İslamın öngördüğü ciddiyet nedense
Müslümanların hayatında kendisini bariz şekilde
gösterememektedir.
Müslüman’da ciddiyet öyle bir unsur
olmalı ki, İslam’ı kabullenirken imanında, İslam’ı
kabul edip iman ettikten sonra hayatını ona göre tanzim edişinde
ve bu hayatının yaşam sırrı olarak gaye edindiği bu yüce
dini diğer
insanlara taşıyışında kendisini hissettirmesi gerekir. Müslüman
dendiğinde hemen akla gelmesi gereken hususlar şunlardır;
Allah’a tam teslimiyet gösteren, onun emir ve
yasaklarını tam bir ciddiyet ile
uygulayan ve gerektiğinde
Onun yüce dinini hakim kılmak için canını dahi
hiç çekinmeden Onun için feda eden bir şahsiyet.
Evet bizim yegane önderimiz olan Allah’ın Resulü Muhammed
(s.a.v.) örnek verecek
olursak, ki Allah (c.c.) Ahzab suresinin 21. ayetinde
şöyle buyuruyor:
“Andolsun ki, Resûlullah, sizin için,
Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı
umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”
(Ahzab 21)
Evet bu ayeti kerimenin bize buyurmuş
olduğundan yola çıkarak, onların (sahabelerin) dindeki ciddiyetlerini
bu uğurda her türlü hakaret ve eziyetlere rağmen, her türlü
dünyevi dertlerle karşılaşmaları,
para ve rızk derdi gibi veya anne-baba, hanım baskısı gibi,
imtihanın
üstesinden dindeki ciddiyetlerinden
kaynaklanan köklü bir iman ile geldiler.
Allah’ın Resulü
ve ashabından geniş çaplı örnekler vermeden önce ciddiyet
kelimesinin lügat
manasını verip artı bu kelimenin İslam literatüründe yani
dolayı-sıyla Kur-an ve Sünnetteki yerinden örnek vererek
bilginize sunmak istiyoruz.
Ciddiyeti sözlükte lügatcılar şöyle
kullanıyorlar:
1. Gerçek, hakikat, şaka olmayan. 2. Ağırbaşlı,
ağır oturaklı. 3. Önemli. 4. Güven verici. 5. Sıkı: Bugün
ciddi çalıştık. 6. Ağır, tehlikeli: Hastalık ciddi.
Ciddiyet kelimesi bire
bir ne Kuran’ı Kerimde
nede hadisi şeriflerde kelime olarak bu şekilde geçiyor,
fakat ciddiyet kelimesine yakın olan
ihlas (samimiyet), sıdk kelimesi, yani doğruluk, gerçeklik,
temiz kalplilik manalarına gelen bu kelime gibi buna benzer kelimeler
geçiyor. Gerçi ciddiyeti içeren, yani ciddiyetinin
kesinkes olması gereken fiili amellerle alakalı
sîreti nebevide çokça verilecek misaller var, dolayısıyla
burada kelimenin kendisinden ziyade edinmiş olduğumuz gaye
ameller yönündedir.
Sıdk kelimesine dönecek olursak, bu
kelimenin zıddı kizb (yalan) oluyor. Sıdk, sadece sözde
olmaz; niyet, irade, azm ve amelde de olur. Sıdk kelimesini
ciddiyetle pekiştirmemizin
nedeni Kur-anı kerimin kaydetmiş olduğu Ka’b ibn Malik
kıssasını burada örnek olarak
vermek istiyorum. Bu sahabe, nefsine uyup
Tebük seferine katılmamıştır. Bu sefere katılmamakta
o yalnız değildir, pek çok münafık da bu seferden yan
çizmiştir. Ama bu sefer dönüşü, Resulullah (s.a.v.), katılmayanları
sorguya çekince herkes bir mazeret uydurur, özür uydurmayıp,
suç itirafında bulunan yani sıdktan ayrılmayan üç samimi
Müslümandan biridir Ka’b ibn Malik. Bu üç sahabeye isnaden
(Tevbe 117-119) ayetlerinde Allah’ın
şu kavli inzal oluyor:
“Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir
gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan
sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle
ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti.
Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir. Ve
(seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul
etti). Yeryüzü, genişliğine
rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça
sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından) yine Allah'a
sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı.
Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların
tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden,
pek esirgeyendir. Ey iman edenler!
Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun.”
(Tevbe
117-119)
Evet bu üç sahabenin örnek davranışı,
onların
sadakat dolu hal ve hareketleri, ne kadar ciddi olduklarının göstergesi
oluyor. Burada
dikkat edilmesi gereken ince nokta şurası, Resullerin
haricinde tüm insanlar masum sıfatından yoksun
olduğundan, ashab dahi olsa, ciddi, samimi olanda hata
yapabilir, fakat hatanın
üstesinden Ka’b ibn Malik gibi gelindiği takdirde işte o
insanda sıdkın dolayısıyla gerçek ciddiyetin mevcut olduğunu
idrak etmiş oluruz.
Ciddiyetle alakalı Resulullah (s.a.v.)’den
şu misali de verebiliriz; İşte Kureyş müşriklerinden
ileri gelenler toplanıp Muhammed (s.a.v.) davasından vazgeçirebilmek
için kendi aralarında istişare ediyorlar ve nihayetinde
Resulullahın amcası olan ve bu dönemde
onu himaye eden Ebu Talibi görevlendiriyorlar.
Ebu Talib olayın ciddiyetini anlıyor ve kesinkes
yeğenini ikna etme niyeti ile kararlı bir şekilde yola
koyuluyor. Yeğeninin yanına geldiğinde
vaziyeti ona arz ediyor ve onun bu davadan vazgeçmesi gerektiğini
ona defalarca söyleyip ikna etmeye çalışıyor. Fakat bunun
akabinde
Resulullahın tavrı ne oluyor acaba? Cevabı siyercilerin
naklettiklerine göre şöyle oluyor:
“Ey amca! Allah’a yemin ederim ki,
güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysalar ki, bu işi
bırakayım, Allah onu galib kılıncaya veya bu yolda ben helak
oluncaya kadar onu bırakmam.” (Sireti
İbn-i Hişam c.1 s.353)
Bu ciddi tavrın nihayetinde Resulullahın
amcası Ebu Talib teklifinden vazgeçiyor ve İbn-i Hişam’ın
naklettiğine göre şöyle diyor:
“Ey kardeşimin oğlu, git ve
istediğin şeyi söyle
Allah’a and olsun ki, seni hiçbir şeyden dolayı
terk etmem yardımımı da kesmem.”
(s.353)
Birde İbn-i Hişam’ın (s.389-390) nakletmiş
olduğu şu hadiseyi sizlere aktarmak istiyorum: Utbe ile
Resulullah (s.a.v.)’in arasında cereyan
eden şeyler hakkında:
İbn-i İshak dedi ki: Bana Yezid b. Ziyad,
Muhammed b. Kab el-Karzi’den haber verdi ki o şöyle dedi:
Bana haber verildi ki:
Utbe b. Rebie- ki kavmin efendisi idi- o bir
gün Kureyş’in meclisinde oturduğu ve Resulullah (s.a.v.) de
Kabe’de yalnız oturduğu
halde dedi ki:
“Ey Kureyş topluluğu, biliniz ki Muhammed’e
gidiyorum. Onunla konuşacağım
ve ona birtakım işler arz edeceğim. Umulur
ki o, onların bir kısmını kabul eder. Biz de onların
hangisini dilerse ona veririz. Böylece bizden vazgeçer.” Bu,
Hamza’ın Müslüman olduğu ve Resulullah (s.a.v.)’in
ashabının artığını ve çoğaldıklarını gördükleri bir
sırada idi. Onlar
da dediler ki: “Evet olur ey Ebu
Velid. Kalk ona git ve onunla konuş.”
Bunun üzerine Utbe ona gitti. Resulullah
(s.a.v.)’in yanına oturdu ve dedi ki:
“Ey kardeşimin oğlu, şüphesiz sen
gördüğün gibi bizden aşiretçe ve nesebde ki yerin
itibariyle şereflisin. Ve sen kavmine büyük bir iş ile
geldin ve onunla onların cemaatını dağıttın. Onunla
onların akıllarını sefihliğe
nispet ettin. Onların ilahlarını ve dinlerini ayıpladın. Ve
onunla onların geçmiş babalarını küfre nispet ettin. O
halde beni dinle, sana bir takım şeyler arz edeceğim ki onlar
hakkında düşünürsün
umulur ki: onlardan bir kısmını kabul edersin.” Bunun
üzerine Resulullah (s.a.v.) de ona dedi ki: “Söyle ey
Ebul- Velid dinleyeyim.” dedi ki:
“Ey kardeşimin oğlu, eğer sen bu işten,
kendisiyle geleceğin şey ile mal dilersen mallarımızdan sana
mal cem ettik ki malı en çok olanımız olursun. Eğer onunla
şeref dilersen seni bizim üzerimize efendi/ başkan yaptık.
Öyle
ki artık sensiz bir işe kati karar vermeyiz. Eğer onunla
saltanat murat edersen seni
bizim üzerimize melik kıldık. Eğer bu sana gelen şey sana görünen
cinden bir şey ise sen onu kendinden çevirmeye kadir olamazsan
biz senin için tedavi ararız ve seni
ondan iyileştirene kadar o hususta mallarımızı
sarf ederiz. Çünkü adamın peşine
düşen
cin tedavi olunmadan adama galip olur.” Veya buna benzer
şeyler söyledi. Nihayet Utbe sözünü bitirdiği
zaman, Resulullah (s.a.v.) onu dinliyordu
ve dedi ki:
“Ey Ebu Velid sözünü bitirdin mi?”
Dedi ki: “Evet.”
Dedi ki: “O halde beni dinle.”
Dedi ki: “dinliyorum.” bunun
üzerine şöyle dedi:
“Hâ. Mîm. (Kur'an)
rahman ve rahîm olan Allah katından indirilmiştir.
(Bu,) bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış
bir kitaptır. Bu
kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz
çevirdi. Artık dinlemezler.
Ve dediler ki: Bizi çağırdığın
şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda
da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde
bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!”
(Fussilet 1-5)
Sonra Resulullah
(s.a.v.) o ayetleri ona okumaya devam etti Utbe ondan onları
işittiği zaman dinledi ve ellerini arkasına koydu, onlara
dayanıyor ve dinliyordu. Sonra Resulullah (s.a.v.) süreden
secdeye kadar vardı ve secde etti sonra dedi ki:
“Ey Ebul-Velid! Dinlediğin
şeyi dinledin. İşte sen, işte bu.”
Şimdi şöyle bir düşünelim Allah Resulü
(s.a.v.) bu ciddi tavrını, biz ciddi olmaya aday
veya çalışan Müslümanlar ile kıyasladığımızda,
gerçekten de yeterince ciddi olduğumuz söylenebilir mi. Şöyle
bir düşünün; maddi gücünüz
yok, akrabalarınızın baskısı üzerinize hakim, yaşamış
olduğunuz ahalinin
çoğu size cephe almış bir durumda, otorite
sahiplerinin size karşı kesin ve kararlı bir mücadelesi var
ve bu esnada size böyle bir teklif geliyor; yani deniyor ki
size: “gel başımıza cumhurbaşkanı ol veya orgeneral ol; ama
yeter ki bu söylemlerinden
vazgeç.” Acaba tavrımız nasıl olur, inşallah
Allah Resulü gibi olur veya madalyanın öteki yüzü (Ebu
Talibin ısrarı ve tehdidinde olduğu
gibi), size bu anınızda işte sizi koruyan kişi, bu babanız olur
veya size ücret veren iş sahibi olur, sizin bu davadan vazgeçmeniz
gerektiğini söylediğinde, acaba bizlerin tavrı nasıl olur
veya dilde söylemiş olduğumuz ciddiyet burada
ne kadar fiile yansır.
Ne demek istediğim inşallah anlaşılmıştır.
Allah-u Tealadan niyazım, şuan yerküresi üzerinde
yaşayan Müslümanların ve bilhassa davayı omuzlamış olan
dava erlerinin, ciddiyet mefhumunu doğru bir şekilde idrak
edip, hayatlarını ona göre yönlendirip, Allah (cc) düşmanlarına
karşı korkulu rüya olma vasfını taşıyan
kişilerden olmayı, O güzide sahabeler gibi bizleri de
kendisine hakkıyla
kul olmayı bizlere nasip etsin.
Allah, yeterince kendisinden korkup, onun
emir ve yasaklarını gerektiği gibi uygulayan salih müminlerin
yar ve yardımcısıdır.
|