Halkı Müslüman olan ülkelerde gerçeği ortaya koymaktan ziyade
birilerini memnun etmeyi amaçlayan, zaman zaman gündeme getirilen
birtakım konular vardır. Bu konular zamanı geldiğinde birtakım
kişiler tarafından gündeme getirilmekte, ardından karışık olan
kafalar daha da karışmaktadır. Bu türden konulardan birisi de
içerisinde bulunduğumuz günlerde ortaya çıkan, televizyon
ekranlarında ne dediği belli olmayan kişilerin ağızlarından
haince ve cahilce boşalan “Namazda Kur’an’ın Türkçe
Okunması” meselesidir.
Gerçekte namazda Kur’an’ın Arapça dışındaki herhangi bir
dilde okunmasının caiz olmadığı konusunda muttaki alimlerinin tümü
ittifak etmişlerdir. Bu konuda aralarında herhangi bir ihtilaf da
yoktur. Ebu Hanife’nin Arapça dışında namazda Kur’an okumanın
caiz olduğu ile ilgili görüşünden döndüğü sabittir. Hatta Ebu
Hanife’nin mukallidlerinden hiç kimse bu görüşü ile amel etmemiştir.
Böylesi bir soruya cevap verebilmek için öncelikle şu soruların
cevaplandırılması gerekmektedir:
1- Namazda Kur’an okumak niçin farzdır?
2- Kur’an nedir?
3- Bu saçmalığı ileri sürenlerin amaçları nedir?
Kur’an Okumak Niçin Farzdır?
Evet böyle bir soruya doğru cevap verebilmek için önce namazda
Kur’an okumanın niçin farz olduğu sorusunun cevaplandırılması
gerekmektedir. Bu soruya cevap Allahu Teâla’nın:
“Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun” (Müzemmil-20)
ayetidir. Bu ayet, namazda Kur’an okumanın farz olduğunu
bildirmektedir. Bu ayete istinaden Rasulullah (Sallallahu aleyhi
vesellem) zamanından bu yana da namaz kılınırken Kur’an
okunmuştur. Bu konu Müslümanlar arasındaki tevatür haline gelmiş
konuların en kuvvetlilerindendir. Ankebut Sûresi 45. ayette ise şöyle
buyrulmaktadır:
“Sana kitaptan
vahyedileni oku, namaz kıl. Muhakkak ki
namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı
zikretmek ise muhakkak ki en büyüktür. Ve Allah yaptıklarınızı
bilir.” Ayette Kur’an’ın
okunması ile namaz kılma emri bir arada zikredilmektedir. Ayetin
devamında yer alan namazın kötülükten alıkoyma özelliği Kur’an’la
bir arada ancak gerçekleşebilmektedir. Bir kimse namaz kıldığı
halde bu namaz onu kötülüklerden alıkoymuyorsa namazı ona fayda
vermiyor demektir. Bu ayet hakkında İbni Abbas şöyle demektedir:
“Namaz bir kimsenin iyiliği emretmesine ve kötülükten
nehyetmesine yol açmıyorsa, bu namazıyla ancak Allah’tan
uzaklığı artar.” Yani namaz onu Allah’a yaklaştırmaz. Tam
tersine Allah’tan, kitabından, Rasülünden ve sünnetinden onu
uzaklaştırır. İbni Abbas’tan gelen bu yoruma göre namaz kıldıklarını
iddia eden bu kimselerin namazları onları Allah’a
yaklaştırmamakta tam tersine, Allah’tan ve Rasülünden uzaklaştırmaktadır.
Çünkü “Türkçe Kur’an”la kılınan namaz, namaz sayılmaz.
Sadece akılsız bir kimsenin eğilip kalkarak yaptığı hareketler
sayılır. Sahibini namaz sorumluluğundan kurtarmayacağı gibi
namazı terk ettiği için de günahkar yapar. Bundan daha fazla bir
anlam ifade etmez.
Ayette de belirtildiği üzere namazda Kur’an okunması
istenmektedir. Öyleyse Kur’an nedir? sorusunu cevaplandırmamız
gereklidir.
Kur’an Nedir?
Kur’an manalarına delalet ederek efendimiz Muhammed (Sallallahu
aleyhi vesellem)’e indirilen lafızdır. Kur’an hem lafzı hem de
manası ile Kur’an’dır. Yalnızca mana Kur’an olarak
isimlendirilemeyeceği gibi mana olmaksızın yalnızca lafız da Kur’an
olarak isimlendirilemez. Bu nedenle Allahu Teâla kitabını
lafzının özelliği ile tanımlamış ve bu konuda ayeti kerimelerde
şöyle buyurmuştur:
“Hakikat biz onu (Kur’an’ı) Arapça bir Kur’an olarak
indirdik. Umulur ki akl edersiniz.”
(Yusuf-2)
“Bu Kur’an ayetleri bilen bir kavim için uzun uzun açıklanmış
Arapça bir kitaptır.” (Fussilet-3)
“(Onu her türlü) çeliþki ve ihtilaftan uzak,
dosdoðrusu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Zümer-28)
“Sana Arapça bir Kur’an vahyettik.”
(Şura-7)
“Şüphesiz biz Kur’an’ı Arapça kıldık.” (Zuhruf-3)
Ayetlerde de belirtildiği gibi Arapça, Kur’an’ın
manalarının değil lafzının niteliğidir. Dolayısıyla namazda
Kur’an’ın Arapça lafızlarının dışında başka dillerle
ifade edilmeye çalışılan meallerinin okunması hiçbir surette Kur’an
sayılmaz. Her ne kadar manaları Arapça dışında başka dillerle
ifade edilebilse de, lafızlarının ifade edilmesi mümkün değildir.
Zira Kur’an hem lafzı hem de manası ile mucizedir. Arapça dışında
başka bir lafızla ifade edilmeye kalkışılması onun mucizevi
özelliğini ortadan kaldırır. Zira Allahu Teâla Ayeti kerimelerde
Arapça lafzı ile Kur’an’ın bir benzerini getirmeleri hususunda
hem insanlara hem de cinlere meydana okumuş ve şöyle demiştir:
“Şayet siz, kulumuza indirdiğimizden şüphe ediyorsanız
haydin ona benzer bir sûre de siz getirin. Allah’tan başka
şahitlerinizi de çağırın. Eğer doğru söyleyenlerdenseniz.”
(Bakara:23)
Bu mealdeki diğer (Yunus:38, Hud:13 ve İsra:88) ayetlerde
de belirtildiği üzere indirildiğinden bu yana ne insanlar ne de
cinler, değil Kur’an’ın bir benzerini getirmek onun bir sûresini
hatta bir ayetini dahi getirmekten acizdirler. Oysa Kur’an’ın
Arapça dışındaki dillerle ifade edilmesinde aynı durum söz
konusu değildir. Örneğin şu anda piyasada farklı kişiler
tarafından tercüme edilmiş onlarca Kur’an meali vardır.
Yukarıda yazdığımız ayetlerin her biri farklı kişilerce Türkçe
olarak birbirinden tamamen farklı kelimelerle ifade edilebilmektedir.
Oysa Arapça Kur’an için aynı durum söz konusu değildir. Dünyanın
neresine gidilirse gidilsin Arapça Kur’anların tamamı aynıdır.
Hiç birinin diğerinden en ufak farkı yoktur. Günümüze kadar da
bu özelliği ile korunmuştur.
Burada; “Önemli olan namazda Kur’an’ın Arapçasını değil
Kur’an okumaktır” denilemez. Çünkü lafız ve mana bütünlüğünü
taşımadıkça Kur’an’dan bahsetmek mümkün değildir. Kur’an,
lafız ve mana bütünlüğü içerisinde Allah’tan Rasülüne yirmi
üç yıllık bir süre içerisinde indirilen mushafın iki kapağı içerisindeki
lafızların adıdır. Çünkü namaz Allah’ın Müslümanlara
emretmiş olduğu bir ibadet şeklidir. Bu ibadet Allahu Teâla’nın
bildirdiği şekilde eda edildiği zaman geçerlidir. Çünkü mana ve
lafız bütünlüğü ile Kur’an’ın bizzat kendisini okumak bile
başlı başına bir ibadettir. Türkçe veya diğer dillere çevrili
mealleri için aynı şey söz konusu değildir.
“Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun”
ayetinde yer alan “kolayınıza
gelen” ifadesini, istediğiniz
dilde okuyun şeklinde yorumlamak da mümkün değildir. Zira bu
şekilde bir açıklama müttaki alimlerinin hiç birisi tarafından gündeme
getirilmemiştir. “Kolayınıza geleni okuyun” ifadesinden kasıt,
namazda kısa veya uzun olmak üzere Allah’ın ayetlerini okuyun.
Zira yine Müzemmil Sûresinde Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e
hitaben şöyle buyurulmaktadır:
“Yahut
biraz artır ve Kur’an’ı yavaş yavaş oku.” (Müzemmil: 4)
Ayrıca Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) “Benim nasıl
namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle namaz kılınız.”
buyurmuştur. Bir kimse gerçekten dininde samimi ise, Allah’ı ve
Rasülünü razı etmek istiyorsa namazı ancak Allah’ın Rasülünün
kıldığı gibi kılabilir. Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)
namaz kılarken Arapça olarak Kur’an ayetlerini okuduğuna göre
bizim de namazı öylece kılmamız gereklidir. Aksi takdirde
kılınan namazın sahih olmayacağında tüm alimler müttefiktir.
Bu saçmalığı ileri sürenlerin amaçları nedir?
Görünen o ki bu türden saçmalığı ileri sürenlerin ihlastan,
takvadan, Allah’ın dininde samimi olmaktan en ufak bir şekilde
nasipleri yoktur. Bunların amaçları namaz kılmaktan öte namaz kılmamak
için bahaneler aramaktır. Hatta ve hatta çoğunun alnı secdeye
dahi gelmemiştir. Cemal Kutay gibi Allah’a, dinine, Rasülüne ve
Müslümanlara kin ve nefret duygularına sahip olanların, namazda
Kur’an’ın Türkçe okunmasından bahsetmeleri bunun en net
delilidir. Bunlara yaranmak için televizyon ekranlarında maalesef Müslümanlar
adına boy gösteren, konuşan kimselerin samimi olduklarını söylemek
ise çok zordur. Bunlar ya yöneticilere şirin gözükmek için hakkı
söylemekten kaçınan fasık kimselerdir ya da ağızlarından çıkanları
kulakları duymayan, söylediklerinin ne anlama geldiğinin farkında
olmayan cahil kimselerdir. Bunların gayeleri Allah’ı ve Rasülünü
razı etmek değil, Allah ve Rasülünün düşmanlarını razı
etmektir. Zira Müslüman için Allah’ı razı etmek gayelerin
gayesidir. Allah’ı ve Rasülünü razı etmek isteyen kimse ise
ibadetlerini yalnızca Allah’ın dilediği, Rasülün gösterdiği
şekilde eda eder. Eğer bir kimse kalkıp namazda Kur’an’ın Türkçe
okunabileceğini söylüyor-sa bu kimsenin gayesi asla Allah’ı
razı etmek değildir. Yukarıdaki ayetlerin; “bilen bir kavim için”,
“Umulur ki akledersiniz”, “Eğer doğru söyleyenlerdenseniz.”
gibi ifadelerle birlikte yer alması Allah’ın ayetlerinden ibret
alınması gerektiğini ifade etmektedir. Oysa bu ayetlere göre,
namazda Kur’an’ın Türkçe okunabileceğini iddia edenlerin Kur’an’ı
asla anlamadıkları, akletmedikleri, sadık kimselerden olmadıkları
görülmektedir. Hiltonda ve benzeri yerlerde caz müziği dinlerken
zevk alanların, Kur’an dinlemekten zevk almaları dolayısıyla
namazda Kur’an’ı Arapça olarak okumaları da elbette ki
beklenemez. Çünkü onlar Kur’an’daki o mucizevi özelliğin
zevkine varmaktan aciz kimselerdir. Çünkü Allah’ın hükümlerinin
hayatta hakim olması onları aşırı derecede rahatsız ettiği gibi
Kur’an ve ezan sesini duymak da aynı derecede onları rahatsız
etmektedir. Çünkü onlar kendilerine ilah olarak kabul ettikleri
putlarının sünnetini takip etmektedirler. Onun sünnetini uygulamak
için yaptıklarını harfiyyen uygulamakta, her şeyde kendilerine
örnek olarak kabul etmektedirler. Onun yaptığı gibi cumhuriyet
baloları düzenlemek-te, onun dans ettiği gibi dans etmekte, onun
dinlediği şarkıları dinlemekte, sevdiklerini sevmekte nefret
ettiklerinden de nefret etmektedirler. O, Kur’an’ı hayattan
kaldır-dığı gibi bunlar da onun uygulamasını aynen devam
ettirmektedirler. O, Kur’an’ı Kerimleri yakıp yıktığı,
okunmasını yasak-ladığı gibi bunlar da aynı şeyleri yapmaktadırlar. Onun tabileri ezanın Arapça okunmasını
yasakladığı gibi bunlar da aynı yolu takip etmektedirler.
Ancak ne gariptir ki Müslüman olduklarını iddia eden bir takım
kimseler bir kafirin sünnetinin uygulanmasına gösterdikleri özeni
Allah’ın Rasülünün sünnetini takip etmek için
göstermemektedirler. Televizyon ekranlarında Allah’ın Rasülünün
yaptıklarını eleştirme, reddetme cesaretini (!) gösterenler aynı
cesaretin binde birini Allah’ın düşmanlarını eleştirmekte,
Allah’ın hükümlerini inkar edenlere hakkı tavsiye etmekte göstermemektedirler.
Onların sahte ilahlarının sünnetine ne kadar bağlı olduklarını
görmüyor musunuz? Neden sizler de -eğer gerçekten Müslüman
iseniz- Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in sünnetine sıkı
sıkıya sarılmıyor musunuz? Kimin getirdikleri daha doğru? Allah’tan
ve Rasülünden gelenler mi yoksa kendini tanımaktan bile aciz olan
insanların akıllarından çıkanlar mı? Kim daha güçlü? Allah,
Rasülü ve iman edenler mi yoksa şimdilik yeryüzünde hakim olan,
sahte ilahlara tapan kafirler mi? Cennetin nimetleri mi daha mükemmel
yoksa geçici dünya hayatında önünüze serilen şu basit dünyanın
nimetleri mi? Cehennem mi daha yakıcı, şiddetli yoksa kafirlerin
işkenceleri ve zindanları mı? Onların taptıkları sahte ilahın sünnetine
ne kadar da bağlı olduklarını görmüyor musunuz? Yoksa onlar gibi
sizin kalpleriniz de mühürlü mü?
Evet maalesef bugün yeryüzünde
küfür kanunları hakimdir. Kanunlarına muha-lefet edenleri,
ilahlarına hakaret edenleri, arzularına rıza göstermeyenleri
cezalandı-racakları devletleri vardır. Çünkü onların batıl
akidelerini koruyup kollayacak “devlet” denen bir güç vardır.
Ne yazık ki bugün Müslümanlar, Allah’ın indirdikleri ile hükmedecek,
emrine muhalefet edenleri cezalandıracak, Rasülüne dil uzatanları
anında hesaba çekecek ve hakkettiği cezayı verecek bir devletleri
yoktur. Eğer bugün Müslümanların devleti olsaydı, televizyon
ekranlarında, gazete ve dergilerde, kitap sayfalarında Allah’a,
Rasülüne, dinine ve Müslümanlara dil uzatanlar bu cesareti
gösterebilirler miydi? Onlar tıpkı Allah’ın şu ayetinde
zikrettiği kimselerdendirler ya da takip ettikleri yol itibarı ile
onların kervanına katılmaya doğru koşuşturanlardır.
“Biz onlara bir takım yoldaşlar kattık da önlerindekini ve
arkalarındakini onlara süslü gösterdiler. Gerek cinlerden, gerekse
insanlardan kendilerinden önce geçmiş ümmetler içinde
aleyhlerinde söz hak olmuştur. Doğrusu onlar hüsrana uğrayanlardı.
Küfredenler dediler ki: Bu Kur’an’ı dinlemeyin, onun hakkında
yaygaralar koparın, belki bastırırsınız.”
(Fussilet: 25-26)
Şeytan onlara sözlerini süslü göstermekte onlar da güzel
şeyler söylediklerini sanmaktadırlar. Kur’an’ın hükümlerinin
hayatta hakim olmamasına rağmen Kur’an’ın okunmasından ve ezan
sesinden bile rahatsız olmaktadırlar. Bu rahatsızlıkla-rını ise
“Türkçe ezan”, “Türkçe Kur’an”, “Kur’an İslam’ı”,
“İslam gerçeği” gibi ifadelerle gündeme getirmektedirler. Tıpkı
ayette denildiği gibi Kur’an’ın sesini bastırmaya çalışmaktadırlar.
Bunlar İslam’ın hayata hakim olmasına karşı oldukları gibi Kur’an
ve ezan sesinin duyulmasına bile tahammül edememektedirler. Çünkü
bunların kalplerinde İslam’a ve Müslümanlara karşı ancak kin
ve nefret vardır. Bu kini zaman zaman çok açık ve net ifadelerle
zaman zaman da üstü kapalı sözlerle dile getirmektedirler. Allahu
Teâla bu gibi kimseleri yüce kitabında ne kadar da güzel bir
şekilde tarif etmektedir.
“Onlar sizinle
karşılaştıkları zaman: İman ettik derler. Yalnız başlarına
kaldıkları zaman da size karşı öfkeden parmaklarını
ısırırlar. De ki: Öfkenizden geberin. Gerçekte Allah göğüslerde
olanları bilir.” (Âl-i
İmran: 119)
Kullandıkları ifadeler bunun en belirgin delilleridir. Bunların
borazanlığını yapan bir takım cahiller de bunlara eşlik
etmektedirler. Yukarıda Ankebut sûresindeki ayetin tefsiri hakkında
ibni Abbas’ın yaptığı tefsire göre namaz bunların hayra davet
etme kötülükten alıkoyma işlevini görmelerine yol açmamakta,
tam tersine insanlara “münkeri” anlatmalarına ve münkere davet
etmelerine dolayısıyla da Allah’tan uzaklaşmalarına neden
olmaktadır. Bunların sözlerinde hayırdan, takvadan, samimiyetten
en ufak bir eser dahi yoktur. Bunlar ya kalpleri katılaşmış,
kararmış kimselerdir ya da cahil kimselerdir. Üstelik bu türden
davranışlar yalnızca bunlara has bir meziyet de değildir. Gözümüzü
İslam dünyasının diğer bölgelerine çevirdiğimizde oralarda da
bu türden düşünce ve eylemlerle karşılaşabiliriz. Türkiye’de
bu yapı “Türkçe ezan”, “Türkçe namaz” veya “Türkçe
Kur’an” şeklinde gündeme gelirken, Arap memleketlerinde ise
Arapçanın fasih bir şekilde kullanılmasından insanları
uzaklaştırarak bozuk bir Arapça kullanmaları şeklinde görülmektedir.
Böylece bu ülkelerde yaşayan insanlar ana dilleri olmasına
rağmen konuştukları Arapça ile Allah’ın Kitabını anlamakta
zorlanmaktadırlar. Çünkü dilleri bozulmuş, kullandıkları cümleler
ve kelimeler Kur’an kelimelerinin dışında bir hal almıştır.
Bunlara namaz kılıp kılmadıklarını, namazı nasıl
kıldıklarını sormaktan öte şu soruların sorulması gereklidir:
Madem ki namazda Kur’an’ın Arapça olarak okunması gerektiğini
anlamaya aklınız ermiyor, kafanız çalışmıyor ya da anlamak
istemiyorsunuz, kendi ifadelerinize göre Kur’an’ın Türkçe
meallerini anladığınızı ve namazda Kur’an’ın Türkçe
okunması gerektiğini iddia ettiğinize göre, Türkçe meallerden
Allah’ın şu ayetlerini de mi anlamıyorsunuz? Bakınız mealen
Allahu Teâla bazı ayetlerde tüm insanlara nasıl seslenmektedir:
· “Allah alış-verişi
helal faizi haram kıldı.”
· “Allah’ın indirdikleri
ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.”
· “Onların aralarında
Allah’ın indirdikleri ile hükmet.”
· “Sizinle topyekün savaştıkları
gibi siz de müşriklerle topyekün savaşınız”
· “Yoksa siz kitabın bir
kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden böyle
yapanların dünya hayatındaki cezası ancak zillet altında (yaşamaktır).
Ahirette ise onlar şiddetli bir azaba atılacaklardır.”
|