İslam akidesi odur ki; âlemlerin Rabbı
olan Allah’ın tek ilah olduğuna, Kuran’ın
Allah’ın vahyi ile Resulü olan Muhammed (sav)’e nazil olduğuna,
kainat, insan ve hayatı yarattığına, kainatta ne varsa O’nun
iradesinin altında bulunduğuna,
hayatın fani, insanların ahiret hayatında varacakları yerin
ya cennet ya da cehennem olduğuna,
rızk ve ecelin yalnız O’nun elinde olduğuna
kesin bir şekilde inanmaktır. Buna kim inanırsa,
iman kuvveti kişinin de harekete geçmesinin sırrını oluşturur.
İslam akidesi; tevhid akidesi olup Arapları
yepyeni bir hale dönüştüren, bambaşka insanlar seviyesine
ulaştıran yegane akidedir. Tevhid çekirdeği halkın bünyesinde
saf, tertemiz ve pürüzsüz
bir şekilde bulunursa, o halkta öyle bir ruhani güç oluşur
ki, onun gücünün derecesinin ne
kadar yüksek olduğunu tasavvur etmekte
insan aciz kalır.
Bu akidenin varlığı nedeniyle Ammar’ın
babası Allah’ın uğrunda ölmeyi hoşça karşıladı.
Annesi Sümeyye Allah uğrunda kalbinden yediği
her darbeyi bir sevap sayarak İslam’ın ilk şehidi oldu. Bu
akideyle Resulullah (sav), sahabelerine Kureyş’ten gelen
işkenceye karşı dayanabilmesi
için güç verdi. Yasiroğulları (Allah onlardan razı
olsun) işkence gördüğü bir anda
yanlarından geçerken onlara şöyle dedi:
"Ey Yasiroğulları sabredin, size cenneti
vaat ediyorum."
Allah’u Teala bu dünyayı
insanlar için imtihan yeri olarak yarattığını Kur’anda şöyle
bildiriyor:
"O ki, hanginizin daha güzel davranacağını
sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak
galiptir, çok bağışlayıcıdır."(Mülk
2)
Bu dünya hayatından sonra Cennet ve
Cehennem olacaktır. Cennet ve Cehennem ise başlangıcı var
olan ve sonu olmayan bir karargahtır. Allah Teala şöyle
buyuruyor:
"Bu dünya hayatı sadece bir
eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata)
gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!"
(Ankebut 64)
Bunun delilleri ve delaletleri kesindir.
İnsan
buna inanırsa akide uğrunda
karşılaşacağı her işkence ve eziyete karşı direnecektir.
Bu akide üzerine
sebatlık göstererek, her yerde yüksek ve insanlara egemen
olsun diye mücadele eder. Eğer insan cennete ve içindeki
daimi nimetlere, cehenneme ve içindeki daimi azaba inanırsa,
bu imanın gerçeğini zihninde idrak
ederek, tasavvur ederse bunun aşağısındaki yaratılmış
olan beşerin azabı ve eziyeti ona çok basit gelir. Böylece
mümin dağ gibi olup sarsılmaz hale gelir. Mücrimlerin
kırbaçları, zalimlerin verecekleri hapis,
toplumdan uzaklaştırma ve işkence cezaları kendisini
asla etkilemez. Daha doğrusu, akidesi uğrunda çekeceği
azabı tatlı görür.
Allah’ın kitabı ve Resulünün
(sav) sünnetindeki delaleti kesin olan kati naslara dayanarak
İslam akidesinin fikirlerini beyan ederken; Allah’ın
ve Resulünün sevgilerini kalplerinde taşıyan o salih
insanların (sahabelerin) akideye
olan bağlılıklarını günümüz insanlarının araştırmalarını
ve tekrar bu akideyi kendi şahsiyetlerinde diriltmelerini
umuyoruz. Ki, böylece Allah (cc) İslam ümmetine fetihleri
gerçekleştirsin
ve vaat ettiği zafer gününü yaklaştırsın. Nitekim yüce
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
"Allah, sizlerden iman edip
iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip
ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne
sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği
dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip
koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra,
bunun yerine onlara güven sağlayacağını
vâdetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana
eş tutmazlar.
Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl büyük
günahkârlardır."
(Nur 55)
İslam akidesi akli bir akidedir
İslam, insanın yaratıcısıyla, kendisiyle
ve diğer insanlarla ilgili ilişkileri düzenlemek için
Allah-u Tealanın Nebisi ve Resulü olan Muhammed (sav)’e
indirdiği dindir. Bu ise son semavi risalettir. Kim buna
inanırsa kurtulmuş
ve hidayete kavuşmuş olur. Kim de bunu inkar eder
veya üstünü örterse sapmış ve helak olmuş olur. Allah-u
Teala bu hususta buyurmuştur:
"Allah
kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar;
kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini
iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık
verir."
(En’am 125)
İslam, evrensel bir ideoloji ve risalet
olduğu gibi nizamın kendisinden fışkırdığı akli bir
akidedir. Nitekim, bu ideoloji akla ve fıtrata uygundur. Komünizm
gibi maddeciliğe ve kapitalizm gibi orta çözüme dayalı değildir.
Tedbir sahibi olan Allah’ın
varlığını, Resullere olan ihtiyacı,
Kuran’ı Kerimin mucize oluşunu idrak ederek
ve düşünerek akli yolla bulmayı esas almıştır. İnsanın
bunlara iman edebilmesi için aklını kullanması
gerekir.
Kuran’ı Kerimin mucizeliği ise; Allah
(cc) yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara varis oluncaya (kıyamete)
kadar devam edecektir. Kıyamet gününe
kadar insanlara ve cinlere onun meydan okuması
devam edecektir.
İnsanın varlığının sebepleri, geleceği
ve gayesi hakkındaki soruların cevabı büyük düğümü
çözen İslam akidesidir. Öyleyse; bu fikir (İslam akidesi)
temeli teşkil eder. Bu ise kendisinden
bütün fikirlerin fışkırdığı ve onun üzerine fikirlerin
tesis edildiği fikri kaidedir.
Aynı anda fikri liderliktir. Dünya hayatında
insana liderlik eder ve
insan bu alternatifsiz fikirlere boyun eğer.
Buna kesin tasdik insanı sağlam bir akide sahibi yapmış
olur.
İslam akidesi ve kendisinden fışkıran
fikirlerle kulların fiillerini tanzim ettiği gibi yasaları ve
ahkamı kapsayan usulleri de tanzim eder.
Usuller ve füruatlar birbirlerine o kadar
sağlam şekilde
bağlıdır ki, onları birbirlerinden ayırmak mümkün
değildir. Hükümlerin akideye bağlılığı tabii olup
meyvelerin ağaçlara veya neticelerin mukaddimelerine bağlılığı
gibidir. Bundan dolayı
amellerin yerine
getirilmesinde esas bir çok muhkem ayette
gösterildiği gibi Allah’a iman etmeye bağlandı. Allah (cc)
şöyle buyuruyor:
"Erkek veya kadın, mümin
olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile
yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta
olduklarının en güzeli ile veririz."
(Nahl 97) Başka bir ayette
ise;
"İman edip de iyi
davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli
olan Allah,
(gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır."
(Meryem 96) buyurmaktadır.
Allah’ın kullarından
istediği iman öyle bir iman; ki aydın tefekkürle
gerçekleşen kesin bir imandır. Bu İmanın, koca karı imanı
diye adlandırdıkları imanla hiç bir ilgisi yoktur.
İmanın veya akidenin mefhumu incelenirken
ona bağımlı bazı hususların da incelenmesi gerekir. Allah
(cc) bu hususları şöyle beyan ediyor:
"Ey iman edenler! Allah'a,
Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitaba ve daha önce
indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı,
meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü
inkar ederse tam manasıyla sapıtmıştır."
(Nisa 136)
Buna göre Allah’u Tealanın varlığına
delalet
eden azameti, yüceliği, ilmi ve hikmetini kapsayan
hususları da bilmek gerekir. Ayrıca Allah’ın
gaybı bildiğine akli ikrarla inanmak gerekir.
Meleklere, cinlerin ve şeytanların varlığına,
peygamberlerine indirdiği kitaplara, kıyamet günü
tekrara dirilişe, amellerimizden dolayı hesaba çekilme,
günahlardan dolayı cehennemle cezalandırılma,
sevapların karşılığı olarak ta cennete girme ve kaza ve
kederle ile ilgili hususları
en iyi şekilde öğrenip kesin şekilde tasdik etmek kaçınılmaz
bir şeydir.
İslam akidesi tek bir bütündür ve kalıcıdır.
Bu akide davranışları düzeltir, nefisleri
temize çıkartır, insanı dürüst ve dosdoğru yapar. İmana
ait olan bu mefhum, Allah’ın Resullerine gönderdiği
risalet olup önceki ve sonraki insanlara tavsiye ettiği
akidedir. Öyleyse, bu akide zaman ve mekanın, kavimler ve
fertlerin değişmesiyle
asla değişmez, sabittir. Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Dini ayakta tutun ve onda
ayrılığa düşmeyin"
diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana
vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye
ettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın
bu (din), Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah
dilediğini kendisine
(peygamber) seçer ve kendisine yöneleni de doğru
yola iletir."
(Şura 13)
Bize iman etmemiz istenen tevhidi esas
Resulleri ve nebileri yolu ile önceki kavimlerden de istenmiştir.
Tevhidi dinlerin hepsinde imanî
esaslar aynıdır. Ancak şeriatlarda ve teferruatlarda
farklılıklar vardır. Çünkü yüce Allah (cc) her ümmete
ayrı ayrı şeriat ve metot
vahyetti
Buna göre öncekilere inen şeriatlar İslam
geldikten sonra bağlayıcı değildir. İslam’ın gelmesiyle
Ehli-i Kitap gibi milletler önceki şeriatlarını
terk edip İslam’a girmekle emrolundular.
"Kim, İslâm'dan başka bir
din ararsa, bilsin
ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o,
ahirette ziyan edenlerden olacaktır."(Al-i
İmran 85)
Akide; ferdin, cemaatın ve ümmetin
ruhu veya canıdır. Bu akide ne kadar açık net ve canlı
olursa o derece hayat sahnesinde ümmette
ve fertlerde faaliyet kazandırır. Allah (cc) bu konuda
şöyle buyuruyor:
"Ölü iken dirilttiğimiz ve
kendisine insanlar arasında
yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde
kalıp ondan hiç çıkamayacak
durumdaki kimse gibi olur mu! İşte
kafirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir."
(Enam 122)
Bu akide, her güzel hissin kaynağıdır.
Her hangi bir fazilet, güzellik ve iyilik varsa
ancak ondan kaynaklanır ve ona ait olur. Zira, iyiliklerin
öncüsü ve kaynağı bu akidedir. Diğer iyilikler ve güzellikler
ondan fışkırır. O akide onların esası olur. Allah-u Teala
şöyle buyurdu:
"İyilik, yüzlerinizi doğu
ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o
kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere,
kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek)
yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara,
dilenenlere ve kölelere
sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma
yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı,
hastalık ve savaş zamanlarında
sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları
taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!"(Bakara
177)
Allah-u Tealanın varlığının hakikatı
İslam, insandaki büyük düğümü akla
kanaat veren, fıtrata uygun olan ve kalbe güven verici bir
şekilde çözdü. Daha doğrusu, bu akideye inanmak
ve İslam’a girmek için akla kanaat getirmeyi şart
koşmuştur. Şöyle ki; tedbir sahibi olan bu yaratıcının
varlığı gereklidir. Yaratıcı (Allah) ezeli
olup bir şeye muhtaç değildir. Her şey ona muhtaçtır ve
her şeyin varlığı ona dayanır. Nitekim,
Allah-u Teâla’nın varlığını idrak etmek kolay ve
herkesin gücü dahilindedir. Çünkü,
onun varlığının idraki aklın ihsası altındadır. Fakat Allah’ın
zatını akıl hissedemez ve idrak edemez. Zira akıl bundan
acizdir. Çünkü, akıl sınırlı olduğu için Allah’ın
zatını düşünemez. Sınırlı olanın gücü her ne kadar
yüksek ve büyük olursa olsun sınırını aşamaz.. Bu nedenle,
ötesine ulaşamaz ve malik olamayacağı gücün dışına da
çıkamaz.Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
"O, gökleri ve yeri yoktan
yaratandır. Size
kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler
yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır.
O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir."
(Şura
11)
Aklın hissettiği sınırlar dahilinde,
eşya düşünülerek Allah’ın varlığı idrak edilir. Allah’ın
kelamı
Kuranı Kerim, insanın etrafında bulunan bütün yaratıklara
dikkati çekmiştir ki, insan bunları düşünsün, incelesin,
araştırsın ve tefekkür ederek Allah-u Teâla’nın
varlığına iman etsin. Allah (cc) şöyle buyuruyor:
"(İnsanlar) devenin nasıl
yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların
nasıl dikildiğine,
yeryüzünün nasıl yayıldığına bir
bakmazlar mı?"
(Gaşiye 17-20)
Kuranı Kerim insanı Allah’a inanma
hususunda aklını kullanmaya davet ediyor. İnsanın dikkatini
eşyalar üzerinde yoğunlaştırıyor. Allah (cc) şöyle
buyuruyor;
"Yerin bitirdiklerinden,
insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden
bütün çiftleri yaratan Allah kusurlardan münezzehtir."
(Yasin 36)
Bütün bu deliller insanları bir yere
getirip, bütün kapıları kapatarak, kaçınılmaz ve inkar
edilmez bir gerçek karşısında teslimiyete sürüklemektedir.
Allah (cc) şöyle buyurdu:
"Acaba
onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa
kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı
yarattılar? Hayır! Onlar bir türlü anlayıp inanmazlar."
(Tur: 35-36)
"İnsanlardan bazısı, bir
bilgisi, bir rehberi ve (vahye dayanan) aydınlatıcı bir
kitabı olmadığı halde sırf, Allah yolundan saptırmak
için yanını eğip bükerek (kibir ve azamet
içinde) Allah hakkında tartışmaya
kalkar. Onun için dünyada bir rezillik vardır; kıyamet gününde
ise ona yakıcı azabı tattıracağız"
(Hac 8-9-10)
Bütün bunlardan sonra Kuranı Kerim şu
kesin neticeyi ve ebedi gerçeği ortaya koymaktadır:
Yaratıcı birdir, tektir
ezelidir ve O’ndan başka ilah yoktur.
Değerli Resulüne şu ayetle hitap ediyor (bu ümmetine de
hitaptır).
"Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur.
(Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin
ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!
Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız
yeri de bilir."
(Muhammed 19)
(Devamı gelecek
sayımızda)
|