SÖMÜRGECİ UYGULAMA TARZINDA DEĞİŞİKLİK
İkinci Dünya Savaşının sonuna doğru
devletlerarası durumu iyice kavrayanlar, sömürgeciliğin kesin
olarak yok olmaya doğru gittiğini
anlamışlardı. İkinci Dünya Savaşının müttefiklerin
zaferiyle sona ermesinin hemen ardından
kapitalist sisteme ve batı sömürgeciliğine hücum etmek,
sömürülen halkları devrim için ayaklandırmak,
batılı ülkeler için birtakım zorluklar
çıkarmak şeklinde Rusya'nın siyasetinde
var olan çalışmalar, sömürgecilerin durumunu
önemli bir şekilde zayıflatıyordu.
Bu nedenle Amerika, sömürgeciliğin
korunabilmesi ve diğer sömürgeci ülkelerin ellerinde bulunan
sömürgelerin ele geçirilebilmesi için, emperyalizmin uygulama
metodunun değiştirilerek yeni bir metodun uygulamaya konulmasından
başka bir yolun bulunmadığını anladı. Amerika'nın
Dışişleri eski Bakanı John Foster Dallas
“Savaş mı Barış mı” isimli kitabının, “Sömürgeciliğin
gelişmesi korkunç devrimin
alternatifidir” başlığı altında şöyle diyor: “Sovyet
liderliği, Batı sömürgeciliğine,
öldürücü bir darbe vurmaya uygun bir yer olan yumuşak karnı
olarak bakmaktadır...
İkinci Dünya savaşının son günlerinde en önemli siyasi konu
sömürgeler idi. Eğer batı, sömürgeciliğin yerleşmesi için
emrivaki yaparak
direnseydi batıya karşı silahlı devrim hareketlerinin
yapılması ve bu olaylar karşısında da batının yenilgisi kaçınılmaz
olurdu. Bu nedenle
sömürgecilerin idaresi altında yaşayan yediyüz milyon insanın
içerisindeki en üst seviyede olanları barışçı bir yolla
bağımsızlığa kavuşturmak, başarıya ulaşabilecek yegâne
plan idi." Amerika,
sömürgeciliği yerleştirmek için bu planı benimsedi
ve bağımsızlığa kavuşan ülkeleri borç ve yardımlarla
kendisine bağladı. Ülkelerini ekonomik
yönden kalkındırmak için yardım elbisesine bürünen ve
sömürgecilikten kurtuluş kıyafetini
giyen bu insanlar, her ne
kadar başlangıçta bundan habersiz idilerse
de, devletlerarası siyasi ilişkileri dikkatle takip edenler bu
durumu biliyordu. Ancak bu yöntem değişikliği,
Afrika'daki ülkelerin bağımsızlığa kavuşmasından ve
özellikle de Kongo olaylarından sonra diğer
insanlar tarafından da
bilinir oldu.
Askeri güç ve ordular vasıtasıyla güçsüz
toplumları sömürmek şeklinde tecelli eden emperyalist otorite,
yerini Amerika'nın
benimsediği yeni bir yönteme bıraktı. Bu yeni yöntem, şeklî
olarak bu ülkelere bağımsızlıklarını verip yardımlar ve
borçlar
vasıtasıyla onları egemenliği altına almayı
gerektiriyordu. İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Portekiz
gibi sömürgeci
devletlerin ellerindeki sömürgelerin bağımsızlıklarını
kazanmaları için onlara hibe ve benzeri şekillerde yardımlarda
bulunarak
bu ülkelerin Amerika tarafından eski sömürgecilerden koparılma
düşüncesi gizli bir şey olmadığı gibi, halklara bağımsızlıklarını
vermek ve onlara borç verme yoluyla yardım etme düşüncesinin
de sömürgeciliğin
yeni bir yöntemi olduğu artık herkes tarafından bilinen bir
gerçektir. Endonezya'ya
ilhak edilmesi ile ilgili Batı Ariana olayları ve Rodezya örneğinde
olduğu
gibi Birleşmiş Milletler heyetinin Afrika'da İngiltere'ye
karşı harekete geçmesi, Kongo ve Angola olaylarının hepsi,
bağımsızlığını
elde eden ülkeleri borçlandırmak suretiyle
kendisine bağlanmaları amacına yönelik Amerika'nın sömürgecilikteki
yeni üslubunun apaçık
delilleridir.
Amerika, kendisinden borç almak istemeyen
ülkeleri ise, kargaşa ortamları oluşturarak onları çıkmaza
soktu. Amerika'dan borç alıp Amerika'ya boyun eğinceye kadar
onlara birtakım zorluklar gösterdi. Endonezya örneğinde
olduğu gibi, zor kullanarak mali kanalla kendisine bağladı.
Zira 1947 senesinde bağımsızlığına
kavuşan Endonezya, ABD'den borç almak istemedi. Bunun üzerine
Amerika karşılıksız yardımlar ve borçlanma suretiyle
kendisine bağlanıncaya, yani 1958 yılına kadar, Endonezya'da
devamlı olarak devrimler, darbeler ve iç kargaşa çıkardı.
Bugünkü durumuyla Endonezya bu kargaşalardan
kurtulamamıştır. Son öğrenci ayaklanmaları ve diğer hususlarla
ilgili. Endonezya üzerindeki baskılar halen devam etmektedir.
Diğer taraftan da bağımsız olan ülkelerin
de ABD'den borç almaları gerekirdi. Bunun için ise, bu
ülkeleri borç almaya sevk edecek birtakım bahanelerin bulunması
lazımdı. Bu nedenle bu ülkeleri sömürmek
ve bunlar üzerinde hâkimiyet kurmak için yabancı sermayenin
özellikle de Amerikan sermayesinin alınması konusunda hem
Batının nüfuzu altında
bulunan ülkelerde hem de eski sömürgelerde yaşayan toplumlarda
ekonomik planlama ve ekonomik gelişmeyi teşvik için kamuoyu oluşturdu.
Bu nedenle ekonomik planlamaya ve ekonomik
gelişmeye çağrı şeklindeki davranışlar şüpheli davranışlardır.
Askeri güç ve ordular vasıtasıyla yürütülen
sömürgecilik, yerini,
yabancı sermayenin bu ülkelere
giriş yollarının açılmasına bırakmıştır.
Ancak yabancı sermayenin kabulü, ülkelerin
servetlerinin artmasına neden olmadığı, tersine sömürgeciliğe
davetiye
çıkardığı kesin olarak bilinmelidir. Bir ülkedeki serveti
artırmak ve maddi ihtiyaçları
karşılayacak maddeleri çoğaltmak için iktisat politikası
oluşturmak her ülke için mutlaka
gereklidir. Fakat bütün bunları yapmak için ülkenin tamamını
kapsayan bir propagandanın yapılmasına gerek yoktur.
Diğer taraftan da bu tür
planların ve politikaların
Müslümanların düşmanları tarafından hazırlanması da
kesinlikle doğru değildir. Eğitim
düzeyinin yükseltilmesi için eğitim politikasının,
ordunun vurucu gücünü artırmak için silahlanma stratejisinin,
devleti devletlerarası
platformda etkili hale getirebilmek için dış politikanın
hazırlanması
vaz geçilmesi mümkün olmayan işlerdendir. Ekonomik gelişme için
yapılan çağrının çok geniş bir alanı kapsaması
ve dışarıdan yönlendirmelerle bize gelmesi, sömürgeciler
tarafından çizilmiş belirli planların
uygulanması gibi olaylar emperyalizmin nüfuzunun bu ülkelere
yerleştirilmesi planını açıkça göstermektedir.
İşte kamuoyunun işitip durduğu ekonomik
planlama ve ekonomik kalkınma kavramlarının ardında yatan sömürgeciliğin
iç yüzü budur.
Şu anda Türkiye’deki durum bundan farksızdır.
Türkiye sürekli olarak dış borçlanmaya yönelmektedir ve
yönlendirilmektedir. Türkiye’deki ekonomik çevreler, IMF yardımlarının
girdiği hiç bir ülkenin bu zamana kadar kalkınamadığını
belirtmektedirler. Türkiye şu anda batı tarafından hem
ekonomik hem de siyasi olarak baskı altındadır. Türkiye
bugünkü haliyle bu baskıdan kurtulamaz. Çünkü, sahip olduğu
sistem batı sistemi, yani kapitalizm,
bununla birlikte demokrasi, laiklik, serbest ekonomi
sistemidir. Türkiye bugünkü krizden kurtulsa dahi bu sisteme bağlı
kaldığı müddetçe gelecekte daha bir çok krizlere maruz
kalacaktır.
Biz şunu söylüyoruz: Türkiye’nin ve diğer
bütün İslam aleminin batının baskısından ve sömürgesinden
kurtulması, bütün dünyanın
içerisinde kıvrandığı şu acı çıkmazdan durumdan çıkabilmesi,
ancak Raşidi Hilafetin tekrar yeryüzüne bir devlet olarak geri
dönmesiyle mümkündür. İslam alemi ve bütün
dünya için ancak Raşidi Hilafet devletinin tekrar yeryüzüne
hakim olmasıyla mümkündür.
Bundan gayrı kurtuluş yolu yoktur.
 |