Mustafa Selim
İslâm akli bir akideye dayanır ve
insanların tüm ilişkilerini bu akideden fışkıran sistem ile
düzenler. Bu sistem fikir ve metod dan oluşur. İslâm insanın
aklına (fikrine) hitap ettiği gibi, bu hitaba hangi metod ile
uyulacağını da göstermiştir. Düşünce ve metod böylece
Allah’u Tealanın İnsanlardan talep ettiği her şeyde esastır.
Bu fikir ve metod bir kaideye dayanır ki bu İslâm akidesidir.
İslâm akidesi her şeye şâmildir. Allah’ın sunduğu her
fikirde İslâm akidesi
esas olduğu gibi, bu fikre ait olan metod`da İslâm akidesinin
cinsindendir.
İslâm Yaratıcısı ile kul arasındaki akide
ve ibadetlere şamil olan ilişkiyi düzenlediği gibi, İnsanın
ahlak, yiyecek ve giyeceklerden müteşekkil kendi nefsi ile
olan alâkasını, İnsanın diğer İnsanlarla
arasında cereyan eden alâkaları da düzenlemiştir ki,
bunlar muamelat ve ceza kanunlarıdır.
İşte Para, onun mahiyeti ve sistemi muamelattan
sayıldığı için, muamelat kategorisine girip, onun hakkında
şer-i hüküm araştırılıp, ona tâbi olunması
farzdır. Allah (cc) para hakkında ayetler inzal buyurmuştur.
Peygamber (sav)’den ise hadisler varit olmuştur. Ayetlerden,
hadislerden, ve Sahabenin icmaı ile tevatüren sabit olmuştur
ki, İslâm dininde para denen şeyin esası altın ve gümüştür.
Paranın altın veya gümüşten başka bir şeye
dayanması kesinlikle caiz
değildir.
Öte yandan para sisteminde altının
kaldırılmasına müteakip, insanlar büyük sıkıntılar içerisinde
kıvranmaktadırlar. Kafir iktisat
uzmanlarına bile bu durum ayan-beyan olmuştur. Bu uzmanlar
ciddi şekilde bugünkü tüm dünyada uygulanan
kağıt para sisteminin bozukluğunu, onun beraberinde getirdiği
büyük problemleri ve her an büyük bir patlama ile çöküşünün
beklenildiğinden bahsedilmektedir.
Dünya devletlerinin kağıt para sistemine geçişlerinden
beri insanların şahit olduğu bir çok mâli krizlerin yanı
sıra toplumsal çöküntülerde
beraberinde gelmiştir.
Bu sistemden avantaj sağlayan büyük
kapitalist şirketler ve onlara bağlı olan eğitim ve haber
merkezleri, düşünürler ve siyasiler, insanlara bu kağıt
para sistemini süslü göstermeye, onun bozukluğunu (kaos) bir
düzen olarak lanse etmeye
ve modern çağın problemlerine uygun yegâne para
sistemi olduğunu beyan etmektedirler. Bugün bu sistem Avrupa
devletlerini dahi rahatsız etmektedir. Çünkü kağıt para
sistemi, ABD’nin elinde
tüm dünya halklarını sömürmek için kullanılan bir araç
haline gelmiştir. Her beldeden evvel İslâm beldeleri
en yoğun şekilde bu sömürüye muhatap olmalarına
rağmen Müslümanlar henüz kağıt para sisteminin
kendileri için getirdiği zararları
ve onun kafirlerin (özellikler ABD) Müslümanlar
üzerinde bir yol olarak kullanıldığı şuuruna varamayıp, altın
para sistemine dönüşün Allah’ın kesin talebi olduğunu
unutmuşlardır. Bu ise, Müslümanların uğradığı müthiş
fikri zafiyetlerinden kaynaklanmaktadır. Oysa
İslâm’ı bir fikri liderlik olarak para sistemine uygulamaları
gerekir. İslâm’ın şer-i hükümler ile tanzim ettiği para
sistemini namaz farziyeti gibi Allah’ın bir emri olduğu için
icra etmeleri gerekir.
Onun için
önce İslâm’da paranın altına ve gümüşe dayandığına
dair şer-i delilileri gösterip, paranın batıdaki serüvenine
baktıktan sonra altın ve altın para sistemi ile ilgili 20. yüzyılda
gerçekleştirilmiş
mâli ve siyasi adımları göstereceğiz.
İnsanlık tarihine baktığımızda; onların
tarih boyunca çeşitli şeyleri para olarak kullanmış olduklarını
görürüz. Para denen şey ise mal ve hizmetlerin kıymet
(değer) ölçüsü, bunları satın alma aracıdır.
Mal ve hizmetlerin değerleri ölçülebilmesi
için mübadele şarttır. Yâni mal ve hizmete sahip olan kişilerin
bunları aralarında değiştirmeleri gerekir, böylece
birbirlerinin değerleri ortaya çıkar. Mübadele için ise
para şarttır, çünkü para ile merkezi
bir birim tespit edilmiş olur ki, bunlar mal ve hizmetlerin
değeri ölçülebilsin. Her malın ve her hizmetin değeri bu tek
birim ile ölçülmüş olur. Böylece İnsan, ekmek alınca o
birimden (paradan) bir miktar verir. Ücretli olarak hizmet
sunarsa yine o birimden bir miktar ücret
olarak alır.
İslâm, mal ve hizmetlerin mübadelesi için
bir mübadele aracı belirtmemiştir. Ancak bunların
karşılığı para olacaksa para olarak altın ve gümüşü
şart koşmuştur.
İslâm mal ve hizmetlerin parasal değer
ölçüsünü toplumun inisiyatifine bırakmamış, değişmeyen/sabit
bir parasal birime bağlamıştır, ki bu altın ve gümüştür.
Şer-i Deliller:
“Altın
ve gümüşü biriktirerek onu Allah yolunda harcamayanları elem
verici bir azapla müjdele!” (Tövbe
34) Kenz`le ilgili bu ayette mal olarak
kastedilen paradır (altın ve gümüştür.)
Ukubat (ceza kanunları)
hususunda diyeti farz kılarken: “Bir kişinin
öldürülmesinin diyeti yüz deve veya bin dinardır.”
(Buhari, Nesei)
El kesmek ile ilgili şartlardan birini gösterirken:
“El kesmek, ancak bir dinarın dörtte biri ve daha fazlası
hırsızlıklar için geçerlidir.”(Buhari, Nesei, Daremi)
İbadetler ile ilgili zekatı farz
kılınırken bu farziyeti altın ve gümüş ile tayin/ifade
edilmiştir. Kur ile hükümleri bildirirken (paranın para ile değişimi)
yalnızca altın ve gümüş göz önüne alınmıştır. “Peşin
olmak suretiyle istediğiniz şekilde, altını gümüşle alıp
satabilirsiniz” (Tirmizi)
“Şöylece
peşin olmadıkça dirhem karşılığında altın vermek
faiz olur.” (Nesei,
Ebu Davud, İbni Mace, Ahmed, Malik)
Kısaca şer-i hükümlere göre; Altın sisteminde
para, tam olarak altına dayanır. Yâni İnsanlar bizzat altın
ile alış-veriş yaparlar veya
altına dönüştürülebilecek kağıtlar ve mâli evraklar ile
muamele yaparlar. Devlet veya o mâli evrakı çıkaran kişi/müessese
bu evrakı altına dönüştürme
mecburiyetinde olur.
Buraya kadar şer-i delillerden bazılarını
zikrettik. Ayrıca unutulmaması gerekir ki, altın para sistemi
hakkında Sahabenin icmaı da vardır. Hülafa-i Raşidin ile
başlayarak, tüm halifeler (İslâm
devletinin 1924 İstanbul’da yıkılışına kadar) bu sistemi
uygulamışlardır.
Vak'a olarak Altın para sistemi:
Altın sistemi binlerce senenin geleneğine
dayanır. İnsanlar onu çeşitli şeylerle mübadele yaptıktan
sonra en uygun olarak seçmişlerdir. Ender bulunan taslar
(kehribar), hayvanlar, sedef, gömlekler (misal: Yemen gömleği),
buğday gibi nice şeyler,
insanlar arasında başka mallar ile değişim görmüş, ancak
hiç birinde altındaki olan özellikler
bulunamamıştır.
Yüzyıllarca dünyada gümüş, paranın aslı
(Müslümanların dışında) ve en yaygın olanı idi. Altın
değerli alış-verişler ve dış ticarette kullanılmaktaydı.
Devletlerarası ticaretin yoğunlaşması ile altın gittikçe
para sisteminin merkezi konumuna geldi ve günümüzde bile
yukarıda saydığımız tüm bu özellikleri bünyesinde korumaktadır.
Bu özellikler şöyle sıralanabilir:
1-Altın dünyanın her tarafında bulunur. (Böylece
İnsanlar onu para yapma imkanına sahiptirler.)
2-Aynı anda az bulunur ve çoğaltılması mümkün
değildir. Böylece az bulunurluluk ona diğer nesnelere
nispeten yüksek bir değer kazandırır.
3-Arzu edildiği kadar değer kaybetmeden bölünmesi
mümkündür.
4-Altının her bölümü değer açısından
diğerlerine eşittir. Yâni bölünme ile değerinden bir
şey kaybetmez.
5-Muhafazası mümkün olup, yıpranmaya
karşı mukavemeti çok yüksektir.
6-Taşınması kolay, az miktarda taşınması
külfetsizdir. Hatta devletlerarası altın transferi (mal ve
hizmetlerin karşılığı olarak) cüzi bir külfete
sahiptir.
Altının bu avantajlarından dolayı her
asırda birçok toplum tarafından para olarak
kabul görmüştür. Ancak
devletler ve para basma yetkisine sahip
olan müesseseler ve şahıslar bu yetkiyi istismar ederek halkı
aldatmışlardır. Bunun nedeni devlet hazinelerini veya şahsî
mülklerini çoğaltmaktır. Bu aldatmalar farklı bir çok
yollar ile bir kaç üsluba dayanmaktadır.
Medeniyetin ilerlemesi ile farklı tekniklere
(İnternet, bir bankanın veya bankalar arası bilgisayar
sistemi, türlü türlü mâli evraklar/kontratlar ki, bunların
borsalarda büyük rolü vardır) başvurulmuş
olsa da asıldan hiç bir şey değişmemiştir. Bu asıl bir zati
değere sahip olmayan sahte paranın çıkartılmasıdır.
Otoriteler bu sahte parayı insanlara zorla kullandırtmışlardır.
Zamanın ilerlemesi
ile bu otoriteler halka hile yapmakta iyice tecrübe kazanarak
farklı vesileler ve üsluplar icat etmişlerdir.
Hatta bu hilelerin meşruluğu devlet erkanı
ve düşünürler nezdinde tartışılmaz bir hal almıştır. Dahası
halk bu olayı anlayabildiği kadar tabii bir durum olarak
algılamaya başladı. Bunun delili 1777’de Prus İlimler
Akademisini ödüllendirmek üzere şu sorunun cevabını
aramasıdır: “Avam halk için hangisi daha yararlıdır.
Alışageldiği yanlışlar üzerinde onu tutarak aldatmak mı,
yoksa onu yeni yanlışlara saptırarak aldatmak mı?”
Bu sorudan apaçık ortaya çıkıyor ki,
halkı aldatmak esastır. Bu soruda aldatma tartışılmıyor.
Tartışma konusu yapılan hangi şekilde aldatmanın
daha “yararlı” olabileceği hususudur. Yâni halk aldatılmış
olsa da sonunda bu onun “yararına” olacaktır.
Onların düşüncesinin bir ifadesidir bu soru.
Hatta günümüze dek
uzmanların ve siyasilerin para
sistemine ve onunla ilgili icraatlara ve toplumun ondan çektiği
sıkıntılara, ancak bu zaviyeden bakmaktadırlar.
Bahsi geçen soru, Alman Kayser Friedrich zamanında
soruluyor. O büyük bir hile ile halkı aldatarak yedi senelik
bir harbi finanse etmişti. Böyle bir soruya karşı çıkmadı.
Sonuçta ödül iki kişi arasında paylaşıldı. Birisi hile
taraftarı
diğeri hileye karşı olan idi. Almanya’da bu akademinin
sorusu üzerine 20 sene sürecek bir tartışma başladı.
Tartışma, aydınlanmanın ne olduğu ve onun din ile devlet için
avantaj ve tehlikeleri hakkında idi. Hatta Immanuel Kant 1784’ün
Aralık ayında “Aydınlanma nedir?” makalesini yazmıştır.
Yazmış
olduğu makalesinde, görüşüne şöyle yer vermektedir:
“İnsanın tabii olarak kaderi kendisi düşünüp
karar vermesi ve herhangi bir tahakkümden kendisini
kurtarmasıdır.” Aydınlanma onun için insanın
kendi işlerine bakamamazlıkdan kendisini kurtarmasıdır.
Para hakkında batının icat ettiği hilelerin
nasıl geliştirildiğini anlamak için
onun tarihine bakmak gerekir.
Batıda Altın para sisteminin tarihi:
İnsanlar mübadele aracı olarak hayvanlar, gömlekler,
altın, gümüş ve bakırdan ziynet eşyaları
kullanırlardı. Altının ve gümüşün para olarak uygun olduğunu
çabuk kavradılar.
M.Ö. 7. asırda Kral Midas standart altın parçalarına
damga vurdurdu. Böylece madeni para icat edildi. Aynı anda
devletin hile yapabilmesi için de kapı açılmış oldu.
Çünkü Krallar, kayserler, kiliseler ve ardından
normal şahıslar para basma yetkisine
sahipti. Bunlar bu paraların
altın gramajını bilinen miktarın altına düşürdüler. Bu
sürekli yapılıyordu.
Misal: M.Ö. I. asırda Roma imparatorluğunun
para birimi altından olan Aureus’du. 1 Roma Pfundu = 327 gram
idi. 40 parça Aureus (8,2 gram altın) basılırdı. Sonra 42
(7,8 gram altın) basıldı. Altının yanı sıra dinar da
vardı. 327 gram gümüşten = 84 dinar yapılırdı.
M.S. 54-68 senelerinde Nero 45 Aureus ve 96 dinar bastırırdı.
Aynı anda Nero yeni bir hile daha icat etmişti. Dinarın saf gümüş
miktarını düşürdü.
O ana kadar dinar % 97-98 saf gümüş den basılırdı. Bakır
katma suretiyle bu miktar % 90-94’e
indirildi.
Aşağıdaki veriler hangi Kayserlerin hangi
senede dinarın %’lik olarak gümüş miktarından düşüş
yaptıklarını gösterir: Kayser (98-117) Trajan % 80-85, Marc
(161-180) Aurel % 75, Septimus (193-211) Senerus % 50’dir.
Sonraki Kayserler (250’li senelerde) bu miktarı % 4-6’lara
indirdi.
Buna rağmen İnsanlar bu paralara itibar
ederlerdi. Çünkü para basma yetkisi ancak Kayser’e
mahsustu. Onun resmi paraların üzerine basılırdı. Bu
paralarda böylece o armadan dolayı
bir nevi değer garantisi bulunurdu. Kimse buna bir gölge düşüremezdi
Şu denilemez: Altının gramajı veya saf altın
miktarı düşürülmüş olsa da; bir işçiye misal olarak
bir dinar verilirdi. Bu
denemez. Çünkü işçiye böylelikle daha az altın ve gümüş
verilmiş oluyor. İşçi bunu fark edene kadar daha da bu
miktarlar düşürüldü. Halk dinar’da daha fazla gümüş
olduğunu
zannediyordu. Onlar öyle zannetse de devlet onların hüsnü zannını
istismar ederek, halkın
bu emek ve mallarını hile yolu ile çalmış olmaktadırlar.
Daha sonra bu paraların değersizliğini gizlemek için onları
gümüş suyuna batırırlardı. Böylece
bakır paralar gümüş parasına benzerdi.
Az zaman sonra bu cila yıpranıp bakır görünürdü. İnsanlar
3. asırda Roma devletinin değer garantisine güvenleri sarsıldı.
Hatta daha evvel sarsıldığı tarihi buluntulardan belli
olmaktadır. İnsanlar daha eski olan
dinarları kenz ederlerdi. (Gümüş miktarı ve saf gümüş
oranı daha yüksek olduğu için).
Sonraki Kayserler tekrar halkın güvenini kazanmaya
çalıştılar. Büyük Konstantin 309 senesinde Solidus`u
icat etti. Bu para, Almanya’nın Trier kentinde
basılırdı. Zamanın şartlarına göre mümkün olduğu kadar
saf altından oluşurdu. 4,55 gram altından yapılırdı.
Ne değişmişti ki? İnsanlar artık altının
üzerindeki damgaya itibar etmiyordu,
kendileri bunları
tartıyorlardı. Hatta damgasız altın da itibar görmüyordu.
Yâni devletin damga ile hilesi etkisizleşti.
Ancak gümüşte yâni dinarda daha devam ediyordu.
5. asırda Romalıların Almanya da hakimiyeti
yıkıldı. Ve 7. asra kadar 800 farklı yerlerde para çıkarılırdı.
Kayserin merkezi şekilde damga vurması yok oldu. Farklı para
birimleri çıktı. 800 yılında Büyük Karl bu yetkiyi tekrar
kendisine çekebildi.
11. asra doğru para çıkarma yetkisi yine yöneticilere
ve kiliseye verildi. (imtiyazlı kişilere).
Almanya’da 11. asrın sonlarına doğru
Pfennig`in gümüş miktarı ilk icadında ki miktara nazaran düşürüldü.
İnsanlar bu hileyi fark etmemeleri için, altın ve gümüşü
ölçebilmek için kullanılan
hassas terazilerin mülkü yasaklandı.
13. asra doğru Alman Kayserin hakimiyeti
zayıflayınca birçok bölgesel emirler para çıkarmaya
başladı. Para çıkarılan yerlerin sayısı 500’ü geçti.
Ama devletin gözetimi şartı ile.
13. asırda yeni bir hile daha icat edildi. Paraların
iptal edilmesi. Herhangi bir mazeret ile tedavülde olan belirli
paraların evvelden haber vermeden iptali
ilan ile bildirilirdi. Böylece tabii iktisat
canlanırdı. Çünkü herkes elinde bulunan paranın
iptal edilmesinden önce mal ve hizmet almak isterdi. Hatta bugün
Silvio Gesell`e dayanan
ekol bu sistemin tekrar uygulanmasını istemektedir.
Buna rağmen piyasalara ve şehirlere kötü etki yapardı ve
yıpratırdı. Onun için bazı şehirler
yerli emirden para basma
yetkisini satın alıp kendileri iptal etmemek üzere para
basarlardı.
Böylece Lübeck 1226 da, Basel 1273 de ve sonra Erfurt Hamburg ve
Lüneburg adına daimi Pfennig denen para basarlardı.
Bu hileler, yâni bilinen paranın altın veya
gümüş gramajını düşürmek. saf altın veya gümüşün
miktarını düşürmektir. Ve parayı iptal etmek 18. asrın
başlarına kadar sürdü. Yerel bir emir olan
II. Johann Wilhelm (Jan Wellem) 1705 senesinde
Köln`de Almanya da ilk Nota-Bankasını (Banco di gyro dàffrancatione)
kurdu. 1706 senesinde sahibinin ismi
üzerine kaydedilmiş imza
ile sahibini değiştirebilir şekilde senetler dağıttırdı.
Senetler meslek sınıflarına zorla imzalattırılmıştı.
Günü geldiğinde senetlerin karşılığı banka tarafından
faizi ile, yâni altın ve gümüş ile karşılanacaktı. Bu
temel prensip öyle basit
ve sinsi idi ki, bugüne kadar otoriteler tarafından
daha sinsi bir hile icat edilmedi. Bu senetler kağıt para değillerdi.
Yâni bankaya gidip altına değiştirilemiyordu. Ancak karşılığında
altın verilecek diye söz var idi. Altın hazır bulunmadığı
halde. Banka veya daha doğrusu sınıflar, vakti geldiğinde
altın vereceklerine dair söz vermişlerdi.
Ancak bu çok zor idi. Onun için vadesi dolmuş
senetlerin yerine yeni vadeli faizli senetler sahiplerine
veriliyordu. Dağıtılan senetler
% 30 - 40 düşüş ile ticaret edilirdi. Ve 1750-1777 senelerinde
Banka tarafından nominal değerinin
3/1 ile ödendi.
Bugünkü para sistemi bu hileyi büyük çapta
kullanmaktadır. Halk bu senetlere mülk olarak bakmaktadır.
Ancak bunlar bu asırda vadesi dolsa da geriye ödenmemekte, yeni
vadeli senetler onların yerine
çıkarılmaktadır.

|