HERHANGİ BİR GÜÇ, KURUM VE KURULUŞ KENDİNİ ÖLDÜRECEK SİLAHI RAKİBİNE (DÜŞMANINA) VERMEZ !!!

 İslami hareketin öncülüğünü yapan kişi, kurum veya parti kim olursa olsun eğer iddiasında samimi ise, İslam'ın kendine has metodu ile çalışmak mecburiyetindedir. Bu mecburiyet kulun kendi kafa yapısına göre koyduğu bir mecburiyet olmadığı gibi, çıkar, kin, menfaatten doğan bir mecburiyet de değildir. Bu mecburiyet; Alemlerin Rabbi yüce Allah’tan gelen bir mecburiyettir. Yani İslam'ı hayata hakim kılmak için; Yüce Rabbimizin çizdiği Peygamberimiz (sav) kendi hayatına uyguladığı bu metod Rabbimiz tarafından bütün Müslümanlara farz kılındı.

Birileri çıkar da ben bu metodu yani farz olan bu metodu (bilmiyorum) derse; işte bunu diyen kişi, İslâm'ı bilmiyor demektir. O zaman bu kişi İslami hareketin öncülüğünü yapamaz. Çünkü böyle bir kişi iki batıl durumdan birinin sahibi olacak ki; her halükarda böyle birilerinin peşinden gitmek haram olur.

l-İslami hareketin öncülüğünü yapan bir kimse İslam'ın kendine has ve farz olan metodunu bilmiyorsa, böyle bir kişi cahil demektir. Cahilin sofusu şeytanın maskarası olur misali. Böyle bir kimse ya kendi kafasına göre bir metod çizecek, ya da Müslüman olmayan birilerinden metod alma durumunda kalacak. İslâm gibi büyük ve ulvi bir davanın, var olan metodunu; bir başkasının (Müslüman olsun olmasın) çizme hakkı olmadığı gibi çizmesi de mümkün değildir. Bu gerçeğe rağmen birileri kalkar da, kendi kafa yapısına göre bir metod ortaya atarsa ne olur? Cevap: bugüne dek olanlar olur. Yani hangi ideolojinin metodunu veya yakınını almış koymuşsa, o ideolojinin payanda direğini dikmiş olur. İslam’da demokrasi vardır veya demokrasi İslam’dandır. İslam'ın devlet şekli cumhuriyet de olabilir diyen alim, ulema, şeyh veya mürit kim olursa olsun bu şahıs ya İslam'ı bilmiyor ya da bazı gerçekleri kamufle ediyor demektir, Bu tutum ve davranışlarının nedeni ne olursa olsun; yıkılmakta olan kapitalizm ideolojisini payanda direği durumundadır. Bu şahıslar hiç okumazlar mı?

"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tağut’a inanmamaları kendilerine emr olunduğu halde, tağut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün sapıtmak istiyor. ( dönmeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor.)" (4/60)

Bu ayet-i celile’ye rağmen hala demokratik düşünceye itibar edenler, Allah’ı yani İslam'ı reddetmiş tağutu (küfür nizamını) kabul etmiş demektir. İşte bu davranışlarda bulunan bu bedbahtlara Rabbulalemin yüce Allah bakın ne emrediyor! ”36.37.38.ve"Zulmettiğiniz için bugün (Nedamet) size hiçbir fayda vermeyecek,çünkü siz azapta müştereksiniz." (ZUHRUF 39)

2- İslami harekatın öncülüğünü yapan kişi, kurum, kuruluş veya parti; elbette İslam'ın kendine has ve farz olan metodunu biliyor. Böyle büyük bir davanın öncülüğünü yapanlar, metodu bilmez olur mu hiç?” Zamanın icaplarına göre metodu uygulamıyorsa, bu davranışı onun metodu bilmiyor anlamına gelmez” diyenlerin sayısı hayli kabarık. El cevap:

İşte bu kişi, kurum, kuruluş ve partinin bu ikinci batıl yönü düpe düz hainliktir, münafıklıktır; asıl davaya ihanettir, şöyle ki; İslam'ı hayata hakim kılmak için, Rabbimiz Yüce Allah’ın çizmiş olduğu metodu bildiği halde bu metodu bırakıp ta kendi kafa yapısına göre koymuş olduğu metodu uygulayan zihniyet bu ilahi metodu beğenmemiş, noksan bulmuş veya zamanın icaplarına göre daha iyisini kendisi koyabileceğine inanmış demektir. Bu tutum, bu davranış; Allah'ı inkardır; küfürdür. Ve şeytanın oyununa gelen, kendini akıllı sanan akılsız kimselerin mahsulüdür bu zihniyet. Çünkü; metodu çizen, seni,senin aklını, kainatı, mükavvanatı, zamanı, zaman sürecini ve icaplarını yoktan var eden Rabbimiz yüce Allah’tır. Ey gafil ! zamanın icaplarına göre meselenin hal çaresini yaratık olarak sen biliyorsun da; seni, zamanı, zamanın icaplarını yaratan Allah yarattığı şeyin hal çaresini bilmez mi ?

Ey! Ben Müslümanım diyenler tekrar ediyorum yüz defa tekrar etmiş olsam da taa anlatıncaya kadar tekrar etmekle kendimi mecbur hissettiğim için diyorum ki; İslam'ı hayata hakim kılmak için çalışmak bütün Müslümanlara farzdır. Bu farzın ifası için çalıştığını iddia edenler illa ki, İslam'ın kendine has metodu ile çalışmak mecburiyetindedir. Meğer k;i iddiasında samimi ola. Eğer İslam'ı hayata geçirmek amacıyla kapitalizm metodu ile çalışıyorsa, İslam'ın yerine kapitalizm nizamın gelişini ya da bekasını sağlamış olurlar.

Özet olarak kapitalizm bir idarede yasaların sana vermiş olduğu hak ve imkanları en sonuna kadar, biraz da haddi aşarak kullansan dahi; o nizamı değiştirmek şöyle dursun, ancak o nizamı güçlendirmiş olursun. O nizamı zayıflatmak için mevcut yasaları geçmen gerekir ki; o zaman yasa yürütücüleri harekete geçerek sana vermiş oldukları hakları da geri alacaklar. Ve aldılar da. Demokratik haklarını kullanarak İslam'ı hayata geçirebileceğini iddia edenler, hani demokratik haklarınız ? Hani insan haklarınız, nerede kaldı? Görüldüğü gibi İslam'ı hayata geçirmek için böyle çalışmak İslam'ın metoduna aykırıdır. Peygamber(sav) on üç yıl Mekke’de mücadele verirken, kendisine müşriklerden, yani Mekke hükümeti başkanı olan Ebu Cehil’den barış ve ortaklaşa hükümet etme teklif edildi, fakat Peygamberimiz (sav) tarafından reddedildi. Bu on üç yıl mücadele döneminde türlü işkence ve ambargolara rağmen zerre miktarı taviz verilmedi. Ebu cehil barış tekliflerin de şöyle diyorlardı; ne istersen (mal, kadın gibi) hatta Mekke devletinin reisliğini, yani devlet başkanlığını da verebiliriz yeter ki sen bizim atalarımızı ve onlardan kalma dinimizi, düzenimizi reddetme, bizde sizin tek ilahınızı kabul edelim ve anlaşalım dediler.

Mekke devletinin reisi Ebu cehil tarafından Peygamberimiz (sav)’e sunulan bu teklifi, amcası Ebu Talip getirmişti. Hz. Muhammed (sav) vahye dayalı vermiş olduğu ve kıyamete kadar bütün Müslümanların delil olması gereken cevaba bakın; Ya amca! Allah’a kasem ederim ki; bir elime ayı koysalar bir elime güneşi ben bu davadan vazgeçmem ya ben ölürüm ya bu dava gerçekleşir” Bu hadisi şerif vahye dayalı çizilmekte olan metodun temel taşlarından birisini oluşturuyordu.

Ayrıca birilerin sandığı gibi metod yalnız tebliğ midir? Hayır tebliğ metoddan bir parçadır, bir yönüdür fakat bazılarının dediği gibi metod yalnız tebliğ değildir. Çünkü; Resülullah (sav) ashabla birlikte Erkam bin Erkam hazretlerinin evinde sabahlarken; peyderpey inen ayet-i kerimelerin yalnız tebliğ yönünü değil, tebliğ yönüyle beraber, siyasi, iktisadi, ekonomi ve ukubetiyle bir bütün olarak işleniyordu. Örneğin;

"De ki: ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım." (7/203)

"Onlar (o mü’minler) ki, eğer kendilerine yer yüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerinin sonu Allah’a varır." (22/4l)"Onlar ki, zekâtı verirler..." (23/4)

Görüldüğü gibi bu ayetler Mekke’de nazil olmuştur. Ve otoritenin (devletin) varlığını gösteren, hukukunu açıklayan, zekat ayetleri de fakirlerin hakkını belirleyen ekonomik değerlerdir. Daha önemlisi; namaz ve zekattan sonra iyiliği emreder, yani iktidarı elinde bulunduranlar (Müslümanlar) ilahi nizamın en iyi şekilde intizam ve istikrarını sağlamak, asayişi temin etmek sultanın görevi olduğunu vurgulamaktır. Kötülükten men eder. İktidar sahibi (HALİFE) ilahi emirler mucibince harama kaçanları men edecek, ilahi emirlerin gereği yerine getirilecektir. Mekke’de inen bu ve bunun gibi bir çok ayet-i kerimeler, yalnız cennet, cehennem ve iman konuları değil, bunlarla beraber İslam'ın sultasının varlığını, sultanın İslam'da (Müslümanlarda) olduğunu, sultanın görevlerini vurguladığını görüyoruz.

Çizilmekte olan metodun km taşlarının parıltısı (ışığı) mücahitlere can, kan, cesaret veriyordu. Ambargo, işkence, zulüm onların direncini artırıyor, zafere doğru ilerlediklerini biliyorlardı. Bilal-i Habeşi’ye yapılan işkencelere karşı Resülullah (sav) sabır tavsiye ederken zaferi müjdeliyordu. Yasir bin Ammar hazretlerinin anasını ve babasını kötü bir içkence ile öldürdüler. Sıra Yasir bin Ammar’a gelmişti. Müşrikler geldiler ve ’Ya Muhammedi terk edersin ya da gördüğün gibi seni de öldürürüz’ dediler. Mutlak bir ölüm tehlikesi gözüküyordu. Çünkü; müşrikler anasını öldürmüşlerdi, babasını öldürmüşlerdi. Öyleyse onu da öldürebilirlerdi. Bu durum karşısında Ammar istemeyerek, üzülerek dil ile Peygamberimizi sevmediğini söyledi ve ellerinden kurtulunca ağlayarak, Peygamberimize göz yaşları arasında ’aman Ya Resülullah benim halim ne olacak?’ feryatları arasında Peygamberimiz (sav) hazretlerinin kucağına düştü. Peygamberimiz (sav) o mübarek elini o zatın mübarek göğsüne koyarak; ’Ya Ammar kalbin nasıl’ diye sordu. Yasir: ’Allah’a yemin olsun ki; kalbim senin ve Rabbimiz olan yüce Allah’ın sevgisi ile doludur’ dedi.

Peygamberimiz’ (sav) in burada verdiği cevap (hüküm) biz Müslümanlar için kıyamete kadar ruhsat olacaktır. Şar’i olan o yüce peygamberimizin hükmü fermanına iyi kulak verelim. Ve esprisini asla manasına uygun olarak alırsak; delil olarak kullandığımızda asla ve asla aldanmayacağız.

’Ya Ammar bir daha böyle mutlak ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalırsan yine böyle de ve kurtul.’ Buyurdu. Evet, böyle de kurtul buyurdu. Ne zaman hangi halde ruhsat verildiği çok önemlidir? Bazı kardeşlerimizin bu olayı kendi çıkarları istikametinde kullandıklarını görüyoruz. Şöyle ki; "İslam'a hizmet için, millet vekili olmak, söz, makam, mevki sahibi olmak lazım. Bunun için mecliste yemin etmekle, biz de sizdeniz demekle, demokrasi öz malımızdır iddiasında bulunmakla, onları kandırıyoruz" diyorlar. "Gerek yemin olsun gerekse demokrasi inancında olsun kalben demiyoruz. Çünkü Yasir bin Ammar da böyle yapmıştı" diyorlar.

İşte yanlışlık burada. Bu kıyas çok hem de pek çok yanlış. Nedeni: Peygamberimiz (sav) tekit üzerine tekit yapar ’ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalırsan buyurmuştu. Makam mevki sahibi olmak için değil. İslam'a hizmet için hiç bir kimseye haram olan bir şey mubah kılınmamıştır. Harama götüren her şey haramdır.

Bu minval üzere l3 yıl çalışmalarını sürdüren Ashabı kiram ki, (ALLAH onlardan razı olsun) zerre miktarı İslam'dan taviz vermediler, müşriklerle anlaşma yapmadılar, biraz sizden biraz bizden demediler. Koalisyon kurmadılar.

İslam gelmeden önce herkesin bildiği gibi Mekke’de, cumhuriyeti bir yönetim vardı. Mesela; her yıl darul nedve denilen mahalde Mekke halkı toplanır, kendi idarecilerini kendileri seçerlerdi. Görevlerinden de anlaşıldığı üzere Ebu Cehil devlet başkanı, Hz. Abbas Kâbe idarî sorumlusu, Hz. Ömer (ra) dışişleri bakanı idiler. Buna rağmen İslam'ı kabul eden herkes bir daha darul nedve denilen yere (onların Büyük Millet Meclisi’ne) ayak basmadılar. Hatta bir çokları merhaba selamını da kestiler. Böylece kesin çizgilerle hedefe doğru ilerlerken; ilahi emirleri bile istisna yerine getirmekle beraber istikbalde ümmeti Muhammed’in bir ihtilafa düşmemeleri için; Resülullah’ın denetim, gözetim ve emirleri altında insan gücü çerçevesinde insanları İslami hayata hakim kılma konumuna götüren, metod çiziliyordu.

İste Resülullah (sav) bi zatihi çizmiş olduğu bu metod bütün Müslümanlara farz oldu. Bu farz aynı zamanda farz ayin durumundadır. Bey vakit namazda olduğu gibi. Çünkü; herkesin bildiği gibi İslam'ın devleti olmasa, Kur'an hükümlerinin bir çoğunun tatbik edilmesi mümkün değildir. Bunun için İslamsız İslam devleti olmadığı gibi, devletsiz de İslam olmaz gerçeğiyle karşı karşıyayız. Ne yazık ki bir çok Müslüman veya ben Müslümanım diyenlerin bir çoğu bu gerçeği bilmekten her nedense mahrum kalmışlar veya bilmek istememişler. Yani hala devletsiz İslam olabileceğini iddia edenler var. İslam bir ibadet dinidir diyenler, Müslümanların şeriat devleti olsa da olur, olmasa da olur, düşüncesini taşıyanlar; acaba devletsiz İslam da olur fikrine inanıyorlar mı? Yoksa gerçeği kamufle etmek için, kasıtlı mı söylüyorlar ? İnanarak söyleyenler varsa; İslam'ı bilmediklerinden, yani cehaletinden söylemiş olurlar ki; bu da en büyük suçtur velev ki bilmediğinden olsun. Eğer bildikleri halde gerçeği kamufle etmek amacıyla veya her hangi bir sebeple olsun gizliyorsa, bu kişi düpedüz münafıklık etmiş olur. Yani kendini ateşten asla ve asla kurtaramaz.

  

 Sayı 116...1420-C.EVVEL...1999-AĞUSTOS...Yıl-9

Sayfayı Birine Gönder