T.C. Hükümeti Başbakanı Ecevit açıklamasında
şöyle dedi: "Saat 03.00’den itibaren bölücü terör örgütü PKK’nın
başı Abdullah Öcalan Türkiye’dedir. Dünyanın neresinde olursa olsun devletimizin
onu ele geçireceğini söylemiştik. Bu devlet sözü, yerine getirildi… Bu operasyon
Genel Kurmayımızla ve MİT ile tam bir uyum içinde çalışmalar sayesinde
başarıldı. Tebrik ve şükran sunuyorum.”
T.C. Cumhurbaşkanı S. Demirel de şöyle dedi: "Hükümeti
tebrik ediyor, operasyonda emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum… Hiç bir
güç, Türk Devleti ile başa çıkamaz.”
Türk basınında ise şu manşetler alıyordu: “Gözün
aydın Türkiye – İblis kafeste” “Devlet sözünü tuttu” (Sabah) “Öcalan’ı
getirdik, rahat uyu şehidim” “Asrın operasyonu” (Türkiye) “İşte büyük
Türkiye, ZAFER” “Bebek katilini yakalayıp getiren Türkiye, bütün dünyaya büyük
devlet olduğunu kanıtladı” (Hürriyet)
Bu resmi demeçler ve resmî makamlarca
yönlendirildiği anlaşılan manşetleri okuduktan sonra şunun sorgulanması gerekir:
Yakalanan (!) şahıs bir siyasi lider mi, ordu
komutanı mı, devlet başkanı mı, yoksa bir “bebek katili” mi, “bir terörist ya
da terör örgütü başı” mı?
T.C. Devleti resmî makamlarınca söz konusu
şahıs ne bir siyasi liderdir, ne bir ordu komutanıdır, ne de bir devlet başkanıdır.
O ancak bir “bebek katili”dir ve terörist ya da terör örgütü başıdır. O halde
bir katili, ya da teröristi veya terör örgütü başını yakalamak niçin bir devlet
için “büyük başarı”, “zafer”, “devletin güçlülüğü ve
büyüklülüğünün göstergesi ya da kanıtı” olsun?!…
Bir ordu başka bir düşman ordusu ile, bir devlet
başka bir devletle savaşır ya ülkesini düşman ordusu ve devletinin işgalinden
kurtarır ya da yeni ülkeler fethedip oraya adalet ve aydınlık götürür. Onun adına
“zafer” denilir. Devletin gücü orada kanıtlanır. Büyüklük küçüklük orada
belli olur!.. T.C. Devleti, kurulduğu günden beri kurucusunun tabiri ile “haddı
müdafa yoktur sathı müdafa vardır, o satıh da bütün vatandır” diyerek, onun
izinde gidenlerin de “bugün MASK’ı (Milli Askeri Stratejik Kopsepti)
değiştirdik, öncelikli düşman dışarıda değil içeridedir, o da irticadır…
İrtica ile de topyekün savaşılmalıdır” diyerek silahsız müslüman halkı
düşman görüp onu sindirmekle, ezanı, Kur’an’ı, namazı, orucu, başörtüsünü,
şeriat ile savaşmaktan başka bir iş bilmediği için bu halka gerçek zaferin ne
olduğunu unutturdu, kendisi de unuttu. Onun içindir ki halk da devlet de futbol
maçlarındaki galibiyeti dahi zafer çoşkusu ile kutlamak şaşkınlığı ve bir katil
ya da teröristi yakalamakla devletin güçlü olduğu vehimine kapılmak durumuna
düştü.
Evet, Apo’yu devlet gerçekten kendisi yakalamış
olsaydı dahi böylesi bir zafer ve büyüklükle övülmesi doğru olmazdı. Üstelik,
Apo’yu devlet kendisi yakalamamıştır. Tüm tarafların yani T.C. Devleti, Yunanistan,
Kenya, PKK ifadelerinin kesiştiği nokta ve yukarıdaki manşetleri atan gazeteler de
dahi ortaya konulan husus; Apo’nun Kenya polisi tarafından Yunan elçiliğinden
alınıp havalanında beklemekte olan uçağın içindeki Türk özel timine adeta
paketlenmiş bir şekilde teslim edilmesidir. Görüldüğü gibi ortada ne operasyon söz
konusudur ne de yakalamak. Bir teröristin bir başka devlet tarafından yakalanıp
paketlenmiş bir şekilde kendisine teslim edilmesi vardır.
- Apo’nun adamlarından Şemdin Sakık da
Mesut Barzani’nin adamlarına teslim edilmiş Türk özel timi Türkiye’ye naklini
yapmıştı. Yani paketlenmiş olarak teslim alınan Apo’nun nakli gibi kargo hizmeti
yapılmşıtır. Bunun neresi, zafer, neresi asrın operasyonu, devletin
büyüklülüğünün kanıtıdır?!
- Apo’nun Suriye’den çıkarılması da T.C.
Devleti’nin siyasi ya da askerî başarısı ile olmamıştır. ABD Devlet
Başkanı’nın Suriye’deki Hafız Esad’a telefonla emretmesiyle olmuştur… Nitekim
zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz Apo’nun İtalya’da ortaya çıkmasını zafer
çığlıkları ile duyururken ABD’ye Suriye’den çıkartılıp İtalya’da ortaya
çıkasıya kadar geçen süreçteki yardımından dolayı teşekkür etmişti.
Şimdi sormak gerekir: Başkasının sana yardımı
(!) niçin senin zaferin olsun?!.. Devletin doğal işlerinden olan bir katili ya da
teröristi güya ele geçirmiş olmak, o devletin niçin güç kanıtı ya da övünç
vesilesi olsun?!..
Türk halkı ve T.C. Devleti gerçekten zafer-izzet
ve güçlülük, büyüklülük kanıtında bulunmak istiyorsa bu mümkündür. Eğer
şunları yaparsa gerçekten çok büyük bir zafer elde etmiş olur ve izzet-kuvvet
bulur:
1- Önce zihinlerdeki ve toplumdaki
Batı’dan ithal edilen çağdaş cahiliyye kirliliklerinden arınmak yani laiklik,
demokrasi, cumhuriyet, milliyetçilik, liberalizm v.b. parangaları parçalayarak zihinsel
kölelikten kurtulmak.
2- Allah’a yönelip O’nun Dini
İslâm’ı tekrar fert, toplum ve devlet hayatına hakim kılmak ve onun şer'î yolu
olan Raşidî Hilâfet’i ikame etmek.
3- Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya,
İsrail, NATO, AGİK, AB v.b. ülkeler ve kuruluşlar ile olan tüm askeri, siyasi,
ekonomik ilişkileri kesip onlara ait tüm askeri, siyase ve ekonomik varlıklarını o
ülkeden söküp atmak.
4- Önce Ortadoğu, Orta Asya ve
Kafkasya’yı içine alan bir coğrafyayı İslâm kimliği ile Kelime-i Tevhid Bayrağı
altında Hilâfet Devleti çatısı altında birleştirmek için faaliyete geçmektir.
Bütün bunlar mucize değil, mümkünattandır.
Yeter ki bunu yapmak isteyen bir sahih irade olsun.
İşte zafer, izzet, güç-kuvvet elde etmenin yolu
da güçlülüğün-büyüklüğün kanıtı da budur. Haydin kurtuluşa... Haydin
zafere!..
Olayın siyasi boyutuna gelince:
Şu artık gayet açıktır ki; PKK’yı Apo’nun
başkanlığında kurup besleyen, destekleyen, onbeş yıl ona her türlü mali, askerî,
siyasî, lojistik destek verenin ABD olduğu artık bilinen bir gerçektir. Ancak ABD,
1998’den itibaren PKK kartının eskidiğini, bölgedeki özellikle de Kuzey Irak’taki
politikaları açısından artık kendisine faydalı olmaktan çıkıp engel olmaya
başladığını gördüğü için onu iptal etmek, çöp sepetine atmak istedi. Zira
Türkiye, PKK terörünü bahane ederek sürekli Kuzey Irak’a askerî, siyasî, malî
müdahalede bulunuyor ve bölgeyi kontrolünde tutuyordu. ABD ise, Kuzey Irak’ta
kendisine bağımlı bir Kürt Devleti kurmak istiyor. Türkiye’nin müdahaleleri buna
engel oluyordu. Onun için Türkiye’nin müdahale bahanesini elinden almak maksadı ile
PKK kartını iptal etmek istedi ve Apo’nun Suriye’den çıkartılmasını uşağı
Esad’a emretti. Apo Suriye’den çıkartılmasından sonra da sürekli PKK’nın
terör örgütü, Apo’nun da terörist olduğu ve yargılanması hatta Türkiye’ye
teslim edilmesi gerektiği doğrultusunda demeçler vermeye başladı. Maksadı,
Türkiye’ye “terör bitti bahanen gitti, o halde Kuzey Irak’tan elini çek”
diyebilmektir.
Apo, Suriye’den çıkartılınca Avrupa ülkeleri
önceleri Apo ve PKK’ya sahiplenip onların şahsında Kürt sorununu siyasî platforma
taşımak istediler. Birkaç hafta bu eyilimde kaldılar. Ancak ABD’nin telkinleri ve
Türkiye’nin itirazları yoğunlaşınca sanki AB ülkeleri teröre kucak açıyor ve
onu destekliyor imajı almak tehlikesini görüp, terör imajı almış PKK ve Apo
gölgesini Kürt Kartı üzerinden kaldırmak istediler ve hemen tavır değiştirerek
Apo’yu dışlamaya başladılar.. Ve nihayet Türkiye’yi memnun etmek ve ABD’nin
siyasî baskıları karşısında biraz rahatlamak için Apo’yu paketleyip Türkiye’ye
teslim ettiler. Fakat bu demek değildir ki ne Avrupa ne de ABD Kürt Sorunu Kartından
vazgeçtiler. Bilakis Kürt Sorunu Kartını her iki taraf da Ortadoğu’daki siyasî
çatışmalarında kendi siyasî menfaatları doğrultusunda kullanmak isteyeceklerdir,
başka üsluplar ve taktikler ile…
Kürt Sorunu Kartını ABD, PKK ile Türkiye’yi
yıpratarak kendisinin bölge politikaları doğrultusunda tavır almaya zorlamak için
kullanmıştı. Avrupa ise; Türkiye, Özal zamanında olduğu gibi ABD politikalarına
meyil edince Kürt sorununu siyasî platforma taşıyıp Sevr Anlaşmasını
canlandırarak Türkiye’yi bölmekle tehdit etmek için kullanmıştır. Şimdi ise,
Kürt Sorunu Kartını Türkiye’nin içinden yıpratmak için değil de Kuzey Irak’ta
tutunup bölgeye bilfiil girmek için kullanmak istemektedir. Avrupa da yine, Kürt Sorunu
kartını kendi çıkarları doğrultusunda ABD’nin politikalarını boşa çıkarmak
için kullanmak istemektedir. Şu iyi bilinmelidir ki hem ABD hem de Avrupa için bir
Kürt Devleti kurmak nihai siyasî hedef değildir. Onlar için Kürt Sorunu kartı,
Ortadoğu’daki politik çatışmalarında kullandıkları bir karttır. Bunu herkes
özellikle de Kürt asıllı müslümanların çok iyi bilmeleri gerekir.!.
PKK’nın şaşkınlığı:
Apo’nun yakalanmasından sonra PKK mensupları,
yöneticileri ve basını adeta şok oldular. Olayı kendi tabirleri ile “uluslararası
bir komplonun neticesi” olarak vasıflandırdılar. Bunları şoke eden Yunanistan’ın
ve tüm Avrupa devletlerinin kendilerine karşı tavır almaları oldu. "Dost
bildiklerimiz teker teker bizden desteklerini çektiler.” “Bize ihanet ettiler.”
“Bize yardımlarını kestiler.” “Bize kapılarını kapamaktalar.” v.b.
ifadeler ile, ayrıca Avrupa ülkelerinde ve diğer bazı ülkelerde çeşitli elçilikler
ve temsilcilikleri işgal ederek çılgınca protesto etmeleri ile bu
şaşkınlıklarını sergilemektedirler… Hem onlara kızıp, öfkelenip protesto
ediyorlar hem de yine onlardan yardım istiyorlar.! Çıkış yolu göstermelerini
bekliyorlar! Bir zalime karşı başka bir zalimin merhametine sığınmak asıl
şaşkınlıktır. Gavurun ipiyle kuyuya inmak asıl aptallıktır.
Bölgeye azgın sömürü ihtirası ile
salgalarını akıtarak bakan ve oranın çeşitli stratejik madde ve imkanlarına sahip
olarak dünyaya egemen olmak isteyen azgın tağuti kafirlerden yardım dilenerek güç ve
izzete ulaşacaklarını zannetmek asıl ahmaklıktır. Öte yandan kullanılıp
eskidikten sonra kendileri için verimsiz olduğunu görünce buruşturup çöpe atılan
bir kartı eline geçirince çılgınca zafer coşkusuna girmek asıl manyaklıktır. Hem
PKK hem de T.C. Devleti akıl ederek hareket etmiyorlar. Hep kendilerine gösterilen
işaretlere koşuyorlar. Avrupa ve ABD’nin pin pon topu olmaktan kurtulamıyorlar.
O halde Türkü Kürdü ile tüm taraflar
akıllarını başlarına alsınlar da gerçekten kurtuluş, izzet ve kuvvete ulaşmanın
yoluna girsinler!..
Gerçek zafer ya da kurtuluş yolu:
Kurtuluş yolunu görmek için önce sorunu
tanımlamalı sonra sebebini ortaya koymalıdır. Çünkü her sorunun çözümü için
önce teşhis ve tanımının doğru bir şekilde yapılması gerekir. “Kürt Sorunu”
olarak ifade edilen sorunun Türkiye açısından ve Kürt halkı açısından tanımı
şudur:
Türkiye açısından sorun: Bölünme,
parçalanma, terör, iç savaşa doğru tırmandırılmak istenen husumet ve düşmanlık
dalgasının yayılması. Bununla da askerî, siyasî, ekonomik ve toplumsal bir zaafiyete
düşmektir.
Kürt halkı açısından sorun: Zulümlere
maruz kalmak ve hakir, zelil konuma düşmektir. Başkalarının çıkarlarına alet olmak
gibi aşağılanmaktır.
Bu sorunun sebebi ise: Türkiye’de Kemalist
devrimle Batı’dan ithal edilen laiklik, milli devlet, milli kimlik gibi küfür fikir
ve sistemleridir. Zira bu coğrafyada yaşayan insanlar asırlardır beraber kardeşçe
yaşamışken niçin bugün birbiri ile kapışma noktasına gelmiştir?! Niçin bir iç
savaş gibi ateş çukurunun kenarına gelindi? Çünkü onları kardeş yapan ve
birleştiren unsur, harç, bağ olan ve Kur’an’da “Allah’ın ipi” olarak
vasfedilen İslâm bu coğrafyadaki toplumun hayatından kovulmuştur. Bazı Kemalistler,
Mustafa Kemal “dinin birleştirici işlevi yerine milli kültürü koymuştur” diyerek
güya övünmek isterler. Halbuki o, milli kültür ve Kemalist devrimin altı zehirli
okundan birisi olan milliyetçilik ve milli kimlik, toplumu birleştirmek bir yana
dinamitlemiştir. Ve bölücülüğün de parçalanmanın da, husumet ve düşmanlığın
da asıl sebebi olmuştur. Eğer birlik, beraberlik, bütünlük isteniyorsa o zaman bunu
sağlayan tek unsurun din –yani İslâm- olduğunu görmek gerekir. Bir Özel TİM
görevlisinin gördüğü gibi.. Emniyet Özel Hareket Daire eski Başkanı İbrahim
Şahin, PKK ile mücadelede din unsurunun çok önemli olduğunu şöyle bildirdi:
“Ben mesela beş vakit namaz kılmıyordum daha
önce. Siirt’e 1988’de tayin olduğumda vatandaşla aramız kopuktu. Yani hiç bir
Siirtli bize güvenmiyordu. Ben her sabah normalde şubeye uğradıktan sonra vatandaşı
genellikle bütün esnafı gezer, birer bardak çayını içer, hal hatır sorardım.
Sonradan ben orada namaza başladım. O zaman gördüm ki Siirtliler bana ‘eskiden bu
camiye sadece Siirtli bekçiler geliyordu, şimdi sizin yüzünüzden bu camide bir yer
bulamıyoruz’ dediler. Ve orada din unsurunun çok büyük birleştirici bir unsur
olduğunu gördük. O şekilde davranmaya çalıştık, iyi ve başarılı olduk."
(Akit, 21/02/1999)
Diğer boyutu ile sorunun diğer sebebi ise,
zulümden, zaafiyetten, zilletten kurtuluşun yolunu zalimden, despottan, tağuttan
beklemektir. Onlara yönelmek, yalvarmak ve onlardan akıl, plan, proje, reçete
almaktır.
Kısacası sorunun sebebi, laiklik ve ona dayalı
küfür sistemleri, milliyetçilik ve milli kimlikte ısrarcı olmak, izzet, kuvvet ve
nusreti yanlış adreste aramaktır.
Kurtuluş, zafer-nusret ve izzet ise farklı
milletlerden insanları birleştirip bütünleştirerek tek bir ümmet yapan Allah’ın
ipi olan İslâm’ı fert ve toplum hayatına hakim kılmak için tek şer'î yol olan
Raşidî Hilâfet Devleti’ni kurup onun ile sadece Allah’a dayanarak İslâm
risaletini tatbik, davet ve cihad yoluyla aleme nur ve hidayet olarak taşımaktır.