20. YÜZYILIN DEV
GÜÇLERİNİN YIKILIŞI
24 Mart 1924 417 sayılı karar ile “Hilâfet
ve cumhuriyet mündemiç olduğundan dolayı Hilâfet mülgadır”
diyerek Hilâfet yok edilmiştir. Aynı zamanda Doğunun bir
tarafından dünyanın hiç görmediği bir ideoloji ile dev bir
devlet ortaya çıkmıştır “Sovyetler Birliği”. Böylece
doğu ile batının güçleri dengelenmiştir. Bu makalemizde
Osmanlı Devleti ile Rus Birliğini bazı açılardan mukayese
edeceğiz.
Bizim için bir yüzyıldan az bir sürede
Sovyetler Birliği gibi süper bir gücün yok edilişi ve
yıkılışı ilginç ve şaşırtıcı değildir. Halbuki
Osmanlı Hilâfetinin sadece yıldızının sönmesi yüzyıldan
fazla sürmüştür. Evet Batının adlandırdığı gibi “hasta
adam” parçalandıktan ve yaralandıktan sonra yıllarca
kan kaybetmiş, ancak 1924’te yıkılmıştır. Böylece 500 yıldan
fazla yaşayan bir süper gücün hükümranlığı sona
ermiştir. Bundan çıkarılacak sonuçlar: Osmanlı Devletinin
sağlam bir temele dayandığı ve İslâm’ın yönetim
şeklinin komünist yönetim şeklinden farklı olduğudur.
İşte Michael Gorbaçov Sovyetler Birliğinin
dağılmasının muhakkak olduğunu anladıktan sonra
Perestroika (yeniden yapılanma) politikasını
başlatmıştır. Anca olayların beklediğinden daha dramatik
ve daha hızlı bir şekilde gelişmesinden dolayı Perestroika
ile telafi edilmesi mümkün olamamış; nihayet 1990’da Gorbaçov
Sovyetler Birliğinin dağıldığını ilan etmiştir. Bir
yıldan az bir sürede Sovyetler Birliğinin son nefesi
bitmiştir. Böylece 20. Yüzyılın sonu Osmanlı Hilâfetinden
sonra dünyanın 2. Süper gücünün yıldızının sönüşüne
sahne olmuştur.
Sovyetler Birliği ideolojisi ve metodu
gereği her türlü komünizm karşıtı parti, hareket ve
kuruluşun çalışmasını yasaklayıp içerideki siyasî
bölünmenin önüne geçmesine rağmen kendi yıkılışını
engelleyemedi. Osmanlı Hilafetinin yıkılışında ise Türk
milliyetçileri, Arap milliyetçileri, Batı kaynaklı çalışmalar,
iç ve dış savaşlar rol oynamasına rağmen yıkılış süreci
100 yıldan az olmamıştır.
Sovyetler Birliğine generalleri yani
askerleri destek veriyordu; fakat Sovyetler halkı komünizme
karşı çıkmıştır. Saatin akrebinin geri dönmesi gibi
Sovyet halkı da geri dönmemiş böylece komünizmden kurtulmuş
ve bu olaya sevinmiştir. Doğu Avrupa ülkeleri teker, teker
çökmüştür ve liderlerinden bazıları idam edilmiştir,
bazıları da ülkelerinden kaçmıştır. Romanya’da olduğu
gibi Çavuşesku rejimi yıkılmış ve kendisi kurşuna
dizilmek suretiyle idam edilmiştir. Yugoslavya parçalanıp
Sırbistan ve Hırvatistan ortaya çıkmıştır. Doğu Almanya
Batı Almanya ile birleşti. Estonya, Letonya, Moldova komünizmden
kurtulmuşlar ve NATO’ya katılmışlardır. Orta Asya
halkları komünizmden kurtulduğu için sevinmiştir ve
bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Rusların yıktığı
mescitler ve camiler yeniden yapılması için kollar sıvanmıştır.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra
Sovyet halkları mutluluk ve sevinç gösterilerinde bulundular
Halbuki Osmanlı Devletinin yıkılışı
Osmanlı halkında büyük bir üzüntü ve hüzün meydana
getirmiştir. Çin-Hindistan gibi Osmanlı tebaası bile olmayan
halklardan gelen delegeler M. Kemal’dan Hilâfeti kaldırmamasını
talep etmişlerdir. Mısır bir asra yakın süredir Hilâfet
yönetimine kazan kaldırdığı halde Mısırlı büyük şair
Ahmed Şevki Hilâfetin yıkılışını göz yaşları içinde
şiirlerine yansıtmıştır. Bunun gibi daha bir çok yerde
Hilâfetin yıkılışı müslümanlar arasında büyük
üzüntü oluşturmuş bugün de müslümanlar Osmanlıyı ve
Hilâfeti hayırla ve hasretle anmaktadırlar.
Sovyetler Birliğinin yıkılmasının
halklarında oluşturduğu etki ile Osmanlı Hilâfet Devletinin
yıkılışının müslümanlar arasında oluşturduğu etki
farkı işte şöyledir. Birincide sevinç ikincide ise hüzün
vardır.
Bu fark, Hilâfetin müslüman halklar tarafından
ne kadar sevildiğini, İslâm’ın insan nefsinde ne kadar
çok etkili olduğunu da göstermektedir. Beşerî bir ideoloji
olan komünizmin de insan kalbine giremediğini dolayısı ile
insanlardan onu bağırlarına basamadığını
yıkılışının da onlarda bir hüzün oluşturmadığını gösterir.
Sovyet halkı, devlet terörü olmasaydı 70 yıl değil 7 yıl
dahi onu hayatlarında barındırmazdı.
Komünizmin yıkılışı karşısında
Sovyet halkının sergilediği tepki, onun halk devrimi ile
iktidara geldiği yönündeki iddianın ne denli yalan –safsata-
olduğunu da göstermiştir.
Osmanlı Hilâfet Devletinin yıkılışının
karşısında dünyanın çeşitli bölgelerindeki müslüman
halkları da oluşturduğu hüzün ise, İslâm'ın kılıç zoru
ile yayıldığı yolundaki iddia ve iftiranın da boşa çıktığını
somut bir şekilde göstermiştir. Eğer o halklar kılıç zoru
ile müslüman olmuşlarsa, onları güya tehdit eden o kılıç
kırıldığı zaman niçin hüzün ve gözyaşlarına
boğulmuşlardır?! Komünizmin Devleti yıkıldıktan sonra bugün
Sovyet halklarından onu benimseyen bir halk kalmadı. Fakat
Devleti yıkıldığı halde İslâm'ı terk eden bir halk da görülmedi.
İşte bu İslâm'ın ne kadar köklü, sağlam, doğru bir din
ve ideoloji oluşunun açık bir delilidir.
Şimdi de Sovyetler Birliği ile Osmanlı
Devletinin varisi konumundaki devletler arasında bir mukayese
yapmak istiyorum:
Rusya Federasyonu, Sovyetler Birliğinin
varisi konumunda, Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı Devletinin
varisi konumundadır
Rusya Federasyonu eskisi gibi olmasa da yine
de devletlerarası siyaset sahnesinde bir ağırlığı var.
İtibara alınıyor. Ancak artık süper devlet değil de bölgesel
güçlü bir devlet konumundadır. Çünkü o Sovyetler Birliğinin
silahlarının ve sanayisinin % 80’ine sahiptir. Ekonomisini düzeltebilirse
yine devletlerarası siyaset arenasında daha güçlü bir
konuma gelebilecek potansiyele sahiptir. Bunu da kullanmak
azmindedir. BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu) projesi ve bu
devletlerdeki Rusya etkinliği bunun delilidir.
Türkiye Cumhuriyeti ise 75 yıl geçmesine
rağmen halen Batının rotasında kalmayı tercih etmiş görünmektedir.
Zayıf bir ekonomisi, 80 milyar dolar dış borç, 40 milyar
dolar iç borç, yüksek enflasyon, %80’i dışa bağımlı
savunma mekanizması ile T.C. Devleti, değil devletlerarası
siyaset arenasında, bölgesinde dahi silik bir görüntüye
sahiptir. Osmanlı Devletinin sahip olduğu süper güç imajını
çoktan kaybetmiştir ve ona sahip olma yönünde hiç bir
gayret ve azmi de yoktur. Batılı efendilerinin kendisi için
çizdiği sınırları kutsal sayıp onu asla aşmak
istememektedir. Dış politikada Avrupa’ya tabi olmak ve onun
çizgisinde kalmak dışında kendisi için herhangi bir
strateji belirlememiştir. Batıyı kıble edinip onunla bütünleşmek
ve uşak olmak yüksek ideali olmuştur, süper devlet olmak değil.
Bir kimse köle olmayı kabul ediyorsa, bir daha asla efendi
olamaz ve kölelikten kurtulamaz.
Bütün bunlar, Osmanlı Hilâfet Devletinin
yıkılışı ve laik T.C. Devletinin kuruluşu ardında kâfir
sömürgeci Batı devletlerinin olduğunun açık göstergesidir.
Acaba müslümanlar bu gerçeği ne zaman görecekler?
Bütün bunlardan şu da anlaşılıyor ki, müslümanlar
İslâm’dan başka bir sistemde asla izzet, kuvvet ve huzur
bulamazlar sadece zillet ve yoksulluk, geri kalmışlık içinde
kalacaklardır. Bu rabbımızın şu fermanının gereğidir:
“Kim benim hidayetime (yoluma, dinime)
uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz. Kim de benim zikrimden
(dinimden, şeriatımdan) yüz çevirirse, şüphesiz onun için
sıkıntılı bir yaşam vardır. (Taha: 123-124)
Tüm müslümanlar, Hilâfet ile İslâmî
hayata dönmedikçe yeryüzünde hiç bir ağırlıklarının
olmayacağını bilmelidirler. Ölüm kalım meselesi olarak ele
alıp Hilâfeti kurmak için çalışarak Allah’u Tealâ’nın
şu vaadine müstahak olmalıdır:
“Allah sizlerden iman edip salih amel
işleyenlere kendilerinden öncekilere iktidar kıldığı gibi
kendilerini de yeryüzünde iktidar kılacağını, onlar için
razı olduğu dini onlar için hakim kılacağını ve korkulu günlerinden
sonra güven sağlayacağını vaat etti.” (Nur:55)
|