Siyasi Tahlil

A.Seyfulislam

 

TÜRKİYE'DE SİYASİ DURUM

I-İç Politika:

Siyasi olaylar iktidar mücadelesi kapsamında cereyan etmektedir. Yani “derin devlet”-“çeteler” mücadelesi devam etmektedir. Bu bağlamda ordunun imkanlarını da elinde tutan derin devlet şunları yapmakta ve yapmaya çalışmaktadır:

1- Çeteleri tasfiye etmek.

Bunun için Susurluk Olayını istismar etmeye çalışmaktadır. Ancak olayın içinde askeri kanadını da var olmasından dolayı üzerine fazla gidememektedir. Askeri kanadını ve bazı etkin şahısların varlığını “devlet sırrı” maskesi ile gizlemeye çalışmaktadırlar.

“Çeteler” diye adlandırılan oluşumların meydana gelmesinde başlangıçta derin devletin de payı olmuştur. Ermeni terör örgütü ASALA’ya ve PKK terör örgütüne karşı mücadelede ayrıca uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklama sektörünü ele geçirme faaliyetlerinde derin devlet bazı şahıslara illegal vurucu timler oluşturtmuştur. Bu timlerle de yasal olmayan operasyonlar yaptırtmıştır. Hatta Milli Güvenlik Kurulu’nun dahi bu konuda bazı açıklanmayan kararlarının olduğu dahi söylenmektedir. Terörle mücadele baskısı altında oluşturulan bu timler daha sonra ABD’nin güdümündeki Kontrogerilla’nın yönlendirmesi ile devlet içinde, özellikle de emniyet teşkilatı ve bazı istihbarat birimleri içinde etkin hale gelip ABD’nin maslahatları doğrultusunda faaliyet sürdürmeye başladılar. Askeri, siyasi ve sivil kesimden bazı kişileri öldürerek derin devleti sıkıştırmaya başladılar. Derin devletin onların üzerine doğrudan gidememesinin sebebi, yukarıda belirttiğimiz başlangıçtaki katkısının deşifre edilmesi kaygısıdır. Yani devlet sırrı olarak örtülen o ayıbının açığa çıkması endişesidir. Fakat buna rağmen çeşitli medyatik, psikolojik baskılar ve çetelerin elinde bulunan delillerin tek tek öldürülmesi, yok edilmesi, itirafçı yasası gibi bazı özel yasalar çıkartılması yöntemleri ile o çeteleri etkisiz hale getirmek ve sonra da tasfiye etmek için çaba göstermekten geri durmayacaklardır.

2-İktidarının geleceğini güvenceye almaya çalışmak.

Derin devlet bu faaliyetinin kapsamında şu işleri yapmaktadır:

-Anayasa değişikliği yapmak. Bununla yapmak istediği ise,

a-) MGK’nın konumunu daha etkin hale getirmek, yani şimdiki fiili duruma anayasal bir statü kazandırmak.

b-)Kriz Masası Yönetmeliği’ne anayasal statü kazandırmak. Bu durumda istenmeyen her türlü siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmeye üniformalı-posttallı darbe yapmadan müdahale edebilecekler. Yani şimdiye kadar askeri darbeler ile yapılan “rejimin balans ayarını” otomatik bir sisteme bağlayacaklar hem de askeri darbe görüntüsü verdirmeden.

c-)Emniyet teşkilatını orduya bağlamak. Bununla da emniyet teşkilatının ordu karşısında bir alternatif silahlı güç olma tehlikesini bertaraf etmeyi aynı zamanda bu teşkilat içindeki Özel Tim ve Emniyet İstihbarat Teşkilatı’nın tehlikelerini bertaraf etmeyi istemektedirler.

d-) Ülkedeki kayıt dışı olarak vasf edilen ve derin devletin tam kontrolünde olmayan mali sektörleri kontrol altına almak.

e-) Yine derin devletin tam kontrolünde olmayan vakıflar, dernekler, yurtlar ve özel okulların yakın takibe ve kontrol altına alınmalarını sağlamak. Hatta bazılarının mal varlığına el koyup hazineye gelir sağlamak da hedefleri arasındadır.

Bu maksatlar çerçevesinde anayasa değişikliğini sağlamak için de şu senaryo uygulanmaktadır:

-RP’yi kapatmak

-Çiller’i DYP’nin başından uzaklaştırmak

-RP ve DYP’den kopan bazı milletvekillerinin ANAP’a yönelmelerini sağlayıp mevcut parlamentoda yeterli çoğunluğu elde ederek hem anayasayı hem de seçim yasalarını değiştirmek.

DYP’den çözülmeyi ve RP’nin partisiz kalan milletvekillerini böylesi bir oluşuma itmek için de çeşitli psikolojik baskı yöntemlerini darbe tehdidi gibi uygulamaya koymak. Refah-Yol hükümetinin düşmesini sağladıkları gibi.

-Eğer bütün çabalarına rağmen bu parlamentoya bu işi yaptıramazlarsa fiili askeri darbe ihtimali daha da artmaktadır.

-Devletin bütün kurumlarını fiilen askerlerin vesayeti altına almak. Bunun için “uzman subay” ya da “danışma subayı” statüsü getirilmekte. Nitekim işe Başbakanlıktan başlandı. Eski Deniz Kuvvetleri komutanı Başbakanlık Başdanışmanlarından oldu.

-Batı Çalışma Grubu ve Sivil Çalışma Grubu, Başbakanlık Takip Kurulu gibi çeşitli istihbarat ve takip maksatlı örgütler oluşturarak hem devletin kurumları hem de toplumun çeşitli kesimleri yakın takibe alınması ve 28 Şubat 1996 MGK kararının hayata geçmesi için gayret sarf etmektedirler. Bu kararlara derin devlet kendi geleceği açısından hayatı önem vermektedir.

Kısacası “derin devlet” geleceğini, kuruluşundan beri var olan “askeri cumhuriyet” yapısında yeniden yapılanma adı altında 1950’li yıllardan sonraki şekli demokratik cumhuriyet uygulamalarının getirdiği gevşemeleri giderecek daha sıkı bir askeri cumhuriyet inşasında görmektedir. Bütün dünyanın “Türkiye’yi askerler yönetiyor” demesi de boşuna değildir.

3- Uluslararası siyasette kendi ayakları üzerinde durabilmek.

Bunun için de şunları yapmaya çalışmaktadırlar:

-Yerli Savunma Sanayi projesini gerçekleştirmek. Böylece savunmada kendi kendisine yeterli olmak.

-Uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklama sektörünü ele geçirmeye çalışmak. Uyuşturucu maddelerin Avrupa’ya transferinin yolu üzerinde bulunan T.C. Devleti, bu sektörde var olan baş döndürücü kara paradan azami derecede pay almak istemektedir. Aslında dünyadaki uyuşturucu kaçakçılığı sanıldığı gibi sadece fertler ya da mafya denilen örgütler değil; fakat büyük oranda bizzat devletler yapmaktadırlar. Başta ABD, tüm Avrupa devletleri ve diğer bölge devletleri bu işi bizzat yürütmekteler. Mafya ve fertler bu işte kullanılmaktadırlar. T.C. de bu kurtlar sofrasından pay almaya çalışmaktadır. Onun için mücadele etmektedir. Bu aynı zamanda iktidar mücadelesinin bir parçasıdır. Bu bağlamda kara para aklamayı güya önlemek, kumarhaneleri ve gazinoları kapatmaya yönelik yasa çıkarma gayretleri de aslında o sektörü ele geçirmeye matuftur.

4- İslâm ile savaşmak.

Derin devlet, resmi ideolojisinin bekasının ancak İslâm’la savaşmakta görmektedir. İslâm, “derin devletin” en büyük fobisidir. Çünkü o, İslâm’ın siyasi varlığını yıktıktan sonra kurulmuştur. Tüm dünyada beşeri ideolojiler tarihin çöplüğüne atılarak çökerken bilhassa 1990’lı yıllarda derin devletin resmi ideolojisini laik-Kemalizm yorumlu ithal Kapitalizmi korumak için tekrar harekete geçti. Onun açısından tek tehlike, tehdit eden ise sadece İslâm ideolojisidir. Onun için özellikle siyasal İslâm, fundementalizm, aşırı dincilik gibi ifadeler ile İslâm hedef gösterilmekte ve onun önce ideolojik yönü sonra da tamamını yok etmeye çalışmaktalar. Bilindiği gibi T.C. Devleti kurulduğu günden beri İslâm’a karşı topyekün bir savaş açmış bu halkı İslâm’dan tamamen uzaklaştırmaya yönelik inkılaplar, kanunlar ve uygulamalar sergilemiştir. Bu bağlamda şunları yapmıştı:

  • Hilâfet’in yıkılışı

  • Cumhuriyetin ilânı.

  • Laikliğin ilânı. Böylelikle İslâm’ın siyasi yönü hayattan uzaklaştırılmıştır ve unutturulmaya çalışılmıştır.

  • Harf devrimi. Bununla Arap harflerinden Yunan harflerine geçiş yapılmıştır. Böylelikle Arap harfleri ile yazılmış tüm kültürel ve İslâmi kaynaklardan halk uzak tutulmak istenmiştir. Türk halkı İslâmi, kültürel, tarihi tüm bilgi kaynaklarından mahrum bırakılmıştır. Lazım olan bilgiler hep Batı kaynaklarından alınmak istenmiştir. Böylece bu halk zihnen Batı kültürü ile zehirlenmeye mahkum edilmiştir. Şaşkın-sersem-Batı hayranı ve mukallidi bir duruma getirilmek istenmiştir. Bu durumdaki bir halkı yönetmek-yönlendirmek ve sömürmek, zulme dayalı köhne sistemlerinin varlığını sürdürmek kolaydı. Onun için halkın tekrar İslâm’a yönelmesini kendi gelecekleri açısından dehşet verici görmekteler, paniğe düşmekteler.

  • Türkçe Kur’an, Türkçe ezan, Türkçe ibadet adı altındaki faaliyetler ile halkı dinlerinin siyasi yönünden uzaklaştırıldığı gibi ruhani yönden de uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar. Fakat T.C.’nin ilânının ilk yıllarında bu konuda tam başarı elde edemediler. Dünyadaki siyasi ve ideolojik gelişmeler bu uygulamalara ara vermeyi gerektirmiştir. Komünizm, Rusya tehlikesi ve iki kutuplu siyasi denge ve paktlı siyasi durum T.C.’deki derin devletin bu tür faaliyetlerine ara vermesini gerektirmiştir. Ancak 1990’lı yıllarda hasıl olan yeni siyasi ortam derin devletin o yarım bıraktığı faaliyetlerine tekrar dönme gereksinimini ve fırsatını doğurmuştur. Bu bağlamda bugünlerde şu faaliyetler yapılmakta:

  • Milli Askeri Stratejik Konsept (MASK) değiştirildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi irticanın yani siyasi İslâm’ın birinci düşman olduğu ilân edildi. Halk potansiyel düşman görüldü.

  • Halkı, dininde fitneye düşürmek ve kafasını tamamen karıştırmak için yoğun bir medyatik kampanya başlatıldı. İslâm’ın kesin hakikatleri dahi tartışılır hale getirilmeye çalışılmaktadır.

  • Tekrar Türkçe ibadet dayatması yapılmaya çalışılmaktadır.

  • RP’nin kapatılması aslında RP’nin faaliyetlerinin İslâmi oluşundan, laikliğe aykırı oluşundan değildir. RP öylesi hiç bir faaliyet yapmamıştır. Bunu iktidar uygulamaları ve binlerce sayfalık savunmaları ile de ortaya koymuşlardır. Fakat RP tabanında var olan İslâmi duyguların, arzuların iyice köreltilmesi istenmektedir. İslâmi söylemleri gittikçe azaltarak “liberal müslüman”, “demokrat müslüman”, “laik müslüman” “pragmatik müslüman” tipini tabana yaymaya yönelik bir tedbirdir. Yeni kurulacak partinin işleri RP tabanını bu yönde şekillendirmek ve derin devletin resmi ideolojisi ile entegre edilmesini sağlamak yönünde olacaktır. RP işte bu ve yukarıda belirttiğimiz siyasi konjonktürdeki durumun gereği olarak kapatılmıştır... Kapatma olayı hukuki değil tamamen siyasidir. Siyasi maksat da işte budur.

II- Dış Siyaset

Türkiye mevcut dünya siyasi konjonktüründe çok büyük bir jeo-stratejik ve jeopolitik öneme haizdir. Ortadoğu, Orta-Asya, Kafkasya, Balkanlar arasında sanki bir odak noktası gibidir. Avrupa, Asya ve Afrika arasında bir köprü pozisyonundadır. İşte Türkiye’nin dış siyaseti bu konu etrafında şekillenmektedir.

-T.C. Avrupa Birliği (A.B) ilişkileri.

AB ülkeleri geçen Aralık ayının başlarında Türkiye’nin üyelik başvurusunu reddetti. Bilindiği gibi T.C. Devleti kurulduğu günden beri kıblesini Avrupa olarak belirleyip yüzünü hep oraya yöneltmiştir. Türk halkına hedef olarak çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak olarak göstermiştir. Fakat onun tefsirini de Batılılaşmak-Avrupalaşmak olarak yapmıştır. Bunun için kılık kıyafet devrimi bile yapmış, Avrupalının kıyafetini kanun zoruyla bu halka giydirmiştir. Onların laik-demokratik-cumhuriyet-liberalizm sistemlerini de zorla bu halkın hayatına uygulamıştır. Eğitim sektöründe de hep batı kültürü, hatta milli kültür diyerek verilmektedir. Batılı insan tipi ideal insan tipi olarak gösterilerek halk bilhassa entelektüel ve politikacı kesim kompleks ile Batı hayranı ve hatta Batı aşığı olmuştur. Evet özellikle entelektüel ve politikacı kesim Batıya platonik bir aşkla bağlanmıştır. Onun için Türkiye’deki entelektüel ve politikacı kesimin Avrupa’ya bakışı ve ilişkileri hep duygusaldır. Rasyonalist ve pragmatik dahi değildir. Mesela Gümrük Birliği Anlaşması’nın hiç bir rasyonel ve pragmatik izahı yapılamaz. Ama yine de o anlaşma reddedilmez.

Bundan dolayı AB’nin Türkiye’nin üyeliğini reddetmesi, Türkiye’deki bu kesimde duygusal tepki doğurmuştur. Ancak bu tepki duygusal olduğu için sürekli olmaz. Bir müddet sonra o kesim yine Avrupalı olmak sevdası ile koşuşturmaya başlar.

Ancak Türkiye’deki “derin devlet” denilen kesim ise, AB’ne tam üyeliğe pek taraftar değildir. Çünkü onlar Türkiye denilen coğrafyada kurdukları hegemonyalarını AB’nin çeşitli kurumları ile paylaşmak istemiyorlar. Nasıl olsa istedikleri gibi hegemonyalarını sürdürüyorlar. Gerektiğinde darbe yapıyorlar, faili meçhul yöntemlerle asıp kesiyorlar. Böylece ülkenin zenginliklerinin %80’ini de ellerinde tutuyorlar. Bunu niçin paylaşsınlar?! Fakat Avrupalı olma sevdasına kapılanlara da bir şey demiyorlar. Çünkü onlar halkı bu sevda ile meşgul ediyor, avutup oyalıyorlar. AB’nin Türkiye ile ilgili ilişkileri ise pragmatiktir. Onun için Türkiye’nin üyelik teklifini maslahatlarına uygun görmeyip geri çevirmişlerdir. AB’nin Türkiye’yi üye yapmayışlarının nedenlerini şöyle sıralamak mümkündür:

1-Türkiye halkının müslüman oluşu. AB’nin ortak değerlere ve idealleri arasında müslümanlık yoktur. Ayrıca İslâm Avrupa toplumları nezdinde bir fobi haline getirilmiştir. Sürekli artmakta olan 90 milyon civarındaki bir müslüman kitlenin Avrupa bünyesine girmesini hoş karşılamıyorlar. Nitekim bunu geçen senenin ilkbaharında Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki Hıristiyan Demokrat Parti liderleri yapmış oldukları toplantıda “Türkiye halkı müslüman olduğu için AB’ne üye olamaz” diye deklare etmişlerdir. Avrupa’nın bağrında müslüman bir kitleye tahammülsüzlüklerini Bosna-Hersek katliamları esnasında seyirci tavırları ile sergilemişlerdir.

Ekonomik ve sosyal durum. Türkiye’nin ekonomisi zayıf, nüfusunun üçte biri işsiz ve fakir. Üstelik nüfusu da sürekli artmaktadır. Avrupa Birliği’ne üye olması halinde Avrupa ülkelerinin şehirleri işsiz Türklerin akımına uğrayacaktır. Bu da o ülkelerde sosyal ve ekonomik sorunlara neden olacaktır. Ayrıca Türk halkından 1960’lı yıllardan beri Avrupa’da takriben 3 milyon insan işçi olarak bulunmaktadır. Bu insanlar T.C. Devleti’nden hiç bir kültürel destek görmediği halde Avrupa toplumları ile asimile olmamışlardır. Dinlerini terk etmemişlerdir. Bu da T.C. Devleti için kötü bir sınav olmuştur. Türkiye halkının Avrupa toplumları ile asimiliye-bütünleşmeye-kaynaşmaya gidemeyeceğini göstermiştir. Onun için Avrupa devletleri Türkiye’nin AB’ne üye olmasına sıcak bakmıyorlar.

Ayrıca nüfusu bakımından dolayı AB bütçesinden üyelere ayrılan yardımlar ve Avrupa Birliği parlamentosundaki sandalye sayısı ile söz sahibi olması Türkiye’ye diğer Avrupa Birliği devletleri aleyhinde avantajlar sağlamaktadır. AB ülkeleri buna niçin razı olsunlar!.

3-Türkiye dünyanın en sorunlu bölgesinde bulunmaktadır. Ortadoğu sorunu, Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, Ege sorunu, Azeri-Ermeni çekişmesi ve benzeri. Türkiye bu sorunların bir kısmına doğrudan bir kısmına da dolaylı taraftır. Bütün bu sorunlara Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin yaklaşımı da farklı farklıdır. Türkiye AB’ye üye olunca bu sorunları ile birlikte üye olacak ve bu sorunlar aynı zamanda AB’nin sorunları olacaktır. AB bu sorunları çözmeye kalkarsa kendi birliği çözülür. AB bunu elbette ki göze alamaz. Onun için özellikle de bu sorunları ile birlikte de Türkiye’nin AB’ne üye olması kolay değildir.

4-Türkiye’nin AB’ne üye olması, AB devletlerine ve halklarına ekstra bir avantaj sağlamıyor. Türkiye’den elde edeceği ekonomik avantajlarını da Gümrük Birliği Anlaşması ile elde etmiş durumda. O halde AB yukarıda belirtilen dezavantajlara rağmen Türkiye’yi niçin üyeliğe kabul etsin!

Buna rağmen AB, Türkiye’den vazgeçmez. Türkiye’nin startejik önemini göz ardı etmez. Aynı zamanda Türkiye’yi Orta Asya ilişkilerinde bir atlama tahtası olarak gördüğü gibi Orta-Doğu’dan gelecek muhtemel İslâmi tehdide karşı da tampon bölge olarak görmektedir. Bunun için Türkiye ile özel ilişki stratejisini sürdürecektir.

- T.C.-ABD ilişkileri

Avrupa Birliğinden olumsuz cevap aldıktan sonra ABD’ye giden T.C. Başbakanı Mesut Yılmaz ABD Devletbaşkanı Clinton’u ziyareti esnasında Clinton ona “Her sabah haritaya baktığımda Türkiye’nin öneminin büyüklüğünü görüyorum” demiş. Eski ABD Devletbaşkanı danışmanlarından ve devlet adamlarından Brezinski de son çıkan kitabında, “Avrasya’ya hakim olan dünyaya hakim olur”, “Bu bağlamda ABD açısından Türkiye’nin önemi büyüktür” demektedir.

Bütün bu ifadeler de gösteriyor ki, ABD Türkiye’ye büyük önem veriyor. Türkiye’deki stratejik avantajları kendi lehine kullanmak istiyor. Ancak ABD’nin bu yaklaşımı da T.C. Devleti’ni memnun etmiyor. Zira ABD’nin maslahatları ekseninde bir politika takibini kendi varlıklarını tehlikeye düşürmek olarak görüyor. ABD Türkiye’ye, bana tabi ol sana da bazı avantajlar veririm, diyor. Türkiye ise ABD’ye, tabi olmak değil karşılıklı çıkarlara dayalı ilişkiler kuralım diyor. ABD, Orta Doğu ve Orta Asya’daki hayati çıkarlarını Türkiye ile paylaşmak istemiyor. Türkiye’yi tabi olmaya zorluyor. Dış savaş baskıları, ekonomik baskılar, içerde bazı odaklar vasıtası ile iç savaşlar çıkartmak tehdidi ile sıkıştırıyor. Şu ana kadar T.C.-ABD ilişkilerinde bu bağlamda çok ciddi bir değişiklik gözükmüyor.

- T.C.-İsrail İlişkileri.

Askeri, Ekonomik ve İstihbarat işbirliği boyutlarında devam ediyor. Şu durumda bunu devam ettirmeye kendilerini mahkum görüyorlar. Ortadoğu’da İngiltere’nin güdümündeki oluşturulmak istenen Türkiye-İsrail-Ürdün ekseni iyice yerleşmeye başladı. Son Türkiye-İsrail-ABD Deniz Tatbikatına Ürdün de katıldı. ABD’nin bu tatbikattaki varlığı kerhen idi. Yani Akdeniz’de varlığını hissettirmek ve imajını korumak maksatlı idi, yoksa bu eksende var olduğu için değil...

- T.C.-Rusya İlişkileri

Daha çok Orta Asya petrolleri ve doğal gazının transferi hususunda yoğunlaşmaktadır. Rusya bu alandaki insiyatifin genelde kendi elinde olmasını sağlamaya çalışırken Türkiye de en azından Orta Asya’nın petrol ve doğal gazının Avrupa’ya geçiş köprüsü olmaya hevesleniyor. Bu bağlamda hem İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı’nın hem de Kıbrıs’ın önemi daha da artmakta, sorunları ise daha da yoğunlaşmaktadır. Rusya, boğazlardan Montrö Anlaşması ile elde ettiği serbest geçiş hakkının sınırlandırılmamasını, böylece boğazların Orta Asya petrollerinin Avrupa’ya nakil hattı olmasını savunmakta ve bu konuda ısrarlı olmaktadır. T.C. Devleti ise bundan kaynaklanan güvenlik, trafik ve çevre kirliliği yükünü kaldıramayacağını ileri sürerek Montrö Anlaşmasının yeniden gözden geçirilmesini ifade etmeye çalışıyor. T.C. Cumhurbaşkanı S. Demirel “Boğazlardan gemileri geçirmeyiz, demiyoruz. Ancak boğazlardan gemiler geçemez diyoruz” diyerek bunu ifade etmeye çalışmaktadır.

Evet dünya siyasetinde Türkiye’nin stratejik-jeopolitik önemi büyüktür. Ancak Türkiye’de bu önemi değerlendirecek ve boğazlar, Kıbrıs, Ege sorunu gibi sorunları çözecek sahih güçlü bir siyasi irade yoktur. Türkiye’nin asıl sorunu işte budur. Siyasi irade boşluğudur. Siyaset boşluk kabul etmez. Siz bu alanda bir boşluk bırakırsanız onu başkaları doldurmaya kalkar. İşte Rusya’nın Boğazlarda söz sahibi olmak, ABD’nin Kıbrıs’ta söz sahibi olmak gayretleri bundan dolayıdır. Ancak sahih ve kuvvetli bir irade; cesaret ve aydın bir bakışla elde edilir. Bunların her ikisi de sahih bir dünya görüşü ve akide ile elde edilir. İşte Türkiye şu anda bunun yokluğunun sıkıntısını yaşıyor. Halkı ile kaynaşan değil de savaşan bir devlet hiç bir zaman güçlü olamaz. Türkiye halkı müslümandır, akidesi ve dini İslâm’dır. Onunla ancak İslâm Devleti kaynaşabilir. Onun için bu Laik T.C. Devleti hiç bir zaman o güçlü sahih iradeye sahip olamayacaktır. Panik içindeki her türlü despotik çabalarına rağmen kötü sonunun gelmesini engelleyemeyecektir. Türkiye halkı bütün bu sosyal, siyasi, ekonomik sıkıntılarından kurtulup dünyada izzet ve kuvveti ancak Hilâfet Devleti ile bulacaktır.

 

Sayı 105...Ramazan-Şevval...Ocak-Şubat 1998