4. Delil
Nadiroğullarının Hz. Peygamber Efendimizi
öldürme teşebbüslerinden dolayı, Müslümanlarla,
Nadiroğulları arasında savaş olmuştur. (İbni Kesir, c.14,
s.7800.7804) Bunun üzerine, Allah
Resulü, Nadiroğulları’nın sağlam kalelerini muhasara
etmiş, onların ümitlerinin kesilmesi ve teslim olmaları içinde,
Nadiroğullarının hurmalıklarının
belli bir bölümünün kesilmesini emretmişti.
Bunun üzerine hurmalıkların bir kısmı kesilmiş, fakat daha
sonra aralarında ihtilaf çıkmıştır. Resulullah’a gelip
“Ey Allah’ın Resulü,
kestiğimizden dolayı bize bir vebal, bıraktığımızdan
dolayı da bir günah var mı?” diye
sormuşlardır. Bunun
üzerine Allah Azze ve Celle Haşr suresinin
5. ayetini inzal buyurdu. (Lubabun nukul s.214, İbn Kesir c.14
s.7804) İnen bu ayetle Cenabı
Allah müminlerin düşmüş olduğu meseleye
çözüm getirmiştir. Ayette Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Hurma ağaçlarından, herhangi birini
kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah'ın izniyledir
ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir.” (Haşr
5)
Ayetin
ifadesinde de açıkça anlaşılacağı gibi, müminlerin arasında
tartışmaya yol açan hurmalıkların kesilmesi, bizzat Allah’ın
emriyle
olmuştur. Kur-anın her hangi bir yerinde hurmalıkların
kesilmesi hakkında daha önceden inzal olan bir ayet yoktur.
Olaydan, yani tartışmadan sonra konuyla ilgili inen bu ayet
tekdir. O halde Resulullah, Allah’ın izniyle olan bu
hurmalıkların
kesilmesi emrini, Kur-anda olmayan bu vahyi,
vahyi gayri metluv olan vahyin ikinci yoluyla
almıştır.
Ne var ki, konuyu gereği gibi anlayamayanlar
bu hususta da hataya düşmüşlerdir. Müsteşriklerden veya Müslüman
evlatlarından
olan inkarcılar şöyle bir itirazda bulunmaktadır:
“İlk bakışta tamamen doğru gibi görünen bu mantık yürütmenin,
ayet yakından incelendiğinde tartışmalı
bir hal aldığı görülmektedir. Zira ayetten, ileri sürülen
mananın çıkarılması “izin” kelimesine, “müsaade
etmek” anlamı verilmesi esasına
dayanmaktadır. Ancak bu kelime Arapça da bu anlamda kullanılmakla
beraber, onun asıl anlamı “bilmek, bilgisi dahilinde
olmaktır.” (İslam
düşüncesinde sünnet,
Hayri Kırbaşoğlu s. 265), diyen yazar, söz konusu
ayetin, ancak ilk anlamı kabul edildiği takdirde
delil olabileceğini öne sürmekte ve Mevdudi’den bir nakil
alarak, kesme emrinin Resulullah’a ait olduğunu söylemektedir.
(age, s.266)
Doğrusu mezkur delilde öncelikli itirazın
Müslümanlar tarafından geliyor olması bizi üzmektedir.
Üstelikte hatalı olarak.
Olaya dikkatlice bir bakalım: Allah Resulünün
emriyle sahabe hurma ağaçlarının bir kısmını
kesmişlerdir. Ama daha sonra aralarında ihtilaf çıkmıştır.
Konuyu Allah Resulüne arz ederek
bir günah işleyip işlemediklerini sormuşlardır.
Zira bu onlara ağır gelmişti. (Lubabun nukul s.214) Bunun
üzerine Cenab-ı Allah, sahabenin bu ihtilafına dair vahy göndermektedir.
Dikkat edilirse, vahiy sahabenin söz
konusu durumuna binaen
iniyor. O da, acaba “Biz hatamı ettik, bir günaha mı girdik”
demeleridir.
Buna göre ayetin ifade edeceği husus, “Hayır, bu sizin
yaptığınız
işten dolayı size bir günah yoktur. Zira bu, benim emrim ve
müsaademle
olmuştur.”
şeklinde olacaktır. Yani mesele, Allah’ın olan şeylerden
haberdar olması meselesi değildir. Bu yüzden ayetteki “izin”
kelimesine Allah’ın olan şeylerden, yani hurma kesilmesi
hadisesinden haberdar olması ve bilgisi dahilinde olması
manasını veremeyiz.
Çünkü bu mananın, sahabenin yaptığı ve aralarında çıkan
“günah mı ettik acaba” tartışmasına cevap olacak bir konumu
yoktur.
Eğer Allah Zülcelalin bir şeyden haberdar
olması, o şeyin helal olduğuna delalet ediyorsa,
Allah sarhoşun içkiyi içtiği anda da
onun bu içişinden
haberdardır, ve bunun da o içkinin helal olduğu
anlamına gelmesi gerekirdi. Oysa içkinin haram olduğu
bellidir. Yani Allah Zülcelal, her kötülüğün
yapıldığı esnada ondan haberdardır. Ama Rabbimizin bir
şeyden haberdar olması onun
helal ve caiz olduğuna delalet etmez. Bu yüzden ayetteki “izin”
kelimesi bu davranışlarının bizzat Allah tarafından müşahede
edilmiş, izin verilmiş olması manasına alınması ayetin
sebebi nüzul açısından uygun olanıdır. Zaten izin
kelimesinin müsaade etmek manasına geldiğini beyan eden lügatlarda
onun bir şeyi helal kılmak, birine veya birilerine söz konusu
meseleyi mubah
kılmak anlamlarının olduğu da belirtilmişdir. (Mu’cemul
Vasit, bkz.. ezn mad)
Ayrıca konunun, Resulullahın ictihadıyla
hiçbir alakası yoktur. Zira Efendimiz
(as) Allah’ın emri
gelmeden bir görüş belirlemez, bir meselede Allah’ın
önüne geçerek meseleyi karara
bağlama durumu yoktur. Bunu da inşallah ileride açıklayacağız.
O Resul (as), Allah’ın emrinden başka bir şeye istinat
etmez, Allah’u
Tealanın emrini beklerdi.
Resulullahın emrinin Allah’tan geldiğini
bilen ashabı kiramın aralarında ihtilaf çıkması, onların
bu davranışlarından dolayı kimseyi tereddüde
düşürmesin. Zira ashab gökten inmiş bir topluluk değildir.
Onlar da bizim gibi bir beşerdirler.
Sahabenin ihtilafına sebep olan nokta şudur:
Resulullah yağmacılığı nehyetmişti. Ben-i Nadir gazvesinde
ki savaş bir hiledir. Hz. Peygamber efendimiz bir ara
sahabesine, hurmalıklardan belli bir
bölümünü kesmeyi emretmiştir.
Bunun üzerine Nadiroğulları
kalelerinden yüksek sesle şöyle bağırdılar: “Ya Muhammed
doğrusu sen, bozgunculuğu yasaklar ve bozgunculuk yapanı
kınardın. Hurmaları kesmek ve yakmakta ne oluyor öyleyse? (İbn
Kesir,c.14,s.7801,7804)
Ağaçlardan bir kısmını kesmekte olan sahabe
onların bu sözünü duyunca bazı kimselerin de bu sözden
etkilenerek aralarında çıkan bu ihtilaftan kalplerini ve
gönüllerini tatmin etmek, günahtan emin
olmak için meseleyi Resulullah’a arz ederler. Cevap yüceler
yücesi Allah Tealadan gelir ve yaptıklarının
bizzat kendi izni ile olduğunu
Resulüne belirtmiştir.
5. DELİL
Kur-anda cenab-ı Allah hikmet kelimesinden
bahsetmektedir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“(Hz. İbrahim dedi ki) Ey Rabbimiz! Onlara,
içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap
ve hikmeti öğretecek, onları
temizleyecek bir peygamber gönder.” (Bakara
129)
“Nitekim kendi içinizden size
âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitabı
ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten
bir Resûl gönderdik..” (Bakara
151)
“Andolsun ki içlerinden, kendilerine
Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkardan)
kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten
bir Peygamber göndermekle Allah,
müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.
Halbuki daha önce onlar apaçık
bir sapıklık içinde idiler.” (Ali
İmran 164)
Yukarıdaki ayeti kerimelerde Kur-anla beraber
hikmeti zikretmekte, Allah zülcelal Kur-anın
lisanı olan Arapça gramerinde atıf vav’a mugayyeratı yani
ayrıklığı gerektirir. (Hucciyetus sünne, Abdulgani Abdulhalık
s. 297) Dikkat edilirse yukarıdaki ayetlerde ( tabi ki Arapça
gramerinde) atıf vav’ı
bulunmaktadır. Yani hikmet Kur’andan ayrı bir şeydir.
Cenab-ı Allah ta bu muradını Arapça’nın malum kaidesi ile
beyan
buyurmuştur. O halde nedir bu hikmet ve
ne anlama gelmektedir?
Bizim ve sizin oturupta hikmete bir takım
manalar yüklememizin elbette ki bir anlamı olmayacaktır.
Hikmetin manasında, asıl olan ona şer-i nasların yüklediği
anlamdır. Kur’an veya sünnetin bir kelimeye yüklediği
mananın ötesinde, insanların
o manaya çeşitli anlamlar vermesi hiç bir şey ifade
etmeyecektir. Biz de burada hikmetin
manasının ne olduğunu yine Kur’an ve sünnetten aramamız
gerekir. Burada önemle şunu
da vurgulayalım ki, bizim burada manasını öğrenmek
istediğimiz hikmet, yukarıda mealini verdiğimiz ayetlerdeki
hikmettir. O halde hikmet nedir?
İslam, yapılan fütuhatla yayılmış,
İslam devleti bir takım coğrafyalara hakim olmuş ve elde
edilen ganimetlerle Müslümanlar mal mülk sahibi
olmuşlardı. Bunu gören Hz. Peygamberin eşleri olan
annelerimiz de bundan bir nasip almak ve böylece bir takım süsler
arzu ettiler. Fakat
Efendimiz (as) onlara Allah’ın ayetlerinden okuyor ve bir
takım sözler söyleyerek nasihatta bulunuyor, onların diğer
kadınlar gibi olmadıklarını
anlatıyordu. Hem ayet okuyor, hem nasihat ediyordu. Allah’u
Teala Ahzab suresinde Peygamberin zevceleri hakkında şöyle
buyuruyor:
“(Ey Peygamber
eşleri) evlerinizde size okunan Allah’ın ayetlerini ve
hikmeti hatırlayın.
Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir.
Ve her şeyden haberi olandır.” (Ahzab
34)
İşte hikmet, Hz. Peygamber Efendimizin
zevcelerine yapmış olduğu mübarek kavli şerifleridir.
Yani Allah (cc), Resulünün sözlerine (Sünnete)
hikmet adını vermektedir. Kur’an hikmete
bu anlamı yüklemiştir. Bazı ayetlerde mecaz olarak
değişik manalara gelebilen hikmet kelimesine, çeşitli
anlamlar vererek meseleyi geçiştirmek isteyen düşük
zihniyete sahip olan kişilere burada
cevap vermeyi gereksiz görüyoruz. Zira bizim manasını
vermeye çalıştığımız hikmet, Kur’anda geçen bütün
hikmet kelimelerinin ortak
manası değil, mealini verdiğimiz ayetlerdeki Kur-an ile
(kitapla) beraber Resulullah’a verilen hikmet kelimesinin
anlamıdır.
İşte bu hikmeti, Cenab-ı Allah Hz. Peygamber
Efendimize verdiğini
hatta indirdiğini ifade buyurmaktadır. Ayetlerde bu açıkça
beyan buyrulmuştur:
“Allah sana Kitab'ı ve hikmeti indirmiş
ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın lütfu sana
gerçekten büyük olmuştur.”
(Nisa 113)
“Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın.
Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, (size verdiği
hidayeti), size öğüt vermek
üzere indirdiği Kitab'ı ve hikmeti hatırlayın.
Allah'tan korkun. Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.” (Bakara
231)
Nitekim İmam Şafi, Kur-anda zikredilen
kitaptan maksadın Kur’an, hikmetten maksadın da sünnet olduğunu
beyan etmiştir. (Er-Risale, s.78) (İslam hukukunda Sünnet,
Mustafa Sıbai,s.51-52) Nesefi de hikmet kelimesini sünnet
olarak tefsir etmiştir. (Medarik, c. 3, s. 303)
ve yine Celaleyn, hikmeti sünnet olarak tefsir
etmiştir. (Celaleyn, s. 368) Esasen hikmetin sünnet
olduğunu bir çok alim ve müfessir beyan etmiş ve açıklamışlardır.
Bu konu için tefsirlere bakılabilir.
Bizim buraya kadar zikrettiğimiz Vahyi Gayri
Metluv’un vuku bulduğuna dair Kur’an delilleri esasında sünnetin
vahiy olduğunu doğrudan doğruya temellendiren delillerdir. Bununla
beraber ileride açıklayacağımız konularla, sünnetin vakası
zihinlerde iyice berraklaşacaktır.
6. DELİL.
Cenabı Allah müminlere orucu farz kılmıştır.
(Bakara, 183-184) Oruç, ilk farz kılındığı zaman yatsı
namazından sonra başlıyor ve güneş batana kadar devam
ediyordu. Yani sahur yoktu ve yatsı namazından sonra
kadınlara yaklaşmakta haramdı. (Lubabun nukul, s. 25,27, İbn
Kesir, c. 3, s. 728-729) Rivayetler de, bazı sahabelerin
Ramazan boyunca eşlerine yaklaşmadıkları
ve bu yüzden de nefislerinden korktukları rivayet
edilmektedir. (Lubabun nukul, s. 26) Bunun üzerine Allah’u
Teala Bakara suresinin 187. ayetini indirdi. Allah
(cc) şöyle buyuruyor:
“Oruç gecesinde
kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için
birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin
kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tövbenizi kabul edip
sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde)
onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini
isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah
ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için,
sonra akşama kadar orucu tamamlayın.” (Bakara
187)
İşte bu ayetle Allah Subhanehu, mümin
kullarına merhamet etmekte, onlara eşlerine yaklaşmalarını
ve sahur yemeğini helal kılmaktadır. Zira Allah (cc) müminlerin
nefeslerinden korktuklarını ve bu suça irtikap edeceklerini
bilmişti böylece indinden bir rahmet
olarak bunları helal kılıyor. Kur’anda kadına
yaklaşmanın ve sahurun helal kılındığına dair Allah’ın
emri mevcuttur. O halde önceki haram emri nerede?
Kur’anın her hangi bir yerinde bu haram mevcut değildir.
O halde Resulullah bu emri Allah’tan nasıl aldı? Elbette ki
vahyi gayri metluv ile.
Dikkat edilirse,
ayette hakiki manasında bir af geçiyor. Af, yapılan günahı
bağışlamak içindir.
Günah ise, bir emre aykırı davranıp onu çiğnemekle meydana
gelir. Demek ki bu ayetten önce, kadınlara yaklaşma ve sahur
yemeği konusunda
bir yasak vardı, bir haram hükmü vardır ki bazı kimseler
bir hataya düşerek eşine yaklaşmış veya sahur yemeği
yemiş böylece günah işlemişlerdir. Allah (cc) onu affediyor
ve daha sonrada onlardan bu yükü kaldırıp onlara bu iki hususu
helal
kılıyor.
Şunu önemle belirtelim ki; Cenabı Allah’tan Resulullah’a
önceki şeriatı takip etmesiyle ilgili
emir gelmeden, Hz. Peygamber bir ibadet benimseme, veya
öncekilere uyma gibi bir yetkisi
yoktur. Zira her peygambere Allah (cc) ayrı ayrı şeriat ve
yol vermiştir. (Maide 48) Resulullahın, Rabbinden hangi
şeriat, hangi hüküm geleceğini bilmediği
için, Allah’ın dininde (Talak 1) her hangi bir hükmü
karara bağlaması
Resulün elinde, salahiyetin de olan bir şey değildir.
Zira din koyucu Resul değil, Allah’tır. (Yusuf
40, Şura 21) Esasen önceki dinlerin hem itikadî yönleri hem
de şeriatları bozulmuş,
tahrif edilmiştir. Resul de onların sahih oluşundan haberdar
değildir. (Yusuf 3, Şura 52) Bu yüzden
Resulullah sapık görüşler arasından bulmaca
çözer gibi şeriat bulup almakla değil, Allah’ın göndereceği
vahye tâbi olmakla görevlendirilmiştir. Nitekim
önceki şeriatlar hem akide hem de şeriatça bozuldular ki,
Hz. Peygamber Efendimize yeni şeriat
nazil oldu.
|