Cumhuriyetten bu yana kurulan partilerin hepsi, Türkiye siyasi partiler kanununa dayalı olarak kurulurlar. Bunun manası; kurulacak olan herhangi bir parti; cumhuriyet sistemine, demokrasiye, laikliğe, Atatürk ilkelerine ve milliyetçiliğe dayalı olmasının gerektiğidir. Bütün bunlar İslam’a zıttır. Zaten siyasi partiler kanunu İslâm’a dayalı partinin kurulmasını yasaklar.

Sadece küfür temellerine dayalı partilerin kurulmasına imkan tanıyan, siyasi partiler kanunu çerçevesinde kurulan sözde İslamî parti, çeşitli sebeplerden dolayı kapatıldıktan sonra hemen yenisini kurmak için çalışmalar başlattılar. Kısa bir süre zarfında başka bir isim altında, aynı kanun çerçevesinde yeni partiyi oluşturdular. Ne yazık ki böylesi bir partilerin kurulmasının doğru olmadığını hiç ama hiç düşünmüyorlar. Yeni tavizler vermeye ve küfür rejimine karşı daha fazla yumuşamaya, Müslümanları da yeni söylem ve tavırlarla yanlışa yönlendirmeye çalışıyorlar. Acaba, neden böyle davranıyorlar?! Resulullah (sav)’in “Mümin bir delikten iki sefer ısırılmaz.” sözüne neden bunlar itibar etmezler? Yoksa bunlar, Resulullah (sav)’in hayatını örnek almıyor, amellerine delil saymıyorlar mı?

1971’de 12 Mart darbesi olunca diğer partiler kapatıldığı gibi Milli Nizam Partisi de kapatıldı. Ardından Milli Selamet Partisi kuruldu. 1980’de 12 Eylül darbesi gerçekleşince bu parti de kapatıldı. Bunun akabinde Refah Partisi kuruldu. Batı Gurubunun baskısıyla 1999’da bu parti bir kez daha kapatıldı. Ondan sonra Fazilet Partisi kuruldu. Bir iki milletvekilinin bazı konuşmalarından dolayı bu parti de kapatıldı ve hemen yerine Saadet partisi kuruldu. Fakat, eski Refah partili bir gurup, (yenilikçiler) başka bir parti kurmaya hazırlanıyor. 

Partiyi kapatan merciler, yaptıkları işi bilinçli bir şekilde yaparak; bu partilerin tabanını daha fazla kendilerine ve laik cumhuriyete boyun eğdirme ve bu yolla da Müslümanları asimile etme gayreti içerisindedirler. İslâm’ı sloganik olarak savunmalarından bile onları vazgeçirmek istemektedirler. Bu hususta başarılı olmuşlardır. Ancak parti tabanını kontrol altında tutabilmek için, onları paravan şirketlerle meşgul ederek oyalamaktadırlar. Onları topluca, Holdinglerden, kâr ve paradan konuşulmalarını sağlayarak, önlerine meşgul olacakları bir dava sunmuşlardır. Bu şekilde tabanın davası da şekillenmiş olmaktadır. Bu taban Müslümanlardan oluşmaktadır. Şayet bunlara İslâm davası benimsettirilirse durum farklı oluyor. Oysa, küfür düzenin onlardan istediği; camiler, okullar ve benzeri hayır kuruluşları kurmaları ve yönetmeleriyle beraber şirketler ve holdinglere paralarını yatırarak meşgul olmalarıdır. Böylelikle, Müslümanlar İslâm davetini hiç yüklenmeyeceklerdir.

İslâm daveti nasıl yüklenilir ve bu daveti yüklenen parti nasıl olmalı?

Müslüman demek; Allah’a teslim olan kimse demektir. O, Allah’ın kulu ve kölesidir. Allah’ın bütün emirlerine uyar, yasaklarından da kaçınır.

“Resul size ne getirdiyse onu alın, neyi nehyettiyse onu bırakın” (Haşr 7)

İslâm, şeriat ve metottur. Metod; şeriatı uygulama, İslâm davetini yüklenme ve akideyi koruma keyfiyetini içerir. Şeriat ise şer-i hükümlerdir. İbadetle, ahlakla, devletle, ekonomiyle ve diğer hayat nizamları ve meseleleriyle ilgilidir. Allah’u Teala Resulü yoluyla bunları nasıl uygulayacağımıza dair metodu bizlere göstermiştir. Nasıl daveti yükleneceğimizi de gösterdi. Daveti yüklenme ve devleti kurmada bizlere örnek olmuştur.

“Allah’ı ve kıyamet gününü umanlar Allah’ı çok ananlar için Resulullah güzel örnektir.” (Ahzab 21)

Yüce Allah (cc), İslam şeriatını gönderirken, Allah ve Resulünün herhangi bir konu hakkında vermiş olduğu hüküm karşısında bizlerin seçim hakkının olmadığını, yalnızca beyan edilen hükme tâbi olmamızın gerekliliğini bildirmiştir.

“Allah ve Resûlü bir konu hakkında hüküm verince, inanmış bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36)

Resulullah (sav) Kureyş’in ilkelerini ve şartlarını reddederek, İslama dayalı hizb kurdu. Bu ise sahabelerin hizbidir. Sahabeler insanları açıkça İslâm’a davet ediyorlardı. İslam davası uğrunda çok eziyet gördüler, fakat davalarından asla caymadılar. Sabrettiler, küfür ile hiç uzlaşmacı olmadılar. Kureyş’in inançlarına, fikirlerine, adetlerine, siyasetlerine ve hatta siyasi kişilerine çattılar.

Ayrıca, mübarek insanlar para toplamak, mal çoğaltmak ve şirketler kurmakla meşgul da olmadılar. Herkesin ayrı işi ve ticareti vardı. Onları bir araya toplayan ve meşgul eden sadece İslâm daveti idi.

Buna dayalı olarak dava adamları, ticaret ve şirketleri dava işinden tamamen ayrı tutmak zorundadırlar. Doğal olarak Bekâ içgüdüsünün keyfiyeti icabı insan, mülk edinmeye ve mülkünü çoğaltmaya çalışır. Daveti yüklenmek ise, İslâm hayatını yeniden başlatmak ve bütün cihana İslam davetini yüklenmektir. Allah’ın Müslümanların üzerine yüklemiş olduğu bir farzdır. Dindarlık içgüdüsünün gereğince yapılan bu farzdan maksat, yalnızca Allah’ın rızasını kazanmaktır. İslâm Devletini kurmak davetin metodudur. Bu ise, ticaretten, mülk edinme ve mülkü geliştirmekten tamamen farklıdır. Mülk fertle ilgili ve vakası ferdidir. Dava ise, ümmetle ve dünya ile ilgilidir ve yalnız Allah için yüklenilir. Bunları birbirine karıştırmak davayı bozar ve dava bir araç veya bir slogan haline dönüşür. Pratikte bunun örneğini maalesef görmekteyiz.

Bir takım Müslümanlar, kendi kendilerini ve diğerlerini aldatmaya çalışıyorlar ve şöyle diyorlar; Müslüman zengin olmalı, Müslüman zengin olursa davaya daha fazla hizmet eder. Bu asla doğru değildir. Dava derin fikirle ve samimi fikrî mücadeleyle büyür ve güçlenir. Sahabelerin çoğu fakir idi. Hatta, tam ciddiyetle davaya sarılan zenginler, fakir oldular veya ticaretlerini daralttılar. Mus’ab bin Umeyr zengindi, davayı yüklenince fakir oldu. Ebu Bekir Şam’a giderek dış ticaret yapıyordu. Ticaretini daraltıp sadece Mekke’de eski eşyaları satmakla yetindi. Bunu örnekleri çoktur.

Diğer taraftan küfür ilkelerine ve siyasi kanunlarına göre İslâmî parti kurulamaz. Ama, küfür ilkelerine ve siyasi kanunlara dayalı parti kurarız, fakat onun gölgesi altında İslâma hizmet ederiz derlerse, İslama ihanet etmiş olurlar. Bu İslâm’ın ve Resulullah (sav)’in metoduna aykırı olduğu gibi, 30 senedir pratikte de sahtekârlığı ispatlanmıştır. İslâmî söylem ve sloganlardan bile uzaklaşma oldu, taviz üstüne taviz gösterildi. Daha doğrusu İslâm’dan söz etmekten korkulur ve kaçınılır oldu.

Artık yeter! Tekrar aynı senaryoyu oynayarak, parti kurma oyunundan vazgeçilmelidir. Samimi olan Müslümanlar Resulullah (sav)’in metodunu izleyen hizbe katılsınlar. Böylelikle Allah’ın rızasına nail olsunlar.

“De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.” (Yusuf 108)