Şeri hükümlere bağlanmanın farziyetine
delalet eden ayetler ve hadisler
Şeri nedir: Şeriata ait şeriatla
ilgili İslamiyetin temel kaidelerine ve İslam dininin
emrettiği dünya nizamına uygun olan şeriata uygun.
Şeriat nedir: Allah’ın kulları için
koyduğu dindir.
Şeri hüküm nedir: Şariin
(şeriat koyan) kulların fiillerini ilgilendiren hitabıdır.
Şariin hitabı: Rasülüne lafzan ve
manen vahyedilen Allah’ın kitabıdır ki bu da Kur’anı
Kerimdir, yada lafzan değil de manen vahyedilendir ki o ise sünnettir.
Bu tariflerden anlaşıldığına göre şeri
hükümlere bağlanmak hayatın temelidir. Ve bu İslam'a
inanmanın meyvesidir.
Şeri hükümlere bağlanmak İslam
Akidesinden kaynaklanmakla beraber İslam akidesinden ayrılmaz
bir bütündür.
Şeri hükümlere bağlanmak Müslümanda
İslam Akidesinin bulunduğuna dair bir delildir.
İslam Akidesi: İbadetle boyun
eğmede, yaşamada yalnızca Allah’ı birlemeyi Allah'dan
gayri putlardan, tağutlardan, heva ve arzulardan herhangi
birine kulluğu da ret etmeyi gerektirir. Nitekim delaleti
kati olarak bir çok ayeti kerime şeri hükümlere bağlı
olmanın farziyetini göstermektedir. Bunlardan bazıları
şunlardır.
Allahü Teâla şöyle buyuruyor:
“Hayır Rabbine yemin olsun ki onlar
aralarında çıkan anlaşmazlıkta seni (İslam şeriatını)
hakem kabul etmedikleri ve sonra senin verdiğin hükümden
dolayı nefislerinde bir sıkıntı duymadan ve tam olarak
teslim olmadıkları müddetçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa:
65).
Ve yine diğer bir ayette:
“Rasül sizene getirdiyse onu
alın sizi neyden nehyettiyse onu bırakın, Allahtan korkun, şüphesiz
Allah’ın ikabı (cezası) şiddetlidir.” (Haşr:
7)
Bu ayetler şeri hükümlere bağlanmanın
farziyetine kesin olarak delalet eden ayetlerdir.
Allahü Teâla, bütün müslümanlara
Rasulullah’ın, Allah’ın onların farz veya mendup veya
mubah kıldığı hususlardan getirdiği bütün hükümlere sarılmayı
emretti. Yine Allah onlara Allah’ın onların haram veya
mekruh kıldığı hususlardan Rasulun nehyettiği şeylerden kaçınmayı
emretmektedir. Böylece Rasulullah (s.a.v.) ‘in Allahtan
getirdiği her talebe bağlanmak farzdır.
İster bu taleb farz gibi yapılması kesin
olsun. İster mendup gibi kesin olmasın. İster bu taleb
haramlar gibi terkedilmesi kesin olsun. İster mekruh gibi kesin
olmayan bir taleb olsun. İster bu taleb mübah gibi yapmak ve
terketmek arasında bir muhayyerliği (serbestliği) ifade eden
bir taleb olsun bunların hepsi
“Rasul size ne getirdiyse onu alın, sizi
neyden nehyettiyse onu bırakın.” (Haşr:7)
ayetinin manası kapsamına girer.
Farz: Kesin bir taleple emrolunan
işlenmesi sevap terk edilmesi günah olan şeydir.
Mendup: İşlenmesi şer’an caiz olan.
Mübah: İslami açıdan yapılması
yasaklanmamış olan yapılıp yapılmaması günah veya sevabı
beraberinde getirmeyen
Mekruh: Şeri olarak haram edilmemekle
birlikte ancak zaruri hallerde caiz olan ve normal hallerde terk
edilmesi iyi görülen şey.
Buna ilaveten Allah, şeri hükümler dışında
başka hükümleri ittihaz eden kimseyi şöyle vasıflandırdı:
“Ey Muhammed sana ve senden önce indirilmiş
bulunanlara iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar
tağutla muhakeme olmak istediler halbuki tağutu inkar etmekle
emrolunmuşlardı. Şeytan ise onları uzak bir sapıklığa
saptırmak istiyor. Onlara Allah’ın indirdiğine ve Rasule
(Allah ve Rasulunun hükümlerine yani İslam şeriatına) gelin
denildiği zaman münafıkların senden büsbütün yüz
çevirdiklerini görürsün.”(Nisa:60-61)
“Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz
Allah’a ve Ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve
Rasule (Allah ve Rasulünün hükmüne yani şerî hükme)
götürün. Bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha
iyidir.”(Nisa: 59)
“İhtilafa düştüğünüz herhangi bir
şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur.”(Şura:
10)
“Biz sana hak ile kendisinden önce
indirilen kitapları doğrulayıcı ve onlara egemen
olarak(onların hükmünü geçersiz kılarak) Kitabı indirdik
o halde Allah’ın sana indirdiği ile hükmet sana gelen
haktan uzaklaşıp onların arzularına uyma” (Maide
48)
Kurâna inanmayı iddia etmek, Kurânla
hükmolunmayı gerektirir ve kesinlikle Kurânın getirdiğine
bağlanmayı gerektirir. Kurânın dışındaki şeyle hükmolunmayı
isteyen kimsenin mümin olduğunu iddia etmesi batıldır.
Çünkü mümin olan kimsenin tağutu inkar etmesi için emir
verilmiştir. Bunun için İslam’a inanan kimsenin İslam
şeriatına bağlanması gereklidir. Aksi taktirde küfür yolu
takip etmiş olur.
Şeriat kadı ve emirler gibi idareciler
hakkında da hükümler belirtmiştir. Bunlarda diğer müslümanlar
gibi şeriata bağlanmakla emredilmişlerdir. Fakat Allah
Subhanehü Teala bunlar hakkında özel hükümler indirmiştir.
Bunlar
“Allah’ın indirdikleri ayetlere göre
hüküm vermeyenler, kafirlerin ta kendileridirler”.(Maide:
44).
Bu hüküm zaman ve mekan sınırlarını da
aşmaktadır. Bu hangi kuşakta olursa olsun Allah’ın
indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyen herkesi kapsamına
alan genel bir hükümdür.
Yani Allah’ın indirdiğinden başka
sistemlerle hükmeden kimse bu hükmettiğinin daha iyi
olduğuna, şeriatın yeterli olmadığına itikat ederse o
kafirdir. Eğer bu şekilde itikat etmiyorsa o kimse
asilerdendir.Onun için Allah’ü Teala ikinci ayette şöyle
buyuruyor:
“Allah’ın indirdiği ayetlere göre
hüküm vermeyenler zalimlerin ta kendileridirler.”
(Maide: 45)
“Allah’ın indirdiği ayetlere göre
hüküm vermeyenler fasıkların doğru yoldan çıkanların ta
kendileridirler.”(Maide: 47)
Bundan dolayı şeri hükümlere bağlanmayan
kimse ister idareci olsun isterse diğer insanlardan olsun ya
kafir ya zalim yada fasık olur. Her hanği bir kişi bir
meseleyi çözmek için İslam'ın yani Şeriatın elverişli
olmadığına diğerinin yani (demokrasinin) elverişli
olduğuna inanırsa kafir olur. Fakat İslam’ın
insanların meselelerini çözeceğine inanıp idareciden
korkarak idarecinin kanunları ile beraber yürürse yani ona
göre hareket ederse zalim veya fasık olur.
İşte şeri hükümlere bağlanmak ister
idareci olsun isterse olmasın her müslümanın üzerine farzdır.
Allah idareciler hakkında ya kafir, ya zalim yada fasık
olacaklarını açıklamıştır. İslam'ın bir hayat nizamı
olduğuna inanıp inanmama durumuna göre ya kafir, ya zalim yada
fasık olur.
Ve bu şeri hükümlere bağlanmak çağa,
zamana, mekana ve olaylara bakılmaksızın her müslümana
farzdır. Zaman ve mekanın değişikliği ile değişmeksizin
kıyamet gününe kadar geçerlidir. Fakat hükmün meydana
gelmesine sebep olan olay değişirse hükümde değişir.
Misal: İçki sirke olduğu zaman mübah
olur. Çünkü sirke mübahtır. Fakat şunu unutmamak
lazımdır ki içkinin kendisi içki olarak kaldığı müddetçe
kıyamet gününe kadar haramdır.
Burada ayrıca İslam memleketleri hakkındaki
şeri hükmü gösterebiliriz. Bu hüküm İslam memleketlerinin
birleşmesidir. Bu memleketlerin birleşik olmasını şeri hüküm
iktiza eder (İktiza= ihtiyaç).
O halde bu memleketler parça parça
bölünürse, bu parçalanma ve bölünme haramdır. Bu nedenle
bu bölünmelere susmak caiz değildir.Bu bölünmeye son
verilmelidir ve bütün İslam memleketleri tekrar
birleştirilmelidir. Nitekim bütün İslam memleketleri tek bir
devlettir. Bu devletin yöneticiside tektir oda halifedir.
Amr İbn El As (r.a.)’dan şöyle rivayet
edilmiştir. “Rasulullah (s.a.v.)’den şunu işittim. Kim
bir imama (halifeye) avucunu ve kalbinin semeresini vererek gücü
yetiyorsa ona biat etsin. Bundan başka ikinci bir halife çıkarsa
bu ikincinin boynunu vurun”.
Ebu Said El Hudri (r.a.) Rasulullah (s.a.v.)’den
şöyle rivayet ediyor. “İki halifeye biat edilirse
ikincisini öldürün”.
Bu hadislerin delaleti sarihtir, ve İslam
memleketlerini devletlere bölmeyi yasak kılmaktadır. Çünkü
Rasulullah (s.a.v.) İslam memleketlerini bölen kimsenin
boynunun vurulmasını emretmiştir. Çünkü imam ve halifenin
kendisi bir devleti temsil etmektedir. Bu halde yeryüzünde bir
halife olduğu halde başka bir yerde başka birisi çıkıp
kendisine biat edilmesini isterse Allah bu kimsenin
öldürülmesini emretmiştir. Çünkü bu kimse (yani sonradan
halife olmak isteyen) İslam memleketlerini devletlere bölmek
istiyor. Bunun için müslümanların İslam memleketlerini bölmek
haramdır günahtır. Ayrıca müslümanların bugünlerdeki
bölünmeyi kabul etmeleri günahtır. İslam memleketlerindeki
bölünmeleri örnek verebilir.
İslam memleketlerinin parçalanması
haramdır ve bu şeri hüküm kıyamete kadar geçerlidir. Bu
nedenle kim bunu uygularsa haddi aşmış olur. Bu sebeble günah
kazanır. Bununla birlikte bir vacibi terkettiği için günah
kazandığı gibi birleşmeyi terkettiği içinde günah kazanmış
olur.
Yukarıda zikrettiğimiz bu ayetlerle
birlikte şeri hükümlere bağlanmanın farziyetine sarih
olarak delâlet eden bir çok hadislerde vardır.
Rasulullah (s.a.v.) buyurduki: “Size
öyle bir şey bıraktım ki, ona sarıldığınız müddetçe
yolunuzu sapıtmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir.
Bizim emrimize uygun olmayan bir işi yapan kimsenin o işi red
olunur”
Müslim’in Cabir b. Abdullah’tan rivayet
ettiği bir hadiseye göre Rasulullah (s.a.v.) hutbelerinde şöyle
diyordu: “Bundan sonra sözlerin en hayırlısı Allah’ın
kitabıdır. Yolun en hayırlısı Muhammedin yoludur.
İşlerin en şerlileri, sonradan uydurulan ve ihdas
edilendir her bid’at dalâlettir” Tirmizi İrbad b.
Sariye’den şunu rivayet etti: Sariye şöyle demiştir “Bir
gün Rasulullah (s.a.v.) bize namaz kıldırdıktan sonra, bize
döndü ve beliğ (etkileyici) bir vaazda bulundu. Bu vaazdan gözler
yaşardı ve kalpler ürperdi. Bir kimse ya Rasulullah bu veda
edip giden bir kimsenin vaazı gibidir. Bize ne tavsiye
edersiniz dedi” .
Bunun üzerine Rasulullah buyurdu ki: “Size
Allah'dan korkmayı, Habeşli bir kölede olsa idarecilerinizi
dinleyip itaat etmeyi tavsiye ediyorum. Sizden yaşayan kimse
bir çok ihtilaflar görecektir. O halde üzerinize düşen
benim sünnetime sarılmaktır. Bu sünnetlere sımsıkı
sarılın dikkat edin. Sonradan çıkan işlerden sakının. Şüphesiz
sonradan ihdas edilen her şey bidattır ve her bidat
dalalettir.”
Benden sonra ölmüş olan yani unutulan bir
sünnetimi diriltene onunla amel edenlerin ecri kadar sevap
vardır. Bununla beraber ona verilen ecir amel edenlerin sevabından
bir şey eksiltmez. Her kimde Allah Resulunun rıza göstermediği
sapık bir bidatı ortaya atarsa o bidatla amel edenlerin günahları
kadar kendisine günah vardır. ama yüklendiği bu günahlar
taklitçilerin günahlarından zerre kadar bir şey eksiltmez.
Tirmizi ve ibni mace
Rasulullah (s.a.v.)’den şunu rivayet
ettiğini tahriç etti. Rasulullah (s.a.v.) buyurduki:
“Ben size Allah’ın Kitabını ve sünnetimi
bıraktım. Allah’ın kitabı olan Kuran’ı benim sünnetimle
konuşturun .”
İşte bütün bu hadisler Allah’ın
Kitabı ve Rasulunun sünnetine sımsıkı sarılmaya yani
şeriat ahkamına sımsıkı sarılmaya delalet ederler. Böyle
yukarıdaki ayetlerde şeri hükümlerle kayıtlı olmaya dalalet
etmektedir.
Bütün bu deliller en ufak bir cedelle ve
münakaşaya yer vermeyecek şekilde şeri hükümlere bağlanmanın
farziyetine delalet ettiği gibi müslüman ferdin hayatında bu
şeri hükümlerin esas olduğuna da delalet ediyorlar.
Bazı fertlerin günlük yaşantılarında bu
hükümleri ihmal etmeleri, fertler arasındaki ilişkilerde
bunları hakim kılmamaları fertlerin günlük yaşantılarının
dayandığı esasların ve fertler arasındaki alakaların
dayandığı esasların değerini düşürmeye yol açtı. Bunun
için fert in İslam'ı yaşantının üzerine kurulduğu
esasları gerekse ferdi ilişkilerin dayandığı İslami
hayatın esaslarını kaybetmiş bulunan fertler tarafından
bir İslâm devletinin kurulmasını beklemek abes olur.
Bunun için daveti yüklenenlerin İslam
hayatını yeniden başlatmak ve dünyaya İslam davetini
taşımak in çalışırlarken omuzları üzerine atılan en
önemli şey fertlere ait hayatın dayandığı esasların
değerini iyice izah etmeleri ve fertler arasındaki
ilişkilerin dayandığı esasların değeri konusunda
topluluklar arasında bir kamuoyu meydana getirmeye çalışmalarıdır.
Zira bu İslam düşüncesine dayanan iktidarın
kurulması için yapılacak işlerin en önemlilerindendir.
İşte bütün bunlar ancak şeri hükümlere bağlanmayı müslümanlar
arasında sadece şeri hükümlere bağlanmayı insanlara hakim
olan tek bir fikir haline getirmekle gerçekleşir.
Müslümanlar arasında ferdi meselelerde
şeri hükümlere bağlanan kimseler bulunmasına rağmen genel
hayat ile ilgili konularda müslümanlar şeri hükümlere bağlanmada
titizlik göstermiyorlar ve yine müslümanlar arasındaki
alış verişte İslam hükümlerini kendi ticaretine hakim kılabilir.
Ayrıca ferdi davranışlarda da İslam’ı önder olarak kabul
eder. Fakat günümüzde ezici müslüman çoğunluk genel hayat
ile ilgili konularda şeri hükümlerle hiç ilgilenmemektedir.
Müslümanlar hükmetme nizamında İslam dışındaki
kapitalist ve demokrasi nizamlarıyla idare edilmektedir.
Demokrasi ve kapitalizm gayri İslam nizamlar
ve hükümler olmasına rağmen müslümanlar buna karşı
susmaktadırlar, ve bu münkeri izale etmek için de herhangi
bir teşebbüste bulunmuyorlar, buna razı olup susuyorlar.
Demokrasi: idarecilerin zulmünden ve din adıyla
insanlara tahakkümlerinden kurtulmak için insanlar tarafından
ortaya çıkartılmış orta yol olan bir yönetim düzenidir.
Böylece bu düzenin kaynağı beşerdir. Vahy ile veya din ile
hiç alakası yoktur.Hakem kabul etmeye ve şeri hükümlere bağlanmaya
davet ettiğinde bunu şeriatın bütün hükümlerine bağlanmaya
çağırmalıdır. Bu çağırma ister namaz, evlenme ve kesme
hususlarında olsun, ister İslam memleketlerindeki bölünmeye
karşı savaşmak, kafirleri dost edinmemek olsun ve genel
hayatla ilgili hükümlerde olsun aynıdır.
Son olarak şu mesajla Allah’ın selamı ve
bereketi üzerimize olsun. İslam kendi şemsiyesi altında
toplayan bir nihai kaynak olmak üzere gönderilmiştir.
İnsanların yaşamında Allah’ın sistemini egemen kılmak
üzere indirilmiştir. Yaşamın her alanını bu sistem
üzerine oturtulacaktır. Yaşamda bu şeriat eksen kabul
edilecek, onun buyrukları doğrultusunda hareket edilecektir.
İnanç esasları, sosyal düzen, bireysel yada toplumsal davranışların
nasıl olacağı bu şeriata göre belirlenecektir. İslam
sadece okunsun öğrenilsin ve sonuçta defterler ve kitaplar
arasına sıkışıp kalmış bir kültür olsun diye değil tam
tersine Kur’an'ın ayetlerine göre hüküm verilsin diye
gönderilmiştir.
İslam her şeyi dikkatle inceleyen, kılı
kırk yaran bir dindir. Yaşama ilişkin hiç bir meselede boşluk
bırakmamıştır. Yaşama ilişkin hiç bir meselede onun koyduğu
hükümler şu yada bu şekilde kesinlikle değiştirilemez. Bu
konuda ya İslam hükmü vardır, yada keyfi arzular
doğrultusunda belirlenen cahiliyye hükmü.
İnsanları uzlaştırabilmek bir araya
getirebilmek için dini kolaylaştırmak yaftası altında da
olsa hiç kimsenin İslam’a aykırı davranmaya hakkı yoktur.
Allah dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Ancak Allah
şeriatının egemen olmasını istemektedir. Gerisi insanlara
kalmış bir iştir.
“Artık, Benden size hidayet (dosdoğru yol
şeriat) geldiğinde kim Benim hidayetime (şeriatıma) uyarsa o
sapmaz ve bedbaht olmaz. Kim de Benim zikrime (şeriatıma) yüz
çevirirse, şüphesiz onun için dar bir geçim vardır ve Biz
onu Kıyamet günü kör olarak haşrederiz.
O; Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin,
oysa ben görür idim? der. Allah buyurur ki: İşte böyle.
Çünkü sana ayetlerimiz geldi, ama sen onları unuttun. Bugün
de aynı şekilde sen unutuluyorsun! Böylece israfa sapanı
(şeriatımızın dışına çıkanı, emrimizi ve hükümlerimizi
çiğneyeni) ve Rabbinin ayetlerine inanmayanı
cezalandırırız. Rabbinin azabı elbette çok şiddetli ve süreklidir.”
(Ta-Ha: 123-127)
“Allah sizlerden iman edip salih amel işleyenlere
(şeri hükümlere bağlı amel işleyenlere) kendilerinden
öncekileri halife (iktidar) kıldığı gibi onları da yeryüzünde
halife (iktidar) kılacağını onlar için razı olduğunu,
dinlerini (İslam’ı) hakim kılacağını ve geçirdikleri
korku döneminden sonra bunun yerine onlara emniyet (güvenlik)
sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar yalnız bana kulluk
ederler. Hiç bir şeyi bana ortak koşmazlar. Artık bundan
sonra kim inkar ederse işte bunlar asıl fasıklardır”
(Nur 55)
|