MÜSLÜMANLAR
VARLIKLARINI KORUMA UĞRUNA DA OLSA İSLÂMİ KİŞİLİK VE
TAVIRDAN VAZGEÇMEMELİDİRLER
Tüm dünya genelinde çağdaş tağutlar ve
avaneleri kâfirler İslâm’a ve müslümanlara karşı topyekün
savaş açmış durumdadırlar, bu savaşlarını, “İslâm
tehlikesi”, “İslâm radikalizmi”, “İslâm
fundamentalizmi”, “siyasal İslâm”, “İslâm terörü”,
“aşırı dincilik”, “irtica” gibi sloganik naralar
atarak sürdürmektedirler. Böylesi naralar atarak dünyanın
çeşitli yerlerinde çeşitli üsluplar kullanarak İslâm’a
ve müslümanlara saldırılarda bulunmaktadırlar. Çağdaş
tağutların ve kâfirlerin bu saldırılarının bir kaç
nedeni vardır.
KAFİRLERİN SALDIRI SEBEPLERİ
1-Allah’u Teâla’nın da belirttiği
gibi onların İslâm’a ve müslümanlara karşı kalplerinde
besledikleri kin ve düşmanlıktır.
Allah'u Teâla bunu şöyle belirtmektedir:
“Şüphesiz kâfirler size apaçık düşmandırlar.”
(Nisa: 101)
“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri
(kâfirleri) yakın çevre edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık
etmekten geri durmazlar, size sıkıntı verecek şeyi isteyip
dururlar. Gerçekten kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen
sözlerinden) belli olmuştur. İçlerinde sakladıkları (düşmanlıkları)
ise daha büyüktür.” (Ali İmran: 118)
“Onlar eğer güçleri yeterse, sizi
dininizden geri döndürünceye kadar size karşı savaşa devam
ederler.” (Bakara: 217)
“Şayet onlar sizi ele geçirirlerse size
düşman kesilirler, size ellerini ve dillerini kötülükle
uzatırlar. Zaten inkâr edivermenizi istemektedirler.” (Mümtehine:
2)
Evet kâfirler ellerindeki çeşitli maddi güçleri
bu tıyniyetleri (tabiatları) doğrultusunda İslâm’a ve
müslümanlara karşı açtıkları topyekün savaşta
kullanmaktadırlar.
2-İdeolojik geleceklerinin ve
sistemlerinin geleceğini güvencede göremiyorlar.
Çünkü sistemlerinin köhneliği,
kokuşmuşluğu, iflası artık gizlenemez hale gelmiştir. İslâm’ı
da bu açıdan kendileri için tehlike görmektedirler. Onun
için İslâm’ın hayat veren aydınlığını karartmaya ve müslümanları
da dinlerinden döndürmeye, insanların Allah’ın yoluna
gitmelerine engel olmaya çalışmaktadırlar. Son dönemdeki hırçınlıkları
da kötü akibetlerinin yakın olduğunu hissetmelerindendir.
Allahu Teâla kâfirlerin bu zaaflarını ve tıynıyetlerini de
şöyle izah etmektedir:
“Ehli kitaptan çoğu, hak ve doğru olan
kendilerine apaçık belli olduktan sonra sırf içlerindeki kıskançlıktan
ötürü sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek
isterler.” (Bakara: 109)
“Onlar, Allah’ın nurunu (İslâm’ı)
ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar
da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.” (Tevbe: 32)
“De ki: Ey kitap ehli! (Gerçeği) görüp
bildiğiniz halde niçin Allah’ın yolunu eğri göstermeye
yeltenerek mü’minleri Allah yolundan saptırmaya
kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınıza tamamıyla şahiddir.
Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba
uyarsanız, imanınızdan sonra sizi çevirip kâfirler haline
getirirler.”(Ali İmran: 99-100)
“Şüphesiz ki inkâr edenler (kâfirler)
mallarını insanları Allah yolundan saptırmak için harcıyorlar.
Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu onlara yürek acısı
olacak ve en sonunda mağlup olacaklardır. Kâfirlikte ısrar
edenler ise cehenneme sürükleneceklerdir.” (Enfal: 36)
İslâm’ın aleyhinde, karalama, saptırma,
hakla batılı karıştırma, müslümanların kafalarını
karıştırmaya yönelik faaliyetlerin yoğunluğunun arka
planında işte bu tıynıyetler vardır.
3-Kâfirler dünya hayatına, malına ve
zevkine düşkündürler.
Bu mal ve şehvet düşkünlükleri onların
gözünü bürümekte ve bütün dünyanın kendilerine ait
olmasını istemektedirler. Bu egoist (bencil) hırs, onları
başka insanların özellikle de müslümanların mal ve
servetlerini sömürmeye, haksızca ele geçirmeye sevk
ettirmektedir. Bunun önünde tek engel olarak da İslâm’ı
ve İslâmi bakış açısını görmektedirler. Onun için de hırçınlaşmaktadırlar.
“Ey iman edenler! Bilin ki; hahamlardan ve rahiplerden bir
çoğu, insanları Allah yolundan saptırarak mallarını
haksız yollardan yerler!” (Tevbe: 34)
“Küfredenler ise, zevklenirler ve
hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir.”
(Muhammed: 12)
“(Kâfir kimse) yönetime geldiğinde, yeryüzünde
bozgunculuk etmeye, ekinleri tahrip edip nesilleri helâk etmeye
koşar. Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara: 205)
4-Kâfirler, Allah’ın indirdiklerinden
hoşlanmazlar, onu kerih görürler.
“İnkar edenlere ise, yıkım ve yokluk
olsun! Allah onların işlerini boşa çıkarır (Allah)
onların amellerini şaşırtmıştır. Bunun sebebi, Allah’ın
indirdiğinden hoşlanmamalarıdır (onu kerih görmeleridir).
Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed:
8-9)
yaptık. Oysa bu, ancak onların daha da
nefretle uzaklaşmalarını artırdı.” (İsra: 41)
“Sen Kur’an’da Rabbini tek (bir ilah)
olarak andığın zaman, nefretle uzaklaşarak gerisin geriye
giderler.” (İsra: 46)
Onun içindir ki Allah’ın indirdikleriyle
yönetime, şeriata, Hilâfet’e karşıdırlar. Onun içindir
ki “Allahu Ekber”, “La ilahe illallah” kelime-i
tayyibelerinden dahi hoşlanmazlar. Allah’ın her emrini
çirkin, her yasağını güzel bulurlar… Meselâ; Hilâfet’i
çirkin, demokrasiyi ya da cumhuriyeti güzel görürler.
Tesettürü çirkin, güzellik yarışması dedikleri açılıp
saçılma, fuhşiyat yarışmalarını vb. güzel görürler.
Dünü, bugünü ve yarını ile tüm
kâfirlerin tıyniyetleri budur. Bu tıyniyetleri değişecek de
değildir. Onun için onların bugün çeşitli üsluplarla çeşitli
yerlerde müslümanlara ve İslâm’a karşı topyekün savaş
ilân etmeleri de o tıyniyetlerinin gereğidir.
Tüm dünyada, özellikle de halkı müslüman
ülkelerde ve onlardan birisi olan Türkiye’de çağdaş
tağutlar, kâfirler ve avaneleri zalimler, İslâm’a ve
müslümanlara karşı şu üsluplarla savaş etmektedirler:
KAFFİRLERİN SALDIRI ÜSLUPLARI
1- Katliam-sürgün:
Müslümanları katletmek, yerlerinden
yurtlarından göçe zorlamak, hapse atmak yöntemleri.
Filistin, Bosna, Kosava, Karabağ, Keşmir, Filipinler, Cezayir
gibi yerlerde açık katliamlar. Mısır, Tunus, Suudi
Arabistan, Irak, Suriye, Türkiye gibi yerlerde inançlarından
dolayı müslümanların nasıl zulümlere maruz kaldıkları
ortadadır. Bu ülkelerdeki çağdaş zorbalar, tağuti rejimler
müslüman halkların başlarının belası olmuş, ülkeyi bir
açıkhava hapishanesine çevirmişlerdir. Birçok müslümanı
da yerlerinden yurtlarından sürgün etmişlerdir. Yani kâfirliklerini
yapmışlardır.
“Onlar (kâfirler) eğer güçleri yeterse,
sizi dininizden geri döndürünceye kadar size karşı savaşa
devam ederler.” (Bakara: 217)
“Onlar; başka değil, sırf ‘Rabbımız
Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış
kimselerdir.” (Hac: 40)
Bugün de yeryüzünde bir çok müslüman sırf
Rabbımız Allah deyip inançları doğrultusunda yaşamak
istedikleri için bu tür zulümlere maruz kalmaktadırlar.
2-Hakkı batılla karıştırmak ve
hakikatları tahrif etmek:
Müslümanları dinlerinde fitneye düşürmek
için hak batıl birbirine karıştırılmakta, İslâm’ın
kavram ve hakikatları kasıtlı olarak tahrif edilmeye çalışılmaktadır.
Zaten hak ve batılı birbirine karıştırmak, hakkı ketmetmek
(örtmek ve kavramları, hakikatları saptırmak) tahrif etmek kâfirlerin
tek sermayeleridir, sürekli başvurdukları yöntemlerindendir.
Buna da Allahu Teâla şöyle dikkat çekmektedir:
“Kitap ehlinden bir kısmı istediler ki ne
yapıp edip sizi saptırabilsinler. Oysa onlar sadece
kendilerini saptırırlar da farkına bile varmazlar. Ey kitap
ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah’ın
ayetlerini inkâr edersiniz? Ey kitap ehli! Neden hakkı batıla
karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?” (Al-i
İmran: 69-71)
“Hakkı batıl ile karıştırmayın,
bilerek hakkı gizlemeyin.” (Bakara: 42)
“Ahidlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik
ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kendilerine zikredilen
ahkâmın önemli bir bölümünü unutarak kelimelerin
yerlerini tahrif ederler. İçlerinden pek azı hariç, onlardan
daima bir hainlik görürsün.” (Maide: 13)
“Şimdi (ey mü’minler) onların size
inanacaklarını mı sanıyorsunuz? Gerçek şu ki; onlardan bir
zümre vardır ki Allah’ın kelamını işitirler sonra onu
aklettikleri halde bile bile tahrif ederler.” (Bakara: 75)
“Vay haline o kimselerin ki kitabı
elleriyle yazarlar sonra o yazdıklarını az bir paha
karşılığında satmak için ‘bu Allah’tandır’ derler.
Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Yine
kazandıklarından ötürü vah haline onların!” (Bakara:
79)
İşte bu tıyniyetli çağdaş kâfirler de
Hak Dini tahrif çalışmalarını sürdürmektedirler. Bu
çerçevede mesela şunları yapmaktadırlar:
a-İslâm’da cihat vardır. Cihat yeryüzünde
fitnenin yani Allah’a kulluğa ve Allah yoluna mani olan her türlü
maddi engelin (devlet, ordu, nizam gibi engellerin) ortadan kaldırılması
ve Allah’ın indirdikleriyle yönetimin hakim kılınması için
savaşmaktır. İşte bu gerçeği gizleyip İslâm barış ve
diyalog dinidir, diye tahrif etmek istiyorlar… Böylelikle
kâfirler kendi siyasi varlıkları için en büyük tehdit
olarak gördükleri cihat kavramını müslümanların
zihinlerinden silmek istiyorlar.
b-İslâm hoşgörü dinidir, diyerek
küfrü, zulmü, münkeri, fıskı hoşgörmeye; tağutu, kâfiri,
zalimi, mücrimi, fasıkı hoş görmeye davet ediyorlar.
Böylelikle bütün bunlara karşı red tavrı ile keskin kılıç
olan İslâm hakikatı tahrif ediliyor.
c-İslâm’da yönetim sistemi yoktur da
şura vardır. Öyleyse demokrasi ve cumhuriyet İslâm’dandır,
diyerek İslâm’daki yönetim sistemi olan Hilâfet gerçeği
inkâr edilmekte ya da gizlenmek ve İslâm’daki şura
hakikatına demokrasi ve cumhuriyet batılı karıştırılmak
istenmektedir.
d-Siyaset insanın sosyal ve siyasal
yaşantısının belirli bir fikir ve sistemle düzenlenmesidir.
İslâm da insan hayatının tamamını düzenlemek için ve yaşantının
tamamında insanın Allah’a kul olmasını sağlamak için
Allah’ın Rasulü ile vahiy yoluyla gönderdiği, kemâle
erdirdiği ve razı olduğu son tek hak dindir. O halde bu din,
ruhi ve siyasi yönü bariz ve birbirinden ayrılmayan bir
dindir. Bu hakikata rağmen İslâm siyasi bir din değildir.
Siyaset pisliktir. Siyasal İslâm da pisliktir.
Fundamentalistlik, radikallik aşırılıktır, diyerek İslâm’ın
siyasi gerçeği inkâr edilmekte ya da tahrif edilmek
istenmektedir.
e-İslâm, gönderilişinden sonraki tüm
zamanlar ve mekanlardaki tüm insanlara hitap eden evrensel bir
din olduğu halde onu milli ve yöresel bir din haline getirmeye
çalışmaktalar. Türkiye İslâm’ı, Arap İslâm’ı,
İran İslâm’ı gibi tabirlerle İslâm hakikatına bölgecilik
ve milliyetçilik batılları karıştırılmak istenmektedir.
Hatta Türkçe ibadet, Türkçe ezan, Türkçe Kur’an gibi
tabirlerle zihinler kirletilmek istenmektedir.
f-“Hadislerin bazıları uydurma ve
zayıftır, onun için hadislere gerek yoktur, Kur’an bize
yeter, Kur’an İslâm’ı” diyerek insanları Kur’an
pratiğinden uzaklaştırmak ve Dinden saptırmak
istemektedirler. Nitekim şimdi “Kur’an İslâm’ı”
diyenler Kur’an’ın açık muhkem hükümlerini dahi kabul
etmiyorlar ve şeytani bir üslupla diyorlar ki; “Kur’an,
hükümler kitabı değil ilkeler kitabıdır. İlkeler de her
çağa ve şartlara göre yorumlanır.” Böylece de
tamamen dinden sapıyorlar. Meselâ; Kur’an’da hırsızlık
yapmanın cezası, hırsızın elinin kesilmesi olarak gösterilmişken,
“Asıl olan hırsızlığın yasak kılınmasıdır, el
kesme hükmü değildir” diyerek dinden sapıyorlar. Heva
ve heveslerini ilah ediniyorlar. Bütün bunlar gösteriyor ki,
Rasulullah’ın sünnetinin teşri değerini inkâr edip de
hidayette kalmak mümkün değildir.
3- Müslümanları tamamen sindirmeye yönelik
faaliyetler:
Bu tür faaliyetler, zamanın tağutu
firavunların tıyniyeti işlerdendir. Firavunlar Allah’ın
indirdiği risalete, hidayete, dine, yaşam tarzına tabi
olanları hep yasalarla tehdit ediyorlar, kadınlarını fuhşa
teşvik ediyorlar, çocuklarını öldürüyorlardı. İşte
bunu gösteren bir kaç ayeti kerime:
“Bilinmelidir ki kâfirlerin ne malları ne
de evlatları Allah huzurunda kendilerine bir fayda
sağlamayacaktır. İşte onlar cehennemin yakıtlarıdırlar.
(onların yolu) Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin
tuttuğu yola benzer. Zira onlar bizim ayetlerimizi
yalanladılar. Allah da kendilerini günahları yüzünden
yakalayıverdi. Allah’ın cezası çok şiddetlidir.”
(Ali İmran: 10-11)
“Firavun dedi ki; Ben size izin vermeden
ona iman mı ettiniz? Bu hiç şüphesiz şehirde (Mısır’da)
(kıpti olan) halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir
tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) bileceksiniz.
Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim,
sonra da hepinizi asacağım.” (A’raf: 123-124)
“Firavun kavminden ileri gelenler dediler
ki; Musa’yı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde
bozgunculuk çıkarsınlar (halkı senin aleyhine)
kışkırtsınlar diye bırakacak mısın? (Firavun ise); Biz
onların oğullarını öldürüp kadınlarını hayat kadını
yapacağız. Elbette ki biz onları ezecek üstünlükteyiz,
dedi.” (A’raf: 127)
“Kavminden ileri gelen kibirliler dediler
ki; Ey Şuayb! Kesinlikle seni ve seninle beraber inananları
memleketimizden çıkaracağız, yahut dinimize döneceksiniz.”
(A’raf: 88)
“Kavminin ileri gelen kafirleri dediler ki;
Eğer Şuayb’e tabi olursanız, o takdirde siz mutlaka ziyana
uğrarsınız.” (A’raf: 90)
Çağdaş Firavunlar ve müstekbirler de aynı
çizgide icraatlar yapıyorlar. Meselâ, şunları yapıyorlar:
a-)Allah’ın dinine samimiyetle bağlı
kalıp onu hayatta hakim kılmak için samimiyetle çalışmayı
Firavun gibi irtica, bozgunculuk olarak kötüleyerek en ağır
cezalar gerektiren en büyük suç, kendi varlıklarını tehdit
eden en birinci düşman ilân ediyorlar. “İrticaya
karşı topyekün savaş”, “İrtica, en öncelikli düşman”,
“İrticayı ortadan kaldırmaya yemin ettik”, “İrtica ile
mücadele yasaları” v.b. tamtamlar ile müslümanları
tehdit ediyorlar. Korkutmak, sindirmek istiyorlar. Hapse
atıyor, işlerinden kovuyorlar. Hatta faili meçhul
yöntemlerle öldürüyorlar.
b-)Allah’ın emri olan tesettürü ve
başörtüsünü yasaklayarak. Firavun ve ileri gelenlerinin
tiniyeti ile müslüman kadınlarını fuhşiyata zorluyorlar…
Kadınları tesettürlerinden soyarak şehvetlerine malzeme
yapmak istiyorlar… Bu maksatla müslüman kadınları okulda,
devlet dairelerinde hatta iş takibi esnasında dahi
başlarını açmaya zorluyorlar. Türkiye’de olduğu gibi.
Tunus’de ise sokaklarda dahi başörtüsünü yasaklıyorlar…
c-)Müslümanlara, çocuklarına Kur’an
ve dinlerini öğretmeleri yasaklanıyor… Bu hususta ısrarcı
olanlar ise mürteci diyerek en ağır şekilde
cezalandırılmakla tehdit ediliyorlar.
d-)Müslümanların inançları hep alay
konusu edilerek, onlar tahkir ediliyorlar. “Çağdışılık”,
“gericilik”, “karanlıkçılık” gibi karalamalara
maruz bırakılıyorlar. Böylelikle müslümanlar sindirilmek,
pıstırılmak ve İslâmi kişilikten hatta duygulardan tamamen
soyutlanmak istenmektedir…
MÜSLÜMANLARIN SERGİLEMEKTE OLDUKLARI
TEPKİLER
Bütün bu yapılanlar karşısında müslümanların
şu tür tavırlar ve tepkiler sergiledikleri müşahade
edilmektedir:
1-Hep savunmaya geçmek, Kompleksle
tepki göstermek.
Bu durumda, kâfirlerin kendilerine ve
inançlarına yönelik karalama saldırılarına karşı hep
öyle olmadığını gösterip kâfirleri hoşnut etmeye yönelik
gayretler içine girdikleri görülmekte… Bu da hakkı
batılla karıştırmaya sevketmekte… Ayrıca kâfirlere daha
da saldırgan olmaları hususunda cesaret kazandırmaktadır.
Allahu Teâla bu tavrı şöyle nehyetmektedir:
“Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın.
Eğer inanıyorsanız üstün olan sizsiniz.” (Ali İmran:
139)
2- Hoşgörü diyalog anlayışı içinde
tepki göstermek.
Hep buna çağırmak ‘Sana bir tokat atana
öbür yüzünü çevir anlayışı ile hareket etmek. Bu da kâfirlere
ve tüm küfürlerine, zulümlerine karşı müslümanları
tepkisiz, duyarsız hale getirmekte ve hatta zelil (itibarsız,
ağırlıksız) kılmaktadır.
3-Sevgiyle yaklaşamak (kucaklayıcı)
olmak.
Kim sevilecek, seveceksin, kim kucaklanacak!?
Küfrü, zulmü, fıskı, münkeri sevmek-benimsemek mümkün
olamaz. Bunların ehlini yani kâfirleri, zalimleri, fasıkları,
mücrimleri sevmek, kucaklamak da mümkün olamaz. Sen sevsen
de o seni sevmez!… Nitekim Allahu Teâla şöyle buyuruyor
“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar
sizi sevmedikleri halde ve siz (Allah’ın) Kitabı’nın
tamamına inandığınız halde onları seveceksiniz.” (Ali
İmran: 119)
4-Ya da bütün olanlara karşı hiç
bir şey olmamış gibi tepkisiz kalmak, hep geri adım atmak.
Bu da bir müslümanda hiç olmaması gereken
duyarsızlıktır.
Bu tavırları şair şu mısraları ile
veciz bir şekilde ifade etmektedir:
Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden
Din de gitti dünya da gitti elimizden
Bütün bu tür tavırlar kesinlikle İslâm’ın
red ettiği tavırlar olduğu gibi müslümanlara ne izzet,
nusret, kuvvet, üstünlük kazandırır ya da başlarına kâfirlerin
getirdiği çeşitli zulüm ve zulümatı defedebilir. Hatta
diyebiliriz ki, müslümanların karşısında kâfirlerin
böylesine küstah ve cesur olmalarını sağlayan müslümanların
sergiledikleri bu tür tavırlardır. Çünkü böylesine silik
ve zelil tavırlar imanın heybetini müslümanların üzerinden
kaldırıp, onun kâfirlerin kalbinde oluşturduğu korkuyu
gidermekte ve müslümanları korkak, ürkek, pısırık konuma
düşürmektedir. Dünya sevgisi ve ölümü kerih görme haline
düşünce de sel önünde sürüklenen çer çöp gibi ağırlıksız,
mevkisiz bir konumuna düşmekteler, sayıları ne kadar çok
olsa da. Nitekim bu durumu Rasul (s.a.v.) şöyle belirtmiştir:
“Yemek yiyen obur kimselerin yemek
sofrasına üşüştükleri gibi çeşitli din mensuplarının
(kâfirlerin) size karşı birleşip üşüşmeleri yakındır. Birisi
sordu: Acaba o zaman biz sayıca az mı olacağız? Hayır
bilakis siz o zaman sayıca çok olacaksınız. Fakat siz, selin
önünde sürüklenen çerçöp gibi olacaksınız. Allah düşmanlarınızın
kalbinden sizin korkunuzu çıkartacaktır. Sizin kalbinize de
‘vehen’ atacaktır, buyurdu. Vehen nedir, ey Allah’ın
Rasulü? Diye sorduklarında şöyle buyurdu: Dünya sevgisi
ve ölümü kerih görmektir.” (Ebu Davud, Melâhim,
3745)
Bütün İslâm aleminde durum maalesef bu
merkezde. Nitekim:
-Türkiye’de bir avuç yahudi bozuntusu
dönme laik-kemalist olgu, müslüman olan halka karşı nasıl
sindirme icraatları içine girdiler! İslâm’a ve
müslümanlara saldırmaktalar. İktidarlarını zulümle
sürdürmekteler.
-Suriye’de bir avuç Nusayri-kâfir
alevi, müslüman halkın önünde zulüm iktidarlarını sürdürmektedir.
- Irak’ta bir avuç Baasçı kâfir yıllarca
müslümanlara kan kusturmaktadır.
- Mısır’da bir avuç kıpti Mısır’daki
müslüman halka zulüm etmektedir.
-Cezayir’de bir avuç Fransız
bozuntusu kâfir cunta halkı katletmektedir.
-Suudi Arabistan’da bir avuç pion Suud
ailesi halkın dünyalarını karartmaktadır.
-İran’da bir avuç
mezhepçi-kavmiyetçi zümre İran halkını kandırmaktadır.
-Pakistan’da bir avuç Kadıyani müslüman
halkı birbirine düşürmektedir. v.b.
Bütün Ortaaysa Kafkasya’ daki halkı müslüman
ülkelerde bir avuç Rus uşağı komünist artıkları halkın
başında bela olmaktadırlar.
İşte bütün bu manzaranın sebebi, müslümanların
dost düşman hak-batıl tespitinde İslâm akidesini esas almayışları,
İslâmi bakış ve İslâmi şahsiyetten ve bunların
gerektirdiği İslâmi tavırdan yoksun oluşlarıdır.
|