TÜRK TV'LERİNDE İSLAM DÜŞMANLIĞI
HBB.Televizyonunda 23/12/1997’de yayınlanan “Ankara’da
Gündem” programının konusu “Kubilay Olayı” idi. Ancak
programın amacı herhalde İslâm’a saldırmak ona inananlara
hakaret etmek gibi bir durum söz konusuydu. Şöyle ki;
Programa katılan ve Devrim Tarihi uzmanı olduğu söylenen
prof. Neşet Çağatay ayetlerden örnek vererek aslında
ayetleri tevil ederek İslâm’ın bir sistemi bir şeriatı ve
hatta İslâm’da Hilafetin olmadığını anlatmaya çalıştı
durdu. Ancak sadece müslümanların öfkesini kazandı. Söylediklerinden
bazıları şöyle idi:
Resulullah (S.A.V.) hukuksuz bir topluma geldiği için Allah
(C.C.) ona bir şeriat vererek toplumu bir düzene sokmak istemiştir.
Eğer o bir sistemi olan topluma gelmiş olsa idi ona bir
şeriat verilmeyip bulunduğu yani içinde yaşadığı sistemin
nizamına uyması ondan istenecekti. Zira Allah’u tealâ Musa
(A.S.)’ı Mısır’da hakim olan sisteme itaat etmeye çağırmış
ve ona yeni bir sistem yani şeriat vermemiştir. Isa (A.S.)’ı
da Roma İmparatorluğunun hakim olduğu Filistin’e göndererek
onun da orada hakim olan Roma İmparatorluğu hukukuna tabi
olmasını istemiştir ve ona da bir şeriat vermemiştir.
Tarihçi kisveli N. Çağatay İslâm’da Hilâfet’in
olmadığını da iddia etmiştir ki ona göre İslâm’da
hilafet yok Ulül-Emr vardır. Ona göre Ulül-emir ise insanın
yaşadığı toplumu yönetenlerdir ki bunların müslüman
olması ve orada hakim olan nizamın da İslâm olmasına gerek
yoktur, kafirler de olabilir ve onlara itaat şarttır ki burada
ayet okuyarak itaatın Ulül-emre olduğunu Allah’ın Kur’an
da
halifeyi hiç zikretmediğini belirtmiştir. Ayrıca yine ona göre
Raşidî Halifeler de halife ismini kullanmamış ve kendilerine
Ulül-Emr denilmiştir.
Aynı proğrama katılan Tümgeneral T. Olcaytu ise aynı görüşlere
paralel olarak “eğer İslâm’da bir hukuk sistemi olan
şeriat olmasa idi İslâm evrensel bir din olurdu” diyerek
sanki Allah’tan daha iyi bilen olduğunu iddia etmiştir. Bu
arada da gelmiş olduğu kurumu kastederek Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin irtica tehlikesinin farkında olduğunu ve onu
her zaman ezmeye kararlı olduğunu da belirtmiştir.
Programın önemli konuğu ise V. Kubilay’ın oğlu,
babası Kubilay’ın camiden çıkanlar tarafından
öldürüldüğünü belirtip 8 yıllık kesintisiz eğitim
protestolarının da cami önlerinde yapıldığına işaret
ederek bir benzerlik kurmaya çalışmıştır. Daha sonra da
ağzını bozarak ki aslında bunlar her zaman böyledirler
Kayseri Belediye Başkanı’nın “Hiç kimse Türkiye
laiktir, laik kalacaktır gibi bir sözle Türkiye’nin geleceğine
ipotek koymasın laikliğin ömrü zaten şu anda 70 küsür yıldır.
Ama bu elbette kaldırılacaktır” sözüne ithafta bulunarak
“laikliği sıkıysa kaldırsınlar” gibi amiyane bir tabir
kullanmıştır. Aslında o ve onun gibi bütün laikler şunu
çok iyi bilmektedirler tüm İslâm aleminde laiklik kaldırılıp
yerine Raşidi Hilâfet ikame edilecektir. Onların yaptığı
sadece bunu biraz geçiktirmektir. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar
Allah’u tealanın takdir ettiği zaman gelince (tabii ki müslümanların
çalışmalarıyla) Raşidi Hilâfet kurulacak ve tüm İslâm
alemi başlarındaki despot yönetimlerden kurtulacaklardır.
Türkiye televizyonlarının tamamı son zamanlarda bir
laikliği savunma yarışına giriştiler. Bu konuda hiç biri
öbüründen geri kalmıyor. İslamcı geçinenler de dahil
olmak üzere hepsi bu ve buna benzer programlar yaparak halkı
zehirlemeye çalışıyorlar.
Yine Türk TV’lerinde İzmir’de bir müftünün verdiği
fetva sonucu kadınların erkeklerle beraber cenaze namazı
kılması olayı İslam’da Reform diye sunulmaya ve hemen her
gün bu konu etrafında Fıkıh bilgisinden Usül-u Fıkıh’tan
habersiz insanların bu konuyu konuşmaları halkın zihninin
karıştırmalarına yol açtı.
Bu konu Fıkıh ilmini bilenlerin konuşması gereken bir
şeydir. Aslında bu konuda Fakihler görüşlerini de ortaya
koymuşlardır. Kadınların cuma, bayram ve cenaze namazı
kılmaları Türkiye haricinde hemen hemen tüm İslam
beldelerinde yapılmaktadır. Yani kadınlar bu namazlara
cemaatla iştirak etmektedirler. Türkiye’de ise bu konu
Hanefi fıkhı çerçevesinde ele alınıyor Aslında bu biraz da
Türk geleneklerinden kaynaklanmaktadır. Türk gelenekleri ki
Orta Asya’dan kaynaklanır kadın ve erkeği ayrı tutar ve
kadına gereken değeri vermez.
Fakat burada şunu da söylemek isteriz ki kadın ve
erkeklerin beraber namaz kılması elbette caizdir. Fakat Türk
medyasında yer aldığı gibi değil. Yani kadın ve erkekler
karışık bir halde namaz kılamazlar. Kadınlar arkada olması
gerekir veya arası bölünmüş bir vaziyette yan tarafta da
olabilir ama asla bir saf içerisinde veya karışık saflar biçiminde
olmamalıdır. Bu halde olması fitneye sebep verebilir. İlla
da fitne olur demiyoruz fakat fitneye yol açabilecek bir duruma
göz yummamalıyız.
Onlar ne yaparsa yapsınlar müslümanlar Allah’ın emri
gereği onun bize Resulü vasıtasıyla gönderdiği nizamı
onun istediği ve Resulünün uyguladığı gibi çalışarak
hayatlarına hakim kılacaklardır.
TÜRKİYE’NİN DOĞU SINIRLARI
İngiltere Dışişleri Bakanı 5 Ocak 1997’de BBC TV’de
katılmış olduğu kahvaltı programında Kürt meselesiyle
ilgili bir soru üzerine yapmış olduğu açıklamada Türkiye’nin
doğu sınırlarının tartışmalı olduğunu ve bu
sınırların kesin olmadığını belirtmiştir.
TC. yi kuran ve Hilâfet Devleti’ni yıkarak M. Kemal’i
bu müslüman milletin başına musallat eden kâfir İngilizlerdir. Bu devletin yani TC’nin kurucusu aslında müslüman
Türkler değil bilakis kafir İngilizlerdir. Yani bu devleti
kendi çıkarları doğrultusunda onlar kurdular şimdi de çıkarları
başka türlü bir konumu gerektirdiği için bu devletin sınırları
ile oynamak hakkını kendilerinde bulabilmektedirler. Türkiye’de
kendi çıkarları yürümeyince onu zor durumda bırakıp kendi
çıkarlarını daha ön plana çıkaracak durumları
oluşturmaya çalışmaktadırlar.
İngilizler ideolojileri gereği sömürgecidirler. onlar
bundan hiç bir zaman vazgeçemezler. Bu yüz sene önce de
böyle idi. Yüz sene sonra da bu böyledir. Amaçları buradaki
halkları korumak veya Kürtleri korumak falan değildir.
Onların hedefi bu yolla sömürgecilik duygularını tatmin
etmek ve sömürüye devam etmektir.
Müslümanlar uyanık olmalıdırlar. Bu gibi oyunlara gelip
sapık bir ideoloji olan nasyonalist düşüncelere kapılmamalıdırlar.
Müslümanların görevi İngilizlerin çizdiği sınırları
korumak değil aksine bu sınırları kaldırmaktır. Müslümanlar
aralarındaki fiili engelleri ortadan kaldırarak İslam’ın
gereği olan Raşîdi Hilâfet Devleti’ni kurmak olmalıdır.
Onları kalkındıracak olan İslam’ı hayatlarına hakim
kılmalıdırlar. İslam’ı hayatlarına hakim kılmak için
Türk, Kürt vs ayırımı yapmadan tüm İslam beldelerinde ve
tüm İslam ümmetinde çalışılmalıdır ki bizim bir ümmet
olduğumuz ortaya çıksın ve bir ümmet olarak bizim
devletimizi kurup Allah’a kulluğumuzu yerine getirelim ve hem
dünyada hem ahirette saadete erelim ve sömürgecilerin oyuncağı
olmayalım. Onlar bizim aramıza sınırlar koyarak bizi
birbirimizden ayırmasınlar. Bizler müslümanlar olarak bir
milletiz ki bu Millet-i İbrahim’dir.
“Ey İnsanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden
yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki
birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında
en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.
Allah bilendir, haberdardır.” (Hucurat:13)
KISA HABERLER
*Tansu Çiller18/11/1997’de bir konuşmasında eski
ortağına çatıyor ve ekleyerek “Erbakan korkaktır. RP’nin
başına gelenler Erbakan’ın korkaklığına dayanmaktadır”
diyor.
*17/11/1997’de TC Dışişleri Bakanlığı sözcüsü
Sermet Atacanlı bir basın toplantısında şöyle açıkladı:
“1990’dan bugüne kadar Irak’a karşı uygulanan
ambargonun Türkiye’ye faturası 30 milyar dolara çıktı.
Ambargodan en fazla zarar gören ülke de Türkiye olmuştur.”
Kâfir Amerika’ya ve onun BM’lerine itaat etmenin cezası
budur. Nitekim Allah’u Tealâ bir çok ayette kafirlere itaat
ederseniz zararlı çıkarsınız diye bizlere beyan etmiştir
“Ey inananlar! İnkar edenlere itaat ederseniz, sizi geriye
döndürürler de kayba uğrarsınız.”(Al-i İmran 149)
-18/11/1997’de Devlet Bakanı Eyüp Aşık şöyle açıklamıştır:
“Susurluk çetelerinin illegal örgütlerle ve bazı dış
istihbarat kurumlarla bağlantısı var. Şahsen ben Mossad’ı
CIA’yı ve İngiliz İstihbaratını görüyorum.”
Halbuki Türkiye Cumhuriyeti ve istihbarat teşkilatı olan MİT,
Mossad, CIA ve İngiliz İstihbaratıyla işbirliği
yapmaktadır. Hatta devletin izniyle Türkiye’de karargahları
vardır. Misal olarak eski MHP lideri Türkeş CIA’nın
merkezinin Emniyet Genel Müdürlüğü içerisinde olduğunu,
sonra başka yere taşınmasını istediğini hatıratında
yazmıştır. Bu bakan nasıl böyle bir açıklama yapabilir?!!
Acaba, devlet ve yöneticilerinin bu dış istihbarat kurumlarıyla
bağlantısı yok mu?! Çetelere yükü yüklerde MİT’i
görmez mi?
YİNE YAHUDİLERİ KAZANDIRDILAR
22/12/1997’de 3. Türkiye-İsrail askeri diyalog toplantısı
yapıldı. Bu toplantıda gaspcı İsrail’e direnenler ve onun
zulmünde inleyenleri terörist olarak niteleyerek bu ezilen
müslümanlara karşı nasıl beraber hareket edeceklerini müzakere
ettiler. Bu hususta önemli adımlar atıldığı açıklanmıştır.
Ayrıca Suriye ve İran’a karşı nasıl birlikte hareket
edeceklerini de müzakere ettiler. Buna binaen Türkiye İsrail’den
Arrow füzeleri almaya karar verdi. Bu füze Amerikan Patriot
tipi füzelerdendir. Fakat İsrail’de yapılmaktadır menzili
de 500km’dir. Türkiye’yi temsilen Genelkurmay 2. Başkanı
yahudileri ise Savunma Bakanlığı Başdanışmanı David İvrı
bu toplantıya iştirak etmiştir. Bu füzelerin fiyatları ise
açıklanmadı. Fakat bellidir ki bir hayli para Allah düşmanlarına
kazandırılacaktır. Bütün bunlar sevdikleri yahudileri
memnun etmek için yapılmaktadır. Müslümanları ve
memleketlerini kızdırmaları şeriat düşmanı laikler için
önemli değildir.
DEVLET HALKININ DÜŞMANI OLUNCA..
01/01/1998’den itibaren birçok konuda vergilere %80,4 zam
getirildi ki şöyledir
1-Taşıt alım vergisi %80,4 arttırıldı.
2-Yargı harçları sulh ve asliye mahkemeler, yargıtay ve
danıştay için %80,4 arttırıldı.
3-Motorlu taşıtlar vergisi de aynı oranda arttırıldı.
4-Damga vergisi aynı oranda arttırıldı.
5-Değerli kağıt fiyatları %100 arttırıldı. Bunlar,
noter kağıdı, protesto, vekaletname, senet, kira
kağıtları, pasaportlar, yabancılar için ikamet tezkeresi,
sürücü belgesi, motorlu araç trafik belgeleri ve benzer kağıtlar.
6-Veraset ve intikal vergisi %80.4 arttırıldı.
7-Aylık çevre temizlik vergisi %40.2 arttırıldı.
Devletin 1998 senesinde halkı ilk kutlaması vergi denilen
zulüm ile olmuştur. Diğer zulümler arka arkaya
geleceklerdir. Diğer vergiler de arttırılacaktır. Belki de
yeni vergi türleri çıkarılacaktır. Zaten onlarca vergi çeşidi
vardır ve halk bunların isimlerini de bilmemektedir.
Ayrıca devletin karşılıksız sunması gerekli olan
hususlara bile vergi koyması ve arttırması da ayrıca zulümdur.
Yargı harçları ve damga harcı gibi. Oysa devlet yargı
hizmetleri ve diğer dairelerde gösterilecek hizmetleri damga
vergisi olmadan takdim etmelidir, karşılıksız sunmalıdır.
Çünkü devlet halkın işlerini yürütmek ve onlara hizmet
etmekten sorumludur. Sorumluluğunu hisseden ve gerçek devlet
halkını soymaya çalışmaz. Tahsildar veya tüccar olamaz.
Onun işi halkının rahat yaşamasını sağlamak olmalıdır.
Fakat günümüzdeki devletler birer soyguncudurlar. Bunu herkes
görmektedir ve halkın kazandığı beş kuruşta gözleri vardır.
Aslında devlet ihtiyaç duyarsa sadece zenginlerden bir
miktar toplar ve ihtiyaç bitince bunu durdurur. Onlardan devamlı
vergi almaz. Ayrıca fakir ve dargelirlilerden vergi tahsil
etmez. Nitekim devletin geliri kendisine yetmelidir. Ancak yöneticiler
soyguncu olursa devletin bütcesinde bir kuruş kalmaz. Bundan
dolayı da borçlanacaklar ve halklarını soyacaklardır. Vergi
iadesi adı altında zenginlerden alınan vergilerin iadesi
resmen bildirdiklerine göre %80 zenginlere tekrar geri döndü.
Böylece bütün vergiler sadece fakirler ve dargelirliler
tarafından ödenmiş olur.
Bu, laik Cumhuriyet Devleti İslâm’a ne kadar aykırı
olarak hareket ettiği ve ne kadar halka zulüm ettiğini göstermektedir.
Bu sebeple bunu değiştirip İslâm Hilâfet devletini kurmak
gerekir. Hilâfet devleti tahsildar ve soyguncu değildir. Halka
ve insanlara karşılıksız hizmet eder. Onları mutlu etmek için
çalışır. Kamu mülkiyetine ait olan malları halka hizmet
etmek için kullanır. Muhtaç olursa sırf zenginlerden belli
bir miktar toplar ve ondan sonra durdurur. Adaletli olan da
budur.
Ayrıca Cumhuriyet Devleti halkın bu zulme karşı
susmasını ve enflasyona da katlanmasını istiyor. Halkın
kendilerini muhasebe etmesine tahammül edemiyor. Köklü ve doğru
bir çözümü aramamakta ısrar ediyor. Doğru çözüm olan
İslâm’ı aramadığı gibi ondan söz edilmesini dahi
istemiyor. Halkına diyor ki: “Zulme karşı susun, sabredin,
isyan etmeyin, bizden hesap sormayın” ve yalan söyleyerek
“çözüm bulacağız”diyorlar. Oysa enflasyon gün
geçtikçe artıyor, yeni vergiler ihdas ediliyor, yeni zamlar
getiriliyor ve halk her yönden sıkıştırılıyor. Hükümetlerin
değişmesi de bir çözüm olmuyor durum daha da kötüleşiyor.
Demek ki insanların bir zamana kadar bu zalimlere sabretmesi
ve daha sonra en azından ekonomik durumlarının düzeleceği
evhamına kapılmak doğru değildir. Müslümanların da
bunlara sabretmesi ve katlanması gerekmez. Aksine çözümler
bulmaları gerekir ki o da yalnızca İslâm’dır. Bundan
dolayı müslüman halk için İslâm’dan başka ideal ve
örnek çözüm yoktur. Hatta bütün insanlar için bu
geçerlidir.
NEDEN MÜSLÜMANLARIN SERMAYELERİNE GÖZ DİKİYORLAR?
23/12/1997’de Türkiye’deki askerî yönetimi temsil eden
MGK toplantısı yapıldı. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve
bakanların bazılarını yanlarına alıp onları bir güzel
sorguya çektiler. Yaptıkları sorgunun konusu ise malûm 28
Şubattaki alınan kararların ne kadarının uygulandığı ve
uygulanmayanların neden uygulanmadığının ortaya çıkarılması
idi. Ayrıca İslamî sermaye diye adlandırdıkları sermaye
kuruluşlarını incelediler. Müslümanların paralarını
nasıl çalacaklarını düşündüler. Zira laiklere göre
müslümanlar zengin olmamalı aksine fakir kalmalıdırlar.
Aksi halde bu zenginlik onları Şeriata dayalı devlet
nizamını kurmaya götürür. Ama Türkiye’deki yahudiler
zengin olursa bunun onlara bir zararı olmaz ama İslâm düşmanı
İsrail’in hedefine ulaşmasına da yardım etmiş olur zira bu
paralar ile Filistin’deki müslümanların toprakları satın
alınır. Türkiye’deki Amerikan ve Avrupa şirketlerinin
sermayelerinin de bunlara zararı yok onların kazandıkları
paranın kendi ülkelerinin Emperyalist hedeflerine yardım
etmiş olur. Bu laikler ne kadar da İslâm düşmanı
olmuşlar. Bunlar şimdi müslümanlardan korkmuyorlarsa Allah’ın
intikamından da mı sakınmıyorlar. Bugün müslümanlar İslâm’ı
kavrayamadıkları ve başlarına korkak liderler geçtiği için
pasif iseler, yarın öbür gün İslâm’ı kavrayacaklar ve o
korkak liderleri ret edip cesur ve fedai liderleri gelecektir.
Ayrıca, yahudiler fareler gibi Türk ekonomisini kemirecekler,
Amerikalılar ve Avrupalılar aç kurtlar gibi Türk
ekonomisini yiyecekler. Zaten, Türk ekonomisi tamamen kemirilmiş,
yenmiş ve bitirilmiştir. Bunun sebebi de Yahudiler, Amerikalılar
ve Avrupalılardır ki onların sayesinde Türkiye IMF,
Dünya Bankası, Yahudi, Amerikan ve Avrupa bankalarına 80
milyar dolar borçlu olmuştur. Türk parası değersizleşti,
enflasyon oranı da resmen %100 gayri resmi olarak ise daha yüksek
oldu.
Ey gayri müslim olan laikler, bu anlattıklarımızın
sebebi müslümanların sermayeleri değildir. Işte dostunuz
olanlar (iyi düşünün) Allah'ın düşmanlarıdır.
Akıllarınızı başlarınıza toplayın, gerçek düşmanınızı
iyi bilin, dininize dönün ve müslüman milletinizle barışın.
Siz şeriatı uygulayın ve bakın kalkınma nasıl olurmuş. En
kısa zamanda kalkınacağınıza inanın Allah’ın yardımı
ile kalkınacaksınız.
ARAP DEVLETLERİ HALKLARIYLA SAVAŞMAKTA ISRARLI MI?
05/01/1998’de Tununs’ta Arap İçişleri Bakanlarının
15. toplantıları sona erdi. toplantı sonunda ortak bir
bildiri yayınladılar Ortak bildiride Aşırı İslamî
Cemaatler olarak adlandırdıkları cemaatlar ile savaşmak için
bir emniyet planı tatbik edilmeye çağrıldı.Avrupa’ya
sığınmış olan bu aşırı guruplara mensup olanların
oradan sınır dışı edilmeleri için Avrupa’ya çağrıda
bulundular. Terörizm ile mücadele için 140 maddeyi kabul
ettiler.
Fakat bu bakanlar ve devletleri meselenin temelini ve
sebebini incelemiyorlar. İncelemek istememektedirler. Bilseler
bile çözüme yanaşmıyorlar. Onların derdi sadece
tahtlarını korumaktır.
İslamî cemaatlar neden doğdu? onların isteği nedir?
Bunlar hep bu müslüman halkın çocuklarıdırlar. Halkın
ne istediğini hissettiler ve bu isteği gerçekleştirmeye yöneldiler.
Şeriat ahkâmı kaldırılıp ve yerine küfür ahkâmı
uygulanınca bunlar doğdu. İslâm için doğdular. Onların
istedikleri İslam’ın hakimiyetidir.
Bu Arap devletleri küfür kanunlarını terkedip İslam
kanunlarını uygulamaya başlarlarsa bu cemaatlar İslamî
rejimle hemen barışacaktır. Bu şekilde sorun çözülür ve
terörizm denilen bir şey kalmaz. Misal olarak, Cezayir’de müslümanlar
seçimi kazanınca onlara darbe indirmeseydiler oradaki silahlı
cemaatla ve bu olaylar doğmayacaktı. Mısır müslümanları
veya şeriat ve Hilâfet’i isteyenleri ezmese ve fikrî
davetlerine müsaade etseydi oradaki silahlı cemaatlar
doğmazdı. Diğer memleketlerdeki durum da aynıdır. Bundan
dolayı bütün bu olaylardan sorumlu olan Arap devletlerinin
kendileridir. Fakat Arap devletlerinin yöneticileri bunu
bilmelerine rağmen anlamak istemiyorlar. Çünkü, küfür ve
kâfir devletlerinin etkisi altındadırlar. Hiç İslam’ı
tatbik etmeye bile yanaşmazlar. Hatta İslam’ı düşünmek
istemiyorlar. Ayrıca büyük kâfir devletlerinin istihbarat
teşkilatları, basın ve diğer kuruluşları onları müslümanlara
karşı hep kışkırtıyorlar. Bu nedenle Arap devletleri kendi
elleriyle memleketlerini tahrip ettirecekler ve halklarını helâk
ettirecekler. Nitekim müslümanlar ne kadar ezilirse ezilsin
şeriatı uygulamak arzularından vazgeçmeyeceklerdir.
Müslümanım dedikçe bu arzu kalacaktır ve bu faaliyetler sürecektir.
Çünkü onların müslümanlıkları böyle emir vermektedir.
BU HALK LÂİKLİIĞİ REDDETTİ VE ŞERİATI İSTEDİ
27/12/1997’de Milliyet Gazetesinde İnönüyle hatıratını
yayınlayan Necip Mirkelamoğlu şöyle yazıyor: “1957’de
yapılacak genel seçimden evvelki kurultay toplantısıydı.
Urfa delegesi Genel Başkan İsmet İnönü’ye «Paşam biz
Allah’ın izniyle bu seçimde iktidara geleceğiz, yeter ki
siz lâikliğin dinsizlik olmadığını, partimizin de dindar
olduğunu konuşmalarınızda ifade edin ve yayınlayacağımız
kurultay bildirisinde de bunu millete ilân edelim» Fakat İnönü’nün cevabında «lâiklik dinsizlik değildir.»
deyince bu fitne duracak mı? Pardon biz yanılmışız,
affedersiniz deyip bu ithamdan vaz mı geçecekler sanıyorsunuz?
Ayrıca Said-i Kurdi gibi hareket edenler «şeriat isteriz»
deyince şeriatı kimden istiyorlardı? Şeriat devletinden.
Çünkü iktidardaki Şeyhül İslamlı Halifeli dört başı
mamur bir şeriat devleti idi...”belirtti.
Bu hadise, milletin laikliğin dinsizlik olduğunu
anladığını göstermektedir. O sebeple, CHP seçimleri hep
kaybetti. Atatürk zorla lâikliği halka kabul ettirmeye çalıştı,
İnönü de bunu devam ettirdi. Dinden söz eden bir parti çıkınca
iktidar olabiliyor. 1950’lerde Demokrat Parti gibi. Bu güne
kadar bu durum devam etmiştir. Bu sebeple o Urfa delegesi dini
istismar etme konusunu İnönü’ye teklif etmişti. Bunun
manası, millet dinine bağlıdır, dine dayalı olmayan
partiler dini istismar edince seçimi kazanır. Demirel’i
Özal’ı ve Erbakan’ı iktidar yapan bu istismardır. Nasıl
ki, tam İslam dinine dayalı İslamî bir hareket kendisini
topluma kabul ettirirse o zaman şeriat devleti kurulur ve
tekrar Hilâfet kurulur. Ancak halkı aldatanlar bu devletin
kurulmasını geciktiriyorlar. Bunlar samimi olmayıp dini
kullanıyorlar ve halkı daha aşağılara yuvarlıyorlar.
Eksiğimiz ise İslam dinini bir ideoloji olarak benimseyip
cesaret ve fedakârlık gösteren liderler çıksa dinsizlik
olan lâikliği kaldırıp yerine Allah’ın dinini hakîm kılabilirler.
Çünkü, halkın isteğini gerçekleştirmek istiyorlar. Bu
olunca halk onları kucaklayacak ve arkalarında yürüyecektir.
1997 SENESİNİN SON ZULMÜ
Türkiye’de Laik rejim 97 senesini bırakırken onun yöneticisi
olan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) 1997’de son Askeri Yüksek
Şurada 59 Subay ve Astsubayı ordudan ihraç etti. İlan edildiği
gibi bunların 55’i şeriatçıdır. Bunlar arasında 2 Albay
ve bir Kurmay binbaşı vardır. Bunların 13'ü hava 20’si
kara 12’i Deniz kuvvetlerinden ve 10’u Gül hane Askeri tıp
akademisinden uzaklaştırıldı. bunların suçu Müslümanlıklarını
yaşamaya çalışmaktır daha önce Eski Başbakan Er bakan döneminde
yüzlerce Müslüman askerin ordudan kovulmasını onayladığı
gibi şimdiki başbakan Yılmaz bunların ordudan kovulmasını
onayladı. Bu Laik devletin zulmü ve İslam düşmanlığı
herkesçe görüldü. Ne zamana kadar o halk suskun kalacaklar?.
Niye baskı yapmıyorlar? Müslümanlar ciddi baskı
yaparlarsa ve tavizsiz İslam’ı tutum edinirlerse bu zalimler
askeri ve sivil yöneticiler geri adım atarlar. Ta orduyu
İslami ordu haline getirinceye kadar. Daha doğrusu Laik rejimi
kaldırıp yerine Hilafet rejimi kursun ve ordu kendisiyle
ilgili olmayan siyasete ve devleti idare etme işine
karışmayı bırakıp dünyaya İslam davetini götürmek için
Cihada yapacak güç haline gelsin.
KISA YORUM
1997 senesinin sonunda Amerikan Kongresi tarafından finanse
edilen “Washington İnstitüte” şunlar yayınlandı: “Türkiye’de
İslamcılık” daha fazla güçlendi. Türkiye yi AB’den
uzaklaştırmak İslamcılığı daha fazla güçlendirecektir.
İslamcılıktan maksatları: Müslümanların İslam’a sahip
çıkmaları ve İslamî Yönetimine talip olmalarıdır. Oysa,
İslam’da İslamcılık veya gayri İslamcılık yoktur. Bu
terimi sinsi şekilde batılılar kullanıyorlar ve
memleketlerimizde uşakları papağanlar gibi tekrarlıyorlar.
Nitekim, Müslim ve gayri Müslim vardır. Müslüman olan kimse
İslam’a sahip çıkar ve yönetimine talip olur. Gayri
Müslim ise İslam’ı ret eder ve fırsatı veya gücü olunca
İslam’la savaşır. Tamamen kafir güçler gibidir.
KISA YORUM
1997 senesinin son ayının ortasında Kuran ışığında
Hak ve Özgürlükler diye bir sempozyum da İstiklal Marşı
okununca Münevver Orhan adlı bir Müslüman kız ayağa
kalkmadı. Bunun sebebini şöyle açıkladı: “Ben sadece
Allah’ın huzurunda ayağa kalkarım”.
İSRAİL MESCİD-İ AKSAYI YIKMAYA HAZIRLIK YAPIYOR.
Laik Türkiye rejimi İsrail’le ilişkilerini pekiştiriyor.
Bunun için bir sürü anlaşma yaptı, en son “F105” uçaklarını
tamir etmek ve bilgisayar donatmak için İsrail Airtraft
Endustrie ile anlaştı. Yahudilere 75 milyon dolar
kazandırdı. Ayrıca onunla ortak deniz tatbikatı yaptı. Daha
fazla İsrail’le beraber tatbikat yapacaklarını açıkladılar.
Demek ki, Allah’ın düşmanı olan Yahudi varlığı ile
ilişkileri pekiştirmek üzerine ısrarlıdır. Aynı anda, bu
düşman Filistin deki, Müslümanları ezmeye topraklarını
gasp etmeye, evlerini yıkmaya, ve gençlerini göçe zorlamaya
devam ediyor.
Hatta Müslümanların ilk kıblesi ve üçüncü en kutsal
cami Mescidi Aksayı yıkmaya hazırlanıyorlar. Bunun için
kamu oyu hazırlıyorlar. Mescidi Aksayı yıkıp yerine Sinagog
tesisi etmek için büyük taş ortaya getirdiler. Kırmızı
inek yetiştirdikleri belli zamanda onu kesecekleri ve ondan
sonra yakacakları ve küllerini oraya saçacaklarını
bildirdiler. Bu olayı yapınca hemen Sinagogu tesis etmeye
başlayacaklar. Yanı sıra, yakın tarihte 1967’de Kral Hüseyin’den
Kudüs’ü teslim alan General Uzi İsrail radyosuna ve Ha arz
gazetesine şöyle açıkladı: 1967 senesinde Kudüs’e
girince İsrail ordusunun en büyük Hahamı Koriel Mescidi
Aksayı dinamitle bombalamayı ve hemen yerine Sinagog yapmaya
başlamayı önermişti. O zaman onun önermesini kabul etmediğini
açıkladı.
Geçen günlerde bazı Yahudiler domuz başını Kuran
sayfalarıyla sarıp Mescidi Aksanın içine atacaklarına dair
bir teşebbüste bulundular. Oysa daha önce buna benzer bir
olay yaptılar. Bir resim çizdiler içinde Kurana basan bir
domuz çizildi, domuz üzerine Muhammed yazdılar. Bu Yahudiler
o kadar Kurana ve Hz. Muhammed (s.a.v)’e kin kusuyorlar. Fakat
Türkiye sivil ve askeri yöneticileri Allah’ın gazabına
uğrayan Yahudilerle ilişkileri pekiştiriyorlar. İçerik
olarak bu yöneticiler İsrail siyasetini ve İslam’a düşmanlıklarını
onaylıyorlar. Nitekim bu yöneticiler İslam’ın görünüşlerinden
dahi rahatsızlıklarını gösteriyorlar ve İslam la
savaşıyorlar.
Yahudi asıllı Atatürk rejiminden başka ne beklenir? Zira
Atatürk Hilafeti yıktı, İslam’ı devletten ve siyasetten
uzaklaştırdı. İslam’ın bütün detaylarıyla savaştı.
Başörtüsü, çarşaf, sarık, sakal ve sair görünüşleri
yasakladı. Onbinlerce Müslüman’ı astı. Kuranı ve dilini
yasakladı. İslam’ı sadece vicdani ve ahlaki bir din haline
getirmek için mücadele etti. Bu dönme Yahudi olan Atatürk
öyle yapmışsa onun izinde gidenler aynı şeyi yapıyorlar ve
onun için İsrail’e her yardımı sunuyorlar.
|