İŞÇİNİN ÜCRETİNİ TESPİT (TAKDİR)
Takiyyuddin En-Nebhani
(İslam’da Ekonomik Sistem)
İnsan,
doğal olarak kendisi ile ihtiyaçlarını karşılayacağı
malı üretmek için çaba ve emek harcar. İnsanın ihtiyaçları
ise çeşitlidir. Tek başına yaşamakla bu ihtiyaçlarını
gideremez. Bu nedenle insanın çabalarının ürünlerini
başkalarıyla değiştirdiği bir toplum içerisinde yaşaması
kaçınılmaz bir husustur. Bunun için bir toplumda yaşayan
insan, direkt olarak tüketmek ve mübadele için üretim
yapmak üzere emeğini harcar. İnsan sadece tüketim için
emek harcamaz. Çünkü ihtiyaçları çeşitlidir. Bazen
insan yanında bulunmayan bir mala ihtiyaç duyar. Yine tıp
ve öğretim gibi hususlarda direkt olarak başkasının
emeğinden istifade etmeye muhtaç olur. İşte bu sebeplerden
dolayı ürettiği şey ne kadar çok ve çeşitli olursa
olsun bütün ihtiyaçlarını karşılamaya yetmez.
Çünkü insan, özel gayretleriyle bütün ihtiyaçlarını
giderecek eşyayı üretemez. Bilâkis, mutlaka başkalarının
emek ve gayretine dayanmak zorundadır. Başkalarının
emeği ile ürettiği şeyleri mal veya emek karşılığı
mübadele yolu ile elde etmesi lazımdır. Buradan
anlaşılıyor ki insanın emeğinde bu mübadele kaçınılmazdır.
Bu emeğin karşılığı olarak ortaya başka bir emek veya
mal konabilir. Ancak ortaya konulan emeğe karşılık bir
başka emek veya mal ortaya konmalıdır. Fakat mübadelenin
mümkün olabilmesi için harcanan emeğin başkasına göre
değerini belirleyen bir ölçünün bulunması lazımdır.
Bundan dolayı emek ve malın kıymetlerini belirleyecek
olan ölçünün bir olması lazımdır. Ta ki bu sayede
malın malla, malın emek ile, emeğin emekle mübadelesi
mümkün olabilsin. Bu nedenle insanlar ihtiyaçlarının
karşılanması için lazım olan mal ve emeğin elde
edilmesini sağlayacak olan birini diğerine çevirebilecek
"nakdi karşılık" üzerinde anlaştılar. Bu
karşılık, mal açısından "fiyat", emek açısından
ise "ücret"tir. Çünkü mal mübadelesinde malın
ayni için karşılık vardır. Emeklerin mübadelesinde
insanlar tarafından harcanan emeğin temin ettiği menfaate
karşılık vardır. Bu nedenle insan alış-veriş
muamelelerinden uzak duramayacağı gibi icare (ücret karşılığı
işçi çalıştırma) muamelelerinden de bigane kalamaz.
Yani onlarsız olamaz. Ancak her ikisinin, insanlar
arasında birer muamele olmaları dışında alış-verişle
icare arasında herhangi bir irtibat yoktur. İcare
alış-verişe bağlı olmadığı gibi ücret de fiyata bağlı
değildir. Bunun için ücret takdiri fiyat takdirinden başkadır,
birinin diğeri ile alâkası yoktur. Zira fiyat, malın
bedelidir, malın karşılığıdır. Malın değerinin
kıymetle veya fiyatla belirlenmiş olması fark etmez.
Ücret ise, harcanan emeğin karşılığıdır. Bu emekle
bir mal üretmesi zorunlu değildir.
Emek
bazen mal üretebilir, bazen de üretmeyebilir. Zira emeğin
menfaatı malın üretimiyle sınırlı değildir. Bilâkis
malın dışında başka menfaatler da vardır. Nitekim
ziraat, ticaret ve sanayi sahalarında harcanan emek
miktarı ve çeşidi ne olursa olsun, az veya çok olsun,
bir mal üretir. Buralarda harcanan emekle direkt olarak
memleketlerin servetleri fazlalaşır. Fakat doktor, mühendis,
avukat ve öğretmenin v.b. verebildikleri hizmetler, karşılığında
elle tutulur bir mal üretmeyen ve direkt olarak ümmetin
servetini artırmayan emeklerdir. Zira imalatçı bir ücret
alıyorsa, onun aldığı, ürettiği malın karşılığıdır.
Fakat mühendis bir ücret alıyorsa bu bir mal
karşılığı değildir. Çünkü herhangi bir mal üretmiş
değildir.
Bu
nedenle "fiyat" mutlak surette bir malın
karşılığıdır. Emeğin sağladığı menfaatın takdiri
ise bundan farklıdır. Zira emek, mal karşılığı
değil, tersine bir menfaatın karşılığıdır. Bu
karşılık ise mal olabileceği gibi olmayabilir de. İşte
bundan dolayı, alış-veriş ile işçinin ücretle çalıştırılması
farklı şeylerdir. Fiili takdir bakımından fiyat da
ücretten farklıdır. Ancak alış-verişin icareden ve
fiyatın da ücretten farklı oluşunun manası, her
ikisinin arasında hiç bir surette bir bağın olmadığı
anlamına gelmez. Ücretle fiyat arasındaki farklılığın
manası şudur: İcare alış-veriş üzerine bina olunmaz,
alış-veriş de icare üzerine bina olunmaz. Zira fiyat,
ücret takdirine göre belirlenmez. Yine ücret de fiyat
takdirine göre yapılamaz. Çünkü birinin diğerine göre
ayarlanması işçinin ürettiği malın fiyatlarının
alacağı ücrete tahakkümüne yol açar. Halbuki malın
fiyatı, işçiyi değil ancak işverene etki eder.
Fiyatların işçiyi etkilemesi, işverenin işçi üzerinde
egemenlik kurmasına yol açar ve işverenin istediği
şekilde işçinin ücretini yükseltmesine ve azaltmasına
neden olur. Bunu yaparken de bahane olarak fiyat
yükselmelerini ve düşmelerini göstermeye çalışır. Bu
ise caiz değildir. Çünkü işçinin ücreti, sağladığı
menfaat karşılığıdır. İşçi ile işveren arasında
ücret belirlendiği sürece, ücret menfaatın kıymeti ile
eşit olur. Hiç bir zaman işçinin ücreti, ürettiği
malın fiyatına bağlanmaz.
Burada
şöyle bir tez ileri sürülemez: "Üretilen malın
fiyatının düşmesine rağmen işvereni, işçiye takdir
edilen ücreti vermeye zorlamak, işverenin zarar etmesine
sebep olur. Bu durumda ise işçinin işten çıkarılması
söz konusu olabilir." Böyle bir tez ileri
sürülemez. Çünkü bu durum ancak, piyasanın tümünde
mal fiyatları düştüğü zaman söz konusu olur. Böylesi
bir halde ise işçinin menfaatının takdiri için işverenin
takdirine değil uzmanların takdirine başvurulur. Çünkü
uzmanlar ücretle çalışanın menfaatının tamamına
genel bir şekilde bakarlar, bir tek hale bakmazlar. Bundan
dolayı ücretin takdir edilmesi malın fiyatına
bağlanmaz, ancak uzmanların takdirine bırakılır.
Diğer
taraftan icare alış-verişe göre, alış-veriş de
icareye göre yapılırsa, ihtiyaç maddeleri fiyatları işçilerin
ücretine tahakküm eder. Halbuki ihtiyaç maddelerinin
fiyatları işçinin ücretine değil ücretin yeterliliğine
tahakküm eder. İşçinin ücretine tahakküm etmez.
İhtiyaç maddelerinin fiyatları, işçinin ücretine
tahakküm ettiği takdirde aldığı ücretin ihtiyaçlarını
karşılamaya yeterli olmasını garantilemesi için işverene
yüklenilmesine yol açar. Halbuki insanın, ihtiyaçlarının
karşılanması işlerinin güdülmesinden bir parçadır.
Bunu sağlamak ise, işverenin değil devletin görevidir.
Dolayısıyla işçinin aldığı ücretin ihtiyaçlarının
tümünü karşılamaya yeterli olması ile ürettiği
arasında bir bağ kurulması kesinlikle caiz değildir.
Zira bazen işçi zayıf bünyeli olabilir. Bu sebeple
ürettiği iş ihtiyacından daha az olabilir. Şayet işçi
ücreti ürettiği şeye yahut muhtaç olduğu ihtiyaçlarına
bağlanırsa, işçi rahat bir hayattan mahrum olur. Bu ise
caiz değildir. İster çok üretsin ister az üretsin,
ister üretmeye kudretli olsun, isterse kudretsiz olsun, aldığı
ücret ihtiyaçlarına yeterli olsun veya olmasın İslâm
Devleti'nin tebaasından her insan için yaşama hakkı
temin edilmelidir. Bu nedenle işçinin ücretini, ürettiği
malın fiyatına göre ya da muhtaç olduğu ihtiyaç
maddelerinin fiyatlarına göre tespit etmek yanlış olur.
Yine icareyi alış-verişe, alış-verişi de icareye
dayandırmak yanlıştır. Zira birinin diğerine dayandırılması
caiz değildir. Onun için fiyatı ücrete, ücreti de
fiyata binaen yapmak caiz değildir. Zira ücretin takdiri
bir şey, fiyat takdiri başka bir şeydir. Her ikisi ayrı
ayrı şeylerdir. Her birinin kendisine has ve muayyen
faktörleri ve takdirlerinde etkili özel itibarları
mevcuttur.
Buna
göre ücret, harcanan emekten elde edilen menfaat miktarına
göre takdir edilir. Her ne kadar menfaat işçinin harcadığı
emeğin bir ürünü ise de takdir, harcanan emeğe göre değil
doğrudan doğruya menfaata göre yapılır. Bu menfaat
faydalanma ölçüsüne göre uzmanlar, tarafından takdir
takdir edilir. Menfaat takdiri de ebedi değildir. Üzerinde
ittifak olunan zamana veya yapılan işe bağlıdır.
Üzerinde ittifak hasıl olan müddet veya iş bitince
ücret için yeni takdir başlar. Bu ya akidleşen iki taraf
tarafından olur ya da "ecr-i misli" (benzer
ücreti) açıklamakta uzman olanlar tarafından yapılır.
İş akdinde belirtilen müddet gün olabilir, ay olabilir
bazen de sene olabilir.
Fiyat
ise, nakid para miktarı ile bunun karşılığı olan mal
arasındaki mübadele oranıdır. Fiyat, muayyen bir zamanda
muayyen bir birim mala karşılık olarak verilen nakit paradır.
Fiyatın tespiti ise, insanların mala olan ihtiyaçlarına
göre malın piyasası tarafından belirlenir. Evet fiyat,
bazen müşterinin mala duyduğu ihtiyaç miktarı ile
belirlenir. Zira müşteri fiyatı ne olursa olsun onu
alır. Bazen de fiyat, satıcının malı satma ihtiyacı
ile belirlenir. Zira satıcı fiyatı ne olursa olsun onu
satar. Fakat bu caiz değildir. Bu, toplum üzerinde
tehlikeli bir husustur, böyle bir tehlikeye müsaade
edilmez. Böyle bir uygulamaya "aldatma" denir.
Onun için böyle durumda ancak piyasadaki müşterilere ve
satıcılara birbirleriyle akit yapan iki alıcı ve
satıcıya değil ancak piyasadaki müşterilere ve
satıcılara itibar edilir. Başka bir ifadeyle fiyat,
piyasada mal için takdir edilen miktardır. Böylece alıcı
piyasa fiyatını kabul etmek mecburiyetinde olduğu gibi,
satıcı da piyasa fiyatına göre mal satmak mecburiyetinde
olur. Bu fiyatı belirleyen, satıcı ile alıcıyı ona göre
hareket etmeye zorlayan şey, üretim maliyetleri dikkate alınmadan
satıldığı toplumdaki malın menfaatına duyulan ihtiyaçtır.
Buna binaen
fiyat takdiri, ücret takdirinden farklıdır. Aralarında
direkt bir bağ yoktur. Bunun için ücret takdiri fiyat
takdirine göre yapılamaz. Fiyatın ancak mala duyulan
ihtiyaç belirler. Malın az veya çok bulunması, fiyatın
takdirine tesir eden bir faktördür. Fiyatın, üretim
maliyetleriyle mukayese edilmesi de mümkün değildir. Zira
bazen fiyat, üretim maliyetleriyle denk olmayabilir. Kısa
bir müddet içinde, şartlara göre fiyat bazen az bazen de
çok olabilir. Uzun dönemde ise üretilen malın piyasa
fiyatı ile üretim maliyetleri arasında doğal denge
kurulur. Fakat bu durum, ücreti malın fiyatına bağlı
kılmaz. Çünkü müşteriler, uzun veya kısa dönem
içerisinde mal alırken malın maliyetlerine bakmazlar. Her
iki halde de fiyatı, malın piyasada az veya çokluğu göz
önünde bulundurarak mala duyulan talep tarafından tespit
edilir.
Kapitalistler
ve komünistler, ücretle çalışan için ücretin takdiri
hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Kapitalistler, işçiye
doğal ücret verirler. Onlara göre doğal ücret, işçinin
hayatını devam ettirebileceği asgari miktarda mala sahip
olmasıdır. Asgari seviyedeki hayat pahalılığı arttıkça
bu ücreti artırırlar, fiyatlar düştüğünde de azaltırlar.
Buna binaen işçinin ücreti emeğiyle fert ve topluma sağladığı
menfaat göz önüne alınmadan hayat pahalılığına göre
tespit edilmektedir.
Avrupa
ve Amerika gibi kapitalist ülkelerde, kapitalist sistemde
yapılan bir takım tadilatlar nedeniyle işçilere
mülkiyet hürriyetinin işçiye verdiğinden daha fazla
ücret ödenmektedir. Bu tadilata rağmen çoğu kere işçinin
aldığı ücret miktarı sıkıntı çekmeksizin yaşayabileceği
seviyenin altındadır. İşçinin aldığı ücret,
sanayide ürettiğinin karşılığı değildir. Fakat
Avrupa ve Amerika'da topumun refah seviyesinin yükselmesine
bağlı olarak aldığı asgarî ücret işçiye iyi bir
görünüm verir. Fakat işçi, ürettiği miktara göre
ücret almaz. İşçinin aldığı ücret yine asgarî
ücret seviyesi sınırını geçmemektedir. Gerçek olan
şudur ki; oralarda yaşayan işçi ürettiğinin
karşılığını alamamaktadır. Amerika ve Avrupa'da işçiler
için tespit edilen ücret her ne kadar bizim içinde yaşadığımız
ülkelerdeki işçilere nisbeten fakir kılmıyor, temel
ihtiyaçlarını ve bazı lüks ihtiyaçlarını karşılayabilir
duruma getiriyorsa da bu ücret, işçinin içinde yaşadığı
toplumun refah seviyesiyle kıyas edildiği zaman işçinin
aldığı ücret düşüktür. Her halûkârda Avrupa,
Amerika ve bütün kapitalist ülkelerde işçilerin hayat
seviyesinin yüksekliğine rağmen, işçilerin aldıkları
ücret, hayat standartları ile kıyaslandığı zaman en
alt limiti teşkil etmektedir.
Her
halûkârda ücret tespiti işçinin en alt seviyede yaşamasını
sağlayacak şekilde ayarlandığına göre işçiler,
içinde yaşadıkları toplumun her zaman en düşük
seviyesinde yaşayan insanları olacaktır. Bunlar mülkiyetleri
sınırlı toplum arasında ihtiyaçlarını asgarî
düzeyde karşılamaya çalışan bir zümre olarak devam
edeceklerdir. Onların yaşamları ya İslâm memleketleri
gibi, fikren geri kalmış toplumlarda olduğu gibi sadece
temel ihtiyaçlarını karşılamak için olacak, ya da
Avrupa ve Amerika gibi fikren ilerlemiş ülkelerde olduğu
gibi hem temel hem de lüks ihtiyaçlarını karşılamak için
olacaktır. Her iki yerde de işçinin mülkiyeti içinde
bulunduğu topluma nisbetle, yaşam için en asgarî seviye
ile sınırlı olacaktır. Toplumda yaşam seviyesi ne
ölçüde olursa olsun, toplumun refah payı en üst
seviyede veya düşük düzeyde olsun, işçinin ücretinin
tespitinde asgarî geçim düzeyi esas olarak alındıkça
bu sınırlı mülkiyet devam edecektir.
Komünistlere
gelince; onlar, mal üretimi ve sanayiinin gelişmesinde işçinin
yaptığı işe çok fazla değer vermektedirler. İş ve
iş gücünün mal ve eşya üretiminde esaslı bir rol
oynadığına inanırlar. Buna göre komünizm, işçinin
emeğini üretimde esas olarak kabul eder. Böylece işçinin
alacağı ücreti ürettiği ile eşdeğerde görür.
Komünizme göre üretim harcamalarının tümü tek bir
unsura, emeğe dayanmaktadır.
Bu düşünce
hatalı bir görüş olduğu gibi hayat gerçeğine de uygun
değildir. Gerçekte ise kainatta Allah (cc)'ın yaratmış
olduğu mal, malın değerinin esasıdır. Yaratılan bu
maldan daha fazla yararlanmak veya çalışarak ondan
menfaat oluşturmak hususunda yapılan harcamalar maldan
yararlanma şeklini meydana getirirler. Bu da muayyen bir
menfaata götürür. Bu nedenle emeği esas almak,
hatalıdır ve vakıaya terstir. Üretilen malı işçiye
ücret olarak vermek ise hem ham maddeyi hem de üretim
için yapılan harcamaları boşa harcamak demektir. Bazen
de bir işçinin yaptığı üretimi bir başka işçi
ücret olarak alabilir. Çalışmakta olan bir işçi,
üretim yapmadığı takdirde veya ürettiği şey emeğine
direkt olarak yansıtılmıyorsa eşya ona ücret olarak
verilmez. Üstelik kasdedilen işçinin cinsidir desek;
Allah'ın yaratmış olduğu ham madde kalır. Bunu hesaba
katmamak veya boşa harcamak doğru değildir.
Ayrıca
ücretin takdirinde işçinin bir "cins" sayılması
da hatalıdır. Çünkü işçiler belirli fertlerdir.
Ücret ise, ancak o fertler içindir. İşçinin cinsine
itibar etmek ücretin belirlenmesine değil ancak ücretin
ve mülkiyetin ortadan kaldırılmasına götürür. Böyle
bir uygulama ise insan fıtratına ters düşer. Bu düşünce
tamamen yanlıştır ve hissedilen bir vakıası da yoktur.
Pratikte geçerli olan ve yaşanan gerçek yani hissedilen
vakıa insanın ihtiyaçlarını gidermek için kendiliğinden
harekete geçtiğini göstermektedir. İnsan, içgüdüsel
olarak ihtiyaçlarını giderecek şeyi elde etmek için
kainattan veya bir başka insandan ya da ihtiyaçlarını
gidermeye elverişli olması için kainatta olana emeğini
katarak mala sahip olmak için çaba harcar.
Bu
nedenle komünistlerin üretilen malı ücret olarak takdir
etmeleri yanlıştır. Yine ham maddeyi eksilterek ürettiği
eşyaya göre ücret takdirini yapmak da hatalıdır.
Çünkü kullanılan araç ve gereçler ve üretim için yapılan
harcamalar, eşya ve malın oluşumunda katkıda
bulunmuştur. Halbuki araç-gereçler ve yapılan harcamalar
işçinin emeğinden bir parça değildir. Bunlar, emeğin
cins olarak kabul edilmesi ile işçinin emeğinden bir parça
sayılması ücretin ortadan kaldırılmasına neden olur.
Bu uygulama daha önce belirtildiği gibi yanlıştır. İşçinin
ücreti değer ve fiyat bakımından üretilen mala bağlı
olamaz. İşçinin ücreti ancak işçinin toplum ve fert
için harcadığı emeğin sağladığı menfaata göre
takdir edilir. Bu fayda ister direkt hammadde de bulunsun
-mantar ve elma gibi- ister buharlı lokomotif gibi işçinin
işinde bulunsun fark etmez. Zira emeğin takdiri, ürettiği
malda değil malın sağlayacağı menfaattadır. Bu sebeple
kıyası ne olursa olsun işçinin ücretini sınırlandırmak
hissedilen vakıaya ters ve yanlış bir uygulamadır.
Ücretin muayyen bir seviye ile sınırlandırılması
yerine sadece ücretin malum olması yeterlidir.
Buna
göre kapitalizm, komünizm ve sosyalizmin ücret teorisi
vakıaya ters düştüğü gibi aynı zamanda da hatalı bir
iddiadır. Bu teorinin uygulanması, ihtiyaçların
karşılanması için insanlar arasında olması gereken
ilişkilerin bozulmasına yol açar.
İşçi
ücretinin takdirindeki bu ihtilaflar, malın değerinin
takdirindeki ihtilaflara dayanır. Nitekim bazı
kapitalistler "değeri" şöyle tarif ederler:
"Değer" malın zaman, emek ve yarı mamül
maddeler bakımından gerektirdiği harcamalardır. Buharlı
lokomotifin değeri bir bisikletin değerinden fazladır.
Değer malın azlığına veya çokluğuna bağlıdır.
Başka bir gurup ise bir şeyin değeri onun menfaatına
yani ihtiyaçları karşılama hususundaki kuvvetine bağlıdır
der. Bir başka gurup da şöyle dedi: Herhangi bir malın
değeri; onun üretilmesi için harcanan emeğin kıymetine
ve ona ilâveten üretim işinde kullanırlar araç ve
gereçlerin üretiminde harcanan emek miktarına
bağlıdır. Fakat "Marjinal teori" adı verilen
modern teori, değere hem üretici ve hem de tüketici açısından
yani arz ve talep açısından bakmaktadır. Buna göre değer,
arza ve talebe bağlıdır. Marjinal fayda talebe hakim olmaktadır.
Yani ihtiyacı karşılamada, bir şeye harcanan en son
birim güç. Bu noktadan sonra o şeyin ihtiyacı
karşılaması azalır veya zararlı hale gelir. Marjinal
üretim için katlanılan zorluklar da malın arzına tahakküm
eder. Marjinal üretimle, daha fazla üretim için ilave bir
birim emek harcandığında zararın söz konusu olacağı
üretim seviyesi kastedilmektedir. Buna göre değer,
marjinal fayda ile marjinal üretim tarafından sağlanan
denge noktasında değişir.
Komünistlere
göre değere gelince: Karl Marx, "değer"in tek
ölçüsü malın üretiminde harcanan "emek" olduğunu
söylemektedir. Ona göre bir kapitalist yatırımcı, işçinin
emeğini çalışabileceği ve sağ kalabileceği miktarı
geçmeyen bir ücretle satın almaktadır. Daha sonra ise
satın aldığı işçinin bu gücünü işçiye verdiği
ücretten daha fazla mal üretmede kullanarak, daha çok
şey kazanıyor. Karl Marx, işçinin ürettiği şey ile
karşılığında kendisine fiilen verilen ücret arasındaki
farkı belirtmek için "artık değer" tabirini
kullanmıştır. Karl Marx'a göre bu fark, işverenlerin
çeşitli isimler altında işçilerin hakkından
gasbettikleri şeyi temsil etmektedir. İşveren kapitalistler,
işçilerin hakkından gasbettikleri bu kıymete
"rant" ve "kâr" gibi isimler vererek meşrulaştırmaya
çalışıyorlar. Karl Marx, kapitalistin bu faydasını
doğal ve yasal olarak kabul etmemiştir.
Şu
var ki; gerçekte bu değerlendirme vakıası bulunan
fikirdir. Herhangi bir malın değeri az bulunurluğu da göz
önüne alınarak onda var olan fayda tarafından
belirlenir. Emek, bazen malda mevcut olan bu menfaatı temin
için vesile olurken bazen de malı üretmek için bir
vesile olabilir. Fakat bu durum, faydanın mübadelesinde ve
ondan yararlanma esnasında kesinlikle göz önüne alınmaz.
Bunun için herhangi bir mala doğru bakış, az
bulunurluğu ile birlikte onun sağlayacağı menfaatın
dikkate alınması ile gerçekleşir. İster insan başlangıçta
buna sahip olsun -av gibi. ister mübadele yolu ile malik
olsun -satış gibi-. Bu hususta Moskova'daki toplum ile
Paris ve Medine-i Münevvere'de yaşayan toplumlar arasında
herhangi bir fark yoktur. Zira insan her yerde malı elde
etmek için uğraşırken az bulunmasını göz önüne alınarak
malda bulunan menfaatı takdir eder. İşte insana göre malın
değeri budur. Bu değer ise malın gerçek değeridir.
Fakat malın fiili değeri, o malın başka bir eşya veya
para ile olan bedeli ile takdir edilir. Malın bu değeri,
zaman, mekan ve şartların değişimiyle değişmez, sabit
kalır. Malın fiyatına gelince; o, belli bir zaman, belli
bir yer ve belli şartlar içerisinde belli bir mal karşılığında
verilen paradır. Fiyat zaman, mekan ve şartların
değişikliği ile değişir. Başka bir ifade ile fiyat;
bir birim mal karşılığında, birim para arasındaki mübadele
oranı demektir.
Bir
adam evlendiği karısına niteliği belirtilmiş muayyen
bir dolabı mehir olarak vermeyi taahhüt etse ve değerinin
de elli dinar olduğunu söyleyip dolabı bilfiil ona teslim
etse, dolap karısına aynî olarak teslim etmesi ile değerini
de belirlemiş olur. Kocası o dolabı ondan daha sonra
alsa, karısı da onun üzerinde bir dolap alacağını
iddia etse, koca dolabın fiyatını değil aynısını
teslim etmesi lazımdır. Koca tarafından geri alınan
dolabın yok olduğu subut bulursa veya yok olduğu iddia
edilirse, koca karısına elli diner vermek mecburiyetindedir.
Çünkü bu miktar, dolabın kıymeti olarak belirlenmişti.
Dava esnasında dolabın benzerinin kıymeti ister elli
dinardan fazla ister az olsun, fark etmez. Çünkü bilfiil
takdir edilen kıymet bu olduğu için benzeri bir dolabın
fiyatına itibar edilmez. Şayet akit sırasında dolap
fiyatının elli dinar olduğu belirtilirse, daha sonra da
koca dolabı teslim etmek mecburiyetinde olduğu gibi onun
fiyatı olan elli dinarı da verebilir. Elli dinar verip karısına
bir dolap da satın alabilir. Velev ki o dolap, dava
esnasında elli dinardan fazla veya az bir fiyata eşit
olsun. Kocanın üzerinde olan şey her zaman fiyatı elli
dinar olan bir dolap vermektir.
Bunun
nedeni değerin değişmeyip fiyat değişmesidir. Böylece
eşyanın fiili değeri takdir sırasındaki bedelidir.
Eşyanın fiyatı ise piyasada onun mukabilinde bedel olarak
verilen şeydir. İşte değer ile fiyat arasındaki bu
ayırım, alış-veriş ve diğer mübadele nevilerinde de
söz konusu edilir.
Ücretle
çalışan işçinin ücreti ise akit esnasında emeğin
sağlayacağı menfaatın takdir edildiği miktardır. Bu
ücret, icare müddeti sona erdiğinde yeniden belirlenir.
Dolayısıyla ücretle çalışanın ücreti ile malın
değeri arasında bir ilişkinin bulunmadığını göstermektedir.
Ücretlinin ücreti ile üretim maliyetleri arasında da bir
ilişki yoktur. Yine işçinin ücretiyle yaşam seviyesi
arasında da ilişki yoktur. İşçinin ücreti kendi başına
ve ayrı bir konudur. Zira o, işçiyi çalıştıranın
kendisinden elde ettiği menfaata karşılık işçinin hak
ettiği miktardır. Bu menfaatın tespiti ve takdiri ise, işveren
tarafından değil bu menfaata duyulan ihtiyaca göre tespit
edilir. Ücretlinin ücretini takdir birliği, niteliği
belli olan menfaattır. Bu ücret, işlerin farklılığı
ile değiştiği gibi belli bir işteki becerinin durumuna göre
de değişir. Me-selâ; mühendisin aldığı ücret ile
marangozun alacağı ücret farklı olabilir. Yine becerikli
bir marangozun ücreti ile normal bir marangozun alacağı
ücret değişik olabilir. İnsanların belli bir işteki
ücreti, emeğin sağlayacağı menfaat, ortaya konulan
beceriye göre artar ve eksilir. Bu husus, ücretlilerin
derece almaları değildir. Ancak eşyadan veya maldan sağlanacak
faydayı güzelleştirmeleri ile hak ettikleri ücrettir.
|