakat, İslâm dünyasında İslam Hilâfet Devleti’ni kurmak
için fikri ve siyasî mücadele yapan Hizb-ut Tahrir adlı İslâmi
teşkilat Cezayir’de cereyan eden olaylarla ve gerçekleşen
katliamlarla ilgili dört sayfalık bildiri yayınlamıştır.
Bu bildiride, Cezayir devletinin istihbarat ve diğer emniyet
teşkilatlarının bu katliamların arkasında olduğunu
ispatlamaya çalışmıştır. Değişik deliller getirmiştir.
Cezayir devletinin hedefi, nizam ve ideoloji sıfatı ile İslâm’ı
katletmektir diye duyurdu. Bu konuda yayınlamış olduğu
beyanı Hilâfet Dergisinin 103. Sayısında bulabilirsiniz.
TÜRKİYE PARLAMENTOSUNDA YOLSUZLUKLAR
Türkiye’de dokunulmazlığı kaldırmakla ilgili kanunu çıkartmak
için çalışmalar ve tartışmalar sürüyor. Eski meclis başkanı
ve DTP genel başkanı H. Cindoruk diğer siyasiler gibi
batıyı taklit ederek taklitçi bir çözümü şöyle önerdi::
“Parlamentoda Batıda olduğu gibi parlamenterlerin iş
takibini yasaklayan bir ahlak komisyonu kurulması için bir
teklif verdik”
Bu siyasetçi de diğerleri gibi batıyı taklit ediyor ve yönünü
sadece batıya çeviriyor. İslâm’ı da sadece ibadet dini
olarak görüp siyasî bir din olarak görmüyor. Zira o da diğer
Türk siyasetçileri gibi laikliği benimsiyor. Oysa Islâm
devlet başkanı olan ve geniş yetkilere sahip olan Halife’ye
dahi dokunulmazlık vermez. Halife ile yardımcılarına ümmet
meclisinin üyelerine veya ümmet vekillerine dokunulmazlık
vermez. Bunlar dahil olmak üzere herkes suç işlediği anda
yargıya sevk edilir ve yargılanarak cezayı hak etmiş ise
hemen cezaya çarptırılır. Bu sebeple Resulullah (S.A.V.) şöyle
dedi: Kimin malını almışsam gelsin malım budur hakkını
alsın, kimin sırtına vurmuş isem gelsin sırtım budur
hakkını alsın,” Yine şunu da söylemiştir: “Allah’a
yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsa
onun elini keserim” Çünkü, bir gurup insan Resulullah’a
(S.A.V.) gelip bir liderin kızının elinin kesilmemesini rica
etmişlerdi. Resulullah (S.A.V.) onlara kızıp bu sözleri
söyledi. Ayrıca şöyle dedi: “Eskiden cahiliyede
liderler ve eşraflar hırsızlık yaptıkları zaman elleri
kesilmiyordu. Fakat fakirler ve zayıfların elleri kesiliyordu.”
Şu anda Türkiye’de diğer ülkelerde olduğu gibi
cahiliye dönemi yaşanmaktadır. Liderler ve eşraf
hırsızlık yapınca cezaya çarptırılmıyor ama bir fakir
veya gariban insan bir ekmek çalsa en ağır cezalara çarptırılabiliyor.
İRAN’DA NUFÜS PLANLAMASI
Yeni İran Cumhurbaşkanı yardımcısı Masume Ebtekâr,
nüfus planlaması için bütçenin %10’unu talep etti ki bu
400 milyon dolardır. Bu para ile gebeliği engelleyici bütün
araçları temin ederek halka dağıtacağını belirtmiştir.
Bu yardımcı bir kadındır. İslâm’da devlet başkanı ve
yardımcısı gibi yönetici kadroya kadınlar getirilemez.
Resulullah (S.A.V.) bunu yasaklamıştır. Ama kadınlar memur,
müdür, hâkim vs. olabilir.
İran cihadı düşünmüş olsaydı nüfus planlaması diye
bir şeyi kabul edemezdi. Zira, çok nüfus ve çok askere
ihtiyacı olacaktı. Toprağı çok geniştir 1,5 milyon km2. Almanya
ise 357 bin km2 nüfusu ise 81 milyondur. Doğumu da hep
teşvik etmektedir. İran’ın nüfusu ise 65 milyondur.
Ayrıca nüfus planlaması teşvik edilemez aksi yapılır.
Çünkü Resulullah (S.A.V.) doğumu ve çoğalmayı teşvik
etmiştir.
|