ARAŞTIRMA-İNCELEME

NAMAZDA KUR’AN’IN TÜRKÇE OKUNMASI CAİZ MİDİR?

Bilâl Emrullahoğlu

 

Halkı Müslüman olan ülkelerde gerçeği ortaya koymaktan ziyade birilerini memnun etmeyi amaçlayan, zaman zaman gündeme getirilen birtakım konular vardır. Bu konular zamanı geldiğinde birtakım kişiler tarafından gündeme getirilmekte, ardından karışık olan kafalar daha da karışmaktadır. Bu türden konulardan birisi de içerisinde bulunduğumuz günlerde ortaya çıkan, televizyon ekranlarında ne dediği belli olmayan kişilerin ağızlarından haince ve cahilce boşalan “Namazda Kur’an’ın Türkçe Okunması” meselesidir.

Gerçekte namazda Kur’an’ın Arapça dışındaki herhangi bir dilde okunmasının caiz olmadığı konusunda muttaki alimlerinin tümü ittifak etmişlerdir. Bu konuda aralarında herhangi bir ihtilaf da yoktur. Ebu Hanife’nin Arapça dışında namazda Kur’an okumanın caiz olduğu ile ilgili görüşünden döndüğü sabittir. Hatta Ebu Hanife’nin mukallidlerinden hiç kimse bu görüşü ile amel etmemiştir. Böylesi bir soruya cevap verebilmek için öncelikle şu soruların cevaplandırılması gerekmektedir:

1- Namazda Kur’an okumak niçin farzdır?

2- Kur’an nedir?

3- Bu saçmalığı ileri sürenlerin amaçları nedir?

Kur’an Okumak Niçin Farzdır?

Evet böyle bir soruya doğru cevap verebilmek için önce namazda Kur’an okumanın niçin farz olduğu sorusunun cevaplandırılması gerekmektedir. Bu soruya cevap Allahu Teâla’nın:

“Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun” (Müzemmil-20) ayetidir. Bu ayet, namazda Kur’an okumanın farz olduğunu bildirmektedir. Bu ayete istinaden Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) zamanından bu yana da namaz kılınırken Kur’an okunmuştur. Bu konu Müslümanlar arasındaki tevatür haline gelmiş konuların en kuvvetlilerindendir. Ankebut Sûresi 45. ayette ise şöyle buyrulmaktadır:

“Sana kitaptan vahyedileni oku, namaz kıl. Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise muhakkak ki en büyüktür. Ve Allah yaptıklarınızı bilir.” Ayette Kur’an’ın okunması ile namaz kılma emri bir arada zikredilmektedir. Ayetin devamında yer alan namazın kötülükten alıkoyma özelliği Kur’an’la bir arada ancak gerçekleşebilmektedir. Bir kimse namaz kıldığı halde bu namaz onu kötülüklerden alıkoymuyorsa namazı ona fayda vermiyor demektir. Bu ayet hakkında İbni Abbas şöyle demektedir: “Namaz bir kimsenin iyiliği emretmesine ve kötülükten nehyetmesine yol açmıyorsa, bu namazıyla ancak Allah’tan uzaklığı artar.” Yani namaz onu Allah’a yaklaştırmaz. Tam tersine Allah’tan, kitabından, Rasülünden ve sünnetinden onu uzaklaştırır. İbni Abbas’tan gelen bu yoruma göre namaz kıldıklarını iddia eden bu kimselerin namazları onları Allah’a yaklaştırmamakta tam tersine, Allah’tan ve Rasülünden uzaklaştırmaktadır. Çünkü “Türkçe Kur’an”la kılınan namaz, namaz sayılmaz. Sadece akılsız bir kimsenin eğilip kalkarak yaptığı hareketler sayılır. Sahibini namaz sorumluluğundan kurtarmayacağı gibi namazı terk ettiği için de günahkar yapar. Bundan daha fazla bir anlam ifade etmez.

Ayette de belirtildiği üzere namazda Kur’an okunması istenmektedir. Öyleyse Kur’an nedir? sorusunu cevaplandırmamız gereklidir.

Kur’an Nedir?

Kur’an manalarına delalet ederek efendimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem)’e indirilen lafızdır. Kur’an hem lafzı hem de manası ile Kur’an’dır. Yalnızca mana Kur’an olarak isimlendirilemeyeceği gibi mana olmaksızın yalnızca lafız da Kur’an olarak isimlendirilemez. Bu nedenle Allahu Teâla kitabını lafzının özelliği ile tanımlamış ve bu konuda ayeti kerimelerde şöyle buyurmuştur:

“Hakikat biz onu (Kur’an’ı) Arapça bir Kur’an olarak indirdik. Umulur ki akledersiniz.” (Yusuf-2)

“Bu Kur’an ayetleri bilen bir kavim için uzun uzun açıklanmış Arapça bir kitaptır.” (Fussilet-3)

“(Onu her türlü) çeliþki ve ihtilaftan uzak, dosdoðrusu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Zümer-28)

“Sana Arapça bir Kur’an vahyettik.” (Şura-7)

“Şüphesiz biz Kur’an’ı Arapça kıldık.” (Zuhruf-3)

Ayetlerde de belirtildiği gibi Arapça, Kur’an’ın manalarının değil lafzının niteliğidir. Dolayısıyla namazda Kur’an’ın Arapça lafızlarının dışında başka dillerle ifade edilmeye çalışılan meallerinin okunması hiçbir surette Kur’an sayılmaz. Her ne kadar manaları Arapça dışında başka dillerle ifade edilebilse de, lafızlarının ifade edilmesi mümkün değildir. Zira Kur’an hem lafzı hem de manası ile mucizedir. Arapça dışında başka bir lafızla ifade edilmeye kalkışılması onun mucizevi özelliğini ortadan kaldırır. Zira Allahu Teâla Ayeti kerimelerde Arapça lafzı ile Kur’an’ın bir benzerini getirmeleri hususunda hem insanlara hem de cinlere meydana okumuş ve şöyle demiştir:

“Şayet siz, kulumuza indirdiğimizden şüphe ediyorsanız haydin ona benzer bir sûre de siz getirin. Allah’tan başka şahitlerinizi de çağırın. Eğer doğru söyleyenlerdenseniz.” (Bakara:23)

Bu mealdeki diğer (Yunus:38, Hud:13 ve İsra:88) ayetlerde de belirtildiği üzere indirildiğinden bu yana ne insanlar ne de cinler, değil Kur’an’ın bir benzerini getirmek onun bir sûresini hatta bir ayetini dahi getirmekten acizdirler. Oysa Kur’an’ın Arapça dışındaki dillerle ifade edilmesinde aynı durum söz konusu değildir. Örneğin şu anda piyasada farklı kişiler tarafından tercüme edilmiş onlarca Kur’an meali vardır. Yukarıda yazdığımız ayetlerin her biri farklı kişilerce Türkçe olarak birbirinden tamamen farklı kelimelerle ifade edilebilmektedir. Oysa Arapça Kur’an için aynı durum söz konusu değildir. Dünyanın neresine gidilirse gidilsin Arapça Kur’anların tamamı aynıdır. Hiç birinin diğerinden en ufak farkı yoktur. Günümüze kadar da bu özelliği ile korunmuştur.

Burada; “Önemli olan namazda Kur’an’ın Arapçasını değil Kur’an okumaktır” denilemez. Çünkü lafız ve mana bütünlüğünü taşımadıkça Kur’an’dan bahsetmek mümkün değildir. Kur’an, lafız ve mana bütünlüğü içerisinde Allah’tan Rasülüne yirmi üç yıllık bir süre içerisinde indirilen mushafın iki kapağı içerisindeki lafızların adıdır. Çünkü namaz Allah’ın Müslümanlara emretmiş olduğu bir ibadet şeklidir. Bu ibadet Allahu Teâla’nın bildirdiği şekilde eda edildiği zaman geçerlidir. Çünkü mana ve lafız bütünlüğü ile Kur’an’ın bizzat kendisini okumak bile başlı başına bir ibadettir. Türkçe veya diğer dillere çevrili mealleri için aynı şey söz konusu değildir.

“Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun” ayetinde yer alan “kolayınıza gelen” ifadesini, istediğiniz dilde okuyun şeklinde yorumlamak da mümkün değildir. Zira bu şekilde bir açıklama müttaki alimlerinin hiç birisi tarafından gündeme getirilmemiştir. “Kolayınıza geleni okuyun” ifadesinden kasıt, namazda kısa veya uzun olmak üzere Allah’ın ayetlerini okuyun. Zira yine Müzemmil Sûresinde Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e hitaben şöyle buyurulmaktadır:

“Yahut biraz artır ve Kur’an’ı yavaş yavaş oku.” (Müzemmil: 4)

Ayrıca Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) “Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle namaz kılınız.” buyurmuştur. Bir kimse gerçekten dininde samimi ise, Allah’ı ve Rasülünü razı etmek istiyorsa namazı ancak Allah’ın Rasülünün kıldığı gibi kılabilir. Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) namaz kılarken Arapça olarak Kur’an ayetlerini okuduğuna göre bizim de namazı öylece kılmamız gereklidir. Aksi takdirde kılınan namazın sahih olmayacağında tüm alimler müttefiktir.

Bu saçmalığı ileri sürenlerin amaçları nedir?

Görünen o ki bu türden saçmalığı ileri sürenlerin ihlastan, takvadan, Allah’ın dininde samimi olmaktan en ufak bir şekilde nasipleri yoktur. Bunların amaçları namaz kılmaktan öte namaz kılmamak için bahaneler aramaktır. Hatta ve hatta çoğunun alnı secdeye dahi gelmemiştir. Cemal Kutay gibi Allah’a, dinine, Rasülüne ve Müslümanlara kin ve nefret duygularına sahip olanların, namazda Kur’an’ın Türkçe okunmasından bahsetmeleri bunun en net delilidir. Bunlara yaranmak için televizyon ekranlarında maalesef Müslümanlar adına boy gösteren, konuşan kimselerin samimi olduklarını söylemek ise çok zordur. Bunlar ya yöneticilere şirin gözükmek için hakkı söylemekten kaçınan fasık kimselerdir ya da ağızlarından çıkanları kulakları duymayan, söylediklerinin ne anlama geldiğinin farkında olmayan cahil kimselerdir. Bunların gayeleri Allah’ı ve Rasülünü razı etmek değil, Allah ve Rasülünün düşmanlarını razı etmektir. Zira Müslüman için Allah’ı razı etmek gayelerin gayesidir. Allah’ı ve Rasülünü razı etmek isteyen kimse ise ibadetlerini yalnızca Allah’ın dilediği, Rasülün gösterdiği şekilde eda eder. Eğer bir kimse kalkıp namazda Kur’an’ın Türkçe okunabileceğini söylüyor-sa bu kimsenin gayesi asla Allah’ı razı etmek değildir. Yukarıdaki ayetlerin; “bilen bir kavim için”, “Umulur ki akledersiniz”, “Eğer doğru söyleyenlerdenseniz.” gibi ifadelerle birlikte yer alması Allah’ın ayetlerinden ibret alınması gerektiğini ifade etmektedir. Oysa bu ayetlere göre, namazda Kur’an’ın Türkçe okunabileceğini iddia edenlerin Kur’an’ı asla anlamadıkları, akletmedikleri, sadık kimselerden olmadıkları görülmektedir. Hiltonda ve benzeri yerlerde caz müziği dinlerken zevk alanların, Kur’an dinlemekten zevk almaları dolayısıyla namazda Kur’an’ı Arapça olarak okumaları da elbette ki beklenemez. Çünkü onlar Kur’an’daki o mucizevi özelliğin zevkine varmaktan aciz kimselerdir. Çünkü Allah’ın hükümlerinin hayatta hakim olması onları aşırı derecede rahatsız ettiği gibi Kur’an ve ezan sesini duymak da aynı derecede onları rahatsız etmektedir. Çünkü onlar kendilerine ilah olarak kabul ettikleri putlarının sünnetini takip etmektedirler. Onun sünnetini uygulamak için yaptıklarını harfiyyen uygulamakta, her şeyde kendilerine örnek olarak kabul etmektedirler. Onun yaptığı gibi cumhuriyet baloları düzenlemek-te, onun dans ettiği gibi dans etmekte, onun dinlediği şarkıları dinlemekte, sevdiklerini sevmekte nefret ettiklerinden de nefret etmektedirler. O, Kur’an’ı hayattan kaldır-dığı gibi bunlar da onun uygulamasını aynen devam ettirmektedirler. O, Kur’an’ı Kerimleri yakıp yıktığı, okunmasını yasak-ladığı gibi bunlar da aynı şeyleri yapmaktadırlar. Onun tabileri ezanın Arapça okunmasını yasakladığı gibi bunlar da aynı yolu takip etmektedirler.

Ancak ne gariptir ki Müslüman olduklarını iddia eden bir takım kimseler bir kafirin sünnetinin uygulanmasına gösterdikleri özeni Allah’ın Rasülünün sünnetini takip etmek için göstermemektedirler. Televizyon ekranlarında Allah’ın Rasülünün yaptıklarını eleştirme, reddetme cesaretini (!) gösterenler aynı cesaretin binde birini Allah’ın düşmanlarını eleştirmekte, Allah’ın hükümlerini inkar edenlere hakkı tavsiye etmekte göstermemektedirler. Onların sahte ilahlarının sünnetine ne kadar bağlı olduklarını görmüyor musunuz? Neden sizler de -eğer gerçekten Müslüman iseniz- Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in sünnetine sıkı sıkıya sarılmıyor musunuz? Kimin getirdikleri daha doğru? Allah’tan ve Rasülünden gelenler mi yoksa kendini tanımaktan bile aciz olan insanların akıllarından çıkanlar mı? Kim daha güçlü? Allah, Rasülü ve iman edenler mi yoksa şimdilik yeryüzünde hakim olan, sahte ilahlara tapan kafirler mi? Cennetin nimetleri mi daha mükemmel yoksa geçici dünya hayatında önünüze serilen şu basit dünyanın nimetleri mi? Cehennem mi daha yakıcı, şiddetli yoksa kafirlerin işkenceleri ve zindanları mı? Onların taptıkları sahte ilahın sünnetine ne kadar da bağlı olduklarını görmüyor musunuz? Yoksa onlar gibi sizin kalpleriniz de mühürlü mü?

Evet maalesef bugün yeryüzünde küfür kanunları hakimdir. Kanunlarına muha-lefet edenleri, ilahlarına hakaret edenleri, arzularına rıza göstermeyenleri cezalandı-racakları devletleri vardır. Çünkü onların batıl akidelerini koruyup kollayacak “devlet” denen bir güç vardır. Ne yazık ki bugün Müslümanlar, Allah’ın indirdikleri ile hükmedecek, emrine muhalefet edenleri cezalandıracak, Rasülüne dil uzatanları anında hesaba çekecek ve hakkettiği cezayı verecek bir devletleri yoktur. Eğer bugün Müslümanların devleti olsaydı, televizyon ekranlarında, gazete ve dergilerde, kitap sayfalarında Allah’a, Rasülüne, dinine ve Müslümanlara dil uzatanlar bu cesareti gösterebilirler miydi? Onlar tıpkı Allah’ın şu ayetinde zikrettiği kimselerdendirler ya da takip ettikleri yol itibarı ile onların kervanına katılmaya doğru koşuşturanlardır.

“Biz onlara bir takım yoldaşlar kattık da önlerindekini ve arkalarındakini onlara süslü gösterdiler. Gerek cinlerden, gerekse insanlardan kendilerinden önce geçmiş ümmetler içinde aleyhlerinde söz hak olmuştur. Doğrusu onlar hüsrana uğrayanlardı. Küfredenler dediler ki: Bu Kur’an’ı dinlemeyin, onun hakkında yaygaralar koparın, belki bastırırsınız.” (Fussilet: 25-26)

Şeytan onlara sözlerini süslü göstermekte onlar da güzel şeyler söylediklerini sanmaktadırlar. Kur’an’ın hükümlerinin hayatta hakim olmamasına rağmen Kur’an’ın okunmasından ve ezan sesinden bile rahatsız olmaktadırlar. Bu rahatsızlıkla-rını ise “Türkçe ezan”, “Türkçe Kur’an”, “Kur’an İslam’ı”, “İslam gerçeği” gibi ifadelerle gündeme getirmektedirler. Tıpkı ayette denildiği gibi Kur’an’ın sesini bastırmaya çalışmaktadırlar. Bunlar İslam’ın hayata hakim olmasına karşı oldukları gibi Kur’an ve ezan sesinin duyulmasına bile tahammül edememektedirler. Çünkü bunların kalplerinde İslam’a ve Müslümanlara karşı ancak kin ve nefret vardır. Bu kini zaman zaman çok açık ve net ifadelerle zaman zaman da üstü kapalı sözlerle dile getirmektedirler. Allahu Teâla bu gibi kimseleri yüce kitabında ne kadar da güzel bir şekilde tarif etmektedir.

“Onlar sizinle karşılaştıkları zaman: İman ettik derler. Yalnız başlarına kaldıkları zaman da size karşı öfkeden parmaklarını ısırırlar. De ki: Öfkenizden geberin. Gerçekte Allah göğüslerde olanları bilir.” (Âl-i İmran: 119)

Kullandıkları ifadeler bunun en belirgin delilleridir. Bunların borazanlığını yapan bir takım cahiller de bunlara eşlik etmektedirler. Yukarıda Ankebut sûresindeki ayetin tefsiri hakkında ibni Abbas’ın yaptığı tefsire göre namaz bunların hayra davet etme kötülükten alıkoyma işlevini görmelerine yol açmamakta, tam tersine insanlara “münkeri” anlatmalarına ve münkere davet etmelerine dolayısıyla da Allah’tan uzaklaşmalarına neden olmaktadır. Bunların sözlerinde hayırdan, takvadan, samimiyetten en ufak bir eser dahi yoktur. Bunlar ya kalpleri katılaşmış, kararmış kimselerdir ya da cahil kimselerdir. Üstelik bu türden davranışlar yalnızca bunlara has bir meziyet de değildir. Gözümüzü İslam dünyasının diğer bölgelerine çevirdiğimizde oralarda da bu türden düşünce ve eylemlerle karşılaşabiliriz. Türkiye’de bu yapı “Türkçe ezan”, “Türkçe namaz” veya “Türkçe Kur’an” şeklinde gündeme gelirken, Arap memleketlerinde ise Arapçanın fasih bir şekilde kullanılmasından insanları uzaklaştırarak bozuk bir Arapça kullanmaları şeklinde görülmektedir. Böylece bu ülkelerde yaşayan insanlar ana dilleri olmasına rağmen konuştukları Arapça ile Allah’ın Kitabını anlamakta zorlanmaktadırlar. Çünkü dilleri bozulmuş, kullandıkları cümleler ve kelimeler Kur’an kelimelerinin dışında bir hal almıştır.

Bunlara namaz kılıp kılmadıklarını, namazı nasıl kıldıklarını sormaktan öte şu soruların sorulması gereklidir: Madem ki namazda Kur’an’ın Arapça olarak okunması gerektiğini anlamaya aklınız ermiyor, kafanız çalışmıyor ya da anlamak istemiyorsunuz, kendi ifadelerinize göre Kur’an’ın Türkçe meallerini anladığınızı ve namazda Kur’an’ın Türkçe okunması gerektiğini iddia ettiğinize göre, Türkçe meallerden Allah’ın şu ayetlerini de mi anlamıyorsunuz? Bakınız mealen Allahu Teâla bazı ayetlerde tüm insanlara nasıl seslenmektedir:

· “Allah alış-verişi helal faizi haram kıldı.”

· “Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.”

· “Onların aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet.”

· “Sizinle topyekün savaştıkları gibi siz de müşriklerle topyekün savaşınız”

· “Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası ancak zillet altında (yaşamaktır). Ahirette ise onlar şiddetli bir azaba atılacaklardır.”

 


SAYI:104   YIL:9   ŞABAN-1418   ARALIK-1997