Şamil Cevval
22/02/2001 tarihi şiddetli ekonomik kriz nedeniyle
kara çarşamba ilan edilmişti. Zira soygunlar, vurgunlar
ve istikrarsızlık aniden ekonomiyi ve piyasayı çökertmiş,
puldan farkı kalmayan Türk lirası yüzde 60 oranında değer
kaybetmiştir. Bu sarsıntının faturası gittikçe büyüyor, ağırlaşıyor
ve neticede Türkiye karanlığa gömüldükçe gömülüyor.
Öyle ki, yakın tarihe şöyle bir göz attığımızda; hiçbir
yerde, hiçbir sahada ve hiçbir zaman aydınlık göremiyoruz. Yakın
tarihimiz kapkaradır... Acılarla, krizlerle, skandallarla,
trajedilerle doludur.
Çöküntünün ve geri kalmışlığın faturası olan manzara
kapkaradır. Bu karanlığın boyutunu görebilmek için fazla
gerilere veya fazla uzaklara gitmeye
gerek yok. Çünkü, herkes güncel hayatına ve toplumsal
olaylara şöyle bir göz atsa, bunu rahatlıkla
müşahede edebilir. Çıkan manzara karşısında insanın kalbi
acıyla, korkuyla, kaygıyla ve ümitsizlikle
doluveriyor. Devlet tarafından işlendiği ispatlanan
binlerce faili meçhul cinayetler, deprem
sonrasında devletin, bir bakıma halkına karşı bakışını gösteren
birçok alâmetler vardır ki bunlar; devletin insanlara çektirdiği
zulüm,
eziyet ve vicdansızlıklar, irtica adı altında sürdürülen
İslâm ve Müslümanları takip, soruşturma ve savaş da muazzam
kararlılık ve ciddiyet, bu bağlamda İslâm
ile savaşma kararları anlamına gelen
“28 Şubat kararları” çerçevesinde Müslümanların
namazını, Kur’anını, başörtüsünü ve diğer hükümlerini
yok etmek için yapılan sinsi ve amansız irtica mücadelesi,
devletin birimleri tarafından
gerçekleştirilen veya onlarca yönetilen cinayetlere
ve teröre Hizbullah adı altında İslâm’a iftiralar ve halkı
korkutmak,
sindirmek ve baskı altında tutmak gibi birçok olaylar,
komplolar ve eylemler daha hâla zihinlerde tazeliğini
ve kalplerdeki etkisini korumaktadır.
Ya halkın gelir dağılımına
baktığımızda durum nasıl? Halkın
büyük çoğunluğu fakir, aç-susuz ve perişan...Günün
büyük bir bölümünü işte çalışarak ailesinden uzak
geçirdiği halde,
sofrasında bir dilim ekmek ya buluyor yada bulamıyor. Türkiye’de
intihar istatistikleri tırmanışta, alkol ve uyuşturucu hastalığında
belki dünyada
benzeri yok. Gençlik şaşkın, başıboş ve vurdum duymaz bir hayata
kaptırmış kendini. İnsanî, ruhi, ahlakî değerler yok olmaya
yüz tutmuş, insanlar robotlaşmış ve köleleştirilmiş bir
şekilde ekmek parası derdinde, ezen ezene ve kıran kırana bir
mücadele. Toplumda ve ilişkilerde güvensizlik, kuşku, şüphe,
yalan,
iftira, kin, düşmanlık, intikam ve sahtekarlık havası hakim.
Huzur, mutluluk, sevgi, sevinç, dayanışma, fedakarlık, dürüstlük,
sorumluluk, cesaret, cömertlik
yok olmaya yüz tutmuştur. Türkiye’de önceden görülmeyen
bir biçimde satanistlik türemiş, genelevler, barlar ve fahişeler
bataklığı ve ticareti oluşmuş, artık Fatmalarımız,
Ayşelerimiz bu ”medeniyet”! yuvalarında büyüyüp yetişir
olmuştur.
95 kişiye bir kahvehane düşerken
65.000 kişiye bir kütüphane ve ayrıca 7 kişiye sadece bir kitap
düşmektedir. Türkiye’de1226 kütüphanede sadece
10.000.000 kitap bulunurken İsveç’te
sadece 12 halk kütüphanesinde 45.000.000 kitap bulunmaktadır.
Türkiye’de gençliğin %61’i hiç kitap okumamakta, halkın
10.000 kişisinden sadece 8 kişi kitap okumaktadır, %12’si
okuma yazma bilmemekte, %43 ilkokul mezunu, %20 lise, %13 ortaokul,
%7 üniversite veya yüksek okul mezunudur. Türkiye’de ders kitapları
hariç, dört kişilik bir ailenin evine yılda ortalama 2 kitap
dahi girmemektedir. Bu rakamlar sadece ekonomik yetersizlikten
değil, aynı zamanda geri kalmışlık ve değer ölçülerinden
kaynaklanmaktadır.
Zira halkı paraya ve maddeye tapar hale getiren Cumhuriyet
kültürü zihinlere ve kalplere işlemiştir.
Türkiye İsrail ile dost ve kardeşlik
ilişkileri kurmuştur. O Yahudiler ki, ihanetin, korkaklığın
ve satılmışlığın simgesi haline gelmişler... O Yahudiler
ki, Peygamberimizi bir domuza benzetip resimleri insanlara dağıtmışlar...
O Yahudiler ki, peygamber katilleri olmuşlardır... Rabbimiz
onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
“İnsanlar içerisinde
iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahudiler
ile, şirk koşanları bulacaksın.”
(Maide 82)
Türkiye yöneticilerinin platonik bir aşkla,
tapınırcasına sevdikleri batı kültürünün temsilcileri
olan, İngiltere ve Fransa kendi parlamentolarında Türkiye’nin
birçok parçalara bölünmüşlüğünü gösteren yeni haritaları
dolaştırmıyorlar mı? Ermeni soykırım tasarıları ve kararları
alınmıyor mu? Türkiye
ortak savunmadan dışlanıp hep şamar üstüne şamar yemiyor
mu? Kıbrıs elinden alınmak İstenmiyor mu? AB’nin dışında
tutulup, siz
Hıristiyan değilsiniz denmiyor mu?
Buna rağmen bu sefihler Avrupa Birliğine girelim, onlardan
olalım demiyorlar
mı? Ve daha neler neler... Listeler çok uzun, meseleler çok
büyük ve ihanetler çok vahim. Kelimelerle
ifadede yetersiz kalıyoruz. Kapkaranlık manzarayı bir bütün
olarak ele almak, kitaplar yazmayı ve uzun uzadıya açıklamayı
gerektirir.
Ey askerler, aydınlar, siyasetçiler ve
sermaye sahipleri !!!
Cumhuriyeti kurarken, korurken
ve hâlen sürekli olarak çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmaktan
söz ediyorsunuz! 77 yıl sonrası... İşte, çağdaş medeniyet
dediğiniz manzara... Cumhuriyetin
77 yıllık bilançosu açık ve net olarak ortada...Sizlerden
bazıları çağdaş medeniyet seviyesine, “dinsiz nesil
mabetsiz şehir demiştiniz”, alın işte size isteğiniz
üzerine şer kaynağı satanistler, hayır kaynağı Müslümanlar
yerine, alın size genelevleri ve şer kaynağı kahveler, temiz
mescitler ve hayır kaynağı kütüphaneler yerine, gelinen bu noktadan
memnun musunuz, mutlu musunuz, hedefinize
ulaştınız mı?!. Medeniyet (!) derken, sizin çocuklarınız,
Ayşeler ve Fatmalar satanistmi olsun, kütüphaneler, tertemiz
camiler ve aile ortamları dururken
genel evlerinde, barlarda ve kahvehanelerde mi yetişsin
istiyordunuz?.. Oysa ki, sizin taparcasına sevdiğiniz, bağlandığınız
batı kültürü ve onun temsilcileri Amerika ve İngiltere de,
çocukların ezici çoğunluğu zina çocukları ve kadınların büyük
kısmı tecavüze uğramış ve çocukların büyük kısmı
cinsel tacize uğruyor, hem de öz be öz velileri tarafından.
Amerika´ya her sene Asya,
Latin Amerika ve Doğu Avrupa’dan 50 bin çocuk ve kadın getirilip,
tehlikeli iş ve fuhuş sektöründe çalıştırılıyor. 290 bin
çocuk fabrika ve çiftlikte çalıştırılıyor ve bazen günde
20 saat. 1% olan en zenginler
ülke servetinin 40% sahip, 12.7% olan 32
milyon kişi ise yoksulluk sınırının altında yaşıyor, 46
milyon için hiçbir sosyal güvenlik yok. 2 milyon kişi, sokakta
yaşıyor ve 40% yeterli yiyecek
bulamıyor. Her yıl 31 bin kişi vuruluyor. Günde 80 üzerinde
insan, silahlı olayda ölüyor. Kayıtlı silah satıcısı 100
bin. 6 milyon 300 bin kişi hapis veya gözaltında,
önceki yıla oranla 2.7% artış 1990`a oranla 44.6% artış.
Alın size platonik bir aşkla bağlı olduğunuz
batı kültürü ve onun en büyük temsilcisi, alın da gözlemleyin
şu tek dişli canavarı.
Dar ufkunuzla bağlı olduğunuz Batı, sizin
aleyhinizde gece gündüz komplo çiziyor ve size sırf Müslüman
göründüğünüz için kin besliyor. Halbuki
sizin pek bağlılık hissetmediğiniz Fatihler, Kanuniler ve
Yavuzlar gibi atalarınız, İslâm ve Hilafet sayesinde bu batılılara
asırlarca diz çöktürmüştü. O İslâm ve Hilafet ki, sizler
onu düşman ve karanlık kabul ediyorsunuz. Halbuki,
atalarınızın ve sizin gücünüzün sırrı onlarda gizlidir.
Sizler milyonlarca Müslüman evladını Avrupalıların pis işlerini
ve tuvaletlerini temizlemek için işçi olarak gönderirken,
atalarınız dünyanın liderleri ve efendileri olarak gittiler.
Bölge insanlarına adaleti, huzuru,
aydınlığı, hidayeti götürdü ve öğrettiler. Ecevit, 1999
yılının kasım ayında Clinton’a, 500 senedir bizzat Hıristiyan
papazlar tarafından Bosna kilisesinde saklanmış
ve korunmuş olan Fatihin Fermanını
gururla götürmedi mi? Bu fermanda İslâm’ın
hükümleri geçmiyor muydu? Nedir ki, papazlara ve Hıristiyanlara
bu fermanının içeriğine o
kadar hürmet ettiren ve sevgi besleten?
İslâm ve Hilafetin adaleti, yüceliği ve aydınlığı değil
mi? Ki bundan bizzat gayrimüslimler de nasibini almıştır. Avrupalılar,
Lozan gibi ihanet anlaşmalarıyla İslâm topraklarını
küçük küçük karton devletçikler haline
bölmüşken, şu anda kendileri her sahada
müthiş bir hızla birleşmeye çalışmaktadırlar. Sizler ise,
kardeş olan halkların arasına çizilmiş olan sınırları fanatikçe
koruyorsunuz. Halbuki,
bu haritaları Avrupalılar masa arkasında kalemle
çizmiştir. Şu anda da İngiliz ve Fransız parlamentolarında
sizleri
tekrar bölmenin hesapları artık güncel tartışılan
konular haline gelmedi mi? Siz ise, kaderinizi Amerika gibi sömürgeci
ve düşman bir ülkeye teslim etmeye kalkışıyorsunuz. O
Amerika ki, Kuzey Irak`da kendisine uşak olacak
bir Kürt devleti kurmak, sizi de Ortadoğu, Balkan ve Orta
Asya’da maşa ve hizmetçi olarak kullanmak
istemektedirler.
77 yıldır tevhîd-i
tedrisat kanununu
uygulamakla övünüyorsunuz. Hangi bilim adamı,
uzman, düşünür, siyasetçi ve devlet adamı yetiştirebildiniz?
Şu an var olanlar Amerika, İngiltere,
Fransa ve Almanya’da eğitim görmüş veya bunların
üniversitelerinde yetişmiş değiller mi? Eğer yetiştirdiğinizi
iddia ediyorsanız o halde neden ta Amerika’dan
Mehdi diye zikrettiğiniz Kemal Dervişi can kurtaran olarak
getiriyorsunuz?! Yoksa satanistten ve genelevi yöneticilerinden
ve mafyacı, çeteciden başka yetiştiremediniz mi!!!. Hani
muasır medeniyet,
hani çağdaşlık, hani kalkınma?!. Bilakis sizler 77 yıldır
bu halkı cumhuriyet,
kapitalizm ve batı kültürü projeleriyle geri bıraktınız,
iflas ettiniz ve ettirdiniz. Bu halkı, karanlıklara,
mutsuzluğa, kimlik
krizi ve depresyonlara soktunuz ve bu halka zilletten başka hiç
bir şey vermediniz.
Tüm bunları ise muasır medeniyet
seviyesine erişmek adına yaptınız ve
bunları yaparken kendinizi de halkınızı da gerçek tarihinden,
dininden, şahsiyetinden ve kültüründen uzaklaştırıp yabancılaştırdınız.
Bunu da zorbalıkla ve hainlikle yaptınız, halende yapmaktasınız.
Yüce Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
“Bir Halk kendi bünyesinde olanı değiştirmedikçe
biz o Halkın halini değiştirmeyiz”
(Rad 11)
“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz
onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü
kör olarak haşredeceğiz. O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin?
Oysa ben, hakikaten görür
idim!, der. (Allah) buyurur ki: İşte böyle.
Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun.
Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!”
(Ta-ha 124,5,6)
Gerçek devlet adamı Hz.
Ömer’in hikmet dolu sözleri zelilliğin
sebebini ne de güzel açıklıyor: “Biz zelil olan bir halk
idik. Allah bizi İslâm ile yüceltti bundan sonra biz yüceliği
başka şeylerde ararsak Allah bizi zelil kılar”.
Ey Müslümanlar!!!
Allah’ın Resulü şöyle buyuruyor:
“Haberiniz olsun ki, iman çarkı
ebediyen dönecektir. Bu çark her nerede dönüyorsa, Allah’ın
kitabına uygun olarak döndürün.
Haberiniz olsun. Devlet ve Kitap birbirinden
ayrılacaktır. Sakın ha siz, Kitaptan ayrılmayın. Haberiniz
olsun. Başınıza öyle
insanlar yönetici olarak geçecek ki, onlara itaat ederseniz sizi
küfre götürürler, itaat etmeyip isyan ederseniz sizi
öldürürler.” Orada
bulunanlardan birisi sorar: Ey Allah’ın Resulü! Pekala ne
yapalım? Resulullah (sav): “İsa’nın ümmeti gibi yapın.
Onları ateşe attılar, testere ile biçtiler (fakat
yine de dinlerinden taviz vermediler). Allah’a itaat uğruna
ölmek, Allah’a isyan içinde yasamaktan daha hayırlıdır.”
(İbni Hacer, el-metalibu´l-Aliye 4/267; Heysemi Mecmau´z
-Zevaid 5/228)
Evet... 77 yıl önce, 3
Martta Devlet dinden ayrıldı ve bugün hâlen ayrıdır. Peki,
ya siz ne yaptınız ve ne yapıyorsunuz ey Müslümanlar?!.
Sizler değil misiniz aç, susuz ve fakir bırakılan? Sizler
değil misiniz zulüm, hakaret ve eziyet gören? Sizler
değil misiniz devletimiz deyip gece gündüz durmadan çalışıp
sonra ihanete,
soyguna uğrayan, zillet ve mutsuzluğa mahkûm edilen? Sizler değil
misiniz dinine, Kur’anına, başörtüsüne, namazına ve
tarihine savaş açılan? Sütçü imamlar bugünler için mi
mücadele etti? Kurtuluş savaşı (!) ve diğer
savaşlarda bu karanlık dolu zillet günleri için mi o kadar
temiz şehit kanı aktı? Dünyanın Efendisi Peygamberiniz
Muhammed Mustafa (sav) sahabeler,
atalarınız, bu günler için mi savaştı, mücadele
etti, direndi ve öldü? Hani Allah’a
verdiğiniz sözler?
Peygamberinizin emri olan: “Sakin ha!
Sakin ha! siz kitaptan ayrılmayın”
sözünü ne de çabuk unuttunuz!
Nereye bu gidiş? Ne zamana kadar küfre,
zulme, karanlığa ve zillete koyunlar gibi boyun eğeceksiniz? Ne
zaman Ömerler, Hamzalar, Mutasımlar, Fatihler, Selahaddinler ve
Şeyh Şamiller gibi aslanlar olarak kükreyeceksiniz?
O Şeyh Şamil ki, şöyle demişti:
“Kahrolsun sefil esaret, yaşasın
şanlı ve güzel ölüm.” O Hamza ki, şöyle demişti: “Ben
gözümün gördüğü hiç bir şeyden korkmam,
ancak gözümün görmediğinden (Allah’tan)
korkarım.” O Selahaddin ki, şöyle demişti: “Kudüs işgal
altında iken sevinmek
ve gülmek bana haram olsun.” O Ömer ki, şöyle demişti: “Biz
zelil olan bir halk idik, Allah bizi İslâm ile yüceltti. Her
kim İslâm’dan yüz çevirirse Allah onu zelil kılar.” O
Fatih ki, şöyle demişti Bizans kralına: “Bizlere laf etmeye
devam edersen ülkeni atlarımın ahırı haline getiririm.”
O Mutasım ki, krala şöyle bir mektup yazmıştı: “Müminlerin
emirinden Romanın köpeğine, esir aldığınız Müslüman bacımızı
serbest bırakmazsanız, sizlere öyle bir ordu gönderirim ki,
bir ucu sizin yanınızda bir ucu ise bana dayanır.”
İşte İslâm ve Hilafet... Sizi şerefli,
üstün, mutlu ve dünyanın efendileri haline getirmişti. Sizi
aydınlığa, yüceliğe ve zirveye taşımıştı. Cumhuriyet,
kapitalizm ve batı kültürü ise sizleri şu an bulunduğunuz
ateş çukuruna attı, sizi karanlıklara gömdü, sizi zillete ve
perişanlığa mahkûm etti.
O halde artık uyanın, ayağa kalkın ve kendinizi silkeleyin.
Her şeyden önce işe şu zihinlerinizdeki kölelik
prangaları olan laik, cumhuriyet, demokrasi ve batı kültürünü
söküp atmakla başlayın. Daha sonra şu laik, cumhuriyet
devletini yerle bir edin. Cahiliyye ölümüyle ölmekten
kurtulun. Zira Allah’ın Resulü şöyle buyurmuştur: “Kim
ki, asrın Halifesini
tanımadan ölürse cahiliyye ölümü ile ölür.”
Hilafet devletinin kurulması bütün Müslümanlar üzerine en elzem
farzlardan biridir.
Ey Müslüman âlimler, hocalar, imamlar ve
hatipler!!!
Allah’ın Resulü şöyle buyuruyor:
“Ümmetimde iki sınıf insan
iyi olursa ümmetimde iyi olur, kötü olursa ümmetimde kötü
olur. Onlar, İdareciler ve âlimlerdir.” Allah-u Teala şöyle
buyuruyor:
“Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi
gizleyip
onu az bir paha ile değişenler yok mu, İşte onların yiyip de
karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir.
Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları
temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap
vardır.” (Bakara174)
Yine Resulullah (sav) şöyle buyuruyor: “Ümmetimin
selameti hususunda en çok korktuğum şey
halk arasında âlim olarak bilinipte gerçekte münafık
olan kimselerdir.”
Yine Resulullah (sav) şöyle buyuruyor
sizlere: “Kim çölde yaşarsa sert
olur, kimde oyuna uyarsa vurdumduymaz olur, kim yöneticilerin kapısına
yaklaşırsa
fitneye düşer ve hiçbir kul yok ki yöneticilere yaklaşsın da
Allah´tan uzaklaşmasın.”
(Müsnedi Ahmed)
Sizler, bugün ümmetin içinde bulunduğu
ateş çukurundan, herkesten daha fazla sorumlu ve vebal
sahibisiniz. Bu karanlık durumda sizin de payınız çok
büyüktür. Sizler, sorumluluklarınızı yerine getirmediniz ve
getirmiyorsunuz. Hakkı hep gizliyorsunuz. Bu halka laik,
cumhuriyetin gerçeğini ve İslâm’ın ahkamını tevilsiz olarak
apaçık bir biçimde anlatmıyorsunuz. Halkı ve kendinizi
küfür-zulüm bataklığından kurtarma
hususunda fedakârlık
gösterip, önderlik yapmıyorsunuz. İbni Mesud' ları, Mus’abları,
Hambelleri, İbni Teymiyeleri, El-iz bin Abdusselamları, Seyyid
Kutupları, Takiyyuddin En-Nebhanileri değil, devletlerin uşakları
olan, kiralık kalemleri ve sözcüleri örnek alıyor veya
onların etkisi altında kalıyorsunuz.
Sizler, bu laik Cumhuriyeti kurup, Allah’ın
indirdiği İslâm ve Hilafeti kaldıranların Yahudiler
ve İngiliz ajanları olduğunu bilmiyor musunuz?
Eğer bilmiyorsanız şu gerçeklere bir göz atin: Lozan sadece
bir barış anlaşması değil, Avrupalıların ve özellikle
alçak İngilizlerin yüksek menfaatleri
uğruna, ümmetin ve İslâm’ın yıkımı, ümmetin tarihinin,
dininin, dilinin, kimliğinin ve hatta kıyafetinin radikal ve
kapsamlı bir şekilde değişimi anlaşmasıdır. Bakınız Lord
Curzon, İngiliz parlamentosunda Türkiye’nin bağımsızlığını
kabul ettikleri için yoğun eleştiriye uğradığında neler söylüyor:
“Türkiye’nin işi bitmiştir. Bundan sonra belini asla
doğrultamaz. Zira biz
onun manevi kuvvetini mahvettik. Ki bu
kuvvet İslâm ve Hilafettir.”
Abdulhamid’den Filistin’de toprak isteyip
bu isteği reddedilen, 1908´de Abdulhamid’in azlinde rol
oynayan, ailesi hâla Türkiye’de en büyük ekonomik kuruluşların
mali danışmanlığını ve Türk Yahudilerin haklarını
koruyan, Yahudi hahambaşı Hayim Nahum, Lord Curzona şöyle
diyordu: ”Siz Türkiye’nin bağımsızlığını tanıyın,
o zaman da ben onların İslâm’ı ve İslâm’ı temsil eden
kurumları (Hilafet) ayakları altında ezeceklerine söz
veriyorum.”
Hayim Nahum, İngiliz istihbaratında çalışan
bir kadınla ve Mustafa Kemal ile yakın işbirliği
yapmış, daha sonra bu kadın İsmet İnönü’yü celp etmiş
ve ilişkileri o kadar ilerlemiştir ki, Lozan’daki Türk heyeti
bile kaygılanmaya başlamıştı.
Bakınız M. Kemal ile İsmet İnönü arasında geçen şu
konuşmaya: “M. Kemal: “Ne okuyorsun o kadar dikkatli bir
biçimde İsmet? Yoksa
İngiliz kralının bana dizbağı nişanını (İngilizlerin
en yüksek ödülünü) vereceğini mi
okuyorsun.” İsmet
İnönü: “Nedir o
ödül meselesi?”
Mustafa Kemal: “Duymadın mı?
Amerikan gazetesi kaynaklı dünya basınının ne yazdığını?
İngiliz kralı bana en yüksek ödül olan dizbağı nişanını
takacakmış.” İsmet İnönü soğuk bir şekilde
soruyor: “Pekiyi neden ve hangi bağlamda
veriyorlar?”
Mustafa Kemal: “Ya İsmet,
bunu herkesken en iyi senin bilmen gerek. İngiliz halkı beni
çok sever ya! Hatta bunu Loyd Georgeyi (bir Türk karşıtı)
indirmekle kanıtladılar”.
Bakınız, The Daily Telegreph (meşhur bir
İngiliz gazetesi) M. Kemal
hakkında 11 kasım 1938´de neler yazıyor:
“M. Kemal’in ölümü
ülkemiz için gerçekten acıdır. O iç
güdüleriyle İngiltere’den yana olan tek diktatördü. Bu
İngiliz taraftarlığı
çeşitli nedenlerden ileri geliyordu. Atatürk İngiltere’ye
hayrandı ve iki ülke arasında
dostluğun güçlenmesini arzu ediyordu.”
Zamanında Türkiye’yi ziyaret eden seçkin bir İngiliz
çiftiyle konuşurken,
Kıbrıs’ın tahkimi konusu ortaya atıldı. Atatürk, “Niçin
Kıbrıs? Türkiye kıyısı daha iyi bir deniz üssü olamaz mı?”
diye sordu. İngiliz çifti, “Evet
olur, yeter ki iki ülke her zaman birbirine dost kalsın”
karşılığını verdi. Cumhurbaşkanı Atatürk, “İngiltere
ile Türkiye birbirinin ancak dostu olmalıdır”
dedi. 1936 yılında Sekizinci Edward, Türkiye’yi
ziyaret eden ilk İngiliz kralı olarak İstanbul’a vardığı
zaman, Atatürk onun elini tuttu ve sultanların
eski başkentine ayak
basmasına yardım etti. 27 Ocak 2001 tarihli İngiliz the
Guardian gazetesi ne diyor: “M.
Kemal Atatürk, Selanik doğumlu bir Yahudi
idi ve Hitler’in altında ezilen
binlerce Yahudi’ye kucak açtı.”
İşte Hilafeti bu üçlü (İngilizler-Yahudiler
ve ajanları M. Kemal) ittifakı yıkmıştır. İşlerini öyle
sinsi ve büyük komplolarla yaptılar ki, son ana kadar Hilafeti
yıkacaklarını kalplerinin derinliklerinde gizlemişlerdir. Bu münafık
yapılı insanlar
halkı harekete geçirirken (milli mücadele ve kurtuluş
savaşında) gelin Hilafeti, şeriatı ve Kur’anı kurtaralım
demişler, halifelere daima övgüler yağdırmışlardır. Ta ki
gücü ele geçirinceye kadar. M. Kemal, bu halka ihanet ederek
tehditle, yıkım-kıyımla bir avuç Yahudi, İngiliz uşağı
ile Hilafeti tarihin
kara sayfalarına gömmüşlerdir.
Ey alimler, hocalar, hatipler, İslam profları
ve doktorları!
Bakın gerçek önderlere
Bazı insanlar Abdullah b. Ömer’e:
“Bizler devlet başkanlarımızın
huzuruna çıktığımız zaman onlarla, yanlarından ayrılınca
kendi aramızda konuştuğumuzdan farklı bir şekilde konuşuruz.”
dediler. İbni Ömer de onlara: “Resulullah
(sav) zamanında biz bunu münafıklık sayardık.”
diye cevap verdi. (Buhari).
El-İz bin Abdusselama talebelerinden biri; “Sen
padişah Eyyübu muhasebe ederken ondan korkmadın mı? dedi.
El-İz bin Abdusselam talebesine şöyle cevap verdi: “Oğulcağızım!
Vallahi ben Allah’ın yüceliğini düşününce, o karşımda
kedi gibi oldu.”
Ahmed İbni Hanbelin amcası İshak, şöyle
der : “Bir gün Ahmed ibni Hanbel’in bulunduğu hapishaneye
girdim ve ona şöyle dedim: “Ya Ahmed! Gördüğüm gibi
arkadaşlarının hepsi cevap verdiler ve kurtuldular.
Zindanda bir tek sen kaldın.”Ahmed
ibni Hanbel şöyle cevap
verdi: “Ey amcacığım! Eğer alimler
takiyye olarak cevap verirlerse ve cahiller
cehalet içindeler ise hak ne zaman ortaya çıkar ve belli olur.”
“Habbab’ın rivayet
ettiği hadisi ne çabuk unuttunuz?
Resulullah (sav) şöyle buyuruyor: “Sizden
öncekilere öyle işkenceler yapıldı ki,
etleri kemiklerden demir tırnaklarla
ayrıldığı halde yine onlar dininden dönmediler.”
Bunun üzerine İshâk şöyle dedi: “O
öyle deyince biz artık vazgeçtik:”
Ey Âlimler!!!
Gelin bunları örnek alın... Seyyid Kutupları
ve Takiyuddin En-Nebhanileri örnek alın... Onlar
ki, zillet ve nifak içerisinde yaşam yerine şerefli ve üstün
ölümü tercih ettiler.
Ey Kerim Ümmet!!!
Laik Cumhuriyeti yıkarak, yerine İslâm’ın hakimiyeti,
Allah’ın indirdiğiyle tekrar yönetmek, yâni Hilafet
devletini ikâme etme meselesi, sizin ölüm-kalım meselenizdir.
Gelin, bu meseleye sahip çıkın... Gelin, Allah’ın ve Resulünün
söylediklerine kulak verin ve onlara itaat edin... Gelin Allah’ın
Resulünün ve sahabelerinin yapmış olduğu mücadeleye
katılın... Sınırlı dünya hayatını ebedi âhirete tercih
eden sefih ve ahmaklardan
olmayın. Resulullah (sav)’i kendinize bu mücadelede örnek alın
. O ki, müşriklere; “Vallahi sağ elime güneşi ve sol
elime ayı koysanız
ben bu mücadeleden asla vazgeçmem, tâki İslâm egemen
olur ve ya ben bu uğurda helak olurum.”
demişti.
|