"Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: 'Yalnızca Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin' diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz." (Bakara 83)

Allah-u Teala, Tevbe suresinde İsrailoğullarından aldığı sözü hatırlatarak:

"...Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka tanrı yoktur." (Tevbe 31)  

Fakat onlar bu ahdi bozdular:

"Yahudiler, Uzeyr Allah'ın oğludur, dediler." (Tevbe 30)

buyurarak, Yahudilerin şirklerini de göstermiş oldu. Ayrıca Tevbe suresinde 31. ayeti Kerimesinde, hahamlarını birer Rab edindikleri beyan edilmektedir:

"(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i (İsa'yı) rabler edindiler." (Tevbe 31)

Udey bin Hatem daha İslam’la müşerref olmazdan önceki döneminde Resulullah (s.a.v.)’e Tevbe suresinde geçen bu ayete itiraz ederek şöyle dedi:

-“Yahudiler ve Hıristiyanlar, hahamlarına ve rahiplerine kulluk etmediler.” Resulullah (s.a.v.) ona dedi ki:

-“Hahamları ve rahipleri onlara (Yahudi ve Hıristiyanlara) helalı haram, haramı da helal kılmadılar mı ?” Udey bin Hatem ise “evet” dedi. Ardından Resulullah (s.a.v.) şöyle dedi:

-“İşte onlara kulluk etmek ve onları Rab edinmek budur. Bunlara uyanlar ise bunlara kulluk etmiş olurlar.”

Bundan dolayıdır ki, şayet birisi; haramı helal, helalı da haram kılarsa, kendisini Rab ve mabut addetmiş olur. Bu sebeple, küçük bir grup dışında, İsrailoğulları Allah’tan başkasına kulluk etmiş oldular. Ayrıca, ana ve babaya, akrabalara, yetimlere, miskinlere iyilik yapmaları, yüce Allah (cc) onlardan talep etmişti. Onlar ise bu emr-i ilahiyi de yerine getirmediler. Şu anda ise yahudiler, Batı hadaretini benimsemiş bir halktır. Tamâmen kapitalist ve maddecidirler. Ne ana-babayı, nede akrabaları tanırlar. Yalnızca mal ve parayı tanırlar. Yetimler ve miskinler, onların hayatlarından tamamen silinmiş, onları hiç tanımaz hale gelmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de onların dünyayı, malı ve mülkü aşırı derecede sevdikleri beyan edilmiştir. Ayrıca Yahudiler, Allah’ı cimrilikle itham ettiler (Maide 64). Oysa kendileri tam cimridirler. Allah’ı fakirlikle de itham edip, kendilerinin zengin olduklarını söylediler (Âli İmran 181). Çünkü, Allah (cc) onları kendi uğrunda harcamaya davet etti ve kim Allah uğrunda harcarsa Allah kendisine kat kat iade edecekti. Bu neden ile Allah’ın fakir ve muhtaç olduğunu zannettiler. Bu sebeple ne yetimlere, ne de miskinlere yardım ederler. Malı ve dünyayı sevdikleri için cimri oldular. Oysa kendilerine rızk veren Allah’tır. Bu gerçeği unutuyorlar.

Kazandıkları zaman Allah vermedi, biz becerikli olduğumuz için kazandık derler. Onlardan biri olan Kârun, böyle demişti ve Allah onu yerin dibine batırmıştı.

Allah’u Teala insanları imtihan etmek için bir kısmına bolca rızk verir ve bu rızktan başkalarına vermelerini ister. Cimri olup olmayacakları noktasında insanları imtihan eder. Allah (cc) yahudilere çok mal vermişti. Fakat, onlar cimri olduklarından, Allah uğrunda ana-babaya, akrabalara, yetimlere ve miskinlere vermediler. İnsanlara hayırlı bir şey söylemezler ve zenginliklerinden ve sefâlarından başka bir şey anlatmazlar.

Hayr (iyilik) söylemek ise ; Allah’ın emirlerini anlatmak, insanlara Allah’ı ve dini sevdirmek, ma’rufu emretmek, kötülükten nehyetmek, hakkı söylemek ve güzel nasihatlerde bulunmaktır. İsrailoğulları bunu yapmadılar. Bugün de, hep Allah’ın emirlerinin tersini yapıyorlar. Fitne çıkartıp, fesadı ve bozgunculuğu yayıyorlar. Fuhuş ve kötülüğü körüklüyorlar. Daha önce de, Yüce Allah (cc) Bakara suresinin 27. ayetinde yahudilerin yaptıkları fesadı ve bozgunculuğu göstermiştir. Bir çok ayette bunların hep kötülükleri açıklanmaktadır. Ayrıca, bugün Filistin ve Lübnan’da yaptıkları kötülükler herkesçe görülmektedir. Fuhuş ve kötülükleri sinema yolu ile saçıyorlar. Hollywood bunun en güzel örneğini teşkil etmektedir. Dünyada faizi yayan yine onlardır. Avrupa’da 16. yüzyılın sonlarına kadar faiz yasaktı. Yahudiler bunu gizlice yapıyorlardı. Ondan sonra Avrupa’ya faizi kabul ettirebildiler. Şimdi ise Müslümanlara dahi kabul ettirebildiler. Namaz kılmakla emr olunmuşlardı. Allah’ın Musa (a.s.)’a indirdiği şeriatta, namaz farz kılmıştır. Namazın kılınış keyfiyetinde rukû ve sucud vardır. İsra ve Miraç hadisesinde Musa (a.s.), Hz. Muhammed (s.a.v.)’in namaz sayılarını azaltılmasını, yüce Allah’tan talep etmesini ona öğütlemişti. Meryem (a.s.), İsrailoğullarından bir mümine bakire kız idi. Âli-İmran suresinin 37. ayetinde Meryem (a.s.) Mihrap’ta (ona tahsis edilen oda) namaz kıldığını açıklıyor. Fakat, yahudiler namazlarını değiştirdiler. Artık ruku ve sucud yapmazlar. Hıristiyanlar gibi koltuklarda otururlar ve dua ederler. Onlara Zekat farz kılınmıştı, fakat onlar zekatı hiç vermezler. Çünkü, onlar gerçekten cimridirler. Bu yüzden Allah’ın emirlerinden yüz çevirip vazgeçtiler. Allah’u Teala, Nisa suresinin 36. ayetinde bizleri de bu emirlere benzer, hatta daha fazla sorumluluklarla yükümlü tutmuştur. İslam ümmeti, daha hayırlı olup, bu emirleri yerine getirdi. İslam devletinin bulunmamasına ve İslamla kafirlerin savaşmasına rağmen, milyonlarca Müslüman bu emirleri yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu emirleri, Hilâfet devleti olunca, daha güzel ve düzenli bir şekilde uygulayacaktır. Zira buna riayet etmeyen Müslüman bunları uygulamaya zorlayacaktır. Aksi takdirde ceza görecektir.

"(Ey İsrailoğulları!) Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Her şeyi görerek sonunda bunları kabul etmiştiniz. Bu misakı kabul eden sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir. İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir." (Bakara 84-85-86)

Allah-u Teala Bakara suresinin 83. ve 84. ayetlerinde "söz aldık" ifadesini kullanmaktadır. Bu ifade Arapça lügatinde “misak” olarak geçer. Misak ise; söz, ahit, sözleşmedir. Yani, insanın bir şeye kesin şekilde bağlanmasıdır. Ondan asla vazgeçmez. Hayatında esas ve temel kural olur.

Allah-u Teala İsrailoğullarına Peygamberler yoluyla birtakım emirler verdiğinde, İsrailoğulları bu Peygamberler yoluyla Allah’a söz verip, bu emirleri yerine getireceğiz demişlerdi. Hatta birbirlerine şahit olmuşlardı. Fakat, ondan sonra verdikleri sözlerinden cayarak, birbirlerini haksızca öldürmeye ve evlerinden çıkartmaya başladılar. Oysa, bu tür işler onlara haram kılınmıştı. Bu nehiylere dikkat etmedikleri, bunları bozdukları ve bunun dışındaki başka hükümlerin bir kısmını aldıkları için, Allah-u Teala onların kitabın bir kısmına inandıkları ve bir kısmını reddettiklerini beyan etti. Bunların dünyada ve ahirette ağır cezaları vardır. Zira onlar, dünyayı ahirete tercih ettiler. İnsan dünyada rezil olunca zaferi ve yardımı asla elde edemez. Ahirette de azap görünce zaferi veya yardımı kaybetmiş demektir. İşte, Allah’ın buyurduğu emirlerin bir kısmını yerine getirmemek, kitabın bir kısmını reddetmek olarak nitelenmiştir. Böyle yapanların azabı pek ağırdır. Bugün kendilerini Müslüman olarak sayan kimseler, özellikle yöneticiler, partilerin liderleri, bunlara bağlı olanlar ve benzerleri, İslam’ı sadece imandan, ibadetten ve ahlaktan ibaret sayanlar ahitlerini bozan İsrailoğulları gibi yapmış olmuyorlar mı? Yalnız bununla yetinmiyorlar, İslam’da şeriat, hayat nizamı ve devlet sistemi vardır diyenlerle ayrıca savaşıyorlar. İslam şeriatını veya İslam hayat nizamını uygulamak ve devlet sistemini kurmak için mücadele edenleri hapse atıp idam ederek, diğerlerine nazaran düşmanlıklarının daha şiddetli olduğunu gösterirler. Allah-u Teala:

"Allah'ı ve peygamberlerini inkar edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu; İşte gerçekten kafirler bunlardır. Ve biz kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır." (Nisa 150-1)  

ayetlerinde herkese hitap ederek, kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını reddedenlerin kafirlerin ta kendileri olduklarını göstererek, onlar için alçaltıcı bir azabın hazırladığını bildirdi. Zira, Allah’a, Resulüne ve Kitaba inanan kimse, kitabın tamamına inanmalı ve onu uygulamaya çalışmalıdır. Ama, öyle yapmayıp da, istediği hükümlere uyar, istemediğine uymazsa kesinlikle bu tür insanlar mü'min değiller; Allah-u Tealanın buyurduğu gibi kafirlerin ta kendileridir. Bu asırda bunlara "laik" veya "demokrat" derler. Dini hayattan ayırırlar, veya "herkes serbesttir ve hürdür" derler. Oysa Allah’ın dininde serbestlik ve hürriyet yoktur. "Mü'minim" veya "Müslümanım" diyen kimse, muhakkak ki Allah’ın bütün emirlerine uyacak ve bütün nehiylerinden vazgeçecektir.

Allah’ın emirleri arasında fark yoktur. Namaz kılmak, cihad etmek, oruç tutmak, Allah’ın indirdikleriyle yönetmek, zekat vermek, Allah’ın ceza kanunlarını uygulamak, hac yapmak, daveti yüklenmek farzları arasında hiç fark yoktur. Hepsi Allah’tan birer emirler ve farzlardır. Allah’ın nehiyleri arasında da fark yoktur. İçki, kumar, faiz, domuz, zina, küfrü uygulamak, laiklik, hırsızlık, demokrasi, öldürmek, mürtet olmak, yetimlerin malını yemek gibi yasaklar arasında hiç fark yoktur. Öyle ki bunların hepsi Allah’ın yasakladığı hususlardır. Bunları işleyenlere ağır cezalar vardır.