UMUTSUZLUK VE BEKLENTİ ACİZLİK
İŞARETİDİR
Şu anda yeryüzünün tamamında tatbik
edilmekte olan nizamlar yetersiz kalmıştır. İnsanlar
arsında sıkıntı, kargaşa, fitne ve zulümlere sebep olmuşlardır.
Bu nizamların insanlara değişik isimler ve şekillerle
yeniden sunularak yeni bir umut kapısı imiş gibi gösterilse
de kısa bir süre sonra gerçek çehreleri ortaya çıkmaktadır.
Buna rağmen ayakta kalma ve ömürlerini uzatma mücadelesi
vermekte olan bu düzenler yeni gelişmelerin peşinde
koşturmaktadırlar. Kasıtlı saptır-malarla toplumları
zedeleme, insan-ları aşağılama ve alaya almakta-dırlar. Bölgesel
dinler, bölgesel demokrasiler, nizamlar arası diyaloglar v.b.
bir çok atılımlar içerisinde olup insanları kargaşa içerisine
çekerek huzursuz kıldıkları gibi nizam ve devlet üzerine
olan ilgiyi değişik yönlere kaydırmaktadırlar.
Bundan dolayıdır ki; insanların
fıtratına ters düşen bu nizamlar günümüzde fitnenin kaynağı
olmuş-lardır. Bu ise insanlar üzerine umutsuzluk ekmiştir.
Demokrasi, komünizm, kapitalizm bunlar hayatta tatbik edilmeye
başladığı günden itibaren insanların arasında kargaşa hiç
eksilmemiştir. Hatta gün geçtikçe kargaşa daha da
artmaktadır.
Kasıtlı saptırmalara gelince; insanların
üzerine zoraki hükümran olan nizamlar toplumun taşıdığı
inanç ve düşüncelere olanca güçleriyle saldırıda
bulunarak rencide ettikleri gibi fasît fikir ve düşünce-leri
topluma ekerek oradaki alâkaları, ilişkileri kargaşaya ve
huzursuzluğa dönüştürmektedirler. Fikrî seviyenin düşük
olması, tabii ki; böylesi toplumlarda kargaşa ve
huzursuzluğu yaygın hale getirecek ve de umutsuzluk o toplumda
hakim olacaktır. Böylesi toplumlar hedef belirlemede yanılacak,
belirledikleri bütün hedefleri düzenin kapısına çıkacaktır.
Bu ise boşa giden güç, zaman ve emek olarak onların
karşısına yeniden çıkacaktır. Ve öyle bir gün gelip
çatacaktır ki; artık insanları bıkkınlık ve umutsuzluk
saracaktır. Ve bu hallerine delil arama yoluna gireceklerdir.
Ne yazık ki bu hal bu gün müslümanlar
üzerinde hasıl olmuş-tur. Hedefsizce yapılan cabalar
neticesinde yorgun düşen müslümanlar bu gün işlerini
ileriye havale temektedirler. “Çok zengin olmak gerekir”
“Bir yiğit çıkıp bu hale son demeli” “Ancak bu işleri
Mehdi düzeltir” “Allah zamanı gelince bu düzenleri
ortadan kaldıracak.” “Bu iş için çok güçlü olmak
gerekir" gibi cümleler sarf etmektedirler. Hatta bu da
yetmiyormuş gibi çalışanların önüne set olarak “Bu iş
sana mı kaldı?” “Kaç kişisin ki bu işi başaracaksın”
gibi ithamlarla çalışanları frenlemeye yönelmektedirler.
Bu hal, düzenlerin üzerlerindeki baskılarını
kabullenmek ve çalışan-lara da bunu onaylatmaktan başka bir
şey değildir. Yani açıkcası bu teslimiyettir, acziyettir, düşüklüktür.
Oysa ki, bu hale düşmenin tek sebebi bu günkü
düzenlerden medet ummaktan ileri gelmektedir. Bu günkü
düzenler tabii ki İslâm’ın önünü örterek insanları
ona ulaş-maktan alıkoyacaklardır.
Bunun farkında olmayan müslü-manlar da
tabii ki kendilerini, yapılan yanlış siyasî çalışmalar
neticesinde umutsuzluk çemberi içerisinde bulacaklardır.
Yeniden bir peygamber bekler gibi bir beklentiye
saplanacaklardır. Umutlarını gele-ceğe havale edip Mehdinin
geleceği günü beklemeye başlayacaklardır.
Geçmişte de bunalan, ezilen, zorbaların
karşısında güçsüz kalan toplumlar, çaresizce teslim
oluyor ve her zaman bir kurtarıcı bekliyor-lardı. Onlara bu
beklentinin karşı-lığı olarak yeni sistemler ve
peygamberler gelmiştir. Bu hâl Hz. Muhammed (s.a.v)’e kadar
devam etmiştir. Ve onunla bu hâl son bulmuştur. Yani artık
umudu tükenen ve bir beklentiye giren toplumlar için yeni bir
peygamber ve yeni bir nizam gelecek değildir. Böyle bir
beklentiye girmek demek; o toplumun değer yargılarının tükendiğini,
hayata bakışının donduğu ve hedeflerinin kaybolduğunu gösterir.
Böylesi bir toplum ise her zaman küfür sistemlerinin
boyunduruğu altında ezilmeye ve onların güdümünde
yönetilmeye maruz ve mahkum kalır.
Oysaki; müslümanlar hayata bakış açılarını
İslâmî ölçülere vur-malıdırlar. Beklentilerini zamana
bırakmamaları gerekir. Çünkü bütün insanlar için özelde
de müslü-manlar için kıyamete kadar bakî kalacak olan İslâm
nizamı vardır. Müslümanlar kendi kaynaklarına dönerlerse
bunun delillerini göreceklerdir. İslâm nizamının kıyamete
kadar bakî kalacağını ve bu nizamın hiç bir şeyi eksik
bırakılmadığını Allah (c.c.) şu ayetler ile beyan
etmektedir:
“”Kitapta biz hiç bir şeyi eksik
bırakmadık."(Enam 38)
"Sana da, insanlara kendilerine
indirileni açıklayasın diye Kuran’ı indirdik.” (Nahl 44)
"Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik."
(Enbiya 107)
“Hiç şüphesiz zikri (Kuran’ı) biz
indirdik, onun koruyucusu da gerçekten biziz." (Hicr 9)
“Hiçşüphesiz din Allah katında İslâm’dır.”
(Al-i İmran 19)
“Kim İslam’dan başka din ararsa bu
ondan kabul edilmez. O ahirette kayba uğrayanlar-dandır”
(Al-i İmran 85)
"Bu gün size dininizi kemale erdirdim.
Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı
seçtim." (Maide 3)
“Bu benim dosdoğru yolumdur, şu halde ona
uyun.” (Enam 153)
Bu konuya işaret eden daha bir çok ayet sıralamak
mümkündür. İslâm’ın son din olduğu ve başka bir dinin
gelmeyeceğine müslümanlar kesin kanaat getirmeleri gerekir ki
diğer nizamlardan vazgeçsinler. Bu nizamın son nizam oluşu
hitabın-dan da anlaşılmaktadır. Geçmiş dinler belirli
kavimlere gelirken İslâm’ın hitabı bütün insanları
hedef almaktadır. Gelecekte dahil olmak üzere hitabını "Ey
insanlar!, Ey inananlar! Ve müslümanlar!" olarak
ortaya koymuştur.
Şu ayetlerde de bu açıkca görülmektedir:
"Musa’ya biz kitap verdik ve «benden
başka vekil edinmeyin» diye onu İsrailoğulları için kılavuz
kıldık.” (İsra 2)
Diğer ayetlerde ise:
"Ey insanlar…" (Bakara 168)
"Ey iman edenler…"
"Müslüman oldular diye.."
(Hucurat 17)
Bu ve buna benzer delillerden anlaşılıyor
ki; artık bir peygamber, Nebi ve kitap gelmeyecektir. Bunu
Allah’u Tealâ (c.c.) şu ayetinde belirtmiştir:
“…O Allah’ın Resulü ve peygamberlerin
sonuncusudur." (Ahzab 40)
Resulüllah (s.a.v.) de bir hadisi şerifinde
şöyle buyurmaktadır:
“İsrailoğullarını peygamberler yönetmekteydiler.
Ne zaman birisi ölürse ardından diğer peygamber gelirdi.
Bundan sonra artık peygamber yoktur.” (Müslim)
"Peygamber özel olarak kendi kavmine
gönderiliyordu. Ben ise bütün insanlar için
gönderildim,"(Buhari)
Bütün bunların neticesinden de
anlaşılıyor ki; bir beklentiye saplanmak yanlıştır.
İşleri geleceğe devretmek ve bir kurtarıcıyı beklemek büyük
bir hatadır.
İslâm dininin son din oluşu, kıyamete
kadar sürecek olan bu varlığı kendisindeki bir çok
özellikleri beraberinde taşımaktadır. Bu günkü
müslümanların üzerine çöken hastalıkların çaresini ve
ne yapılması gerektiğini İslâm dini açık ve net bir
şekilde beyan etmiştir. Allah (c.c.) Kuran’ı Kerim’de şöyle
buyuruyor:
“Biz Kuran’da hiç bir şeyi eksik
bırakmadık.” (Enam 38)
Bu gün ne yapmaları gerektiğini, müslümanlar
kaynaklarına dönerlerse görecekler ve de ufukları açılacaktır.
Yine bu şekilde kalma-nın haramlılığını da görmüş
olacaklardır.
Şu bir gerçektir ki; İslâm hayata yeniden
dönecektir. Bunun gerçek-leşmesi için çalışmak ise bütün
müslümanların üzerine bir farzdır.
Peygamber (s.a.v)’den sonra İslâm’ın
uygulanmasını halifeler icra etmekte idiler. Hilafet’in
kaldırı-lışı ile İslâm hayattan uzaklaştırıldı.
Hayata yeniden dönüşünü ise Allah (c.c.) insanların
üzerine yükledi. Allah (c.c.) Ayeti Kerimede şöyle
buyurmaktadır:
“Sizden hayra davet eden, iyiliği emreden
kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar
kurtuluşa erenlerdir. (Al-i İmran-104)
Hadis’i Şerifte Resulüllah (s.a.v) şöyle
buyurmaktadır:
“Kimi cennetin ortası sevindiriyorsa o
cennetten ayrılmasın, çünkü şeytan tek kalan kimse ile
beraber olup ikisinden uzaktır.” (Er Risale s 474)
Bu ve buna benzer bir çok deliller İslâm’ın
hayata yeniden dönüşünün ancak ve ancak İslâm Akidesi
üzerine kurulu bir kitle ile mümkün olacağını göstermektedir.
İşte müslümanların üzerine düşen görev
bu gün ya böyle bir kitle kurup çalışmak ya da var ise onun
saflarına katılmaktır.
Böylesi bir çalışma müslümanın ufkunu
açacak, beklentiden kurtulup bir amel içerisine girecek ve de
umutsuzluğu üzerinden atacaktır.
Allah (c.c.) kendi yoluna tabi olanları,
dinini hakim kılmak isteyenleri, canı malı ile bu yolda
hareket edenleri elbetteki mükâfat-landıracaktır. Lütuf
Allah’tandır.
"Kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse
işte onlar, Allah’ın kendilerine lütufta bulun-duğu
peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kişiler ile
beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır. (Nisa 69)
|