İnsanoğlunun, yaratılışın gayesini
anlayabilmesi için, aklının idrak ettiği, canlı ve cansız
bütün varlıkları, aydın bir bakışla enine-boyuna, tüm
detaylarıyla inceleyip, bu incelemeden sonra derin derin düşünmesi
gerekir. Zira bu inceleme ve araştırma; insan, hayat ve kainat
mefhumları olup, insan aklının anlama
sınırı dahilindedir.
İnsan, hayat ve kainat; çölün kum
zerrelerinden, Everest Tepesi’nin kar tanelerine bitkilerden
insanlara, cansızlardan dünyamızı neşelendiren sayısız
canlı varlıklara kadar, küçük büyük her şeyde mükemmel
bir ölçü, plan, program, denge ve ahenk hakimdir. Her neye
bakarsak bakalım, görünmeyen bir elin, görünmez
bir kalem ve pergelle, en dakik bir şekilde zerrelerine varıncaya
kadar ölçüp biçtiğini
anlamakta yanılmayız.
*Kainatta
her şey bir intizam içerisinde cereyan ederken, bilhassa insanın
yapısında bu nokta daha bariz bir şekilde görülmektedir.
İnsan beyninde bir hücre, 200 elektronik
beyne denktir. Yani insanın beyin kabuğu,
2.8 trilyon elektronik beyine denktir. Beynin
bu kadar dar bir sahaya yerleştirilmesi, tasavvurlarının ve
tasarımlarının üzerinde
harika bir sanat şaheseri olduğunu ispatlar. Beyinde 14 milyar
hücre ve iki hücre arasında da 3000 bağlantı vardır. Eğer
bu kadar bağlantı PTT santralinde olmuş olsaydı PTT’ciler
ne yapacaklarını şaşırırlardı. Halbuki beyin asla şaşırmıyor...
*Kalp bir günlük çalışması ile, iki
tankeri doldurup boşaltır.
*İnsandaki sinirler, uç uca eklense 480 bin
km, damarlar uç uca eklense 200 bin km eder. Acaba bu kadar dar
bir sahaya böyle geniş bir yer kaplayacak organlar nasıl
sığdırılabiliyor?...
*Bağırsaklarda, yiyeceğin bağırsağa
temas edeceği saha ne kadar fazla olursa o kadar iyi emilir.
Bundan dolayı barsak iç yüzünü büyütmek için, bağırsakta
birçok kıvrım vardır. Bu kıvrımlar olmasaydı,
bağırsakların uzunluğu
35-40 metre olması gerekecekti. İnsan vücudunun her tarafında
olduğu gibi, bağırsak yapısında da madde ve saha
bakımından en mükemmel bir şekilde yerleşim
ve intizam bulunmaktadır.
*İnsan vücudundaki göz, kulak, burun ve
dil gibi organların yapıları et olduğu halde, göze
görmeyi, buruna koklamayı ve dile de tat alma görevini
yükleyip bir ahenk içerisinde programlayan kim? Kulağın gördüğünü,
gözün de işittiğini hiç duydunuz
mu?...
*İnsan vücudunda organlar sağlam muhafazalarla
korunmuşlardır.
Mesela; kafatası muhallebi kıvamındaki
beyni, bütün darbelerden koruyacak şekilde yapılmıştır.
Göğüs kafesi, içindeki kalp, akciğer ve diğer önemli
damar ve organları muhafaza
eder. Yalnız karnın ön duvarı, deri ve kaslardan ibaret,
yumuşak ve hareket
edebilecek yapıya sahiptir. Karın duvarı da göğüs duvarı
gibi sert olsaydı ne olurdu? O zaman insan gövde esnekliğini
kaybeder, robot gibi olurdu. Yani solunum
yapılamayacak ve hayat da olmayacaktı...
*İnsanın yaratılışı öyle muhteşem ve
sırlı hadiseler zinciridir ki; bebeğin anne karnındaki kalsiyum
temini için, annenin kemiklerinden kalsiyum
çözülüp alınması ve bebeğin imdadına gönderilmesi,
annenin doğum sırasında ağır kanamadan ölmemesi için, kanın
pıhtılaşma oranının % 100 artarak tam bir koruma
mekanizmasının oluşması ve bebeği doğumdan sonra
hastalıklara karşı koruyacak antikorların annenin
ilk sütüne bolca yerleştirilmesi, sonsuz şefkat ve kudret sahibi
bir Zat’ın her şeyi bir plan ve programa göre varlığa
erdirdiğini gözler önüne sermektedir.
*Çöllerin vazgeçilmez vasıtası olan deve
incelendiğinde, çöl hayatı için ne kadar uygun yaratıldığı
açıkça anlaşılmaktadır. Uzak mesafelerde binek veya ağır
yükleri taşıyıcı olarak insanoğluna hizmet ettiği gibi,
eti ve sütüyle de gıda ihtiyacını
karşılar. Bir deve 15 dakika içerisinde 200 litre suyu
içebilmektedir. Ayrıca hörgüçlerinde bolluk dönemlerinde
oluşan yağları depo ederek, susadıklarında bu yağın parçalanmasıyla
su açığa çıkar ve susuzluğunu giderirler. Tabak şeklinde,
araları açık olan ayaklarıyla, yumuşak kumda batmadan
kilometrelerce yürüyebilirler. Deveye bahşedilen bu mükemmel
sistem acaba tesadüf mü?...
*Karınca ve arılar gibi toplu halde
yaşayan böcekler, o derece karışık davranışlarda
bulunurlar ki, bu hayvanlarda akıl olmadığını düşünmek
şaşırtıcı
gibi gelir. Halbuki, onların çok karışık davranışları
akla ve iradeye bağlı değildir. Akıllı ve şuurlu kabul
ettiğimiz günümüz insanları
dahi tam huzurlu ve sakin bir toplum hayatı kuramadığı
halde bu böcekler o kadar intizamlı bir hayat kurmuşlar ki,
insanın hayretler içinde kalmaması imkansız. Bu böceklerde
cemiyet nizamına çok dikkat edilir. İşçi arıların petek
yapması,
yavru ve kraliçe arıları beslemeleri, kovanı temizlemeleri
ve tamir etmeleri çok büyük bir
intizam ve düzen içinde olur. Eğer kovanın içi sıcaksa yumurtaları
soğutmak için kanat çırpan arılar, şayet kovanın içi soğuksa,
yumurtaların etrafına toplanarak onları ısıtırlar. Acaba
işçi arı bu işi nereden
öğrendi?.. Ona yumurtaların bu şekilde bozulmadan bakılabileceğini
kim öğretti?..
İşçi arı bal yapabileceği bir çiçek bulduğunda bunu
diğer arılara
haber verirken, güneşe göre bir açı çizerek, bazı dönme
hareketleri yapmaktadır.
Bu şekilde yön belirlemeyi arı nereden öğrenebilir?..
Harika bir tadı, şifa
kaynağı ve besleyici değeri tam olan,
çeşitli mineral ve vitaminler
içeren balı yapmayı arı hangi laboratuvarda öğrendi,
formülünü kimden aldı?...
*Örümceklerin her türünün sadece kendine
has olan bir ağ şekli vardır. Her örümcek hiç öğretilmeden,
hangi şekilde ağ yapacağını bilir. Örümcek
ağının ipeksi telcikleri iplik halinde salgılandığı
anda havanın etkisiyle katılaşan proteindir.
Bizim gözle gördüğümüz her iplik, aslında birçok
iplikten meydana gelmiştir. Örümcek bu iplik ile ustalıkla
bir ağ örer.
Bu ağlara takılan sineğin titreşimlerini
hissetmek için ipliğin son ucunu tutarak pusuda bekler. Acaba
ağ kurarak avlanmayı örümceklere
hangi usta avcı öğretti?...
*Tavuk yumurtalarının içine konulan bir
ördek yumurtasından diğer yavrularla birlikte çıkan ördek
yavrusu dosdoğru suya koşarken, tavuk yavruları
toprağı gagalamakla meşguldür. Acaba bu ördek yavrusuna
yumurta içindeyken
yüzme mi öğretildi?.. Anne ve babasından
uzakta kuluçka makinesinden çıkartılan bir kuş laboratuarda
büyütülüp beslendiği
halde, bu şartlarda bile kendine has olan yuvayı yapıyor.
Yumurtadan çıktıklarından
beri yuva hakkında hiçbir bilgisi olmayan bu kuşlara diğer
kuşlar gibi yuva yapmayı kim öğretmiş olabilir?.
*Afrika’nın Namibia Çölü’nde yaşayan
birçok örümcek türünden olan “Altın Tekerlek Örümceği”,
en büyük düşmanı olan yaban arılarından kurtulmak için
kendilerini bir disk haline getirip tekerlek gibi dönerek
kaçmaktadırlar. Yuvalarını kum tepeciklerine yapan bu örümcekler,
yaban arıları tarafından sokulduğunda felç olarak
hareketsiz kalmaktadırlar. Bu kötü sonuca uğramamak
için Sevk-i İlahi ile örümceklere yuvalarını kum
tepeciklerinin en yüksek noktalarına yapmaları
öğretilmiştir. Böylece yaban arılarından yuvarlanarak kaçma
işini de tepenin yüksekliğinden ve eğiminden
yararlanmaktadırlar. Örümcekler
yuvarlanmaları sırasında 1 saniyede 44 devir (tur) yaparlar.
Bu da saatte 300 km. hızla
giden bir otomobilin hızına eşit bir hız demektir.
Enteresan olan husus, tepenin eğimi ile dönüş hızı
arasındaki ilişkiyi bu akılsız ve şuursuz örümceğin
nasıl bildiği ve yuva yapma yerini en iyi şekilde tespit
etmesidir.
*Sema’dan (Gökyüzü) yağmur yerine
nitrik asit (kezzap) yağabilirdi, hiç düşündük mü?.
Yerküredeki su, karbondioksit, oksijen ve azotun devir
daimindeki ahenk içinde işleyen nizam ve intizam insanı
hayretten hayrete düşürür. İlmen havadaki
her şimşek çakışında nitrik asit oluşumu için bütün
şartlar hazırdır. Bu şartlara rağmen kezzap değil de,
katre katre yağmuru indiren, yüce kudret, irade ve hikmetle hükmedip
üzerimizde titreyen bir
rahmet eli ibretle görünmektedir. Bunu hiç düşündük
mü?... Kainatta yaşayan bu esrarengiz gelişmeleri
inceleyen ve düşünen bir insan, duyu organlarının
algılayabildiği şeylerin sadece varlığından bile, onları
yaratmış olan bir yoktan var edicinin mevcut olduğunu anlar.
Zira bütün canlılarda ve eşyada gözlenen şey onların
eksik, aciz
ve bir başkası tarafından yaratılmış olmasıdır. Öyle
ise bunlar yüzde yüz yaratılmıştır. Bundan dolayı çekip
çeviren ve düzen sahibi bir yaratıcının varlığını ispat
etmek için kainatta herhangi bir şeye dikkati çekmek
yeterlidir. Kainatta
herhangi bir yıldıza bakmak, hayatın görüntülerinden
herhangi birini düşünmek, canlıları incelemek ve insanın
herhangi bir özelliğini anlamak, Yüce Allah
(cc)’ın varlığına kesin olarak delil olur. Bunun içindir
ki, Kur’an-ı Kerim dikkati eşyaya yöneltir. İnsanı,
eşyaya ve eşyanın etrafında olup bitenlere,
eşyaya ilişkin hususlara bakmaya ve böylece Allah-u Teala’nın
varlığına delile dayanarak inanmaya çağırır. Böylece
insan eşyanın başkasına muhtaç olduğunu görünce bundan düzen
sahibi bir yaratıcının varlığını tam olarak anlar. Bu
anlamda yüzlerce ayet gelmiştir:
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında,
gece ve gündüzün birbirini takip edişinde akıl sahipleri
için deliller vardır.” (Al-i
İmran 190)
“İnsan neden yaratıldığına baksın;
erkeğin beli ile kadının kaburgaları arasından çıkan
akıcı bir sudan yaratıldı.” (Tarık
5-7)
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece
ve gündüzün değişmesinde, insanlara
yararlı şeyleri denizde götüren
gemilerde, Allah’ın gökten indirip,
ölümünden sonra kendisi ile yeri tekrar dirilttiği yağmurun
yağmasında ve her çeşit hayvanı yeryüzüne yaymasında, rüzgarları
estirmesinde
ve gökle yer arasında emre amade kıldığı bulutlarda, düşünen
bir kavim için deliller
vardır.” (Bakara 164)
“Gökten su indiren de O’dur. Onunla
her şeyin nebatını çıkardık. Ve o nebattan bir yeşillik
çıkardık. Ondan birbiri üzerine binmiş taneler çıkarıyoruz.
Hurma ağacının tomurcuklarından birbirine yakın salkımlar,
üzümlerden bağlar, (yaprakları) birbirine benzer (meyveleri)
benzemez zeytin ve nar ağaçları bitirdik. Her birinin
meyvelerine bakın! Bir ilk meyve verdiği vakit, bir de
olgunlaştığında bakın. Şüphesiz bu size gösterilenlerde
iman edenler için birçok alametler vardır.”
(En’am 99)
“Denizden taze et (balık) yiyesiniz ve içinden
takınacağınız bir ziynet (inci, mercan) çıkarasınız
diye, denizi hizmetinize veren de O’dur.
Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görürsün. Bunu bir
de Allah’ın fazlından
nasib arayasınız diye yaptı. Olur ki şükredersiniz.”
(Nahl 14)
Ayetlerde de görüldüğü gibi Allah (cc),
insanı eşyaya, eşyanın etrafındakilere ve eşya ile ilgili
hususlara aydın bir düşünce ile bakmaya, bu suretle düzen
sahibi bir yaratıcının mevcudiyetini
delille anlamaya ve sonuçta Allah’a (cc) imanın akıl ve
delil sonucu olmasıyla,
köklü bir imana sahip olmasına davet etmiştir. Bundan
dolayı her Müslüman’a imanı araştırması, inceleme ve aydın
düşünce ile bulması ve Allah’a (cc)
iman noktasında mutlak
olarak aklı hakem kılması vacib (mecbur) olmuştur. İnsanın,
nizamlarını almak ve yaratıcısına
iman için kainata bakmaya davet edilişi
Kur’an-ı Kerimin çeşitli surelerinde yüzlerce defa tekrar
edilmektedir. Bunların hepsi insanın akli yeteneklerine yöneltilmiş
olup, imanı
akıldan ve delilden doğsun diye, kişiyi düşünceye çağırmakta
ve babalarından gördüğü şeyleri hiç düşünmeden,
incelemeden, ne derece
doğru olduğuna kanaat getirmeden kabul etmekten sakındırmaktadır.
İşte İslam’ın istediği iman budur. Bu iman o, “kocakarı
imanı” diye adlandırılan
iman değildir. Bu, ancak derin derin, enine boyuna düşünüp
sonra nihayet Allah-u Tealaya, şüpheye mâhal bırakmadan
imana ulaştıran araştırıcı aydının imanıdır.
Kainatta olup biten olayları,
canlıları
ve eşyayı inceleyip bunların aciz ve eksiksiz olduğunu, Allah-u
Teala tarafından yaratıldığını kavrayan insan,
bir an “peki Allah’ı kim yarattı?” sorusuyla karşı
karşıya kalabilir. Allah (cc) ya bir başkası
tarafından yaratılmıştır, ya kendi kendini
yaratmıştır, ya da
varlığı vacib ve ezelidir. Başkası tarafından
yaratılmış olması batıldır. Çünkü o zaman
sınırlı olarak yaratık konumuna
düşer.
Kendi kendini yaratmış olması da batıldır.
Çünkü bir anda hem kendisinin yaratıcısı ve hem de
kendisinin yaratığı olmuş olur ki, bu imkansızdır. O halde
yaratıcının öncesiz, sınırsız ve başlangıçsız,
varlığının vacib (zaruri ve kendiliğinden) olması gerekir
ki, o da Allah-u
Tealadır.
İnsan, hayat ve kainatın, derin bir
inceleme sonucunda bir yaratıcıya muhtaç, sınırlı ve eksik
olduğu kesin olarak anlaşıldıktan sonra aciz, sınırlı ve
eksik olan bu yapının ister istemez sonrası
da olmalıdır.
Zira insanlar dünya hayatının sonrasında,
kıyamet günü dünyada yaptıkları fiillerden hesaba
çekileceklerdir. O kıyamet günü ki, insanların
şiddetli bir hesaba uğrayacağı, bu azaptan sarhoş
olacakları gün... Allah (cc) kıyamet gününün
dehşetli yüzünü şöyle anlatıyor:
“Ey insanlar! Rabbinizden korkun. Çünkü
kıyametin sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz
gün, her emzikli (kadın) emzirdiğinden vazgeçecek ve her
yüklü (kadın) çocuğunu
düşürecek, insanları hep sarhoş (gibi) göreceksin,
halbuki sarhoş değillerdir. Lakin Allah’ın
azabı çok şiddetlidir.” (Hac
1-2)
Ayette, kıyamet gününün dehşeti anlatılmakla
beraber, insanoğlu bu dehşetli azabdan kıyamet günüyle sınırlı
kalacağını
mı zannediyor?.. Zira kıyamet gününün o dehşetinden sonra,
insanlar dünyada işledikleri fiillerin karşılığı olarak
ya cennete ya da cehenneme gireceklerdir. İslam akidesini,
Allah’ın (cc)
varlığını net bir şekilde kavrayıp, hayatın öncesi,
hayat ve hayatın sonrası ile bağ kurup hayattaki ilişkilerini
Allah’ın (cc) nizamlarına uygun olarak düzenleyen ve bu yolda
canını, malını ve her şeyini feda eden insan mükafat
olarak cennete girecektir. Zira gözlerin
görmediği, kulakların
işitmediği, düşüncelerin dahi tasavvur edemediği
cenneti Allah (cc) şöyle bildiriyor:
“Hiç şüphe yok ki, iman edip yararlı
işler yapanlara, altından ırmaklar akan cennetler vardır.
Büyük kurtuluş işte budur.”
(Buruç 11)
“(Resulüm!) İman edip de yararlı işler
yapanlara, kendileri için altlarından ırmaklar akan cennetler
olduğunu müjdele! Onlardan kendilerine
ne zaman bir meyve rızık olarak yedirilse, “bu daha önce de
rızıklandığımız (yediğimiz) şeydir.” derler. O
meyveler birbirine benzer şekilde
kendilerine sunulur. (Renkleri birbirine benzer fakat tatları
başkadır.) Onlar için orada temiz, pak zevceler de vardır.
Hem onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.”
(Bakara 25)
“Onlara altın tepsiler ve kadehler
dolaştırılır. Orada canlarının istediği, gözlerinin hoşlandığı
her şey vardır. Ve kendilerine: Siz, orada
ebedi kalacaksınız, işte yaptıklarınıza karşılık size miras
verilen cennet budur. Orada sizin için bol bol meyveler vardır,
onlardan yersiniz, denilir.”
(Zuhruf 71-72-73)
İşte cennet bu kadar mükemmel, nimetleri
dünyadaki nimetleri karşılaştırılamayacak derecede,
yorgunluğun, acının ve ızdırabın olmayacağı bir mekan
iken, akıllı bir insanın bu güzellikleri terk etmesi düşünülemez.
Zira bunları
terk etmesi, dünya hayatında başıboş olarak hareket etmesi,
Kalu-belada Allah’ın (cc) kendisine yüklediği sorumluluğu
ve kıyamet gününde bu sorumluluktan hesaba çekileceğini unutup,
kendi nefsi arzularına göre hayat tarzı düzenleyip
o şekilde yaşamasının sonucudur. Böyle bir hayat tarzına
sahip insan dünyada rezil bir hayat geçireceği gibi, bunun
cezası olarak da cehenneme
girecektir. Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Kendisi için hidayet (dosdoğru yol)
belli olduktan sonra, kim mü’minlerin yolundan (Allah’ın
şeriatından) başka yola (şeriata) giderse, onu o yolda bırakırız
ve cehenneme sokarız. O ne kötü bir yerdir, gelecektir.”
(Nisa 115)
“Kim Allah’a ve Resulü’ne isyan
ederse, içinde ebedi kalmak üzere onun için cehennem ateşi
vardır.” (Cin 23)
“Şu iki gurup, Rableri hakkında çekişen
iki hasımdır: Küfredenler için ateşten elbiseler biçilmiştir,
başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki
muhteviyat ve derileri eritilir. Bir de bunlara demirden kamçılar
vardır.
Her ne zaman oradan (ateşten), onun bir ızdırabından
(dolayı) çıkmak isteseler tekrar içine
döndürülürler. Ve kendilerine, tadın bakalım
yangın azabını! (denilir).”
(Hac 19-20-21-22)
Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
“Cehennem ehlinin azap yönünden en azı,
kıyamet gününde ateşten yapılmış iki pabuç onun ayaklarına
giydirilir ki, bu pabuçların hararetinden onun beyni fıkır
fıkır kaynar.”
Evet Allah (cc) cehennemi sınırlarını
aşanlar için bu şekilde yarattığına göre insan aklını
kullanarak olayları inceleyip ona göre hareket tarzı içerisinde
olmalıdır. İnsan, hayat ve kainatın ötesinde bunların
hepsini yaratan bir yaratıcının olduğu, her şeyi O’nun
yarattığı, hayatın sonrasında ise; kıyamet günü insanın
dünyada yaptığı işlerden sorguya çekileceği
bilincinde olmalıdır. Bu yüzden bu hayatın öncesi ve sonrası
ile bir bağlantısı olması ve hayatta insanın durumlarının
bu bağ ile bağlanmış bulunması icab eder. O halde
insan hayatta Allah’ın
(cc) nizamlarına uygun olarak hareket etmeli ve dünyada yaptığı
işlere göre kıyamet gününde Allah’ın (cc), kendisini
hesaba çekeceği inancında olmalıdır. Böylece insan;
kainat ve ötesi hakkında aydın bir fikre ulaşmış
olur. Yani hayatın öncesi ve sonrası hakkında
ve hayatın öncesi ve sonrası arasındaki ilişki
hakkında aydın bir fikir elde edilmiş olur. Bu suretle
insanlığın en büyük düğümü İSLAMİ AKİDE ile
çözülmüş olur ki, bu akide gereği hayatı incelemek, hayat
hakkında doğru mefhumları
bulmak için harekete geçmeli ve bu akide gereği bir hayat
tarzı izlemelidir.
“Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat verene
davet edince O’nlara icabet ediniz.” (Enfal 24)
|