“Resul size neyi
verirse alın, size neyi yasaklarsa ondan kaçının”
(Haşr 7) bu ayetlerde geçen “neyi verirse” ve
“neyi yasaklarsa” ibarelerindeki b ß umum belirtir. Yani Resulullahın verdiği her şeyi alın ve
nehyettiği her şeyden kaçının. Böylece Resulullahın verdiği ve
nehyettiği her şey vahiydir. Bunu Allah’ın emredici olan aì¢è n¤ãb Ï
, ¢ê뢈¢‚ Ï ibareleri de delalet ediyor. Konuyu Bedir
ganimetlerine hasrettirmek isteyenlerin hakikat namına ifade edecekleri
bir delilleri yoktur. Zira ayetteki umumilik, Arapça grameri açısından
açık ve seçiktir. Bilinen bir fıkhı kaidedir ki; “Muteber
olan, itibara şayan olan; lafzın umumi oluşudur. Sebebin hususiliği
değil.”
Demek ki bu
umumidir. Fakat bu ayete umumilik veren b ß nın cinsini
belirleyen bir husus vardır. O da sebebi nuzulüdür. Bu ayet Bedir
savaşı sonucu elde edilen ganimetlerin taksimi, kimlere ne kadar
verileceği hususunda idi. Yani ahkama dair bir hükmü belirlemektedir.
Demek ki umumi olan b ß nın cinsi, nevi ahkamî olmasıdır.
O halde mâna, Resulullah ahkama dair ne verirse alınacak ve neyden
nehyederse ondan kaçınılacaktır. Bütün bunlar da vahyin
bildirileridir.
Ahkam, Allah (cc)
vaaz ettiği dinin mahiyetini belirleyen hükümlerdir. Dinin koyucusu
da yalnız Allah (cc) olduğuna göre, Resulün bu dine hiçbir ilavesi
olmayacaktır. O zaman Resul, din adına ne verdi ve ne yasak etti ise
o, Allah’tandır. Demek ki Resulün din adına söylediği, dinin
mahiyeti hakkında her dediği vahiydendir. Kur’an dışında “ictihad
edipte isabet edene iki, hata edene bir sevap vardır” derken bile
o (Resul), bu sevapları kendi indinden değil bizzat Allah’ın bir hükmünü
bildiriyordu. O halde, Resulün bu ahkamı yaşamaya çalıştığı
amelleri vahiy değil; vahyi yaşama biçimidir. O amellerin hükmü
Allah’a ait ve vahiydir. Fakat yaşayabilme gayreti, Resulün kendi
indindedir. Resulullah insanlara dini bazen söz, takrir ve bazen de işte
bu davranışıyla açıklar. (Namaz, hac ibadetlerinde olduğu gibi.)
Allah (cc),
insanlara helal kıldığı bilim-teknik ve fenle alakalı konularda, içerik
bildiren vahiy indirmediği, içeriğini belirtmediği o alanda,
insanları tecrübeleriyle “helal” hükmü altında serbest
bıraktığı için Resulullah da diğer insanlar gibi, tecrübesiyle baş
başadır. Resul de tıp, astronomi, zirai ve savaş tekniklerinde yanılabilir,
yanlış karar alabilirdi. Zira Allah (cc) bu alanlara “helal” hükmü
koymuş ve fıtrî kanunların keşfi uğrunda çalışmayı insanlara
hedef göstermiştir. Böylece beşer aklı alabildiğine kainatı
inceleyerek, gelişecek ve “halife” misyonunu yerine getirebilme
imkanına kavuşacaktır. Din alanında (içerik bildiren vahyin
hepsinde) ise Resulün her dediği Allah’ın indinden ve dinin
mahiyetindendir. Resul bir şey dediği zaman, seçme hakkı biter,
eğer bitmiyorsa veya yürekler, Resulün verdiği hükme razı
olmuyorsa, onda iman yoktur.

“Allah ve Resûlü
bir konu hakkında hüküm verince, inanmış bir erkek ve kadının
kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı
gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”
(Ahzab 36)

“Hayır, Rabbine
andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem
kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı
duymaksızın (onu) tam
mânasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa
65)
Buradan çıkan
sonuç içerisinde, Resulullahın Kur’an’dan ayrı olarak
haram-helal koyabileceğini, ama bunda Allah’ın bildirisi olan vahyin
ikinci türüne dayandığı hakikati de mevcuttur.
Burada şunu
belirtmeliyiz ki, sünnet münkirleri, Resulullahın evli zanilerin hükmünün
recm olduğu hükmünü inkar ederlerken Nur suresinin ikinci ayetini
delil getirerek hem evli, hem de bekarlara ait ortak hükmün olduğunu
söylemektedirler. Mezkur ayet şöyledir:

“Zina eden kadın ve
zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun...”
(Nur 2)
Hemen söyleyelim ki bu
ayet, evli ve bekarların ortak hükmü değildir. Bu hüküm sadece
bekarlara ait bir hükümdür. Buna da bir sonraki ayet işaret
etmektedir. Bu ayeti dikkatlice okuyalım:

“Zina eden
erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile
evlenmez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek
evlenir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.”
(Nur 3)
Bir önceki
ayette zina edenlere vurulacak sopadan söz ediliyordu. İkinci
ayettekiler (demek bekarmış ki), bu ayette de onların evlenme
durumlarından bahsediliyor. Bu sözümüze karşılık “iyi ama,
erkek dört kadınla evlene bilir. Belki bu ayette ikinci, üçüncü,
dördüncü evlilikten bahsediliyor olabilir.” denilebilir. Biz de
deriz ki; “belki ayetin erkekle alakalı olan kısmında sözünüz
geçerli olabilir. Fakat ya kadınla ilgili olan bölüm! Bu bölümde
kadının evlenebileceği kimseler bahsediliyor. Demek ki önceki ayette
bahsedilenler bekarlardır. Çünkü Cenabı Allah:

“(Harp esiri olarak)
sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram
kılındı. Allah'ın size emri budur. Bunlardan başkasını, namuslu
olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) istemeniz
size helal kılındı.” (Nisa
24) buyurarak bir kadının birden fazla erkekle evlenmesinin haram olduğunu
belirtmiştir. Bu adet (kadının birden fazla erkekle evlenmesi)
cahiliye dönemine aittir.
Demek ki Nur
suresindeki ikinci ayette hükmü belirtilenler, bekarlardır. Evli
olanların hükmü, sünnet münkirlerinin reddettiği, ama Allah’ın
hükmü olan recmdir. Mütevatiren gelmiştir. Dinden mütevatir olarak
bilineni inkar ise küfürdür.
Biz burada sünnetin,
Kur’anı nasıl beyan ettiğini ve bunların örneklerini açıklayacak
değiliz. İnkarcıların ve şüphecilerin durumuna baktık ki,
onların bütün itirazlarının altında yatan temel sebep sünnetin
vahiy olup olmadığıdır. Sünnetin vahiy olup olmadığı aydınlatılırsa,
buna iman edilirse, diğer meselelerin çözümü çorap söküğü
gibidir. Esas mesele burada yatmaktadır.
Sünnetin bu
yönden temellendirilmesi gerekir. Klasik sünnet müdafaası,
asırlardır düşüncelerinde samimi olanlara deva olmuştur. Ama,
başlangıçta sözünü ettiğimiz hain emellere koşan ve bunun
borazanlığını yapan Müslüman evlatlarındaki, kimi kasıtlı yapılanmalar
karşısındaki haklı konumunu artık pek gösterememektedir.
Bu kişilerin
zehirli oklarına bir çok kişi hedef olmuş ve onlara kanmıştır.
Neyi müdafaa ettiğinin farkında olamadan bugün bir çok İslam
ülkesindeki Müslümanlar, İslam adına İslam’a balta
vurmaktadırlar. Sünneti bütünüyle reddeden bu insanlar, ilk
zamanlar herkes tarafından reddedilmişti. Bu durum karşısında
başı çeken insanlar, masaya oturup düşünmeye başladılar. Acaba
ne yapılmalıydı? Davadan vaz geçmemeli, ama fikirlerde yayılmalıydı.
Sonunda şeytan pabucunu ters giydirecek yol bulunmuştu.
Kur’an’ın
ifadeleri zaten kabul ediliyordu. Buna dayanarak onlar şöyle dediler: “Resulullah
hiçbir zaman Kur’ana muhalif söz söylemez. Ama şu da bir gerçektir
ki, uydurma hadisler söylenmiş ve bu da yayılmıştır. Artık
hadislerin hangisi Resulün, hangisi uydurmacıya ait olduğu seçilemez
olmuştur. O halde biz, Kur’ana muhalif olmayan Resulün sözlerini,
bunlar arasından ayırt etmeliyiz. Kur’ana uygun olanlar Resulullaha,
aykırı olanlarda uydurmacılara aittir. O halde hadislerin hepsi
incelenmeye tabi tutulmalıdır.” Gayelerinden hiçbir taviz
vermeden kuzu postuna bürüdükleri, düşüncelerinin bir diğer
ifadesi olan bu sözleriyle onlar insanların kafalarına giriş
menfezlerini bulmuş ve böylece:
1- İnsanlara kabul
ettiremediği görüşlerini, diğer bir ifade tarzıyla kabul ettirmiş
oluyorlar.
2-Sünnette şüphe
meydana getirmiş oluyorlar.
3-Yakın vadede
şüphe meydana getirmiş oldukları sünneti hayattan silerek mânasını
tahrif etmek için bir engelin kalmayacağı Kur’anı, uzak vadede, müminlerin
gönül dünyalarından silmiş olacaklar. Böylece o, sadece mezar taşlarının
başında merasimlerde okunacak bir kitap olacak. Böyle bir kitabı
(şu anda yaptıkları gibi) bizzat kafirler radyolarında, televizyonlarında
okutturacak, gazete kuponuyla hediye edecek ve sonra geriye dönüp
elinde anlamaktan aciz olduğu Kur’anı tutan mümine bakarak alay
edecekler. Müminler kendilerine Kur’an hediye eden ve Kur’an okutan
imanlı (!) babalara şükran duyguları içerisinde iken, ötede bu kişiler
alaylı kahkahalarını İslam’ın bütün bir asra hakimiyeti için
savaşıp ölen şehit kahramanların ardından atacaklar.
4- Kendilerine
hayat veren kaynaklarına yabancı kalan Müslümanlar fikri, arkasından
da fiziki çöküşe uğramış olacaklar.
5- Batı fikirlerinin
transferine geçiş hattı kontağını kurmuş ve bunda bir yapılanma
zemini kurmuş oluyorlar.
6- Sahih hadisleri
ezberleyip kitaplarda kaydeden ve uydurma hadisleri de ayrı kitaplarda
toplayıp kendilerinden sonra gelen Müslümanlara gösteren selef
kitaplarını okumaktan aciz, sünnet münkirlerinin tuzağına düşmüş
şu zavallılarla, bütün bunların farkında olanlar arasında bitmesi
biraz zor tartışma gündemi hazırlayarak araya ihtilaf sokma ve bu
arada bir çok dolapları döndürmek için zaman kazanmış oluyorlar.
Allah’tan bu
kardeşlerimize hakkı hak, batılı batıl olarak göstermesini niyaz
ederiz.
İşte klasik metodun,
bu tür insanlara fayda vermeyeceğini görerek bu incelemeyi kaleme almış
bulunuyoruz. Bir kişinin hakkı görmesine ve Müslümanların sünneti
müdafaalarında yardıma vesile olursa amacına kavuşmuş olacaktır.
Rabbim rızasına muvaffak eylesin.