A.
Rasimoğulları
1.
İnsanlara İslam’i davetin yapılmaması
İnsan
fıtratının en belirgin özelliği, boşluk kabul etmemesi veya
boşluğa tahammül etmemesidir. İnsan kendisine bir muhatap arar
ve bununla o boşluğu doldurmak ister. İnsanların fıtratında
bulunan bu boşluklar, “doğru-yanlış, iyi-kötü,
güzel-çirkin“ mutlaka bir şeylerle doldurulmasına rağmen,
insanla bütünleşecek bu değerler ancak ve ancak İslam’ın
değerleridir. İşte bu değerlerle insan âhenkli bir bütünlüğe
girmekte ve yükselmektedir. Bu mânada davetin insanlara ulaştırılması
kaçınılmazdır. Aksi takdirde insan, şirkî daveti metod
olarak almakta ve böylelikle fıtri boşluklar batıl davetlerle
doldurulmaktadır.
2.
Dünyevi endişeler ve nefsi marazlar
Bu
davetle karşılaşan her insan için bu davete icabet eder
diyemeyiz. Çünkü yine biliyoruz ki, davetle karşılaşmalarına
rağmen bu daveti kabul etmeyen bir çok insan bulunmaktadır. Bu
insanların daveti reddedip, şirke yönelmelerinin en önemli
nedeni dünyevi endişeler ve nefsi marazlardır.
Ekabir
takım için faturası kabarık kabul edilen bu gibi dünyevi endişelerin,
halk kitlelerinde bir lokma ekmek veya iki kuruş maaş gibi çok
küçük birimlere indiğini görürüz. Bir lokma ekmek veya iki
kuruş menfaatin yanı sıra, devletten ve devlet adamlarından
korkmak, birçok zavallı insanın şirke yönelmesi için yeterli
birer sebep olabilmektedir.
3.
Yarını uzak görme
Yarını
uzak görme düşüncesi, insanlarda genel bir hastalık durumuna
gelmiştir. Halbuki gerçek böyle midir? Yarınlar, gerçekten
uzak mıdır?. Oysa uzak olan, yarın değil dündür. Yirmi yıl
sonramız değil, yirmi saniye öncemiz uzaktır,
uzaklaşmıştır bizden. Yirmi yıl yol gitsek bile, yirmi saniye
öncemize gitmemiz mümkün değildir. Fakat yarınlar, durmak
bilmeyen adımlarla üzerimize doğru gelmektedir. Mesela; ihtiyacı
olan birisine “Bugün sana on bin mark vereyim, bir hafta sonra
üç tırnağını sökeyim deseniz, ihtiyacı olmasına rağmen
teklifinize yanaşmaz. Çünkü zamanın durmadığını ve o günün
geleceğini iyi bilir. Peki, bu bir haftalık süre geçecek ise,
bir ömür geçmeyecek mi?. Yaşasak ta ölsekte, tıkır tıkır
işleyen zaman, hesap gününe doğru yol almıyor mu?. Bazılarının
kuşkuyla baktıkları, uzak gördükleri yarınlar, Allah’a
andolsun ki gelecektir...
4.
Batıl umutlar
İnsanları
doğru veya yanlış birçok şeye sevk eden önemli bir etkendir
umut. İnsanlar geçmiş tarihimizde cenneti umut ederek çok
şeyler yapmışlardır. Cennet umudu ortak bir arzu olmasına
rağmen, bu umut için yapılmak istenenler oldukça farklıdır.
Müminler
bunu Allah’ın rızasına götürecek Kur’an ve Sünnette
ararlarken, bazıları firavunların izinde, bel’amların
dininde, sapıkların tekkesinde aramaktadırlar!.. İşte günümüzde
insanlar! Cennet umuduyla cehenneme yönelmiş, yaygın ve
bulaşıcı bir hastalığa düşmüşlerdir.
5.
Duyu organlarının ilahlaştırılması
Âlemlerin
Rabbi olan Allah (c.c) insanlara yaratılışında bazı duyu
organları vermesine rağmen, bu duyu organları her şeyi anlayabilecek
keyfiyette değildir. Bir takım insanlar için varlık âlemi,
duyu organlarıyla müşahede edebildikleri şeylerdir. “Ancak
benim gördüğüm veya benim işittiğim vardır“ demek, aynı
zamanda “Ben her şeyi görürüm, işitirim“ demektir.
Halbuki bizler biliyoruz ki, bu mutlak sıfat, Rabbimize ait bir
sıfattır. Yine birtakım insanlar göremedikleri ilahı, görülebilir
hâle getirmekten yanadırlar. İbadet için yöneldikleri merciyi
somut hale getirmek isterler. Ancak duyularla direkt
hissedilebilen ilahları kabul ederler. Bu ister taştan, ister
tahtadan olsun fark etmez. Esas olan taptıkları şeyin meçhullükten
çıkıp, müşahhas hale gelmesidir. Sonuç olarak “görmediğime
ibadet etmem“ diyen ateist ile “ancak gördüğüme ibadet
ederim“ diyen müşrik arasında bir fark yoktur. Her ikisi de görülebilen
bir ilah istemektedirler. İkisinin de çıkış ve batış
noktası duyu organlarıdır.
6.
Çoğunluğun etkisi
Bir
çok insan kimlik ve kişiliğini, içinde bulunduğu toplumdan
almaktadır. Böylesi durumlarda söz konusu topluluk, doğru
yolda ise herhangi bir problem yoktur. Ancak bu toplum cahili veya
batıl nitelikli ise, insan ve toplum arasındaki olumlu olan
etkileşim, gayet olumsuz bir yöne kaymaktadır. Böylesi bir
toplumun insan üzerindeki baskısı, bu insanı doğrudan, iyiden
uzaklaştırıcı bir faktör olmaktadır. İşte böylesi
toplumlarda, toplumun yanlışlığına rağmen doğruyu görmek,
kötülüğüne rağmen iyiyi tercih etmek her kişinin işi
değil er kişinin işidir. Çünkü, böyle bir tercih de,
binlerce ağızdan çıkan “bu doğrudur“ sözüne, tek bir ağız
ile “hayır, bu yanlıştır“ demek vardır. Dolayısıyla
kendi kişiliğini içinde bulunduğu toplumda bulan kimseler için,
böyle bir tercih mümkün değildir. Nitekim cahili toplumlarda
yaşayan böylesi kimselerden, şu ifadeleri sık sık duymamız mümkündür...
“Bunca
insan yanlışta da sen mi doğrusun?.. sen mi biliyorsun?..”
“Bunca
insan aldatıldığının farkında değil de sen mi
farkındasın?..”
Demek
ki, böyle kimselere göre “iyi veya doğru” çoğunluğun
kabul ettiğidir. Oysa tarihe baktığımız zaman bu mantığın
birçok hadisede battığını görürüz. Durum böyle olunca
toplumu veya çoğunluğu esas alarak hangi şeye mutlak doğrudur
diyebiliriz?! Aynı zaman da bu görüş İslamın temel prensipleriyle
çatışmaktadır. Bu izahlardan sonra geçmiş tarihlerde ve çağımızda
vuku bulan şirk hadiselerine değinmek istiyoruz.
Allah’ı
inkâr eden ateistler ile Allah’ın varlığına inanmalarına
rağmen Allah’a eş koşan müşrikler arasında herhangi bir
fark yoktur. Her iki şekilde de bunların cehennem ehli olduğunu
Kuran’ı Kerim bize bildirmektedir. Şöyle ki:
“Allah,
kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları
dilediği
kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün
sapıtmıştır.” (Nisa
116)
“(Resûlüm!)
Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur
ki: Andolsun (bilfarz) Allah'a ortak koşarsan, işlerin mutlaka
boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!”
(Zümer 65)
“İşte
bu, Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini ona iletir.
Eğer onlar da Allah'a ortak koşsalardı yapmakta oldukları
amelleri elbette boşa giderdi.” (En’am
88)
Meseleyi
Kur’an’ı Kerimde ki geçmiş tarihle ilgili verilere ve
günümüzdeki görüntülere göre değerlendirecek olursak, ne
yazık ki geçmiş ve günümüz ayrımına gitmemiz mümkün değildir.
Çünkü şirk vakıası ve mantığı, hem geçmişte hem de günümüzde
aynıdır. Geçmişte ve günümüzdeki müşriklerin nelere
taptıklarına kısaca bir göz atarsak, arada bir farkın
olmadığına bizzat şahit olmuş oluruz.
Tabiata
tapanlar
Geçmiş
dünya tarihinde insanların, güneşe, aya ve yıldızlara
taptığını görürüz. Güneşte, ay da veya yıldızlarda büyük
güçler olduğunu kabul etmişler ve karşılaştıkları olayların
bu güçlerin etkisiyle meydana geldiğine inanmışlardır. Tabi
ki, bu batıl inanış beraberinde bunlara karşı kulluğu ve
putperestliği getirmiştir. Mahdut akılları ile yaratıcının
iradesini, yaratılmış olan tabiata nispet edenler, tabiatı
Allah’a eş koşan tabiatperestlerdir. Bilimsellik adına ileri
sürülen bu gibi safsataların yanı sıra; yıldızların
insanların kaderi üzerinde müessir olduğuna, yıldız nameye
ve yıldız falına inanan kimselerde, aynı sapık fırkanın sapık
müntesipleridir.
Cinlere
tapanlar
Kur’an’ı
Kerimin cinlerle ilgili beyanına göre cinler, ateşten
yaratılmış olup; aralarında hem iyilerin hem de kötülerin
bulunduğu mahlûklardır. Cinler hakkında bunları bilmemize rağmen,
biz insanlara göre varlıkları mâlum, mahiyetleri ise meçhul
mahlûklardır. Bakın Kur’an’ı Kerim bunu nasıl anlatıyor:
“Cinleri
Allah'a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı.
Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O,
onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak
ve yücedir..” (En’am 100)
Cinlerin
Allah’a eş koşulması demek, Allah’ın yüce sıfatlarının
cinlere nispet edilmesi, Allah’tan istenmesi gereken şeylerin
cinlerden istenmesi demektir. Tabii ki bu durum geçmişe özgü
bir şey değil, günümüzde de durum aynıdır. Bakın bugün
camilerde üç beş insan varken, cinci hocaların kapıları,
sıra kapmak isteyen insanlarla doludur. İnsanların Allah’ın
huzuruna değil de, cinci hocaların huzuruna götüren etken şüphesiz
şirk etkenidir. Kendilerine entel veya elit tabaka denilen kimseler
ise aynı yönelişin modern boyutu olan medyumları tercih etmektedirler.
Cinlerin gaybı bilmediklerini Kur’an’ı Kerim bildirmektedir.
“Süleyman'ın
ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini
yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca
anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü
azap içinde kalmazlardı.”
(Sebe 14)
İnsanlara
tapanlar
İnsanların,
kendileri gibi birer mahlûk olan insanlara tapmaları tuhaf
olduğu gibi aynı zamanda en yaygın bir şirk türüdür.
Tarihin her sürecinde kendisini ilahlaştırmaya çalışan
firavunlar ve bu firavunlara kulluk yapan köleler olagelmiştir.
Bir kısım insanlar bu firavunlara sevgilerinden dolayı kulluk
yaparlarken bir kısmı da korktuklarından dolayı kulluk
yapmaktadırlar. Makamın veya paranın yaptırım gücü, makama
veya paraya değer verenler üzerinde müessirdir. Oysa bir şeye
değer vermek demek, onu meşru görmek demektir. Dolayısıyla
makama veya paraya değer vererek, bunları ortadan kaldırmak mümkün
değildir.
Ölmüşlere
tapanlar
Yaşadığımız
dünyada ölülere karşı iki ayrı yaklaşım vardır. Bunlardan
birisi; yalan ve iftiralarla mevtayı kötülemek, diğeri ise;
mevtada olmayan vasıflarla onu yüceltmektir. Ölülere tapma
hadisesi, ölmüş olan salih veya azgın kimselerin, onlarda
olmayan vasıflarla yüceltilmesi üzerine gerçekleşmektedir. Bu
tip insanlar ölünün görüş ve ilkelerine itaat ederek, sevgi
ve rızasını göstererek şirke girmektedirler. Evet... Geçmişteki
ve günümüzdeki müşriklerin yöneldikleri bu insanlar
ölüdürler. İstanbul’- daki Eyyüb Sultana uzanan eller, İzmir’deki
susuz dede- ye dökülen sular, laik perestlerin akıttığı göz
yaşları bunun göstergesi değil midir?! Yaşanılan bu zillet
öyle boyutlara ulaşmıştır ki, dünya işleri falanca ölüye
bırakılırken, âhiret işleri falanca ölülere bırakılmaktadır.
Daha açık bir ifadeyle dirilerin idaresi, ölülere tevdi edilmiştir.
Tabii bunlara “diri“ denilebilirse.!....
Putlara
(Sembollere) tapanlar
Geçmiş
tarihimizde insanların taştan, ağaçtan yontukları putlara
taptıkları, bir çok insanlar tarafından bilinmektedir. Günümüz
insanları bunun geçmişe ait bir şey olduğunu, günümüzde
böyle bir şeyin olmadığını söyleyeceklerdir. Fakat durum
hiçte öyle değildir. Hatta putperestlik, günümüzde altın
çağını yaşamaktadır. Kalpler, sokaklar, ve meydanlar bu
putlarla öylesine doldurulmuştur ki, insanlar putperestlerin hışmına
uğramamak için hangi yöne tüküreceklerini şaşırmaktadırlar!..
O kadar ki, her hangi bir adresin tarifi bile bu putlara göre yapılmaktadır.
Sebeplere
tapanlar
İnsanların
sıkıntıya düşmeleri, bir takım şeylere şiddetle muhtaç
olmaları, insanların sık sık karşılaştıkları bir
durumdur. İşte böylesi durumlarda sıkıntıyı giderecek
sebeplere kulluk adabıyla yönelmek, yüceltmek, bütün bu
sebepleri yaratan Allah’a bu sebeplerle eş koşmaktır.
Sıkıntıya düşen insanların duası Allah’a, sıkıntı
kalktıktan sonra hamd ve şükürleri ise sıkıntılarının
kalkmasına vesile olan sebebedir. Halbuki o sebep ile
sıkıntıyı kaldıran Allah (c.c)’dır. Sebebi yaratan da, o
sebeple yardım edende Allah’tır. Bu insanlar Allah’ın
yardımına vesile olan herhangi bir sebebi ilâhlaştırmaya çalışarak,
kurtuluşlarına vesile olan sebebi, helaklarına vesile olacak
bir sebep durumuna getirmektedirler. Netice olarak, sebepleri sınır
tanımadan yüceltmek, sebeplere tapınmanın en açık yolu
olmaktadır.
Bugünkü
ümmet ne aslına dönebiliyor ne de özendikleri gibi olabiliyor.
Bütün bu felaketlerin kökeninde, hayata bakış açılarını,
şirk düzeni içerisinde şirk cetveliyle çizmeleridir. Bunun
için bir türlü kendilerine gelemiyorlar. Eğer bu ümmet tekrar
aslına dönmek istiyorsa, her türlü şirkten uzak olarak ilâhi
değerlerle hayatlarını yönlendirmeleri gerekmektedir. Topluma
hakim olan bu köhneleşmiş fikirlerden, toplumu yine İslam’ın
berrak fikirleri ile süsleyerek, şirkten uzak bir hayat
yaşayabiliriz. Çünkü insanlar ne zaman Allah’ın hükümlerinden
uzaklaşmış iseler, işte o zaman şirke ve bataklığa düşmüşlerdir.
Görüldüğü
gibi bu pis havadan kurtulabilmemiz için İSLAM DEVLET’i kaçınılmazdır.
Çünkü Allah’ın hükümlerini uygulamak için böyle bir
müesseseye ihtiyacımız vardır. Siz devlet olmaksızın hiç
bir zaman Allah’ın hükümlerini uygulayamazsınız, bunu
yapamadığınız taktirde de Allah’ın rızasına mazhar
olamazsınız.
Allah
sizleri ve bizleri bu yolda çalışıp mücadele eden ve bu hal
üzere ölen, korkarak, titreyerek, severek, sevinerek O’nun
huzuruna giden kullarından eylesin. Amin.
|