TÜRKİYE DE İSLÂM’A
KARŞI KUDUZ HAMLESİ
Türkiye’deki laik generaller cuntası İslâm’a
ve müslümanlara karşı bir kuduz hamlesi sürdürmekteler. Bu
hamle, ahalisinin tamamına yakını müslüman olan ve dört
yüz yıl Hilâfetin son kalesi olmuş olan bir memlekette
cereyan etmektedir.
Türkiye’yi yöneten bu cunta kendini
Hilâfetin yıkıcısının mirasçısı, kâfir laikliğin ve
Kemalizmin bekçisi olarak saymaktadır. Bu anlayış gereği Türkiye’de
İslâm ile ve müslümanlarla savaşmayı kendine aslî bir
görev olarak görmektedirler. Aynı zamanda müslümanların düşmanı
olan Yahudileri ve Hıristiyanları dost edindiler. Oysa Allah’u
Tealâ kâfirleri dost edinmeyi yüce kitabı Kuran’ı Kerim’de
nehy etmiştir ve şöyle buyurmaktadır:
“Kim onları (Yahudi ve hıristiyanları)
dost edinirse onlardan olur.” (Maide: 51)
Bu askerî cunta, İslâm ve müslümanlarla
savaşma prensibi üzerine tesis edilmiştir. Bununla birlikte,
Atatürk döneminden günümüze kadar doğrudan doğruya veya
perde arkasında kalarak yönetici rolünü üstlenmiştir.
23.3.1998’de bu lâik generallerin emriyle
bakanlar kurulu İslâm’la ve müslümanlarla savaşmak üzere
bir takım kararlar aldı. Askerî cunta Erbakan döneminde (28
Şubat 1997 ) aldığı kararları uygulama konusunda bu hükümette
de (Yılmaz-Ecevit) gevşeklik gördü. Erbakan hükümeti yalan
bir şekilde İslâmî hükümet olarak adlandırılmıştı.
Zira Erbakan 28 Şubat kararlarını onaylamıştı ve
generallere her konuda bir çok tavizler vermişti. Bu
generallerin emri (egemenliği) altında bulunan MGK (Milli Güvenlik
Kurulu) 27 Mart 1998 toplantısında hükümetin bu kararları
hemen uygulaması ve Meclisten süratle geçirerek kanun haline
getirmesini istedi. Böylece, bu kararların yalnız bu hükümet
için değil, bundan sonra gelecek her hükümet için geçerli
ve bağlayıcı olması sağlanmış oldu.
Yılmaz-Ecevit hükümeti müslümanların
oylarını kazanmak için ve bunun yanı sıra Yılmazın açıkladığı
gibi “kabak kendi başlarında patlamasın” diye
kararları uygulamada gevşeklik göstermesi sonucu 27 Mart
toplantısı yapıldı ve bu hükümet üzerine de baskı
yapıldı
27 Mart 1998’de alınan bu kararlar
şunlardır:
1-Vakıf, dernek, Kur’an kursları,
dershaneler ve benzeri yerler sıkı bir şekilde
denetlenecektir.
2-“İrticacı” veya “mürteci”
diye adlandırdıkları müslümanların parasal kaynaklarını
ve İslâmî sermayeyi denetlenerek kontrol altına
alınacaklardır.
3-Özel radyo ve TV kanallarını bu
konuyla ilgili olarak sıkı bir şekilde denetime tabi
tutacaklardır ve bu konuda RTÜK ayrıca görevlendirilmiştir.
4-TCK (Türk Ceza Kanunu) tasarısında lâikliğe
aykırı eylem ve faaliyetlere yer verilmeli. Diğer bir ifade
ile müslümanların İslâm’a dayalı herhangi bir fikri,
sosyal ve siyasal faaliyet yapanları cezalandıran 163. madde
geri getirilmek istenmektedir.
5-Müslümanların toplantı ve gösteri
yürüyüşlerini engellemek için ilgili kanunda değişiklik
yapılmasına dair yasa tasarısında değişiklik yapılması
istendi.
6-Devrim Kanunlarında geçen, başörtüsü
ve şerî kıyafetlerle, sakal ve diğer İslâmî görünüşle
ilgili hususlara karşı cezaları arttırılması istendi.
7-İslâmî faaliyetlerde bulunan emniyet
mensuplarının görevlerine son verilmesi kararı alındı.
8-İslâmî vakıf ve derneklerle ilgili
kanun maddelerinde değişiklik yaparak vakıf ve derneklerin
kurulması zorlaştırılmaktadır.
9-Cami yapmak, lâik devletin Diyanet
İşleri Başkanlığının belirleyeceği esaslara göre
düzenlenecektir.
10-Milli Eğitim Bakanlığı ilköğretim
kuralları yönetmenliğinde değişiklik yapılarak din
eğitimi zorlaştırılacak ve lâik eğitime önem
verilecektir.
Şu da var ki, geçen sene 1997’de alınan
28 Şubat kararları gereğince İmam-hatiplerin orta
kısımları ilga edildi ve ilköğretim mecburiyeti sekiz yıla
çıkartıldı.
Bu kararlar, özellikle üniversitelere ve
devlet dairelerine başörtülü kızların ve kadınların
girmelerini önleme ve onları buralardan kovmak için alındı.
Aslında, bütün bu hususlarla ilgili
yasaklar lâik anayasada vardır. Fakat, belli sebeplerden
dolayı bazen hükümetler bunları uygulamada yumuşaklık göstermektedir.
Ancak, bu yumuşaklık ve gevşeklik generalleri korkutucu
dereceye ulaşırsa ve ipler kendi ellerinden çekileceğinden
endişe duyarlarsa askerî darbe yaparlar. Nitekim bir kaç defa
bunu yaptılar. Fakat, bu sefer askerî darbe yapmadan
hükümete istediklerini uygulatıyorlar. Böylece, Avrupa’yı
memnun ediyorlar ve yalancı demokrasiye bağlı olduklarını gösteriyorlar.
Zira, işler onların istedikleri gibi yürürse bir darbe
yapmaya ihtiyaç duymazlar.
Öte yandan 28 Şubat kararları askerler
tarafından çıkartılıp yalancı “İslâmî hükümet”
olarak adlandırdıkları Erbakan hükümeti tarafından
onaylanınca müslümanlar susturulmuştu. Çünkü, generaller
bu hükümeti zor duruma düşürmek istemiştir. Bu susturma
generallerin bu kararları uygulamaya kadir olduklarını ve
halkı buna boyun eğdirmeye güçleri olduğu zannına götürdü.
Böylece, Avrupa’da imajlarını korumuş olurlar ve askerî
darbe ihtiyacı hissedilmez. Zira, Erbakan hükümetinin
tavizleri onların arzularını kolayca elde edilebilir hale
getirmiştir.
O zamanki Erbakan hükümetinin ilk tavizleri
çoğu Amerikan askerlerinden oluşan içinde İngiliz ve
Fransız kuvvetlerinin de bulunduğu “Çekiç Güç”ün
süresini uzatmasıdır. Ondan sonra İsrail ile askerî,
iktisadi ve emniyet ile ilgili anlaşmaların imzalanmasıdır.
Bunun sayesinde Türkiye hava sahası Yahudilere açılmış
oldu. Müslümanları ve memleketlerini vurma imkanı Yahudilere
sağlanmış oldu. Diğer tavizleri ise İslâmî eğilim gösteren
subay ve astsubayların ordudan kovulmasını onaylamasıdır.
Geçen sene 1997’de 31 Ocak kararlarıyla askerlerin krizlere
müdahale etmeleri sağlanmıştır. Aynı zamanda
genelkurmayın yetkilerini arttırdı. Hükümetin yıkılmadan
önceki son tavizi 28 Şubat kararlarını onaylamasıdır. Bu
nedenle yalancı “İslâmî hükümet” diye adlandırılan
Erbakan hükümetinin tavizleri nedeniyle generaller
müslümanlara karşı cesaret bulup istedikleri kararları
uygulatıyorlar ve halkı da buna boyun eğdiriyorlar.
Bu lâik rejimin küfrü, İslâm’a ve
müslümanlara karşı yaptığı düşmanlık ve açtığı
savaş herkes tarafından idrak edilmektedir. İspatlamaya lüzum
yoktur, çünkü bu çok açık ve nettir.
Bu hal ne zamana kadar devam edecek ve küfrün
otoritesine, kanunlarına boyun eğmeye devam edilecektir?! Biz
müslümanlar olarak bu konular bizim için ölüm kalım
meselesine girer. Çünkü, hayatımızın sırrı ve
kuvvetimizin kaynağı olan akidemiz ve inancımızla ilgilidir.
Nitekim, bizim İslâmî hadaretimiz (hayat hakkındaki
mefhumlarımız), devletimiz, hayatımızın her yönü bu
akideye dayalıdır.
Bundan dolayı, memleketlerimizi ve
halklarımızı kurtarmak, bu İslâm ümmetine izzeti, onuru,
şerefi geri getirmek ve İslâm ümmetini birleştirip güçlü
hale döndürmek için ciddi ve sebatlı mücadele yapmamız
gerekir. Bu da ancak peygamber yolu üzerinde yürüyecek Raşidî
Hilâfeti tekrar kurmakla gerçekleşir. Resulullah (s.a.v.)
bize bu hilafeti kurma yolunu göstermiştir. Öyleyse
müslümanlar tekrar dinlerini anlamak, birer fert olarak
uygulamak, toplumda ve devlette onu tatbik etmek için çalışmalıdırlar.
Bu nedenle, Allah’ın şeriatını uygulayacak ve bütün
müslümanları tek bir devlet olarak birleştirecek Halifeye,
işitmek ve itaat üzere biat etmek gerekir. Bunun manası,
Devleti kurmaktır. Nitekim, müslümanlar diğer insanlar
dışında tek bir ümmettir. Bu Devleti kurduğumuz takdirde bütün
insanlara İslâm davetini yüklenme imkanlarını buluruz.
Zira, insanlara hidayeti göstermek bizim üzerimize yüklenmiş
bir mesuliyettir.
Bu nedenle, sizi bizimle beraber mücadele
etmeye davet ediyoruz. Bu mücadele ile küfür sistemlerini
izale edelim ve Allah’ın hükmünü yeryüzüne geri
getirelim. Nitekim, Allah kendine (dinine) yardım edene yardım
eder. Muhakkak sözünü yerine getirendir.
“Allah emrine galip gelir. Fakat
insanların çoğu bunu bilmezler.” (Yusuf: 21)
Hizb-ut Tahrir
Avrupa Gençleri 23-04-1998
|