Bütün insanlar garip ve gizemli olan
doğum ve ölüm gibi sırrı çözülememiş bir başlangıç
ve bir de bitiş noktasından oluşan adına “hayat”
dediğimiz bir zaman sürecini tamamlarlar.
Koca bir kainat içerisinde küçük bir zerre durumundaki
insanoğlu durmadan kendisine “ben kimim, bu dünyaya doğmadan
önce ben neredeydim ve önümde bir darağacı gibi bekleyen
ölümden sonra bana ne olacak?” sorusunu sorar. İşte bütün
ideolojiler ve felsefeler fikir ve düşüncelerini bu soru
üzerine temellendirmişlerdir. Çünkü, bu bir zorunluluktur.
Eğer mevcut ideolojiler bu sorulara insanın aklını ve
kalbini tatmin edecek cevaplar veremezse o zaman uzvî ve
içgüdüsel ihtiyaçları olan insanoğlu zelil ve perişan
olacaktır. Nitekîm, İslâm dışındaki mevcut ideolojiler bu
sorulara yanlış cevap verdiklerinden dolayı bu ideolojilerin
istediği gibi yaşayan insanlar sürekli olarak alçalmış ve
Allah’ın (c.c.) esfel-e safilin” dediği sefillerin en
sefili durumuna düşmüşlerdir. Peki insanların daha mutlu
yaşamalarını sağlamak ve hayat seviyelerini daha da yükseltmek
iddiasıyla ortaya çıkan demokrasi-laisizm-kapitalizm ve
sosyalizm-komünizm gibi düşünce sistemlerinin peşinde
koşan insanlar neden bu sonla karşı karşıya kalıyorlar.
Çünkü, insanlar hayat tarzlarını, hayat hakkındaki
mefhumlarına göre düzenlerler. Örneğin demokrasi ve onun
uzantıları olan ve insana olan etkilerinden ötürü
demokrasiden daha fazla ön plana çıkan laiklik ve kapitalizm
bir Allah’a ve bu Allah’ın insanları yarattığına ve
onları öldüreceğine inanır ama inandıkları Allah’ın bu
dünyaya ve bu dünyada yaşayan insanların yaşantılarına ve
yaptıklarına karışamayacağına ayrıca insanların ahiret
yurdunda bu dünyadaki yaşantılarından sorumlu
tutulmayacağına inanır. Komünizm ise insan hayatının
sadece bu dünya hayatıyla sınırlı olduğuna, ölümden
sonra bir yokluğun var olduğuna inanır. İşte hayat
tarzlarını bu mefhumlara göre düzenleyen insanlar bu
dünyada kendilerinin başıboş olduğuna inanır ve
vurdumduymaz bir hayat yaşarlar. Bu mefhumlara sahip insanlar böyle
hayat yaşamaya zaten mecburdurlar. Çünkü, yukarıda söylediğimiz
gibi insanların uzvî ve içgüdüsel ihtiyaçları vardır.
Uzvî ihtiyaçları karşılanmayınca insan ölür ama
içgüdüsel ihtiyaçları karşılanmayınca bir bunalıma
girer buhranlı bir yaşam geçirir. Bunun için içgüdüsel
ihtiyaçları törpülenmeyen, ıslah edilmeyen beşerî
ideolojilerin mefhumlarına sahip insanlar bu ihtiyaçlarını
karşılamak için her yola başvurur ve diğer insanları hiç
düşünmeden ezer. Örneğin cinsellik içgüdüsünü tatmin
etmek isteyen insan evlilik müessesiyle ıslah edilmeyince bu
ihtiyacını zina yoluyla hatta tecavüz yaparak karşılar. Bu
insanların sayısı fazlalaştığında da nesil bozulur. Yine
bekâ içgüdüsünden doğan mülkiyet edinme ihtiyacını
Allah’ın emir ve sınırlarına göre düzenlemeyen insan başkalarının
hakkını kolayca gasbedebilir. İşte beşerî ideolojilerin
yamaçlarında dolaşan, bu ideolojilerin sunmuş olduğu hayat
tarzıyla yaşamlarını sürdüren insanlar hem bu dünyada
zelil olacak hem de ahirette Allah’ın onlar için hazırlamış
olduğu cehennem çukurlarına düşeceklerdir.
İnsanlar toplumsal kalkınmayı ve
toplumsal refahı beşerî sistemlerde aradığı sürece başarısız
olacaktır. Çünkü beşerî sistemler dünya hayatının
öncesi ve sonrasına ait doğru bir fikir sistemi ortaya
koyamadıklarından mutlak ve gerçek kalkınmaya ulaşamazlar.
Uzaktan kalkınmış gibi gözüken toplumlara yakından
baktığımızda içlerini kurtların kemirdiğini görürüz.
Çünkü, kalkınmasını başka toplumların ezilmesiyle gerçekleştiren,
dünya hazinelerini ve gücü elde etmek için insan hayatına
hiç değer vermeyen sadece güçlünün haklı ve söz sahibi
olduğu sistemler her zaman yıkılmaya mahkûmdur. Bu sistemler
hem kendi oluşturdukları çöplüğün içinde hem de
zulmettikleri, ezdikleri insanların gözyaşları içerisinde
boğulacaklardır.
Sonuç olarak, bu beşerî sistemlerin
ağlarıyla sarılmış ve bu beşerî sistemlerin sunmuş
olduğu mutluluk haplarıyla uyuşturulmuş olan insanlığa
yeni bir fikir sistemi ortaya koymak gerekir. Çünkü, bu basit
insanların davranışlarını değiştirip onları seçkin bir
hale getirmek ve mefhumlarını değiştirebilmek için onlara
köklü ve kapsamlı bir fikir sistemi sunulmalıdır. İşte
bu sistem kökü, insana şah damarından daha yakın olan,
insanları ve kainatı yaratıp gökyüzünü direksiz tutan
Allah’a (c.c.) dayanan ve bu dünya hayatının her alanını
kapsayan İslâm şeriatıdır.
|