Dünya
siyasetinde ana noktayı oluşturan sömürü güncelliğini
korurken yine bu bağlamda yeni gelişmeler, siyasi
yönlenmeler, devletlerarası planlar ve bu noktalarda farklı
üsluplar kamuoyuna yansımaktadır. Dünya siyasetinde yön
belirleyici vasfa sahip olan ABD, Bush’la beraber yeni dünya
düzeni bağlamında bazı yeniliklere gitme gereğini
duymuştur. ABD’nin ''21. yüzyılda nereye gidilmesi gerektiğine
ilişkin vizyonun'' ana hatları belirginlik kazanmaya
başladı.
ABD’nin yeni siyasi kriterleri
ABD kominizim olgusunun
ortadan kalkmasından sonra stratejisini yeniden çizmek zorunda
kaldı. Ona göre büyük düşman yok olmuştu. Fakat
düşman olmadan hedef tayın etmek, belirli normlarda ortaya çıkmak
süper devlet açısından büyük zaaflardan sayılmaktadır.
ABD bu doğrultuda
ideolojik bazda düşmanını tespit etmiştir. O da, şu an
hayatta olmayıp varlığının dahi düşünülmesinin
kapitalist devletler ve onların kuklaları için büyük
tehlike unsuru sayılan İslam Devleti
ve bu doğrultuda çalışan İslami kitlelerdir.
a- İdeoloji
alanında ABD’nin tek düşmanı İslam’dır.
Kapitalizmin yayılmacı metodunun, toplumlar üzerinde rahat
hareket etmesinin önünde tek engel İslam düşüncesidir.
İslam Devleti yokluğunda dahi kapitalistler İslami eğilimler
önünde ideolojik bazda yenilgilerini açıkça
gördüklerinden bu nizamın
hayata gelişini mutlaka engellemeleri gerekliliği üzerinde
durmaktadırlar. Bundan dolayı kapitalizmin bütün organları
tek düşman olarak İslamı ilan ettiler. Batı kendi
normlarına uygun bir İslam anlayışını enjekte etmek istese
de bunda başarılı olduğu söylenemez. Deforme etmeye çalıştığı
bir çok hususlarda başarısız kaldıkları ortadadır. Dinler
arası diyalog, İslam dini siyasete karışmaz, İslam ruhani
bir dindir, laiklik-demokrasi-İslam bir arada yaşaması mümkündür
gibi geliştirmeye çalıştıkları
bir çok fikri girişimlerin etkinlik sağlayamadığı, hatta gülünç
bir konuma gelindiği görüldü. Bu aşamadan
sonra açıkça siyasal İslam’a karşı olduklarını
zikretmeye başladılar. Siyaseti içerisinde barındıran
İslam’ın ilerleyişi onları
tedirgin etmektedir. Bundan dolay da bir çok bölgelerde İslam’a
ve Müslümanlara karşı ağır suçlamalar ve şiddet kendini
göstermektedir. Avrupa’nın göbeğinde yok edilen İslami
değerler, Bosna’da, Kosova’da, Makedonya’da, Cezayir’de,
Filistin’de Türkiye’de
ve bir çok İslam beldelerinde estirilen kapitalizmin canavarca
eylemleri bu düşmanlığın gizlilik tarafının
kalmadığının birer numuneleridir. “NATO’nun düşman
konsepti”nde “kırmızı” ile sembolize edilen Sovyetlerin
yerini, “yeşil” ile sembolize edilen “İslâm dünyası”
aldı. Tabi ki; NATO’nun bir üyesi olan Türkiye
içinde tek düşman İslam’dır.
Kapitalistlerin yetiştirdiği siyasiler
artık bu düşmanlıklarını kamuoyuna çekinmeden
duyurabilmektedirler. Bunlardan bir tanesi olan Devlet Bakanı
Kemal Derviş ABD’nin dünyaca ünlü gazetelerinden
Washington Post’a verdiği demeçte aynen şu cümleleri sarf
etmiştir: “Biz başarılı
olmazsak, Türkiye, kökten dinci ya da milliyetçi partilerin
eline geçer. O zaman da ABD’nin Türkiye’deki menfaatleri
zarar görür.”
Bütün bunlar gösteriyor ki, İslam’ın gelişini engellemek
için ABD ve AB Müslümanların üzerindeki polisiye devletleri
ekonomik ve siyasi
açıdan beslemeye devam edeceklerdir. Bu onlar için büyük
hayatiyet içermektedir.
b- Global ekonomik konsepti. Bu
konu, sömürü alanında yapılan savaşta geliştirilmiş yeni
bir taktiktir. Aslı yine emperyalizmden kaynaklanmaktadır.
Sadece ismen ve üslup açısından bir değişme söz
konusudur. ABD bu alanda rakip olarak kendisine AB’ni seçmiştir.
Çünkü AB Amerika’dan sonra dünya devletlerini sömüren
ikinci büyük güçtür. Bu alanda tüm etkinliği eline
geçirmek isteyen ABD çeşitli oluşumlarla tek güç olmayı
hedeflemektedir. IMF, G 7’ler, Küresel ekonomi, Serbest
ekonomi, Serbest bölge gibi oluşumlarla dünya ekonomisine
yön vermeyi amaçlamaktadır.
Meksika, Kanada ve ABD arasında
1990'da imzalanan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması
(NAFTA) çerçevesinde ABD, son 10 yıldır Kuzey Amerika
ticaretine damgasını vurmakla kalmayıp FTAA ile de şimdi gözünü
Latin Amerika ülkelerine çevirmiştir. Bu ara kapitalist
ekonomi sisteminin toplumlar
arasında huzursuzluklara sebebiyet verdiği bariz bir şekilde
yansımaya başladı. Dünyanın dört bir yanında küreselleşme
karşıtı ayaklanmalar, IMF karşıtı gösteriler, IMF
reçetesi ile ekonomisi tamamen çöken (Arjantin, Türkiye,
Meksika, Endonezya gibi) bir çok ülke ve ülkelerde sıkıntılar
hat safhaya ulaşmıştır. Nitekim IMF’nin “Dünya
Ekonomisinin Görünümü” adlı raporunda küresel
ekonominin,1997-1998’de dünya çapında yaşanan mali krizden
bu yana en kötü tehlikelerle karşı karşıya bulunduğuna
dikkat çekilmiştir. Böyle olmasına rağmen ABD Başkanı
Bush bu çizgiden (sömürü yarışından) vazgeçmediklerinin
altını Almanya Başkanı Gerhard Schröder’e sarf ettiği
şu sözlerle ortaya
koymuştur: “ABD
ekonomisine zarar verecek bir anlaşmayı kabul edemem.”
Bu yüzden verilen krediler ve maddi yardımlar, ekonomi
konusunda yapılacak bütün anlaşmalar ABD menfaati doğrultusunda
olacaktır.
c- Öncelikli bölgeler. Rusya’nın
devletlerarası siyasette etkinliği yok olunca iki kutuplu dünyada
tek kutupluluk hasıl oldu. AB’nin cılız kalan etkinliği,
ABD’yi dünya siyasetinde zorlanmadan hareket
etmesini sağlamaktadır. Bundan dolayı ABD siyasetinde
öncelikli bölgeler olarak bir sınırlamaya gitti. Bu sınırlamasını
işin önemine binaen gerçekleştirdiği sezilmektedir.
Öncelikli bölgeler; Orta Asya, Ortadoğu, Balkanlar olarak ABD
siyasetinde ön plana çıkmaktadır.
Bu siyasetin izlerini Orta Asya’da;
Cin-ABD gerginliği, Tayvan-ABD ilişkileri, Pakistan-ABD
bağlantıları, ABD’nin Orta Asya’da askeri üs kurma
planları, Radikal dinciliği gündeme taşıyarak bölge
devletleriyle askeri, siyasi, istihbarat alanlarında yoğun
kulislerin gerçekleştirilmektedir. ABD askeri
birliklerinin stratejisinde olası savaş bölgeleri arasında
Orta Asya’nın yer alması, Türkiye üzerinden Orta Asya’ya
yönelik ekonomik planların gerçekleştirilmesinde ısrarcı
bir tavır sergilemesi, bölgenin Rusya tarafından talan edilen
ekonomisini ve insan pazarını ele geçirmek istemesi
şekillenen Orta Asya politikasının cüzleridir. Ayrıca
Amerika Pakistan'da askeri komando birlikleri bulundurmaya başladı.
Nitekim ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld Washington Post'a
verdiği demeçte askeri stratejisinin Doğu Asya üzerinde
yoğunlaşılması çağrısında bulundu.
Ortadoğu
bölgesi ABD için
önemini kaybetmeden siyasi ve ekonomik alanda güncelliğini
korumaktadır. Her ne kadar dünya enerji ağı Orta Asya’ya
doğru kaymaya başlasa da Orta doğu kadar işlek ve pratik
halde değildir. Bu Ortadoğu’da
taşımı genelde deniz yolu ile gerçekleştirilmektedir. Bu
yol da ABD’nin koruması altında bulunmaktadır. Irak
savaşından sonra Ortadoğu petrolünün büyük bir kesimi
Amerikanın kontrolüne
geçmiştir. İngiliz şirketleri cüzi bir payla Amerikan
şirketlerinin yanında durmaktadır. Petrolün dışında bölgenin
sıcak yapısı dünya siyasetinde
etkinliğini sürdürmektedir. Halen Irak üzerinde Amerikan çıkarları
tam anlamıyla gerçekleşmiş
değildir. Kuveyt-ABD askeri anlaşması zoraki şartlar
altında gerçekleşmiş olmasına rağmen İngiltere Kuveyt
üzerinde siyasi ağırlığını halen devam
ettirmektedir.
İsrail’in bölgede Filistinliler üzerinde
estirdiği terör hareketi Amerika tarafından da tasvip edilmemektedir.
Çünkü bölge halkları ile Amerika arasında pürüzlere
sebep olmaktadır. Amerika, çıkarlarını korumak için
İsrail ve Araplar arasında ara yolu bulmak istemesine rağmen
İsrail’in buna yanaşmaması bölgede Amerikan politikasını
zora sokabilir.
Bu ve diğer sebeplerden dolayı ABD’nin ikinci askeri
stratejik bölge alanı olarak Ortadoğu seçilmiştir. ABD
ordusu her türlü savaş olasılığı üzerinde durarak;
asker, silah, uçak ve gemi sayısını bölgede yoğun bir
şekilde bulundurmaktadır. Amerikalı yetkililer, hatta
başbakanları sürekli ve düzenli olarak bölge ülkeleri ve
askeri üslerine ziyaretler gerçekleştirerek
bölgeye verdikleri önemi vurgulamaktadırlar.
Balkanlar,
Amerika’nın Avrupa politikasının diğer bir yüzüdür.
Amerika Avrupa ülkeleriyle yakın bir zamanda doğrudan sıcak
bir savaşa girmesi mümkün gözükmemektedir. ABD-AB çatışması
genelde sömürü üzerinde değişik bölgelerde menfaat kavgası
şeklinde ortaya çıkmaktadır. Buna nazaran Avrupa önce kendi
bütünlüğünü sağlamayı amaçlamakta ve dünya siyasetinde
ABD’ye karşı güçlü bir muhalefet olarak çıkmak
istemektedir. Bu hususta Amerika Avrupa’yla doğrudan
kapışma yerine Avrupa’yı bölgesinde rahatsız edici ve
oyalayıcı işlerle uğraştırmak istemektedir.
Bundan dolayı Bosna, Arnavut, Kosova, Makedonya bölgelerinde
kasıtlı çatışmalar meydana getirmektedir. Bu gerekçeden
hareketle de bölgede sürekli asker bulundurmayı
planlamaktadır. NATO Amerikanın kontrolünde
olmasına rağmen bazen Avrupa’nın engeline
takılabilmektedir. Amerika kendi askeri birliklerini
Balkan ülkelerinde belirli bölgelerde konuşlanmasını
hedeflemiştir. Bu gücün hızlı hareket kabiliyeti
ve güçlü silahlarla
donatılması da tasarımları arasındadır. Amerika
Balkanlarda pozisyonunu güçlendirerek olası bir Avrupa ordusu
girişimlerine karşı önlem ve caydırıcılık tezini gerçekleştirmek
istemektedir.
Bu saydığımız alanların dışında
Amerika, Afrika ülkeleri ve Rusya gibi bölgelere önem verse
de bu ilk etapta askeri nitelikli değildir. Rusya ve Afrika
ülkelerinden herhangi
birinden siyasi ve askeri bir saldırı beklememektedir. Hatta
Amerika Suriye ve diğer sömürgesi olan Arap ülkelerini
ticari alanda
ilişkilerde bulunmaları için Rusya’ya yöneltmiştir. Rusya’nın
bölge ülkelerine yakınlaşması ve ekonomik bağlantılar
kurmasını engellememektedir. Böylece Rusya sadece ekonomik
çerçeve içerisinde hareket etmesi sağlanarak sınırlı
tutulmaya çalışılmaktadır. Hatta Amerika Rusya yolu ile
İngiliz kuklalarına da el atmayı düşünmektedir. Son
dönemlerde Rusya taşeron şirketlerle
Irak’ta enerji alanında büyük projeler gerçekleştirmektedir.
Konu ile alakalı diğer husus ise, ABD
savunma harcamalarında sınırlamaya gitmek
istemesidir. Bunu da ancak hızlı hareket eden bir ordu,
gelişmiş uydu, sistemi konvansiyonel silahlarla istediği yeri
vurma kabiliyetini elde etmekle sağlayabilir. Uzaydan güdümlü
silahlarla bir çok ülkenin hava gücü
ve radar sistemlerini vurma
ve bertaraf etme imkanlarını geliştirdiği teknolojiyle
yakalamıştır. Cin ve Amerika arasında yaşanan casus uçağı
meselesinde Amerikan casus uçaklarının internet ağlarına varana
kadar uzaydan kontrol ettiği ortaya çıktı. Görülen odur
ki, Amerika bu yönde geliştirdiği teknolojiyi kullanarak diğer
hususlarda tasarrufa gitmeyi planlamaktadır. Nitekim Savunma
Bakanı Donald Rumsfeld; bazı bölgelerde asker azaltmaya,
ordudaki harcamaların kısıtlanmasına, hareket kabiliyeti güçlü
bölüklerin
oluşturulmasına gidileceğinden
bahsetti.
Ortadoğu’daki gelişmeler:
Ortadoğu kanayan bir yara olmaya devam etmektedir. İsrail bölgenin
tek gücü imajını çok iyi kullanarak istediği an istediği
şekilde istediği yere
vurmaktadır. 1,5 milyar Müslümanın gözleri önünde İslam
beldelerini kirletmeye ve Müslümanların
kanını akıtmaya devam etmektedir. Filistin toprakları her gün
Müslüman kanlarıyla yıkanmaktadır. Amerika, İsrail’in
yaptıklarını tasvip etmektedir. Amerikanın hedefi bölgede
Müslümanları daha fazla ezdirmektir ki, böylelikle
Müslümanlar tamamen kafirlere teslim olsunlar. İsrail bu
doğrultuda onları daha zelil hale getirmeye çalışıyor.
Ayrıca kafirler tarafından planlananın (Filistin Özerk
Bölgesine
tahsis edilenin) dışında başka bir şey istemesinler. Şu
anda İsrail-Amerika ilişkileri
sıcaktır. ABD,
İsrail’de radikal dinci ve milliyetçi kanatları tavsiyesi
için yönetimle ortak çalışmaktadır. Bunun için aşırı
dinci (Likud) parti iktidara getirilmiştir. ABD
İsrail-Filistin meselesini uzun bir vadeye yaymıştır. Bush
Clinton döneminde olduğu kadar Filistin meselesini hemen
çözme eğiliminde gözükmemektedir.
Peres, BM Genel Sekreteri
Kofi Annan ile yaptığı görüşmeden sonra yaptığı basın
toplantısında, "ateşkes anlaşmasının henüz yazılı
hale gelmediğini, ortada sadece mutabakat
bulunduğu"nu söylemesi
Amerikanın belirli planlar doğrultusunda meseleye
yaklaştığını göstermektedir. ABD’nin isteği bölgede
çok sıcak çatışmaların çıkması ve akabinde son noktayı
koyan taraf olarak ortaya çıkmaktır. Suudi ve diğer Arap
yöneticilerinin savaş çığırtkanlığı
ve sert tedbirler alınması
konusu sadece göstermelikten ibarettir. Eğer bu hususta ciddi
olunsa idi İsrail’in
omuzlarına çoktan çökülmüş olacaktı. Ayrıca şu husussuda
burada zikretmek gerekir. ABD Golan tepelerinden vazgeçmiş
değildir. Papanın Suriye tarafında kalan
Golan tepelerini ziyaret etmesi de bu bağlamdadır. Papa
ziyaretinde “zorbalığın kalkması ve toprakların
eski haline dönüştürülmesinden”
bahsetti. Bu İsrail’e
yönelik bir Amerikan mesajıdır.
Her ne olursa olsun bölgede
istikrar ancak İslam Devletinin hakimiyeti ile huzura kavuşacaktır.
Ancak o zaman İsrail denen ur bölgeden sökülüp atılacak ve
bölge sükuna
kavuşacaktır.
TÜRKİYE’DE SİYASİ VE EKONOMİK
GELİŞMELER
Türkiye, tarihinin içerisinde bulunduğu
zor günleri ve kötü gidişatı yeni ittihatçılar
eşliğinde, yabancılardan alacağı iyileştirme fikriyle düzeltmeye
çalışmaktadır. Osmanlının temellerine dinamit koyan bu
zihniyet, bahsettikleri siyasi ve ekonomik bağımsızlığını
elde etmiş (!) Türkiye Cumhuriyetinin de temellerini
dinamitlemeye devam etmektedirler. Çünkü onlar çok iyi
biliyorlar ki, her ne kadar bu memleketler kendi yönetimleri
altında da olsa Müslümanların kalkınması
kendilerine zarardan başka bir şey getirecek değildir. Onun için
toplumun sesine kulak tıkayarak duyarsız tavırlarla, o pembe
hayatın peşinde tenis topunun arkasından koşuyorlar. Onlar
bu ümmete o kadar düşman ki, zorba düzenlerini daha da acımasız
hale getirip halka zulüm ve işkence etmek için yarışıyorlar.
Kafirlerin boyası ile boyanmış siyasiler ve ekonomistlerden
ümit bekleyen halk artık gerçeği görmek zorundadır. Türkiye
hükümeti her ne kadar kendini batılı gibi görmeye çalışsa
da üzerinde oynanan oyunlardan
kendini kurtaramadığını görüyoruz. Tarihine küfrederek
batılılara uşaklık yapanlar, batılıları pek memnun etmiş
gözükmüyorlar. Batılıların her isteği yerine
getirilmesine rağmen bu halden memnun olacak gibi de
değillerdir. Çünkü, halk halen
Müslüman...
Türkiye’de gerçekleşen siyasi polemiğe
geldiğimizde bunu iki noktada ele almak mümkündür.
Kemal Derviş ve Etrafında Gelişen Olaylar, Kemal Derviş kimdir?
İslam düşmanlarının İslam’a ve onun bütün
değerlerine karşı savaştıkları hepimizin
malumudur. Hatta bu o noktadadır ki, Hz. Muhammed (sav)’e,
sahabelere, dünyaya damgasını vuran halifelerin şahsiyetlerine
ve yönetimlerine kin kusanlar nedense hain (Türkiye
cumhuriyetini kuran ve diğer) idarecilerin şahsiyetlerine toz
kondurmak istemezler. Onların geçmişlerini araştırmayı
kanunla yasaklayıp
haklarında basında yazılmasına ambargo koyarlar ve halktan
kimliklerini gizlemeye çalışırlar. Galiba
bu tavırları
bir korkunun eseri olsa gerek. Onlar asıl kimlikleri ve
kokuşmuş fikirleriyle doğrudan halkın önüne çıkmaya
korkarlar. Çünkü onlar bu halktan değillerdir.
Onlar hem fikren hem de
kişilik itibariyle bu toplumda yaban otu gibidirler. Onlar
Müslüman kişiliğe sahip değil, yahudi, İngiliz, Amerikan
fikri ve kişiliğine sahiptirler. Kemal Derviş’te bunlardan
bir tanesidir. Derviş, kimliği ve ailesi
üzerinde durulması ve
basında çıkmasından pek hoşlanmadığı bellidir. Kısaca:
Kemal Dervişin babası Rıza Bey Nazi döneminde aktifliği
ile tanınan biridir. Gizli servislerle ilişkileri vardır.
Nazi döneminin elçisine düzenlenmek istenen suikastı
gizli servislerden aldığı haberlerle önlemekle ünlüdür.
Alman elçiliğinde görevlerde
bulunur. Bu dönem içerisinde elçilikte tanıdığı Alman
bayanla evlenir. Derviş 1949 ta İstanbul’da doğdu. Kemal
derviş İsviçre’de büyümüş, bir müddet Almanya’da
kalmış, 25 yılını Amerika’da
geçirmiştir. Eşi Amerikalıdır. (Kanal
D 15/5/2001 Politika durağı) Dr.
Kemal Derviş Sabetay (yahudi dönmesi) kökenlidir. (Abdurrahman
Dilipak), London School of Economics'i birincilikle bitirdi.
Princeton Üniversitesinde
kısa sürede doktora yaptı. 1970'lerin başında ODTÜ'de ders
verdi. Derviş, Orhan Bilgin tarafından da yetiştirildi. Bu
şahıs derin devlete
yakınlığıyla tanınan biridir. Derviş, Ecevit'in yanında
yer aldı. Akla ve bilime dayanan görüşleri CHP içindeki
devletçi ve üçüncü
dünyacı kesimle ters düştü. Dünya Bankasına gitti. London
School of Economics and Political Science Lisans ve Lisansüstü,
doktorasını ise Princeton Üniversitesinde yaptı Derviş,
1978 yılında Dünya Bankası'nın araştırma bölümünde
çalışmaya başladı. 1982 yılında Global
Endüstri Bölümü Endüstri Stratejileri
ve Politikası Dairesi Başkanlığına atandı.1986´ya kadar
bu görevde kaldı. Daha sonra, Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey
Afrika Ekonomi Uzmanları Başkanlığı görevini yürüttü.
Meslek kariyerinde ve Dünya Bankası bünyesinde hızla yükselen
Derviş, Doğu Bloğunun yıkılmasından sonra
Orta ve Doğu Avrupa masalarının başkanlığına getirildi.
Bu ülkelerin, pazar ekonomisine geçmesine büyük katkı
sağlayan Derviş ayni zamanda
Dünya Bankası ve Avrupa Birliğinin Bosna Hersek´in yeniden
imarı programlarını da yönetti. 1996 yılında Orta Avrupa
ve Kuzey Afrika´dan Sorumlu Dünya Bankası Başkan
Yardımcılığı görevine getirildi.
Kemal Derviş’in IMF’nin adamı, ajan,
mason olduğu ileri sürülen görüşler arasında. MHP İstanbul
Milletvekili Mehmet Gül, Derviş’in; RP’yi kapatan ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Recep Tayyib
Erdoğan’a siyaset yasağı getirten güçler tarafından Türkiye’ye
getirildiğini ifade
etti. Kanal 7’de yayınlanan “İskele
Sancak” isimli programa katılan MHP İstanbul Milletvekili
Mehmet Gül, Kemal Derviş’in annesinin gayrimüslim Kemal
Derviş’in de mason olduğunu ileri sürdü.
(Akit 16/4/2001) Derviş
Türkiye’ye, güven ortamının yeniden tesisi için yeterli
olacak yeniden yapılanma,
özelleştirme ve makro ekonomik önlemler planıyla geldi. Türk
siyasi sistemi daima, kökeni 1908 jön
Türkler ihtilaline kadar uzanan Kemalizm dayanıyor.
(Le Fıgaro 27/4)
Karizmatik bir portreye sahip olan Derviş’in
bu ümmetle yakından uzaktan bir alakasının olmadığı
ortadadır. Kemal Derviş, yurtdışında yetişip gelen veya
getirilen diğer siyasiler gibidir. Temelleri çürük Türkiye’nin
gidişatına yön vermesi için DSP tarafından getirilmiştir.
DSP’li bir milletvekili katıldığı
açık oturumda bunu açıkça dile getirmiştir. Ekonomik
alanda büyük bir boşluk bularak TC. üzerinde
siyasi ve ekonomik baskısını
artıran Amerikanın baskılarını hafifletme, Türkiye
üzerindeki siyasetini deşifre etmek için, Amerika’yı
yakından tanıyan Kemal Derviş bir kurtarıcı olarak getirilmiştir.
Böylece Türkiye bir krizi daha Kemal Derviş yoluyla
atlatmayı planlamaktadır. Kemal Derviş’in
Amerika’dan gelmesi onun Amerika adına çalıştığını
ortay koymaz. Derviş öncesinde ve Derviş’in
Bakan olmasından sonra devam eden sürece baktığımızda,
Kemal Derviş için derin devlet tarafından
bir zemin oluşturulduğunu görürüz. Hatta önceki yazılarımızda
yeni cumhuriyetçiler
ve derin devletteki
değişimden bahsetmiştik. İşte bu girişim de onun bir
uzantısıdır. Kıvrıkoğlu, Ecevit, Mesut
Yılmaz ve İsrail Dışişleri Bakanı Peres’in Kemal
Dervişin arkasında durması Kemal Dervişin bağlı olduğu
merkezi biraz daha aydınlatmaktadır. Askerlerin ve solcu
kesimin Derviş’e çok sıkı bir şekilde sahip çıktıklarını
da görüyoruz.
Derviş ve Siyasi Yapılanma
Derviş her ne kadar ekonomist olarak
tanıtılsa da asıl işi siyasidir. Devleti idare edenlerin içerisinde
bulundukları dumanlı hava veya yansıtılan kaoslu ortamda
Kemal Derviş için siyasi ortam hazırlanmaktadır. Bunun son göstergelerini
şu şekilde
sıralamak mümkündür:
a- Sağda yaşanan yenilikçi hareketler bir
çok liberal ve milliyetçi partiler doğurdu.
Demokrat Parti ve daha sonrasında oluşan partiler gibi. Fakat
sol kendisini bir türlü yenileyemedi ve bunun acısını halen
çekmektedir. Ecevit kendisinden sonra partisinin dağılacağını
sezdiği için de kurultayda sert bir
görünüm sergileyerek
biten bir partinin yeni adresi yani Kemal Dervişi gösterdi.
Kemal derviş bu yenilenmeyi yakalayacak
tek isim olarak ortaya çıktı. Bundan dolayı da sol kesim
partilerde bir telaş baş göstermeye başladı.
b- Yolsuzluklar, siyasi kargaşalar, meclisin
içeriğini kaybetmesi kasıtlı olarak toplumda günümüz
siyasilerinin yıpratılma politikası yeni siyasi oluşumun
önünü açmak içindi. İşte bu noktada
Derviş Amerika’dan getirtilerek yeni siyasi oluşuma aday gösterildi.
Derviş erken çıkışlar yaparak ta bu tavrını göstermiş
oldu. Kemal Derviş, kendini "liberal sosyal demokrat"
olarak lanse ederken solu toparlayacağı sinyallerinide
vermektedir.
c- Yolsuzluklardan ve polimiklerden uzak kalacak ve güncel
acil işlerin yapılanmasınını üsletmesi ki, bu noktada
Ecevit’in taşıdığı yetkileri aşan bir tavırla engameli
bir çalışmaya koyulmuştur. Mecliste gurubu bulunan bütün
partiler çekişme ve sürtüşmelerle politik hayatlarını sürdürürken
Derviş hepsini aşan yetkilerle ekonomi ve siyasi işleri tek
başına yüklenmiş vaziyettedir. Derviş,
"hükümetin bir önceki ekonomik programının bürokratlara
bırakılmış olması ve sahipsizliği nedeniyle çöktüğünü"
söylüyor. O nedenle, kendi koordinasyonunu sürdürüyor. Ve
tabii, kendisi de yalnız kalmamak için kapalı devre dar bir
kadro oluşturmaya çalışmaktadır. Bürokratlardan, bilim
adamlarından, yakın dostlarından
bir çevre... Çalışma arkadaşlarını ve gelecekte yönetime
aday kişilerden bazılarıyla özellikle Tunca Toskay ve Sümer
Oral gibi komplekssiz ve katkıda bulunmaya hazır, alanlarında
yetkin kişilerle iş
birliği yaparak, son 20 yılda sadece Özal'ın
yakalayabildiği oranda bir desteğe
sahip olmayı planlamaktadır. Bugün ki kirlenen siyasi yapılanmadan
uzak olduğunu hissettirmek istemektedir. Abartısız söylemleri,
ciddi konuşması, dünyadaki prestiji, düşük gelir gruplarına
yaklaşımı, yolsuzluklara ve kötü siyasete karşı açık
tavrıyla, halkla kurduğu ilişkilerle
bir Özal portresi çizmek istemektedir. Bazen basın
toplantılarında halkın cazip karşılayacağı demeçleri ve
çizeceği
politik yapılanmanın izlerini sunmaktadır.
Şu demecinde olduğu gibi:“Annemin Alman, eşimin
Amerikalı olması halkı rahatsız etmiyor. 6 yıl önce
Ankara'da ders veriyordum, beni dinlemeye
gelen iki kız yan yana oturuyordu. Biri türbanlı, diğeri
mini etekliydi. Türkiye böyle olmalı..”
Siyasi alanda ciddiyetini göstermek için halkın çıkarlarını
koruyucu bir şahsiyet sergilemeye
çalışmaktadır. ABD ve AB'ye: "Yardımın politik
şartlara bağlanması büyük hata olur, ters etki yaratır"
diyerek kahraman rolüne bürünmek istemektedir.
Derviş zoraki alacağı kredilerle Türkiye’nin tıkanan
siyasi yapısının önünü açmak için caba gösterecektir.
Zoraki diyoruz çünkü; Amerika işin başından
beri kredi verme taraflısı değildi. Kredi için konan ağır
şartlar, Amerika Maliye Bakanının
sert bir üslupla “Bundan
sonra Türkiye’ye kredi vermeyeceğiz”diye
demeç vermesi, arkasından Bush’un ültimatom niteliğinde
gönderdiği mektup bütün bunlar ve diğer kredi hakkında
ortaya çıkan hususlar Amerikanın krediye sıcak
bakmadığına delillerdir.
|