Hilafet -111               Şevval/Zilkade  1419     Ocak/Şubat 1999               Yıl 11

<<

BİR YORUM

>>

 

APO’NUN YAKALANMASI BÜYÜK ZAFER Mİ?

Ahmet Seyfulislam

PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan’ın 16/02/1999’da Türkiye getirildiği haberini T.C. Hükümeti Başbakanı Ecevit, heyacandan sesi titreyerek resmen açıklayınca Türk kamuoyunda zafer çığlıkları, Avrupa kamuoyunda ise PKK destekçilerinin protesto eylemlerinin oluşturduğu huzursuzluk hakim oldu.

T.C. Hükümeti Başbakanı Ecevit açıklamasında şöyle dedi: "Saat 03.00’den itibaren bölücü terör örgütü PKK’nın başı Abdullah Öcalan Türkiye’dedir. Dünyanın neresinde olursa olsun devletimizin onu ele geçireceğini söylemiştik. Bu devlet sözü, yerine getirildi… Bu operasyon Genel Kurmayımızla ve MİT ile tam bir uyum içinde çalışmalar sayesinde başarıldı. Tebrik ve şükran sunuyorum.”

T.C. Cumhurbaşkanı S. Demirel de şöyle dedi: "Hükümeti tebrik ediyor, operasyonda emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum… Hiç bir güç, Türk Devleti ile başa çıkamaz.”

Türk basınında ise şu manşetler alıyordu: “Gözün aydın Türkiye – İblis kafeste” “Devlet sözünü tuttu” (Sabah) “Öcalan’ı getirdik, rahat uyu şehidim” “Asrın operasyonu” (Türkiye) “İşte büyük Türkiye, ZAFER” “Bebek katilini yakalayıp getiren Türkiye, bütün dünyaya büyük devlet olduğunu kanıtladı” (Hürriyet)

Bu resmi demeçler ve resmî makamlarca yönlendirildiği anlaşılan manşetleri okuduktan sonra şunun sorgulanması gerekir:

Yakalanan (!) şahıs bir siyasi lider mi, ordu komutanı mı, devlet başkanı mı, yoksa bir “bebek katili” mi, “bir terörist ya da terör örgütü başı” mı?

T.C. Devleti resmî makamlarınca söz konusu şahıs ne bir siyasi liderdir, ne bir ordu komutanıdır, ne de bir devlet başkanıdır. O ancak bir “bebek katili”dir ve terörist ya da terör örgütü başıdır. O halde bir katili, ya da teröristi veya terör örgütü başını yakalamak niçin bir devlet için “büyük başarı”, “zafer”, “devletin güçlülüğü ve büyüklülüğünün göstergesi ya da kanıtı” olsun?!…

Bir ordu başka bir düşman ordusu ile, bir devlet başka bir devletle savaşır ya ülkesini düşman ordusu ve devletinin işgalinden kurtarır ya da yeni ülkeler fethedip oraya adalet ve aydınlık götürür. Onun adına “zafer” denilir. Devletin gücü orada kanıtlanır. Büyüklük küçüklük orada belli olur!.. T.C. Devleti, kurulduğu günden beri kurucusunun tabiri ile “haddı müdafa yoktur sathı müdafa vardır, o satıh da bütün vatandır” diyerek, onun izinde gidenlerin de “bugün MASK’ı (Milli Askeri Stratejik Kopsepti) değiştirdik, öncelikli düşman dışarıda değil içeridedir, o da irticadır… İrtica ile de topyekün savaşılmalıdır” diyerek silahsız müslüman halkı düşman görüp onu sindirmekle, ezanı, Kur’an’ı, namazı, orucu, başörtüsünü, şeriat ile savaşmaktan başka bir iş bilmediği için bu halka gerçek zaferin ne olduğunu unutturdu, kendisi de unuttu. Onun içindir ki halk da devlet de futbol maçlarındaki galibiyeti dahi zafer çoşkusu ile kutlamak şaşkınlığı ve bir katil ya da teröristi yakalamakla devletin güçlü olduğu vehimine kapılmak durumuna düştü.

Evet, Apo’yu devlet gerçekten kendisi yakalamış olsaydı dahi böylesi bir zafer ve büyüklükle övülmesi doğru olmazdı. Üstelik, Apo’yu devlet kendisi yakalamamıştır. Tüm tarafların yani T.C. Devleti, Yunanistan, Kenya, PKK ifadelerinin kesiştiği nokta ve yukarıdaki manşetleri atan gazeteler de dahi ortaya konulan husus; Apo’nun Kenya polisi tarafından Yunan elçiliğinden alınıp havalanında beklemekte olan uçağın içindeki Türk özel timine adeta paketlenmiş bir şekilde teslim edilmesidir. Görüldüğü gibi ortada ne operasyon söz konusudur ne de yakalamak. Bir teröristin bir başka devlet tarafından yakalanıp paketlenmiş bir şekilde kendisine teslim edilmesi vardır.

- Apo’nun adamlarından Şemdin Sakık da Mesut Barzani’nin adamlarına teslim edilmiş Türk özel timi Türkiye’ye naklini yapmıştı. Yani paketlenmiş olarak teslim alınan Apo’nun nakli gibi kargo hizmeti yapılmşıtır. Bunun neresi, zafer, neresi asrın operasyonu, devletin büyüklülüğünün kanıtıdır?!

- Apo’nun Suriye’den çıkarılması da T.C. Devleti’nin siyasi ya da askerî başarısı ile olmamıştır. ABD Devlet Başkanı’nın Suriye’deki Hafız Esad’a telefonla emretmesiyle olmuştur… Nitekim zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz Apo’nun İtalya’da ortaya çıkmasını zafer çığlıkları ile duyururken ABD’ye Suriye’den çıkartılıp İtalya’da ortaya çıkasıya kadar geçen süreçteki yardımından dolayı teşekkür etmişti.

Şimdi sormak gerekir: Başkasının sana yardımı (!) niçin senin zaferin olsun?!.. Devletin doğal işlerinden olan bir katili ya da teröristi güya ele geçirmiş olmak, o devletin niçin güç kanıtı ya da övünç vesilesi olsun?!..

Türk halkı ve T.C. Devleti gerçekten zafer-izzet ve güçlülük, büyüklülük kanıtında bulunmak istiyorsa bu mümkündür. Eğer şunları yaparsa gerçekten çok büyük bir zafer elde etmiş olur ve izzet-kuvvet bulur:

1- Önce zihinlerdeki ve toplumdaki Batı’dan ithal edilen çağdaş cahiliyye kirliliklerinden arınmak yani laiklik, demokrasi, cumhuriyet, milliyetçilik, liberalizm v.b. parangaları parçalayarak zihinsel kölelikten kurtulmak.

2- Allah’a yönelip O’nun Dini İslâm’ı tekrar fert, toplum ve devlet hayatına hakim kılmak ve onun şer'î yolu olan Raşidî Hilâfet’i ikame etmek.

3- Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya, İsrail, NATO, AGİK, AB v.b. ülkeler ve kuruluşlar ile olan tüm askeri, siyasi, ekonomik ilişkileri kesip onlara ait tüm askeri, siyase ve ekonomik varlıklarını o ülkeden söküp atmak.

4- Önce Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkasya’yı içine alan bir coğrafyayı İslâm kimliği ile Kelime-i Tevhid Bayrağı altında Hilâfet Devleti çatısı altında birleştirmek için faaliyete geçmektir.

Bütün bunlar mucize değil, mümkünattandır. Yeter ki bunu yapmak isteyen bir sahih irade olsun.

İşte zafer, izzet, güç-kuvvet elde etmenin yolu da güçlülüğün-büyüklüğün kanıtı da budur. Haydin kurtuluşa... Haydin zafere!..

Olayın siyasi boyutuna gelince:

Şu artık gayet açıktır ki; PKK’yı Apo’nun başkanlığında kurup besleyen, destekleyen, onbeş yıl ona her türlü mali, askerî, siyasî, lojistik destek verenin ABD olduğu artık bilinen bir gerçektir. Ancak ABD, 1998’den itibaren PKK kartının eskidiğini, bölgedeki özellikle de Kuzey Irak’taki politikaları açısından artık kendisine faydalı olmaktan çıkıp engel olmaya başladığını gördüğü için onu iptal etmek, çöp sepetine atmak istedi. Zira Türkiye, PKK terörünü bahane ederek sürekli Kuzey Irak’a askerî, siyasî, malî müdahalede bulunuyor ve bölgeyi kontrolünde tutuyordu. ABD ise, Kuzey Irak’ta kendisine bağımlı bir Kürt Devleti kurmak istiyor. Türkiye’nin müdahaleleri buna engel oluyordu. Onun için Türkiye’nin müdahale bahanesini elinden almak maksadı ile PKK kartını iptal etmek istedi ve Apo’nun Suriye’den çıkartılmasını uşağı Esad’a emretti. Apo Suriye’den çıkartılmasından sonra da sürekli PKK’nın terör örgütü, Apo’nun da terörist olduğu ve yargılanması hatta Türkiye’ye teslim edilmesi gerektiği doğrultusunda demeçler vermeye başladı. Maksadı, Türkiye’ye “terör bitti bahanen gitti, o halde Kuzey Irak’tan elini çek” diyebilmektir.

Apo, Suriye’den çıkartılınca Avrupa ülkeleri önceleri Apo ve PKK’ya sahiplenip onların şahsında Kürt sorununu siyasî platforma taşımak istediler. Birkaç hafta bu eyilimde kaldılar. Ancak ABD’nin telkinleri ve Türkiye’nin itirazları yoğunlaşınca sanki AB ülkeleri teröre kucak açıyor ve onu destekliyor imajı almak tehlikesini görüp, terör imajı almış PKK ve Apo gölgesini Kürt Kartı üzerinden kaldırmak istediler ve hemen tavır değiştirerek Apo’yu dışlamaya başladılar.. Ve nihayet Türkiye’yi memnun etmek ve ABD’nin siyasî baskıları karşısında biraz rahatlamak için Apo’yu paketleyip Türkiye’ye teslim ettiler. Fakat bu demek değildir ki ne Avrupa ne de ABD Kürt Sorunu Kartından vazgeçtiler. Bilakis Kürt Sorunu Kartını her iki taraf da Ortadoğu’daki siyasî çatışmalarında kendi siyasî menfaatları doğrultusunda kullanmak isteyeceklerdir, başka üsluplar ve taktikler ile…

Kürt Sorunu Kartını ABD, PKK ile Türkiye’yi yıpratarak kendisinin bölge politikaları doğrultusunda tavır almaya zorlamak için kullanmıştı. Avrupa ise; Türkiye, Özal zamanında olduğu gibi ABD politikalarına meyil edince Kürt sorununu siyasî platforma taşıyıp Sevr Anlaşmasını canlandırarak Türkiye’yi bölmekle tehdit etmek için kullanmıştır. Şimdi ise, Kürt Sorunu Kartını Türkiye’nin içinden yıpratmak için değil de Kuzey Irak’ta tutunup bölgeye bilfiil girmek için kullanmak istemektedir. Avrupa da yine, Kürt Sorunu kartını kendi çıkarları doğrultusunda ABD’nin politikalarını boşa çıkarmak için kullanmak istemektedir. Şu iyi bilinmelidir ki hem ABD hem de Avrupa için bir Kürt Devleti kurmak nihai siyasî hedef değildir. Onlar için Kürt Sorunu kartı, Ortadoğu’daki politik çatışmalarında kullandıkları bir karttır. Bunu herkes özellikle de Kürt asıllı müslümanların çok iyi bilmeleri gerekir.!.

PKK’nın şaşkınlığı:

Apo’nun yakalanmasından sonra PKK mensupları, yöneticileri ve basını adeta şok oldular. Olayı kendi tabirleri ile “uluslararası bir komplonun neticesi” olarak vasıflandırdılar. Bunları şoke eden Yunanistan’ın ve tüm Avrupa devletlerinin kendilerine karşı tavır almaları oldu. "Dost bildiklerimiz teker teker bizden desteklerini çektiler.” “Bize ihanet ettiler.” “Bize yardımlarını kestiler.” “Bize kapılarını kapamaktalar.” v.b. ifadeler ile, ayrıca Avrupa ülkelerinde ve diğer bazı ülkelerde çeşitli elçilikler ve temsilcilikleri işgal ederek çılgınca protesto etmeleri ile bu şaşkınlıklarını sergilemektedirler… Hem onlara kızıp, öfkelenip protesto ediyorlar hem de yine onlardan yardım istiyorlar.! Çıkış yolu göstermelerini bekliyorlar! Bir zalime karşı başka bir zalimin merhametine sığınmak asıl şaşkınlıktır. Gavurun ipiyle kuyuya inmak asıl aptallıktır.

Bölgeye azgın sömürü ihtirası ile salgalarını akıtarak bakan ve oranın çeşitli stratejik madde ve imkanlarına sahip olarak dünyaya egemen olmak isteyen azgın tağuti kafirlerden yardım dilenerek güç ve izzete ulaşacaklarını zannetmek asıl ahmaklıktır. Öte yandan kullanılıp eskidikten sonra kendileri için verimsiz olduğunu görünce buruşturup çöpe atılan bir kartı eline geçirince çılgınca zafer coşkusuna girmek asıl manyaklıktır. Hem PKK hem de T.C. Devleti akıl ederek hareket etmiyorlar. Hep kendilerine gösterilen işaretlere koşuyorlar. Avrupa ve ABD’nin pin pon topu olmaktan kurtulamıyorlar.

O halde Türkü Kürdü ile tüm taraflar akıllarını başlarına alsınlar da gerçekten kurtuluş, izzet ve kuvvete ulaşmanın yoluna girsinler!..

Gerçek zafer ya da kurtuluş yolu:

Kurtuluş yolunu görmek için önce sorunu tanımlamalı sonra sebebini ortaya koymalıdır. Çünkü her sorunun çözümü için önce teşhis ve tanımının doğru bir şekilde yapılması gerekir. “Kürt Sorunu” olarak ifade edilen sorunun Türkiye açısından ve Kürt halkı açısından tanımı şudur:

Türkiye açısından sorun: Bölünme, parçalanma, terör, iç savaşa doğru tırmandırılmak istenen husumet ve düşmanlık dalgasının yayılması. Bununla da askerî, siyasî, ekonomik ve toplumsal bir zaafiyete düşmektir.

Kürt halkı açısından sorun: Zulümlere maruz kalmak ve hakir, zelil konuma düşmektir. Başkalarının çıkarlarına alet olmak gibi aşağılanmaktır.

Bu sorunun sebebi ise: Türkiye’de Kemalist devrimle Batı’dan ithal edilen laiklik, milli devlet, milli kimlik gibi küfür fikir ve sistemleridir. Zira bu coğrafyada yaşayan insanlar asırlardır beraber kardeşçe yaşamışken niçin bugün birbiri ile kapışma noktasına gelmiştir?! Niçin bir iç savaş gibi ateş çukurunun kenarına gelindi? Çünkü onları kardeş yapan ve birleştiren unsur, harç, bağ olan ve Kur’an’da “Allah’ın ipi” olarak vasfedilen İslâm bu coğrafyadaki toplumun hayatından kovulmuştur. Bazı Kemalistler, Mustafa Kemal “dinin birleştirici işlevi yerine milli kültürü koymuştur” diyerek güya övünmek isterler. Halbuki o, milli kültür ve Kemalist devrimin altı zehirli okundan birisi olan milliyetçilik ve milli kimlik, toplumu birleştirmek bir yana dinamitlemiştir. Ve bölücülüğün de parçalanmanın da, husumet ve düşmanlığın da asıl sebebi olmuştur. Eğer birlik, beraberlik, bütünlük isteniyorsa o zaman bunu sağlayan tek unsurun din –yani İslâm- olduğunu görmek gerekir. Bir Özel TİM görevlisinin gördüğü gibi.. Emniyet Özel Hareket Daire eski Başkanı İbrahim Şahin, PKK ile mücadelede din unsurunun çok önemli olduğunu şöyle bildirdi:

“Ben mesela beş vakit namaz kılmıyordum daha önce. Siirt’e 1988’de tayin olduğumda vatandaşla aramız kopuktu. Yani hiç bir Siirtli bize güvenmiyordu. Ben her sabah normalde şubeye uğradıktan sonra vatandaşı genellikle bütün esnafı gezer, birer bardak çayını içer, hal hatır sorardım. Sonradan ben orada namaza başladım. O zaman gördüm ki Siirtliler bana ‘eskiden bu camiye sadece Siirtli bekçiler geliyordu, şimdi sizin yüzünüzden bu camide bir yer bulamıyoruz’ dediler. Ve orada din unsurunun çok büyük birleştirici bir unsur olduğunu gördük. O şekilde davranmaya çalıştık, iyi ve başarılı olduk." (Akit, 21/02/1999)

Diğer boyutu ile sorunun diğer sebebi ise, zulümden, zaafiyetten, zilletten kurtuluşun yolunu zalimden, despottan, tağuttan beklemektir. Onlara yönelmek, yalvarmak ve onlardan akıl, plan, proje, reçete almaktır.

Kısacası sorunun sebebi, laiklik ve ona dayalı küfür sistemleri, milliyetçilik ve milli kimlikte ısrarcı olmak, izzet, kuvvet ve nusreti yanlış adreste aramaktır.

Kurtuluş, zafer-nusret ve izzet ise farklı milletlerden insanları birleştirip bütünleştirerek tek bir ümmet yapan Allah’ın ipi olan İslâm’ı fert ve toplum hayatına hakim kılmak için tek şer'î yol olan Raşidî Hilâfet Devleti’ni kurup onun ile sadece Allah’a dayanarak İslâm risaletini tatbik, davet ve cihad yoluyla aleme nur ve hidayet olarak taşımaktır.

O halde Türkü ve Kürdü, Arabı ile tüm müslümanlar bu gerçeği görüp bu yola girmeleri, dünyada nusret-zafer, izzete ve Ahirette de iflaha erişmelerinin tek yoludur. Çünkü nusret-zafer-kuvvet-izzet ve Ahirette iflah ancak Allah’a ve dinine bağlanmaktadır.. Nitekim Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

“Mü’minleri bırakıp da kafirleri veli (dost ve yardımcı) edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki izzet yalnız Allah’a aittir.” (Nisa: 139)

"Kim izzet ve şeref istiyorsa bilsin ki izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır. Ona ancak güzel söz (kelime-i tevhid) ulaşır. Onu da Allah’a salih amel ulaştırır. Kötülükleri tuzak yapanlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır. Ve onların tuzağı bozuktur.” (Fatir: 10)

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (Dinine dosdoğru bağlanır, gereğini yaparsanız) Allah da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar.

İnkar edenlere gelince, onların hakkı yıkımdır. Allah onların amellerini şaşırtmıştır. Bunun sebebi, Allah’ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır.

Onlar yeryüzünü gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler? Allah onları yere batırmıştır. Kafirlere de onların benzeri vardır.

Bu, Allah’ın iman edenlere mevla (yardımcı) olmasından dolayıdır. Kafirlere gelince, onların yardımcıları yoktur.” (Muhammed: 7-11)

"Allah iman edenlerin velisidir (dost ve yardımcısıdır). Onları zulümattan (karanlıklar ve kirliliklerden) kurtarıp nura-aydınlığa çıkarır. Kafirlerin velisi ise tağuttur. Onları aydınlıktan zulümata (karanlıklara ve kirliliklere) götürür. Onlar ateş ehlidirler. Orada devamlı kalıcıdırlar.” (Bakara: 257)

* * * * *

< önceki içindekiler sonraki >