Bütün dünyada olduğu gibi son dönemler
İslam beldelerinde de değişim rüzgarlarından bahsedilmektedir.
Acaba gerçek değişim nedir ve nasıl gerçekleşir? Bu
soruların cevabı İslam beldelerinde
halen bir muamma olarak kalmış, Müslümanların zihinlerinde
netlik kazanmış değildir.
Çeşitli alanlarda esen değişim rüzgarları
Müslümanlara değişik açılardan
yansımaktadır. Kapitalizmin küreselleşme bazında
giriştiği değişimler
İslam beldelerinde anayasal, ekonomik, sosyal, toplumsal uzlaşma
ve insan
haklarına uyum çerçevesinde ele alınmaktadır. Batının
çirkinleşen yüzü estetiklerle değiştirilmek istenirken,
doğal olarak İslam beldelerindeki küfür düzenlerinin de bu
değişimden payını alması öngörülmektedir. Yani İslam
beldelerinde bahsedilen değişimin kaynağı batı ve
kapitalist düzendir. Batının kapitalizme yeni çehre geçirerek
kendi içerisinde bir değişime gitmesi, İslam beldelerindeki
kukla yönetimleri rahatsız etmektedir.
Bu rahatsızlığın nedeni küfrün
gerçek çehresinin
toplum tarafından anlaşılacağı endişesindendir. Bunun
içinde gerekli ortam hazırlanarak
toplumun rahatsızlığını yine batının demokratik
haklar çerçevesinde sunduğu alanda çözümlemeye çalışılmakta
ve halkın önüne de bu tarzda bir alternatif ortaya konmaktadır.
Batının kendi içerisinde gerçekleştirdiği değişim ile
İslam beldelerindeki
yapmaya çalıştığı değişim, farklı hususları içermektedir.
İşte bu çerçevede, İslam beldelerinde
batı standartlarında demokrasi atılımları, laiklik ilkelerini
kökleştirecek (kendi deyimleri
ile) çağdaş değişim ve yönelişler için yoğun
faaliyetler yapılmaktadır. Kapitalizm sistemini takip eden
ülkelerde eleştirel
ortamı oluşturmak çok basittir. Yapılması gereken
değişiklikleri haklı gösterecek çarpık olaylar zaten düzenin
bünyesinde daima varolmuştur. Bunlar yeri geldiğinde topluma
büyük haksızlıklar olarak yansıtılıp yeni kılıflar geçirmek
için kamuoyuna yansıtılır. Son dönemler basın yayın
kuruluşları ve kamuoyunun üzerinde ehemmiyetle durduğu
yolsuzluklar, rüşvet, haksızlıklar,
ekonomik sıkıntı, fikri baskılar, siyasilerin
düşüklükleri ve güvenirliklerini kaybetmeleri
ve hukuktaki boşluk ve bozukluklar, dışarıdan gelen ekonomik
ve siyasi baskılar gibi devletin
değişimini istediği hususlar kasıtlı olarak gündemde
yerini almaktadır. İslam beldelerindeki
devletlerin Amerika ve AB’ye verdiği güvenceler
ve batının istekleri doğrultusunda bir çok hususta değişime
gidecekleri kesindir. Bunu topluma
benimsetmenin yolu ise önce tepkisel bir
ortam, arkasından düzen içerisinde batıdan gelen veya
istenilen yapılanmayı tek çözümmüş gibi toplumun önüne
koymaktır. Bunu son dönemlerde
daha da açık bir şekilde müşahede etmekteyiz. Siyasilere
karşı kin ve nefret büyümüş, temiz siyasetçi
arayışlarına yönelinmiştir. Ekonomik sıkıntıların
aşılabilmesi için çözümün Amerika veya
Avrupa klüplerine üye olmak gerekliliği
dile getirilmiştir. Fikri ve siyasi özgürlük için Amerika
ve Avrupa tipi çağdaş demokrasi anlayışı
halka tutunulacak tek alternatif görüş olarak yansıtılır.
Ayrıca yabancı varlığın açıkça hegemonyasının
hissedilmemesi içinde ulusçuluk, milliyetçilik, özgür
devlet anlayışını kuvvetlendirecek batı
ve sömürge karşıtı aldatmacı ve cılız çıkışların
kurtuluş ve bağımsızlık olaraktan halkın beyinlerine
nakşedildiğini görüyoruz. Bu tip görüşleri
çoğaltmak mümkündür. Bu görüşleri benimseyen ve bu rüzgara
kapılan kişiler, dar çerçevede
meselelere yaklaştıkları için işin gerçek yönünü
kavramaktan acizdirler. Bundan dolayı da kokuşmuş düzenlerin
sahte ve çürük değişim programlarıyla ümmet oyalanmaktadır.
Devlet bu problemi üretirken veya bünyesindeki bozuklukları
tedavi etmek isterken rejimin hayatiyetini etkileyecek hiçbir
yapılanmaya yer vermemektedir.
Bundan dolayı dikkat edilirse demokrasideki bozukluklara
karşı doğan tepkileri yine demokratik
alanda yapılacak değişimlerle telafi edilmesinin
mümkün olacağının altı çizilmektedir.
Yani çökmekte olan sistem ve kurumları başka bir deyişle
ıslah edilmek istenmektedir.
Bunun dışında gelecek değişim önerilerine ise rejim karşıtı
gözüyle bakılmaktadır.
Yani değişim hususunda devlet taşıdığı akidesini aksaklıkları
düzeltmede tek ölçü kabul etmektedir. Buna karşılık
gidişattan rahatsızlık
duyan toplum tepkilerini hangi ölçüler çerçevesinde yaptığının
farkında
değildir. Çözüm konusunda da aynı hata işlenerek
çürümüş batının ve kuklalarının
gösterdiği alternatifleri yenilik olarak kabul
edip dört elle sarılmaktadırlar. Açık oturumlarda, kamuoyu
yoklamalarında tepki gösterilen
hususlara köklü bir değişimin,
çözüm olarak ortaya
konduğunu şu ana kadar görülmüş değildir. Karışık
zihinler, basit çözümler ve büyük gürültü kopartılarak
yapılan çıkışlar, değişim unsurları asla olamaz.
Belki toplumda güncelliği takip edip kavrayan,
tepki gösteren aydın bakış açısına
sahip kişiler
veya kitleler bulunabilir. Bunlar üzerinde uygulanan devlet
terörü, üzerlerindeki ağır baskılar ve kasıtlı
saptırmalar gerçek değişimin öncülerinin
önünde en büyük set olarak durmaktadır. Bundan dolayı da
onların güçlü fikirlerle gür çıkan sesleri toplumda pek
duyulmaz. Birde buna
ümmet içerisinde ölçüsüz, tepkisel ve bilinçsiz bir
İslam anlayışıyla
çıkışlar da eklenince gerçek değişimin etkileri o gürültüde
boğulma noktasına
gelir. Ne yazık ki; İslam ümmetinin büyük bir kesimi bugün
bu kaosu yaşamaktadır.
Ümmet bu tezatlar içerisinde boğuşurken köklü ve gerçek
değişimin başlamasıyla ses getirdiği bölgeler batının
dikkati nazarından kaçmamaktadır.
Örneğin; Orta Asya ülkelerinde yaşanan olayları köklü değişimin
eseri olarak gören Amerika,
batılılar ve yahudiler korku ve telaşa kapılmışlardır.
Orta Asya’dan yükselen bu değişim rüzgarı onları kara
kara düşündürmektedir. Bunun içinde her türlü baskı yöntemi
denenmekte, o bölgelerdeki
hain idarecilere milyonlarca dolarlık
maddi destek sağlanmaktadır. Bunun yanı sıra istihbarat,
siyasi ve askeri desteklerde
peşi sıra gelmektedir. Bu, Asya’da olduğu gibi bütün
İslam beldelerinde de kendini hissettirmektedir.
Orgeneral Kıvrıkoğlu basına verdiği bir demeçte
İslami tehlikenin geçmediğini beyan ederken yaşadığı bir
korkunun
da altını çiziyordu: “Siyasi İslam ölmedi. Her an
ortaya çıkabilir.” Onlar şu gerçeği çok iyi kavradılar
ki oda; İslam’ın her dönem
ve asırda köklü değişimi sağlama gücüne sahip
oluşudur. Kendi savundukları kokuşmuş düzenler insanları
mutlu etmekten acizdir.
İslam ümmeti üzerinde taht kurmuş fasit
ideolojiler nedeniyle toplumun kötülükler üzerine donduğu
bir gerçektir. Bu donuş köklü değişim
yerine çöküşten başka bir şey getirmiş değildir.
Yıllardır herhangi bir İslam beldesinde (kukla, karton devletçiklerden)
herhangi birisinin kalkındığına şu ana kadar şahit olmuş
değiliz. Çünkü, aynı toplumda birbirine zıt iki ideoloji bulunmaktadır.
Bu ise değişim isteyen toplum için büyük tezattır. Bu
noktada mutlaka iki ideoloji birbirleri
ile çatışacaktır.
Toplumda değişimden bahsedenler her zaman
cüzi kesimlerle uğraşırlar. Bu, devleti eleştiri, kişilerde
kusurlar aramak gibi noktalarda ortaya
çıkar ve bu alanlarla tadilata gidilmeye çalışılır.
Kişinin kendisini değiştirmesi veya devlet idarecisinin görevden
alınması şeklinde bir değişime
gidilmesi en büyük hedefsel çalışmak olarak algılanmaktadır.
Oysaki toplum sadece fertlerden müteşekkil olmadığı gibi
sadece devletten
de meydana gelmez. Değişimi esas alanlar toplumun sadece
insandan müteşekkil olmadığını, toplumu oluşturan
unsurlar arasında fikirlerin,
duyguların ve nizamların da olduğunu kavramak
zorundadırlar. Bunlar toplumu birbirine bağlayan unsurlardır.
Değişimi hedef alanlar toplumdaki
fikirler, duygular ve nizamları düzeltmek için ortaya çıkmalıdırlar.
Ancak bu şekilde bir çalışma toplumsal değişimi doğurabilir.
Devleti soyanların
eleştirilip değiştirilmesi, çöken ekonomiyi kurtarmak için
Amerika’dan temiz
siyasetçi diyerek Dervişin getirilmesi
gibi hususlar kokuşmuş
düzeni değiştirmede etken değil, aksine kokuşmuş düzenin
ömrünü uzatmaya yönelik bir faaliyettir.
Müslümanlar bu tezatlarla yıllardır uğraşıp durdular.
Buna rağmen bir adım ileriye gidildiği söylenemez. Ancak
toplumda sahih ideoloji
ölçü alınırsa değişim için atılan
adımlar ses getirecektir.
Bu ideolojinin hararetiyle atılım gerçekleşir, bir halden
başka bir hale geçişin ateşli çıkışları yaşanmaya
başlar, toplum galeyana gelir ve mutlak derecede değişim hedefine
ulaşır. Onun için değişimi hedefleyenler
basit bakış açısından kurtularak
köklü ideolojik değişime kilitlemelidirler.
İslam ümmeti geçmişte olduğu gibi bu günde köklü değişimi
yakalayabilir. Çünkü onların
sahip olduğu İslam ideolojisi, bir çok düşük toplumu
geçmişte kalkındırdığı gibi bugünde kaldıracak düzeydedir.
Ümmet İslam’a olan güvenini
yeniden tazeleyerek, Allah’a olan imanlarını hatırlayıp
O’ndan güç alarak sahip olacağı iman atmosferi içerisinde
asıl değişimi gerçekleştirmeye
her zaman muktedirdir.
|