SİYASİ TAHLİL

A. Seyfülislam

   

DÜNYA VE TÜRKİYE’DE SİYASİ DURUM DÜNYADAKİ SİYASİ DURUM

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın 1990’da resmen dağılmasından sonra dünyada devletlerarası siyasi durumda belirgin bir şekilde değişim hasıl oldu. İki kutuplu siyasi durum sona ermişti. Hattı bu yeni durumu büyük devletlerin her biri kendi lehine çevirecek bir “Yeni Dünya Düzeni” kurma gayretiyle istismar etmeye çalışmaktadır. Bu yeni siyasi durumda dünyada siyasi mücadelenin yoğun olarak yapıldığı bölgeler şunlardır:

-Ortadoğu, Orta Asya, Uzakdoğu, Avrupa, Afrika bölgeleri.

Bu bölgelerde dünya çapında mücadele eden devletler ise şunlardır:

Amerika, İngiltere, Fransa

Bu devletler hemen bütün bu bölgelerde her biri ile mücadele etmektedirler. Bunun dışında kalan Rusya, Çin, Almanya gibi devletler ise sadece bölgelerinde etkin güç olma gayretleri içindedirler. Ancak bunların dışında diğer bölge devletleri de kendi bölgelerinde varlıklarını, menfaatlarını koruma ya da etkin olma gayretleri içindedirler. Mesela; Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan, İsrail, Endenozya gibi. Bu devletler bu mücadelelerini ya diğer bölge ülkeleri ile ya da dünya çapında mücadele etmekte olan büyük devletlerden birisiyle değişken işbirlikler ile sürdürmektedirler. Mesela; Ortadoğu’da Türkiye-İsrail işbirliği ve perde arkasından İngiltere ile dirsek temasında bulunmaları gibi.

Ortadoğu Bölgesi

Buradaki siyasi mücadele, bölgenin stratejik noktalarını, başta petrol olmak üzere stratejik maddelerini ele geçirmek maksadı ile yapılmaktadır. Bölge jeostratejik bir öneme haizdir. Avrupa, Asya ve Afrika’nın kesiştiği noktadadır. Süveyş Kanalı, Basra Körfezi, İstanbul ve Çanakkale Boğazları, Kıbrıs ve Golan Tepeleri gibi stratejik noktalara da haizdir. Ayrıca bölge insanı şu anda önemli bir genç tüketim toplumu oluşturduğundan canlı bir pazar özelliğine de haizdir. Sanki dünyanın merkezi gibidir. İslâm’ın beşiğidir. Onun için siyasi mücadele yapan ülkelerin bu bölgeden gafil kalması ya da ondan kendisini müstağni görmesi mümkün değildir. Bu bölgede İngiltere ve ABD’nin kıyasıya bir mücadelesi olmakla birlikte Fransa’nın da ilgisi ve teşebbüsleri vardır.

ABD’nin, bölgedeki Mısır, Sudan, Suudi Arabistan, Suriye, İran üzerinde etkinliği vardır. Bu ülkelerdeki yönetimler, bölgedeki siyasetinde ABD ile işbirliği halindedirler. ABD bölgenin ne petrolü üzerinde ne de stratejik noktaları (Golan Tepeleri, Kıbrıs gibi) üzerinde tam hakimiyet sağlayabilmiş değildir. Hedefi buna ulaşmaktır. Fakat ABD, bölgedeki tutunma noktalarındaki tırnaklarını da kaybetmek üzeredir. Suudi Arabistan’da Suud ailesi içinde iktidar mücadelesi baş göstermiştir. Kral Fahd ve ekibi ABD’nin tırnağı konumundadır, fakat o da yaşlı ve hastadır. Öldüğünde büyük olasılıkla ABD yanlılarının iktidarı kaybedecekleri gözükmektedir. Bu mücadelenin tezahürü en son 1995’de Suudi Arabistan’daki 1995’de ABD askerlerine yönelik bombalı saldırılar olmuştur. Suud ailesindeki İngilizlerle işbirliği içinde olanlar gittikçe iktidara yaklaşmaktadırlar.

Suriye’de de Hafız Esad yaşlı ve hastadır. Ondan sonra da ABD Suriye’deki tırnağını kaybedebilir. Zira Hafız Esad ailesi içinde de iktidar mücadelesi vardır. Bu mücadelede Hafız Esad karşıtı olan kesimlerin İngiltere ve Fransa ile işbirliği içinde oldukları sanılmaktadır.

Tabii ki bu bölgede ABD-İngiltere-Fransa’nın aralarındaki iktidar mücadelesi dışında bir de bölge insanının yani müslümanların İslâm’ı hakim kılma mücadelesi vardır. Bu mücadelede ABD-İngiltere-Fransa karşı blokta durmaktadırlar.

Bu iki noktada ABD’nin tırnakları sökülürse ABD bölgedeki siyasi mücadeleyi kaybetmiş olacaktır.

İngiltere bölgede ABD’den daha eski-köklü bir nüfuza sahiptir. Körfez ülkeleri, Yemen, Irak, Ürdün, Kıbrıs İngiltere’nin siyasi nüfuzunu koruduğu ülkelerdir. Bölgedeki siyasetinde bu bölgelerdeki kendisine bağlı sadık yöneticileri maşa gibi kullanmaktadır.

Türkiye ve İsrail ise bölgede kendi imkanları ile kendi varlıklarını koruma, kendi ayakları üzerinde durabilme hedeflerine ulaşabilmek, büyük devletlerin bölgedeki mücadeleleri esnasında ayak altında kalmamak mücadelesi vermekteler. Bunu da aralarında işbirliği ile yapmaktalar. ABD’nin kendi üzerlerindeki baskısını bertaraf etmek için Türkiye ve İsrail aralarında askeri, siyasi, ekonomik, stratejik alanlarda kapsamlı bir işbirliğine girdiler. Birbirlerinden güç almak istemekteler. Onların bu işbirliği eğilimi İngiltere’nin de işine geldiği için İngiltere de Ürdün vasıtası ile bu eksene destek vermeye başladı. Türkiye-İsrail-Ürdün ekseni tabii ki ABD’nin bölgedeki özellikle Golan Tepeleri, Körfez Bölgesi ve Kuzey Irak’daki siyasi manevralarını boşa çıkarmaktadır. Golan Tepelerinini elde etme manevraları olarak görülen “İsrail-Filistin, İsrail-Suriye arası barış görüşmelerinde” ABD gittikçe dışlanma aşamasına gelmiştir. Nitekim geçen ayın başlarında ABD’nin hükümet sözcüleri resmen “ABD barış görüşmelerinde diplomatik yollardan ümidini kesmek üzeredir” şeklinde açıklamalar yapmışlardır. Diğer taraftan İngiltere bölgede daha aktif bir konuma gelmektedir. İsrail Başbakanı Natenyahu da 4 Mayıs’da Londra’daki Arafat-Natenyahu görüşmelerinde gözlemci olarak katılan ABD dışişleri bakanı Albright’in müdahaleleri üzerine: “İsrail ABD’nin baskı ve dayatmaları ile barış yapmayacaktır” diyerek ABD’ye karşı sert bir tavır almıştır. ABD ise bu durum karşısında gittikçe hırçınlaşmakta ve Türkiye-İsrail-Ürdün ekseni etrafında çember oluşturup daraltmaya böylece bu ekseni parçalamaya çalışmaktadır. Onun için Mısır-Suriye-İran-Suudi Arabistan-Sudan çizgisini askeri ve siyasi blok haline getirmeye çalışmaktadır. Bu ülkeler arasındaki askeri, siyasi ekonomik işbirliği görüşmeleri trafiğinin yoğunlaşması da gözden kaçmamaktadır.

Ortadoğuda kafir devletlerin aralarındaki siyasi mücadele bitmemiştir ve bitmez de. Ancak Raşidî Hilâfet Devleti kurulup onların bölgedeki tırnaklarını söküp atınca bu sömürge mücadelesi sona erer. Mücadele kafirlerle müslümanlar arasında olur.

Orta Asya Bölgesi

Dünyada siyasi mücadelenin en yoğun olduğu diğer bölge de Orta Asya’dır. Tabii “Ortaasya tabiri” sadece coğrafi bir tabir değildir. Siyasi bir tabirdir. Bu tabirin içinde Kafkasya da vardır. Önemi öncelikle zengin petrol, doğal gaz, uranyum, altın, maden yataklarının olmasından kaynaklanıyor. Önümüzdeki dönemde bu zenginlikleri ele geçirme mücadelesi iyice kızışacağa benziyor. Bölgeye ABD, İngiltere, Fransa girmeye çalışmaktadır. Ancak Rusya her ne kadar dünya çapında siyasi mücadeleden çekilmiş olsa da bu bölgeyi kendi bölgesi “arka bahçesi” olarak görmekte, “Askeri-Ekonomik-enerji-Güvenlik Doktrini’nin” kapsamında değerlendirmektedir. Bu ülkeler de Rusya’yı hesaba katmadan bölgede bir şey yapamayacaklarının bilincinde hareket etmekteler. Bölgede ayrıca Çin, Türkiye, İran, Pakistan da bulunmakta. Bu ülkeler de bölgenin o zenginliklerine ilgi duymaktalar. Şu anda mücadele, petrol ve doğalgaz boru hatları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Rusya bunların üretimi hususunda fazla külfet altına girmemektedir. Aslında girememektedir. Zira bu iş ekonomik güce dayanır. Ancak kim üretirse üretsin, üretilen ürün tüketiciye taşınacaktır. İşte Rusya bu alanda etkin olup vanaları ve muslukları elinde tutmak istemektedir. Petrolün de doğal gazın da taşımacılığının, boru hatlarının kendi kontrollünde olmasını istemektedir. Diğer ülkeler de tabii bu alanda kendilerinin etkin olmasını istemekteler. Bölgedeki siyasi manevralar daha çok bu alanda yoğunlaşmış gözükmektedir.

Avrupa Bölgesi

Bu bölge, askeri ve ekonomik yönden güçlü olan devletlerin yoğun olmasından dolayı önem kazanıyor. ABD bu bölgede siyasi ve askeri nüfuz sağlayıp bölge ülkelerini kontrolde tutarsa dünyanın diğer yerlerinin nimetlerine de tek başına sahip olabileceğini böylece dünyanın tek lideri olacağını düşünüyor. Onun için bölgeye hakim olmak istiyor. Siyasi ve ekonomik rakiplerinin önünü kesmek, ayaklarına bu bölgede çelme takmak istiyor.

Bu bölgedeki mücadelenin tezahür ettiği yer Balkanlardır. ABD, Balkanların jeolojik ve demografik yapısını bu hedefi doğrultusunda kullanmak istiyor. Zira Balkanlar, Avrupa’nın yumuşak karnıdır. Onun için ABD, karışıklıklar çıkartarak Avrupa’yı burada bunaltmak istemektedir. Ayrıca balkanlarda bir askeri üs kurmayı da hedeflemektedir. Böylelikle hem Avrupa’yı hem Rusya’yı hem de Türkiye’yi kontrolde tutmayı hedeflemektedir. Bosna-Hersek, Kosova meseleleri de buradaki siyasi mücadelenin manevralarıdır.

Afrika Bölgesi

Bu bölgedeki siyasi mücadele daha çok Kuzey-Afrika’da, Doğu-Afrika’da ve Güney-Afrika’da olmaktadır. Bölgenin zengin hammadde kaynakları hedef görülmektedir. Cezayir’deki olaylar, Eritre, Ethopya, Somalı, Sudan, Habeşistan, Nijerya gibi ülkelerdeki olaylar bu mücadelenin tezahürleridir.

Dünya genelinde siyasi durum ana hatları ile böyledir

TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI

Türkiye-ABD İlişkileri

Soğuk ve mücadele şeklindedir. Türkiye’nin takındığı tavır, ABD’nin Ortadoğu, Orta Asya, Kıbrıs ve Balkanlar’daki siyasi hedeflerine ters düşmektedir. Onun için T.C.-ABD ilişkilerinin iyi olduğu söylenemez. ABD, Türkiye’yi dışarıdan Ermenistan-Suriye-Yunanistan-İran çemberinde dış savaş tehditleri ile sıkıştırmaktadır. İçeriden de çeteler ve iç savaş tehdidi ile sıkıştırmaktadır.

Türkiye-AB İlişkileri

AB, Türkiye’yi üye olarak bünyesine almak istemiyor. Bunun nedeni, din ve ekonomik durumu yanısıra Türkiye’nin jeopolitik konumundan kaynaklanan sorunlardır. Türkiye-Suriye arası ihtilaflar. Türkiye-İran arası ihtilaflar. Türkiye-Ermenistan arası ihtilaflar. Türkiye-Yunanistan arası ihtilaflar. AB bu sorunları bünyesine taşımak istemiyor. Aksi halde kendisinin çözülebileceğinden çekiniyor. Ancak Türkiye ile sıkı stratejik işbirliği içinde olmayı istiyor. Türkiye’yi kendi siyasi hedeflerinde tampon bölge, uç karakolu ya da atlama tahtası olarak kullanmak istemektedir. Türkiye ise, “mademki beni AB’nin ekonomik imkanlarından mahrum ediyorsunuz o zaman ben de yönümü Orta Asya’ya ve Uzakdoğu’ya yöneltirim” tehdidinde bulunuyor.

AB devletleri bu tehdit karşısında Türkiye’yi parçalamakla tehdit ediyorlar. Kürt kartı, Ermeni kartı, Pontus soy kırımı kartı, bu tehditler esnasında gösterilmektedir. Türkiye’ye sanki şöyle denilmektedir: “Sen kim oluyorsun. Seni biz icat ettik. Harcını biz kardık. Çimentonu biz verdik. Onu çözeriz, sen de yok olursun. Küstahlık etme. Bizden kopuk siyaset takip edemezsin. Kıblen Batı’dır. Başka yerlere yönelemezsin.” Evet Avrupa Birliği ülkelerinin bu mesajını T.C. yöneticileri almaktalar… İki arada bir derede kalmaktalar. ABD’nin baskısından kaçayım derken İsrail’e sığındı. İsrail’le flört ederken AB abileri tokatlamaya başladı.. Şu anda T.C. dış politikasının başı dönmüş durumdadır.

T.C.-Rusya İlişkileri

Türkiye, Rusya ile şu ortamda karşı karşıya gelmek istemiyor. Onun için Orta Asya ülkeleri ile ilişkilerinde bunu göz önünde bulunduruyor. Çünkü Rusya, Orta Asya ülkelerinden vazgeçmiş değil. Onların ekonomik külfetleri altına girmek istemiyor, ancak oralara siyasi ve askeri olarak girmek isteyenlere de diş gösteriyor. Bölgede ekonomik faaliyetleri serbest bırakmıştır. Onun için Türkiye bölge ülkeleri ile ilişkilerini ekonomik ve kültürel boyutta tutuyor. Petrol ve doğal gaz boru hatlarında da pay edinmeye çalışıyor. Fakat bazen burada Rusya ile karşı karşıya gelebiliyor. Bu durumda Rusya da Türkiye’ye Ermenistan ve Kürt sorunu kartlarını gösteriyor.

Ayrıca Rusya, Çanakkale ve İstanbul boğazlarından geçiş serbestliğini tanıyan Lozan ve Montrö anlaşmalarından kaynaklanan haklarına büyük önem veriyor. Buna bağlı olarak da Kıbrıs’ta askeri bir varlık bulundurmak istiyor. S-300 füzelerinin Kıbrıs Rus kesimine yerleştirilmesi meselesi de bundan kaynaklanıyor. Çünkü bu füzeleri yerleştirmeyi, kullanılmasını öğretmeyi ve saldırılardan korumayı Rusya üstlenmektedir. Tabii ki bu, Rusların adada askeri varlık bulundurması demektir. Kıbrıs Rum kesiminde şu anda 30 bine yakın Rus’un göçmen olarak, mafya çalışmalarında bulunmak için adada bulunduğu söylenmektedir.

Türkiye ise Rusya’nın bu çıkışlarını yumuşatmak için silah alımı hususunda ona cazip teklifler götürmektedir. Türkiye Genelkurmay Başkanı Hakkı Karadayı’nın Moskova ziyareti bu maksatlıdır. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Ukrayna ve Kırım ziyareti ise, Rusya’ya, “Ermeni ve Kürt kartında ısrar edersen ben de bu Kırım v.b. kartlara baş vurmak zorunda kalırım” mesajını vermeye yöneliktir.

T.C.-İsrail İlişkileri

Türkiye-İsrail-Ürdün ekseninde askeri, ekonomik, siyasi, istihbarat ve stratejik boyutlarda devam etmektedir. İsrail’in öncelikle Ortadoğu’nun belki de en büyük projesi olan GAP’a (Güneydoğu Anadolu Projesi) ilgisi çok büyük. Bu proje o bölgeyi (Harran Ovası’nı) sanki bir gıda deposu haline getirmekte, ekonomik değeri çok büyük bir projedir. Önümüzdeki yüzyılda gıda ve su sektörünün stratejik bir sektör haline gelerek dünya siyasetinde büyük rol alacağı düşünülürse GAP’ın önemi daha da artmaktadır. İsrail, Türkiye’yi hem arkasına sığınılacak sütün hem de Orta Asya’ya açılma politikasında bir atlama tahtası olarak kullanmak istemektedir ve kullanıyor da. Umarız ki Türkiye, Yahudinin arkasına sığındığı “taş ve gargad ağacı” konumuna düşmez…

T.C.-Fransa İlişkileri ve Ermeni Meselesi

Son günlerde Türkiye-Fransa arasında Ermeni meselesinden dolayı soğuk rüzgarlar esmektedir. Aslında bundan takriben iki ay önce T.C. Cumhurbaşkanı Demirel, Fransa’ya gittiğinde çok sıcak ilgi görmüştü. Ondan sonra da Fransa sürekli Türkiye’yi memnun edecek demeçler vermekteydi. Bunun sebebi; Türkiye’nin, Fransa’dan 2005 yılına kadar 6-7 milyar Dolar civarında silah alımı konusunda prensip anlaşması yapmış olmasıydı. Ancak daha sonra Türkiye Genelkurmay Başkanı H. Karadayı’nın Moskova’ya aynı silahların alımı ile ilgili görüşmelerde bulunmak için ziyaret yapacağı gündeme gelince hemen Fransa Meclisinde Ermeni soykırımını tanıyan yasa tasarısı da tartışılıp oylanması gündeme getirildi ve sonra da oylandı ve kabul edildi. Fransa senatosu da 29 Haziran’da onaylarsa bu bir maddelik yasa yürürlüğe girmiş olacaktır. Buna T.C. Devleti yetkililerinin tepki göstermelerinin nedeni Osmanlı’ya iftira yapılmasından kaynaklanan onur meselesi değildir. Osmanlı’ya olmadık iftiraları, karalamaları, II. Abdulhamit’e “kızıl sultan” iftirasını hep T.C. Devleti yetkilileri yapmıştır. Bu açıdan onlarda onur meselesi yoktur. Tepkilerinin asıl nedeni, böylesi yasaların doğuracağı hukuki ve siyasi neticelerdir… Fransa Meclisi’nin onayladığı yasa tasarısı kanunlaşırsa şu zincirleme hukuki siyasi neticeleri doğurabilir:

1- AB’nin diğer ülkeleri de benzer yasalar çıkartırlar. Daha sonra AB Parlamentosu ve BM’nin gündemine taşınır. Bu, Türkiye üzerinde bir siyasi baskı oluşturur.

2- Ermenilerin terör eylemlerine bu yasalar cesaret verir.

3-Binlerce Ermeni tazminat davaları açarlar. Bu da Türkiye’nin kaldıramayacağı meblağlara ulaşır.

4-Toprak talebi hakkı doğurur. Ermenistan’ın bu doğrultudaki faaliyetlerine yasal zemin hazırlar.

Görüldüğü gibi Ermeni meselesi, hem Türkiye hem de Orta Asya ülkelerinin başının belası olacaktır. Avrupa ülkeleri ve Amerika, Ermenistan’ı bölgenin İsrail’i yapmak istemekteler. Türkiye’yi ve Orta Asya ülkelerini onunla meşgul edip bölgenin zenginliklerine konmak istemekteler. Yani İsrail ile Ortadoğu’da yapılanı Ermenistan ile Orta Asya’da yapmak istemektedirler.

Türkiye-Balkanlar İlişkisi

Türkiye bu bölgedeki gelişmelerin kendi aleyhine dönüşmemesini sağlamaya çalışmaktadır. ABD’nin bölgeye askeri olarak girmesini engellemek için “Balkan Ülkeleri Barış Gücü” formülünü hayata geçirmeye çalışmaktadır.

Türkiye-Kıbrıs Sorunu

Kıbrıs’ın stratejik önemi, üzerindeki siyasi kavganın daha da yoğunlaşmasına sebep olmaktadır. ABD şu ana kadar Kıbrıs’ta askeri bir varlık oluşturamadı. Adadan İngiliz üslerinin ve Türk askeri varlığının atılmasında fiili bir netice elde edemedi. Bu hedefi için koyduğu planlarını hayata geçiremedi. Ancak ABD bu alanda sadece şunu elde etti: Kıbrıs sorununda taraf haline geldi. Öyle oldu ki sanki ABD’nin katılmadığı bir toplantı düşünülemez oldu.. Halbuki ABD’nin orada hukuki ve fiili hiç bir bağlantısı yoktur. Kıbrıs’ta hem Türk kesimi lideri Denktaş hem de Rum kesimi lideri Klerides ve ekibi İngiltere politikalarından vazgeçmiyorlar. Onun için ABD, Kıbrıs özel temsilcisi Hoolbroek temaslarında sürekli başarısız kaldı. Sanki dışlandı… Son günlerde Kıbrıs’a Rusların da ilgisi arttı. Ruslar Kıbrıs’a eskiden beri bölge siyasetleri açısından önem verirler. Nitekim S-300 füzelerinin Rumlara verilmesi olayı Rusları da Kıbrıs sorununun sanki bir başka tarafı haline getirdi… Anlaşılan önümüzdeki aylarda Kıbrıs’ta sular ısınacağa benziyor.

Türkiye dış politikası da bu çerçevede devam etmektedir.

TÜRKİYE’DE İÇ POLİTİK DURUM

1-Türkiye’de iç politik durum da dünyadaki politik duruma göre şekillenmektedir. Daha doğrusu dış politika iç politikayı şekillendirmektedir. Bu çerçevede Türkiye’de iktidar oyunu ve mücadelesi bitmiş değildir. Taraflardan birisi “Derin Devlet” ya da “Zinde Güçler”dir. Diğeri ise “çeteler” diye bilinen ABD güdümlü çevrelerdir.

- Derin devlet, yani iktidarı, T.C. Devleti’nin güç odaklarını –ki bunun başında ordu gelmektedir- ellerinde tutan zümredir. Bunlar siyasi hegemonyalarını sürdürmek ve güvence altına almak için devletin anayasal olarak yeniden yapılanmasını istemektedirler. Yapmak istedikleri şunlardır:

a-)Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nin şu andaki işlevsel konumuna anayasal statü kazandırmak. Zira bugün devletin bütün kurumları MGK Genel Sekreterliği’nin denetimi altındadır. Ancak bu fiili durum anayasal değildir.

b-)Emniyet Teşkilatını, polis-özel tim ve istihbarat birimleri ile tamamen orduya bağlamak. Zira şu anda bu teşkilatı tamamen kendi kontrollerinde görmüyorlar. Ve kendileri için muhtemel bir silahlı tehdit olarak görmekteler. Nitekim geçen aylarda polisin ve özel timin elinden ağır silahları almak için uğraştılar. Ancak halen muvaffak olamadılar.

c-)Siyasi yapılanmayı dağıtıp, kendi kontrollerinde sağda bir merkez parti, solda bir merkez parti kurmaya çalışmak. Böylelikle parlamentonun bazı konularda kendi istekleri doğrultusunda istikrarla işlemesini sağlamak.

d-)Yönetim sisteminde kontrollü yarı başkanlık sistemine geçmek. Böylelikle yönetimde istikrarı gerçekleştirmek.

e-)Finans ve ekonomi sektörünü de Milli Güvenlik doktrini kapsamına almak.

Ancak bu hedefler mevcut anayasanın değişmesini gerektirmektedir. Bu parlamento da bu doğrultuda bu anayasayı değiştiremez. Onun için “28 Şubat süreci” diyerek darbe tehdidi gündemde canlı tutulmaktadır. Bu hedeflerini gerçekleştirmek için belirli işler planlanmış ve takvime de bağlanmış gözüküyordu. Fakat hem içeride çeteler denilen zümrenin manevraları, hem de derin devletin içinde Alevi-Alevi olmayan (dönmeler) arasındaki iktidar mücadelesi çatlaklığı onların planlarının uygulanmasını geciktirmektedir. “Derin devletin” içindeki çatlaklığı dondurabilirlerse planlarını uygulamaya çalışacaklar. Bu çatlaklığın tezahürleri şunlardır:

-CHP kurultaylarında alevi-alevi olmayanlar arasında mücadeleler.

-Atatürkçü Düşünce Dernekleri (ADD) yönetiminde aynı çizgideki mücadeleler.

-Alevilere cemevleri ve vakıflar açıvermek ve onları memnun edecek demeçler vermek.

-Kulislerde alevi-alevi olmayan çatlaklığı hakkındaki sözlerin söylentilerin çoğalması

-Başbakanın, “birileri iktidar mücadelesinde irticayı kullanmak istiyor” demesi.

Belki boyutları abartılıyordur, fakat bunun bir gerçek olduğu ortadadır. Sebebi ise iktidar hırsıdır. İşte bunu bertaraf etmek için “irtica tehdidi” çok abartılı bir şekilde ileri sürülmektedir. İrtica tehdidi yaygarası ile önümüzdeki aylarda darbe tehdidinin dozajını artırarak hem toplum hem de parlamento ve siyasi partiler iki seçenekle baş başa bırakılmak istenmektedir.

Bu devletteki yeniden yapılanma, ya darbe ile olacaktır,

-Ya da sivil insiyatif ile olacaktır. Yani darbe yaparak askerlerin yapacağını “sivil insiyatif” diyerek sivillere yaptırtmak. Belki de “kurucular meclisi oluşturup” anayasayı ve reform yasalarını değiştirmek. Seçim yasalarını da değiştirdikten sonra seçime gitmek.

Bu durumda darbe tehdidi, demokrasinin kılıcı gibi sürekli sallanacağa benziyor.

Bunun için de toplumda gerilim meydana getirmek maksadı ile sürekli zincirleme katliam, bombalı saldırılar yapılmaktadır. Mevcut parlamentonun itibarı sarsılmaktadır.

- Çeteler ise, hem parlamento da hem de devletin kurumlarındaki karşıt faaliyetlerini sürdürmektedirler. Mesela; parlamentoda ve siyaset zemininde “demokratlar” cephesi oluşturmaya çalışmaktalar. Alevi-Sünni, laik-laik olmayan, Türk-Kürt ayırımları ile toplumsal çatışmalar, iç kargaşalar çıkartmaya zemin hazırlamaktalar.

- PKK’nın son durumu: ABD artık PKK kartını yırtmak üzere. Lojistik desteğini çekti. Sebebi, bu kartın artık kendi lehine hizmet etmez olduğunu görmesidir. Hatta T.C. Devleti, bu kartı kendi lehine kullanır oldu. Kuzey Irak’a müdahale etmek ve orada askeri, siyasi, ekonomik olarak varlık göstermesinin bahanesi oldu. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da olağanüstü halin devamını, ordunun bölgedeki uyuşturucu kaçakçılığı sektörünü ellerine geçirmeyi sağlamaktadır.

2- İslâm ile Mücadele

Tüm dünyada çağdaş tağutlar ve kafir devletler İslâm’a karşı “topyekün savaş” açmış durumdalar. Sürekli İslâm’ın siyasi yönüne hücum edilmektedir. Türkiye’deki laik-Kemalist zümre ve çevreler de aynı savaşı sürdürmekteler. Çünkü kendi ideolojik geleceklerini güvencede görmemekteler. İslâm’ı da kendi siyasi varlıkları açısından en tehlikeli düşman görmekteler. Bu düşmanlıklarını da şöyle sürdürmekteler:

a-) İslâmî hakikatları saptırmak

- İslâm-Demokrasi sentezi,

Müslümanlar militarizm ile demokrasi arasında tercihe zorlanmaktalar. Ne yazık ki demokrasi tarafını seçmiş durumdalar. Demokrasinin kavramları ile kendilerini ifade eder oldular. Demokrasiyi savunur ve ona davet eder oldular. Bu söylem ve eylemlerinin de İslâm’a ters düşmediğine inanır oldular.

- İslâm-Hoşgörü ve Diyalog,

Müslümanlar hoşgörüye davet edilerek İslâmi tepkiler ve duyguları törpülenmek isteniyor. Böylece tağutların, kâfirlerin küfür sistemlerine, uygulamalarına, pisliklerine, zulümlerine, fuhuşlarına, azgınlıklarına tepki göstermez olacaklar… Çünkü İslâmi duygu ve tepkilere sahip insanlar mevcut küfür sistemleri için potansiyel tehlikedirler.

-İslâm’ın siyasetten, yönetim sisteminden yoksun bir din olduğu telkinleri,

Böylece de mevcut kokuşmuş, köhneleşmiş laik-liberalist ya da militarist-Kemalist cumhuriyet sistemleri alternatifsiz kalacak, insanlar onu sineye çekmeye mecbur olacaklar.

b-) Müslümanları Sindirmek

- Vakıfları, dernekleri kapatılıyor.

- Şirketlerinin mal varlıklarına el koymakta, gerekirse kapatmakla tehdit etmekteler. Dost Sigorta A.Ş. yöneticilerini tutuklamaları gibi. KOMBASSAN’ın 300 milyon Dolarına el koymaları gibi.

- MÜSİAD (Müstakil İş Adamları Derneği) başkanı hakkında dava açtılar. Gerekçesi, kesintisiz sekiz yıllık eğitim hakkında “Bu kesindinsiz eğitimdir” demesidir… “Bizim için önemli olan bu mahkemeler değil, Mahkemi Kübradır” demesinden dolayı da başka bir dava açılıyor ve MÜSİAD’ın kapatılması isteniyor.

- İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Başkanı Tayyib Erdoğan hakkında da dava açıldı. “Minareler mızrak Kubbeler miğfer camiler kışla mü’minler asker” diye bir şiir okuduğu için. Mahkeme T. Erdoğan’ı suçlu buldu, 10 ay hapis ve 5 yıl siyasetten men cezası verdi. Dava şu anda Yargıtayda. Ayrıca T. Erdoğan mahkemedeki ifadesinde “Referansım İslâm’dır” dediği için hakkında ayrı bir dava daha açıldı.

-Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı da Anıtkabiri kastederek, “O törenlere katılmakla içimiz kan ağlıyor… Müslümanlar bunlara karşı kininizi besleyin… Türkiye bugün laiktir, fakat yarın laik kalacağını kimse garanti edemez.” Sözleri nedeni ile hapse atıldı.

-Ankara-Sincan Belediye Başkanı “Kudüs Günü” gecesi düzenlediği için hapse atıldı.

-Bazı Kur’an kursları kapatıldı. Çocuklara hafızlık yasaklandı.

Bunun gibi İslâmi sözler, şiirler dahi suç sayılmaktadır. Ve müslümanlar böylece sindirilmek istenmektedir. Bu baskı karşısında bir kısmı da sinmiş görünmektedir. Dinlerinden yırtarak dünyalarını yamamak eğilimine girmiş görünmektedirler. Bu eğilimden vazgeçilmezse dinlerini de dünyalarını da kaybedenlerden alacaklar, Allah korusun…

Görüldüğü gibi kafirler şımarmışlardır, azgınlaşmışlardır. Yeryüzünün her yerinde at oynatır olmuşlar, her yeri ifsat eder olmuşlar, her yerde insanları Allah yolundan saptırmak için çalışır olmuşlar, mahsulü ve nesli yok eder olmuşlardır. Bunun sebebi, Hakkı hakim ve izhar edecek ve tağuti varlıkları defedecek “bir grubun” yani Raşidî Hilâfet Devleti’nin olmayışıdır. Bu durumdan kurtuluş da onu kurmaktadır. Allahu Teâla’nın şu ikazına kulak verip de bu yolda çalışmaktadır:

“Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile diğerlerini defetmesi olmasaydı, elbette yeryüzü ifsat olurdu.” (Bakara: 251)

“Onlar, başka değil, sırf ‘Rabbımız Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defetmeseydi, kesinlikle içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan mabedler ve mescidler yıkılır giderdi. Allah kendisine (dinine) yardım edene yardım eder. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir.” (Hac: 40) 

 

Sayı 108...1419-R.Evvel/R.Ahir...1998-Temmuz/Ağustos...Yıl-10

Sayfayı Birine Gönder