Müslümanlar, hayatlarını sarmış olan küfür
sistemleri ve mefhumlarının öylesine kıskacında sıkışıp
kaldılar ki; artık düşünceleri, hayata bakışları,
vakıalara getirdikleri izahları, çözüm arayışları
tamamen onların (batılıların) anlayışları gibi oldu.
İşte bunlardan bir tanesi de adına sempozyumlar düzenlenen
“İslâm ve modernite”dir.
İlk etapta şu soruyu sormak gerekir; müslümanlar
olarak ve de müslüman aydın gözükenler acaba İslâm’ı
ne kadar tanıyor ve tanımaktadır?
Aslında böylesi tartışma ve sempozyumlar
düzenleyenler ve de müslümanların geneli oturup yeniden İslâm’ı
tanımaları gerekir. İslâm’ın neresinde olduklarını bir
gözden geçirmeleri kaçınılmazdır. İman etmiş olmaları
dahi kaypak bir zemin üzerinedir. Derin ve sağlam bir düşünce
sonucu meydana gelmiş değildir. Buna dayalı kaynakları dahi
öğrenip araştırmaktan uzak olan müslümanlar, bu gün
sahabelerin anlayışını yakalamaktan uzak oldukları gibi, müctehid
imamlar dediğimiz kişilerin anlayışını bile yakalamış
değillerdir. Hatta onların çabaları sonucu elde edilen
ictihadî konuları sıhhat derecelerini inceleme konumundan
dahi aciz durumdadırlar.
İşte böyle bir hâl içerisinde iken
müslümanların önüne çıkıp böylesi fikirler ortaya atmak
ne derece sıhhatli olur? Ortaya atılan böylesi fikirler İslâmî
olmadığı gibi, net bir İslâmî fikirle cevap verme
imkânları da şu anda kendilerinde yoktur. Bulanık olan
bu zihinlerin İslâmî anlayış yerine bilerek veya bilmeyerek
küfrün düşünce ve mefhumlarından esinlenmeleri kaçınılmazdır.
Çünkü müslümanların zihinlerinde veya bu iddiayı ortaya
atanların zihinlerinde İslâm netleşmiş değildir. Bu
durumda böylesi fikir ve düşüncelerin arkasında hangi
kastın yattığı kolay kolay ümmet tarafından sezilemez.
İslâm kültürünün düşünce ve mefhum olarak müslümanların
zihinlerine ve hayatlarına yerleşmesini temenni ederek,
modernite konusuna bir nebze olsun değinmek istiyoruz.
Moderniteyi kelime olarak ele alırsak;
kelimenin eşyalarla alakalı olduğunu, son dönem gelişim geçirmiş
eşyanın insan hayatında hizmeti şeklinde tarifi mümkündür.
Yani gelişmiş eşya içerisindeki yaşantı, faydalanma
tarzıdır.
Istılahı manada tarifi olmadığı halde
kelimeye zorunlu olarak bazı ifadeler yüklenmiştir. Modern,
çağdaş, medenî yaşantı deildiğinde devamlı olarak batı
ülkeleri gündeme gelmiştir. Bununla beraber onların modern
yaşantılarından öte kültürel hayatları devreye
girmiştir. Yani modernite çağrışımın batının kültürüyle
eşleşmiş olarak takdim edilmiştir. Diğer türlü olmuş
olsaydı kelime bütün insanlığa mal edilmiş olurdu. En lüks
yaşantıyı süren bir Afrika’lı, batı kültürüne sahip
değilse gerçek anlamda modern bir insan olarak anılmaz. Hatta
batı ülkeleri seviyesinde olan devletler dahi modern, çağdaş
devlet konumunda görülmez. Çin’in Japonya’nın v.b.
ülkelerin durumu gibi. Modernite batının yaşantı
anlayışı ve yaşantı tarzında algılanmış ve kamuoyuna böyle
lanse edilmiştir.
İslâm’da modernite anlayışı da temeli
batı kültürü içerisinde bir anlayışa yönelmedir.
Yani batı ülkeleri bu günkü konumlarını nasıl elde
ettiler ise, İslâm’ı da aynı anlayışla modern bir
yaşantı içerisine çekebilmektir.
Müslümanların böyle bir saplantıya düşmeleri
ise hadaret ve medeniyet arasında gerçek manası ile bir
ayırımı yapamamalarındandır. Oysa ki “hadaret hayat
hakkındaki mefhumların bütünüdür. Medeniyet ise yaşantıda
kullanılan maddi şekillerdir.”
Batı kültürü de bu konuda açık ve net
konuşmadığı gibi modernlik, medeniyet arkasına saklanarak
insanlara kendi hadaretini taşımaktadır.
Eğer bu iddiayı ortaya atanların maksadı
modernliği yakalamak olsa idi İslâm buna bir engel koymuş
değildir. Aksine bunu teşvik etmiştir. Hadaretten (kültürden,
inançtan) doğan medenî ve modern anlayışı reddederken,
ilimden doğan medenî, modern şekilleri reddetmemiştir.
Bunları evrensel görmüştür.
Fakat görüyoruz ki; bu tartışmaların
konusu modernite adı altında İslâm’da yönetim tartışmasına
dönüşmüştür. Modernite adı altında İslâm’ın yönetim
yapısına nasıl bir değişiklik kazandırılabilir çalışmaları
gündeme gelmektedir. Daha açıkcası batı tarzındaki bir din
anlayışının İslâm’da ve müslümanlar üzerinde
deneyimidir. Batı bugünkü konumunu bildiğimiz gibi Rönesans
ile yakalamıştır. Yani bunun esası devlet ile din işlerinin
ayrı, ayrı yürütülmesi, devletin dine, dinin de devlete karışmadığı
lâiklik esasıdır. Yani ruhî cihetin kiliseye verildiği
gibi, İslâm’ı da ancak vicdanlara hapsedilip hayattan
tamamen kopartmaktır. Dünya işlerinde insanların kendilerine
bırakmaktır. Böylece toplum modernite adı altında batıyı
ve onun medeniyetini yakalamış olsun. İşte modernite
anlayışının tezahürleri kısaca bu şekildedir. Yani yeni
bir reformculuğun adıdır.
Şunu iyi bilmek gerekir ki; İslâm’da
böylesi bir zemine asla yer yoktur. İslâm Allah (c.c.)’a
iman esası üzerine dayalıdır. Allah, insan, hayat ve kâinat
için gerektiği şekilde insanların takip edeceği bir nizam
koymuş ve Muhammed (s.a.v.) efendimizi İslâm dini ile
göndermiştir. İslâm akidesi nizamın kökü ve aslıdır.
Hayat hakkındaki bütün tasvirler (nizamlar) oradan kaynaklanır.
Allah (c.c.) ayeti kerimede şöyle
buyuruyor:
“Allah indinde din ancak İslâm’dır”
(Al-i İmran: 19)
Müslümanlar için başka nizamlarda hayat
tarzı aramaya kalkışmak inaçlarıyla asla bağdaşmaz.
Çünkü İslâm kıyamete kadar bakî kalacağı gibi kıyamete
kadar bütün problemlere de hâl çaresi göstermiştir. Bunu
Allah (c.c.) şu ayeti kerimesi ile insanlara bildiriyor:
"…Bu gün sizin dininizi kemâle
erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve size din olarak
İslâm’ı seçtim…" (Maide: 3)
Buna işaret eden başka bir çok deliller
bulmak mümkündür.
Bu gün eğer bir sıkıntı yaşanmakta ise
bunun hal çaresini gayri İslâmî ortamlarda aramak ne derece
doğrudur? İslâm her konuda olduğu gibi bu ve bunun gibi
konularda da açıkca delillerini ortaya koymuştur.
Ne yazık ki; bu gün ümmetin düşmüş
olduğu bu hal küfür sistemleri ve onların temsilcilerine
islam aleminde zemin hazırlamaktadır. Onların fikrî
seviyelerinin düşük oluşu küfrün sistemini gözlerinde
büyütmeye kadar götürmüştür. Oysa ki; yıllardır modern,
çağdaş, maddi seviyeye ulaşacağının türküsünü çağıranlar
kör gibidirler. Yıllardır İslâm alemi bu seviyeye ulaşabilmek
için çalışırken, görmekteyiz ki; bunun tam tersi olmuştur.
Halen İslâm aleminin bütün kaynakları küfür devletleri
tarafından sömürülmektedir. Modernlik yerine ise küfre ait
pislikleri İslâm alemine ve müslümanların zihinlerine
ekilmiştir. Bu gün müslüman olanlar demokrasi, Cumhuriyet,
lâiklik, kapitalizm anlayışını veya onların ürünlerini
taşır hale gelmişlerdir. Oysa bunların hepsi birer
pisliktirler. Toplumu bozdukları gibi, insanları bireysel
yaşam içerisinde, maddiyatçı ve menfaatcı kılmışlardır.
İşte bu günkü Türkiye’nin hali içler
acısıdır. Kendi silahını dahi modernleştirmekten acizdir.
70 küsür senedir batı hayranı olarak yaşadığı halde
batının modern teknolojisini hâlâ yakalayabilmiş değildir.
Hatta o kadar acziyet içerisindedir ki; silahlarını
modernleştirmesi için bütün gizli sırlarını İsrail
yahudisine teslim edecek seviyeye düşmüştür. Bu vakıayı
modernite çağrısı yapanlar görmemekte midirler?
Böylesi bir modernite anlayışından öte
müslümanları yeniden, kendi nizamlarını anlamaya çağırıyoruz.
O öyle bir nizamdır ki; hayatta insanları mesut ettiği gibi
dünya saadetini de sağlamıştır.
Müslümanlara bu günkü kaybettikleri
şahsiyeti yine bu nizam kazandıracaktır.
Öyleyse! Ey Müslümanlar!
Gelin küfür sistemleri içerisinde kalkınma
yerine sizleri hem şerefli ve de sizi yeryüzünde kalkınmaya
taşıyacak olan İslâm nizamına sahip çıkın ve onu hayata
yeniden döndürün ki; hem dünyanız ve hem de ahretiniz
aydınlansın.
|