HABER-YORUMLAR

  ASYA'DA IMF ŞOKU

Güney Kore'de ekonomik kriz yüzünden günde en az 25 kişinin intihar ettiği açıklandı. Başsavcılıktan verilen bilgiye göre, bu yılın ilk üç ayında ülkede 2288 kişi intihar etmiştir. Bu rakamın geçen yılın aynı dönemine göre %36 daha fazla olduğu belirtildi. İntiharların tamamının sebebi bilinmemekle beraber büyük bir bölümünün ekonomik sorunlardan dolayı olduğu sanılmaktadır. Gazete ve TV kanalları, haberlerinde bu tür intiharları "IMF İntiharları" olarak adlandırmaktadır. Savcılık yetkilileri, intiharların sayısının daha yüksek olduğunu, çünkü intihar eden kişilerin ölüme giderken çocuklarını da öldürdüklerini söylemektedir.

Gurur meselesi: Güney Kore'de insanlar iş hayatındaki başarısızlığı ya da ailelerini geçindirememeyi gurur meselesi yapmaktadır ve intihar etmekten çekinmiyorlar. Ekonomik krize giren Güney Kore'nin geçen yıl sonunda Uluslararası Para Fonu'na başvurmasından sonra binlerce şirket çökmüş ve işsizlerin sayısı iki katına çıkarak 1.5 milyona yükselmiştir. Bu haberin yorumuna girmeden önce Allüh'u Teala'nın Kuran'ı Kerim'de kafirlere şu hitabıyla başlamak istiyoruz. Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır:

Kalblerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azab vardır. Kendilerine: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın” dendiği zaman, "Bizler sadece ıslah edicileriz" derler. İyi bilin ki, asıl bozguncular kendileridir, lakin farkında değillerdir. (Bakara: 10-12)

Yukarıda ki ayeti kerimelerde de görüldüğü gibi Allah'u Teala kafirlere hitaben "Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın" diyor. Kafir Amerikanın elinde olan IMF'nin Güney Kore'ye imzalattığı kararlar Güney Kore'yi sarstı. Güney Kore Asya krizinden sonra IMF'den 57 milyar dolar kredi almak uğruna IMF'nin bu zulmüne uymuş oldu. G. Kore'nin hazinesinde sakladığı para en az seviyesine düşmüş oldu. Bu miktar 10 milyar dolara kadar inmiş oldu. Aynı şekilde IMF Endenozya'ya da 43 milyar dolar kredi vermekle onu kendi zulmüne boyun eğdirdi. Böylece Endenozya'nın iç ve dış borçları 140 milyar dolara ulaştı. Bunun sonucu olarak gıda maddelerinin fiyatları yukarıya doğru fırladı. Açlık ve sefalet böylece başladı. Kapitalizmin açtığı bu zararlar tabiidir. Onların akidesi laikliktir. Laiklik ise dini devletten ayırma düşüncesine dayanır. Tabii olarak onun getirmiş olduğu 4 temel hürriyetten birisi de mülk edinme hürriyetidir. Bunun da menfaatçılığı öne çıkarması sonucu kapitalizmi kabul eden ülkelerde bu mefhum yerleşmiş oldu. Diğer milletleri sömürmek dünya bekçiliğini yapan ABD üstlendi. IMF de Amerika'nın adeta hizmetçiliğini yapmaktadır. Amerika da IMF vasıtası ile diğer milletleri sömürmektedir. En son örneği Asya krizidir. Ama bir gerçek daha vardır ki o da Allah'ın izni ile kapitalizmin sonu gelmiştir. Her şeyin sonu vardır. Elbette ki sistemlerin de sonu vardır. Komünizm (sosyalizm) nasıl iflas etti ise Allah'u Teala kapitalizm için de bir gün tayin etmiştir. Hemen akla şu gelebilir ki; bu zulmün önüne kim geçecektir? El cevap İslam.

İslam borsa sistemini haram kılmıştır. Para sistemi ise bu günkü gibi değildir ve altın ile gümüşe dayalıdır. İslam dinarı 4,25 altın dirhem ise 2,97 gram gümüştür. Ayrıca şunu da belirtmekte fayda vardır ki; İslâm devleti bir yere giderken oraya huzur ve saadeti götürür, oranın halkını sömürmez. Oranın halkını açlığa ve sefalete sürüklemez. Nitekim bu böyle olmuştur ve yine böyle olacaktır inşaallah. Kitap ve sünnetin uygulandığı yerde nereden bakılırsa bakılsın namus, can, mal güvenliği olmuştur. İslâm dünyayı Ortaçağ karanlığından kurtarmış insanlığa medeniyet, saadet ve huzuru sağlamıştır. İslâm nizamı uygulanınca insanlar bunu otomatikman anlayacaklar. Allah'ın izni ile kapitalizmin sonu gelmiştir. Allah'u Tealâ şöyle buyurmaktadır:

"De ki; Hak geldi batıl zail oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkumdur." (İsra: 81)

"Bilakis biz hakkı batılın tepesine indiririz de onun beynini parçalar, derhal canı çıkar" (Enbiya: 18)

Rabbımızın en kısa zamanda hakkın tahakkuku için bize nusretini vermesini niyaz ederiz

İSLAMCILAR İLE MERKEZ SAĞIN SEÇİM İTTİFAKI

Türkiye’de 18 Nisan 1999’da yapılması için karar alınan Parlamento ve Belediye seçimlerinde AnapDsp işbirliğine karşı Laikler tarafından İslamcı diye tabir edilen Fazilet Partisi ve Merkez sağdaki diğer partilerden olan Tansu Çiller liderliğindeki DYP, Korkut Özal liderliğindeki DP, Hasan Celal Güzel’in Yeniden Doğuş Partisi ve Besim Tibuk liderliğindeki Liberal Demokrat Parti seçim ittifakı imkânların görüşmek üzere 12 Ağustos’ta Gazeteci-Yazar Mehmet Barlas’ın evinde biraraya gelerek bir görüşme yaptılar. Bu görüşme neticesinde Atatürk’çü Lâikler hemen galeyana kapılarak bazı açıklamalar yaptılar. Bu açıklamalarında “irtica ittifakı” gibi yakıştırmalarda bulundular. Bu toplantı aslında bir ittifak toplantısı değil seçimlerden sonra T. Çiller önderliğinde bir merkez sağ hükümet kurulabilmesi için bazı işbirliği ve ön araştırmalar yapılması için idi.

Böylesi bir guruba “irtica ittifakı” denmesi ve onların “İslâmcılar” diye nitelendirilmeleri hiç de doğru değildir. Nitekim bu partilerin hepsi demokrat, lâik, Atatürkçü’dürler ve bunlardan hiç birisi İslâm’ı kendileri için hayat nizamı olarak kabul etmiş değildir. Fazilet Partisi de dahil olmak üzere bunlardan hiç birisi İslâmî bir parti değildir. Müslümanlar için demokrasi bir yol bir metod değildir. Demokrasi müslümanı Allah’a kul olmaktan alıkoyar ve Onun kullarına kulluk eder bir duruma getirir.

LÂİK GENERALLERİN ANDI

31 Ağustos 1998 tarihli Los Angeles Times isimli Amerikan gazetesinin Ankara çıkışlı olarak verdiği habere göre yeni atanan Türkiye Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu İslamcılara karşı sürdürülen mücadelenin tavizsiz bir şekilde sürdürüleceğine dair and içtiklerini söyledi.

Genelkurmaydaki devir-teslim töreninde yaptığı bu konuşmasına dayanak olarak bir Türk gazetesinde çıkan yeni genelkurmay başkanı öncekine göre İslam’a karşı daha ılımlıdır şeklindeki habere binaen söylenmiştir. Bu açıklaması ile İslâm’a karşı ılımlı olmayacağını ve düşmanlıklarının devam edeceğini açıklamış oldu.

Gazetenin verdiği habere göre Kıvrıkoğlu yaptığı konuşmasının büyük bir bölümünü irticanın karanlık güclerinin Türkiye’nin lâik sistemine karşı oluşturduğu tehlikeye ayırdı. Orgeneral Kıvrıkoğlu "laik sistemi yıpratmaya çalışanlar her zaman olduğu gibi karşılarında yine Türk Silahlı kuvvetlerini bulacaklardır.” Şeklinde de konuştu.

Lâik generaller her zaman olduğu gibi yine içlerindeki kini yani İslâm’a karşı olan düşmanlıklarını ortaya koymuştur. Bunlar halkı müslümanlardan oluşan bu milleti temsil edemezler. Bu generaller için tek çözüm yolu; ancak İslâm’a teslim olmak ve onu bu milletin ve bu ümmetin hayatına hakim kılınmasını sağlamaktır.

LÂİK TC’NİN YÖNETİCİLERİ KENDİLERİNE SADIK OLAN MÜSLÜMANLARI SEÇİMLERDE SAF DIŞI BIRAKMAK İSTİYOR

Türkiye’yi yönetmekte olan lâikgeneraller Meclisin 18 Nisan 1999 için almış olduğu seçim kararına karşılık bu seçimlerde istedikleri sonucu alamayacakları kanaatına varınca yeni bir oyuna girişmeye karar verdiler.

Bu oyun yine Anayasa Mahkemesi aracılığı ile FP’yi seçimlerden dışlamak üzerine kuruludur. Şöyleki:

Kapatılan RP’nin de yöneticileri olan bu kişilerin bir kaçı yolsuzluk yaptıkları gerekçesi ile mahkemeye veriliyorlar. Anayasa Mahkemesinin Maliye Bakanlığına yaptırdığı incelemeye göre RP kapatılacağı sıralarda devlet hazinesinden almış olduğu 1 trilyon lirayı partileri kapatılınca hazineye geri vermeleri gerekirken vermemişler.

Bundan maksat; bu paranın ne olduğu değil FP’lilerin bir suretle ceza almalarını sağlamaktır. Zira yeni seçim kanununa göre bir yıl veya daha fazla ceza alan kişilere siyaset yasağı gelmektedir. Bu sebeple rejimin sahibi olanlar kendilerine güvenemedikleri bu kişileri saf dışı bırakmak istiyorlar.

Aslında RP’liler şunu iyi bilmeliler ki; lâik TC’yi yönetenlerden yardım almaları onları onlara bağlı kılar ve onlar neyi isterlerse onu yapmak zorunda kalırlar. Aynı zamanda lâikler istedikleri zaman partilerini kapatabilir mallarına el koyabilir, emeklerini boşa çıkarabilir. Bu sebeple onlara yine kardeşçe bir çağrıda bulunuyor ve bu demokratik yoldan vazgeçmeye davet ediyoruz. Allah’ın (c.c.) ve onun Resulünün (s.a.v.) istediği doğru yola gelmeye İslam’ı kayıtsız ve şartsız hayatımıza hakim kılmanın mücadelesini vermeye çağırıyoruz. Çağrı bizdendir. Ancak hidayet Allah (c.c.)’nin elindedir

ALMAN LAİKLERİ DE TÜRK VE DİĞER İSLAM BELDELERİNDEKİ LAİKLERE BENZEDİLER

Lâiklerin dini her yerde aynıdır ki o da Allah’tan (c.c.) gelen dinin hayattan, devletten, okuldan ve toplumdan kovulması ve buralarda bir rol oynamaması esasına dayanır. Zira lâiklik dini hayattan uzaklaştırarak insanın heva ve heveslerine göre hareket ederek onu adeta ilahlaştırır. Lâikler sadece heva ve heveslerine göre hareket ederler. Dünya lezzetlerini tatmayı ve şehvetlerini tatmin etmeyi hayatın gayesi saymaktadırlar. Bu onlar için mutluluğun tâ kendisidir. Onların ölçüleri farklıdır; itaat çirkin, zina güzeldir, çıplaklık da kezâ ilericilikten sayılır. Örtünmek (tesettür) gericiliktir. Örtüsüne bürünen kadın anarşist veya teröristtir. Örtüsünün altında fundamentalizmi saklamaktadır .

Bu gibi olaylar yalancı hürriyet ve kokuşmuş demokrasilerde olmaktadır. Türkiye ve Arap ülkelerinde hakim olan rejimleri bunlardan saymayacağız zira bunlar Amerika’nın, Avrupa ve İsrail’in birer kuklalarıdır.

Burada Almanya gibi bir devletin hürriyetten ne anladığına yani onun hürriyet mefhumuna bakalım:

Almanya’nın Baden Württenberg vilayetinde Afgan asıllı bir müslüman kadın üniversiteyi bitirerek Stutgart’ta bir okula öğretmen olarak tayin ediliyor. Fakat bu kadın şerî giyiminden dolayı ret ediliyor. Önüne iki seçenek konuluyor; ya örtüsünü çıkaracak, ya da öğretmen olamayacaktır. Çünkü bu eyaletin Kültür Bakanı, Şerî elbise giymeyi İslâm’ın temellerinden saymamaktadır. Bu elbiseyi kültür ayırımı yaptığı gerekçesini ileri sürmektedir. Bayan olan bakan şunları söyledi: “Bu bayan öğretmenin örtünmek için ısrarı taassuba dair bir işarettir. Bu kadın öğretmeni eğitimden uzaklaştırmak gerekir ki; Alman kız öğrenciler üzerinde bir etki bırakmasın. Eğer bayan Ludin (o müslüman kadın öğretmen) öğretmenliğe dönmek istiyorsa örtünmeyi terketmelidir."

Bu bakan konuyu Vilayet parlamentosuna sunduğunda büyük bir çoğunlukla karar onaylanmıştır. Hıristiyan Demokrat Partisi, Yeşiller Partisi, bütün Alman okullarında tesettürü yasaklamaya çağırıp bunu seçim programında gösteren Naziliğe yakınlığı ile bilinen Cumhuriyetçi Parti ve bunlar ile beraber Sosyalist Partisinin milletvekillerinin çoğu bu kararı onayladı. Yalnızca Liberal Parti buna itiraz etti.

Der Spiegel dergisi bu bakanın icraatını çifte standart olarak nitelendirdi. Çünkü sınıflarda bile haçı takmaya müsaade ederken başörtüsünde durum farklı olmaktadır. Bu dergi şunu da ilave ederek şöyle dedi: “Bakanın kararı dinin lâik Alman devletiyle alakası hakkında bir soruyu akla getirmektedir. Bu karar Almanya’da yaşayan değişik topluluklar arasında ideolojik çatışma çıkartacağa benzemektedir.

Müslüman bayan öğretmen ise bakanın ithamlarını ret ederek; "bakanın ithamlarında hiç bir delile sahip olmadığını belirtti. Şerî elbise müslüman kadının İslâmî elbisesi olduğu, kendi inancım gereği bunu taktığımı ve hiç kimseyi bunu takmaya zorlamayacağım diye bildirdi. Ayrıca bu örtüyü kaldırınca kendimi çıplak ve haysiyetimin zedelenmiş olduğunu hissederim."

Bazı Almanlar bakanın bu kararına itiraz ederek “bakan müslümanlara dinlerini öğretmeye mi kalkışıyor” diye eleştiriler yönelttiler. Bir oryantalist de şerî kıyafetin ve tesettürün Kuran’ın ve sünnetin emri olduğunu açıkladı.

Bir siyasî, Alman Bild gazetesine yaptığı açıklamada “Bu partiler beyaz zehirin yayılmasıyla mücadele etmek veya artmakta olan çocuklara tecavüze direnmek gibi konularda ittifak edemezken bir müslüman kadının giyimi konusunda birleşiyorlar. Halbuki bu kadın aynı okulda ve üniversitede bu örtüsünü takıyordu. Bu kadın saçlarını mavi yeşil boyayla boyasaydı, burnununa ve kulaklarına bir kaç yuvarlak demiri küpe diye taksaydı onu hoş karşılayacaklardı ve onu örnek öğretmen olarak sayacaklardı.” Bu siyasi, Alman bakanı suçlayarak onun konuyu büyüttüğünü ve aşırılıkla vasıflamakla itham etmiştir. Oysa konu bir müslüman kadının dininin emrine bağlanmasıdır. Tamamen Alman köylerindeki yaşlı Almanlar gibi, bunlar ahlâkın bozukluğuna ve aşağıya yuvarlanmasına karşı başlarına örtü takmaktadırlar.

Stutgart Zeitung gazetesi bu bakaan aynı zamanda Alman Katolik kuruluşunun başkanlığını üstleniyor. Bu kadın bakanın toleransı iki yüzlüdür diye yazdı.

Aynı okul tarafından; müslüman öğretmenin her yönden üstün vasıflı bir eğitimci olduğu ve okulu başarı ile bitirdiği belirtildi. Kendisinin örnek alınacak bir öğretmen olduğu da belirtildi. 4400 kişinin katıldığı öğretmenlik imtihanını 870 kişi kazandı ve bu öğretmen de onlar arasında birinci gelmişti.

Bu olay, lâikliğin ve demokrasinin sahtekârlığını göstermektedir. Aynı şekilde lâik TC de müslüman öğretmen ve öğrencilerine karşı açmış olduğu savaşı sürdürmektedir. Lâikler veya başka bir ifade ile kâfirler her yerde aynıdır. Nitekim aynı savaşı müslümanlara karşı lâik Fransa ve lâik Tunus da sürdürmektedir.

Bunlar iffet ve temizliğe karşıdırlar. Her türlü zina ve cinsi sapıklığı hoş görürler. Onların çağırdıkları hürriyetin manası budur. Örtünmek ve iffetle olmak onlara göre insanların hürriyetlerine zarar verir ve gericiliktir. Onların bu anlayışları sonucu ölçüler tamamen altüst oldu.

Peygamber Lut (A.S) kavmini homoseksüellikten men ederken onlar onunla alay ediyorlardı. “Lut (a.s.) temizlik ve iffet istiyormuş” diye gülüyor ve alay ediyorlardı ve ona karşı savaşıyorlardı.

Toleranslık (hoşgörülük) yaygarasıyla ünlü olanlar müslümanların kendilerine itiraz etmemelerini istemektedirler. Amma onlar müslümanların şeriatlarına bağlanmak istemelerine asla hoşgörü göstermez en ağır şekilde karşı koyup cezalandırırlar.

İşte, insan Allah (c.c.)’ın dinini terk edip heva ve hevesine göre hareket ederlerse ve lâikliği benimserse bu durumlara düşer.

Bundan dolayı insanı yaratan ve en iyi bilen Allah’ü Tealanın hükmünden başka güzel ve adaletli hüküm yoktur. Bu hükmü uygulayacak ve bütün insanlar arasında yayacak İslâm devletinin kurulması kaçınılmaz bir zorunluluktur.

YORUMSUZ

Trajı pazar günleri 1 milyon 400 bin olan Los Angeles Times gazetesinin 31 ağustos 1998 tarihli sayısında, (merkezi New York'ta bulunan World Policy Institute araştırmacılarından) William Hartung ve Erica Weinberg imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir; Kongre, eylül ayında yeniden toplantısında, antidemokratik rejimlere Amerikan silahlarının satışının kısıtlanmasında yeni bir dönem açacak "silah satışı şartları yasa tasarısını" (code of conduct of arms transfer) görüşecek.1990'li yıllarda ABD, silah satışının yüzde 85'i üçüncü dünya ülkelerine yaptı. Yasa çok iyi bir zamanda ortaya çıkmıştır. Lockheed Martin ve TextronBell gibi silah üreticileri, belli başlı insan hakları ihlalcilerinden biri olan Türkiye'ye satış yapmak üzere bir girişim başlatmak üzeredirler. Cobra helikopterlerinin üreticisi TextronBell ve Apachi helikopterlerinin üreticisi Boeing, Türkiye'nin 145 saldırı helikopteri için açacağı ihaleye girmeye hazırlanmaktadır. Dışişleri Bakanlığı geçtiğimiz aralık ayında, Clinton yönetiminin politikasına ters düşen bir şekilde Boeing ve Textron'un Türkiye'ye saldırı helikopteri satış planına onay verdi. Oysa, dışişleri bakanlığı, Türkiye'nin zayıf insan hakları sicilini neden olarak göstererek, gecen yıl Textron'un Türkiye'ye süper Cobra helikopterleri satmasına izin vermemişti. Politikadaki değişikliğin nedeni ticari çıkarlardır. Boeing, Textron, General Electric, Lockheed Martin ve Northrop Grumman (hepsi de Demokrat Parti'ye cömert bağışlarda bulunmuşlardır.) Clinton'a yazdıkları ortak yazıda, Türkiye'ye saldırı helikopteri satışı için gerekli ortamın yaratılmasını istediler. Bir ay sonra da satış izni verildi. Clinton yönetimi, helikopterlerin çatışmalarda nasıl kullanılacağıyla ilgili sıkı kurallar getirilmesi, demok-ratikleşmede ilerleme sağlanması ve Kürt bölgelerindeki olağanüstü hal uygulamasının kaldırılması gibi bazı koşullar yerine getirilmeden nihai satış onayının verilmeyeceğini söyleyerek insan hakları kuruluşlarını yatıştırmaya çalıştı. Türkiye bu koşulları yerine getirmekten çok uzaktır. Dışişleri Bakanlığı’nın son insan hakları raporunda da belirtildiği üzere, "bazı reformlara rağmen" Türkiye'de "ciddi insan hakları ihlalleri devam etmektedir. Öldürme ve işkence sucundan ceza gören polis ve diğer güvenlik kuvveti mensuplarının azlığı pervasızca davranma ortamı yaratmaktadır." Güneydoğu illerinde ve Kıbrıs'ta yaptıkları Türkiye'nin sorumsuz davranışını gösteren ilave delillerdir. Türk hükümeti, militan bir Kürt muhalif grup olan PKK'yı ortadan kaldırmak amacıyla kendi Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşı devam ettirebilmek için Amerikan yapımı silahlar kullanmaktadır. Silahlarının yüzde 80'ini Amerika'dan alan Türk silahlı kuvvetleri bu savaş sırasında 3 bin Kürt köyünü yaktı ya da boşalttı. ödül kazanmış bir gazeteci olan Ragıp Duran daha geçenlerde, resmi çizgiye ters düşen şekilde Kürt hareketi hakkında yazı yazmak "suçundan" hapse atıldı. Türkiye, Kıbrıs'ta ise kendi kendisine Kuzey Kıbrıs Türk cumhuriyeti (KKTC) ilan etmiş olan bölgeyi korumak için 30 bin asker tutmaktadır. KKTC'yi sadece Türkiye tanımaktadır. Kıbrıs’ın Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaşa neden olabileceği yönündeki endişelere rağmen Washington bu iki ülkeye f15 ve f-16 savaş uçağı satışı planını hızla uygulamayı sürdürmektedir. Temsilciler Meclisi üyeleri Cynthia Mc Kinney (demokrat, Georgia) ve Dana Rohrabacher'in verdigi (cumhuriyetci, Huntington Beach) silah satışı şartları yasa tasarısı, antidemokratik, komşularına karşı saldırgan veya kendi halkının insan haklarını ihlal eden ülkelere silah satışını yasaklamayı amaçlamaktadır. Mc Kinney-Rohrabacher tasarısı, temsilciler meclisi üyesi Sam Gejdenson'un (demokrat, Connecticut) rakip yasa tasarısından çok daha iyidir. Gejdenson'un tasarısı o kadar yetersizdir ki, silah satıcıları bile bu yasa tasarısını desteklemektedir. ABD Senatosu'nun Amerikan yapımı mayınların ihracatını yasaklama konusunda takındığı tavır, gecen yıl Oslo'da yapılan tarihi zirvede mayınların dünya çapında yasaklanması konusunda ilk adımın atılabilmesini sağlayan nedenlerden biridir. Silah satışı şartları yasa tasarısının kabul edilmesi de, silah satış kurallarının küresel olarak daha sıkı bir kontrol altına alınması için itici bir güç olabilir. Avrupa Birliği (AB) kendi kurallarını oluşturdu bile. Ayrıca Kosta Rica'nın Nobel ödüllü eski cumhurbaşkanlarından Oscar Arias, global bir yasa için baskı yapmaktadır. Dünya silah satışının yüzde 80'ini ABD ve Avrupa elinde tutmaktadır. Bu nedenle, ABD'nin silah satışı konusuna kısıtlama getirmesi, eşkıyaların ve diktatörlerin silahlandırılmasına karşı uluslararası bir kural oluşturulabilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Silah satış koşulu yasa tasarısını, silahlar baskıcı bir rejimin eline geçmeden yasalaştırmanın zamanı gelmiştir.

 

Sayı 109...1419-C.Evvel/C.Ahir...Eylül/Ekim-1998...Yıl-10

Sayfayı Birine Gönder