Devletlerarası ilişkilerde temelde
farklılıklar yoktur. Çünkü ilişkiler devletlerin çıkarları
üzerine kurulur. Her devlet hasmı olan devletlerin tasarruflarının
ışığında kararlar alır. Bundan dolayı iç ve dış siyaseti
olmayan hiçbir devlet yoktur. Bu kararlarda esas, devletin çıkarlarını
gözetme ve bunun için yapılacak atılımlar çok önemlidir. Bu
doğrultuda, devletin çıkarları, hedefleri,
pratik hedefler ve uluslararası platforma
nasıl taşınacağı ana hatları oluşturur. Günümüzde
batı dünyası bu noktada haberleşme ve medya ağını en aktif
şekilde
kullanmaktadır. Başta bu işi Amerika gerçekleştirmektedir.
ABD Dış Siyaseti
Amerika, Clinton döneminde dış siyasi ağırlığın
yerine iç siyasete önem veren bir devre geçirdi. Clinton,
döneminin en büyük zaferini Filistin-İsrail barış görüşmeleriyle
elde etti. Bu konuda
çok şeyler gerçekleştirdiyse de istediklerini tam elde edemediler.
Ilımlı bir politika sergileyen Clinton bu siyasetinde etkin
olduğu söylenemez. Bunlar göz önünde bulunduran yeni iktidar
içerisinde ekonomik ve sosyal yapılanma
dışında da sertlik yanlısı bir politika benimsenmiştir. İlk
günden ABD yeni yönetimi dışarıda terör estirmeye
başladı. Bush yönetimi, Irak savaşında faaliyet
gösteren eski siyasetçi ve askerlerden oluşmaktadır.
Clinton yönetiminde görev alan Yahudi asıllı
bütün siyasiler devre dışı bırakıldı. Ortadoğu’ya
yönelik sert tutum yüzünü gösterirken Balkanlar’da
kargaşa yeniden alevlendirilmektedir. Bütün bunlar Amerikan
varlığını uzun ömürlü kılmak içindir.
Silahlanma konusu
Amerika varlığını devamlı kılabilmek için
elindeki güç dengesini korumakta ısrarlı olacaktır. Güç
dengesi sarsıntıya uğradığı an dünyada elde etmiş olduğu
prestij yıkılabilir. Bundan dolayı
Amerika silah üretimi ve geliştirilmesinde bir sınırlamayı
asla kabul etmeye yanaşmayacaktır.
Silahların sınırlandırılması, nükleer silahlarda indirime
gidilmesi gibi müzakere edilen hususlar bundan dolayı gerçeği
yansıtmamaktadır. Her türlü tehdit göz önünde
bulundurularak her devlet
sahip olduğu imkanlar
çerçevesinde teknolojinin getirdiği en
son silahlara sahip olmak için çaba sarf edecektir. Amerika bu
doğrultuda hiçbir
zaman silah indirimine gitmiş değildir. Silah üretiminde en son
teknolojik yapıda donatılmış silahlar elde edildikten sonra
eski silahlarda ancak bir
indirim söz konusudur. Amerika silah indiriminde
dünyada etkin rol üstleniyorsa bunu ancak elinde bulundurduğu güçlü
silahlardan aldığı destekle yapmaktadır. Yeni silahlar geliştirilmesinden
vazgeçmeyeceklerini Bush ekibinin savunma bakanı Rumsfeld senatoda
yaptığı konuşmada
şöyle açıkladı: Rusya
ile 1972'de imzalanan ve ulusal savunma
sistemini devre dışı bırakan Antibalistik Füze Antlaşması'nı
(ABM) ''O, tarih öncesinde atılan bir imzaydı.'’ Washington’un
önümüzdeki 4 yılda izleyeceği politikalarını
açıklayan Rumsfeld, kurulması öngörülen
ulusal füze kalkanı sisteminin bir zorunluluk olduğunu
da söyledi.
Yarış durmayacaktır. Yarışı durdurma çalışmaları
da daima sıkıntılı geçecektir. Konvansiyonel silah indirimine
gidilmesi hususu üretim fazlası, devrini tamamlamış,
etkinliğini kaybetmiş, modernleştirmeye
ihtiyaç duyulan silahlar için geçerlidir. Bu silahların modern
teknolojiyle donatılması yüklü finansı gerekli kılmaktadır.
Klasik bazda ele alınan bu silahların dış ülkelere satılması
halinde ise, satışı yapan ve teknolojiyi sunan ülkelerin
kasalarına milyonlarca dolar girdi sağlanmaktadır. Amerika, Rusya,
Çin, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin silah imha ettikleri
pek gözlemlenen olay değildir. Hatta silahlar
teknolojik ve ekonomik bakımdan geri
kalmış ülkelere satılarak, bağımlı kılınmaktadır. Türkiye,
Mısır, Suriye,
İran, Kore, Tayvan gibi geri kalmış ülkeler aldıkları eski
silahlar için yedek parça ve modernleştirme çalışmalarına
milyonlarca dolar para ödemektedirler.
İşin acı tarafı alınan bu eski silahlar şartlı kullanımlar
altında sınırlı satışa tabidirler.
ABD’nin Ortadoğu Siyaseti
Amerika her fırsatta Ortadoğu’daki çıkarlarını
koruyacağını açıklamaktadır. Buradaki çıkarı bölge
kaynaklarında tek söz
sahibi olmaktır. Bu bölgeye yönelik
siyasetinde petrol ve bunun önünde engel teşkil eden İngiliz
siyasetinin
yok edilmesi hedeflenmiştir. İngiliz sömürgesi devletleri
elde etmek, İngiliz hakimiyetini kırmak için var gücüyle
bölgeye yerleşmek istemektedir.
Etkin nüfus elde edemediğinden de bu işi
silah gücüyle yapmaya yönelmiştir. Ilımlı siyasetin
etkin olmadığını gören Amerika Irak politikasında değişikliğe
gideceğini yeni yönetimin iktidara gelmesiyle gösterdi. Bu doğrultuda
Amerikanın
üç ana hedefi vardır:
a- Bölgeye siyasi, askeri ve nüfus
olarak yerleşmek,
b- Irak’ın parçalanması,
c- İsrail’in kendi güdümüne girmesi
a- Bölgeye siyasi, askeri ve nüfuz
olarak yerleşmek: Amerika ikinci dünya savaşından sonra
Ortadoğu siyasetinde etkin arayışlara yönelmiş, bunu
askeri ve siyasi olarak pekiştirmek için yoğun çaba sarf etmiştir.
Şu ana kadar ancak
askeri bir varlık olarak bölgede tutunma imkanına sahip
olabilmiştir. Suriye, İran, Suudi Arabistan ve Mısır’daki yöneticiler
her ne kadar ABD kuklaları olarak iş başında iseler de bu memleketlerin
halkları Müslüman olduklarından Amerika’ya
düşmanca bakmaktadırlar. Irak savaşı ve yapılan düzenli
saldırılar neticesi bu düşmanlık daha da kabarmıştır. Gözüken
o dur ki, Amerika bölgeye ancak askeri güç olarak yerleşecektir.
Bu ise uzun vadeli olması zor bir yerleşimdir. Bölge halkları
ilk fırsatta Amerikanın dişlerini sökebilir.
Amerika bölgede menfaatini sürekli kılacak belirli bir nüfus
elde etmişte değildir. Suudi Arabistan
ve bölgedeki kukla idareciler dahi sayılıdır. Suudi ailesi içerisinde
halen güçlü İngiliz nüfusunun
olduğu da bilinmektedir. Bölgede İngilizlerin
halen etkin nüfusu bulunmaktadır. Amerika önümüzdeki
günlerde bu sorunu
aşmak için çaba sarf edecektir. Bölgede gerçekleşecek temaslar,
Ortadoğu’da siyasi yelpazenin yönünü belirleyici cinsten
olacaktır. Amerika bu bağlamda
dengeli bir siyasi yapılanmanın gerekliliğini görüyor
ve Arap-İsrail dengesini korumak için bölge ülkelerinde siyasi
etkinliğini artırmaya çalışıyor.
b-Irak’ın parçalanması:
Irak 1991 de uğradığı hezimetle bölgede
etkinliğinin kalmadığı ortadadır.
Siyasi ve askeri alanda tamamen bir baskı altında olan Irak yönetiminin
ayakta tutulmasının tek nedeni Amerika
ve İngiltere’nin gerekli gördükleri an bölgeye askeri bir
güç olarak inmek
ve tehdit içindir. Asıl sorun Saddam’ın iktidardan indirilmesiyle
yaşanacağı kesindir. Amerikanın Irak’ın parçalanması
politikası bölge
ülkelerini de sarsacak düzeydedir. Bunun doğal
bir konuma getirilmesi bir kanaat olarak ortaya
çıkarsa Amerika ani darbe vurarak bu işi yapmakta tereddüt
etmeyecektir. Bunca düşmanlıktan
sonra Amerika’nın Irak halkı üzerinde sempati
toplaması elbette beklenilmemelidir. Şu an bölünmeyi
geciktiren İngiltere ve İngiliz güdümlü
Türkiye’dir. Amerikanın Irak politikasını kınayan Rusya ve
Çin gibi devletlerin
tavırlar etkin ve ciddiyetten uzaktır. Rusya ve Çin gibi
devletlerin kınaması ciddi olmuş olsa idi Amerika
bu tepkileri değerlendirmeye alacak taciz girişimlerine
değişik yön verecek ve yeni manevralar
geliştirecekti. Fakat bunların hiç birini göremiyoruz.
ABD bölgede istediği gibi hareket etmektedir.
c-İsrail’in ABD güdümüne girmesi:
ABD Başkanı George Bush'un Şaron'a ''ABD,
ikili ilişkilere, kendi güvenliğine önem
verdiği ölçüde önem veriyor. İlişkilerimiz, kaya gibi
sağlamdır.'' dediği belirtiliyor.
Amerika'nın yeni Cumhuriyetçi yönetiminin İsrail'e "açık
çek" vermeyecek nitelikteki "petrolcüler"in ağırlığı
altında olmasından ötürüdür.
İsrail’in bölge devleti olma atılımları
Amerikan vizesine tabidir. Amerika, İsrail-Avrupa ekseninde ki
donukluğu değerlendirmek istemektedir.
Var olan soğuklukla ilgili Amerika iki hususu benimsemiştir:
a-İsrail’in bölgede kontrol altında tutulması
ve Arap ülkeleri ile yakın ilişkilerin kuvvetlendirilmesi,
b-Güvenliğinin korunması için İsrail’den
beklentilerine cevap vermesi. Bu doğrultuda İsrail-Ürdün-Türkiye
ilişkilerinin sekteye uğratılması gerekmektedir. Golan
tepelerini elde etmesinin
yolu İsrail’i yalnızlık kıskacına almaktan ve bölge
ülkelerini dolaylı yollarla üzerine
salmaktan geçmektedir. Askeri tatbikatlarla Amerika bu oluşumun
arasına girmeyi başarmıştır. Filistin
devleti planını geniş bir sürece yayabilir. Amerikanın
baskıcı bir politika izleyeceğinin izleri
yeni yönetimde hiçbir Yahudi bakanın bulunmamasından
da anlaşılmaktadır. Bu yolda meydana gelecek sert çıkışlar
ABD-İsrail arasında
politik iplerin koptuğu anlamına gelmez. İsrail Amerikanın
şımarık çocuğudur, onu mutlaka başka şeylerle ödüllendirecektir.
ABD menfaati gereği İsrail’e daima sıcak bakmıştır.
Amerika nezdinde İsrail’in konumu Türkiye’ninkinden farklıdır.
İsrail bir nevi bölgede rahat hareket etmekte, üzerinde dış
baskıya yeri geldiğinde karşı koyabilmekte ve elindeki
siyonizm kozunu yerinde oynamaktadır. Siyasileri güdümlü
politika yerine çıkarlarını gözetmektedirler. Bu devlet
üzerinde Amerika yapacağı manevralarla siyasi nüfusunu yerleştirerek
etkin olması mümkündür. Fakat Türkiye gibi ülkelerde ise bu
ancak İngiliz hegemonyasını söküp atmakla gerçekleşir. Çünkü
İngiliz siyaseti ve nüfusu ta derin devletin kanına
işlemiştir. Bundan dolayı Amerika Türkiye’ye
farklı bir konjektörden bakmaktadır.
Türkiye ABD ilişkileri
Türkiye ABD için çok büyük öneme haiz
olan ülkelerden bir tanesidir.
Türkiye-Ortadoğu, Türkiye-Asya, Türkiye-Avrupa üçgeni bu
bölgenin etkinliğini ortaya koymaktadır. Bundan dolayı Amerika
yeni yönetimle Türkiye üzerinde ağırlığını
hissettirecektir.
ABD yeni Dışişleri Bakanı Colin Powell, Türkiye'den
"yıllardır en sağlam müttefikleri- mizden biri" diye
söz etti. Bu çerçevede Türkiye-ABD ilişkileri önümüzdeki
günlerde şu hususlar üzerinde ağırlığını
hissettirecektir:
a-Ekonomik girişimler ve İMF ilişkileri: Bu
hususta ekonomisi çökmüş olan Türkiye’nin dolaylı
olarak ABD’den gelecek isteklere boyun bükmesi beklenmektedir.
Ekonomik istikrarın tamamen IMF’nin
ellerine teslim edilmesine
rağmen ABD asıl amacına ulaşmış değildir. Bu alanda
faaliyet gösteren bütün kurumların denetimini elde etmek
isteyen ABD, Türkiye politikası önünde engel teşkil eden
askerleri devre dışı bırakmak istemektedir. Bu meselenin
aşılabilmesi için askerin denetiminde olan dış kaynaklı
girdi ve çıktıları önlemede sorunlar çıkartmak
gerekmektedir. Amerika bu doğrultuda askerleri politik ve askeri
krizlerin içerisine çekme planları yapmaktadır. Nitekim ABD güdümlü
basın krizin doğmasında askerlerin etkin olduğundan
bahsetmektedirler. Yine Amerika Irak’tan
kaçak olarak yurt içine sokulan ham petrolün denetiminin
askerlerin elinden alınması istemektedir.
b-Kıbrıs sorunu: ABD bu yönetimde Kıbrıs
sorununu dış siyasetinin ana meselelerinden saydı. Bu meselenin
halli için yoğun girişimlerin ve baskıların Türkiye
üzerinde etkinliğini göstermesi bekleniyor. Bu hususta
Powell; "Denktaş'ın mümkün olan
en kısa zamanda müzakerelere dönmesi için teşvik edilmesine
çalışmalıyız.” diyerek
mesele üzerindeki hassasiyetlerini ortaya koymuşlardır.
c-Ekonomik krizin ardından siyasi kriz
beklentileri gündemdedir. Ekonomik kriz Amerika için yeterli
unsurlardan değildir. Amerikanın asıl hedefi
Türkiye siyaseti üzerinde etkin olmak, yönetimi
kendi politik çizgileri doğrultusunda hareket ettirmektir.
Amerikanın bu girişimini Kemal Derviş’in ve bazı siyasilerin
verdiği demeçlerden de anlamak mümkündür. Kemal Derviş
(kendisi Sebataycı bir Yahudi dönmesidir), Amerika ziyareti ve
dönüşünde ısrarla; “Siyasi
güvence, siyasi destek ve siyasi istikrardan”
bahsetti. Mecliste gurubu bulunan bazı
siyasilerde aynı görüşü savunmaktadırlar. Bu sorun aşılmadığı
müddetçe ekonomik yardımlar askıda kalabilir
veya cüzi bir yardımla yetinilebilir.
Nitekim Kemal Derviş’ten beklenen umutlar
yerini yavaş yavaş olumsuzluğa terk etmeye başladı. Amerika’dan
büyük yardımlarla döneceği beklenen Kemal Derviş eli boş döndü
ve IMF’ye ulusal program sunacaklarını söylemeye başladı.
On gün içerisinde ekonomiyi düze çıkarması beklentileri
yıl sonuna kaldı. Bundan dolayı Türkiye hükümeti yerli
kaynak arayışlarına yöneldi. Paralı
askerlik, vergi artırımı, silah alımının dondurulması,
zamlar ve özelleştirme gibi.
Amerika AB’ye verilen güvenceler gibi
Türkiye’den ulusal bir güvence
istemektedir. Bu gerçekleşmediği
takdirde, Türkiye bölgede İsrail gibi yalnızlığa
yitilebilir, bölgede Amerikan güdümlü devletlerce rahatsız
edilebilir ve Balkan olaylarının içerisine çekilebilir.
Türkiye Amerika ile ilişkilerinin
çetin geçeceği işaretlerini daha Clinton döneminde almaya başlamıştı.
Clinton yaptığı bir açıklamada; “Gelecek yüzyıl Türkiye-Amerika
açısından büyük
önem taşımaktadır.” diyerek işin
önemini vurgulamıştı.
Balkanlar
Balkanlar meselesi Avrupa’nın
can damarlarından bir tanesidir. Bu sıcak bölgede Amerika
siyasi ve askeri aktif bir rol üslenmiştir. Balkanlarda
çizdiği manevralarla istediği an Avrupa’nın başını
ağrıtmakta ve önünü kesebilmektedir. Amerikanın bu
stratejisinin ardında yatan esasları
şu şekilde sıralamak mümkündür:
a-Avrupa’yı bölgede meşgul etmek, dünya
siyaseti üzerinde etkinliğini
azaltmak.
b-NATO’nun devamlılığını sağlamak ki;
NATO’nun işlevliliğini kaybetmesi demek, Amerikanın Avrupa’dan
askeri olarak dişlerinin sökülmesi anlamına gelir. Oysa
Amerika Avrupa’da çok hızlı hareket edebilecek
askeri gücü ancak NATO şemsiyesi altında bulundurma imkanına
sahiptir.
c-Avrupa Birliğinin askeri yönden birleşimini
engellemek veya sadece
bölgesel kılmak. Avrupa ordusu kurulduğu vakit gerekli oluşumlardan
sonra bölge sorunlarını kendisi çözmek isteyecektir. Bu girişimde
Amerikanın işine gelmemektedir.
Arnavut-Makedonya sınırında çıkartılan
olaylar Amerikanın kasıtlı girişimlerinin neticesidir.
Çünkü bölgede görev üstlenen KFOR askerleri
Amerikan birlikleridir. Amerika el altından Arnavut
milislerine silah vererek olayları kışkırtmak istemektedir.
Buda yetmezmiş gibi Arnavut ve Makedonya sınırında 5 km.
boyunca tampon bölge oluşturarak buraya Sırp askerleri yerleştirmeyi
planlamaktadır. Bu girişim bölge halkları
arasında var olan düşmanlığı daha da körüklemekten
başka bir işe yaramayacaktır.
Bütün bu girişimlerin neticesinde
en büyük zararı Müslüman olan bölge halkları görecektir.
Bosna ve Kosova’da olduğu gibi.
Amerika ve Avrupa’nın
dünya siyasetinde askeri ve siyasi etkinlikleri
sürdürdüğü müddetçe bütün dünya halkları sömürü
çarkının malzemesi olarak
sömürülmeye, ezilmeye, yoksullaşmaya, baskıya maruz kalacaktır.
İslam Devleti Hilafetin yıkılmasının
ardından Balkanlar, Ortadoğu, Asya ve diğer bölgelerde
istikrarsızlık önlenebilmiş değildir. Çünkü kapitalizm
etnik sorunları körüklemek için vardır. İslam Devleti hakim
olduğu devrelerde etnik ayrılıklara asla müsaade etmemiştir.
Müslümanların olduğu kadar bütün insanlığın
bugünkü enkazdan kurtuluşu ancak İslam Devleti Hilafetle mümkündür.
Bu gün esen uluslararası
terörü ancak İslam devleti durdurabilir. Balkanlar dahil
bütün dünya sükunetini ancak İslam Devletinin altında
bulacaktır. İnsanlık dünkünden çok bugün Hilafet devletine
ne kadar da muhtaçtır...
Allah’tan niyazımız o günlerin bir an
önce gelmesidir...

|