HALKI VE KARISINI ALDATAN ABD BAŞKANI MÜSLÜMANLARA
“BİZ SİZİN DÜŞMANINIZ DEĞİLİZ” DİYEREK YALAN SÖYLEDİĞİ
GİBİ AYNI ZAMANDA DA SALDIRIYOR
Günümüz dünyasının en büyük devleti olan ABD Başkanı
zina yapmakta ve yalan söylemektedir. Bu yalancı başkan
karısına ihanet ediyor ve halkı da aldatıyor. Böylesi bir
başkanın ve hatta bir kişinin değeri ne olabilir. Bunu
nasıl bir ideoloji yetiştirdi? Elbette bunun sorumlusu;
demokrasi, insan hakları ve temel hürriyetleri ortaya çıkarıp
laikliği temel fikir edinen kapitalist ideolojisidir.
Bu ideolojinin temeli batıl, fikirleri de
bozuk olduğu için bozuk kişilikli insanları çıkarır ve böyle
başkanların seçilmesini sağlar. Daha evvel Nixon, "Watergate
Skandalı” adı ile anılan skandalda çokça yalan
söylemişti. 1974’te istifaya mecbur kaldı ve istifa etti.
Clinton, bir yahudi kadınla zina yapıyor hem de defalarca
yalan söylüyor. Bu ihanetçi ve yalancı adam kendi kara (pis)
yüzünü aklamak ve düşmüş olduğu rezillikten kendini
kurtarmak için kamuoyunun gözlerini başka yönlere çevirmeye
uğraşıyor ve müslümanlara saldırıyor. Sudan’daki ilaç
fabrikasını kimyasal silah üreten fabrika diye yalan
söyleyerek bombalıyor ve yerle bir ediyor. Afganistan, Kenya
ve Tanzanya’daki ABD Büyükelçiliklerini bombalamakla
suçladığı Usame bin Laden’i bahane edip onun karargahını
bombaladı. Bu saldırılar neticesinde bir çok müslüman
ölmüştür. Yine bu olaylardan sonra da dünya kamuoyunun karşısına
çıkıp “Ben müslümlara karşı değilim” diyerek
yalanlarına devam ediyor.
Karısına, kızına ve halkına yalan söyleyen
kimse dünya kamuoyuna yalan söylemez mi? Kesinlikle yalan
söyler ve söyledi de. Çünkü, o bahis konusu edilen fabrika
ilaç fabrikasıdır ve bu kesindir. Orada 4 yıl görev yapan
bir İngiliz uzman “Bu fabrika kimyasal silah
üretemez" diye açıklamıştır. Sudan Devleti,
Amerikan uzmanlarının gelerek araştırma yapmasını
istemektedir.
Bu fabrika gerçekten bir kimyasal silah
fabrikası olmuş olsa bile. Amerika bunu bombalama hakkını
nereden almaktadır? Kendi dünyanın fiili polisliğini
yapıyor. Kendisi her türlü silaha sahip olacak fakat diğerlerinin
silah sahibi olma hakkı olamayacaktır.
Kenya ve Tanzanya’daki bombalamaları ve
faili araştırmadan ilk günde Usame bin Laden yaptı diye
Clinton’un devleti yalan söyledi. Şu ana kadar buna dair bir
delil veya bir iz bulamadılar.
SSCB (Sovyetler Birliği) bitmeden önce;
Amerika kendisine karşı bir olay olursa onu hemen komünistlerin
yaptığını söylerdi ve o zaman komünistlerin devleti var
olduğu için Amerika onları bombalayamıyordu. Komünizm
bittikten sonra her konuda müslümanları itham etmeye
başladı. 1991’den beri ABD “yeni düşman müslümanlardır”
yaygarasını yaymaya başladı. Amerika’da müslümanları ve
onların siyasi guruplarını araştıran yüzlerce enstitü ve
araştırma gurubu kurulmuştur. Hatta bir kaç yıl evvel Nixon
“Yakalanan Fırsat” adlı bir kitap yazarak İslâm
tehlikesine karşı uyarı yapıyordu. O kitabın yüzeysel araştırmalar
neticesinde yazıldığına dair Nixon’un itirafı vardır. Bu
kitabından dört ay sonra bu kitabına ters fikirde bir kitap
yazdı. Bu kitabın adı “Barıştan Sonra”dır. Bu
kitabında İslâm’a karşı oldukça ılımlı oldu ve İslâm’ın
iyiliğini gördü. İslâm hadareti ve Batı hadaretinin
birbirleriyle geçinebileceğini iddia etti. Batının İslâm’dan
çok faydalandığını söyleyerek yalanlarını aklama yoluna
gitti. Zira danışmanı Robert Green Nixon’un CIA’dan
aldığı İslâm ve İslâmî akımlar hakkında kabarık
dosyalar alarak okumuş. Nixon basın toplantısında “bunları
okuyamadım, danışmanım kısa bir zamanda bunları bana
özetleyemedi, dört ay geçti. Acele ettim ve «Yakalanan Fırsat»
kitabımı alelacele çıkarttım. Fakat benim danışmanım bu
kitabı görünce bana gelip şöyle dedi: «Sen hayatının en
büyük hatasını işledin.» Yine de Allah’a hamdolsun ben
bu dosyaları okuyunca İslâm’ı anladım”.
Ey Müslümanlar! Gördünüz mü? Bir kısmımız
Amerika’ya, Batı’ya, başkanlarına, yazar-çizerlerine ve
düşünürlerine güveniyor onları kaynak ediniyor. Özellikle
bizden Batı’ya hayran kalanlar demokrasi, temel hürriyetler,
insan hakları veya lâikliği beğenirler ve benimserler.
Batılı ve Amerikalıların sözlerine büyük itibar
veriyorlar
Bütün bunlardan sonra Batıya, Amerika’ya
insan haklarına, lâiklik, demokrasi ve temel hürriyetler gibi
kavramlarına güvenen birisi hâlâ aranızda var mıdır ey müslümanlar?
Varsa bunlardan vazgeçsin ve İslâm’a sarılsın. Onların
fikirlerini İslâm fikirlerine uydurmaya çalışmasın.
Çünkü en tehlikeli şey Batıya ve fikirlerine güvenmek veya
onların fikirlerine çağrıda bulunmaktır. Amerika’ya,
Batıya karşı sözle veya sloganlarla karşı çıktığı
halde onların fikirlerini veya bunlardan bir kısmını kabul
etmek ve bunları İslâm ile bağdaştırmak düşmana hizmet
eder, hem de çelişkili hareketlerden sayılır. Çünkü bir
el ile ittiğin düşmanı diğer elinle çekmek gibi bir duruma
düşülmüş olunuyor. İslâm dünyasında bir çok hareket
sömürgeci Batı devletlerine karşı söz ile karşı çıktığı
halde batının bütün fikirlerini kabul etmek gibi bir tezat
oluyorlar. Mısır ve Cezayir’de olduğu gibi İslâm ismi
kullanılarak Batının fikirlerinin büyük bir çoğunluğu
alınmıştır. Batının bir fikrini bile kabul etmek Batı için
bir zaferdir. Batının en büyük yenilgisi onun hiç bir
fikrine ilgi dahi göstermemektir ve ret etmektir.
Buna göre, Amerika ve Batı ile en önemli
mücadele silahla, söz ve sloganla mücadele etmek değil
onların hiç bir fikrini kabul etmemek ve tamamen ret etmek,
tam ve kâmil bir şekilde İslâm fikirlerini onların
fikirlerine karıştırmadan kuvvetle benimsemek ve İslâm’ın
sistemini uygulamaktır.
Ey müslümanlar! Amerika’nın
saldırganlığını ve düşmanlığını görmüş oldunuz.
Hem bize saldırıyorlar hem de yalan söylüyorlar. “İslâm’ı
ve müslümanları hedef edinmiyoruz" diyorlar. Hem de
resmen yalancı ABD başkanı bu siyaseti uyguluyor.
Aynı şekilde 1897’de Napolyon Bonapart
Mısır’ı işgal ederken yalan söyleyerek: “Ben İslâm’a
ve müslümanlara karşı değilim. İslâm’a saygım var.” Hatta
bazı rivayetlere göre müslümanlara “ben müslümanım”
demiştir. Peki ey yalancı Napolyon bize saldırıyorsun ve
bizim memleketlerimizi işgal ediyorsun! Filistin’e doğru yürürken
Akka valisi Ahmed Paşa ona karşı direniş hazırlıyordu.
Napolyon bu müslüman yöneticiye bir mektup yazarak
"sizinle dostluk kurmak istiyorum, İslâm’a ve
müslümanlara karşı değilim. İslâm’a saygım var” fakat
bu Vali ve müslümanlar buna kanmadılar, onun ordusunu ağır
bir yenilgiye uğratıp kovdular. Şimdiki Napolyon olan Clinton’un
sloganı: demokrasi, insan hakları, temel hürriyetler, barışı
korumak ve anarşiyle savaşmaktır. Napolyon’un sloganı: "dünyada
kardeşlik, hürriyet ve eşitliktir.” Onun için İslâm’a
ve onun memleketine saldırıyordu. Tamamen şimdiki ABD veya
Avrupa devletleri ve başkanlarının sloganları ve hareketleri
gibidir. Ancak, müslümanlar Napolyon’la savaştılar ve
silah gücüyle onu kovdular, fakat Fransız fikirlerini almaya
başladılar. Böylece Batı askeri meydanda kaybettiği
savaşı masada kazanmış oldu. Bu da onun fikirlerinin, kültürünün
müslümanlar üzerine hakim olmasıyla olmuş oldu. Aslında
onun askeri saldırısının maksadı da bunu gerçekleştirmek
idi. Böylece sömürgeci güçler İslâm dünyasında başka
yollarla yerleşirler ve dostluk adı altında sömürülerini
devam ettirirler.
Ey Müslümanlar! Rabbınız "yahudileri,
hıristiyanları ve bütün kafirleri dost edinmeyin” demektedir.
“Mü'minler, mü'minleri bırakıp
kafirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında
bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır.
Allah sizi Kendisiyle korkutur, dönüş Allah'adır” (Al-i
İmran: 28)
“Ey İnananlar! Yahudi ve hıristiyanları
dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar.
Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden
kimseleri doğru yola eriştirmez.” (Maide: 51)
Kafirlere uyulursa hüsran ve geriye gitmeyle
uyarılıyoruz. Kafirlerin onların dinine dönünceye kadar
bizden razı olmayacaklarını da Yüce Allah (c.c.) Bakara
suresi 217’de belirtiyor.
"Güçleri yeterse, dininizden
döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler"
Bu ayetler ve buna benzer diğer ayetler
bizim tek dostumuz olan Allah (c.c.)’in sözleridir. Bunlara
inanıyorsunuz; öyleyse bunları hayatınıza hakim kılın.
İslâm dünyasındaki tüm ABD üslerini kapatın, askerî
güçlerini memleketinizden kovun, limanlarınızdaki onlara ait
gemi filolarını kovun, şirketlerine ve ekonomik
faaliyetlerine son verin. Onu düşman ilan edin. Bakın size ve
memleketlerinize saldırıyor. Kaddafi bahanesiyle Libya’ya
saldırdı ve ambargo koydu. Saddam bahanesiyle Irak’ı yerle
bir etti ve ona da ambargo koydu. Yine aynı şekilde Sudan’a
ambargo koydu. Şimdi de bir yalan uydurarak ilaç fabrikasına
kimyasal silah üretiyor iddiası ile saldırdı ve yerle bir
etti. Usame bin Laden adlı kişiyi bahane ederek Afganistan’a
saldırdı. İran’a ambargo koydu. Barış getirme bahanesi
ile Somali’ye saldırdı. Atom denemesi yaptığı gerekçesi
ile Pakistan’a ambargo koydu.
Bu devletlerin yöneticilerinin Amerika ile
olan alakasına bakmaksızın, Amerika’nın saldırısı İslâm’ı,
müslümanları, onların memleketlerini ve servetlerini hedef
edindiğini burada vurgulamak istiyoruz. Misal olarak, Amerika’nın
Irak’a karşı yaptığı değişik hareketler, saldırılar
ve ambargolar Saddam’a hiç bir zarar getirmedi. Ancak oradaki
müslümanlara, memleketlerine ve ekonomilerine bir hayli zarar
verdi. Diğer memleketlerde de durum farklı değildir.
Bu devletler ve yöneticileri samimi olsalardı
Amerika’ya karşı ciddi bir cephe oluştururlardı. Halkları
olan müslümanlarla aralarındaki uçurumu kaldırıp onlarla
birleşirlerdi. Halklarına yaptıkları zulümleri kaldırırlar
ve halkın inancına dayalı olan ve aynı zamanda onların
istediği olan İslâm’ı uygularlardı.
Bütün bu olaylar, müslümanları
uyandırmalı ve biraz düşündürmeli, doğru çözümü
aratmalı ve doğru metodu bulmaya sevk etmelidir. Bu olaylar
neticesinde bir kısım müslümanlar uyandı ve düşünmeye başladı.
İslâm Hilâfet Devletini kurmaktan başka bir çözüm yolunun
bulunmadığını gördüler. Resulullah (s.a.v.)’in
metodundan başka bir metodun müslüman için geçerli
olamayacağı konusunda ikna oldular.
Bu devlet kurulursa, hem Amerika’ya karşı
dikilebilir, hem de müslümanlara dünyada izzet ve şerefi
tekrar kazandırır. Hem de hayır olan İslâm’ı cihana
taşıyarak görevini yerine getirmiş olur. O zaman Amerika ve
Batı dünyası kendilerini savunmakla meşgul olacaklardır.
Allah’ın resulüne hadis olarak vahy edildiği gibi: "Bana
dünyanın doğuları ve batıları gösterildi. Bana
gösterilen yerlere kadar benim ümmetimin otoritesi ulaşacaktır.”
Nitekim biz onlara yalnızca hidayeti ve nuru götürmek
istiyoruz. Başka bir şey değil. Onların mallarına ve
servetlerine göz dikmiyoruz. Onların memleketlerini feth
edince onları muamelede müslümanlarla eşit muameleye (İslâm’ın
gösterdiği şekilde) tabi tutarız. Onları İslâm’a girmek
için zorlamayız, sadece İslâm’ı onların üzerine uygularız.
Böylece, İslâm’ın gerçeğini, doğruluğunu ve adaletini
görürler. Ancak bu fetih ve zaferden sonra İslâm dinine fevc
fevc girerler. O gün inşallah uzak değildir.
|