BİR BEYAN

12 Aralık 1997 tarihli “Hizb-üt Tahrir” imzalı “Tahran’da (İslamî Olmayan) Zirve Konferansı” ismini taşıyan bir beyan dağıtılmıştır. Okuyucularımıza faydalı olur düşüncesi ile bu beyanı yayınlıyoruz.

 

TAHRAN’DA (İSLÂMÎ OLMAYAN) ZİRVE KONFERANSI

09/12/1997 tarihinde İslâm konferansına üye olan İslâm dünyasından elli ülkenin temsilcileri Tahran’daki 8. zirve konferansında “Saygınlık, Diyalog ve katılım” sloganı altında toplandılar. Konferansa üye ülkelerin dış işleri bakanları, konferansa katılan devlet başkanlarına sunulmak üzere 07/12/1997 tarihinde üzere yaklaşık 140 maddelik bir karar tasarısı hazırladılar. Hazırlanan bu tasarılardan 47 tanesi şu anda Ortadoğu, Filistin Golan ve Lübnan’da barışın sağlanması ile ilgili idi. Önerilen bu karar tasarılarından her biri: “teşvik eder”, “ister”, “destekler”, “reddeder”, “çağırır” gibi birtakım kelimelerle başlamaktadır. Bunların hiçbirinde gereğince icraat yapılmasını veya kararlılığı gerektiren bir tehdid yer almamaktadır.

Konferansa katılan yöneticiler, düzenledikleri konferansı “İslâm konferansı” olarak isimlendirdiler. Yönettikleri halkın Müslüman olmasına ve toprakların da İslâm toprağı olmasına rağmen acaba bu konferans gerçekten İslâm konferansı mıdır? Görünen o ki, konferansın bizzat kendisi İslâm temeli üzere yürütülmemektedir. Konferansa katılanlar da İslâm’a bağlı kimseler değildirler. Üstelik toplanan yöneticiler, düzenledikleri konferanslarda İslâm ümmetin gözetmemektedirler. Tam tersine, uşağı oldukları büyük devletlerin siyasetlerini uygulamaktadırlar. Artık bundan sonra konferansı İslâm konferansı olarak isimlendirerek İslâm ümmetini saptırmaları ve gerçekleri ters yüz etmeleri doğru değildir.

Halbuki İslâm ümmetinin elinde çok büyük güç imkanları vardır: İslâm ümmetinin beşeri gücü artık bir buçuk milyara ulaşmış bulunmaktadır. Maddi servetleri açısından da dünyanın diğer bölgelerinden çokça zengin bir güce sahiptirler. Bulundukları konum ve coğrafi alan itibarı ile de dünyanın en önemli yerinde bulunmaktadırlar. Tarih boyunca süren kahramanlıkları vardır. İslâm Hilafeti bin yıldan çok daha uzun süre dünyada birinci devlet konumunu devam ettirmiştir. Bundan daha önemlisi, İslâm ümmetinin elinde tüm insanlığa götüreceği en büyük bir risalet olan İslâm risaleti vardır. Yüce Allah bu ümmeti ayette şöyle vasıflandırmaktadır:

 “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu emreder, münkerden (küfürden, haramlardan) nehyeder ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i Imran: 110)

Bu yöneticiler şerefli İslâm ümmeti için ne yaptılar?

Bunlar ve batılı efendileri; Kur’an-ı Kerim’in:

 “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin” (Âl-i İmran: 103) çağrısına rağmen İslâm ümmetini elli küsur devlete ayırdılar. Tek parça haldeki ümmeti elli küsur devlete bölerek Müslümanları zelil hale getirdiler. Zira kâfir efendilerin bu parçalanmada çıkarları vardır. Çünkü, “böl ve yut” kuralına göre İslâm ümmetinin parçalanmışlığı onların egemenliklerini kolaylaştırmaktadır.

Devlet olarak isimlendirilen bu parçalanma (devletçikler), nedeniyle müslümanlar izzetlerini ve güçlerini yani İslâm uygarlığını kaybettiler. Bunun yerine kokuşmuş batı uygarlığının peşinde solumaya başladılar.

Bu devletçikler, birbirlerine karşı düşmanlık yapmakta, Müslümanların zıddına kafirlerin saflarına katılmaktadırlar.

Siyasi kararlar almak bu devletçiklerin elinde değildir. Bunlar önemli önemsiz tüm işlerinde kafir devletlerin tabileri ve uşağıdırlar. Aç gözlü batılılara tabiiyetleri nedeniyle halklarını fakirleştirdiler. Müslümanların topraklarında eşsiz servetlere, Müslümanların bitmez tükenmez bilmez yoğun çalışmalarına rağmen, dünyanın en fakir insanları olduğunu, kredilerin ve faiz borçlarının altında ezildiklerini görmekteyiz.

Ellerindeki çok büyük imkanlara rağmen İslâm ümmeti sanayi alanında geri kalmış durumdadırlar. Dünyanın dört bir yanına yayılmış  bulunan İslâm ümmetinin evlatları, bilimsel ve teknolojik bilgi birikimine, ağır sanayi işlerini çekip çevirecek imkanlara sahiptirler. Ancak bu uşak yöneticiler, İslâm topraklarını ağır sanayiden yoksun bırakmak ile emredilmişlerdir. Zira böylece Müslümanların yaşadıkları topraklar, kafirlerin üretimleri için tüketim pazarları olmakta, batılı ülkelere olan bağlılıkları devam etmektedir.

Diğer taraftan İslâm ümmetinin geri kalmışlığı, fakirliği, birbirini boğazlaması ve batıya tabiliği, İslâm ümmetinin her gün ve her yerde rezil edilmesinin peşini bırakmamaktadır. Yahudiler sadece Filistin’i ve Kudüs’ü işgal etmekle kalmamakta Suriye ve Lübnan topraklarını da işgal etmekte, her gün Filistin ve Lübnan halkına saldırmakta, bir bütün olarak İslâm ümmetini tehdit etmektedir.

 Amerika Irak, Sudan ve Libya’ya ambargo uygulamaktadır. Batılı devletler ise çeşitli tuzaklar kurmakta ve İsrail’in yanında yer almaktadırlar. İslâm ülkelerinin liderleri ise bunların tamamını görmelerine rağmen İsrail’e köle gibi boyun eğmektedirler.

Şimdi konferansa geri dönüp Amerika’nın konferanstan -her ne kadar görüntü aksi yönde ise de memnun  olduğuna işaret etmek istiyoruz.  Amerika, her ne kadar görünürde destekledi ise de 17/11/1997’de Doha’da yapılan konferansa karşı idi. Amerika, bölgedeki Amerikan uşaklarını ve batı uygarlığını desteklemesinin yanında İsrail Cumhurbaşkanı Hâtemi’ye açıkça destek vermek istemektedir. Bu nedenle İran’la; Amerika, Suud, Mısır ve diğer ülkeler arasındaki ilişkilerin yeniden başlaması beklenmektedir. Amerika, İsrail’deki iç mücadelede Hâtemi tarafının güçlenmesini istemektedir. Konferansın; İsrail, Türkiye ve körfez ülkelerine karşı bir baskı aracı olarak kullanılmasından yanadır. Böylece İsrail’in İslâm dünyasının kutuplarından güçlü bir kutbu oluşturduğunu göstermeye çalışmaktadır. Aynı zamanda Amerika, İsrail’i devre dışı bırakma ve zapt etme gücüne de sahip değildir. Yani Amerika, Amerika’ya kafa tutan körfez ülkelerine karşı İsrail’i bir baskı aracı olarak kullanmak istemektedir.

Peki konferansta İslâm ümmeti lehine ne yapılacak? Bu konferans birinci konferans değildir. Bu konferans İslâm Konferansı olarak isimlendirilen konferanslar zincirinin 8. sidir.  Bundan önceki konferanslar  sömürgeci kafir devletlerin çıkarlarını gerçekleştirmek için düzenlendiği gibi bu konferans da aynı amaç için düzenlenmiştir. Zira bu konferansta İsrail cumhurbaşkanı Hâtemi’nin batı uygarlığının incelenmesini ve bu uygarlıktan birtakım şeylerin alınmasına çağrıda bulunan sözlerini duyduk. Suud veliahdı emir Abdullah’ın İsrail ile Amerika arasında anlaşmaya varılması için arabulucu olmaya hazır olduğuna dair sözlerini duyduk. Görüş belirtenlerin çoğunun terörizm ve aşırılarla savaşılması noktasında odaklaştıklarını gördük. Onlar bu ifadelerle sadece Mısır’da yapılan silahlı eylemi kastetmemektedirler. Bununla, kafir laik düzenlerini yıkmayı hedefleyen her türlü İslâmi çalışmayı  hedeflemektedirler. Hatta bu çalışma, Allah’ın indirdikleri ile hükmedecek olan İslâm Devletini kurmayı amaçlayan fikri ve siyasi bir çalışma yapanları hedeflemektedir.

Konferansa katılan ülkelerin dışişleri bakanları tarafından; Filistin, Lübnan, Golan, Orta Doğu ile ilgili olarak hazırlanan karar tasarılarının tümü, Birleşmiş Milletlere, özellikle de Güvenlik Konseyine, devletlerarası kanunlara, (barış) operasyonunun takipçilerine ve Avrupa devletlerine yöneliktir. Bununla, Tahran’da toplanan (İslâmla alakası olmayan) bu devletlerin; Orta Doğudaki barış çalışmalarını tümüyle destekledikleri, siyasi bir seçenek olarak barışın gerçekleşmesine sımsıkı sarıldıklarını, bu çerçevede imzalanan tüm ittifakların ve barışı sağlayacak olan tüm sözlerin ve bağlılıkların gereğince getirilmesini istediklerini tekid için yapılmıştır.

Yani bu idarecilerin tamamı, yöneldikleri tüm taraflar karşısında kendilerini  İsrail’le barışın yapılmasına bağımlı hissetmektedirler. İsrail’i İslâm dünyasında yasal bir devlet olarak kabul etmekte ve  İsrail lehine işgal ettiği Filistin topraklarının büyük bir kısmından taviz vermeyi normal karşılamaktadırlar.

Aynı zamanda bu yöneticiler, devletlerarası kararlara bağlı kalması, Birleşmiş Milletlerin kararlarını ve bu amaçla imzalanan ittifakların gereğini yerine getirmesi için İsrail’e baskı yapmak üzere yöneldikleri ilgili taraflara zelil ve zayıf bir şekilde köle gibi boyun bükmektedirler.

Kafirlerin uşağı olan bu yöneticiler ve başkanlar tarafından alınan bu karar tasarılarının tümünde bir tane dahi güç, egemenlik, izzet ve saygınlık hissi uyandıracak bir madde yoktur. Bu kararların bir tanesi dahi ne; topraklarını işgal eden, evlerini yıkan, kanlarını akıtan, kadınlarını, çocuklarını ve yaşlılarını öldüren, konferans esnasında bile İsrail’i dışlayacak bir karar almalarına karşı onları tehdit edecek bir seviyeye ulaşmış bulunan İsrail’e, ne İsrail’i koruyan, askeri, siyasi ve ekonomik açıdan destekleyen Amerika’ya ne de İsrail’in kurulmasında, desteklenmesinde ve korumasında işbirliği yapan batılı devletlere karşı en ufak bir tehdidi veya benzeri ifadeleri içermemektedir.

Ne, sahtekarlıkla İslâm Zirvesi Konferansı olarak isimlendirdikleri bu konferansın ne de katılan devletlerin İslâm’la uzaktan yakından bir bağları yoktur. Tam tersine bu konferans ve katılımcı ülkeler, benimsedikleri ideolojileri, sistemleri, hayata bakış açıları ile bünyelerinde İslâm’la savaşmayı hedeflemektedirler. Bu konferanslar, terörizm ile, aşırılıkla ve radikallerle savaşma bahaneleri altında kafir devletlerin emirlerini uygulayarak İslâm’ın yeniden hayata dönmemesi için İslâm’la savaşmak amacıyla düzenlenmektedir. Müslümanların, kafirlerin egemenlikleri altında yaşamaları, birbirlerinden kopuk ve dağınık bir halde zayıf olarak kalmalarını hedeflemektedir. Müslümanları, bu cılız varlıkları yıkıp  tümünü tek bir halifenin önderliğinde güçlü bir çatı altında birleştirecek, kafirleri kovacak, Allah’ın indirdikleri ile hükmedecek, Müslümanlara eski onurlarını ve saygınlıklarını kazandıracak farziyetten uzaklaştırmayı hedeflemektedir.

İşte bu başkanlar ve yöneticiler, İslâm’ı kendileri için tek müracaat kaynağı olarak almaları, sistemlerini ve kanunlarını İslâm’a göre şekillendirmeleri gerekirken, kendilerine devletlerarası kanunları ki bunlar küfür kanunlarıdır tek müracaat kaynağı olarak kabul etmekte, ona yönelmekte, sistemlerinde ve kanunlarında kafir devletlerin emirlerine bağlı kalmaktadırlar. İsrail’i ortadan kaldırmak için cihat farzını terk etmektedirler. İsrail’i tanımakta, İsrail lehine Filistin topraklarının büyük bir kısmından vazgeçmektedirler. Öte yandan ise; Irak, Libya ve Sudan’a ambargo uygulanmasını kabul etmekte, bu uygulamaya sessiz kalmakta, bu konu ile alakalı olan Birleşmiş Milletlerin kararlarını, devletlerarası kanunları ve kafir devletlerin emirlerinin uygulanmasına katılımda bulunmaktadırlar. İslâm’ın emrettiği şekilde cihat ile İslâm’ın dünyaya taşınmasını terk ederek, Birleşmiş Milletlerin kararlarını, devletlerarası kanunları ve kafir devletlerin emirlerini kabul etmektedirler.

Müslümanların başlarında bulunan bu yöneticilerin yaptıkları işler bunlar olduğuna göre bunların, buralarda kalmaları şeran caiz değildir. Bunların Müslümanların başında yönetici olarak kalmaları İslâm’a muhalif olduğu gibi aynı zamanda İslâm ve Müslümanlar için bir felakettir. İslâm’ın hayattan uzaklaştırılması, Müslümanların zayıf olarak kalmaları, kafirlerin egemenliklerinin, sistemlerinin ve kanunlarının Müslümanlar üzerinde devam etmesi demektir. Bu ise Müslümanların, razı olmaları, sessiz kalmaları haram olan bir münkerdir. Zira Müslümanlar bu münkerleri ve bu haramları işleyen yöneticileri, zayıf ve cılız varlıkları ortadan kaldırabilecek, tümünü tek çatı altında bir araya toplayabilecek bir güce sahiptirler. Yine Müslümanlar İsrail’i, kafirlerin egemenliklerini, İslâm topraklarında cirit atmakta olan Amerika’nın ve Avrupa devletlerinin hayati çıkarlarını tehdit edebilecek bir güce sahiptirler. Amerika’nın ve diğer kafir devletlerin  uçaklarını, savaş gemilerini, her türlü silahlarını ve askerlerini körfezden ve tüm İslâm topraklarından çekmelerine zorlayacak güce de sahiptirler. Müslümanlar yaklaşık dünyanın dörtte birini oluşturan sayılarıyla büyük bir güçtürler. Ancak ne yazık ki bu güç atıl bırakılmış bir güçtür.  Şu andaki halleri ile Müslümanlar, hiçbir değeri ve ağırlığı olmayan suyun üstündeki köpüğe benzemektedir. Ne Amerika’nın ne de diğer batılı devletlerin nazarında hiçbir ağırlığı yoktur. Hatta maymunlara dönüştürülmüş olan Yahudilerin gözünde bile hiçbir anlam ifade etmemektedir. Çünkü onların ülkeleri ile ilgili siyasi kararların alınmasında etkileri yoktur. Eğer Amerika ve batılı devletler, onların aldıkları siyasi kararlarda Müslümanların etkilerinin olduğundan emin olsaydılar  bu egemenlik muamelesi ile onlara muamele yapmaya cesaret edemezler, Müslümanları bu kadar zelil hale getiremezler ve de İsrail yeryüzünde kalamazdı.

 Ey Müslümanlar!

Karar elinizdedir ve sizler bu kararı almaya kadirsiniz. Bu günahkar yöneticilerin sizleri yönetmelerine sessiz kaldığınız sürece kafirlerin egemenlikleri altında, bu alçak-zalim yöneticilerin zorla kabul ettikleri zorbalıklarla oluşturdukları büyük hapishanelerde kalmaya devam edeceksiniz. Kafirlerin sizler, ülkeniz, bitmek tükenmek bilmeyen servetiniz üzerindeki egemenlikleri devam edecektir. İsrail’in şirretleri, topraklarınız ve boyunlarınız üzerindeki gasbı, kadınlarınızın, çocuklarınızın ve ihtiyarlarınızın kanlarını akıtması devam edecektir. Küfür sistemleri aranızda hükümran olarak kalacak, Müslümanlığınız -kafirlerin emri ile- devletten, hayattan ve toplumdan uzak olarak devam edecektir.

Ey Müslümanlar! Allah’ın emrine cevap verin. Başınızdaki hak yoldan sapmış yöneticilere, kafir devletlere ve küfür sistemlerine karşı üzerinizdeki zillet toprağını, sakinliği, sessizliği ve teslimiyetçiliği, kaldırıp atın. Kendilerini, Hilafeti kurmaya, Allah’ın indirdiklerini tekrar hayata hakim kılmaya adayanlarla birlikte çalışmaya koşun. Böylece, kafirlerin egemenliğine, bu zalim yöneticilere, üzerinize tatbik edilen küfür sistemlerine, Allah’ın mübarek kıldığı topraklarda İsrail devletinin kurulmasında ve sabit kalmasında kafir devletlerle işbirliği yapanlara karşı sessiz kalarak işlediğiniz günahtan kendinizi kurtarasınız. Hilafet devletini kurmak için çalışanlarla birlikte çalışarak, Allah’ın indirdiklerinin yeniden hayata hakim olmasını ve Yahudi devletinin yok olmasını sağlayınız. Yeniden dünyanın süper devleti olarak dünyanın liderliğini ele geçirebilesiniz ve alınan siyasi kararlarda söz sahibi olasınız.

 “De ki: (dilediğinizi) yapınız. Allah, Resulü ve mü’minler yaptıklarınızı görecektir.” (Tevbe: 105) 

 


SAYI:104   YIL:9   ŞABAN-1418   ARALIK- 1997