HABER YORUM

   TAVİZ GÖSTEREN ALÇALTILIR

4 Nisan 1998’de İranlı bir gurup güreşçi çeşitli müsabakalara katılmak için Amerika’ya gittiler. Amerika onlara suçlu gibi muamele yapıp parmak izlerini aldılar. Oklahama City’de ki Göçmen Polis Şefi bu muameleyi yaparken İranlı sporcular alçaltıldıklarını hissettiler. Halbuki bu olaydan iki ay evvel Amerikan güreş takımı İran’a gediğinde İran Devleti Amerikan milli marşını çaldırmıştı. İranlılar da onları alkışlamıştı. Hatta, İran’da bazı müslümanlar böyle bir muameleyi eleştirdiler. Fakat, Amerikalılar onlara aynı muameleyi yapmadılar, tersine yukarıda bahsettiğimiz gibi onları alçalttılar. Amerika’nın amacı İranlıları alçaltıp kendilerine yalvartmaktır. Bu arada Cumhurbaşkanı Hatemi, 1979’daki rehineler krizi konusuyla ilgili olarak Amerika’dan özür diledi. Amerikan halkının azametli bir halk olduğunu belirtip medeniyetlerini övdü. Bu övgüleri yağdırırken maksadının Amerikan yönetiminin olduğunu gösterdi. Çünkü dediği gibi İran’ın Amerikan halkıyla bir sorunu yoktu.

İşte buradan da gördüğümüz gibi müslümanlar taviz gösterdikçe alçaltılırlar ve horlanırlar. Türkiye, Filistin ve diğer yerlerde olduğu gibi.

AMERİKA SÖMÜRGECİLİK USLÜBUNU DEĞİŞTİRİYOR

Amerikan Başkanı Clinton geçen Mart ayının sonlarına doğru birkaç Afrika ülkesini ziyaret etti. Onlara yardım yerine yatırım önerdi. Bunun manası, yöneticileri yardımlar yoluyla kazanmak yerine Amerikan şirketleri yoluyla yatırım yaparak bütün memleketin servetlerini çalmak istiyorlar. Kısacası, Amerika oraları şirketleri yoluyla kazanmak ve orada yerleşmek istiyor. Çünkü, yöneticiler daimi değil kolayca devrilebilirler, rejimleri sabit değildir. Ayrıca, oradaki Fransız ve İngiliz şirketleri hem oradaki servetleri çalıyor, hem de yöneticileri yönlendiriyor. Yöneticiler üstünde belli bir güçleri vardır. Eski Zaire’de İngiliz şirketlerinin rolü ve Kongo Brazafil’de Fransız Elf şirketinin rolü açıkça görüldü. Bu sebeple, Amerika ajanlarıyla yetinmeyip ekonomik orduları olan şirketleri yoluyla orayı sömürmeye yönelmektedir. Oradaki yönetimleri yermeyip “demokrasiye doğru yürüyen devletler” olarak niteledi ve övdü. Çünkü oradaki rejimler diktatörlükten bir şey anlayamaz. Amerika kendi sloganını bu şekilde yumuşattı. Bunların demokrasiye doğru yürüdüğünü belirtti. Çünkü amaç demokrasi değil sömürmektir. Zira, o memleketler bütün servetlerin deposu gibidir. Öte yandan, Amerika “Afrika Barış Gücü”nü onlara kurdurdu. Senegal ve Uganda gibi memleketler bu plana katıldılar. Clinton bu güçlerin kamplarını ziyaret etti. Çünkü, Amerika da buna ortaktır. İstediği zaman diğer memleketlere müdahaleye sevk edecektir. Artık, BM’lerin gücü adıyla Amerikan gücünü göndermeye gerek kalmayacak. Çünkü, her zaman BM’ler adıyla güç gönderemiyor veya İngilizler ve Fransızlar bir bahane ve ad altında katılmak isteyebilirler. Oysa Amerika tek başına sömürüp İngilizleri ve Fransızları oradan kovmak istemektedir. Yalnız tek başına pastayı yemek istiyor. Afrika halklarına ya bazı kemikleri atarlar ya da sofranın kırıntılarını onlara bırakırlar. Nitekim, o halklar açlıktan ölüyorlar. Avrupalı şirketleri kemik dahi bırakmıyorlar. Bu kemiği sadece yöneticilere ve çevrelerine verirler.

AFGANİSTAN HAKKINDA AMERİKAN SİYASETİ

Güney Asya için ABD Dışişleri Bakanı yardımcısı Carl Andeforth şöyle açıklamalarda bulundu: “Pakistan başbakanı Nevaz Şerif’in prof. Burhanettin Rabbani’nin İslamabad’ı ziyaret etmesi için yapmış olduğu davete çok önem veriyoruz. Zira, -kuzey ittifak- ve –Taliban- arasında bu tür görüşmeler yapılmasından söz ediliyor”

Bu ABD’li yetkili, son zamanlarda Pakistan dışişleri bakanının Suudi Arabistan’ı ziyaret ettiğine dikkat çekerek şöyle dedi: “Suudi Arabistan 6+2 gurubundan olmadığı halde orada oynayacağı rolü vardır” (6+2 gurubu şunlardır: Pakistan, İran, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan ve Çin + Amerika ve Rusya). İlk altı devlet Afganistan’la sınırları vardır. Afganistan fayda ve zarar açısından kendilerini ilgilendirir.

Bu ABD’li yetkili şöyle ekledi: “Suudi Arabistan’ı ziyaret ettim ve sorumlu Suudlularla görüştüm. Orada olumlu rol oynamak istediklerine inanıyorum. Tabii olarak onlar Taliban’ı tanıyorlar. Bu nedenle, orada bir tür etkiye sahiptirler”

Şunları da ekledi: “İranlılar için başrol vardır. Onlar komşu oldukları için büyük ihtimam göstermektedirler. Çoktan beri oraya katılıyorlar.” Bu Amerikalı yetkili daha sonra şöyle söyledi: “Bu çatışmalara son vermek için İran’ın olumlu ve yapıcı rol oynayacağını umuyoruz.” “ABD orada istikrarlı ve uzun vadeli taraflar arasında bir uzlaşmanın gerçekleşmesini temenni ediyor. İstenen şey bütün taraflar ve cemaatlardan, Taliban’dan ve diğer etnik guruplardan azınlıkların haklarını köklü bir şekilde tanımak ve kabul etmektir.”

Ayrıca bu ABD’li yetkili eski kral Zahir Şah dahil olmak üzere dışarıda bulunan Afganlıların role sahip olabileceklerini söyledi. Şöyle de ilave etti: “Afganistan’ı birleştirmek, içeriden ve dışarıdan bütün hayırlı niyetlere sahip ılımlı Afganlıları çekmeyi icap ettirir. İnsanlar, Kral Zahir Şah hakkında soruyorlar. O (eski Kral) da belli bir geçici düzenlemelerde rol oynayabilir.”

Burada anlaşılıyor ki, Afganistan meselesinde hayli taraftarlar vardır. Altı komşu var, ek olarak Suudi Arabistan. Bunlardan önce Amerika ve Rusya vardır. Bu nedenle, Afganistan istikrar bulamıyor. Herkes kaşığını oraya uzatmış ve karıştırıyor. Hatta yerel taraftarlar etkiliyor. Afganlı taraflar ise her biri bir dış destek ve yardımla diğeriyle çatışıyor. Her iç taraf kendi varlığını ve egemenliğini korumaya çalışıyor. Bu sebeple müslümanlar birbirlerini öldürüyor ve eziyor. Nitekim, bütün iç taraflar müslümandır ve yabancı güçlerin hesabına egemen ve baş olmak uğrunda birbirlerini öldürüyorlar. Oysa Allah’u Tealâ’nın belirttiği gibi müminin mümini öldürmesinin cezası cehennemdir. Resulullah (s.a.v.)’in dediği gibi “müminin kanının hürmeti Kabe’nin hürmetinden daha büyüktür.” Milliyetçilik, mezhepçilik ve diğer taassuplar kendilerine bu ahkâmı unutturdu. Allah onların dinlerine bağlanmalarını sağlasın Amerika’nın ve diğer devletlerin entrikalarından korusun.

TÜRKİYE’DE İKİ SİYASÎ KUTUP VARDIR

Hürriyet Gazetesinin 12.04.1998 tarihli sayısında verilen habere göre George Washington Üniversitesindeki bir konferansta (Dönüm noktasındaki Türkiye) konuşan Türkiye Uzmanı Michael Hackook “Türkiye’de ordu ve kapatılan RP olmak üzere iki siyasi güç vardır. Bunun sebebi de merkezdeki partilerin zaaflarıdır. Bu durumu gören askeri çevreler merkezdeki partilerin zaafların örtmek ve İslamcı güçlere geçit vermemek için eskiden olduğu gibi askeri müdahale yapmak yerine siyasette aktif rol alarak bu durumu önlemeye yani İslam'ın hayat nizamı olmasını engellemek istemektedirler. Bu durumun da Türkiye’deki demokratik hayata zarar verdiğini belirtiyor”

TÜRKİYE’DE BORSA (SERMAYE)YABANCILARIN ELİNE GEÇİYOR

Yeni Yüzyıl gazetesinin 15 Mayıs 1998 tarihli sayısında Türkiye’de sermayenin yabancıların eline geçmekte olduğuna işaret edilmektedir. Ki bu oldukça tehlikelidir. Zira sermaye de bir silahtır ve o yabancıların eline geçtiği takdirde onu onlar istedikleri gibi ve istedikleri zamanda kullanmaları muhakkaktır.

Yazıda bu konuda rakamlar da verilmektedir. Bunlar kısaca şöyledir.

Geçen ay içerisinde yabancıların eline geçen sermayenin miktarı 182 milyon dolardır. Nisan ayı sonu itibarı ile de yabancıların elinde bulunan sermayenin miktarı 6,8 milyar dolar olmuştur. Devlete ait olan İş Bankasının özelleştirilmesi ile 360 milyon dolar daha yabancıların eline geçmiş oldu. Bu miktar ile birlikte yabancıların elindeki sermaye 7,2 milyar dolar seviyesine çıkmış oldu. Bu sermaye aktarımı da borsa yoluyla olmaktadır. İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında dolaşımda bulunan hisse senetlerinin (yani sermayenin) % 55’i yabancıların elinde bulunuyor

Kısa bir müddet önce Doğu Asya’da bir borsa krizi yaşandığı herkesin malümüdur. Bu kriz bildiğimiz gibi yabancı sermayenin orada söz sahibi olmasından dolayı ortaya çıkmıştır. Yabancı borsa şirketleri bir ülkeyi batırmak ve ekonomik krize sokmak istedikleri ve bu yolla ona bir konuyu kabul ettirerek siyasî bir sonuç elde etmek istedikleri zaman bu yolu her zaman kullandılar ve kullanırlar.

Müslümanlar bu konuda da her konuda olduğu gibi uyanık olmak zorundadırlar. Kendilerini yöneten bu zalim yöneticilerin hallerini iyi tetkik ederek onların kimlerin adamları ve kimler adına çalışan insanlar olduklarını iyi anlasınlar. Onlar ki, bu milletin parasını, malını, mülkünü onların elinden çeşitli yollarla alıp onları yabancılara yani kâfirlere peşkeş çekenlerdir. Müslümanlar onların her zulmünü olduğu gibi bu zulümlerini de görsünler ve onları bu müslüman milletin başından atarak kendileri gibi inananları ve İslâm’ın emri olan Raşidî Hilâfet Devleti’ni kurmak konusunda çalışmalarda bulunsunlar ve Allah’ın onlara yüklediği kulluk görevini yerine getirsinler. Aksi halde hem bu dünyada hem ahirette zelil olanlardan olurlar. Bunun yanında ekonomik yönden de her zaman zarara uğrayanlardan olurlar

TÜRKİYE KİME KARŞI BİR ÖN CEPHE OLUYOR?

30.04. 1998 tarihinde İstanbul Çırağan Sarayında sona eren “Yeni Atlantik Girişimi” adı altında bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantının kapanış oturumunda Türkiye Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir bir konuşma yaparak şöyle demiştir: “Türkiye artık kanat ülke olmaktan çıkarak ön cephe ülkesi haline geldi. İstikrarsız Türkiye istikrarsız Avrasya anlamına gelir. Bu belki de soğuk savaş günlerine geri dönmeye yönelik bir adım olur. Türkiye Batının tüm ahlakî değerleriyle donanmış Batılı bir ülkedir.”

Türkiye komünizm ve Sovyetler Birliği döneminde ön cephe olmamışsa şimdi Batıyı doğuda kim tehdit ediyor ki Batının ön cephesi olsun?! Yoksa Batılıların dedikleri gibi konuşup İslâmı mı kastediyor? Çünkü bu şahıs İslâmı kendisine düşman kabul edip müslümanlara karşı savaşmaktadır. Zira, Türkiye’yi Batının tüm ahlakî değerleriyle donanmış bir “Batılı Ülke” olarak saymaktadır. Bu onun bir kuruntusudur ki o Türkiye’deki müslüman halka zorla Batının ahlakını ve değerlerini kabul ettirmeye çalışıyor. Bu sebeple,kadınların açılmasına ve Batının ahlakı olan pis bir ahlakî yapıya uymaya zorluyorlar. Başörtüsü ve şerî kıyafetleri yasaklamaktadırlar. Batılıların değer ölçüleri menfaatçılık veya çıkarcılıktır. İslam'ın ölçüsü ise helal ve haramı tamamen kaldırmak ve izini silmek için mücadele ediyor. Çünkü, bu ölçünün izleri hâlâ mevcuttur. Bu sebeple, 1924’ten beri atasından başlayarak 75 senedir kendisi ve o Batılı atasının torunları İslâmla ve değerleriyle savaşıyorlar. Bu batılılaştırma olayı zorla ve büyük zulüm işleyerek uygulatmaya çalışıldığından dolayı halk kabul etmeyecektir ve direnecektir.

Ayrıca, Türkiye’de müslüman halk gün gittikçe uyanıyor ve İslâm'a bağlanıyor. Ama Çevik Bir gibi milletinden yabancı, milletine düşman olan Batı ahlâkını ve değerlerini benimseyen bir avuç general ve siviller kahırlarından ölecekler. Çünkü, islam'a karşı mağlup olacaklar.

“İnsanları Allah’ın yolundan saptırmak için paralarını harcayanlar var ya, onlar bunları harcayacaklar, sonra bu paralar kendileri için hasret ve pişmanlık kaynağı olacaktır. Ondan sonra yenilecekler.” (Enfal: 36)

İRAN’DA İSLAM’DAN GELMİŞ OLAN İZLER YOK EDİLİYOR

İran’ın başkenti olan Tahran caddelerine heykelleri dikmeye başladılar. Daha önce, heykel dikmek yasaktı. Çünkü şeriatımıza göre haramdır. Fakat şimdi orada neler oluyor ki öyle bir müsaade çıkmış olsun. Galiba islam'ın getirmiş olduğu bazı şeyleri şimdi siliyorlar. Bakıyoruz ki kadınların saçlarının ön kısımları tamamen açıktır. Oysa, daha önce bu yasaktı. Çünkü böylesi bir örtünme haramdır. İran Cumhurbaşkanı bir kaç ay evvel Amerikan medeniyetini övmüştü. Anlaşılan bu reis yalnız dış siyaset, ekonomi ve yönetim hususlarında değil her konuda hâlâ Amerika’ya ayak uyduruyor. Oradaki müslümanlar buna direnmeli ve her konuyu kapsayacak İslâm sistemini (rejimini) tesis etmelidirler.

KIBRIS’TAN KOSOVA’YA

ABD Başkanının Kıbrıs için özel temsilcisi R. Holbrook Mayıs’ın ilk günlerinde Kıbrıs’a giderek Türk ve Rum liderleriyle mekik diplomasisi görüşmeleri yapmıştır. “İki kesimli ve iki toplumlu federasyon” adlı bir çözüm (bir sorun) ortaya atıyor. Bir kaç gün sonra “Kıbrıs meselesi çok komplekstir” diye ilan ediyor ve çoğu Rumların işgali altında bulunan müslüman Kıbrıs adasını terk ediyor. Bir daha dönüp dönmeyeceğini de söylemiyor. Onun maksadı, sorunu daha da karıştırıp Kıbrıs’ın Avrupaya gitmesini engellemektir. Çünkü Amerika Kıbrıs’ın tamamının Avrupa’nın eline düşmesini istemesi mümkün değildir. Zira kendisi orayı İngilizlerin elinden alabilmek için 1954’ten beri uğraşmaktadır. Orada şimdiye kadar olan bütün olaylar Amerika-İngiltere çatışmasının bir sonucudur.

Halbuki Kıbrıs ne İngiltere’nin ne de amerikanın ne de Rumların ve Yunanlılarındır. Kıbrıs’ın tamamı müslümanların mülküdür. Tümüyle müslümanların toprağı ve vatanıdır. Kıbrıs toprakları derhal müslümanlara iade edilmelidir.

Öte yandan özel temsilci Kosova için de özel temsilci olup 10 Mayısta oraya uçtu ve oradaki liderlerle bir dizi toplantılar yaptı. Bu toplantıların sonucunda iki toplum arasındaki uçurumun çok derin olduğunu bildirdi. Çünkü ABD’nin maksadı Kosova’yı Yugoslavya’dan koparmak ve Avrupanın merkezinde bir nüfuz bölgesi oluşturmaktır. Bu nedenle Bosna-Hersek, Hırvatistan, Slovenya, Makedonya’nın Yugoslavya’dan bağımsızlıklarını sağlayabildi ve oralarda nüfuzunu yerleştirdi diyebiliriz. Şimdi sıra Kosova’dır. Fakat Kosova müslüman bir memlekettir ve bağımsızlık değil Arnavutluk ile birleşmelidir.

İSLAMI ZORLA DEMOKRASİYE UYDURMA ÇABALARI

Yahudi asıllı Amerikan vatandaşı olan prof. Bernard Lewis Türkiye Cumhuriyeti nezdinde ünlü birisidir. Ona Atatürk ödülü vermiştir. Çünkü kendisi soyundan olan Atatürk’ü çok övmektedir. Zira Atatürk İslâm Hilâfet devletini ilga etti, İslâmı devletten ve hayattan uzaklaştırdı ve batının bütün küfür ilke. Anayasa ve kanunlarını ithal etti. Bu prof. Bir Türk gazetesine şunları söyledi:

“Bazı kişiler İslâmı despotizmle tanımlamak isterler. Bu doğru değildir. İslâm’daki egemenlik kavramı sözleşme ve rızaya dayalıdır. İslâm hukuku imamın seçimle gelmesini gerektiğini söyler ve İslâm’da yöneticilerle yönetilenler arasında bir sözleşme vardır. Sözleşme ve rızaya dayalı yönetim tek başına demokrasi demek değildir, ama bu ilkeler üzerine demokrasi kurulabilir.”

Evet, İslâm’daki yönetim sistemi yöneticiler ile yönetilenler arasında seçme ve rızaya dayalıdır fakat buna biat denilir. Bu sözleşme Kuran ve Sünnetin hakimiyeti üzerine yapılır. Demokraside ise sözleşme halkın egemenliği üzerine yapılır. Temel fark budur. Bu prof. İslâm yönetiminin gerçeğini ne kadar biliyorsa o kadar da zihinleri karıştırmaya çalışıyor.

Aynı zamanda, “sözleşme ve rızaya dayalı yönetim tek başına demokrasi değildir” diyor. Çünkü, demokraside milletin hakimiyeti veya egemenliği üzerine sözleşme yapılır. Bu durum İslâm’da ise şeriatın hakimiyeti üzerine sözleşme yapılır. Bu temel bir farktır. Bu sebeple bu ilkeler üzerine demokrasi tesis edilemeyeceği gibi, demokrasi ilkeleri üzerine de İslâm tesis edilemez. Yöneticileri seçmek ise bir şekildir. Bu sebeple demokrasilerde İslâm'ın hakimiyetini isteyen kimselerin seçilmeleri engelleniyor. Türkiye, Cezayir, Tunus ve diğer demokrasiyi benimseyen ülkelerde şeriat hakimiyetini isteyen kimseler hapse atılıyor ve teşkilatları yasaklanıyor. Hatta, Amerika sırf siyasî mücadele eden komünistlerin teşkilatları ve faaliyetleri 1953’te yasaklamıştır.

Diğer taraftan İslâm despotizmi tanımaz. Çünkü, yaratıcının şeriatı, hükmü ve kanunu vardır. Bunlar yaratıcı tarafından gelen adaleti sağlayan ilkelerdir. Yöneticilerin hata ve zulüm yapmaları mümkündür ve onları bu işlerinden dolayı yargılama bu sistem içinde yapılır. Onların dokunulmazlıkları yoktur. Yöneticiler yaptıkları işlerden dolayı mezalim mahkemesinde yargılanırlar. İmam veya Halife seçme ve rızaya dayalı iktidara gelir ve sahip olduğu şartları (Halife olma şartları) bozmadıkça ve acizlik göstermedikçe ömür boyu iktidarda kalır. Demokrasilerde ise yöneticiler belli bir süre için seçilir. Onları düzeltmek için muhasebe etmek mümkün değildir zira onların dokunulmazlıkları vardır. Onları değiştirmek için muhalefet etmek vardır.

Buna göre, İslâm’da imam veya Halife İslâm şeriatını uygulamak üzere sözleşmeye ve rızaya dayalı ilkeler üzerine nasıl demokrasi kurulabilir?! Hiç de kurulamaz. Nitekim demokrasi beşerin hakimiyeti olduğu için gerici ve batıldır. Sadece Allah’ın hakimiyeti ilerici ve haktır. Çünkü, demokraside her şeyi bilen yaratıcının hükmünü reddedip bir şeyi öğrenmek için aciz olan yaratılmış olan beşerin hükmüne uyulur. Yaratıcının hükmü ile yaratılmış hükmü bir olur mu?

AKILLI OLSALARDI İSLAM'I KABUL EDERLERDİ

Amerika’da kadınlar erkekler gibi orduya asker olarak katılabilirler. Şu anda Amerika ordusu 1 milyon 400 bin askerden oluşmaktadır ve bunun %13,5’u kadındır. Kadınlar erkekler ile karışık oldukları için sık sık skandallar olmaktadır ve bu durum çok aşırı bir dereceye ulaşmıştır. Bu nedenle ABD Savunma Bakanı R. Cohen kadınları erkeklerden ayırmak için planlamalar yaptıklarını bildirdi. Oysa İslâm kadın ve erkeklerin karışık bir şekilde bulunmalarını baştan yasaklamıştır. Çünkü ayırım olmayınca bu gibi zina olaylarının olması her zaman olabilmektedir. Hatta Almanya’nın kuzey batı vilayetlerindeki okullarda kız-erkek ayrı eğitim yapılmasına dair bir karar çıkartıldı. Akıllı olsalar İslâm'ın bütün ahkamını kabul edip uygularlar ve onun akidesine inanırlar.

 

Sayı 108...1419-R.Evvel/R.Ahir...1998-Temmuz/Ağustos...Yıl-10

Sayfayı Birine Gönder