ASYA'DA IMF ŞOKU
Güney Kore'de ekonomik kriz yüzünden
günde en az 25 kişinin intihar ettiği açıklandı.
Başsavcılıktan verilen bilgiye göre, bu yılın ilk üç ayında
ülkede 2288 kişi intihar etmiştir. Bu rakamın geçen yılın
aynı dönemine göre %36 daha fazla olduğu belirtildi.
İntiharların tamamının sebebi bilinmemekle beraber büyük
bir bölümünün ekonomik sorunlardan dolayı olduğu
sanılmaktadır. Gazete ve TV kanalları, haberlerinde bu tür
intiharları "IMF İntiharları" olarak
adlandırmaktadır. Savcılık yetkilileri, intiharların
sayısının daha yüksek olduğunu, çünkü intihar eden kişilerin
ölüme giderken çocuklarını da öldürdüklerini
söylemektedir.
Gurur meselesi: Güney Kore'de insanlar iş
hayatındaki başarısızlığı ya da ailelerini geçindirememeyi
gurur meselesi yapmaktadır ve intihar etmekten çekinmiyorlar.
Ekonomik krize giren Güney Kore'nin geçen yıl sonunda
Uluslararası Para Fonu'na başvurmasından sonra binlerce
şirket çökmüş ve işsizlerin sayısı iki katına çıkarak
1.5 milyona yükselmiştir. Bu haberin yorumuna girmeden önce
Allüh'u Teala'nın Kuran'ı Kerim'de kafirlere şu hitabıyla
başlamak istiyoruz. Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır:
Kalblerinde hastalık vardır, Allah
hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söyleye geldikleri
için onlara elem verici azab vardır. Kendilerine: “Yeryüzünde
bozgunculuk yapmayın” dendiği zaman, "Bizler sadece
ıslah edicileriz" derler. İyi bilin ki, asıl bozguncular
kendileridir, lakin farkında değillerdir. (Bakara: 10-12)
Yukarıda ki ayeti kerimelerde de görüldüğü
gibi Allah'u Teala kafirlere hitaben "Yeryüzünde
bozgunculuk yapmayın" diyor. Kafir Amerikanın
elinde olan IMF'nin Güney Kore'ye imzalattığı kararlar Güney
Kore'yi sarstı. Güney Kore Asya krizinden sonra IMF'den 57
milyar dolar kredi almak uğruna IMF'nin bu zulmüne uymuş
oldu. G. Kore'nin hazinesinde sakladığı para en az seviyesine
düşmüş oldu. Bu miktar 10 milyar dolara kadar inmiş oldu.
Aynı şekilde IMF Endenozya'ya da 43 milyar dolar kredi
vermekle onu kendi zulmüne boyun eğdirdi. Böylece Endenozya'nın
iç ve dış borçları 140 milyar dolara ulaştı. Bunun sonucu
olarak gıda maddelerinin fiyatları yukarıya doğru fırladı.
Açlık ve sefalet böylece başladı. Kapitalizmin açtığı
bu zararlar tabiidir. Onların akidesi laikliktir. Laiklik ise
dini devletten ayırma düşüncesine dayanır. Tabii olarak
onun getirmiş olduğu 4 temel hürriyetten birisi de mülk
edinme hürriyetidir. Bunun da menfaatçılığı öne çıkarması
sonucu kapitalizmi kabul eden ülkelerde bu mefhum yerleşmiş
oldu. Diğer milletleri sömürmek dünya bekçiliğini yapan
ABD üstlendi. IMF de Amerika'nın adeta hizmetçiliğini
yapmaktadır. Amerika da IMF vasıtası ile diğer milletleri sömürmektedir.
En son örneği Asya krizidir. Ama bir gerçek daha vardır ki o
da Allah'ın izni ile kapitalizmin sonu gelmiştir. Her şeyin
sonu vardır. Elbette ki sistemlerin de sonu vardır. Komünizm
(sosyalizm) nasıl iflas etti ise Allah'u Teala kapitalizm için
de bir gün tayin etmiştir. Hemen akla şu gelebilir
ki; bu zulmün önüne kim geçecektir? El cevap İslam.
İslam borsa sistemini haram kılmıştır.
Para sistemi ise bu günkü gibi değildir ve altın ile gümüşe
dayalıdır. İslam dinarı 4,25 altın dirhem ise 2,97 gram gümüştür.
Ayrıca şunu da belirtmekte fayda vardır ki; İslâm devleti
bir yere giderken oraya huzur ve saadeti götürür, oranın
halkını sömürmez. Oranın halkını açlığa ve sefalete sürüklemez.
Nitekim bu böyle olmuştur ve yine böyle olacaktır
inşaallah. Kitap ve sünnetin uygulandığı yerde nereden
bakılırsa bakılsın namus, can, mal güvenliği olmuştur.
İslâm dünyayı Ortaçağ karanlığından kurtarmış
insanlığa medeniyet, saadet ve huzuru sağlamıştır. İslâm
nizamı uygulanınca insanlar bunu otomatikman anlayacaklar.
Allah'ın izni ile kapitalizmin sonu gelmiştir. Allah'u Tealâ
şöyle buyurmaktadır:
"De ki; Hak geldi batıl zail oldu.
Zaten batıl yok olmaya mahkumdur." (İsra: 81)
"Bilakis biz hakkı batılın tepesine
indiririz de onun beynini parçalar, derhal canı çıkar"
(Enbiya: 18)
Rabbımızın en kısa zamanda hakkın
tahakkuku için bize nusretini vermesini niyaz ederiz
İSLAMCILAR İLE MERKEZ SAĞIN SEÇİM
İTTİFAKI
Türkiye’de 18 Nisan 1999’da yapılması
için karar alınan Parlamento ve Belediye seçimlerinde AnapDsp
işbirliğine karşı Laikler tarafından İslamcı diye tabir
edilen Fazilet Partisi ve Merkez sağdaki diğer partilerden
olan Tansu Çiller liderliğindeki DYP, Korkut Özal liderliğindeki
DP, Hasan Celal Güzel’in Yeniden Doğuş Partisi ve Besim
Tibuk liderliğindeki Liberal Demokrat Parti seçim ittifakı
imkânların görüşmek üzere 12 Ağustos’ta Gazeteci-Yazar
Mehmet Barlas’ın evinde biraraya gelerek bir görüşme
yaptılar. Bu görüşme neticesinde Atatürk’çü Lâikler
hemen galeyana kapılarak bazı açıklamalar yaptılar. Bu açıklamalarında
“irtica ittifakı” gibi yakıştırmalarda
bulundular. Bu toplantı aslında bir ittifak toplantısı
değil seçimlerden sonra T. Çiller önderliğinde bir merkez
sağ hükümet kurulabilmesi için bazı işbirliği ve ön araştırmalar
yapılması için idi.
Böylesi bir guruba “irtica ittifakı”
denmesi ve onların “İslâmcılar” diye
nitelendirilmeleri hiç de doğru değildir. Nitekim bu
partilerin hepsi demokrat, lâik, Atatürkçü’dürler ve
bunlardan hiç birisi İslâm’ı kendileri için hayat nizamı
olarak kabul etmiş değildir. Fazilet Partisi de dahil olmak
üzere bunlardan hiç birisi İslâmî bir parti değildir. Müslümanlar
için demokrasi bir yol bir metod değildir. Demokrasi müslümanı
Allah’a kul olmaktan alıkoyar ve Onun kullarına kulluk eder
bir duruma getirir.
LÂİK GENERALLERİN ANDI
31 Ağustos 1998 tarihli Los Angeles Times
isimli Amerikan gazetesinin Ankara çıkışlı olarak verdiği
habere göre yeni atanan Türkiye Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu İslamcılara karşı sürdürülen
mücadelenin tavizsiz bir şekilde sürdürüleceğine dair and
içtiklerini söyledi.
Genelkurmaydaki devir-teslim töreninde yaptığı
bu konuşmasına dayanak olarak bir Türk gazetesinde çıkan
yeni genelkurmay başkanı öncekine göre İslam’a karşı
daha ılımlıdır şeklindeki habere binaen söylenmiştir. Bu
açıklaması ile İslâm’a karşı ılımlı olmayacağını
ve düşmanlıklarının devam edeceğini açıklamış oldu.
Gazetenin verdiği habere göre Kıvrıkoğlu
yaptığı konuşmasının büyük bir bölümünü irticanın
karanlık güclerinin Türkiye’nin lâik sistemine karşı
oluşturduğu tehlikeye ayırdı. Orgeneral Kıvrıkoğlu "laik
sistemi yıpratmaya çalışanlar her zaman olduğu gibi
karşılarında yine Türk Silahlı kuvvetlerini bulacaklardır.”
Şeklinde de konuştu.
Lâik generaller her zaman olduğu gibi yine
içlerindeki kini yani İslâm’a karşı olan düşmanlıklarını
ortaya koymuştur. Bunlar halkı müslümanlardan oluşan bu
milleti temsil edemezler. Bu generaller için tek çözüm
yolu; ancak İslâm’a teslim olmak ve onu bu milletin ve bu
ümmetin hayatına hakim kılınmasını sağlamaktır.
LÂİK TC’NİN YÖNETİCİLERİ
KENDİLERİNE SADIK OLAN MÜSLÜMANLARI SEÇİMLERDE SAF DIŞI
BIRAKMAK İSTİYOR
Türkiye’yi yönetmekte olan
lâikgeneraller Meclisin 18 Nisan 1999 için almış olduğu seçim
kararına karşılık bu seçimlerde istedikleri sonucu
alamayacakları kanaatına varınca yeni bir oyuna girişmeye
karar verdiler.
Bu oyun yine Anayasa Mahkemesi aracılığı
ile FP’yi seçimlerden dışlamak üzerine kuruludur. Şöyleki:
Kapatılan RP’nin de yöneticileri olan bu
kişilerin bir kaçı yolsuzluk yaptıkları gerekçesi ile
mahkemeye veriliyorlar. Anayasa Mahkemesinin Maliye Bakanlığına
yaptırdığı incelemeye göre RP kapatılacağı sıralarda
devlet hazinesinden almış olduğu 1 trilyon lirayı partileri
kapatılınca hazineye geri vermeleri gerekirken vermemişler.
Bundan maksat; bu paranın ne olduğu değil
FP’lilerin bir suretle ceza almalarını sağlamaktır. Zira
yeni seçim kanununa göre bir yıl veya daha fazla ceza alan
kişilere siyaset yasağı gelmektedir. Bu sebeple rejimin
sahibi olanlar kendilerine güvenemedikleri bu kişileri saf
dışı bırakmak istiyorlar.
Aslında RP’liler şunu iyi bilmeliler ki;
lâik TC’yi yönetenlerden yardım almaları onları onlara
bağlı kılar ve onlar neyi isterlerse onu yapmak zorunda
kalırlar. Aynı zamanda lâikler istedikleri zaman partilerini
kapatabilir mallarına el koyabilir, emeklerini boşa çıkarabilir.
Bu sebeple onlara yine kardeşçe bir çağrıda bulunuyor ve bu
demokratik yoldan vazgeçmeye davet ediyoruz. Allah’ın (c.c.)
ve onun Resulünün (s.a.v.) istediği doğru yola gelmeye
İslam’ı kayıtsız ve şartsız hayatımıza hakim
kılmanın mücadelesini vermeye çağırıyoruz. Çağrı
bizdendir. Ancak hidayet Allah (c.c.)’nin elindedir
ALMAN LAİKLERİ DE TÜRK VE DİĞER İSLAM
BELDELERİNDEKİ LAİKLERE BENZEDİLER
Lâiklerin dini her yerde aynıdır ki o da
Allah’tan (c.c.) gelen dinin hayattan, devletten, okuldan ve
toplumdan kovulması ve buralarda bir rol oynamaması esasına
dayanır. Zira lâiklik dini hayattan uzaklaştırarak insanın
heva ve heveslerine göre hareket ederek onu adeta ilahlaştırır.
Lâikler sadece heva ve heveslerine göre hareket ederler.
Dünya lezzetlerini tatmayı ve şehvetlerini tatmin etmeyi
hayatın gayesi saymaktadırlar. Bu onlar için mutluluğun tâ
kendisidir. Onların ölçüleri farklıdır; itaat çirkin,
zina güzeldir, çıplaklık da kezâ ilericilikten sayılır.
Örtünmek (tesettür) gericiliktir. Örtüsüne bürünen kadın
anarşist veya teröristtir. Örtüsünün altında
fundamentalizmi saklamaktadır .
Bu gibi olaylar yalancı hürriyet ve kokuşmuş
demokrasilerde olmaktadır. Türkiye ve Arap ülkelerinde hakim
olan rejimleri bunlardan saymayacağız zira bunlar Amerika’nın,
Avrupa ve İsrail’in birer kuklalarıdır.
Burada Almanya gibi bir devletin hürriyetten
ne anladığına yani onun hürriyet mefhumuna bakalım:
Almanya’nın Baden Württenberg vilayetinde
Afgan asıllı bir müslüman kadın üniversiteyi bitirerek
Stutgart’ta bir okula öğretmen olarak tayin ediliyor. Fakat
bu kadın şerî giyiminden dolayı ret ediliyor. Önüne iki
seçenek konuluyor; ya örtüsünü çıkaracak, ya da öğretmen
olamayacaktır. Çünkü bu eyaletin Kültür Bakanı, Şerî
elbise giymeyi İslâm’ın temellerinden saymamaktadır. Bu
elbiseyi kültür ayırımı yaptığı gerekçesini ileri
sürmektedir. Bayan olan bakan şunları söyledi: “Bu
bayan öğretmenin örtünmek için ısrarı taassuba dair bir
işarettir. Bu kadın öğretmeni eğitimden uzaklaştırmak
gerekir ki; Alman kız öğrenciler üzerinde bir etki bırakmasın.
Eğer bayan Ludin (o müslüman kadın öğretmen) öğretmenliğe
dönmek istiyorsa örtünmeyi terketmelidir."
Bu bakan konuyu Vilayet parlamentosuna sunduğunda
büyük bir çoğunlukla karar onaylanmıştır. Hıristiyan
Demokrat Partisi, Yeşiller Partisi, bütün Alman okullarında
tesettürü yasaklamaya çağırıp bunu seçim programında gösteren
Naziliğe yakınlığı ile bilinen Cumhuriyetçi Parti ve
bunlar ile beraber Sosyalist Partisinin milletvekillerinin çoğu
bu kararı onayladı. Yalnızca Liberal Parti buna itiraz etti.
Der Spiegel dergisi bu bakanın icraatını
çifte standart olarak nitelendirdi. Çünkü sınıflarda bile
haçı takmaya müsaade ederken başörtüsünde durum farklı
olmaktadır. Bu dergi şunu da ilave ederek şöyle dedi: “Bakanın
kararı dinin lâik Alman devletiyle alakası hakkında bir
soruyu akla getirmektedir. Bu karar Almanya’da yaşayan
değişik topluluklar arasında ideolojik çatışma çıkartacağa
benzemektedir.
Müslüman bayan öğretmen ise bakanın
ithamlarını ret ederek; "bakanın ithamlarında hiç
bir delile sahip olmadığını belirtti. Şerî elbise
müslüman kadının İslâmî elbisesi olduğu, kendi inancım
gereği bunu taktığımı ve hiç kimseyi bunu takmaya
zorlamayacağım diye bildirdi. Ayrıca bu örtüyü kaldırınca
kendimi çıplak ve haysiyetimin zedelenmiş olduğunu
hissederim."
Bazı Almanlar bakanın bu kararına itiraz
ederek “bakan müslümanlara dinlerini öğretmeye mi
kalkışıyor” diye eleştiriler yönelttiler. Bir
oryantalist de şerî kıyafetin ve tesettürün Kuran’ın ve
sünnetin emri olduğunu açıkladı.
Bir siyasî, Alman Bild gazetesine yaptığı
açıklamada “Bu partiler beyaz zehirin yayılmasıyla mücadele
etmek veya artmakta olan çocuklara tecavüze direnmek gibi
konularda ittifak edemezken bir müslüman kadının giyimi
konusunda birleşiyorlar. Halbuki bu kadın aynı okulda ve
üniversitede bu örtüsünü takıyordu. Bu kadın saçlarını
mavi yeşil boyayla boyasaydı, burnununa ve kulaklarına bir kaç
yuvarlak demiri küpe diye taksaydı onu hoş
karşılayacaklardı ve onu örnek öğretmen olarak
sayacaklardı.” Bu siyasi, Alman bakanı suçlayarak onun
konuyu büyüttüğünü ve aşırılıkla vasıflamakla itham
etmiştir. Oysa konu bir müslüman kadının dininin emrine
bağlanmasıdır. Tamamen Alman köylerindeki yaşlı Almanlar
gibi, bunlar ahlâkın bozukluğuna ve aşağıya
yuvarlanmasına karşı başlarına örtü takmaktadırlar.
Stutgart Zeitung gazetesi bu bakaan aynı
zamanda Alman Katolik kuruluşunun başkanlığını
üstleniyor. Bu kadın bakanın toleransı iki yüzlüdür diye
yazdı.
Aynı okul tarafından; müslüman öğretmenin
her yönden üstün vasıflı bir eğitimci olduğu ve okulu
başarı ile bitirdiği belirtildi. Kendisinin örnek alınacak
bir öğretmen olduğu da belirtildi. 4400 kişinin
katıldığı öğretmenlik imtihanını 870 kişi kazandı ve
bu öğretmen de onlar arasında birinci gelmişti.
Bu olay, lâikliğin ve demokrasinin sahtekârlığını
göstermektedir. Aynı şekilde lâik TC de müslüman öğretmen
ve öğrencilerine karşı açmış olduğu savaşı sürdürmektedir.
Lâikler veya başka bir ifade ile kâfirler her yerde aynıdır.
Nitekim aynı savaşı müslümanlara karşı lâik
Fransa ve lâik Tunus da sürdürmektedir.
Bunlar iffet ve temizliğe karşıdırlar.
Her türlü zina ve cinsi sapıklığı hoş görürler. Onların
çağırdıkları hürriyetin manası budur. Örtünmek ve
iffetle olmak onlara göre insanların hürriyetlerine zarar
verir ve gericiliktir. Onların bu anlayışları sonucu
ölçüler tamamen altüst oldu.
Peygamber Lut (A.S) kavmini
homoseksüellikten men ederken onlar onunla alay ediyorlardı.
“Lut (a.s.) temizlik ve iffet istiyormuş” diye gülüyor
ve alay ediyorlardı ve ona karşı savaşıyorlardı.
Toleranslık (hoşgörülük) yaygarasıyla
ünlü olanlar müslümanların kendilerine itiraz etmemelerini
istemektedirler. Amma onlar müslümanların şeriatlarına
bağlanmak istemelerine asla hoşgörü göstermez en ağır
şekilde karşı koyup cezalandırırlar.
İşte, insan Allah (c.c.)’ın dinini terk
edip heva ve hevesine göre hareket ederlerse ve lâikliği
benimserse bu durumlara düşer.
Bundan dolayı insanı yaratan ve en iyi
bilen Allah’ü Tealanın hükmünden başka güzel ve
adaletli hüküm yoktur. Bu hükmü uygulayacak ve
bütün insanlar arasında yayacak İslâm devletinin kurulması
kaçınılmaz bir zorunluluktur.
YORUMSUZ
Trajı pazar günleri 1 milyon 400 bin olan
Los Angeles Times gazetesinin 31 ağustos 1998 tarihli
sayısında, (merkezi New York'ta bulunan World Policy Institute
araştırmacılarından) William Hartung ve Erica Weinberg
imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun
çevirisi şöyledir; Kongre, eylül ayında yeniden
toplantısında, antidemokratik rejimlere Amerikan
silahlarının satışının kısıtlanmasında yeni bir dönem
açacak "silah satışı şartları yasa
tasarısını" (code of conduct of arms transfer) görüşecek.1990'li
yıllarda ABD, silah satışının yüzde 85'i üçüncü dünya
ülkelerine yaptı. Yasa çok iyi bir zamanda ortaya çıkmıştır.
Lockheed Martin ve TextronBell gibi silah üreticileri, belli başlı
insan hakları ihlalcilerinden biri olan Türkiye'ye satış
yapmak üzere bir girişim başlatmak üzeredirler. Cobra
helikopterlerinin üreticisi TextronBell ve Apachi
helikopterlerinin üreticisi Boeing, Türkiye'nin 145 saldırı
helikopteri için açacağı ihaleye girmeye hazırlanmaktadır.
Dışişleri Bakanlığı geçtiğimiz aralık ayında, Clinton
yönetiminin politikasına ters düşen bir şekilde Boeing ve
Textron'un Türkiye'ye saldırı helikopteri satış planına
onay verdi. Oysa, dışişleri bakanlığı, Türkiye'nin zayıf
insan hakları sicilini neden olarak göstererek, gecen yıl
Textron'un Türkiye'ye süper Cobra helikopterleri satmasına
izin vermemişti. Politikadaki değişikliğin nedeni ticari çıkarlardır.
Boeing, Textron, General Electric, Lockheed Martin ve Northrop
Grumman (hepsi de Demokrat Parti'ye cömert bağışlarda
bulunmuşlardır.) Clinton'a yazdıkları ortak yazıda, Türkiye'ye
saldırı helikopteri satışı için gerekli ortamın
yaratılmasını istediler. Bir ay sonra da satış izni
verildi. Clinton yönetimi, helikopterlerin çatışmalarda
nasıl kullanılacağıyla ilgili sıkı kurallar getirilmesi,
demok-ratikleşmede ilerleme sağlanması ve Kürt
bölgelerindeki olağanüstü hal uygulamasının
kaldırılması gibi bazı koşullar yerine getirilmeden nihai
satış onayının verilmeyeceğini söyleyerek insan hakları
kuruluşlarını yatıştırmaya çalıştı. Türkiye bu koşulları
yerine getirmekten çok uzaktır. Dışişleri Bakanlığı’nın
son insan hakları raporunda da belirtildiği üzere, "bazı
reformlara rağmen" Türkiye'de "ciddi insan
hakları ihlalleri devam etmektedir. Öldürme ve işkence
sucundan ceza gören polis ve diğer güvenlik kuvveti mensuplarının
azlığı pervasızca davranma ortamı yaratmaktadır."
Güneydoğu illerinde ve Kıbrıs'ta yaptıkları Türkiye'nin
sorumsuz davranışını gösteren ilave delillerdir. Türk
hükümeti, militan bir Kürt muhalif grup olan PKK'yı ortadan
kaldırmak amacıyla kendi Kürt halkına karşı yürüttüğü
savaşı devam ettirebilmek için Amerikan yapımı silahlar
kullanmaktadır. Silahlarının yüzde 80'ini Amerika'dan alan
Türk silahlı kuvvetleri bu savaş sırasında 3 bin Kürt
köyünü yaktı ya da boşalttı. ödül kazanmış bir
gazeteci olan Ragıp Duran daha geçenlerde, resmi çizgiye ters
düşen şekilde Kürt hareketi hakkında yazı yazmak "suçundan"
hapse atıldı. Türkiye, Kıbrıs'ta ise kendi kendisine
Kuzey Kıbrıs Türk cumhuriyeti (KKTC) ilan etmiş olan bölgeyi
korumak için 30 bin asker tutmaktadır. KKTC'yi sadece Türkiye
tanımaktadır. Kıbrıs’ın Türkiye ile Yunanistan arasında
bir savaşa neden olabileceği yönündeki endişelere rağmen
Washington bu iki ülkeye f15 ve f-16 savaş uçağı satışı
planını hızla uygulamayı sürdürmektedir. Temsilciler
Meclisi üyeleri Cynthia Mc Kinney (demokrat, Georgia) ve Dana
Rohrabacher'in verdigi (cumhuriyetci, Huntington Beach) silah
satışı şartları yasa tasarısı, antidemokratik,
komşularına karşı saldırgan veya kendi halkının insan
haklarını ihlal eden ülkelere silah satışını yasaklamayı
amaçlamaktadır. Mc Kinney-Rohrabacher tasarısı, temsilciler
meclisi üyesi Sam Gejdenson'un (demokrat, Connecticut) rakip
yasa tasarısından çok daha iyidir. Gejdenson'un tasarısı o
kadar yetersizdir ki, silah satıcıları bile bu yasa
tasarısını desteklemektedir. ABD Senatosu'nun Amerikan
yapımı mayınların ihracatını yasaklama konusunda
takındığı tavır, gecen yıl Oslo'da yapılan tarihi zirvede
mayınların dünya çapında yasaklanması konusunda ilk
adımın atılabilmesini sağlayan nedenlerden biridir. Silah
satışı şartları yasa tasarısının kabul edilmesi de,
silah satış kurallarının küresel olarak daha sıkı bir
kontrol altına alınması için itici bir güç olabilir.
Avrupa Birliği (AB) kendi kurallarını oluşturdu bile.
Ayrıca Kosta Rica'nın Nobel ödüllü eski cumhurbaşkanlarından
Oscar Arias, global bir yasa için baskı yapmaktadır. Dünya
silah satışının yüzde 80'ini ABD ve Avrupa elinde tutmaktadır.
Bu nedenle, ABD'nin silah satışı konusuna kısıtlama
getirmesi, eşkıyaların ve diktatörlerin silahlandırılmasına
karşı uluslararası bir kural oluşturulabilmesi açısından
hayati önem taşımaktadır. Silah satış koşulu yasa
tasarısını, silahlar baskıcı bir rejimin eline geçmeden
yasalaştırmanın zamanı gelmiştir.
|