İSLAMİ BİR PARTİNİN İÇİNDE
BULUNDURMASI GEREKEN BAZI HUSUSLAR
Her şeyi yoktan var eden, Ademoğlunu yeryüzüne
halife kılan, Ademoğulları arasında İslam ümmetine
liderlik ve kumandanlık görevini veren, Alemlerin Rabbi olan
Allah(cc)'a hamd olsun. Salat ve selam gönderdiği elçiye ve
onun risaletini kabul edip sorumluluk ve yükümlülüklerini
yerine getirmeye hazır olan ashaba olsun. Onlar ki, yeryüzünde
Allah'ın insanoğluna yüklediği görevi tereddütsüz kabul
etmişler ve hayatlarını bu misyona adamışlar. Mekke'de
Resul (S.A.V.)'in kitlesine katılıp, zalim ve müşrik olan güçlü
kabile başkanları ile amansız mücadeleye giriştiler. Ve
sarf ettikleri gayret ve gösterdikleri fedakarlık neticesinde,
Allah'u Tealanın istediği istikamette şeri ahkamı infaz
edecek gücü ve otoriteyi bulma yönünde insanlara bu
otoriteyi ulaştırma yönünde geri dönmez ve uzlaşmayı
kabul etmez adımlar attılar. Ve bu otoriteyi elde edebilecek
ve Allah'ın indirdiği ile hükmetme görevini yerine
getirebilecek muktedir bir kitlenin içinde bulundular.
İslam devletinin yıkılması ile Müslümanlar
önünde Resul (S.A.V.) ve sahabelerin Mekke'de yürüdükleri
yol yine açıldı. Aynı görevleri kabul edecek ve
sorumlulukları üstlenebilecek insanlar için, Ashabın elde
ettiği sevaba ve Allah indinde ulaştıkları makama
erişebilmek için, yeni ve herkese nasip olamayan fırsat
doğdu. Hilafeti ikame etmek için İslam'i bir kitle kurmak
farz oldu. Ve bizim için bu kitlenin kurulması, sonrada onunla
çalışılması, o farziyetin yerine getirilmesi ve
sorumluluktan kurtulunması için yeterli olmuyor. Nitekim
Hilafetin yıkılışından beri yüzlerce grup bunun için çalışmışlardır
ve kitlelerini geliştiremedikleri düşüncelerini ve
benimsedikleri içtihatları doğru tayin etmedikleri için
aralarında bağlarını kontrol edemedikleri ve sağlam
tutmadıkları için, bu görevi hakkı ile yerine
getirememişlerdir. Demek ki, kitle meydana getirmek ve onunla
çalışmak farziyetin yerine getirilmesi için yeterli değil.
Daha önemlisi bu kitlenin bu görevi gerçekleştirebilmesi için
muktedir bir kitle olmasıdır. Yani bu vacibi yerine
getirebilecek bütün vasıflara, sıfatlara, özelliklere,
önüne çıkabilecek bütün engellere, baskılara iç ve dış
buhranları tedavi edebilecek güç ve kapasiteye sahip
olabilmesi demektir. Eğer bunu yapabilecek güçte değilse
Allah'u Teala bu kitle için gerekli kıldığı şartları
yerine getiremezse vacibiyet üzerinden kalkmamış olur.
Bu kitle için geçerli olduğu gibi, kitle
ile çalışan fert için de geçerlidir. Fert bu vacibi yerine
getirebilecek güce sahip değilse, muktedir değilse, doğru
yolda olan bir kitle ile çalışsa bile bu çalışması
yetersiz ve eksik olur. Bu çeşitli nedenlerden olabilir.
Mesela; fikri yetersizlik, tembellik, korkaklık vs'den dolayı
farzı yerine getirmiş sayılmaz. Çünkü bir vacibi yerine
getirmek için gerekli olanlarda vaciptir şeri kaidesi devlet
ve kitle için geçerli olduğu gibi, fert içinde geçerlidir.
Şeri kaide geneldir. Bütün olayları içine alır.
Aralarında sahih bir rabıtanın bulunması
bu kitlenin fertleri için kaçınılmaz bir şarttır. Bir
araya geldikten sonra hedefi, metodu ve fikirlerini tayin
ettikten sonra devamlı ve sağlıklı, ayrılmadan ve ihtilafa
düşmeden yollarında yürüyebilmeleri için aralarında
sağlam ve dayanıklı bir bağ olması gerekir.
Bu gerçekleştirilmez ise gayesi doğru, düşüncesi
sınırlandırılmış, metodu da düşünceden doğan doğru
metod olsa bile fikirleri vakıaya uygun olsa bile ve
problemlere çare getirmeye hazır olsa bile çalışma eksik
olur ve yarı yolda başarısızlıkla sonuçlanır. Bu şartın
titizlikle, eksiksiz yerine getirilmesinden hem kitle sorumludur
hem de kitle ile çalışan fertler tek tek sorumludurlar.
Çünkü bu kitlenin bir iç meselesidir ve fertlerin bu şarta
riayet etmeleri, muktedir bir kitleden gücünü kaybeden bir
kitle ortaya çıkar. Salih ve sağlam bir bağ dediğimizde ilk
akla gelen fikir ve düşünce bağıdır. Bu doğrudur,
çünkü hem ferdin hem kitlenin kem devletin çekirdeği düşüncesidir.
Beynin vucüttaki görevini, düşünce parti ve devlette
görür. Bir araya gelmenin de ana sırrı, bu düşünce doğrultusunda
belirli bir yolda muayyen bir gayeye doğru yürümektir.
Fikir geldiğinde insan sırf içgüdüsel
davranışlar dünyasından uzaklaşır ve insanlar arasında
yerini alır. Kitle ile çalışan eleman, kitlenin benimsediği
hayat ve çeşitli olaylar ve durumlar hakkındaki mefhum ve düşünceleri
doğru bulup, benimsediğinde artık fikren ona bağlanmış
sayılır ve düşüncelerini ve kanaatlarını değiştirmedikçe
kitlenin bir parçası sayılır. Vakıaya uygun olan fikirlerin
mevcut olduğu kitlelerde bu bağ çok sağlam olur ve bu konuda
ihtilaf veya problem doğmaz. Yanlış düşüncelere bina
olunmuş her bir hareket ise dağılmaya mahkumdur. Er veya geç
o düşüncenin veya kuralın doğru olmadığı ortaya çıkacaktır
ve insanlar doğruyu başka yerde aramaya yönelecektir.
Sağlam ve sıhhatli fikirler üzerine
kurulmuş olan kitlenin yalnız bu düşünce bağı ile
sınırlı kalması doğru değildir. Fertler arasında mevcut
olması gereken ikinci tür bağ duygu, kalbi veya gönül bağıdır.
Bildiğimiz gibi insan programlanmış bir
robot gibi belirli talimatları kabul edip hareket eden mekanik
bir varlık değildir. Ara sıra tereddüt eder, beğenmez,
nefsine yediremez, kibirlenir, nefret duyar, sevinir, korkar ve
daha pek çok duygular insanoğlunu her an kapsayabilir. Bu
duygular düşünce gibi sonradan elde edilen şeyler değildir.
Bunlar insanoğlunun devamlı içinde mevcut olan hislerdir.
Ekseriyet bu duygular düşünceye bağlı olurlar, fakat aksi
durumlarda mevcuttur. Bir de uygulanan nizam ve sistem ile
insanın düşünceleri arasında bir ihtilaf varsa, zayıf
karakterli birisi duygularını çok kolay değiştirebilir.
Faizin kötü olduğu fikri kendisinde mevcut olduğu halde faiz
parasını elde ettiğinde sevindiği gibi durumlar.
Çoğu zaman duygu, meydana gelen olaylarda gösterilen
ilk tepkidir. Ani olduğundan dolayı, kontrol edilmesi de zor
olur. Neye sevinilecek veya kızılacak, ne hoş görülecek ve
neden nefret edilecek, çocukluk yıllarında anne, baba, okul
tarafından öğretilir. Ve bu duyguların sonradan doğru
değişmesi zor olur. Fikrin değişmesi bundan daha kolaydır.
Mesela 20 yaşına kadar M. Kemal sevgisi aşılanmış birine
onun hatalarını ve yaptığı ihanetleri anlatabilseniz bile,
yinede o vatanı kurtarmıştır diye bir saçmalık
duyarsınız. Ondan dolayı bir duyguyu değiştirebilmeniz için
kapsamlı geniş çaplı ve derin bir düşünce reformu
gerçekleştirmeniz gerekir.
Hilafetin kaldırılışından sonra onun en
yakın bir zamanda kurulması daha kolay olurdu, çünkü
İslami duygular herkeste mevcut idi. Gerekli olan ancak lazım
olan düşünce ve fikirleri vermekti. O nesil kaybolduktan
sonra arkadan yetişenlere laiklik ve Atatürk sevdası
yerleştirildi. Ve şu anda bu sevgi belirli bir kesimde devam
ediyor. Bunun için M Kemal "Ben T.C'.ini gençlere emanet
ediyorum" demiştir. Bunun anlamı yaşlılardan bir şey
beklemiyorum demektir.
Demek ki; düşüncenin değişmesiyle
otomatikman duygularda değişmeyebilir. Bazen eski hallerden
bir eser kalabiliyor. Bu sonradan değişen insan için çok
daha geçerlidir. İşte düşünceleri değiştirebilen kitle
bu duyguların değişip değişmediğini kontrol etmeli.
Aslında samimi ve dürüst bir insanın bu nefis muhasebesini gözetmesi
ve yapması kaçınılmazdır. Onun çalışması duygularını
düşünceleri istikametinde ortaya koyması kaidesini gerçekleştirmek
olması gerek.
Ne kadar duygular insanın iç alemi olsalar
bile yine onların yansımaları olur. Hatta bazen o duygu
kontrolsüz halde dışa çıkar. İşte onun doğru bir
şekilde düşünceye bağlı olarak ifade edilmesi için her
fert ve grup çalışması gerekir. Resulullah (S.A.V.) bu işi
şöyle yapıyordu:
İbni Hişam şöyle dedi:
Resul (S.A.V) işte o bahşişlerden verdiği
şeyleri ve Arap kabilelerine dağıttığında ve Ensara bir
şey vermediğinde, Ensardan işte bu grup içlerinde bir
burukluk hissettiler, hatta onlardan adi sözler çoğaldı,
öyle ki, onlardan bir sözcü şöyle dedi: Vallahi Resulullah
(S.A.V) kavmine kavuştu.
Bunun üzerine Resul (S.A.V) onlara geldi ve
Allah'a hamd etti ve ona layık olduğu şeyle sena etti. Sonra
şöyle dedi:
"Ey Ensar topluluğu sizden bana varan
dedikodu nedir? Bir his ki, onu bana karşı içinizde duymaktasınız.
Sizler dalalettekiler olduğunuz halde ben size gelmedim mi? Böylece
Allah sizi hidayete erdirmedi mi? Sizler fakirdiniz Allah sizi
zengin etmedi mi? Sizler birbirinize karşı düşmandınız da
Allah sizin kalplerinizi birleştirmedi mi?…
Ey Ensar topluluğu dünyadan yeşil bir
bakla (dünya güzellik ve nimetleri) hakkında hislere
kapıldınız ki, onunla Müslüman olsunlar diye bir kavmi
ısındırdım, ülfet ettirdim. Sizi ise İslam'ınıza
ısmarladım. Ey Ensar topluluğu insanların davarlarla ve
develerle gitmesine karşılık sizin Resulullah ile
yolculuğunuza dönmenize razı olmaz mısınız? Muhammedin
nefsi elinde olan zata yemin ederim ki, şayet hicret olmasaydı
elbette Ensardan bir kişi olurdum ve şayet bütün insanlar
bir yola sülük etseler ve Ensar'da ayrı bir yola sülük
etseler elbette ki, Ensarın yoluna sülük ederdim. Ey Allah'ım
Ensara ve Ensarın çocuklarına ve Ensarın çocuklarının
çocuklarına rahmet et."
Bunun üzerine Ensar ağladı, öyle ki,
sakalları ıslandı. Dediler ki, "payımız ve
kısmetimiz olarak Resulullah'a razıyız." (İbni Hişam)
Doğru duygusal tepki düşünceye bağlı
olandır. Kitle ile çalışan birinin de duygusal tepkisi o
kabul ettiği kitlenin fikirlerine bağlı olan duygulardır.
Kendi başına bırakılmış benzeri olaylarda çeşitli
tepkiler doğru değildirler. Kitlenin bir ferdi bir olaya
seviniyorsa bu diğerinde nefret uyandırmamalıdır. Bir vakıa
birisi tarafından hoş görülüp gönlü huzur buluyorsa, diğeri
tarafından zem edilemez.
Bu tek duygusal tepkililik gerçekleşmedikçe
sahih rabıta mevcut değildir.
Duygular zorla değil de kendiliğinden düşünceye
boyun eğmedikçe bu bağların her an kopması mümkündür.
"Siz içinizdekileri değiştirmedikçe
Allah sizin halinizi değiştirmez." (Ra'd:11)
mealindeki ayeti kerimenin muhtevası düşüncelerin ve
mefhumların değişmesiyle beraber duyguların değişmesini de
kapsar.
Resul (S.A.V.) kitlesinin sağlamlığı
doğru fikirler ve aralarındaki sevgi üzerine bina olunmuştur.
Allah için sevmek ve Allah için nefret etmek onların baş
kaidelerinden biri idi. Zaten kardeşlik ilkesinin de anlamı
budur. Zorla güzellik olmaz sözü de bunu anlatmak ister
Sevgi duygusu bazı eylemlerden veya bazı
şeylerden doğan tepkidir. Bu duyguyu meydana getirmek için
bazı eylemlerde bulunulması gerekir. Birisine karşı iyi
davranmayan ve sevgi doğuracak davranışlarda bulunmayan
insan, sevgi beklemesi anlamsızdır. Ve ben bu adamı seviyorum
demesi de boş bir sözdür. Ben bu zatı seviyorum çünkü o
Müslüman'dır demesi de eğer davranışları sevgiye yönelik
değilseler, hiç bir şey ifade etmez.
Sevginin meydana getirilmesi için Allah'u
Teala Müslümanları bazı amellere mecbur kılmıştır.
Zekat, yardımlaşma vs. ve karşılığında sayısız nimetler
vadetmiştir.
İslâm tarihi fedakârlık ve hasenat ile
doludur. İnanç bağını, kan bağından daha önemli yere
koyan bu düşüncenin başarısızlığı düşünülemez.
Ancak düşünce ile duygu birleştiği zaman bu başarı
beklenebilir ve kitle gayesini gerçekleştirmek için muktedir
bir kitle olur. Bu konudaki hastalığa dikkat etmemek pek
yakın zamanda iltihap meydana getirir ve bazı parçaları
kesmek zaruri olur. Bu da vakit kaybı, gayret kaybı pahasına
olur. Ve genel işlerde aksamalar olur. Bundan dolayı uyanık
ve samimi kişiler bu hastalıklara dikkat edip, tedavi etme
yolunu aramaları gerekir. Her ferde düşen görevde kendini
daima ve samimi kontrol etmesidir. Herkes fedakârlık ve sevgi
eylemleri gösterip, diğerlerini de teşvik edecek. Salih ve
muhlis olacak. Kin ve nefreti kardeşleri için değil düşmanları
için saklayacak.
Kalbi katı değil, yumuşak olmalı. Ancak böyle
münasebetlerinde sağlam ve devamlı bağlar kurabilir ve kitle
içinde sahih bağı muhafaza etmiş olur. Aksi halde yalnız
kendisinin değil kitlenin zarar görmesinden de Allah indinde
sorumlu olur.
Allah'u tealâ Resul (S.A.V.)'e şöyle
davranış yolu gösterdi:
"Allah'ın rahmetinden dolayı, ey
Muhammed, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve
katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır
giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında
onlara danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu
Allah güvenenleri sever. (Al-i İmran: 159)
Bu ayeti müfessir şöyle tefsir eder:
"Seni onlara karşı ve onları da sana karşı yumuşak
davrandıran Allah'ın rahmetidir. Seni onlara karşı yumuşak
ve merhametli yarattı. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydı,
onun etrafında gönüller birleşmez, duygular toplanmazdı.
İnsanlar merhametli bağıra, müsahamakâr tebessüme, onları
ihata eden şefkata, cehaletleri, zaaf ve noksanlıklarıyla
sıkmayan hilme muhtaçtırlar. Onlara veren, fakat
kendilerinden bir şey beklemeyen, onların üzüntülerine
katlanıp, kendilerini üzmeyen, yanında daima ihtimam, riayet,
sevgi ve şefkat, müsamaha ve rıza buldukları bir kalbe muhtaçtırlar.
Resulullah'ın eline ne geçtiyse şefkatli bir müsamaha ile
onlara verdi. İyiliği, şefkati ve sevgisiyle onları
çepeçevre sardı. Bir kere olsun kızmadı onlara. İşte
Resulullah (S.A.V.) böyle bir kalbe sahipti.”
|