DÜNYA VE TÜRKİYE’DE SİYASİ DURUM DÜNYADAKİ
SİYASİ DURUM
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin
ve Varşova Paktı’nın 1990’da resmen dağılmasından
sonra dünyada devletlerarası siyasi durumda belirgin bir
şekilde değişim hasıl oldu. İki kutuplu siyasi durum sona
ermişti. Hattı bu yeni durumu büyük devletlerin her biri
kendi lehine çevirecek bir “Yeni Dünya Düzeni” kurma
gayretiyle istismar etmeye çalışmaktadır. Bu yeni siyasi
durumda dünyada siyasi mücadelenin yoğun olarak yapıldığı
bölgeler şunlardır:
-Ortadoğu, Orta Asya, Uzakdoğu, Avrupa,
Afrika bölgeleri.
Bu bölgelerde dünya çapında mücadele
eden devletler ise şunlardır:
Amerika, İngiltere, Fransa
Bu devletler hemen bütün bu bölgelerde her
biri ile mücadele etmektedirler. Bunun dışında kalan Rusya,
Çin, Almanya gibi devletler ise sadece bölgelerinde etkin
güç olma gayretleri içindedirler. Ancak bunların dışında
diğer bölge devletleri de kendi bölgelerinde varlıklarını,
menfaatlarını koruma ya da etkin olma gayretleri içindedirler.
Mesela; Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan, İsrail, Endenozya
gibi. Bu devletler bu mücadelelerini ya diğer bölge ülkeleri
ile ya da dünya çapında mücadele etmekte olan büyük
devletlerden birisiyle değişken işbirlikler ile sürdürmektedirler.
Mesela; Ortadoğu’da Türkiye-İsrail işbirliği ve perde
arkasından İngiltere ile dirsek temasında bulunmaları gibi.
Ortadoğu Bölgesi
Buradaki siyasi mücadele, bölgenin
stratejik noktalarını, başta petrol olmak üzere stratejik
maddelerini ele geçirmek maksadı ile yapılmaktadır. Bölge
jeostratejik bir öneme haizdir. Avrupa, Asya ve Afrika’nın
kesiştiği noktadadır. Süveyş Kanalı, Basra Körfezi,
İstanbul ve Çanakkale Boğazları, Kıbrıs ve Golan Tepeleri
gibi stratejik noktalara da haizdir. Ayrıca bölge insanı şu
anda önemli bir genç tüketim toplumu oluşturduğundan canlı
bir pazar özelliğine de haizdir. Sanki dünyanın merkezi
gibidir. İslâm’ın beşiğidir. Onun için siyasi mücadele
yapan ülkelerin bu bölgeden gafil kalması ya da ondan
kendisini müstağni görmesi mümkün değildir. Bu bölgede
İngiltere ve ABD’nin kıyasıya bir mücadelesi olmakla
birlikte Fransa’nın da ilgisi ve teşebbüsleri vardır.
ABD’nin, bölgedeki Mısır, Sudan, Suudi
Arabistan, Suriye, İran üzerinde etkinliği vardır. Bu
ülkelerdeki yönetimler, bölgedeki siyasetinde ABD ile işbirliği
halindedirler. ABD bölgenin ne petrolü üzerinde ne de
stratejik noktaları (Golan Tepeleri, Kıbrıs gibi) üzerinde
tam hakimiyet sağlayabilmiş değildir. Hedefi buna
ulaşmaktır. Fakat ABD, bölgedeki tutunma noktalarındaki
tırnaklarını da kaybetmek üzeredir. Suudi Arabistan’da
Suud ailesi içinde iktidar mücadelesi baş göstermiştir.
Kral Fahd ve ekibi ABD’nin tırnağı konumundadır, fakat o
da yaşlı ve hastadır. Öldüğünde büyük olasılıkla ABD
yanlılarının iktidarı kaybedecekleri gözükmektedir. Bu
mücadelenin tezahürü en son 1995’de Suudi Arabistan’daki
1995’de ABD askerlerine yönelik bombalı saldırılar
olmuştur. Suud ailesindeki İngilizlerle işbirliği içinde
olanlar gittikçe iktidara yaklaşmaktadırlar.
Suriye’de de Hafız Esad yaşlı ve
hastadır. Ondan sonra da ABD Suriye’deki tırnağını
kaybedebilir. Zira Hafız Esad ailesi içinde de iktidar
mücadelesi vardır. Bu mücadelede Hafız Esad karşıtı olan
kesimlerin İngiltere ve Fransa ile işbirliği içinde oldukları
sanılmaktadır.
Tabii ki bu bölgede ABD-İngiltere-Fransa’nın
aralarındaki iktidar mücadelesi dışında bir de bölge insanının
yani müslümanların İslâm’ı hakim kılma mücadelesi vardır.
Bu mücadelede ABD-İngiltere-Fransa karşı blokta
durmaktadırlar.
Bu iki noktada ABD’nin tırnakları sökülürse
ABD bölgedeki siyasi mücadeleyi kaybetmiş olacaktır.
İngiltere bölgede ABD’den daha
eski-köklü bir nüfuza sahiptir. Körfez ülkeleri, Yemen,
Irak, Ürdün, Kıbrıs İngiltere’nin siyasi nüfuzunu koruduğu
ülkelerdir. Bölgedeki siyasetinde bu bölgelerdeki kendisine
bağlı sadık yöneticileri maşa gibi kullanmaktadır.
Türkiye ve İsrail ise bölgede kendi
imkanları ile kendi varlıklarını koruma, kendi ayakları
üzerinde durabilme hedeflerine ulaşabilmek, büyük
devletlerin bölgedeki mücadeleleri esnasında ayak altında
kalmamak mücadelesi vermekteler. Bunu da aralarında
işbirliği ile yapmaktalar. ABD’nin kendi üzerlerindeki baskısını
bertaraf etmek için Türkiye ve İsrail aralarında askeri,
siyasi, ekonomik, stratejik alanlarda kapsamlı bir
işbirliğine girdiler. Birbirlerinden güç almak istemekteler.
Onların bu işbirliği eğilimi İngiltere’nin de işine
geldiği için İngiltere de Ürdün vasıtası ile bu eksene
destek vermeye başladı. Türkiye-İsrail-Ürdün ekseni tabii
ki ABD’nin bölgedeki özellikle Golan Tepeleri, Körfez
Bölgesi ve Kuzey Irak’daki siyasi manevralarını boşa çıkarmaktadır.
Golan Tepelerinini elde etme manevraları olarak görülen “İsrail-Filistin,
İsrail-Suriye arası barış görüşmelerinde” ABD gittikçe
dışlanma aşamasına gelmiştir. Nitekim geçen ayın
başlarında ABD’nin hükümet sözcüleri resmen “ABD
barış görüşmelerinde diplomatik yollardan ümidini kesmek
üzeredir” şeklinde açıklamalar yapmışlardır. Diğer
taraftan İngiltere bölgede daha aktif bir konuma gelmektedir.
İsrail Başbakanı Natenyahu da 4 Mayıs’da Londra’daki
Arafat-Natenyahu görüşmelerinde gözlemci olarak katılan ABD
dışişleri bakanı Albright’in müdahaleleri üzerine: “İsrail
ABD’nin baskı ve dayatmaları ile barış yapmayacaktır”
diyerek ABD’ye karşı sert bir tavır almıştır. ABD ise bu
durum karşısında gittikçe hırçınlaşmakta ve Türkiye-İsrail-Ürdün
ekseni etrafında çember oluşturup daraltmaya böylece bu
ekseni parçalamaya çalışmaktadır. Onun için Mısır-Suriye-İran-Suudi
Arabistan-Sudan çizgisini askeri ve siyasi blok haline
getirmeye çalışmaktadır. Bu ülkeler arasındaki askeri,
siyasi ekonomik işbirliği görüşmeleri trafiğinin
yoğunlaşması da gözden kaçmamaktadır.
Ortadoğuda kafir devletlerin aralarındaki
siyasi mücadele bitmemiştir ve bitmez de. Ancak Raşidî
Hilâfet Devleti kurulup onların bölgedeki tırnaklarını söküp
atınca bu sömürge mücadelesi sona erer. Mücadele kafirlerle
müslümanlar arasında olur.
Orta Asya Bölgesi
Dünyada siyasi mücadelenin en yoğun
olduğu diğer bölge de Orta Asya’dır. Tabii “Ortaasya
tabiri” sadece coğrafi bir tabir değildir. Siyasi bir
tabirdir. Bu tabirin içinde Kafkasya da vardır. Önemi
öncelikle zengin petrol, doğal gaz, uranyum, altın, maden
yataklarının olmasından kaynaklanıyor. Önümüzdeki
dönemde bu zenginlikleri ele geçirme mücadelesi iyice kızışacağa
benziyor. Bölgeye ABD, İngiltere, Fransa girmeye çalışmaktadır.
Ancak Rusya her ne kadar dünya çapında siyasi mücadeleden
çekilmiş olsa da bu bölgeyi kendi bölgesi “arka
bahçesi” olarak görmekte, “Askeri-Ekonomik-enerji-Güvenlik
Doktrini’nin” kapsamında değerlendirmektedir. Bu
ülkeler de Rusya’yı hesaba katmadan bölgede bir şey
yapamayacaklarının bilincinde hareket etmekteler. Bölgede ayrıca
Çin, Türkiye, İran, Pakistan da bulunmakta. Bu ülkeler de
bölgenin o zenginliklerine ilgi duymaktalar. Şu anda mücadele,
petrol ve doğalgaz boru hatları üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Rusya bunların üretimi hususunda fazla külfet altına
girmemektedir. Aslında girememektedir. Zira bu iş ekonomik güce
dayanır. Ancak kim üretirse üretsin, üretilen ürün
tüketiciye taşınacaktır. İşte Rusya bu alanda etkin olup
vanaları ve muslukları elinde tutmak istemektedir. Petrolün
de doğal gazın da taşımacılığının, boru hatlarının
kendi kontrollünde olmasını istemektedir. Diğer ülkeler de
tabii bu alanda kendilerinin etkin olmasını istemekteler. Bölgedeki
siyasi manevralar daha çok bu alanda yoğunlaşmış gözükmektedir.
Avrupa Bölgesi
Bu bölge, askeri ve ekonomik yönden
güçlü olan devletlerin yoğun olmasından dolayı önem kazanıyor.
ABD bu bölgede siyasi ve askeri nüfuz sağlayıp bölge
ülkelerini kontrolde tutarsa dünyanın diğer yerlerinin
nimetlerine de tek başına sahip olabileceğini böylece
dünyanın tek lideri olacağını düşünüyor. Onun için
bölgeye hakim olmak istiyor. Siyasi ve ekonomik rakiplerinin
önünü kesmek, ayaklarına bu bölgede çelme takmak istiyor.
Bu bölgedeki mücadelenin tezahür ettiği
yer Balkanlardır. ABD, Balkanların jeolojik ve demografik
yapısını bu hedefi doğrultusunda kullanmak istiyor. Zira
Balkanlar, Avrupa’nın yumuşak karnıdır. Onun için ABD,
karışıklıklar çıkartarak Avrupa’yı burada bunaltmak
istemektedir. Ayrıca balkanlarda bir askeri üs kurmayı da
hedeflemektedir. Böylelikle hem Avrupa’yı hem Rusya’yı
hem de Türkiye’yi kontrolde tutmayı hedeflemektedir.
Bosna-Hersek, Kosova meseleleri de buradaki siyasi mücadelenin
manevralarıdır.
Afrika Bölgesi
Bu bölgedeki siyasi mücadele daha çok
Kuzey-Afrika’da, Doğu-Afrika’da ve Güney-Afrika’da
olmaktadır. Bölgenin zengin hammadde kaynakları hedef görülmektedir.
Cezayir’deki olaylar, Eritre, Ethopya, Somalı, Sudan,
Habeşistan, Nijerya gibi ülkelerdeki olaylar bu mücadelenin
tezahürleridir.
Dünya genelinde siyasi durum ana hatları
ile böyledir
TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI
Türkiye-ABD İlişkileri
Soğuk ve mücadele şeklindedir. Türkiye’nin
takındığı tavır, ABD’nin Ortadoğu, Orta Asya, Kıbrıs
ve Balkanlar’daki siyasi hedeflerine ters düşmektedir. Onun
için T.C.-ABD ilişkilerinin iyi olduğu söylenemez. ABD,
Türkiye’yi dışarıdan Ermenistan-Suriye-Yunanistan-İran
çemberinde dış savaş tehditleri ile sıkıştırmaktadır.
İçeriden de çeteler ve iç savaş tehdidi ile
sıkıştırmaktadır.
Türkiye-AB İlişkileri
AB, Türkiye’yi üye olarak bünyesine
almak istemiyor. Bunun nedeni, din ve ekonomik durumu yanısıra
Türkiye’nin jeopolitik konumundan kaynaklanan sorunlardır. Türkiye-Suriye
arası ihtilaflar. Türkiye-İran arası ihtilaflar. Türkiye-Ermenistan
arası ihtilaflar. Türkiye-Yunanistan arası ihtilaflar. AB bu
sorunları bünyesine taşımak istemiyor. Aksi halde kendisinin
çözülebileceğinden çekiniyor. Ancak Türkiye ile sıkı
stratejik işbirliği içinde olmayı istiyor. Türkiye’yi
kendi siyasi hedeflerinde tampon bölge, uç karakolu ya da
atlama tahtası olarak kullanmak istemektedir. Türkiye ise, “mademki
beni AB’nin ekonomik imkanlarından mahrum ediyorsunuz o zaman
ben de yönümü Orta Asya’ya ve Uzakdoğu’ya yöneltirim”
tehdidinde bulunuyor.
AB devletleri bu tehdit karşısında Türkiye’yi
parçalamakla tehdit ediyorlar. Kürt kartı, Ermeni kartı,
Pontus soy kırımı kartı, bu tehditler esnasında gösterilmektedir.
Türkiye’ye sanki şöyle denilmektedir: “Sen kim
oluyorsun. Seni biz icat ettik. Harcını biz kardık.
Çimentonu biz verdik. Onu çözeriz, sen de yok olursun.
Küstahlık etme. Bizden kopuk siyaset takip edemezsin. Kıblen
Batı’dır. Başka yerlere yönelemezsin.” Evet Avrupa
Birliği ülkelerinin bu mesajını T.C. yöneticileri
almaktalar… İki arada bir derede kalmaktalar. ABD’nin
baskısından kaçayım derken İsrail’e sığındı. İsrail’le
flört ederken AB abileri tokatlamaya başladı.. Şu anda T.C.
dış politikasının başı dönmüş durumdadır.
T.C.-Rusya İlişkileri
Türkiye, Rusya ile şu ortamda karşı
karşıya gelmek istemiyor. Onun için Orta Asya ülkeleri ile
ilişkilerinde bunu göz önünde bulunduruyor. Çünkü Rusya,
Orta Asya ülkelerinden vazgeçmiş değil. Onların ekonomik külfetleri
altına girmek istemiyor, ancak oralara siyasi ve askeri olarak
girmek isteyenlere de diş gösteriyor. Bölgede ekonomik
faaliyetleri serbest bırakmıştır. Onun için Türkiye bölge
ülkeleri ile ilişkilerini ekonomik ve kültürel boyutta
tutuyor. Petrol ve doğal gaz boru hatlarında da pay edinmeye
çalışıyor. Fakat bazen burada Rusya ile karşı karşıya
gelebiliyor. Bu durumda Rusya da Türkiye’ye Ermenistan ve
Kürt sorunu kartlarını gösteriyor.
Ayrıca Rusya, Çanakkale ve İstanbul
boğazlarından geçiş serbestliğini tanıyan Lozan ve Montrö
anlaşmalarından kaynaklanan haklarına büyük önem veriyor.
Buna bağlı olarak da Kıbrıs’ta askeri bir varlık
bulundurmak istiyor. S-300 füzelerinin Kıbrıs Rus kesimine
yerleştirilmesi meselesi de bundan kaynaklanıyor. Çünkü bu
füzeleri yerleştirmeyi, kullanılmasını öğretmeyi ve
saldırılardan korumayı Rusya üstlenmektedir. Tabii ki bu,
Rusların adada askeri varlık bulundurması demektir. Kıbrıs
Rum kesiminde şu anda 30 bine yakın Rus’un göçmen olarak,
mafya çalışmalarında bulunmak için adada bulunduğu söylenmektedir.
Türkiye ise Rusya’nın bu çıkışlarını
yumuşatmak için silah alımı hususunda ona cazip teklifler götürmektedir.
Türkiye Genelkurmay Başkanı Hakkı Karadayı’nın Moskova
ziyareti bu maksatlıdır. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın
Ukrayna ve Kırım ziyareti ise, Rusya’ya, “Ermeni ve Kürt
kartında ısrar edersen ben de bu Kırım v.b. kartlara baş
vurmak zorunda kalırım” mesajını vermeye yöneliktir.
T.C.-İsrail İlişkileri
Türkiye-İsrail-Ürdün ekseninde askeri,
ekonomik, siyasi, istihbarat ve stratejik boyutlarda devam
etmektedir. İsrail’in öncelikle Ortadoğu’nun belki de en
büyük projesi olan GAP’a (Güneydoğu Anadolu Projesi)
ilgisi çok büyük. Bu proje o bölgeyi (Harran Ovası’nı)
sanki bir gıda deposu haline getirmekte, ekonomik değeri çok
büyük bir projedir. Önümüzdeki yüzyılda gıda ve su sektörünün
stratejik bir sektör haline gelerek dünya siyasetinde büyük
rol alacağı düşünülürse GAP’ın önemi daha da
artmaktadır. İsrail, Türkiye’yi hem arkasına
sığınılacak sütün hem de Orta Asya’ya açılma
politikasında bir atlama tahtası olarak kullanmak istemektedir
ve kullanıyor da. Umarız ki Türkiye, Yahudinin arkasına
sığındığı “taş ve gargad ağacı” konumuna düşmez…
T.C.-Fransa İlişkileri ve Ermeni Meselesi
Son günlerde Türkiye-Fransa arasında
Ermeni meselesinden dolayı soğuk rüzgarlar esmektedir. Aslında
bundan takriben iki ay önce T.C. Cumhurbaşkanı Demirel,
Fransa’ya gittiğinde çok sıcak ilgi görmüştü. Ondan
sonra da Fransa sürekli Türkiye’yi memnun edecek demeçler
vermekteydi. Bunun sebebi; Türkiye’nin, Fransa’dan 2005 yılına
kadar 6-7 milyar Dolar civarında silah alımı konusunda
prensip anlaşması yapmış olmasıydı. Ancak daha sonra Türkiye
Genelkurmay Başkanı H. Karadayı’nın Moskova’ya aynı
silahların alımı ile ilgili görüşmelerde bulunmak için
ziyaret yapacağı gündeme gelince hemen Fransa Meclisinde
Ermeni soykırımını tanıyan yasa tasarısı da
tartışılıp oylanması gündeme getirildi ve sonra da oylandı
ve kabul edildi. Fransa senatosu da 29 Haziran’da onaylarsa bu
bir maddelik yasa yürürlüğe girmiş olacaktır. Buna T.C.
Devleti yetkililerinin tepki göstermelerinin nedeni Osmanlı’ya
iftira yapılmasından kaynaklanan onur meselesi değildir.
Osmanlı’ya olmadık iftiraları, karalamaları, II.
Abdulhamit’e “kızıl sultan” iftirasını hep T.C.
Devleti yetkilileri yapmıştır. Bu açıdan onlarda onur
meselesi yoktur. Tepkilerinin asıl nedeni, böylesi yasaların
doğuracağı hukuki ve siyasi neticelerdir… Fransa Meclisi’nin
onayladığı yasa tasarısı kanunlaşırsa şu zincirleme
hukuki siyasi neticeleri doğurabilir:
1- AB’nin diğer ülkeleri de benzer
yasalar çıkartırlar. Daha sonra AB Parlamentosu ve BM’nin gündemine
taşınır. Bu, Türkiye üzerinde bir siyasi baskı oluşturur.
2- Ermenilerin terör eylemlerine bu
yasalar cesaret verir.
3-Binlerce Ermeni tazminat davaları açarlar.
Bu da Türkiye’nin kaldıramayacağı meblağlara ulaşır.
4-Toprak talebi hakkı doğurur.
Ermenistan’ın bu doğrultudaki faaliyetlerine yasal zemin
hazırlar.
Görüldüğü gibi Ermeni meselesi, hem
Türkiye hem de Orta Asya ülkelerinin başının belası
olacaktır. Avrupa ülkeleri ve Amerika, Ermenistan’ı bölgenin
İsrail’i yapmak istemekteler. Türkiye’yi ve Orta Asya
ülkelerini onunla meşgul edip bölgenin zenginliklerine konmak
istemekteler. Yani İsrail ile Ortadoğu’da yapılanı
Ermenistan ile Orta Asya’da yapmak istemektedirler.
Türkiye-Balkanlar İlişkisi
Türkiye bu bölgedeki gelişmelerin kendi
aleyhine dönüşmemesini sağlamaya çalışmaktadır. ABD’nin
bölgeye askeri olarak girmesini engellemek için “Balkan
Ülkeleri Barış Gücü” formülünü hayata geçirmeye
çalışmaktadır.
Türkiye-Kıbrıs Sorunu
Kıbrıs’ın stratejik önemi, üzerindeki
siyasi kavganın daha da yoğunlaşmasına sebep olmaktadır.
ABD şu ana kadar Kıbrıs’ta askeri bir varlık
oluşturamadı. Adadan İngiliz üslerinin ve Türk askeri varlığının
atılmasında fiili bir netice elde edemedi. Bu hedefi için
koyduğu planlarını hayata geçiremedi. Ancak ABD bu alanda
sadece şunu elde etti: Kıbrıs sorununda taraf haline geldi.
Öyle oldu ki sanki ABD’nin katılmadığı bir toplantı düşünülemez
oldu.. Halbuki ABD’nin orada hukuki ve fiili hiç bir bağlantısı
yoktur. Kıbrıs’ta hem Türk kesimi lideri Denktaş hem de
Rum kesimi lideri Klerides ve ekibi İngiltere politikalarından
vazgeçmiyorlar. Onun için ABD, Kıbrıs özel temsilcisi
Hoolbroek temaslarında sürekli başarısız kaldı. Sanki
dışlandı… Son günlerde Kıbrıs’a Rusların da ilgisi
arttı. Ruslar Kıbrıs’a eskiden beri bölge siyasetleri açısından
önem verirler. Nitekim S-300 füzelerinin Rumlara verilmesi
olayı Rusları da Kıbrıs sorununun sanki bir başka tarafı
haline getirdi… Anlaşılan önümüzdeki aylarda Kıbrıs’ta
sular ısınacağa benziyor.
Türkiye dış politikası da bu çerçevede
devam etmektedir.
TÜRKİYE’DE İÇ POLİTİK DURUM
1-Türkiye’de iç politik durum da
dünyadaki politik duruma göre şekillenmektedir. Daha doğrusu
dış politika iç politikayı şekillendirmektedir. Bu
çerçevede Türkiye’de iktidar oyunu ve mücadelesi bitmiş
değildir. Taraflardan birisi “Derin Devlet” ya da “Zinde
Güçler”dir. Diğeri ise “çeteler” diye bilinen ABD
güdümlü çevrelerdir.
- Derin devlet, yani iktidarı,
T.C. Devleti’nin güç odaklarını –ki bunun başında ordu
gelmektedir- ellerinde tutan zümredir. Bunlar siyasi
hegemonyalarını sürdürmek ve güvence altına almak için
devletin anayasal olarak yeniden yapılanmasını
istemektedirler. Yapmak istedikleri şunlardır:
a-)Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği’nin şu andaki işlevsel konumuna anayasal statü
kazandırmak. Zira bugün devletin bütün kurumları MGK Genel
Sekreterliği’nin denetimi altındadır. Ancak bu fiili durum
anayasal değildir.
b-)Emniyet Teşkilatını, polis-özel
tim ve istihbarat birimleri ile tamamen orduya bağlamak. Zira
şu anda bu teşkilatı tamamen kendi kontrollerinde görmüyorlar.
Ve kendileri için muhtemel bir silahlı tehdit olarak görmekteler.
Nitekim geçen aylarda polisin ve özel timin elinden ağır
silahları almak için uğraştılar. Ancak halen muvaffak
olamadılar.
c-)Siyasi yapılanmayı dağıtıp, kendi
kontrollerinde sağda bir merkez parti, solda bir merkez parti
kurmaya çalışmak. Böylelikle parlamentonun bazı konularda
kendi istekleri doğrultusunda istikrarla işlemesini sağlamak.
d-)Yönetim sisteminde kontrollü yarı
başkanlık sistemine geçmek. Böylelikle yönetimde istikrarı
gerçekleştirmek.
e-)Finans ve ekonomi sektörünü de
Milli Güvenlik doktrini kapsamına almak.
Ancak bu hedefler mevcut anayasanın
değişmesini gerektirmektedir. Bu parlamento da bu doğrultuda
bu anayasayı değiştiremez. Onun için “28 Şubat süreci”
diyerek darbe tehdidi gündemde canlı tutulmaktadır. Bu
hedeflerini gerçekleştirmek için belirli işler planlanmış
ve takvime de bağlanmış gözüküyordu. Fakat hem içeride
çeteler denilen zümrenin manevraları, hem de derin devletin içinde
Alevi-Alevi olmayan (dönmeler) arasındaki iktidar mücadelesi
çatlaklığı onların planlarının uygulanmasını
geciktirmektedir. “Derin devletin” içindeki çatlaklığı
dondurabilirlerse planlarını uygulamaya çalışacaklar. Bu
çatlaklığın tezahürleri şunlardır:
-CHP kurultaylarında alevi-alevi olmayanlar
arasında mücadeleler.
-Atatürkçü Düşünce Dernekleri (ADD)
yönetiminde aynı çizgideki mücadeleler.
-Alevilere cemevleri ve vakıflar açıvermek
ve onları memnun edecek demeçler vermek.
-Kulislerde alevi-alevi olmayan çatlaklığı
hakkındaki sözlerin söylentilerin çoğalması
-Başbakanın, “birileri iktidar mücadelesinde
irticayı kullanmak istiyor” demesi.
Belki boyutları abartılıyordur, fakat
bunun bir gerçek olduğu ortadadır. Sebebi ise iktidar
hırsıdır. İşte bunu bertaraf etmek için “irtica tehdidi”
çok abartılı bir şekilde ileri sürülmektedir. İrtica
tehdidi yaygarası ile önümüzdeki aylarda darbe tehdidinin
dozajını artırarak hem toplum hem de parlamento ve siyasi
partiler iki seçenekle baş başa bırakılmak istenmektedir.
Bu devletteki yeniden yapılanma, ya darbe
ile olacaktır,
-Ya da sivil insiyatif ile olacaktır. Yani
darbe yaparak askerlerin yapacağını “sivil insiyatif”
diyerek sivillere yaptırtmak. Belki de “kurucular meclisi
oluşturup” anayasayı ve reform yasalarını
değiştirmek. Seçim yasalarını da değiştirdikten sonra seçime
gitmek.
Bu durumda darbe tehdidi, demokrasinin kılıcı
gibi sürekli sallanacağa benziyor.
Bunun için de toplumda gerilim meydana
getirmek maksadı ile sürekli zincirleme katliam, bombalı
saldırılar yapılmaktadır. Mevcut parlamentonun itibarı
sarsılmaktadır.
- Çeteler ise, hem parlamento da
hem de devletin kurumlarındaki karşıt faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Mesela; parlamentoda ve siyaset zemininde “demokratlar”
cephesi oluşturmaya çalışmaktalar. Alevi-Sünni, laik-laik
olmayan, Türk-Kürt ayırımları ile toplumsal çatışmalar,
iç kargaşalar çıkartmaya zemin hazırlamaktalar.
- PKK’nın son durumu: ABD
artık PKK kartını yırtmak üzere. Lojistik desteğini
çekti. Sebebi, bu kartın artık kendi lehine hizmet etmez
olduğunu görmesidir. Hatta T.C. Devleti, bu kartı kendi
lehine kullanır oldu. Kuzey Irak’a müdahale etmek ve orada
askeri, siyasi, ekonomik olarak varlık göstermesinin bahanesi
oldu. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da olağanüstü
halin devamını, ordunun bölgedeki uyuşturucu kaçakçılığı
sektörünü ellerine geçirmeyi sağlamaktadır.
2- İslâm ile Mücadele
Tüm dünyada çağdaş tağutlar ve kafir
devletler İslâm’a karşı “topyekün savaş” açmış
durumdalar. Sürekli İslâm’ın siyasi yönüne hücum
edilmektedir. Türkiye’deki laik-Kemalist zümre ve çevreler
de aynı savaşı sürdürmekteler. Çünkü kendi ideolojik
geleceklerini güvencede görmemekteler. İslâm’ı da kendi
siyasi varlıkları açısından en tehlikeli düşman görmekteler.
Bu düşmanlıklarını da şöyle sürdürmekteler:
a-) İslâmî hakikatları saptırmak
- İslâm-Demokrasi sentezi,
Müslümanlar militarizm ile demokrasi arasında
tercihe zorlanmaktalar. Ne yazık ki demokrasi tarafını seçmiş
durumdalar. Demokrasinin kavramları ile kendilerini ifade eder
oldular. Demokrasiyi savunur ve ona davet eder oldular. Bu söylem
ve eylemlerinin de İslâm’a ters düşmediğine inanır
oldular.
- İslâm-Hoşgörü ve Diyalog,
Müslümanlar hoşgörüye davet edilerek
İslâmi tepkiler ve duyguları törpülenmek isteniyor.
Böylece tağutların, kâfirlerin küfür sistemlerine,
uygulamalarına, pisliklerine, zulümlerine, fuhuşlarına,
azgınlıklarına tepki göstermez olacaklar… Çünkü İslâmi
duygu ve tepkilere sahip insanlar mevcut küfür sistemleri
için potansiyel tehlikedirler.
-İslâm’ın siyasetten, yönetim
sisteminden yoksun bir din olduğu telkinleri,
Böylece de mevcut kokuşmuş, köhneleşmiş
laik-liberalist ya da militarist-Kemalist cumhuriyet sistemleri
alternatifsiz kalacak, insanlar onu sineye çekmeye mecbur
olacaklar.
b-) Müslümanları Sindirmek
- Vakıfları, dernekleri kapatılıyor.
- Şirketlerinin mal varlıklarına el
koymakta, gerekirse kapatmakla tehdit etmekteler. Dost Sigorta
A.Ş. yöneticilerini tutuklamaları gibi. KOMBASSAN’ın 300
milyon Dolarına el koymaları gibi.
- MÜSİAD (Müstakil İş Adamları
Derneği) başkanı hakkında dava açtılar. Gerekçesi,
kesintisiz sekiz yıllık eğitim hakkında “Bu kesindinsiz
eğitimdir” demesidir… “Bizim için önemli olan bu
mahkemeler değil, Mahkemi Kübradır” demesinden dolayı
da başka bir dava açılıyor ve MÜSİAD’ın kapatılması
isteniyor.
- İstanbul Büyük Şehir Belediyesi
Başkanı Tayyib Erdoğan hakkında da dava açıldı. “Minareler
mızrak Kubbeler miğfer camiler kışla mü’minler asker”
diye bir şiir okuduğu için. Mahkeme T. Erdoğan’ı suçlu
buldu, 10 ay hapis ve 5 yıl siyasetten men cezası verdi. Dava
şu anda Yargıtayda. Ayrıca T. Erdoğan mahkemedeki ifadesinde
“Referansım İslâm’dır” dediği için hakkında
ayrı bir dava daha açıldı.
-Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı
da Anıtkabiri kastederek, “O törenlere katılmakla içimiz
kan ağlıyor… Müslümanlar bunlara karşı kininizi besleyin…
Türkiye bugün laiktir, fakat yarın laik kalacağını kimse
garanti edemez.” Sözleri nedeni ile hapse atıldı.
-Ankara-Sincan Belediye Başkanı “Kudüs
Günü” gecesi düzenlediği için hapse atıldı.
-Bazı Kur’an kursları kapatıldı.
Çocuklara hafızlık yasaklandı.
Bunun gibi İslâmi sözler, şiirler dahi suç
sayılmaktadır. Ve müslümanlar böylece sindirilmek
istenmektedir. Bu baskı karşısında bir kısmı da sinmiş görünmektedir.
Dinlerinden yırtarak dünyalarını yamamak eğilimine girmiş
görünmektedirler. Bu eğilimden vazgeçilmezse dinlerini de
dünyalarını da kaybedenlerden alacaklar, Allah korusun…
Görüldüğü gibi kafirler
şımarmışlardır, azgınlaşmışlardır. Yeryüzünün her
yerinde at oynatır olmuşlar, her yeri ifsat eder olmuşlar,
her yerde insanları Allah yolundan saptırmak için çalışır
olmuşlar, mahsulü ve nesli yok eder olmuşlardır. Bunun
sebebi, Hakkı hakim ve izhar edecek ve tağuti varlıkları
defedecek “bir grubun” yani Raşidî Hilâfet Devleti’nin
olmayışıdır. Bu durumdan kurtuluş da onu kurmaktadır.
Allahu Teâla’nın şu ikazına kulak verip de bu yolda çalışmaktadır:
“Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı
ile diğerlerini defetmesi olmasaydı, elbette yeryüzü ifsat
olurdu.” (Bakara: 251)
“Onlar, başka değil, sırf ‘Rabbımız
Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış
kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir
kısmı ile defetmeseydi, kesinlikle içlerinde Allah’ın ismi
bol bol anılan mabedler ve mescidler yıkılır giderdi. Allah
kendisine (dinine) yardım edene yardım eder. Hiç şüphesiz
Allah güçlüdür, galiptir.” (Hac: 40)
|