Devlet,
hangi devlet olursa olsun belli bir toplumda yaşayan
insanların maslahatlarını belli bir dünya görüşü ile
gözetmesi, koruması için vardır. Bu maslahatların başında
gelenleri ise şunlardır:
İnsanların canlarını korumak,
Düşman saldırılarından
korumak,
Eşkıyalardan, teröristlerden
korumak,
Sağlık hizmetlerini sunmak,
Mallarını korumak,
Hırsızlardan, yolsuzluk
yapanlardan korumak,
Nesillerini korumak,
Eğitim ile çeşitli sapıklıkların
önüne geçmek,
Alkol ve uyuşturucu müptelasından
korumak,
Asayişi sağlamak, adaleti tesis
etmek,
Deprem, sel, yangın gibi tabii
afetlerde insanların yaralarını en hızlı bir şekilde
sarmak,
Varsa ideolojik misyonunu aleme
taşımak,
Devletin var oluşunun temel öğeleri
bunlardır. Öyle olduğu halde bir devlet ve devlet yöneticileri
vazifelerini sadece resmi ideolojiyi korumaktan ibaret
görmemelidirler. İşte T.C. Devleti’nin görüntüsü şöyledir.
- T.C. Devleti; laiklik, Kemalizm ve
cumhuriyeti korumak hususunda demir yumruk ve hatta şahin
olabiliyor, hızlı, sert ve muktedir olabiliyor. 12 yaşından
küçük çocukların Kur’an okumasını yasaklamaya, başörtülü
kız çocukların okullara girerken başlarını açtırmaya ya
da okula gitmelerine engel olmaya, inancı doğrultusunda bu tür
zulümlere direnenleri tutuklayıp işkence yapmaya ve
zindanlara atmaya, eşlerinin başörtülü olduğunu, namaz
kıldıklarını çok titiz bir takiple tespit edip askerleri
ordudan ve memurları devlet dairelerinden atmaya gücü
yetiyor. Orada mahir, muktedir ve demir el olabiliyor.
Birkaç bin Müslüman hatta Müslüman kadın
inancını savunmak için bir araya gelip gösteri yaparsa
devlet oraya jet hızıyla hemen müdahale ediyor ve buna gücü
yetiyor.
- T.C. Devleti, bağlı bulunduğu NATO, BM
vb. kurumların direktiflerini hemen yerine getirmeye muktedir
olabiliyor. Ancak bütün bunlara rağmen şunları yapmakta
aciz kalıyor:
- Halkın, kamunun ve fertlerin hakları çiğnenirken,
malları çalınırken onları korumakta güçsüz oluyor. Yani
devlet mafya, çete ve hırsızlar karşısında aciz kalıyor.
- Adaleti tesis etmekte aciz kalıyor.
Nitekim halk da bu hususta devlete hiç güvenmiyor.
Mahkemelerdeki, adliyelerdeki kavgalar ve görüntüler de bunu
sergiliyor.
- Teröristlere, katillere karşı aciz
kalıyor.
- Sağlık hizmeti sunmaktan aciz kalıyor.
Hastanelerdeki görüntüler bunu belgeliyor.
-Gençliğin çeşitli sapıklıklara düşmesini,
alkol ya da uyuşturucu müptelası ve hippi olmalarını
engelleyemiyor. Eğitemiyor, okullardaki ve eğitim
kurumlarındaki manzara bunu belgeliyor.
- Deprem, sel, yangın gibi felaketler
karşısında tamamen aciz kalıyor. Elbette bu felaketleri
önlemesi beklenmez. Fakat felaket vukuu bulduğunda insanların
yaralarını sarmakta T.C. Devleti çok hantal, beceriksiz ve
yetersiz kalıyor. Felaket yerlerine ulaşmaktan dahi aciz
kalıyor.
Nitekim 17/8/1999’da vukuu bulan deprem
olayında devlet, depremin vukuu bulduğu 03.02’den itibaren
12 saat geçtiği halde bazı yerlere ulaşamamıştır. Yardım
edemiyor. Halk devleti orada göremiyor. Devlet de diyor ki “ne
yapayım, gücüm yetmiyor”. Başbakan diyor ki: “Yardım
edemiyoruz yollar tıkalı, iletişim kuramıyoruz telefon
hattı kesik.”
Bu çağda bu teknik imkanlar variken bir
devlet için bunların hiç birisi de mazeret değildir. Zira;Bu
ülkede devletin ulaşamadığı yerlere özel kuruluşlar,
mesela televizyonlar ulaşabiliyor.
Devletin irtibat kuramadığı yerlerle özel
sektördeki kişiler ve hatta fertler irtibat kurabiliyor.
Devletin yardım ulaştıramadığı yerlere
özel sektördeki kişiler ve kuruluşlar yardım
ulaştırabiliyor.
O halde devletin bu yetersizliğinin nedeni
teknik ve ekonomik imkansızlık değildir. Tek neden, devletin
ve yöneticilerinin halkına değer vermeyişidir. Zira bu
ülkede ilk defa deprem, tabii afet vukuu bulmuyor. Daha geçen
sene Adana’da deprem oldu. Geçen sene Batı Karadeniz bölgesinde
sel felaketi oldu. Her sene yaz aylarında orman yangınları
olur. Her gün trafik kazalarında onlarca insan ölür. Ve her
seferinde devletin acziyeti, hantallığı, umursamazlığı ve
yeter sizliği değişmiyorsa bunun bir tek izahı vardır,
devlet halkına önem vermiyor demektir.
Deprem gibi tabii afetlerde binlerce insanın
ölmesi önüne geçilemeyecek, insanı ve tüm imkanlarını
aşan bir olaydır. Bundan kimse sorumlu olamaz. Ancak deprem ya
da başka bir tabii afet vukuu bulduktan sonra deprem zedelere,
afetzedelere yardım yapmakta yetersiz kalmasının mazereti
yoktur. “Depremler önceden tahmin edilemediği için tedbir
alınamıyor, onun için yetersiz kalınıyor” şeklinde bir
mazeret de geçerli değildir. Hiçbir tabii felaket önceden
tahmin edilemez. Fakat bunca tecrübeden sonra felaket
bölgelerine ve felaketzedelere ihtiyaç duydukları kurtarma,
tedavi, barınma, yiyecek yardımlarını en kısa zamanda
ulaştırması mümkündür. Bu hususta şöyle bir tedbir daima
mümkündür:
- Nasıl ki devlet, yakında bir savaş
tehlikesi olmasa da her an savaş olabilir kaygısıyla eli
altında savaşa hazır bir ordu bulunduruyorsa tabii felaketler
için de öylesi hazır bir yardım, kurtarma ekibi ve
donanımını her yerleşim biriminde bulundurabilir. Bunu da
ordu bünyesinde yapabilir. Ordu içinde bir kesim bu alana
istihdam edilip bu yönde eğitilir ve donatılır. Gerekli
yeterli imkanlar hazır tutulur. Mesela bir jandarma karakolunun
olduğu her yerde bir de kurtarma ve yardım ekibi niçin olmasın?
Bu ekip her türlü kurtarma yardım malzemeleri ile
donatılmış olmalı ve o bölgede yeterli gerekli yardım
malzemeleri bulundurulmalıdır. Nasıl savaş tehlikesi
ihtimaline karşı her türlü gerekli mühimmat hazır
bulunduruluyorsa ve askerler de onları kullanmak için eğitiliyorsa,
bu alanda eğitim alan bir ekip niçin olmasın? Üstelik yardım
ve kurtarma işi savaş anında da gerekli olan bir iştir.
Şimdi bazı yerlerde askerlerin yardım etmeleri söz konusu
oluyor fakat bu o alanda yeterli eğitim ve donatıma dayalı
bir yardım değildir.
Bu öneri ekonomik, teknik ve istihdam açısından
imkansız bir husus da değildir. İmkan dahilindedir, yeter ki
halka değer verilsin, “Bir ırmak kenarında bir koyunun
ayağı sürçüp de suya düşerse o benden sorulur” diyen o
raşid/hayırlı yöneticinin sorumluluk bilincinde olunsun.
İşte bütün sorun bugün bu sorumluluk
bilincinde yönetim, yönetici ve devletin olmayışıdır. Böylesi
bir sorumluluk bilincinde yönetim, yönetici ise ancak Raşidî
Hilâfet Devleti’nde olur. O halde Müslümanlar; hep birlikte
maslahatlarını hakkıyla gözeten, üzerinde titreyen, tebaasının
tepesinde ceberrutça sadece emirler savurup cezalar kesen değil,
tebaasını alemlerin Rabbı Rahman ve Rahim olan Allah’ın
indirdikleri ile merhametle yöneten, onun tebaasına hayır dua
ettiği tebaasının da kendisine hayır dua ettiği raşidî
bir Halifeye biat ederek Raşidî Hilâfet Devleti’nin
kurulması için ihlasla çalışanlarla beraber olmalıdırlar.
Resülullah (sav) şöyle buyurmuştur:
Size emirlerinizin (yöneticilerinizin) en
hayırlıları kimlerdir, en şerlileri kimlerdir haber vereyim
mi? Onların en hayırlıları sizlerin sevgisine mazhar
olanlar, sizleri sevenler, sizin onlara hayırla dua ettiğiniz,
onların da size hayırla dua ettiği kimselerdir. Emirlerinizin
şerlileri de sizin buğuz ettikleriniz, onların da size buğz
edenleridir. Siz onlara lânet edersiniz, onlar da size lânet
ederler.” (Tirmizi, K. Fiten, 2190)
“İmam bir kalkandır, onun arkasında
savaşılır ve onunla korunulur.” (Buhari, K. Cihad ve’s-Seyr,
2737)
|