20 Mart tarihinde Genel Kurmay Başkanı Org.
İ. Hakkı Karadayı başkanlığında toplanan Kuvvet
Komutanları hükümete yönelik olarak muhtıra niteliğinde
bir bildiri yayınladı. Bildiri son günlerde askerlere
yönelik sert eleştirilerde bulunan Mesut Yılmazı
hedefliyordu. Oysa uzun süreden beri askerlere yönelik olarak
Yılmaz’dan çok daha sert eleştirilerde bulunan Tansu
Çiller’e ve 10 Mart tarihli grup konuşmasında ara rejim
tartışmasını gündeme getiren Baykal’ın, yapılan açıklamalarda
payları yoktu. Belki de gelinim sana söylüyorum kızım sen
anla türünden bir yaklaşım sergileniyordu. Ama ne olursa
olsun ilginç bir durum var ortada. Üstelik Çiller, askerlerin
bildirisinden sonraki günlerde yaptığı bir konuşmada şöyle
diyordu: “Türkiye, onuru zedelenmiş generaller tarafından yönetilemez.”
20 Mart tarihli askerlerin ortaya koyduğu bildirinin bir
başka boyutu ise şudur: Bildiri ile ilgili değerlendirme
yapan 21 Mart tarihli Sabah gazetesi şu notu düşüyor: “Bu
bildiri uzun zamandan beri Yılmaz’ın yakın çevresinden
kaynaklanan Karadayı ile Kıvrıkoğlu arasında görüş
ayrılığının var olduğu yönündeki haberlere yönelik bir
cevap niteliği taşımaktadır.” Yani Sabah gazetesinin
değerlendirmesine göre bu bildiri ile Kuvvet Komutanları
arasındaki herhangi bir görüş ayrılığının
bulunmadığını teyit etmiş oluyorlar. Aynı konu ile ilgili
olarak dillerde dolaşan haberlere göre Karadayı ile
Kıvrıkoğlu arasındaki görüş ayrılığından dolayı çıkan
tartışmada Kıvrıkoğlu silahını çıkararak masanın
üzerine koyuyor.
Doğruluğu konusunda kesin bir bilgiye sahip olmadığımız
bu haberleri doğru değerlendirmekte fayda vardır. Çünkü bu
türden haberler gerçekten doğru olmasa bile çok önemlidir.
Kıvrıkoğlu’nun masanın üzerine silahını koyarak meydan
okuduğu yönündeki bu haberle, orduda Alevi-Sünni çatışması
olduğunu vurgulayan haberlerin aynı kaynaktan çıktığı ve
aynı amaca yönelik olduğu kanaatindeyim. Yani her iki haberin
arkasında da Amerikan kaynaklı bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
Bunun nedeni ise şudur: ABD, Cumhuriyet dönemi boyunca
Türkiye üzerinde etkili bir süper devlet olmaya ne kadar
çaba harcadıysa da bunda başarılı olamadı. Özellikle
Turgut Özal’ın başkanlığı ve cumhurbaşkanlığı döneminde
bu konuda çok önemli aşama katetti ise de bu yeterli olmadı.
Zira önündeki en önemli engel siyasilerden çok askerlerdi.
Askerler her ne kadar bazı konularda ABD ile uyumlu hareket
etseler de, gelişmeler, bütünlüğü içerisinde ele alındığında
aynı şeyi söylemek mümkün olmamaktadır. Çünkü askerler
birçok konuda ABD ile çatışma halindedirler.
ABD, ordudaki bu karşıtlığı pekiştirebilmek için son yıllarda
ordu içerisindeki Alevi-Sünni ayrımını körüklemeye başladı.
Bunun için çeşitli medyayı, siyasileri, tüccarları,
özellikle de müslüman kesimi kullandı. Başlangıçta böyle
bir ayırım söz konusu olmasa veya çok önemli bir etken
olmasa da yapılan telkinler neticesinde bu propaganda etkili
olmaya başladı. Çeşitli vesilelerle ordu içerisindeki Alevi
subaylardan bir grubun aralarında yaptıkları konuşmaların
bant çözümlerini içeren bir yazı elden ele dolaşmaya
başladı. Ve bu yöndeki söylentiler sürekli devam edip durdu.
Yılmaz’ın, Tiflis yolunda söylediği “İrtica ile mücadeleyi
iktidar mücadelesine alet etmek isteyenler var” sözü ise
belki de bu konudaki bardağı taşıran son damla oldu.
Dolayısıyla Karadayı ile Kıvrıkoğlu arasındaki görüş
farklılığı olduğu yönündeki söylentilerin de aynı
kapsamda değerlendirilmesi gerekir.
Yukarıda da değindiğim gibi söylentilerin doğruluğundan
daha önemlisi bunların kaynağı ve hedefidir. Bu yaklaşımla
iki şey hedeflenmektedir:
a-Siyasilerin tam tersine, bütünlük görüntüsünü
sürekli olarak korumaya çok özen gösteren ordu içerisinde
de bir takım görüş ayrılıklarının olduğunu/olabileceğini
gündeme getirmek. Böylece ordu içerisinde farklı
yaklaşımlara sahip olmayan subaylarda bile bu türden düşüncelerin
yerleşmesine ve ordu içerisinde kamplaşmaların oluşmasına
zemin hazırlamak. Bu hedef gerçekleştiği zaman ise laikler,
kemalistler ya da Amerikan karşıtları her zaman için bir
bütünlük görüntüsü sergileyemeyecekler. İstedikleri her
kararı rahatlıkla alamayacaklar ve uygulayamayacaklar ve
uygulamaya koyamayacaklardır. Belki de son günlerde ayyuka çıkmış
olan “irtica ile mücadele” tamtamlarını ve Yüksek Askeri
Şura toplantıları sonucunda ordudan atılan subaylar
operasyonunu da aynı çerçeve içerisinde değerlendirmek daha
doğrudur.
b-Ordu içerisinde ABD yanlısı subayların sayısını
artırmak. ABD politikalarının ve bazı konulara
yaklaşımlarının subaylar tarafından sıcak
karşılanmasını sağlamak. Böylelikle orduyu ABD güdümlü
bir ordu haline getirmek. Evet, bu gelişmelerin arka planı
kanaatimce bundan ibarettir. Ancak yeri gelmişken burada bir
başka noktaya daha parmak basmak istiyorum. Önce anlatacağım
konu ile ilgili olarak bir fıkrayı aktarayım.
Köyün birinde “eşşek” namlı adamın birisi varmış.
Tüm köylü adama seslenirken “eşşek” hitabıyla
seslenirmiş. Adam alıştığından olsa gerek bu işe pek
aldırmasa da karısı buna pek fazla içerler ve bu nedenle de
kocasına sık sık çıkışır ve şöyle dermiş: Git köylü
ile konuş, seni “eşşek” şeklinde çağırmalarını
engelle ve ismini değiştir. Karısının ısrarları üzerine
adam günün birisinde köylüyle konuşur ve kendisini “eşşek”
ismiyle çağırmamalarını, ardından da ismini “sıpa”
olarak değiştirdiğini söylemiş. Köylü de adamın bu
isteğini kabul ederek “sıpa” diye çağırmaya
başlamışlar. Adam daha sonra sevinçle eve gelerek karısına:
Müjde, müjde, ismimi değiştirdim, köylü de kabul etti,
demiş. Karısı, ismini ne ile değiştirdin, diye sorduğunda
adam; “sıpa” diyerek cevap vermiş. Bunun üzerine kadın:
Bu gidişle sen büyüyünce yine “eşşek” olursun,
cevabını vermiş.
Belki okuyanlar fıkra ile konunun ne bağlantısı var diye
düşünebilir. Fıkra ile konu arasındaki bağlantı şudur:
Uluslararası politika sahnesinde devletler, ideolojik,
siyasi, ekonomik ve askeri güçlerine göre yer alırlar. Güçleri
oranında bir takım devletler, uluslararası arenada söz
sahibi olur ve günümüzde olduğu gibi “süper devlet”
olarak isimlendirilirler. Diğer devletler ise güçleri oranında
süper devletin çekim alanında ya da farklı bir noktada
bulunmaya çalışırlar. Özellikle günümüzün “az gelişmiş
ülkeler” veya “gelişmekte olan ülkeler” diye
isimlendirilen ülkeleri ise genelde tam anlamı ile süper
devletin çekim alanında yer alırlar. Dış politikalarında süper
devletin politikasına göre hareket
ederler. Alternatif bir politika oluşturamazlar.
Batılı ülkelerin müslüman ülkeler üzerinde
sergiledikleri oyunlar sonucunda ne yazık ki bu ülke
yöneticilerinin ve güç sahiplerinin hemen hemen tamamı yüzlerini
Avrupa’ya çevirmiş durumdadırlar. Avrupa’ya dönük olan
bu yüzleri ise ya tamamen İngiltere’ye bakmaktadır (çünkü
İkinci Dünya Savaşına kadar uluslararası arenadaki süper
ülke İngiltere idi) ya da tamamen ABD’ye bakmaktadırlar.
Ama her ne olursa olsun bunların tamamen, batı ideolojisini
benimsemiş, her yönü ile batıyı taklit eden yöneticilerdir.
Bu nedenle yüzlerini Avrupa’ya veya ABD’ye çevirmeleri
bunların gerçek konumlarını değiştirmeyecektir.
Bunun için burada askerlerin şu hususun açıkça
bilincinde olmaları kaçınılmazdır. Özellikle dış
politikaya yönelik görüş ve düşüncelerinin ABD veya
Avrupa düşünceleri ile paralel olması hiç bir surette onları
onurlu hale getirmeyecektir. Zira her iki durumda da bir
başkasının çizdiği çizgiyi takip söz konusudur. Her iki
halde de baş değil, kuyruk olma durumu vardır. Beyinlerini ve
kalplerini, İslâm’la ve müslümanlarla savaşmak fikriyle
dolduracaklarına, inatkarlıklarını bırakıp yüzlerini İslâm’a
çevirseler, kendilerini çok daha onurlu bir geleceğin
beklediğini göreceklerdir. Bu güne kadar ABD, Avrupa ayrımı
yapmadan Batıyı taklit etmek asla onlara izzet
kazandırmamıştır. Kendilerini İslâm ve müslümanlarla
savaşa adadıkça içerisinden çıktıkları toplum nezdindeki
değerleri gün geçtikçe azalmaktadır. Üstelik uğrunda mücadele
verdikleri fikir kendi öz fikirleri de değildir. Annelerinin,
babalarının, dedelerinin müslüman olduklarını, İslâm
için savaş meydanlarında şehit düştüklerini ne kadar da
çabuk unuttular. Kime karşı savaş açtıklarını göremeyecek
kadar gözleri ne kadar fazla köreldi. Yüzlerini İslâm’a
döndürmedikleri sürece bir başka tuzağa düşmeleri ve büyüdükleri
zaman eski konuma gelmeleri kaçınılmazdır. Akıl sahipleri
neredesiniz?
|