"Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramlardan
sakınsınlar ırzlarını korusunlar, ancak kendiliğinden görünen
müstesna zinetlerini açmasınlar ve başörtülerini yakalarının
üzerlerine vursunlar." (Nur 31)
PROPLEMİN NEDENİ
Üzerinde açıkça azamet ve kenetlenme
görünmesine rağmen Batı toplumu bugün, varlığını
tehlikeye sokacak, erkanını sarsacak ve sütunlarını
yıkacak hiddetli bir bunalım içerisinde yaşamaktadır. Bir
çok Batılının akide ve nizam olarak kapitalist ideolojisine,
onun beşeriyet için saadeti/mutluluğu sağlama kudretine ve
insanların problemlerine doğru çözümleri ortaya koymasına
olan güvenleri gün geçtikce erimekte ve bu da fikri,
iktisadi, sosyal ve siyasi her platformda kendini
göstermektedir.
Fikri platformda; Kapitalist ideoloji ve
demokratik nizam demek olan modernizm fikrine şiddetli bir
şekilde eleştirme dalgası açığa çıkmıştır. Buna tabii
olarak da Batı akidesinin, ondan fışkıran nizamının,
rasyonalist düşünme metodunun fesadı ve toplumda egemen olan
yaşam tarzının abes olduğu anlayışı gelişmektedir.
İşte bunlar, Batı'daki egemen değerleri ve rayiç/değerli
olan ölçüleri inkar eden kültürlülerden bir grupta temsil
olunan "postmodernizm" akımını ortaya çıkarmıştır.
İktisadi platformda; aç
gözlülüğün, fahiş pahalılığın, stokçuluğun, az bir
grubun ümmetlerin servetlerine tasallut etmesinin ve işsizliğin
artmasının neticesi cüzi veya külli olarak Kapitalist
iktisat nizamını terketme propagandası zahir olmuştur.
Ayrıca batılılardan, milyarder George Soros gibi Kapitalizmi
silkeleyen global iktisadi bunalımları, hür dünyanın dipsiz
kuyuya doğru inişinin alametlerinden bir alameti olarak itibar
edenlerde vardır.
Sosyal platformda ise; kuşkusuz rezalet
ve fesadın ifşa olması, erdemlilikten ve övülen ahlaktan
uzaklaşma, uyuşturucu alış verişi ve suçların
yayılması, ailevi bağların kopması v.s gibi toplumda
yıkılmaya yüz tutmuş tamiri imkansız gedikler açmıştır.
Siyasi platforma gelince; şüphesiz
içsel milliyetçi sağcı akımlar büyüyerek -genel olarak
yabancılara özel olarak da Müslümanlar için- topluma düşmancıl
tohumlarını empoze etmiş ve bir çok meselelerde
hükümetleri zora sokmuşlardır.
İşte bütün bunlardan dolayı Batı,
"Hicab" olarak isimlendirilen sanal/tasarlanan
bir problemi uydurmuş, bu bağlamda hem ona, hem de onun
arkasına sığınarak İslam’i fikre hücum etmiş ve
dikkatleri onun üzerine çekerek basın araçlarının günlük
maddesi, genel ve özel günün konusu olmasını
sağlamıştır. Genel veya cüzi yasaklama arasında Batılı hükümetlerin
ona karşı tavırları farklı olmasına rağmen uydurulan
sanal "Hicab" problemi sayesinde Batı, bir
çok kazanımlar gerçekleştirmiştir. O kazanımlardan
bazıları şunlardır:
1. İslam’a karşı sanal çatışma
uydurmak ve onu, toplumun üzerine kaim olduğu kıymet ve
ölçüleri tehdit eden bir gülyabani/korkuluk gibi takdim
etmekle kendi katında var olan kimlik bunalımını çözmek.
Böylece bu, laiklik fikrini ona tabi olanların nefsinde körüklemiş
ve laikliğin Batılı kimliğin esası olması itibarıyla
halkın duygularını ona doğru tahrik etmiş ve bunu, orta çağ
ve eski çağ fikrinin yani İslam’ın tehdit ettiği
modernizmin kazanımlarından bir kazanımı olarak lanse
etmiştir. Bu çerçevede Batı halklarının çoğunluğu
bundan etkilenmiş ve uydurulan sanal hadiseler onun laikliğe
mensup olduğu şuurunu ihya etmiştir. Böylelikle de başörtüsünün
yasaklanma kararını desteklemiştir.
2. Genel olarak Batı hükümetleri,
özel olarak da Fransa hükümeti, halkın bakışlarını daha
henüz çözümünü bulamadığı iktisadi, sosyal ve siyasi
problemlerden saptırma imkanı bulmuş ve böyleliklede
insanları "Hicab" v.s gibi meselelerle
oyalamıştır.
3. Genel olarak Batı hükümetleri,
özel olarak da Fransa hükümeti,"Hicab'a" karşı
aldığı keskin tavrı sayesinde popülarite/halk tabanını
kazanmıştır. Çünkü O, toplumda İslam’a karşı yayılan
düşmanlık dalgasının bayrakçısı olmuş ve İslam’dan
kaynaklanan korku kompleksi sebebiyle (İslam fobisi)
sıkıntıya duçar kalan çoğunluğu kendisiyle beraber yürümeye
sevketmiştir. Böylelikle Fransa, başörtüye karşı
aldığı katı tavrı sayesinde egemen olan duygunun
doğruluğunu pekiştiriyor ve onu çözmeye muktedir olduğunu
ibraz ediyordu.
4. Genelde Batı hükümetleri, özelde
de Fransa hükümeti, "Hicab" ve onunla ilintili olan
Batı'daki Müslümanların diğer problemlerini körükleme
sayesinde milliyetçi sağ görüşün artma eğilimdeki yolun
önünü alma ve gelecek seçimlerde seçmenin oylarından onu
mahrum etme imkanını bulmuştur. Zira, O (Fransa), ülkede
toplumun duçar kaldığı problemlerin sorumluluğunu
yabancılara yükleme düşüncesi üzerine oturan milliyetçi
sağ partilerin benimsediği tavrın aynısını benimsemiştir.
5. Batı hükümetleri, "Hicab"
problemini gündeme getirme sayesinde bu ülkelerde bir bütün
olarak İslam’i varlık problemini, onun Batı toplumuna
tehlike olması itibarıyla sorgulama imkanını bulmuştur.
Şayet onlar, Müslümanların reaksiyonuyla
karşılaşmaksızın hicab yasağını kanunlaştırma
uğraşında başarılı olurlarsa böylelikle onlar hedefi
İslam şahsiyetini yıkmak ve Müslümanların kültürel
özelliklerini mahvetmek olan diğer kanunları geçirme yolunu
hazırlamış olurlar.
6. Batı hükümetleri "Hicab"
problemini gündemde tutma sayesinde Müslümanları
ılımlılar ve radikal gruplar diye ikiye bölme imkanını
bulmuştur. Bu bağlamda da radikalleri "Hicab"ın müdafaacıları
olarak ibraz etmiş, ılımlıları reaksiyonlarının
dozajını düşürmeleri ve çatışmayı Müslümanlar arasında
var olan bir çatışma haline getirmeleri, "Hicab"
yasağını kanunlaştırması halinde ise çatışmayı,
ılımlılarla radikaller -yani Müslümanlarla Müslümanlar-
arasında çatışmaya dönüştürmeleri için ön plana çıkarmıştır.
Bununla da batılı hükümetler Müslümanların davasını
bulandırarak onlar arasında kesinlik kazanmış hususlarda
ihtilafın var olduğunu göstermiştir. Ayrıca kendisi içinde,
İslam’i şahsiyeti yıkmak ve Müslümanların kültürel
özelliklerini mahvetmek amacıyla yaptığı her işin
bahanesini de bulmuş olmaktadır.
İşte, Batı ülkelerinde "Hicab"
problemini körükleyen faktörler/amiller bunlardır. Onları gözlemleyen
kimse şüphesiz onların hepsinin İslam etrafında deveran
ettiğini görür. Bazen onun bizatihi Müslümanların
akıllarından ve nefislerinden silinmesi istenen bir gaye
olması itibarıyladır ki; bu takdirde esas hedeflenmek istenen
o dur. Bazen de siyasi hedefleri ve partisel emelleri gerçekleştirmek
amacıyla ittihaz edinilen bir vesile olması itibarıyladır
ki; bu takdirde o, oyalamak için bir taktik, uyuşturmak ve
Batılı hükümetlerinin her ne zaman bunalımlardan bir
bunalımda boğulduğunda oyları kazanmak için istihdam edeceği
bir edat olmaktadır.
Başörtüsü takmamanın şer'i hükmü
Muhakkak ki, kadının başını, boynunu ve
göğsünü örten başörtüsü genel hayatta ve avret
yerlerini örtme anında akıl baliğ Müslüman hanım üzerine
farz olduğu dini zorunluluklardan bilinmektedir. Allah'u Teala
şöyle buyurmaktadır:
"Mü'min kadınlara da söyle,
gözlerini haramlardan sakınsınlar ırzlarını korusunlar,
ancak kendiliğinden görünen müstesna zinetlerini açmasınlar
ve başörtülerini yakalarının üzerlerine vursunlar." (Nur
31)
Aişe (r.a)'ın şöyle dediği rivayet
edildi:
"Allah ilk muhacir kadınlara merhamet
etsin. Zira Allah "başörtülerini yakalarının
üzerlerine vursunlar" ayetini indirdiğinde
peştamallarını yırtarak onunla örtünmüşlerdir." (Buhari
tahriç etti.)
Bu hüküm, ayet'in nassıyla başörtüsünün
farz kılındığı günden günümüze kadar Müslümanların
icmasının mevzu bahis olduğu hükümdür. Müslüman hanımın
başörtüsünü çıkarmaya yeltenmesi ve şer'iatın yabancı
erkeklere gösterilmesini haram kıldığı yerleri genel
hayatta ve avret yerlerini örtmenin vacip olduğu anlarda göstermesi,
zikredilen bu vacibe aykırı davranmak ve kesinlikle harama düşmektir.
Bundan dolayı, şayet İslam’i beldelerde veya başka
yerlerde tesettür giyimini yasaklayan kanunların
yasallaşması halinde dahi akıl baliğ Müslüman hanımın
başörtüsünü çıkarıp atması ve genel hayatta saçını,
boynunu ve göğsünü açığa vurması caiz değildir.
Çünkü, başkalarına olan itaatin Allah'a olan itaatin
önüne geçmemesi asıldır. Keza bu başkası Müslümanların
Halifesi olsa da İslam’ın hükümlerine muhalefet etmemekle
mukayyettir. Yaratıcı olan Tebareke ve Tealaya ma'siyetde
mahluka itaat yoktur. Bu mesele kuşkusuz vuzuhiyet/açıklılık
ve netliliğine rağmen mübhem bir hal alarak bahis ve münakaşa
konusu oldu. Halbuki asıl olması gereken şer'i hükme teslim
olmak ve ona boyun bükmektir.
Hatta Müslümanlardan şöyle diyenler dahi
olmuştur: "Kuşkusuz, okul ve üniversite öğrencilerine,
memurlara başörtüsü giyimini yasaklayan
beldelerde/ülkelerde, başörtüsü takmayı farz gören şer'i
hükme Müslüman bayanın bağlanması onları eğitimden ve
çalışmaktan alıkoymaktadır. Halbuki eğitim ve çalışma Müslüman
bayanın kendisine ihtiyacı olup da asla onsuz yapamayacağı
hususlardandır. Dolayısıyla evla olanı takdim etme
zorunluluğundan dolayı başörtüsünü çıkarma caiz
olmaktadır ki; onların ilim tahsil etme ve çalışarak
kazanma hakları zayi olmasın." Buna verilecek cevap:
Evet ilim farzdır. Nebi (s.a.v)’den; "Her
Müslüman üzerine ilim talep etmek farzdır." dediği
rivayet edilmiştir. (Enes hadisinden İbni Mace tahriç etti).
Fakat ilim talep etmek iki kısma ayrılır:
1- Farzı ayn. Yani her bir
bireyden bizzat talep edilen farz demektir. Mesela; namazın
erkanını, şartlarını ve onu bozanları bilmek edası
üzerine farz olan kimselere vaciptir.
2- Farzı kifaye. Yani genel olarak
cemaatten talep edilendir. Eğer onu bir kısım kimseler yerine
getirirse o, diğerlerinden düşer. Mesela; matematik ve
astronomi ilmi öğrenmek gibi. Ayrıca, Batı okul ve
üniversitelerinin takdim ettiği farzı kifaye kabilindendir.
Şayet farzı ayınla -mesela; başörtüsü takma gibi- farzı
kifaye çatışırsa -mesela; batı okul ve üniversitelerinde eğitim
görmek gibi- bil ittifak farzı ayn takdim edilir.
Buna rağmen ilim tahsil etmek, başörtüsü
takmayı yasaklama imkanı olan hükümet okullarının
dışında da mümkündür. Bilakis evde, mescitte ve
mecliste/toplantı yerleri v.s gibi yerlerde de ilim talep etme
imkanı vardır. Bu sebeble mevcut şartlar içerisinde ilim
talep etmekle başörtüsü takmayı gerekli görmek arasında
hiç bir çelişki yoktur. Sonra ilim talep etmenin mutlak
şekli değil, şer'i bir şekilde talep edileni vaciptir. Eğer
ilim talep etme bahanesi Müslüman’ı haram işlemeye götürüyorsa
şüphesiz bundan dolayı o haram olur ve O'nun üzerine onu
haram olmayan bir yolla talep etmesi zorunlu olur.
Çalışmaya gelince; o, kazanma
keyfiyetlerinden bir keyfiyet ve rızkı elde etme hallerinden
bir haldir. Keza rızkın yalnızca Allah’u Teala’nın
elinde olduğu düşüncesi Müslümanların zihinlerinden bir
nebze olsun uzaklaşması caiz değildir. Allah’u Teala şöyle
buyurdu:
"Şüphesiz yalnızca Allah rızık
veren ve metin kuvvet sahibidir." (Zariyat 58)
Yine şöyle buyurdu:
"Yerde debelenen hiç bir canlı yoktur
ki, rızkı Allah'a ait olmasın. O, onların meskenlerini de
bilir; emanet bulundukları yeri de... Hepsi açık bir
kitaptadır." (Hud 6)
Allah Sübhanehu kazanmayı yani Allah’u
Teala insana onun için emrine amade kıldığı şeylerden
faydalanmak ve ona sahip olmak için çalışmasını emretti.
Bu hususda Allah’u Teala şöyle buyurdu:
"Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur.
Şu halde yerin omuzlarında dolaşın ve Allah'ın rızkından
yeyin. Dönüş ancak O'nadır." (Mülk 15)
Yine Sübhanehu şöyle buyurdu:
"Allah'ın sana verdiğinden Ahiret
yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma." (Kasas 77)
Ancak kazanmada bazı şartlar koşulmuştur.
Onlardan birisi; haram olandan faydalanmanın ve ona sahip
olmanın caiz olmamasıdır. Mesela; içki gibi. Aynı şekilde
onun ma'siyete ve harama götürmesi de caiz değildir. Mesela;
namazı terke sebep olan bir iş de çalışmak gibi. Üstelik
İslam kadına önem verdi ve yeryüzünde rızk aramak için
dolaşmasını ona elzem kılmadı. Bilakis onun nafakasını
velisi üzerine farz kıldı.
Şayet O'na infakta bulunacak kimse yoksa ve
O'da rızkı aramak için çalışmaya muhtaç ise, bu takdirde
çalışma helal yoldan olması gerekir.
Müslümanlar indinde rızkta ve kazanmada
esas olan budur. Her Müslüman üzerine rızkın yalnızca
Allah'ın elinde olduğuna dair akidesinin kendisine gösterdiği
hususu gözetlemesi, şeriatın kazanma yöntemi ve onun
keyfiyetine ilişkin sınırlandırdıklarına bağlanması
vaciptir. Bunun içindir ki; Müslüman hanım da aslolan Allah’u
Teala’nın üzerine farz kıldığı başörtüsünü çıkarıp
atmaması ve Allah’u Teala’nın kendisi için taksim ettiği
rızka kanaat ederek ve kendisine yazılana nail olacağına güvenerek
rızkı aramaya çalışmasıdır.
İşte, mesele budur. Bazılarının zaruret
olarak ve bazı fakihler indinde var olan “zaruretler
mahzur olanları/haram olanları mübah kılar”
kaidesini itibara alarak Müslüman hanımın başörtüsünü
çıkarmasının caizliğine dair illetlendirdikleri de budur.
Biz, bu fetvanın hatasını beyan etmek için, onu İslam’i
fıkıhtaki zaruret mevzusuna arzetmek, onda, onun
ayrıntılarında ve onun kurallarında vaki olan ihtilafı ve
zikri geçen zaruretler kaidesinin fesatlığını açıklamak
istemiyoruz. Çünkü kesinlikle zaruret yoktur ki; ona dair
fetva verilsin ve ona binaen de haram helal olsun. Zira az önce
de belirtildiği gibi, mesele eğitime ilişkin konular da
farzı aynla farzı kifaye arasında tercih meselesidir. Ömrün
belli bir bölümünde -yani genç kız üzerine başörtüsünün
farz olduğu dönemde- eğitime ara vermek üzerine genç kızın
helakanın terettüp edeceği husus değildir. Ayrıca zaruret
kaidesiyle amel eden kimselerin sözüne göre de O'nun aleyhine
onda hiç bir zarar yoktur. Nitekim eğitimde yeterliliğin
hasıl olmasından dolayı ümmet aleyhine de herhangi bir zarar
terettüp etmemektedir. Çalışmaya ilişkin konu ise, şüphesiz
rızkla alakalıdır. Bu ise, Alemlerin Rabbinin hükmettiği
(kaza) dairesi içerisindedir. Bu konuda Müslüman’a düşen
şer'i hükümlere uygun olarak rızk için çalışması ve onu
ma'siyetle kazanmak değil onu helal yolla kazanmasıdır. Rasul
(s.a.v)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Muhakkak ki, ruh'ul kudus herhangi bir nefis
rızkını ve ecelini tamamlamadıkça asla ölmeyeceğini benim
kalbime üfledi. Allah'dan korkunuz ve rızk aramasını güzel
yapınız."(İbni Hibban sahihinde İbni mes'uddan
tahriç etti)
Bir kimse şöyle diyebilir: “Evet
zaruret kaim değil fakat burada öğrenmeye ve çalışmaya
ihtiyaçlık var. Dolayısıyla ihtiyaç bazen zaruret
menzilesine indirgenebilir.” Bu söz şöyle reddedilir:
Harama düşmeksizin ihtiyacı giderme imkanının olması gün
ışığı kadar açıktır. Bırak sen artık zaruretin ihtiyaç
menzilesine indirgenmesinin ve zaruret dolayısıyla mahzur
olanların mübah kılınmasının hatasını. Hakikatinde bu söz
hata üzerine bina edilmiştir. Pratikte ise, ilim tahsil etmek
ve çalışmak amacıyla İslam’i şeriata ve Allah’u Teala’nın
farz kıldığına muhalif olan bir kanunla amel etmek başörtüsünü
çıkarmayı gerekli kılmaz. Harama düşmekten kaçınmak için
Batı ülkelerinde benimsenmesi mümkün olan ve aynı zamanda
da Müslüman hanımın ilim tahsiline ve çalışmasına imkan
veren burada bir çok şer'i ameller vardır. Biz, vakanın etüt
edilmesine binaen ve Allah'ın kitabı ve Rasulullah (s.a.v)'in
sünnetine istinaden Batı ülkelerindeki Müslümanlara “Hicab”
probleminin bazı çözümlerini arzedeceğiz. Bunları
aşağıda özetlemeye çalışacağız.
ÇÖZÜM
Muhakkak ki; sunacağımız ameller cümlesi
üç esas üzerine mebnidir. Onlar sebat, karşılıklı
yardımlaşma ve güvendir.
Sebat; vazgeçmemek üzere bir tek tavır
da kenetlenmektir. Eğer İslam’i kimliğimizi korumak ve kültürel
özelliklerimize el pençe yapışmak istiyorsak üzerimize
düşen "Hicab" meselesinde tavrımızı birleştirmek
ve hanımlarımızın, kızlarımızın başörtüsünü çıkarmaya
razı olmadıklarını ve onlara özgü şer'i farz üzerinde
sebatlıklarını ilan etmeliyiz.
Karşılıklı yardımlaşmaya gelince;
o, bütün Müslümanların kendisiyle kimliğimizi silmek ve
hadaretimizi mahvetmek istedikleri batının bu tehlike
belirtisini ihsas etmek, cemai çalışmaya hırs göstermek,
gayretleri koordine etmek amacıyla kitleleşmek ve bu fitneyi
aşmak için yardım ve destek sunmaktır.
Güven ise; ondan maksat Allah’u Teala’ya
ve nefse güvendir. Allah'a güven bize bu belayı selametle
atlatabilmemiz için lazımdır. Allah Sübhanehu iman edenleri
müdafaa eder ve biz hak dini üzerinde sebat ettiğimiz müddetince
bizim yardımcımızdır. Allah’u teala şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler eğer siz Allah'
yardım ederseniz O'da size yardım eder ve ayaklarınızı
sabit kılar. İnkar edenlere gelince, onların hakkı
yıkımdır. Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır."
(Muhammed 7)
Nefse güven ise; kuvvetimizi ve etki
kapasitemizi idrak etmektir. Bu ülkelerde Müslümanların
etkin bir kuvveti ve eğer ölçülerin tartımı güzel yapılsa
bütün terazileri alt üst edecek çok büyük olanakları
vardır. Şunu bilmeliyiz ki, eğer biz bu esaslardan hareket
etmezsek bizim işimiz asla ıslah olmayacak ve dinimizi,
kimliğimizi koruma özlemlerimizin bütününü asla gerçekleştiremeyeceğiz.
Yapılması gerekli olan amellere ve
benimsenmesi lazım gelen icraatlara gelince:
Birincisi: Kız öğrenciler, yasağa
meydan okuyarak başları örtük bir şekilde okullara gitmeli.
Şayet bundan men edilirlerse, o zaman aşağılayıcı
protestolarla dışarı çıkmalıdırlar. Ve bunun basına
yansımasına çalışılmalıdır.
İkincisi: Şüphesiz gösteriler,
manifestolar ve yürüyüşler görüşü ifade etme üsluplarından
bir üsluptur. Onlara devamlılık gösterilmesi halinde etki
ederler. Bundan dolayıdır ki, onlara yoğunlaşmak, onlarda süreklilik
göstermek ve onlar sayesinde muarız ve başörtüsü yasağını
kabul etmeyen konumumuzu açığa vurmalıyız. Yalnız onların
muhtevasında, atılan sloganlarda herhangi bir zelillik ve
yalvarış çeşidi izhar etmemek gereklidir.
Üçüncüsü: Batı ülkelerinde "Hicab"
etrafında deveran eden münakaşalara bakıldığında düşünürler
ve kültürlüler onlara iştirak etmemiş, bilakis onlara
iştirak eden siyasilerden, basından, kültür ve düşünce
propagandacılarından bir gruhtur. Bunun içindir ki,
üzerimize düşen araştırmacılıkla ve objektifçilikle meşhur
olan kültürlülere hitap etmek ve onları davamızda bize
yardım etmeye eğilimli kılmaya çalışmaktır.
Dördüncüsü: Kuşkusuz Müslümanlar
içerisinde dünyalık herhangi bir maslahat ve menfaatten
dolayı Batı hükümetlerine yardım eden, safları parçalayan
ve bütünlüğü bozan kimseler vardır. Dolayısıyla tek
tavır almak ve cepheyi takviye etmek amacıyla üzerimize düşen
onlarla konuşmaya hırs göstermek, onları olumsuz ve
benimsedikleri şer'i olmayan tavırlarından vazgeçirmeye çalışmaktır.
Beşincisi: Biz toplumdan izole olmaya
davet eden kimselerden değiliz. Lakin şuanda Müslümanların
içerisinde bulunduğu durum bizden tavır belirlememizi ve
kimliğimizi muhafaza etmek için bir sürü icraatlar ittihaz
etmemizi gerektirmektedir. Bu sebepledir ki biz, eğitim açığını
kapatmak amacıyla alternatif olarak Müslümanları
aşağıdaki hususlara davet ediyoruz:
- Bayanlara ve genç kızlara, din ve dünya
işlerini öğretmek amacıyla mescitlerin, meclislerin ve
değişik toplantı yerlerinin açılması.
- Başörtüsünü yasaklayan eğitim
kurumlarına alternatif olarak, kızlar için özel okulların,
fakültelerin ve üniversitelerin inşa edilmesi.
- Matematik, astronomi, kimya, tıp,
tarih ve v.s gibi kızlara lazım olan ilimlerin öğretilmesi
amacıyla Müslümanların öğretmen, profesör ve doktorlarından
yardım istenilmesi.
Altıncısı: Mescit, ev, kahvehane ve
v.s yerlerde Müslümanlar arasında onların kimliklerini ve
dinlerini tehdit eden tehlikeyi beyan etmek, onları,
kardeşlerine destek ve yardım etmeye teşvik etmek ve İslam’i
kimliklerini korumak amacıyla malı ve gayreti feda etmek için
bilinçlendirme hamleleri yapmak.
Yedincisi: Batı hükümetlerine, heyet
gönderme ve benzerleri yoluyla hitap ederek Batı'da Müslümanlara
uyguladıkları baskı üzerine terettüp eden neticelerin
tehlikesini beyan etmek. Ve onları Müslümanların bu
ülkelerde selametle/barışla yaşamalarına engel olan
planlarından vazgeçmeye davet etmek.
Sekizincisi: Hasır altı etmeksizin ve
sulandırıp bulandırmaksızın meselenin basın araçlarında
sürekli şekilde gündemde tutulmasına özen göstermek.
İşte, "Hicab" probleminin
çözümü için Müslümanlara önerdiğimiz bazı ameller ve
icraatlar bunlardır. Ayrıca biz Allah Azze ve Celle'den bütün
Müslümanların onlara karşılık vermesini ve fevri
olarak/vakit kaybetmeksizin onları uygulamaya koymak üzere
çalışmalarını istiyoruz.
KÖKLÜ ÇÖZÜM
Batı ülkelerindeki "Hicab"
probleminin çözümünde pay sahibi olan ameller cümlesini
arzettikten sonra önemli bir noktayı hatırlatacağız. Dikkat
edin o'da; köklü çözümle geçici çözüm arasında
ayırımın zorunluluğudur.
Bu bağlamda yukarda arzettiklerimiz, problem
için köklü çözüm değillerdir. Ancak onlar bu ülkelerdeki
Müslümanların içerisinde bulundukları herhangi muayyen bir
şartın iktiza ettiği geçici çözümlerdir. Bu problemin ve
Müslümanların duçar kaldığı diğer problemlerin köklü
çözümüne gelince; o, Hilafet devletidir. Bunun nedeni, şüphesiz
başkalarının bize tamah etmesi, bizi müsta'zaf görmesi, hanımlarımızın
tesettürünü mübah sayarak istediğinde onu ayaklar altına
alması, kültürel özelliklerimizi mahvetmek ve İslam’i
kimliğimizi değiştirmek için çalışmasının dönüp
varacağı yer bizim maslahatlarımızı güden, mahremlerimizi
gözetip kollayan, Müslümanların Halifesinin ve Emir'ul Mü'mininin
ortada olmamasıdır.
İbni Hişam siretinde Beni Kaynuka
gazvesinin şu sebeple olduğunu rivayet etmiştir:
"Araplardan bir kadın, satmak için bir
eşyasını getirdi ve onu Beni Kaynuka'nın pazarında sattı. Sonra onlardan bir kuyumcunun yanına oturdu. Daha sonra
onlar O'ndan yüzünü açmasını istediler, o da bunu
reddediyordu. Peşi sıra kuyumcu gizlice O'nun elbisesinin bir
tarafına yöneldi ve hemen onu kadının sırtına düğümledi.
Sonra kadın ayağa kalkınca avret mahalli açıldı, onlarda
buna gülüşmeye başlamalarıyla birlikte kadın hemen narayı
bastı. Bunu duyan Müslümanlardan bir kimse kuyumcunun
üzerine atladı ve onu öldürdü. O kuyumcu Yahudi’ydi.
Yahudilerde Müslüman’a aşırı kızdılar ve onu
öldürdüler. Bundan dolayı da, o Müslüman’ın ehli
yahudilere karşı Müslümanlara bağırarak yardım istedi. Müslümanlar
da buna kızdılar ve onlarla Beni Kaynuka arasında şer
meydana geldi."
Tarih, Hicri. 223 senesinde, Rum ülkesinde
ki Umuriyye'nin fethinin o ülkelerde tesettürü ayaklar altına
alınan bir kadın sebebiyle olduğunu rivayet eder. Kadın
bağırarak Müslümanların Halifesi Mu'tasım Billah İbni
Harun Resid'ten yardım ister. Bunu duyan halife hemen orduyu
hazırlar ve onunla Umuriyye'ye yürür. Neticede orayı
fethedip düşmanı şiddetli bir bozguna uğratır.
Şüphesiz Müslümanların tarihinde var
olan bir çok örnekten sadece bu ikisi bugün bizim, bizi
Allah'ın şer'iatıyla yönetecek, maslahatlarımızı güdecek,
mahremlerimizi himaye edecek ve bizden birisinin bağırarak
yardım istemesi halinde haykırışına/nidasına karşılık
verecek Halifeye ne kadarda ihtiyacımız olduğunun boyutunu açığa
çıkarmaktadır. O sebebledir ki, bu ülkelerde Müslümanlar
üzerine düşen görev, problemlerinin köklü çözümünün
Halifenin varlığına bağlı olduğunun, İslam’i beldelerde
Hilafeti geri getirmek üzere çalışan kimselerle birlikte
çalışmaların, Müslümanlara izzetleri ve şereflerini
tekrar iade etmek ve Alemlerin Rabbi önünde zimmetlerini
temize çıkarmak için onları desteklemelerinin bilinci içerisinde
olmaları gereklidir. Muaviye'den Rasululah (s.v.a)'in şöyle
dediği rivayet edilmiştir:
"Üzerinde bir imam olmaksızın ölen
kimse cahiliyye ölümüyle ölür." (Taberani, Ahmet, Ebu Ya'la ve İbni Ebi Asım hasen isnatla
rivayet etti.)