"İçlerinde bir takım ümmîler vardır ki, Kitab'ı (Tevrat'ı) bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar. Elleriyle (bir) kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!" (Bakara 78-79)

Allah-u Teala, bu ayetlerde İsrailoğullarından iki sınıf gösterdi. Birinci sınıf; ümmî olan, okumayı ve yazmayı bilmeyenlerdir. İkinci sınıf ise Kitabı (Tevrat'ı) bilenler, ümmî olmayanlar.

Birinci sınıf; bunlar ümmî olduklarından dolayı kuruntulara sahip olup, tahmini olarak hareket etmektedirler. Okuma ve yazmayı bilmedikleri için de, kitapta "şöyle yada böyle buyrulmaktadır" şeklinde ayetleri yorumlayıp, tahmini olarak hareket ettiklerinden büyük bir gaflet içerisinde bulunmaktadırlar. Ve hiç bir şeyden emin olmamakla birlikte zanni düşünmektedirler. Bu insanlar, Allah (cc) tarafından kötülendi. Allah (cc) onları bize anlatırken, onlar gibi olmamamız yönünde bizleri uyarmaktadır.

Zira, ilk zamanlarda Müslümanların ve sahabelerin çoğu ümmî idiler. Ancak, bu ümmî Müslümanlar, İsrailoğullarının ümmîleri gibi değillerdi. İşte, Muhammed (sav) Efendimizin ümmetinin en hayırlı ümmet olduğuna ve İsrailoğullarından daha üstün olduğuna dair bu bir delildir. Resulullah (sav) dönemindeki Müslümanlar ve özellikle sahabeler yalnız Allah’ın ayetlerine ve Resulullah (sav)’in dediğine uyuyorlardı. Kur-an’ı titizlikle toplayarak, hadisleri de tam şekilde zapt ettiler.

Bu hususta hiç zanna tâbi olmadılar. Kur-an’ı olduğu gibi ezberlediler, kağıtlar ve deriler üzerine yazdılar. Hadisleride dikkatlice ezberlediler, topladılar ve sayfalar üzerine yazdılar. Onlar taassub içerisinde bulunmadıkları için Kur-an ve Hadisle oynamadılar. Ayrıca çıkarlarını düşün-mediler, heva ve heveslerine de uymadılar. Bir insan mutaassıb olur heva ve hevesine uyar, veya çıkarını düşünüyorsa dininde ve fikrinde oynamaya başlar. Mutaassıb kişiler kuruntulara sahip olurlar. Heva ve hevesine uyanlar ise, zanna göre hareket ederler, çıkarlarını düşünerek hep tevil yoluna giderler. Oysa insan kendi heva ve hevesine göre dini ve esaslarını tevil edemez. Dini heva ve hevesine göre tevil eden bu insanlarda akide ve ideoloji yerleşik değildir.

Diğer kısım (kitabı, okumayı ve yazmayı bilen kimseler) ise, değeri düşük olan dünya metaı karşısında kitabı değiştiriyorlar. Ve de birinci kısım gibi "bunlar kitapta yeralmaktadır" diyerek bilinçli bir şekilde yalan uydururlar. Bunlar daha tehlikeli oldukları için Allah-u Teala tarafından onlara ağır tehditler geldi. Üç defa bu ayette onlara tehdit geldi.

Birinci tehdit; "Kitabı elleriyle yazıp bu Allah’tan dediler ve onun karşısında fiyat aradıkları içindir." Burada, sözler geniş zaman şeklinde geçmiştir. Her kim bunu böyle yaparsa aynı tehditemazhar olurlar.

İkinci tehdit; geçmiş zaman şeklinde gelmiştir. Arapçasında ‘yazdıklarına’ yani yazıp bu yazıdan geçtiler şeklindedir.

Üçüncü tehdit; şimdiki ve geniş zaman şeklinde geçti. Bu ayetin kapsamlığına delalettir; İsrailoğullarını ve diğerlerini içerir. Zira, her asırda bu tür insanlar çıkar. İsrailoğullarının hahamları Tevrat’ı elleriyle değiştirip yazdılar. Kur-an’ı Kerim buna başka ayetlerde değinmiştir. Onlar dünya metaı ve malı karşısında dinlerini değiştirdiler. Onlar ne kadar alçaktırlar. Bu asırda onlara benzer alim denilen ve Müslümanlardan sayılan kişiler vardır. Yöneticilerden korktukları için ayetleri ve hadisleri tevil etmeye başladılar. Kendi dünyalarını, hayatlarını ve mallarını korumak uğrunda bunları yapıyorlar. Yöneticiler onlara çok para vererek yüksek makama tayin ederler. Bunun karşısında hakkı söylemezler veya hak olan ayetleri ve hadisleri başka manalara çekerek tevil ederler.

İslam dünyasında mevcut olan devletçiklerin müftülerinden bir kısmı bu işi yapmaktadırlar. Bu ayette geçen üç tehdit onları kapsamakta ve her defasında "vay" şeklinde tehdit geçmiştir. "Vay"ın manası, "bunlar helak oldular anlamındadır." Böylesi kişilere cehennem vardır. Nitekim "Vay" cehennemde bir vadinin adıdır. İster "helak olasın" manasında geçsin veya "cehennemde bir vadiye atılasın" manasında geçsin, netice olarak aynıdır.

"İsrailoğulları: Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır, dediler. De ki (onlara): Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa bilmediğiniz şeyleri Allah’a mı isnat ediyorsunuz?" (Bakara 80)

Yahudilerin kuruntularından biri de cehennemde ancak birkaç gün kalacaklarına dairdir. İkrime’nin rivayetine göre Resulullah (sav) yahudilerle tartışırken, o yahudiler şöyle dediler: "Ancak kırk gece cehenneme gireriz, cezamızı çektikten sonra oradan çıkarız. Daha sonra yerimize başka bir millet oraya girecektir." Bunu söylemekle onlar, Hz. Muhammed (sav)’i ve sahabeleri kastettiler. Resulullah (sav) onlara şöyle dedi; "Hayır siz orada (cehennemde) ebediyen kalıcı olacaksınız ve yerinize kimse geçmeyecektir."

İşte bu nedenle yahudiler günah işlerler, cinayetler gerçekleştirirler ve her yerde bozgunculuk yaparlar. Allah (cc) onlara bu ayette şöyle cevap verdi; "Siz Allah’la sözleşme mi yaptınız." Arapça’da bu ‘istin kari’ soru (reddedici soru) şeklinde açıklanır. Allah (cc) böyle bir söz verseydi bu şekilde soru sormazdı. Buradan "Allah’ın haberi yok fakat yahudilerin haberi var!" anlamında bir şey çıkarılmaması gerekir. Buradan Allah (cc) onları basite alarak, alay edercesine şunu kastettiği anlaşılır: "Bu sözleşmeyle ilgili sanki sizin haberiniz var, fakat benim hiç haberim yok!!" Bunun içinde Allah (cc) ayeti kerimede; "Yoksa bilmediğiniz şeyleri Allah’a mı isnat ediyorsunuz?" buyurarak yahudileri küçümsemektedir. Yine burada Allah (cc) onları cahil, kafası çalışmayan kimseler yerine koyuyor. Çünkü bilmediklerini Allah’a dayandırıyorlar. Sanki onlar ne dediklerini hiç bilmiyorlar, kafadan atıp uyduruyorlar.

Bu asırda bazı insanlar yahudilerin sözlerine benzer şeyler söylemektedirler: "Cehennemde az yanarız, daha sonra çıkarız , orada ısınırız, üşümeyiz." diyerek basite alıyorlar. Hatta imanı zayıf olan Müslümanlar; "şahadet getirdiğimiz" takdirde cehennemden kurtuluruz" diyerek Allah’ın azabını hafife alıyorlar. Bu sebeple günah işliyorlar. Yahudiler gibi bir kuruntuya sahip olup, Allah’a kolayca isyan ediyorlar. İnsan Allah’ın azabını hafife alırsa günah işler ve Allah’a isyan ederek emrine muhalefet etmiş olur.

Bugünkü insanlar polis veya ceza korkusuyla küfür kanunlarına karşı gelemezler. İnsanlar Allah’ın kendilerini kontrol ettiğini, gördüğünü ve işittiğini düşünselerdi polisten çok Allah’tan korkarlardı. Gerçek müminler ise Allah’ın kendilerini her zaman ve mekanda kontrol ettiğine, gördüğüne, işittiğine inandıkları ve Allah’ın azabının ağır, cehennemin de şiddetli olduğuna iman ettiklerinden dolayı Allah’tan korkarlar, günah işlememeye ve Allah’a isyan etmemeye çalışırlar. Onun emrini yerine getirmeyi ve nehyinden vazgeçmeye azami gayret gösterirler. Daha ziyade Allah’ın rızasını kazanmayı hedef edinirler.

Allah (cc) Yahudilere ve benzerlerine alay edici sorular sorduktan sonra şöyle pekiştirici cevap vermiştir.

"Evet doğrusu, Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa; işte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar." (Bakara 81)

Allah-u Teala bu tür kafirlerle yani, hem cehennemin var olduğuna inanan hem de cehennemin azabını hafife alan, böyle gerçek iman sahibi olmayanlarla alay ettikten sonra pekiştirici cevapla şöyle buyurdu; "Dediğinize hayır, doğru olan "kim" günah işlerse bu günah kendisini kuşatırsa cehennemliktir." Burada "kim" deyince sadece yahudiler kastedilmemiştir. Müslümanlardan böyle bir tip çıkarsa, günah üzerinde ısrar ederse, tövbe edip vazgeçmezse ve bu hal üzerine ölürse cehennem ehlinden olur. "Onun günahı kendisini kuşatmış olur"un manası budur. Kişi günah işlediği gibi Allah’ın azabını hafife alıp tövbe etmeye de yanaşmıyor. Hatta öyle insanlar vardır ki; Allah’tan af dilemeye dahi tenezzül etmemektedir. Onlar Allah‘ın kendilerini mecburen affedeceği vehmine kapılırlar. Daha da ileri giderek Allah’ın affına muhtaç olmadıklarını ima ederler. Buradan anlaşılıyor ki, günah üzerinde ısrar eden ve tövbe etmeyen kimseler cehennemliklerdir.

İmanı olup ta tövbe etmeden günah işleyenler cehennemde uzun bir müddet kalacaklardır. Fakat, imanı yoksa (kafirse) orada ebedi kalacaklardır. Diğer ayetlerde de bu tür ifadeler geçmiştir.

Allah’a (cc), şirk koşmayan ve kafir olmayanları nihayette affedeceğini bildirmiştir. Fakat bunlar günahları karşılığında ceza çektikten sonra cehennemden çıkartılacaklardır. Bu konuyla ilgili ayetlere ileride değineceğiz. Bundan sonra Allah-u Teala cennet ehlinin kimler olduğunu şu ayette bildirmektedir:

 

"İman edip yararlı iş yapanlara gelince; onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar." (Bakara 82)

İman ise; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, kaza ve kadere ve hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Semavi kitapların sonuncusu olan ve yegane doğru ve değiştirilmeyen Kur-ana inanmanın manası; Kur-an’ın bütün içeriğine inanmaktır. Peygambere imanın manası: Kur’anda bize bildirilen önceki peygamberlerle beraber Hz. Muhammed (sav)’in Peygamberliğine ve onun getirdiklerine inanmaktır. Hz. Muhammed (sav)’ın vahiy yolu ile getirdiği Kur-an ve Kur-an’ın açıklaması ve detaylarını da kapsayan sünnetti de getirmiştir.

Kur-an ve sünnete inanmak imandan bir parçadır. Kur-an’ı Kerim bunu bir çok ayette göstermiştir. Bu imanla bir insan cehenneme girse dahi nihayetinde kurtulur. Cennete girenler, salih amel sahipleridir. Salih amel ise, Allah’ın emirlerine sıkı sıkıya sarılmaktır. Beşerin kanunlarına itaat ve tasdik ise tağutları kabullenmek ve onlara boyun bükmektir. Allah’ın emrine göre hareket edenler cennet ehlinden olurlar ve orada kalıcıdırlar. Çünkü cennetten daha üstün bir şey yoktur. Bununla ilgili Kur-an’ı Kerimde bir çok ayet mevcuttur. Cennet derece derecedir. Salih bir imanla Allah’ın emirlerini ihlasla yerine getirenler ancak buna nail olacaktır.

Allah-u Teala Yahudi ve benzerlerine şu şekilde cevap vermiştir: "Cehennemden kurtulamazsınız... Sizin temennileriniz ve kuruntularınız boştur bunları bırakın gerçek Mümin olun ve Allah’ın emrini uygulayın."