-1-

 

Mustafa Selim

İslâm akli bir akideye dayanır ve insanların tüm ilişkilerini bu akideden fışkıran sistem ile düzenler. Bu sistem fikir ve metod dan oluşur. İslâm insanın aklına (fikrine) hitap ettiği gibi, bu hitaba hangi metod ile uyulacağını da göstermiştir. Düşünce ve metod böylece Allah’u Tealanın İnsanlardan talep ettiği her şeyde esastır. Bu fikir ve metod bir kaideye dayanır ki bu İslâm akidesidir. İslâm akidesi her şeye şâmildir. Allah’ın sunduğu her fikirde İslâm akidesi esas olduğu gibi, bu fikre ait olan metod`da İslâm akidesinin cinsindendir.

İslâm Yaratıcısı ile kul arasındaki akide ve ibadetlere şamil olan ilişkiyi düzenlediği gibi, İnsanın ahlak, yiyecek ve giyeceklerden müteşekkil kendi nefsi ile olan alâkasını, İnsanın diğer İnsanlarla arasında cereyan eden alâkaları da düzenlemiştir ki, bunlar muamelat ve ceza kanunlarıdır.

İşte Para, onun mahiyeti ve sistemi muamelattan sayıldığı için, muamelat kategorisine girip, onun hakkında şer-i hüküm araştırılıp, ona tâbi olunması farzdır. Allah (cc) para hakkında ayetler inzal buyurmuştur. Peygamber (sav)’den ise hadisler varit olmuştur. Ayetlerden, hadislerden, ve Sahabenin icmaı ile tevatüren sabit olmuştur ki, İslâm dininde para denen şeyin esası altın ve gümüştür. Paranın altın veya gümüşten başka bir şeye dayanması kesinlikle caiz değildir.

Öte yandan para sisteminde altının kaldırılmasına müteakip, insanlar büyük sıkıntılar içerisinde kıvranmaktadırlar. Kafir iktisat uzmanlarına bile bu durum ayan-beyan olmuştur. Bu uzmanlar ciddi şekilde bugünkü tüm dünyada uygulanan kağıt para sisteminin bozukluğunu, onun beraberinde getirdiği büyük problemleri ve her an büyük bir patlama ile çöküşünün beklenildiğinden bahsedilmektedir. Dünya devletlerinin kağıt para sistemine geçişlerinden beri insanların şahit olduğu bir çok mâli krizlerin yanı sıra toplumsal çöküntülerde beraberinde gelmiştir.

Bu sistemden avantaj sağlayan büyük kapitalist şirketler ve onlara bağlı olan eğitim ve haber merkezleri, düşünürler ve siyasiler, insanlara bu kağıt para sistemini süslü göstermeye, onun bozukluğunu (kaos) bir düzen olarak lanse etmeye ve modern çağın problemlerine uygun yegâne para sistemi olduğunu beyan etmektedirler. Bugün bu sistem Avrupa devletlerini dahi rahatsız etmektedir. Çünkü kağıt para sistemi, ABD’nin elinde tüm dünya halklarını sömürmek için kullanılan bir araç haline gelmiştir. Her beldeden evvel İslâm beldeleri en yoğun şekilde bu sömürüye muhatap olmalarına rağmen Müslümanlar henüz kağıt para sisteminin kendileri için getirdiği zararları ve onun kafirlerin (özellikler ABD) Müslümanlar üzerinde bir yol olarak kullanıldığı şuuruna varamayıp, altın para sistemine dönüşün Allah’ın kesin talebi olduğunu unutmuşlardır. Bu ise, Müslümanların uğradığı müthiş fikri zafiyetlerinden kaynaklanmaktadır. Oysa İslâm’ı bir fikri liderlik olarak para sistemine uygulamaları gerekir. İslâm’ın şer-i hükümler ile tanzim ettiği para sistemini namaz farziyeti gibi Allah’ın bir emri olduğu için icra etmeleri gerekir.

Onun için önce İslâm’da paranın altına ve gümüşe dayandığına dair şer-i delilileri gösterip, paranın batıdaki serüvenine baktıktan sonra altın ve altın para sistemi ile ilgili 20. yüzyılda gerçekleştirilmiş mâli ve siyasi adımları göstereceğiz.

İnsanlık tarihine baktığımızda; onların tarih boyunca çeşitli şeyleri para olarak kullanmış olduklarını görürüz. Para denen şey ise mal ve hizmetlerin kıymet (değer) ölçüsü, bunları satın alma aracıdır.

Mal ve hizmetlerin değerleri ölçülebilmesi için mübadele şarttır. Yâni mal ve hizmete sahip olan kişilerin bunları aralarında değiştirmeleri gerekir, böylece birbirlerinin değerleri ortaya çıkar. Mübadele için ise para şarttır, çünkü para ile merkezi bir birim tespit edilmiş olur ki, bunlar mal ve hizmetlerin değeri ölçülebilsin. Her malın ve her hizmetin değeri bu tek birim ile ölçülmüş olur. Böylece İnsan, ekmek alınca o birimden (paradan) bir miktar verir. Ücretli olarak hizmet sunarsa yine o birimden bir miktar ücret olarak alır.

İslâm, mal ve hizmetlerin mübadelesi için bir mübadele aracı belirtmemiştir. Ancak bunların karşılığı para olacaksa para olarak altın ve gümüşü şart koşmuştur.

İslâm mal ve hizmetlerin parasal değer ölçüsünü toplumun inisiyatifine bırakmamış, değişmeyen/sabit bir parasal birime bağlamıştır, ki bu altın ve gümüştür.

Şer-i Deliller: 

Altın ve gümüşü biriktirerek onu Allah yolunda harcamayanları elem verici bir azapla müjdele!” (Tövbe 34) Kenz`le ilgili bu ayette mal olarak kastedilen paradır (altın ve gümüştür.)

Ukubat (ceza kanunları) hususunda diyeti farz kılarken: “Bir kişinin öldürülmesinin diyeti yüz deve veya bin dinardır.” (Buhari, Nesei)

El kesmek ile ilgili şartlardan birini gösterirken: “El kesmek, ancak bir dinarın dörtte biri ve daha fazlası hırsızlıklar için geçerlidir.”(Buhari, Nesei, Daremi)

İbadetler ile ilgili zekatı farz kılınırken bu farziyeti altın ve gümüş ile tayin/ifade edilmiştir. Kur ile hükümleri bildirirken (paranın para ile değişimi) yalnızca altın ve gümüş göz önüne alınmıştır. “Peşin olmak suretiyle istediğiniz şekilde, altını gümüşle alıp satabilirsiniz” (Tirmizi)

“Şöylece peşin olmadıkça dirhem karşılığında altın vermek faiz olur.” (Nesei, Ebu Davud, İbni Mace, Ahmed, Malik)

Kısaca şer-i hükümlere göre; Altın sisteminde para, tam olarak altına dayanır. Yâni İnsanlar bizzat altın ile alış-veriş yaparlar veya altına dönüştürülebilecek kağıtlar ve mâli evraklar ile muamele yaparlar. Devlet veya o mâli evrakı çıkaran kişi/müessese bu evrakı altına dönüştürme mecburiyetinde olur.

Buraya kadar şer-i delillerden bazılarını zikrettik. Ayrıca unutulmaması gerekir ki, altın para sistemi hakkında Sahabenin icmaı da vardır. Hülafa-i Raşidin ile başlayarak, tüm halifeler (İslâm devletinin 1924 İstanbul’da yıkılışına kadar) bu sistemi uygulamışlardır.

Vak'a olarak Altın para sistemi:

Altın sistemi binlerce senenin geleneğine dayanır. İnsanlar onu çeşitli şeylerle mübadele yaptıktan sonra en uygun olarak seçmişlerdir. Ender bulunan taslar (kehribar), hayvanlar, sedef, gömlekler (misal: Yemen gömleği), buğday gibi nice şeyler, insanlar arasında başka mallar ile değişim görmüş, ancak hiç birinde altındaki olan özellikler bulunamamıştır.

Yüzyıllarca dünyada gümüş, paranın aslı (Müslümanların dışında) ve en yaygın olanı idi. Altın değerli alış-verişler ve dış ticarette kullanılmaktaydı. Devletlerarası ticaretin yoğunlaşması ile altın gittikçe para sisteminin merkezi konumuna geldi ve günümüzde bile yukarıda saydığımız tüm bu özellikleri bünyesinde korumaktadır. Bu özellikler şöyle sıralanabilir:

1-Altın dünyanın her tarafında bulunur. (Böylece İnsanlar onu para yapma imkanına sahiptirler.)

2-Aynı anda az bulunur ve çoğaltılması mümkün değildir. Böylece az bulunurluluk ona diğer nesnelere nispeten yüksek bir değer kazandırır.

3-Arzu edildiği kadar değer kaybetmeden bölünmesi mümkündür.

4-Altının her bölümü değer açısından diğerlerine eşittir. Yâni bölünme ile değerinden bir şey kaybetmez.

5-Muhafazası mümkün olup, yıpranmaya karşı mukavemeti çok yüksektir.

6-Taşınması kolay, az miktarda taşınması külfetsizdir. Hatta devletlerarası altın transferi (mal ve hizmetlerin karşılığı olarak) cüzi bir külfete sahiptir.

Altının bu avantajlarından dolayı her asırda birçok toplum tarafından para olarak kabul görmüştür. Ancak devletler ve para basma yetkisine sahip olan müesseseler ve şahıslar bu yetkiyi istismar ederek halkı aldatmışlardır. Bunun nedeni devlet hazinelerini veya şahsî mülklerini çoğaltmaktır. Bu aldatmalar farklı bir çok yollar ile bir kaç üsluba dayanmaktadır.

Medeniyetin ilerlemesi ile farklı tekniklere (İnternet, bir bankanın veya bankalar arası bilgisayar sistemi, türlü türlü mâli evraklar/kontratlar ki, bunların borsalarda büyük rolü vardır) başvurulmuş olsa da asıldan hiç bir şey değişmemiştir. Bu asıl bir zati değere sahip olmayan sahte paranın çıkartılmasıdır. Otoriteler bu sahte parayı insanlara zorla kullandırtmışlardır. Zamanın ilerlemesi ile bu otoriteler halka hile yapmakta iyice tecrübe kazanarak farklı vesileler ve üsluplar icat etmişlerdir.

Hatta bu hilelerin meşruluğu devlet erkanı ve düşünürler nezdinde tartışılmaz bir hal almıştır. Dahası halk bu olayı anlayabildiği kadar tabii bir durum olarak algılamaya başladı. Bunun delili 1777’de Prus İlimler Akademisini ödüllendirmek üzere şu sorunun cevabını aramasıdır: “Avam halk için hangisi daha yararlıdır. Alışageldiği yanlışlar üzerinde onu tutarak aldatmak mı, yoksa onu yeni yanlışlara saptırarak aldatmak mı?”

Bu sorudan apaçık ortaya çıkıyor ki, halkı aldatmak esastır. Bu soruda aldatma tartışılmıyor. Tartışma konusu yapılan hangi şekilde aldatmanın daha “yararlı” olabileceği hususudur. Yâni halk aldatılmış olsa da sonunda bu onun “yararına” olacaktır. Onların düşüncesinin bir ifadesidir bu soru. Hatta günümüze dek uzmanların ve siyasilerin para sistemine ve onunla ilgili icraatlara ve toplumun ondan çektiği sıkıntılara, ancak bu zaviyeden bakmaktadırlar.

Bahsi geçen soru, Alman Kayser Friedrich zamanında soruluyor. O büyük bir hile ile halkı aldatarak yedi senelik bir harbi finanse etmişti. Böyle bir soruya karşı çıkmadı. Sonuçta ödül iki kişi arasında paylaşıldı. Birisi hile taraftarı diğeri hileye karşı olan idi. Almanya’da bu akademinin sorusu üzerine 20 sene sürecek bir tartışma başladı. Tartışma, aydınlanmanın ne olduğu ve onun din ile devlet için avantaj ve tehlikeleri hakkında idi. Hatta Immanuel Kant 1784’ün Aralık ayında “Aydınlanma nedir?” makalesini yazmıştır. Yazmış olduğu makalesinde, görüşüne şöyle yer vermektedir:

“İnsanın tabii olarak kaderi kendisi düşünüp karar vermesi ve herhangi bir tahakkümden kendisini kurtarmasıdır.” Aydınlanma onun için insanın kendi işlerine bakamamazlıkdan kendisini kurtarmasıdır.

Para hakkında batının icat ettiği hilelerin nasıl geliştirildiğini anlamak için onun tarihine bakmak gerekir.

Batıda Altın para sisteminin tarihi:

İnsanlar mübadele aracı olarak hayvanlar, gömlekler, altın, gümüş ve bakırdan ziynet eşyaları kullanırlardı. Altının ve gümüşün para olarak uygun olduğunu çabuk kavradılar.

M.Ö. 7. asırda Kral Midas standart altın parçalarına damga vurdurdu. Böylece madeni para icat edildi. Aynı anda devletin hile yapabilmesi için de kapı açılmış oldu.

Çünkü Krallar, kayserler, kiliseler ve ardından normal şahıslar para basma yetkisine sahipti. Bunlar bu paraların altın gramajını bilinen miktarın altına düşürdüler. Bu sürekli yapılıyordu.

Misal: M.Ö. I. asırda Roma imparatorluğunun para birimi altından olan Aureus’du. 1 Roma Pfundu = 327 gram idi. 40 parça Aureus (8,2 gram altın) basılırdı. Sonra 42 (7,8 gram altın) basıldı. Altının yanı sıra dinar da vardı. 327 gram gümüşten = 84 dinar yapılırdı. M.S. 54-68 senelerinde Nero 45 Aureus ve 96 dinar bastırırdı. Aynı anda Nero yeni bir hile daha icat etmişti. Dinarın saf gümüş miktarını düşürdü. O ana kadar dinar % 97-98 saf gümüş den basılırdı. Bakır katma suretiyle bu miktar % 90-94’e indirildi.

Aşağıdaki veriler hangi Kayserlerin hangi senede dinarın %’lik olarak gümüş miktarından düşüş yaptıklarını gösterir: Kayser (98-117) Trajan % 80-85, Marc (161-180) Aurel % 75, Septimus (193-211) Senerus % 50’dir. Sonraki Kayserler (250’li senelerde) bu miktarı % 4-6’lara indirdi.

Buna rağmen İnsanlar bu paralara itibar ederlerdi. Çünkü para basma yetkisi ancak Kayser’e mahsustu. Onun resmi paraların üzerine basılırdı. Bu paralarda böylece o armadan dolayı bir nevi değer garantisi bulunurdu. Kimse buna bir gölge düşüremezdi

Şu denilemez: Altının gramajı veya saf altın miktarı düşürülmüş olsa da; bir işçiye misal olarak bir dinar verilirdi. Bu denemez. Çünkü işçiye böylelikle daha az altın ve gümüş verilmiş oluyor. İşçi bunu fark edene kadar daha da bu miktarlar düşürüldü. Halk dinar’da daha fazla gümüş olduğunu zannediyordu. Onlar öyle zannetse de devlet onların hüsnü zannını istismar ederek, halkın bu emek ve mallarını hile yolu ile çalmış olmaktadırlar. Daha sonra bu paraların değersizliğini gizlemek için onları gümüş suyuna batırırlardı. Böylece bakır paralar gümüş parasına benzerdi. Az zaman sonra bu cila yıpranıp bakır görünürdü. İnsanlar 3. asırda Roma devletinin değer garantisine güvenleri sarsıldı. Hatta daha evvel sarsıldığı tarihi buluntulardan belli olmaktadır. İnsanlar daha eski olan dinarları kenz ederlerdi. (Gümüş miktarı ve saf gümüş oranı daha yüksek olduğu için).

Sonraki Kayserler tekrar halkın güvenini kazanmaya çalıştılar. Büyük Konstantin 309 senesinde Solidus`u icat etti. Bu para, Almanya’nın Trier kentinde basılırdı. Zamanın şartlarına göre mümkün olduğu kadar saf altından oluşurdu. 4,55 gram altından yapılırdı.

Ne değişmişti ki? İnsanlar artık altının üzerindeki damgaya itibar etmiyordu, kendileri bunları tartıyorlardı. Hatta damgasız altın da itibar görmüyordu. Yâni devletin damga ile hilesi etkisizleşti. Ancak gümüşte yâni dinarda daha devam ediyordu.

5. asırda Romalıların Almanya da hakimiyeti yıkıldı. Ve 7. asra kadar 800 farklı yerlerde para çıkarılırdı. Kayserin merkezi şekilde damga vurması yok oldu. Farklı para birimleri çıktı. 800 yılında Büyük Karl bu yetkiyi tekrar kendisine çekebildi.

11. asra doğru para çıkarma yetkisi yine yöneticilere ve kiliseye verildi. (imtiyazlı kişilere).

Almanya’da 11. asrın sonlarına doğru Pfennig`in gümüş miktarı ilk icadında ki miktara nazaran düşürüldü. İnsanlar bu hileyi fark etmemeleri için, altın ve gümüşü ölçebilmek için kullanılan hassas terazilerin mülkü yasaklandı.

13. asra doğru Alman Kayserin hakimiyeti zayıflayınca birçok bölgesel emirler para çıkarmaya başladı. Para çıkarılan yerlerin sayısı 500’ü geçti. Ama devletin gözetimi şartı ile.

13. asırda yeni bir hile daha icat edildi. Paraların iptal edilmesi. Herhangi bir mazeret ile tedavülde olan belirli paraların evvelden haber vermeden iptali ilan ile bildirilirdi. Böylece tabii iktisat canlanırdı. Çünkü herkes elinde bulunan paranın iptal edilmesinden önce mal ve hizmet almak isterdi. Hatta bugün Silvio Gesell`e dayanan ekol bu sistemin tekrar uygulanmasını istemektedir. Buna rağmen piyasalara ve şehirlere kötü etki yapardı ve yıpratırdı. Onun için bazı şehirler yerli emirden para basma yetkisini satın alıp kendileri iptal etmemek üzere para basarlardı. Böylece Lübeck 1226 da, Basel 1273 de ve sonra Erfurt Hamburg ve Lüneburg adına daimi Pfennig denen para basarlardı.

Bu hileler, yâni bilinen paranın altın veya gümüş gramajını düşürmek. saf altın veya gümüşün miktarını düşürmektir. Ve parayı iptal etmek 18. asrın başlarına kadar sürdü. Yerel bir emir olan II. Johann Wilhelm (Jan Wellem) 1705 senesinde Köln`de Almanya da ilk Nota-Bankasını (Banco di gyro dàffrancatione) kurdu. 1706 senesinde sahibinin ismi üzerine kaydedilmiş imza ile sahibini değiştirebilir şekilde senetler dağıttırdı. Senetler meslek sınıflarına zorla imzalattırılmıştı. Günü geldiğinde senetlerin karşılığı banka tarafından faizi ile, yâni altın ve gümüş ile karşılanacaktı. Bu temel prensip öyle basit ve sinsi idi ki, bugüne kadar otoriteler tarafından daha sinsi bir hile icat edilmedi. Bu senetler kağıt para değillerdi. Yâni bankaya gidip altına değiştirilemiyordu. Ancak karşılığında altın verilecek diye söz var idi. Altın hazır bulunmadığı halde. Banka veya daha doğrusu sınıflar, vakti geldiğinde altın vereceklerine dair söz vermişlerdi.

Ancak bu çok zor idi. Onun için vadesi dolmuş senetlerin yerine yeni vadeli faizli senetler sahiplerine veriliyordu. Dağıtılan senetler % 30 - 40 düşüş ile ticaret edilirdi. Ve 1750-1777 senelerinde Banka tarafından nominal değerinin 3/1 ile ödendi.

Bugünkü para sistemi bu hileyi büyük çapta kullanmaktadır. Halk bu senetlere mülk olarak bakmaktadır. Ancak bunlar bu asırda vadesi dolsa da geriye ödenmemekte, yeni vadeli senetler onların yerine çıkarılmaktadır.