GENÇLİĞİN KALEMİNDEN

Tahir Doğru

  UMUTSUZLUK VE BEKLENTİ ACİZLİK İŞARETİDİR

Şu anda yeryüzünün tamamında tatbik edilmekte olan nizamlar yetersiz kalmıştır. İnsanlar arsında sıkıntı, kargaşa, fitne ve zulümlere sebep olmuşlardır. Bu nizamların insanlara değişik isimler ve şekillerle yeniden sunularak yeni bir umut kapısı imiş gibi gösterilse de kısa bir süre sonra gerçek çehreleri ortaya çıkmaktadır. Buna rağmen ayakta kalma ve ömürlerini uzatma mücadelesi vermekte olan bu düzenler yeni gelişmelerin peşinde koşturmaktadırlar. Kasıtlı saptır-malarla toplumları zedeleme, insan-ları aşağılama ve alaya almakta-dırlar. Bölgesel dinler, bölgesel demokrasiler, nizamlar arası diyaloglar v.b. bir çok atılımlar içerisinde olup insanları kargaşa içerisine çekerek huzursuz kıldıkları gibi nizam ve devlet üzerine olan ilgiyi değişik yönlere kaydırmaktadırlar.

Bundan dolayıdır ki; insanların fıtratına ters düşen bu nizamlar günümüzde fitnenin kaynağı olmuş-lardır. Bu ise insanlar üzerine umutsuzluk ekmiştir. Demokrasi, komünizm, kapitalizm bunlar hayatta tatbik edilmeye başladığı günden itibaren insanların arasında kargaşa hiç eksilmemiştir. Hatta gün geçtikçe kargaşa daha da artmaktadır.

Kasıtlı saptırmalara gelince; insanların üzerine zoraki hükümran olan nizamlar toplumun taşıdığı inanç ve düşüncelere olanca güçleriyle saldırıda bulunarak rencide ettikleri gibi fasît fikir ve düşünce-leri topluma ekerek oradaki alâkaları, ilişkileri kargaşaya ve huzursuzluğa dönüştürmektedirler. Fikrî seviyenin düşük olması, tabii ki; böylesi toplumlarda kargaşa ve huzursuzluğu yaygın hale getirecek ve de umutsuzluk o toplumda hakim olacaktır. Böylesi toplumlar hedef belirlemede yanılacak, belirledikleri bütün hedefleri düzenin kapısına çıkacaktır. Bu ise boşa giden güç, zaman ve emek olarak onların karşısına yeniden çıkacaktır. Ve öyle bir gün gelip çatacaktır ki; artık insanları bıkkınlık ve umutsuzluk saracaktır. Ve bu hallerine delil arama yoluna gireceklerdir.

Ne yazık ki bu hal bu gün müslümanlar üzerinde hasıl olmuş-tur. Hedefsizce yapılan cabalar neticesinde yorgun düşen müslümanlar bu gün işlerini ileriye havale temektedirler. “Çok zengin olmak gerekir” “Bir yiğit çıkıp bu hale son demeli” “Ancak bu işleri Mehdi düzeltir” “Allah zamanı gelince bu düzenleri ortadan kaldıracak.” “Bu iş için çok güçlü olmak gerekir" gibi cümleler sarf etmektedirler. Hatta bu da yetmiyormuş gibi çalışanların önüne set olarak “Bu iş sana mı kaldı?” “Kaç kişisin ki bu işi başaracaksın” gibi ithamlarla çalışanları frenlemeye yönelmektedirler.

Bu hal, düzenlerin üzerlerindeki baskılarını kabullenmek ve çalışan-lara da bunu onaylatmaktan başka bir şey değildir. Yani açıkcası bu teslimiyettir, acziyettir, düşüklüktür.

Oysa ki, bu hale düşmenin tek sebebi bu günkü düzenlerden medet ummaktan ileri gelmektedir. Bu günkü düzenler tabii ki İslâm’ın önünü örterek insanları ona ulaş-maktan alıkoyacaklardır.

Bunun farkında olmayan müslü-manlar da tabii ki kendilerini, yapılan yanlış siyasî çalışmalar neticesinde umutsuzluk çemberi içerisinde bulacaklardır. Yeniden bir peygamber bekler gibi bir beklentiye saplanacaklardır. Umutlarını gele-ceğe havale edip Mehdinin geleceği günü beklemeye başlayacaklardır.

Geçmişte de bunalan, ezilen, zorbaların karşısında güçsüz kalan toplumlar, çaresizce teslim oluyor ve her zaman bir kurtarıcı bekliyor-lardı. Onlara bu beklentinin karşı-lığı olarak yeni sistemler ve peygamberler gelmiştir. Bu hâl Hz. Muhammed (s.a.v)’e kadar devam etmiştir. Ve onunla bu hâl son bulmuştur. Yani artık umudu tükenen ve bir beklentiye giren toplumlar için yeni bir peygamber ve yeni bir nizam gelecek değildir. Böyle bir beklentiye girmek demek; o toplumun değer yargılarının tükendiğini, hayata bakışının donduğu ve hedeflerinin kaybolduğunu gösterir. Böylesi bir toplum ise her zaman küfür sistemlerinin boyunduruğu altında ezilmeye ve onların güdümünde yönetilmeye maruz ve mahkum kalır.

Oysaki; müslümanlar hayata bakış açılarını İslâmî ölçülere vur-malıdırlar. Beklentilerini zamana bırakmamaları gerekir. Çünkü bütün insanlar için özelde de müslü-manlar için kıyamete kadar bakî kalacak olan İslâm nizamı vardır. Müslümanlar kendi kaynaklarına dönerlerse bunun delillerini göreceklerdir. İslâm nizamının kıyamete kadar bakî kalacağını ve bu nizamın hiç bir şeyi eksik bırakılmadığını Allah (c.c.) şu ayetler ile beyan etmektedir:

“”Kitapta biz hiç bir şeyi eksik bırakmadık."(Enam 38)

"Sana da, insanlara kendilerine indirileni açıklayasın diye Kuran’ı indirdik.” (Nahl 44)

"Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiya 107)

“Hiç şüphesiz zikri (Kuran’ı) biz indirdik, onun koruyucusu da gerçekten biziz." (Hicr 9)

“Hiçşüphesiz din Allah katında İslâm’dır.” (Al-i İmran 19)

“Kim İslam’dan başka din ararsa bu ondan kabul edilmez. O ahirette kayba uğrayanlar-dandır” (Al-i İmran 85)

"Bu gün size dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçtim." (Maide 3)

“Bu benim dosdoğru yolumdur, şu halde ona uyun.” (Enam 153)

Bu konuya işaret eden daha bir çok ayet sıralamak mümkündür. İslâm’ın son din olduğu ve başka bir dinin gelmeyeceğine müslümanlar kesin kanaat getirmeleri gerekir ki diğer nizamlardan vazgeçsinler. Bu nizamın son nizam oluşu hitabın-dan da anlaşılmaktadır. Geçmiş dinler belirli kavimlere gelirken İslâm’ın hitabı bütün insanları hedef almaktadır. Gelecekte dahil olmak üzere hitabını "Ey insanlar!, Ey inananlar! Ve müslümanlar!" olarak ortaya koymuştur.

Şu ayetlerde de bu açıkca görülmektedir:

"Musa’ya biz kitap verdik ve «benden başka vekil edinmeyin» diye onu İsrailoğulları için kılavuz kıldık.” (İsra 2)

Diğer ayetlerde ise:

"Ey insanlar…" (Bakara 168)

"Ey iman edenler…"

"Müslüman oldular diye.." (Hucurat 17)

Bu ve buna benzer delillerden anlaşılıyor ki; artık bir peygamber, Nebi ve kitap gelmeyecektir. Bunu Allah’u Tealâ (c.c.) şu ayetinde belirtmiştir:

“…O Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzab 40)

Resulüllah (s.a.v.) de bir hadisi şerifinde şöyle buyurmaktadır:

“İsrailoğullarını peygamberler yönetmekteydiler. Ne zaman birisi ölürse ardından diğer peygamber gelirdi. Bundan sonra artık peygamber yoktur.” (Müslim)

"Peygamber özel olarak kendi kavmine gönderiliyordu. Ben ise bütün insanlar için gönderildim,"(Buhari)

Bütün bunların neticesinden de anlaşılıyor ki; bir beklentiye saplanmak yanlıştır. İşleri geleceğe devretmek ve bir kurtarıcıyı beklemek büyük bir hatadır.

İslâm dininin son din oluşu, kıyamete kadar sürecek olan bu varlığı kendisindeki bir çok özellikleri beraberinde taşımaktadır. Bu günkü müslümanların üzerine çöken hastalıkların çaresini ve ne yapılması gerektiğini İslâm dini açık ve net bir şekilde beyan etmiştir. Allah (c.c.) Kuran’ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Biz Kuran’da hiç bir şeyi eksik bırakmadık.” (Enam 38)

Bu gün ne yapmaları gerektiğini, müslümanlar kaynaklarına dönerlerse görecekler ve de ufukları açılacaktır. Yine bu şekilde kalma-nın haramlılığını da görmüş olacaklardır.

Şu bir gerçektir ki; İslâm hayata yeniden dönecektir. Bunun gerçek-leşmesi için çalışmak ise bütün müslümanların üzerine bir farzdır.

Peygamber (s.a.v)’den sonra İslâm’ın uygulanmasını halifeler icra etmekte idiler. Hilafet’in kaldırı-lışı ile İslâm hayattan uzaklaştırıldı. Hayata yeniden dönüşünü ise Allah (c.c.) insanların üzerine yükledi. Allah (c.c.) Ayeti Kerimede şöyle buyurmaktadır:

“Sizden hayra davet eden, iyiliği emreden kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. (Al-i İmran-104)

Hadis’i Şerifte Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:

“Kimi cennetin ortası sevindiriyorsa o cennetten ayrılmasın, çünkü şeytan tek kalan kimse ile beraber olup ikisinden uzaktır.” (Er Risale s 474)

Bu ve buna benzer bir çok deliller İslâm’ın hayata yeniden dönüşünün ancak ve ancak İslâm Akidesi üzerine kurulu bir kitle ile mümkün olacağını göstermektedir.

İşte müslümanların üzerine düşen görev bu gün ya böyle bir kitle kurup çalışmak ya da var ise onun saflarına katılmaktır.

Böylesi bir çalışma müslümanın ufkunu açacak, beklentiden kurtulup bir amel içerisine girecek ve de umutsuzluğu üzerinden atacaktır.

Allah (c.c.) kendi yoluna tabi olanları, dinini hakim kılmak isteyenleri, canı malı ile bu yolda hareket edenleri elbetteki mükâfat-landıracaktır. Lütuf Allah’tandır.

"Kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütufta bulun-duğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kişiler ile beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır. (Nisa 69)

 

Sayı 109...1419-C.Evvel/C.Ahir...Eylül/Ekim-1998...Yıl-10

Sayfayı Birine Gönder