SAHAVET NUSRET KAPISINI ARALAMADA EN
BÜYÜK ETKENDİR
Mahmut Aydın
Nusret, 1,5
milyar Müslümanın yıllardır özlemini çektiği büyük bir
haslettir. Son gelişmeler bu özlemin önemini bir kez daha ortaya
koymakta ve de bu kapının aralanması için gerekenleri de ister
istemez gündeme taşımaktadır. Nusret, elbette ki, Allah (cc)’nun
bahşetmesiyle Müslümanlar üzerine gelecektir ve bu olay
Müslümanlarla alakalıdır. Bundan dolayı da nusretin şartlarını
belirleyen yine Şari’inin kendisidir. Bu şartlardan en önemli
olanlardan bir tanesi de sahavet’tir.
Sahavet;
cimriliğin tam zıddıdır. Cömert olma, uygun olanı uygun olan
alanda karşılık beklemeden harcamaktır. Sahi’de; cömert
olan kişi anlamına gelir.
Ulema sahi’nin,
Allah’a yakın olma (buradaki yakınlık mesafe bakımından
değil sevaba ve Allah’ın rahmetine yakınlığı gözetme)
anlamına geldiğinden bahseder. “Cennete yaklaştırıcı
amellerde bulunan Allah’ın rızasını kazanma için yapılan
girişimler” olarakta telakki edilmektedir.
Gazali sahaveti;
“tevhit ağının meyveleri cimriliği de, şirkin meyveleri”
olarak izah eder.
Tabî, sahi ve
bahil kelimelerini; “şeriatça sahi ve bahil addedilen
kimsedir, Allah’ın emrine uymuş, malından vererek yardım elini
uzatmış olmaktır, bu kimse Allah’a yakın olan-dır ve makamı
cennettir” diyerek izah getirir.
Sahavetten
bahseden ayet ve hadislere baktığımızda iki çerçevede ele alınmış
olduğunu görüyoruz.
a- İktiza olarak vaaz
edilen, Farz-ı ayın
veya farz-ı kifaye konumunda gelen talep.
Allah’ın
dinini hakim kılmak için gerekli olan bütün varlığın ortaya
konması bu bazdadır. İman eden kişinin Şari’in belirlediği
çerçevede Allah için hiç karşılık beklemeden yapması gereken
hususları içermektedir. Allah indinde karşılıksız harcamaktır.
Mekke’de nazil olan ayetlere baktığımızda imandan sonra en çok
mevzubahis edilen bir konudur. Hatta iman edenlerin gerçek samimiyeti
Allah’ın dini için gösterilen sahavetle ölçülmüştür.
Allah (cc) Müslümanlara yardımı, onları muzaffer kılmasını, Müslümanların
kendi uğrunda karşılıksız her şeylerini ortaya koyarak dinin
hakimiyeti için gösterecekleri sahavete bağlanmıştır. Bu
hususta Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Allah
müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek)
cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah
yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de
ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah'tan daha çok
sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış
olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten)
büyük kazançtır.” (Tevbe
111)
“Allah yolunda
mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane
gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat
fazlasını verir. Allah'ın lütfü geniştir, O her şeyi bilir.”
(Bakara 261)
“Andolsun ki,
mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz;
sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok
üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ
gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en
değerlisidir.” (Ali
İmran 186)
Bu hususta Hz.
Ebu Hureyre (ra) dan rivayetle Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Sahavet
sahibi Allah’a yakındır...” (Tirmizi) Bu ve buna
benzer ayet ve hadislerdeki istek mutlak şekilde gelmektedir.
İstenen talep Allah’ın dinini hakim kılmada gerekli olan işlerin
tereddütsüzce yerine getirilmesidir. Elde olan bütün imkanların
kullanılması talebi vardır. Bu noktada Şari’den gelen istek
farz-ı ayın noktasındadır ve acil bir mesele olarak Müslümanlardan
yapılması istenmektedir. Allah’ın dinini hayata hakim kılmada
istenilen sahavet, nusret kapısını aralamakla doğrudan
bağlantılıdır. Mekke’de Resulullah (sav)’in ve Sahabelerin
icraatlarında görülen ve ağırlıklı olan ana husus Allah’ın
dinini hayata hakim kılmak için bütün varlıklarıyla hareket
etmeleri şeklinde geçmiştir. Malların son noktasına kadar harcanması,
canlarını bu yolda ortaya koymaları ve üzerlerine gelen bütün
baskı ve şiddete karşı sabırla mücadeleleri nusretin yolunu
aralamada gösterilen sahavetle bağlantılıdır. Zaruri
haller zuhur ettiğinde kişinin sahavet için bir sınırlama
getirmesi mümkün değildir. Ancak bunu Şari kendisi sınırlandırmıştır.
Dinin hakimiyeti ve cihatla ilgili hususlara ait delillere baktığımızda
bu husus daha berrak bir şekilde ortaya çıkar. Yukarıda ayette de
belirtildiği gibi mal ve can konusunda bir tasarruf isteği vardır.
Cihadla ilgili ayet ve hadislerde de sahavet için sınır mal
ve canın ortaya konması şeklinde çizilmiştir.
“Yoksa Allah içinizden
cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete
gireceğinizi mi sandınız?” (Al-i
İmran 142)
“(Ey müminler!)
Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve
canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için
daha hayırlıdır.” (Tevbe
41)
“İman edip de hicret
edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe
bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de
işte onlardır.” (Tevbe
20)
Cihadla ilgili
gelen ayet ve hadislerde de talep farzı ayın veya farzı kifaye
olarak gelmektedir. Bu konuda cimrilik yapanlar Allah tarafından
kınanmıştır. Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“İşte sizler, Allah
yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik
ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiş olur.
Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O'ndan yüz çevirirseniz,
yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de
olmazlar.” (Muhammed
38)
“Allah'ın,
kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler,
sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar
için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde
boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır.
Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”
(Al-i İmran 180)
Hakimiyet için
gerekli olan unsurlar; gayret, feragat, fedakarlık, zaruri ihtiyaçları
karşılamak için mal ve bu yolda canını ortaya koyacak insana
ihtiyacı içermektedir. Bütün ideolojilerin hayata inmesi ancak bu
şartların varlığını üstlenen şahsiyetlerle mümkündür.
İslam içinde bu şartlar kaçınılmazdır. Sahaveti içeren bu vasıfların
son noktasına kadar kullanılması geciken İslamın hakimiyetini
kolaylaştıracaktır. Tabi ki böylesi bir atılım ancak sahabenin
iman kavrayışını yakalamakla gerçekleşir. Sahip olunan iman ve
hasıl olan Allah’a güven her türlü feragatı tereddütsüz bir
şekilde ortaya koymaya teşvik edecektir.
b- Tahyir olarak vaaz
edilen, genelde mendub konumunu içeren sahavet.
İnfak ve hayır
hususunda gösterilmesi gereken sahavetle ilgili talep ise mendup
çerçevesinde gelmiştir. Bu noktada sahavette gösterilecek tasarruf
hakkı kişilerin kendisine bırakılmıştır. Kullanma alanı ise
yine şari tarafından tesbit edilmiştir. Bununla ilgili gelen
naslardan bazıları şunlardır:
“Şüphesiz Allah
sadaka verenleri mükâfatlandırır.”
(Yusuf 88)
“Sadaka
veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah'a güzel bir
ödünç verenlere, verdiklerinin karşılığı kat kat ödenir ve
onlara değerli bir mükâfat vardır.” (Hadid 18)
Allah’ın dinini
hayata hakim kılmakla ilgili sahavetle infak ve hayır için yapılan
sahavet arasında çok büyük farklar vardır. Allah için, O’nun
nizamını hakim kılmak için yapılması istenen sahavet
bazen farz-ı ayın noktasında karşımıza çıkar, bazen de farz-ı
kifaye olarak yapılması talep edilir. Bu kategoride can, mal ve
sabır hakkında girişimlerde bulunulması için kaçınılmaz
talepler vardır. Allah (cc) bu hususu şu şekilde ayırt etmektedir:
“Ne oluyor size ki,
Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası
Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar,
daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir. Onların derecesi,
sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber
Allah hepsine de en güzel olanı vadetmiştir. Allah'ın
yaptıklarınızdan haberi vardır.” (Hadid
10)
İslamın
hakimiyetinden önce gösterilen sahavetle sonrası arasında büyük
farklar olduğu ortadadır. Bu dönem içerisinde yapılan sahavet
dinin hakimiyeti içindir. Yani öncelikli olan işlerdendir. Bundan
dolayı Mekke’de gerçekleştirilen sahavetle Medine’deki
girişimleri aynı kategoride incelemek mümkün değildir. İslam
Medine’de hayata hakim olduktan sonra Ensar ve Muhacir
arasındaki dayanışma ve birbirlerine karşı gösterdikleri sahavet
ne kadar fazla olursa olsun Mekke’deki en ufak bir sahavet
girişimine denk değildir. Oysa ki, Medine’de Ensar mallarını
yarıya bölmüş ve Muhacirlere karşılıksız vermişti. Öyle
olmasına rağmen Mekke’de geçirilen devre içerisinde İslam’ı
kalkıp anlatmak için ortaya çıkmakla, Medine’de sahabenin İslam
için yaptıkları arasında büyük derecede fark vardır. Medine’de
İslam güç bulmuştur, inanlar için rahat bir ortam vardır. Mekke’de
ise Allah’a sığınmaktan başka hiç bir güvenceleri yokken bu iş
için varlıklarını ortaya koymuşlardır. Yani bugün İslam’ı
yeniden yeryüzüne hakim kılmak, Hilafeti yeniden ikame etmek için
gösterilen her türlü sahavetle, devlet kurulduktan sonra İslam için
gösterilecek sahavet arasında derece bakımından elbette ki fark
vardır. Burada amelin zamanı ve kıymet derecesinin ön plana çıktığını
görüyoruz.
Mekke’de İslam’ın
tebliğ aşamasında ve hayata hakimiyeti için verilen mücadele
esnasındaki gelen naslara baktığımızda sadaka niteliğini
taşıdığını görüyoruz. Ancak Müslüman olan kişilerin kölelikten
kurtarılması noktasında bireysel girişimlerle karşılaşırız.
Bu girişimlerde de genelde Hz. Ebu Bekir (ra) ön plana çıkmıştır.
Müslüman olanların arasında en zenginleri o idi. Hicretten önce
yedi köle azat etmiştir. Yedincisi Bilali Habeşi’dir. Bu girişimler
bir kitle içerisinde bireysel girişimlerle sosyal dayanışmaya
verilen açık örneklerdendir. Onların göstermiş olduğu bu sahaveti
Resulullah (sav) şöyle vasıflandırıyor:
Hz. Cabir (ra)
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm
buyurdular ki: "Ashabıma sebbetmeyin (dil uzatmayın). Nefsim
elinde olan Zât-i Zülcelâl'e yemin olsun (sizden) biri, Uhud dağı
kadar altın infak etse, onlardan birinin infak ettiği bir müdd'e
hatta yarım müdd'e bedel olmaz." (Müslim,
Fedailu's-Sahabe 221,2540)
Bütün bu
deliller gösteriyor ki, sahavetin boyutu bügün ayırtedilmek
zorundadır. Sadaka ve infaklar İslamın hayata dönmesi için yapılan
bir amel değildir. Her ne kadar sadaka ve infak-ta sahavet
İslam’dan bir parça olsa da günü-müzde bu girişimden önce
dinin hakimiyeti için gerçek anlamda bir sahavetin
gösterilmesine ihtiyaç vardır.
İslam beldelerinde
İslam’ın hakim olma-yışı ve günümüzde yaşanan olaylar,
Allah’ın dinine yardımı ve bu yolda gerekli olan sahavetin
gösterilmesinin kaçınılmaz olduğunu ortaya çıkartmaktadır.
Nasıl ki, müşrik düzenler sahabelerin gösterdikleri hayatsal
manadaki sahavetle yıkıldı ise bugün de Müslümanların
aynı sahaveti sergileyerek kafir yönetimleri ve kuklalarını
yıkmayı gerekli kılmaktadır.
Müslümanların Bosna’da,
Filistin’de, Somali’de, Afganistan’da, Çeçenistan’da ve diğer
birçok İslam beldelerinde gösterdikleri sahavetin Allah’ın
dinine yardımla ilgili, İslam’ın hakimiyetiyle alakalı
olmadığı ortaya çıkar. Müslümanların birbirlerine yardımı
her ne kadar İslam’ın onlar üzerine yüklediği vecibelerden olsa
da gösterilecek sahavet İslam’ın hakimiyetiyle ilgili
değildir. Şunu da üzülerek belirtmek gerekir ki; Müslümanlar
meselelerini bu şekilde tedavi ettikleri vehmine kapılarak asıl
gerekli olan işten geri durmaktadırlar. Hatta bu girişimler genelde
bölgesel ağırlıklı bir hale getirilmiştir ve de bu girişimlerle
yetinilmeye çalışılmaktadır. Böylesi yaklaşımlar ise tedavisi
zor olan bölgesel-cilik, kafirler tarafından çizilen sınırların
kabulü gibi büyük yaralar açmıştır. Müslümanlar bu bakıştan
kurtulup, Allah’ın dinini hakim kılmak için İslami bir bakışla
meselelere yaklaşarak, bu çerçevede sahavetlerini doruk noktasına
yükselterek ön plana çıkartmaları gerekir.
İslam davasını yüklenenlere
bu noktada büyük görevler düşmektedir. Kişinin gücü nisbetinde
farzı ayınları yerine getirme vacibi-yeti vardır. Bu hususta malı
ile katkıda bulu-nurken en önemli olan hayatını bu yolda cömertce
ortaya koymasıda gerekli olanlardandır. Hz. Ebubekir (ra) hem
malını hemde canını ortaya koymuştur. Süreyya ailesi de canını
ortaya koymuştu. Bütün bunlar gösteriyor ki dava için gerekli
olanları sarf etmek “Bir vacibi yerine getirmek için gerekli
olanlarda vacibtir” şer’i kaidesine göre farz olur.
Bugün İslam’ın
hakimiyeti için yeterli derecede sahavetin gerçekleşmediği
ortadadır. İslam’ın yeryüzünden otoritesinin (hilafetin) kaldırılmasının
üzerinden yıllar geçmiştir. Ümmetin bu noktada gerekli duyarlılığı,
İslam için gerekli sahaveti gösterememesinden nusret
geçikmiştir. Allah’ın dinine yardım sadece sözlerle, uzaktan
maddi desteklerle gerçekleşen bir olay değildir. İslam davasını
hakim kılmada sahavet ancak fikir, mal ve bedensel unsurların
bir arada hareket ettirilmesini de gerekli kılmaktadır.
Bundan dolayı Müslümanların
İslam’ı sevmesi yeterli unsurlardan olmayıp onun için gerekli
olan bütün vecibelerin yerine getirmesini de kapsar. Bugün ne yazık
ki, Müslümanlarda bu bakış açısı doğmuş değildir. Resulullah
(sav)’in de buyurduğu gibi dünyaya olan meyil ve sahavet
katkat artmıştır. Bunun neticesinde de insanlar en çok sevdikleri
malları ve nefislerini Allah yolunda harcamakta cimri davranır
olmuşlardır.
Ka'b İbnu İyâz (ra)’dan
gelen bir rivayette Allah’ın Resulü (sav) şöyle buyuruyor: "Her
ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır."
Müslümanlar
Allah’ın dinini hakim kıl-mak için gerekli olan sahaveti
artık gösterme-lilerdir. Allahın dini için gösteremediğimiz sahavet
bu dünyada rezillik ahirette ise şiddetli azapla karşı karşıya
bırakabilir. Bundan dolayı bütün Müslümanları İslam’ın
hayata dönmesi için yapılan çalışmalarda yeterli derecede sahavete
davet ediyoruz. Ki yapılacak çalışmalar, gösterilecek sahavetler
neticesinde Allah (cc)’dan nusret talep etmek hakkına sahip
olabilelim. Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Allah,
kendisine (dinine) yardım
edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah,
güçlüdür, galiptir.” (Hac
40)
|