Abdulkerim Salim
Milli Güvenlik
Konseyi (MGK) adını taşıyan askerlerin yönetimini gösteren
bu kurumum 19.02.2001’deki toplantısında, TC Cumhurbaşkanı
Ahmet Sezer Başbakan ve hükümete çatarak, âdeta son bankalar
krizi ve yolsuzlukların faturasını hükümet ve Başbakana çıkarttı.
Ardından toplantıdan ayrılan Başbakan Ecevit bir basın
toplantısı düzenleyerek Cumhurbaşkanını toplantıdaki
tavrından dolayı eleştirdi. Cumhurbaşkanı bankaların sahte
işlerini kontrol etmek için bir komisyon oluşturmuştu. Hükümet
ve başkanı bu olaya tepki göstererek, bunun Cumhurbaşkanının
yetkilerinde olmadığını belittiler. Karar sahibi kişiler ve
kurumların yetkilerinin nereye kadar olduğu konusu belirgin
olmadığı için demok-ratik sistemlerde böyle olayların
yaşanması gayet doğaldır. Türkiye’de ayrıca askerlerin yönetimi
ve yetkilerinin sınırı sorunu vardır.
Demokratik
sistemin yanlışlığını açıklamaya başlamadan önce
askerlerin tahakkümüne değinmek istiyoruz.
Askerler, (MGK)’da
gelişen olaylara gülüyorlardı. Zaten, askerler siyasilere hiç
güvenmiyorlar, kendilerini siyasilerden daha üstün
görüyorlar. Şu anki Cumhurbaşkanını o makama getirenler
askerlerdir. Cumhurbaşkanı seçimi olmadan önce Genelkurmay başkanı
Başbakanla görüştü, ondan sonra mecliste seçim oldu ve
askerlerin istedikleri kişi seçildi. Cumhurbaşkanı devletin
prestijini korumak için çalışmakta, aynı anda askerlerin sözcüsü
konumundadır. Askerler şâyet hükümetin icraatlarından
dolayı memnuniyetsizliklerini dile getirmek istiyorlarsa bunu
Cumhurbaşkanı kanalıyla hükümete iletirler. Sanki, suç TC
rejiminde değil hükümetin icraatlarındadır. Oysa, sorun bu
rejimin temelinde ve dallarındadır.
Temeli laiklik,
milliyetçilik, genel hürriyetler, demokrasi, Atatürkçülük ve
Cumhuriyetçiliktir. Bunlar ise bozuk, batıl, aynı anda, tağutî
ve cahilliye ürünüdür. Zira, kainat, hayat ve insanın
yaratıcı olan Allah’ın hakimiyetine ve şeriatına
aykırıdır.
Burada, meydana
gelen olayın gölgesinde Cumhuriyet sistemini ele alıp
çürütmek istiyoruz. Demokrasi diktatörlüğe tepki olarak çıktığı
için toplu liderliğe inanırlar. Millet egemenliğinden söz
edilerek, millet kendi kendini yönetir ve kendi kanunlarını çıkartır.
Ancak, bu teoriktir, pratikte olamaz. Bu nedenle, halk kendi
kendini yönetemediği ve kendi kanunlarını çıkartamadığı için
bu işleri yapacak kimselere yani vekillerine tevdi ettiler. Bu
şekilde bütün insanlar değil tek bir kişi demokrasinin yönetim
sistemini geliştirdi. Bu kişi Montesquieu’dur. (1689-1755). Bu
kişi bir millet değil, milletten bir grupta değil, tek bir
kişidir! Demokrasiyi çürüten ilk husus budur. Millet kendisi
için fikir çıkartamaz, fikri çıkartanlar, kanunları çıkartanlar
gibi birer ferttirler. Bu kişi devleti, yürütme, yasama ve yargı
organları şeklinde üç ayrı güç olarak tahsis etti. Bunlar
birbirlerinden bağımsız olmalıdır. Yürütme organı ise
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlardır. Bunlar topluca
devletin işlerini yürütecekler! Yönetimi aralarında
paylaşmaktadırlar. Bunların ve diğerlerinin yetkilerini
Anayasa belirler. Çoğu zaman hatlar, yetkiler birbirine karışır.
Öyle ki; Bakanların yöneticilik vasfı kalkmakta, Başbakan
ülkeyi tek başına yönetmek istemekte, Cumhurbaşkanı ise buna
müdahale etmektedir. Bir çok kişi yönetmeye çalıştığı için
birbirleriyle çekişirler veya Başbakana veya Cumhurbaşkanına
teslim olurlar. M. Kemal döneminde Başbakanın pek rolü yoktu.
Özal döneminde aynı şey tekrarlandı. Bir çok kişi yönetici
olunca kararlar değişik ve gevşek olup, yönetim zayıf olur.
Çoğu zaman hükümet veya yönetim krizi ortaya çıkar. Bu
nedenle Türkiye’de sürekli hükümetler düşmekte ve uzun
vadeli iş yapamamaktadır. Sadece kendisine seçimi kazandıracak
şekilde alelacele işler ve programlar yaparlar.
Şu anda
Ecevit-Yılmaz-Bahçeli’nin başında bulunduğu hükümeti
ekonomik krizden kurtulabilmek için IMF’ye koşuyor. Sömürgeci
IMF Türkiye’ye 10 milyar dolar temin edecektir. Fakat, bu kredi
Türkiye’yi kurtarmaya yetmeyecektir. Hükümet IMF’nin isteğine
göre Türk lirasını dalgalanmaya terk etmiştir. 21-02-2001’de
IMF’nin temsilcisi Carlo Gotterelli görevini tamamlayarak
Türkiye’den ayrılıyor. Fakat aynı gün İMF tarafından geri
Türkiye’ye gönderiliyor. Hükümetin üç kurmayı 12 buçuk
saat süren bir toplantı gerçekleştiriyor. 22-02-2001’de IMF’nin
temsilcisinin emirlerine göre para değeri düşürülüyor ve
dalgalanma piyasaya bırakılıyor. Böylece Türkiye’de siyasi,
ekonomik sorun veya kriz olduğunda paranın değeri otomatikman düşecektir.
Türkiye’nin borçları artıp, bu borçları ödeme konusunda
acizlik veya gecikme oldukça, hükümette, devlette sorun
bulundukça paranın değeri düşecektir. Başbakan halkın gözüne
baka baka yalan söylemektedir. Daha hâlen iddia ediyor ki, paranın
piyasaya göre dalgalanmasıyla Türkiye’deki enflasyon sorunu
çözülecekmiş! Oysa, kör olan da biliyor ki, enflasyon düşmeyerek,
tersine yükselmektedir.
İşte,
demokraside hükümetler yönetimde kalabilmek için böyle
geçici çözümlere ve yalan söylemeye başvururlar. Hatta, sömürgeci
güçlere sığınırlar. Böylelikle memleketin geleceğini
tehdit altına sokarlar.
İslam’ın
devlet ve yönetim şekline bir baktığımızda; egemenlik veya
hakimiyet ancak şeriata aittir. Kanunları, millet, bir grup veya
bir kişi çıkartamaz. Yalnız Kur’an ve Sünnetten halife bir
takım hükümler benimser ve ümmeti bunlara göre yöneltir.
Ümmet halifeyi seçer ve ona itaat eder. Halife devletin bütün
yetkilerini elinde tutar. Ancak, kendisine yardım edecek
muavinleri seçer. Fakat son karar yine kendisine aittir. Bu
şekilde karar tek bir yerden çıkar ve çelişki olmaz. Zira,
liderlik ferdidir, yöneten tek kişidir. Ümmet Meclisi ise
halifeyi hesaba çeker, kontrol eder, nasihat ve fikir verir.
Ümmet de halifeyi hesaba çeker. Bu ne diktatörlük, nede
demokrasidir. Bunların dışında kendine has bir şeydir. Bu İslam’dır,
İslam sistemidir. Halifenin veya ümmetin hakimiyeti yoktur. İki
tarafta şeriata boyun eğmek zorundadır. Onlar, yaratıcısı
olan Allah’u Tealanın şeriatına uyarlar. Halife bu şeriatı
ümmet üzerine infaz ederek, şeriata göre kararlar alır ve
siyaset çizer.
Diktatörlükte
kral, imparator veya başkan; kendi çıkarına, heva ve hevesine
göre kanunlar çıkarttırır ve hiçbir kimse onu hesaba
çekemez, hatta ona soramaz, şâyet sorarlarsa suçlu olur. Eski
Avrupa böyle idi. Ortadoğu hâlen böyledir.
Buna göre,
Türkiye ve İslam dünyasının kurtuluşu için Hilafet
sistemini tekrar getirmek gerekir. Şeriat hakimiyetine dayanarak
kararlar ve yönetim yetkileri tek bir liderin olmalıdır. Böylece
siyasette istikrar olur, verimlilik gerçekleşir, köklü
çözümler bulunur ve uzun vadeli projeler çizilir. |