(Şura: 30)
17 Ağustos 1999 gece 03:02’de Türkiye’nin
kuzey batısında, Marmara bölgesinde 7.4 şiddetinde bir
deprem oldu. Deprem Türkiye’nin yarısında hissedildi.
Depremin merkez üssü Kocaeli ilinin Gölcük ilçesindeki
Donanma Komutanlığı tesisleri idi. (Bu tesisler 28 şubat
kararları yada süreci denilen dönem ile ilgili planların
yapıldığı yani irtica adı altında İslâm ile topyekün
savaş planlarının yapıldığı yerdir.)
“Onlardan öncekiler de hile yapmışlardı,
sonunda Allah, onların binalarına temellerinden geldi de
üstlerindeki tavan üzerlerine çöküverdi. Bu azap onlara,
fark edemedikleri bir yerden gelmişti.” (Nahl:
26)
“Kötü tuzaklar
kuranlar, Allah’ın kendilerini yere geçirmeyeceğinden veya
kendilerine bilemeyecekleri bir yerden azabın gelmeyeceğinden
emin mi oldular?
Veya onlar dönüp dolaşırlarken Allah’ın
kendilerini yakalayamayacağından (emin mi oldular)? Çünkü
onlar (Allah’ı) aciz bırakacak değillerdir.
Yoksa Allah’ın kendilerini bir korku
üzerinde yakalamayacağından (emin mi oldular?)” (Nahl:
45-47)
Depremde takriben 40.000’e yakın insan
öldü ve bir o kadar insan da yaralandı. On binlerce ev yerle
bir oldu. TÜPRAŞ gibi çok önemli sanayi, enerji tesisleri ve
fabrikalar hasar gördü. Yollar tahrip oldu. Bu deprem vukuu
bulduğu yer itibarı ile bütün Türkiye’yi her açıdan
etkiledi ve etkileyecek. Çünkü Türkiye ekonomisinin can
damarı bu bölge idi. Dolayısıyla depremin olumsuz etkisi
lokal değil tüm ülkedir. Milyarlarca Dolar maddi hasar oldu.
Hükümet Deprem Vergisi koymayı planlıyor.?.
Deprem niçin olur? Bu soru, insan niçin
ölür? sorusu gibi bir sorudur. Elbette ki bazı nedenler ileri
sürülür. Fakat insanın asıl ölüm nedeni Allah’ın
takdir ettiği eceldir. Depremin de asıl oluş nedeni, ne fay
hattı üzerinde bulunmaktır ne de bir başkası. Asıl neden,
Allah’ın kazası/hükmüdür. Allah niçin depremin olmasına
hükmeder? Bu sorunun cevabını Allahu Teâla Kur'an-ı Kerim’de
veriyor. Bildiriyor ki deprem, Kıyamet hallerinden bir haldir.
(Müzemmil: 14, Nazia: 6, Zelzele: 1, Hac: 1) Zaman zaman vukuu
bulması Kıyameti hatırlatması içindir. Ayrıca deprem,
Allah’ın rasullerinin, risaletini, hidayetini yalanlayan,
inkar eden, Allah yolundan insanları saptırmak isteyen tağuti
şer odaklarına ve onlara tabi olan ya da onlara karşı çıkmayan
insanlara Allah’ın gönderdiği azabdandır. Allah
isyankarlıklarını, inatlarını hatırlattıktan sonra
onları depremle cezalandırdığını şöyle bildiriyor:
“Onu yalanladılar. Bunun üzerine,
onları o şiddetli sarsıntı (deprem) yakaladı da
yurtlarında diz üstü donakaldılar.”
(A’raf: 78, 91)
Türkiye’de vukuu bulan bu son deprem -ibret
alınmazsa- daha büyüğünün habercisi, uyarıcısıdır ve
Rabbımızdan gelen bir azap çeşididir. Çünkü bu ülke halkı
devleti ile, yöneticileri ile, liderleri ile ve avamı ile
sanki böylesi azaplara ve ikazlara davetiye çıkardılar.
Şöyle ki: Bu ülkede toplumun hassa/elit
kesimi yani yönetici ve kuvvet sahipleri, liderleri 1923’den
beri şu cürümleri/münkerleri, isyanları, tuğyanları açıkça
işlediler ve işliyorlar. Toplumun diğer kesimi de
seyrediyorlar:
1- 3 Mart 1923’de Hilâfet’i fiilen ve
resmen yıktılar. Hilâfet, Allah’ın şeriatının
uygulanması için gönderdiği ve şeriatın bir parçası olan
yönetim nizamıdır. O kaldırılınca hayatta Allah’ın
şeriatı uygulanamaz ve hayatta cahiliyye sistemi hakim olur.
Nitekim onun yerine çağdaş cahiliyye sistemi olan cumhuriyet
ilan edildi. Allah’a şirk koşuldu. Allah’ın emirleri
nehyedilip nehiyleri emredilir oldu. Daha sonra Hilâfet,
kötülendi, inkar edildi ve edilmektedir.
Toplum, Hilâfete hakkıyla sahiplenmiyor.
Hatta bu inkar korosuna katılıyor. Cumhuriyetin faziletli
rejim, demokrasinin erdemli sistem olduğu kandırmacası ile
oyalanıyor.
2- Daha sonra laikliğin benimsendiği resmen
ilan edildi. Yani dini sosyal ve siyasal yaşantıdan
uzaklaştırmayı esas alan bir ilke/doktrin benimsendi. Bu din
Allah katında tek hak din olan İslâm da olsa aynı muameleyi
gördü. Hatta İslâm’a karşı topyekün savaşın esası
laiklik ilkesi oldu. Buna göre toplumsal hayatta ve siyasi
hayatta dini esas almak, Allah’ın emirlerini uygulamaya
kalkmak en büyük suç sayıldı Halbuki Allah’ın emirlerini
uygulamamak da Allah katında en büyük suçtur. Laiklik;
mülkünde Allah’a kafa tutma küstahlığıdır. Bu küstahlık
aşikar işlendi ve işlenmektedir. Laiklik adına Allah’ın
şeriatına küfredilmektedir.
Toplum bunu da seyrediyor. Hatta hakiki laikliği
savunma pozisyonuna düşüyor.
3- “Türkçe ezan”, “Türkçe ibadet”
dayatmaları ile insanlar İslâm’ın ruhundan
uzaklaştırılmak ve hatta Arapların dini olarak gördükleri
İslâm’dan tamamen uzaklaştırılmak, “Türk İslâm’ı”,
“Türkiye müslümanlığı” gibi saçmalıklar,
sapıklıklarla Allah’ın dininden saptırılmak istendi. Ezan
yasaklandı. Kur'an okumak, öğretmek ve öğrenmek
yasaklandı. Ve halen de Kur'an’ı öğrenmek ve öğretmek 12
yaşından küçük çocuklara yasaktır.
Toplum bunu da bir şey olmamış gibi
seyrediyor. Kur'an’a sahip çıkmıyor.
4- Allah’ın tesettür/örtünme emrinin bir
parçası olan başörtüsü yasaklandı ve halen bu toplumun büyük
bir kesiminde kadın öğrencilere, memurlara, işçilere yasaktır.
Polis ve jandarma zoru ile kızların başı açıldı.
Toplum tepki vermiyor. Bu yasak ırz, namus
duygularına dokunmuyor. Tepkilerini sadece inanç özgürlüğü,
insan hakları gibi İslâmî olmayan söylemlerle sergiliyor.
Allah’ın emrinin üstünlüğü ön plana çıkartılmıyor.
5- Allah’ın nehyettği, haram kıldığı
faiz zorunlu kılındı. Allah, faizli işlemde ısrarlı
olanları “Allah ve Rasulü’ne karşı savaş ilanı”
(Bakara: 279) olarak vasfettiği halde, bu laik cumhuriyet ve yöneticileri
bu küstahlığı halen sürdürmekteler, Allah ve Rasulü’ne
savaş ilanında inatlarından vazgeçmemektedirler.
Toplum tepki vermiyor. Hatta bazı saray
mollalarının faize cevaz veren fetvalarına itibar ediyor.
6- Kur'an kursları kapatılırken
kumarhaneler, fuhuşhaneler, barlar, pavyonlar devletin güvencesiyle
açıktır. Bu fesat yuvalarını işletenleri devlet zaman
zaman madalya takarak bağrına basmaktadır.
Toplum tepki vermiyor. Seyrediyor. Türkiye
içki tüketiminde dünyada ilk sıralarda yer alıyor. Fuhuş
yaygınlaşıyor. Ahlaksızlık diz boyu.
7- Hak ve hakikatlerin, -Kur'an’dan ayetler
de olsa- söylenmesi yasaklanırken inanç ve fikir özgürlüğü
şemsiyesi altında Allah’a, Rasulü’ne, Kur'an’a,
sahabelere, İslâm’a; Aziz Nesinler, İlhan Arseller, Salman
Rüştüler gibi dinsiz imansız pislik böceklerinin
pisliklerini etrafa yaymak, savurmak serbest olmaktadır.
Toplum hiç tepki vermiyor. Seyrediyor, ya da
fikir özgürlüğünü savunuyor.
8- Bütün ilişkilerde Allah’ın emirleri,
nehiyleri hiç itibara alınmıyor. Anlaşmalar, sözleşmeler
hep batıl esaslar üzere yürütülmekte. Haramlar yaygınlaşmakta,
haram lokma girmeyen mide kalmamaktadır. Tağuti devlet böylece
insanların bütün şahsiyetlerini kirletmektedir.
Toplum duyarsız kalıyor.
9- 28 Şubat süreci ile, bugüne kadar yapılan
tağuti zulüm ve pisliklere yeni bir ivme kazandırmak için
bir takım tedbir ve kararlar alarak irtica ile mücadele adı
altında İslâm’ın hayata tekrar hakim kılınması için
çalışmak öncelikli düşman ilan edildi, İslâm’a
topyekün savaş açıldı ve bu savaş bütün üslupları ile
sürdürülmektedir.
Toplum bu savaşta Haktan yana tavır
almıyor. Zalimlere karşı en azından hak söz söylemek
isteyenlere sahiplenmiyor.
Evet bu ülkede hakim zümrenin şu günlerdeki
popüler adı ile “derin devlet” olarak anılan bir avuç
dönme-Yahudinin bu ülke halkına yaptıkları ve yapmakta
oldukları kısaca ana hatları ile bunlardır.
Bütün yapılan bu zulümler, münkerler karşısında
, liderleri ile, cemaatleri ile, zenginleri ile, alimleri ile,
yazarlarıyla vb. bütün toplum katmanlarıyla bu ülke halkının
sergilediği tavrın maalesef, olması gereken tavır
olmadığını görüyoruz. Münkerlere, zulümlere karşı
durulmadı, yeterli İslâmî tepki gösterilmedi. İlk dönemlerde
bazı ufak tepkiler oldu. Şeyh Said vb. gibi. Fakat yeter
derecede yaygın ve metin bir direniş değildi. Belki o zaman
yapamadılar. Belki güçleri yetmedi. Fakat daha sonraki ve
şimdiki imkanları çok daha fazladır. O tağuti, azgın,
şımarık azınlık zümreye karşı koyabilirler ve onların
ellerini tutup kırılabilirler. Fakat yine de onlara karşı çıkılmıyor.
Hep siniliyor, hep taviz ve zillet sergileniyor, hep susuluyor,
hak söz söylenilmiyor, ketmediliyor. O zaman da Allah’ın dünya
ve Ahiret azabına davetiye çıkarmış olunuyor. İşte bu
hususla ilgili ayet ve hadisler:
Böylesi münkerlerin, tuğyanın, isyanın
işlendiği eski toplumlara yönelik Rabbımızın şu tehdit içerikli
ikazı bu topluma da geçerlidir:
“O ülkelerin halkı, inansalar ve takva
sahibi olsalardı (Allah’ın emirlerine bağlansalardı)
elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket açardık.
Fakat yalanladılar, Biz de kazanmakta oldukları kötülükler
yüzünden onları yakalayıverdik.
Acaba o ülkenin halkı, geceleyin uyurken
kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi idiler? Yoksa
o ülkenin halkı kuşluk vakti eğlenirken kendilerine
azabımızın gelmeyeceğinden emin mi idiler?
Allah’ın tuzağından/planından emin mi
oldular? Fakat hüsrana uğrayan topluluktan başkası Allah’ın
tuzağından emin olmaz.” (A’raf:
96-99)
“Başınıza gelen her musibet kendi
ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber)
Allah çoğunu affeder.
Yeryüzünde O’nu aciz bırakamazsınız.
Allah’tan başka bir veliniz/dost ve yardımcınız da yoktur.”
(Şura: 30-31)
“Böylece ayetlerimiz üzerinde tartışanlar,
kendilerine kaçacak bir yer olmadığın bilsinler.”
(Şura: 35)
“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden
sadece zulüm edenlere erişmekle kalmaz (genele sirayet edip
hepsini perişan eder). Bilin ki Allah’ın azabı
şiddetlidir.” (Enfal: 25)
Rasulullah (sav)’den de şu rivayet edildi:
Kays b. Ebi Hazım anlatıyor: “Ebu Bekir (ra)
Allah’a hamd ve senadan sonra buyurdu ki; "Ey insanlar!
Sizler şu ayeti okuyor ve yanlış anlıyorsunuz:
“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın.
Doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar vermez.” (Maide:
105) Biz, Rasulullah (sav)’den şöyle dediğini işittik: “İnsanlar
zalimi görüp elini tutmazlarsa, ( ona engel olmazlarsa ) Allah’ın
hepsine ulaşacak genel bir bela göndermesi yakındır.”
Keza ben, Rasulullah (sav)’in şöyle dediğini işittim: “İçlerinde
isyanlar/münkerler işlenen bir toplum, bu kötülükleri
bertaraf edecek güçte olduğu halde, seyirci kalır, müdahale
etmezse, Allah’ın hepsini saran genel bir bela göndermesi
yakındır.” (Ebu Davud, K. Melahim, 3775)
“Nefsim kudretinde olan Zat’a yemin olsun.
Ya marufu emreder ve münkerden nehyedersiniz veya Allah’ın
katından genel bir bela göndermesi yakındır. O zaman yalvar
yakar olursunuz da duanız kabul edilmez.”
(Ahmed b. Hanbel, Baki Müs. Ensar, 22212)
“Allah’ın yasaklarında duran
(yasaklarına riayet eden ) ile onların içine düşen
kimselerin misali, bir gemiye (binmek üzere) yönelmiş olan
bir toplumun misalidir. Onlardan bazısı; geminin alt tarafına
düşmüş, diğer kısmı ise; üst tarafına düşmüştür.
Altta olanlar su almak istedikleri zaman üsttekilerin arasından
geçerlerdi. Bunun üzerine dediler ki; ‘Kendi payımızda bir
delik açsak da oradan su alsak ve üstümüzde olanlara eziyet
vermesek.’ Eğer (üsttekiler) onları, işleri ile baş başa
bırakırlarsa, toptan helak olurlar. Ellerinden tutarlar (men
ederlerse) toptan kurtulurlar.”
(Buhari, K. Şerike, 2313)
“Ümmetim on beş şeyi yapmaya
başlayınca ona büyük belanın gelmesi vacib olur.”
Yanındakiler: “Ey Allah’ın Rasulü! Bunlar nelerdir”
diye sordular. Rasulullah (sav) saydı:
- Ganimet (fakir fukaraya uğramadan sadece
zengin ve mevki sahibi kimseler arasında) tedavül eden bir
metâ haline gelirse.
- Emanet (edilen şeyleri emanet alan
kimseler, sorumlu ve yetkililer, memurlar) ganimet (malı yerini
tutup, yağmalayıp nefislerine helal) kıldıkları zaman.
- Zekat (ödemeyi ibadet bilmeyip bir angarya
ve) ceza telakki ettikleri zaman.
- Kişi annesinin hukukuna riayet etmeyip,
kadınına itaat ettiği zaman.
- Babasından uzaklaşıp ahbabına
yaklaştığı zaman.
- Mescidlerde (rızayı ilâhi gözetmeyen
husûmet, alış-veriş, eğlence vs. müteallik) sesler
yükseldiği zaman.
- Kavme, onların en alçağı (erzeli)
reis/lider olduğu zaman.
- (Devlet otoritesinin yetersizliği sebebiyle
tedhiş ve zulümle insanları sindiren zorba) kişiye zararı
dokunmasın diye hürmet ettiği zaman.
- (Çeşitli adlarla imal edilen) içkiler
(serbestçe) içildiği zaman.
- İpek (haram bilinmeyip erkekler
tarafından) giyildiği zaman.
- (Sanat, bale, konser gibi çeşitli adlar
altında; bar, gazino, dansing ve salonlarda ve hatta televizyon
ve filim gibi çeşitli vasıtalarla yaygın şekildi)
şarkıcı ve çalgı aletleri edinildiği zaman.
- Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri,
önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle)
hakaret ettiği zaman.
- Artık kızıl rüzgarı, (zelzeleyi, yere
batışı (hasfı) veya suret değiştirmeyi
(meshi) veya gökten taş yağmasını (kazfi)) bekleyin.”
(Tirmizi, K. Fiten, 2136)
Bu ayet ve hadislerin ışığında toplumun
hassasından/ yöneticilerinden avamına kadar herkese dünya ve
ahirette Allah’ın azabından kurtulmanın yolunu göstermek
için diyoruz ki:
Ey yöneticiler! Allah’ın bu azabından,
ikazından bari korkun! Varsa aklınızı başınıza alın!
Allah’tan korkun, tuğyanınızı, isyanınızı terk edin!
Allah’a kul olun, iflah olun! Yok daha da ibret
almıyorsanız, kininizle, küfrünüzle, geberin, kökleri
olmayan dibi çürük köhne ağaç gibi olan sisteminizle
cehennemin dibine gideceksiniz! Müminlerin eliyle bu akibeti
pek yakında yaşayacaksınız! Korkunuzun ecelinize bir
faydası olmayacak!
Ey generaller, yetki sahibi subaylar! Allah’tan
korkun! O’na kul olun! Şu köhne laik cumhuriyetin değil, dünyada
izzet, kuvvet, şeref, ve hayat kaynağı ahirette ise şehadet
ve ebedi saadet teminatı olan İslâm’ın bekçisi olun! Tağutların
avaneleri değil Allah’ın askerleri olun! Bir avuç Yahudi
dönmenin oyuncağı, maşası değil, bağrından geldiğiniz Müslüman
halkın hamisi olun! Bilin ki en yüksek rütbe olan şehitlik
ancak Allah yolunda O’nun kelimesi yani İslâm’ ın
hakimiyeti ve aleme taşınması için yapılan cihadla gelir,
başka bir yol ve gaye ile asla şehit olunmaz. Hayatınızı
heder etmeyin, İslâm’a teslim olun! O bir avuç Yahudi
zümrenin ordu içindeki ellerini kırın! İslâm’ın hakim
olmasına yol verin, izzet, şeref, haysiyet ve Allah’ın
yardımını bulun! Bilin ki tağutun/laik cumhuriyetin safında
yer alırsanız Allah taraftarlarının eliyle hüsrana uğratılırsınız!
Ey alimler, imamlar! Allah’tan korkun,
aklınızı başınıza alın! İlminizi hayrınıza kullanın,
hayrını görün! Hakkı ketmederek/örtüp gizleyerek Allah’ın,
Rasulünün, meleklerin ve müminlerin lanetine müstehak
olmakta ısrarı terk edin! Müminler önünde hayırlı
önderler olun! İlminizi ve namaz kıldırmayı geçim vasıtası
olarak görmeyin! Öyle görürseniz bilin ki Allah’ın
ayetlerini çok ucuz bir pahaya satanlardan olursunuz! Bu hale
düşmekten ve o halde kalmaktan korkun! Cehennem azabı çok
şiddetlidir! En büyük olan Allah’tır, devlet değil! İçinizdeki
putu kırın! Hakkı söyleyin, hakkı tutun! Hakla batılı
karıştırmayın! Devletin elinize tutuşturduğu batıl, küfür
dolu hutbeleri okumayın! Ya hakkı konuşun yada susun!
Batılın davetçileri olmayın! İslâm’ın ikamesi, hakim
kılınması için çalışın, iflah olun!…
Ey cemaat liderleri, tarikat şeyhleri! Allah’tan
korkun! İnsanlara takvada önder olun, isyanda değil!
İnsanların kalplerine imanın aksiyonunu, cesaretini
yerleştirin, korkuyu, ürkekliği değil! İnadı terk edin! Müslümanların
üzerindeki öncelikli farzı yerine getirmekten geri durmayın!
Allah’ın dinini hakim kılmak ve aleme İslâm’ı hidayet
risaleti olarak taşımak için Hilâfeti kurmaya ihlasla çalışın.
Müminlerle beraber olun! Beraber olmuyorsanız cemaatınızla o
müminler arasında perde/engel olmayın!
Ey yayıncılar, yazarlar! Allah’tan korkun!
Hakkın yazarı ve yayıncısı olun! Batılın, küfrün, yanlışın
değil! Ayırt edici olun! Seçici olun! Hakkı batılla
karıştırmayın! İslâm düşmanlarının, oryantalistlerin
ve onların zehirlerinden etkilenen kalpleri ve akılları
hastalıklı olanların yazdıklarını yayıncılık yada
entelektüellik adına yayınlamayın, taşımayın!
Ey mal-mülk sahibi zenginler! Allah’tan
korkun! Bilin ki dünyada baki kalmayacaksınız! En az
malınız kadar dininize sahip çıkın! Allah yolunda
harcanmayan malın hamallığını yapmayın! Malınızla
canınızla İslâm’ı hakim kılıp aleme nur ve hidayet
olarak taşıyacak Raşidi Hilâfet’i kurmak için çalışın!
“Malın ve evladın fayda vermediği o günden”
sakının! (Şuara: 88)
Ey Müslümanlar! Allah’tan korkun!
Dostunuzu düşmanınızı iyi bilin! Başınızdaki Laik
Cumhuriyet ve yöneticileri sizin düşmanınızdır!
Başınızın belasıdır! Baş ağrısıdır! Başınıza gelen
bütün musibetlerin sebebidir! Bu laik devlet başınızda
oldukça başınız beladan eksik olmayacaktır. Üstelik size
değer vermez! Bunu devletle ilgili her ilişkinizde
yaşıyorsunuz. Sürekli azarlanırsınız, itilip
kakılırsınız. Devlet dairelerinde, hastanelerinde insan
muamelesi görmezsiniz. Ücretlerinizi tespit ederken size hiç
değer vermezler, merhamet etmezler. Ücret olarak size vermediği
paraları birkaç zengine teşvik kredileri, faizler olarak
verirler. Acımasızca zam üstüne zam yaparlar. Bu devlet sizi
adam yerine koymaz! İnancınıza hakaret eder, cephe alır!
İnandığınız Allah’ın, inandığınız peygamberi ile
inandığınız Kitabı ile gönderdiği emirlerine “irtica”
diyerek yasaklayıp hakaret eder! Allah’ın emri olan başörtüsünü
“çağdışı kıyafet” diyerek dairelerine sokmaz!
İnandığınız kitap olan Kur'an’ı çocukların öğrenmesine
yasak getirir! Son deprem hadisesinde de gördüğünüz gibi
devlet size sahip çıkmadı. O kadar imkanlara rağmen sizin
yaralınıza da ölünüze de sahip çıkmadı. Ölülerinizi
meydanda bırakıp kokuttu, sonra da hiç saygı göstermeden
kepçelerle açılan çukurlara hayvan leşi atar gibi attı.
Size hayatta değer vermeyenin öldükten sonra değer vermesini
mi beklersiniz?! O halde bu işgalci, asalak, küfür devletini
sırtınızda niçin taşırsınız?!
Ey Müslümanlar! Eğer izzet, onur, haysiyet,
itibar istiyorsanız; size hayat veren İslâm’ı hayatınıza
hakim kılacak Raşidi Hilâfet Devleti’ni kurmak için çalışın!
Aksi halde akibetiniz bu dünyada horlanmak, ölünce de
kepçelerle çukurlara atılmak, ahirette de Allah’ın
rahmetinden kovulmak olur ki; o ne kötü bir akibet olur!…
Ey Müslümanlar! Size dünya ve Ahiret
saadetini, kurtuluşun yolunu gösteren , Raşidi Hilâfet
Devleti’nin kurulması için ihlasla çalışanlara kulak
verin! Sizi bu davetten alıkoyan liderlerinize, alim diye
bildiklerinize değer vermeyin! Zira onlar Allah’tan değil,
devletten korkuyorlar. Onlar sizi Allah azabı ile değil
şeytan gibi açlık, fakirlik, hapse düşmek gibi şeylerle
korkuturlar. Onlardan değil, Allah’tan korkun! Allah’a
dayanın!
Ey İslâm Davetini yüklenen garipler!
Sabredin! Allah’a güvenin, Allah yolunun yolcularına yar ve
yardımcıdır! Allah Rasulü’nün müjdesine müstehak olmaya
çalışın! Bilin ki Allah ve Rasulü vaadinden dönmezler,
müjdelerinde yanılmazlar.
Bakın Allahu Tealâ ne diyor:
“Eninde sonunda emir Allah’ındır.
O gün müminler de Allah’ın yardımı ile sevineceklerdir.
Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok
merhametlidir.( Bu ) Allah’ın va’didir. Allah va’dinden
caymaz. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
( Rum: 4-6 )
Rasulullah (sav) de şöyle buyuruyor:
“İslâm garip olarak başladı, tekrar
garip olarak gelecektir. Müjdeler olsun/ne mutlu o gariplere ki
benden sonra insanların ifsad ettikleri sünnetimi/bıraktığım
yaşam tarzını ıslah ederler”
(Tirmizi, K. İman, 2554)
“…Sonra da peygamberlik metodu üzere ( Raşidi
) Hilâfet olacaktır.” (Ahmed b.
Hanbel, Müs. Kufiyyin, 17680)
İZMİT DEPREMİ İLE İLGİLİ OLARAK TÜRKİYE
YÖNETİCİLERİNE AÇIK HİTAP
6 Cumadiel-ülâ 1420 - 17/08/1999 gecesi
Türkiye’nin kuzey batısında 7,4 şiddetinde şiddetli bir
deprem oldu. Depremin merkez üssü İzmit idi. Bu depremle
birlikte BM raporunu göre 40 binden fazla ölü, 33 bin yaralı
ve 200 bin evsiz insan olduğu bildirildi.
Biz Allah’tan ölenlere rahmeti ve merhameti
ile muamele etmesini, yaralılara sıhhat vermesini, evsizlere
en kısa zamanda ev sahibi olmalarını kolaylaştırmasını,
onlara bu bela üzerine sabır vermesini niyaz ediyoruz.
Bu deprem, Allah’ın Türkiye halkına ve
diğerlerine korkutmak ve uyarmak için göndermiş olduğu
ayetlerinden bir ayettir.
Burada büyük sorumluluk öncelikle Türkiye’de
hakim olan Laik düzenindir. Bu düzenin sahipleri bu
sorumluluktan kendilerini kurtaramazlar. Sorumluluk ikinci
olarak Türkiye’deki halkın üzerine düşmektedir. Bu halk
da bu sorumluluktan kurtulamaz. Üçüncü olarak her yerdeki
Müslümanlar üzerine düşmektedir.
Düzenin sorumluluğuna gelince: Bu düzen
sahipleri bu bölgenin deprem hattı/fay hattı üzerinde olduğunu
biliyorlardı. Nitekim bu hat üzerinde 1912’de 7,4
şiddetinde deprem oldu. Daha sonra da 1939, 1942, 1943, 1944,
1957,1967, 1992’de bu hat üzerinde depremler oldu. O halde bu
düzen, niçin önem vermedi, beklenen afetlere niçin hazırlık
yapmadı?
Laik düzenin adamları diyorlar ki: “Bu
deprem herhangi bir devlet tarafından telafi edilmesi mümkün
olmayacak kadar büyük çaptadır.” Bu mazeretin bir değeri
yoktur. Çünkü biz, görüyoruz ki büyük olsun küçük
olsun düzenin deprem için hiç bir hazırlığının
olmadığını görüyoruz. Düzen bu bölgede yapılacak
binalar için belirli vasıf ve şartlar koyamaz mıydı?
Binaları kontrol edip müteahhitlerin belirlenen şartlara ve
vasıflara riayet edip etmediklerini tekid edemez miydi? Nitekim
biz Osmanlı Devleti zamanından kalma bazı eski binaların
sağlam kaldığını, bina teknolojisinin çok ilerlemiş
olmasına rağmen yeni binaların çok kolay yıkıldığını gördük.
Laik düzenin adamları, deprem vukuu
bulduktan sonra depremzedeleri kurtarmak ve yardım için acele
hareket edemezler miydi? Fakat onlar, sanki başka bir ülkede
afet olmuş gibi sadece haberleri dinleyip kaldılar! 17 saat
sonra bazıları çıplak elleriyle enkaz kaldırmaya terk
edilen fertlerin ne yaptıklarına bakmak için toplandılar. 2
gün sonra hareket ettiler, fakat acayip bir kaos ile.
Askerler/generaller ise, durum sanki onları ilgilendirmiyormuş
gibi 4 gün sonra hareket ettiler. Askerler/generaller sadece
depreme maruz kalan Donanma Komutanlığı tesisleri ile
ilgilendiler.
Depremin olmasından 5 gün geçtiği halde
İzmit’in depreme maruz kalan bazı köylerine hiçbir
kurtarma ve ilk yardım ekibi gitmemiştir. Çünkü bu işleri
organize edecek ve nerenin kontrol edildiğini nerenin unutulup
ihmal ettiğini takip edecek bir organize ve koordine yoktu.
Türkiye’yi Ortadoğu’nun en kuvvetli
devleti yaptıklarını söyleyerek övünen Türkiye yönetimi
ve Türkiye hükümetinin durumu işte böyledir. Bu deprem, bu
düzenin ayıbını, cılızlığını, zayıflığını, hatta
bu düzenin insanların işlerini gözetmek ve onlara yardım
etmek hususunda tamamen yok olduğunu açığa çıkardı.
Bu düzen, ancak şiddetle, kuvvetle
insanları sindirmek, ağızlarını tıkamak ve vergiler koymak
için vardır.
Bu düzen, Yahudi’nin elinde bir alet gibi
pazusunu bazen Suriye’yi tehdit için, bazen Kürtleri vurmak
için veya Irak’a girmek için bazen de İran’ı tehdit için
göstermiştir.
Bu Laik düzenin sahipleri, insanlara zor
zamanlarında yardım etmekten acizdirler. Fakat kadınlara
Allah’ın farz kıldığı şer’î örtünmeyi yasaklamaktan
aciz değiller, namaz kıldığı için ordudan subayları
atmaktan aciz değiller, İslâm’a davet ettiği için
partileri kapatmaktan, insanları hapse atmaktan aciz değiller!
Türkiye’deki halkın sorumluluğuna
gelince: Bu halkın, yöneticileri, müteahhitleri hesaba
çekmesi ve kendisine gelmesi gerekir. Çünkü afet, felaket
vukuu bulduğunda yöneticilere yada müteahhitlere yada
zalimlere isabet etmez, bilakis herkese isabet eder. Allahu
Teâla şöyle dedi:
“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o içinizden
sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz.”
(Enfal: 25)
Rasulullah (sav)’e şöyle soruldu: “Aramızdaki
salihler de mi helak olur?” Resul (sav) de şöyle dedi: “Evet,
kötülükler çoğaldığında.” (Buhari, K. Fitne, 6535)
Kötülük, sadece yöneticilerin
müteahhitlerle bina sahtekarlığındaki işbirlikleri ile
sınırlı değildir. Kötülük, yöneticilerin insanların
maslahatlarını, güvenliklerini, onları kurtarmak, yardım
etmek, barındırmak için gereken hazırlığı ihmal etmeleri
ile sınırlı değildir. Bilakis kötülük insanlarla dinleri
hususunda savaşmak boyutuna ulaştı. Devletin dini İslâm değil
Laiklik oldu. Hakim düzen Türkiye’yi İslâm beldelerinden
bir parça değil de Laik Avrupa’dan bir parça olarak
görüyor. Dini hayattan uzaklaştırmak için Laikliği ve M.
Kemal’i kutsallaştırdı. Laik düzen Kur'an, sünnet ve
Muhammed (u)’e değer vermedi. Müslümanlarla savaşan düşmanları
olan İsrail Yahudilerini dost edindi.
Bütün bunlar olurken Türkiye’de halk
Hilâfet’i yıkan; Allah’a, Resulüne, dinine ve
Müslümanlara ihanet eden o kafir yöneticilere karşı sustu.
Halbuki Allah bu halka o kafir yöneticileri başlarından
defetmeyi farz kılmıştı.
Bu halk, karşılarında sustuğu o yöneticilerin
siyasi icraatlarından bu dünyada kendisine isabet eden
hususlardan sorumlu değil mi? Elbette sorumludur. Ahiretde de
Allah’ın huzurunda daha büyük sorumluluk taşıyacaktır.
Dünyanın her tarafındaki Müslümanların
sorumluluğuna gelince: Müslümanlar tek bir ümmettir. Onlar
bir vücut gibidirler. O vücuttan bir organ rahatsız olunca
diğer organlar ona yardımcı olmaya çalışırlar.
O halde müslümanların üzerine düşen,
özellikle afetlerde ırkına, diline, rengine, mekanına
bakmaksızın birbirlerine yardım etmektir. Onlar, birbirlerine
mal, para, yiyecek, mesken, ilaç ve bütün yardımları
sunmalıdırlar.
Aynı şekilde müslümanların hepsinin
üzerine düşen, kendilerine tatbik edilen küfür düzenlerini
yıkıp Raşidi Hilâfet Devleti olan İslâm devletini kurmak
için çalışmaktır. O İslâm Devleti, kendilerine Allah’ın
Kitabı’nı, Rasulü’nün Sünneti’ni tatbik eder, bu cılız
varlıkları (karton devletleri) ajan yöneticilerini söküp
atarak ortadan kaldırır, onların işgal ettiği ülkeleri
Hilâfet bünyesinde birleştirir ve İslâm risaletini aleme taşır.
Siz, ey bu hitabın kendilerine yönetildiği
Türkiye’nin Laik yöneticileri! Biz Allahu Teâla’nın
sizin gibilere yönelttiği şu ikazdan başka size bir şey söylemeyi
uygun görmüyoruz:
“ Zulüm edenler, hangi
dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında
bileceklerdir.” (Şuara: 227)