İslami hareketin öncülüğünü
yapan kişi, kurum veya parti kim olursa olsun eğer iddiasında
samimi ise, İslam'ın kendine has metodu ile çalışmak
mecburiyetindedir. Bu mecburiyet kulun kendi kafa yapısına göre
koyduğu bir mecburiyet olmadığı gibi, çıkar, kin,
menfaatten doğan bir mecburiyet de değildir. Bu mecburiyet;
Alemlerin Rabbi yüce Allah’tan gelen bir mecburiyettir. Yani
İslam'ı hayata hakim kılmak için; Yüce Rabbimizin çizdiği
Peygamberimiz (sav) kendi hayatına uyguladığı bu metod
Rabbimiz tarafından bütün Müslümanlara farz kılındı.
Birileri çıkar da ben bu metodu yani farz olan
bu metodu (bilmiyorum) derse; işte bunu diyen kişi, İslâm'ı
bilmiyor demektir. O zaman bu kişi İslami hareketin öncülüğünü
yapamaz. Çünkü böyle bir kişi iki batıl durumdan birinin
sahibi olacak ki; her halükarda böyle birilerinin peşinden
gitmek haram olur.
l-İslami hareketin öncülüğünü yapan bir
kimse İslam'ın kendine has ve farz olan metodunu bilmiyorsa, böyle
bir kişi cahil demektir. Cahilin sofusu şeytanın maskarası
olur misali. Böyle bir kimse ya kendi kafasına göre bir metod
çizecek, ya da Müslüman olmayan birilerinden metod alma
durumunda kalacak. İslâm gibi büyük ve ulvi bir davanın,
var olan metodunu; bir başkasının (Müslüman olsun olmasın)
çizme hakkı olmadığı gibi çizmesi de mümkün değildir.
Bu gerçeğe rağmen birileri kalkar da, kendi kafa yapısına göre
bir metod ortaya atarsa ne olur? Cevap: bugüne dek olanlar
olur. Yani hangi ideolojinin metodunu veya yakınını almış
koymuşsa, o ideolojinin payanda direğini dikmiş olur. İslam’da
demokrasi vardır veya demokrasi İslam’dandır. İslam'ın
devlet şekli cumhuriyet de olabilir diyen alim, ulema, şeyh
veya mürit kim olursa olsun bu şahıs ya İslam'ı bilmiyor ya
da bazı gerçekleri kamufle ediyor demektir, Bu tutum ve davranışlarının
nedeni ne olursa olsun; yıkılmakta olan kapitalizm
ideolojisini payanda direği durumundadır. Bu şahıslar hiç
okumazlar mı?
"Sana indirilene ve senden önce
indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tağut’a
inanmamaları kendilerine emr olunduğu halde, tağut’un
önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün
sapıtmak istiyor. ( dönmeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek
istiyor.)" (4/60)
Bu ayet-i celile’ye rağmen hala demokratik düşünceye
itibar edenler, Allah’ı yani İslam'ı reddetmiş tağutu (küfür
nizamını) kabul etmiş demektir. İşte bu davranışlarda
bulunan bu bedbahtlara Rabbulalemin yüce Allah bakın ne
emrediyor! ”36.37.38.ve"Zulmettiğiniz için bugün
(Nedamet) size hiçbir fayda vermeyecek,çünkü siz azapta müştereksiniz."
(ZUHRUF 39)
2- İslami harekatın öncülüğünü yapan kişi,
kurum, kuruluş veya parti; elbette İslam'ın kendine has ve
farz olan metodunu biliyor. Böyle büyük bir davanın
öncülüğünü yapanlar, metodu bilmez olur mu hiç?” Zamanın
icaplarına göre metodu uygulamıyorsa, bu davranışı onun
metodu bilmiyor anlamına gelmez” diyenlerin sayısı hayli
kabarık. El cevap:
İşte bu kişi, kurum, kuruluş ve partinin bu
ikinci batıl yönü düpe düz hainliktir, münafıklıktır;
asıl davaya ihanettir, şöyle ki; İslam'ı hayata hakim
kılmak için, Rabbimiz Yüce Allah’ın çizmiş olduğu
metodu bildiği halde bu metodu bırakıp ta kendi kafa
yapısına göre koymuş olduğu metodu uygulayan zihniyet bu
ilahi metodu beğenmemiş, noksan bulmuş veya zamanın
icaplarına göre daha iyisini kendisi koyabileceğine inanmış
demektir. Bu tutum, bu davranış; Allah'ı inkardır; küfürdür.
Ve şeytanın oyununa gelen, kendini akıllı sanan akılsız
kimselerin mahsulüdür bu zihniyet. Çünkü; metodu çizen,
seni,senin aklını, kainatı, mükavvanatı, zamanı, zaman sürecini
ve icaplarını yoktan var eden Rabbimiz yüce Allah’tır. Ey
gafil ! zamanın icaplarına göre meselenin hal çaresini yaratık
olarak sen biliyorsun da; seni, zamanı, zamanın icaplarını
yaratan Allah yarattığı şeyin hal çaresini bilmez mi ?
Ey! Ben Müslümanım diyenler tekrar ediyorum yüz
defa tekrar etmiş olsam da taa anlatıncaya kadar tekrar
etmekle kendimi mecbur hissettiğim için diyorum ki; İslam'ı
hayata hakim kılmak için çalışmak bütün Müslümanlara
farzdır. Bu farzın ifası için çalıştığını iddia
edenler illa ki, İslam'ın kendine has metodu ile çalışmak
mecburiyetindedir. Meğer k;i iddiasında samimi ola. Eğer İslam'ı
hayata geçirmek amacıyla kapitalizm metodu ile çalışıyorsa,
İslam'ın yerine kapitalizm nizamın gelişini ya da bekasını
sağlamış olurlar.
Özet olarak kapitalizm bir idarede yasaların
sana vermiş olduğu hak ve imkanları en sonuna kadar, biraz da
haddi aşarak kullansan dahi; o nizamı değiştirmek şöyle
dursun, ancak o nizamı güçlendirmiş olursun. O nizamı
zayıflatmak için mevcut yasaları geçmen gerekir ki; o zaman
yasa yürütücüleri harekete geçerek sana vermiş oldukları
hakları da geri alacaklar. Ve aldılar da. Demokratik
haklarını kullanarak İslam'ı hayata geçirebileceğini iddia
edenler, hani demokratik haklarınız ? Hani insan haklarınız,
nerede kaldı? Görüldüğü gibi İslam'ı hayata geçirmek
için böyle çalışmak İslam'ın metoduna aykırıdır.
Peygamber(sav) on üç yıl Mekke’de mücadele verirken,
kendisine müşriklerden, yani Mekke hükümeti başkanı olan
Ebu Cehil’den barış ve ortaklaşa hükümet etme teklif
edildi, fakat Peygamberimiz (sav) tarafından reddedildi. Bu on
üç yıl mücadele döneminde türlü işkence ve ambargolara
rağmen zerre miktarı taviz verilmedi. Ebu cehil barış
tekliflerin de şöyle diyorlardı; ne istersen (mal, kadın
gibi) hatta Mekke devletinin reisliğini, yani devlet
başkanlığını da verebiliriz yeter ki sen bizim
atalarımızı ve onlardan kalma dinimizi, düzenimizi reddetme,
bizde sizin tek ilahınızı kabul edelim ve anlaşalım
dediler.
Mekke devletinin reisi Ebu cehil tarafından
Peygamberimiz (sav)’e sunulan bu teklifi, amcası Ebu Talip
getirmişti. Hz. Muhammed (sav) vahye dayalı vermiş olduğu ve
kıyamete kadar bütün Müslümanların delil olması gereken
cevaba bakın; Ya amca! Allah’a kasem ederim ki; bir elime
ayı koysalar bir elime güneşi ben bu davadan vazgeçmem ya
ben ölürüm ya bu dava gerçekleşir” Bu hadisi şerif vahye
dayalı çizilmekte olan metodun temel taşlarından birisini
oluşturuyordu.
Ayrıca birilerin sandığı gibi metod yalnız
tebliğ midir? Hayır tebliğ metoddan bir parçadır, bir yönüdür
fakat bazılarının dediği gibi metod yalnız tebliğ
değildir. Çünkü; Resülullah (sav) ashabla birlikte Erkam
bin Erkam hazretlerinin evinde sabahlarken; peyderpey inen
ayet-i kerimelerin yalnız tebliğ yönünü değil, tebliğ yönüyle
beraber, siyasi, iktisadi, ekonomi ve ukubetiyle bir bütün
olarak işleniyordu. Örneğin;
"De ki: ben ancak Rabbimden bana
vahyolunana uyarım." (7/203)
"Onlar (o mü’minler) ki, eğer
kendilerine yer yüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı
verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler.
İşlerinin sonu Allah’a varır." (22/4l)"Onlar
ki, zekâtı verirler..." (23/4)
Görüldüğü gibi bu ayetler Mekke’de nazil
olmuştur. Ve otoritenin (devletin) varlığını gösteren,
hukukunu açıklayan, zekat ayetleri de fakirlerin hakkını
belirleyen ekonomik değerlerdir. Daha önemlisi; namaz ve
zekattan sonra iyiliği emreder, yani iktidarı elinde
bulunduranlar (Müslümanlar) ilahi nizamın en iyi şekilde
intizam ve istikrarını sağlamak, asayişi temin etmek
sultanın görevi olduğunu vurgulamaktır. Kötülükten men
eder. İktidar sahibi (HALİFE) ilahi emirler mucibince harama
kaçanları men edecek, ilahi emirlerin gereği yerine
getirilecektir. Mekke’de inen bu ve bunun gibi bir çok ayet-i
kerimeler, yalnız cennet, cehennem ve iman konuları değil,
bunlarla beraber İslam'ın sultasının varlığını,
sultanın İslam'da (Müslümanlarda) olduğunu, sultanın görevlerini
vurguladığını görüyoruz.
Çizilmekte olan metodun km taşlarının
parıltısı (ışığı) mücahitlere can, kan, cesaret
veriyordu. Ambargo, işkence, zulüm onların direncini
artırıyor, zafere doğru ilerlediklerini biliyorlardı.
Bilal-i Habeşi’ye yapılan işkencelere karşı Resülullah
(sav) sabır tavsiye ederken zaferi müjdeliyordu. Yasir bin
Ammar hazretlerinin anasını ve babasını kötü bir içkence
ile öldürdüler. Sıra Yasir bin Ammar’a gelmişti. Müşrikler
geldiler ve ’Ya Muhammedi terk edersin ya da gördüğün gibi
seni de öldürürüz’ dediler. Mutlak bir ölüm tehlikesi
gözüküyordu. Çünkü; müşrikler anasını öldürmüşlerdi,
babasını öldürmüşlerdi. Öyleyse onu da
öldürebilirlerdi. Bu durum karşısında Ammar istemeyerek,
üzülerek dil ile Peygamberimizi sevmediğini söyledi ve
ellerinden kurtulunca ağlayarak, Peygamberimize göz yaşları
arasında ’aman Ya Resülullah benim halim ne olacak?’
feryatları arasında Peygamberimiz (sav) hazretlerinin
kucağına düştü. Peygamberimiz (sav) o mübarek elini o zatın
mübarek göğsüne koyarak; ’Ya Ammar kalbin nasıl’ diye
sordu. Yasir: ’Allah’a yemin olsun ki; kalbim senin ve
Rabbimiz olan yüce Allah’ın sevgisi ile doludur’ dedi.
Peygamberimiz’ (sav) in burada verdiği cevap
(hüküm) biz Müslümanlar için kıyamete kadar ruhsat
olacaktır. Şar’i olan o yüce peygamberimizin hükmü fermanına
iyi kulak verelim. Ve esprisini asla manasına uygun olarak
alırsak; delil olarak kullandığımızda asla ve asla
aldanmayacağız.
’Ya Ammar bir daha böyle mutlak ölüm
tehlikesi ile karşı karşıya kalırsan yine böyle de ve
kurtul.’ Buyurdu. Evet, böyle de kurtul buyurdu. Ne zaman
hangi halde ruhsat verildiği çok önemlidir? Bazı
kardeşlerimizin bu olayı kendi çıkarları istikametinde
kullandıklarını görüyoruz. Şöyle ki; "İslam'a
hizmet için, millet vekili olmak, söz, makam, mevki sahibi
olmak lazım. Bunun için mecliste yemin etmekle, biz de
sizdeniz demekle, demokrasi öz malımızdır iddiasında
bulunmakla, onları kandırıyoruz" diyorlar. "Gerek
yemin olsun gerekse demokrasi inancında olsun kalben demiyoruz.
Çünkü Yasir bin Ammar da böyle yapmıştı" diyorlar.
İşte yanlışlık burada. Bu kıyas çok hem
de pek çok yanlış. Nedeni: Peygamberimiz (sav) tekit üzerine
tekit yapar ’ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalırsan
buyurmuştu. Makam mevki sahibi olmak için değil. İslam'a
hizmet için hiç bir kimseye haram olan bir şey mubah
kılınmamıştır. Harama götüren her şey haramdır.
Bu minval üzere l3 yıl çalışmalarını sürdüren
Ashabı kiram ki, (ALLAH onlardan razı olsun) zerre miktarı
İslam'dan taviz vermediler, müşriklerle anlaşma yapmadılar,
biraz sizden biraz bizden demediler. Koalisyon kurmadılar.
İslam gelmeden önce herkesin bildiği gibi
Mekke’de, cumhuriyeti bir yönetim vardı. Mesela; her yıl
darul nedve denilen mahalde Mekke halkı toplanır, kendi
idarecilerini kendileri seçerlerdi. Görevlerinden de anlaşıldığı
üzere Ebu Cehil devlet başkanı, Hz. Abbas Kâbe idarî
sorumlusu, Hz. Ömer (ra) dışişleri bakanı idiler. Buna
rağmen İslam'ı kabul eden herkes bir daha darul nedve denilen
yere (onların Büyük Millet Meclisi’ne) ayak basmadılar.
Hatta bir çokları merhaba selamını da kestiler. Böylece
kesin çizgilerle hedefe doğru ilerlerken; ilahi emirleri bile
istisna yerine getirmekle beraber istikbalde ümmeti Muhammed’in
bir ihtilafa düşmemeleri için; Resülullah’ın denetim, gözetim
ve emirleri altında insan gücü çerçevesinde insanları
İslami hayata hakim kılma konumuna götüren, metod
çiziliyordu.
İste Resülullah (sav) bi zatihi çizmiş
olduğu bu metod bütün Müslümanlara farz oldu. Bu farz aynı
zamanda farz ayin durumundadır. Bey vakit namazda olduğu gibi.
Çünkü; herkesin bildiği gibi İslam'ın devleti olmasa, Kur'an
hükümlerinin bir çoğunun tatbik edilmesi mümkün değildir.
Bunun için İslamsız İslam devleti olmadığı gibi,
devletsiz de İslam olmaz gerçeğiyle karşı karşıyayız. Ne
yazık ki bir çok Müslüman veya ben Müslümanım diyenlerin
bir çoğu bu gerçeği bilmekten her nedense mahrum kalmışlar
veya bilmek istememişler. Yani hala devletsiz İslam
olabileceğini iddia edenler var. İslam bir ibadet dinidir
diyenler, Müslümanların şeriat devleti olsa da olur, olmasa
da olur, düşüncesini taşıyanlar; acaba devletsiz İslam da
olur fikrine inanıyorlar mı? Yoksa gerçeği kamufle etmek için,
kasıtlı mı söylüyorlar ? İnanarak söyleyenler varsa; İslam'ı
bilmediklerinden, yani cehaletinden söylemiş olurlar ki; bu da
en büyük suçtur velev ki bilmediğinden olsun. Eğer
bildikleri halde gerçeği kamufle etmek amacıyla veya her
hangi bir sebeple olsun gizliyorsa, bu kişi düpedüz münafıklık
etmiş olur. Yani kendini ateşten asla ve asla kurtaramaz.
|