Savaşta Kafirlerden Yardım Almak


Zimmi olup olmadıklarına bakmaksızın, ister İslâm devleti tebasından olsunlar ister olmasınlar, İslâm bayrağı altında olmaları  şartı ile, fertler halinde kafirlerden yardım almak caizdir. Ancak, İslâm devletinden kopuk kendilerine ait siayasi varlıkları olan belirli bir grup halindeki kafirlerden yardım almak kesinlikle caiz değildir. Bağımsız bir devlet vasfı ile onlardan yardım almak haram olur.

Savaşta fertler halinde kafirlerden yardım almanın caiz olduğuna dair delil şu rivayetlerdir:

- “Müşrik olduğu halde, Kuzman, Uhud günü Rasulullah (u)’ın ashabı ile birlikte savaş için yola çıktı. Müşriklerin sancaklarının taşıyıcıları Abduddâ oğullarından üç kişiyi öldürdü. Öyle ki Rasul (u) şöyle dedi:

 إِنَّ اللَّهَ يُؤَيِّدُ هَذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ “Şüphesiz ki Allah bu dini facir bir adamla da destekler.”[1]

- Hazâ’a kabilesi, fetih yılında Kureyş ile savaşmak için Nebi (u) ile birlikte yola çıktı. Bu zaman Hazâ’a henüz müşrik idi. Hatta Rasulullah (u) onlara şöyle dedi:

 يَا مَعْشَرَ خُزَاعَةَ وَارْفَعُوا أَيْدِيَكُمْ عَنِ الْقَتْلِ فَقَدْ كَثُرَ أَنْ يَقَعَ لَئِنْ قَتَلْتُمْ قَتِيلاً لادِيَنَّهُ “Ey Hazâ’a topluluğu! Öldürmekten elinizi çekin, öldürme işi çok oldu. Sizin öldürmüş olduklarınız dikkat çekici şekildedir.”[2]

Bu Hadislerin tamamı; fertler halinde kafirlerden yardım almanın caiz olduğuna, yani kafirin İslâm ordusunda düşmana karşı müslümanlarla birlikte savaşmasının caiz olduğuna açık delâlet etmektedir. Ancak kafir, orduda olmaya ve savaşmaya zorlanmaz. Çünkü ona cihad farz değildir ve ona ganimetten verilmez, fakat bahşiş verilir, ona maldan bir miktar verilir. Kafir müslümanlarla birlikte savaşmak yani müslümanların ordusunda olmak istediğinde; hainliğinden korkulmayan, güvenilir olduğunda onun ordudaki her hizmette istihdam edilmesi caiz olur.

Aişe’den rivayet olunan şu rivayete gelince: “Nebi (u), Bedir’den önce sefere çıktı. Hurret el-Vebre denilen yere geldiğinde, ona gücü ve cesareti ile bilinen bir adam yetişti. Rasulullah (u)’in ashabı onu görünce sevindiler. O geldiğinde Rasulullah (u)’e dedi ki; Ben sana tabi olup seninle birlikte pay almak için geldim. Bunun üzerine Rasulullah (u) dedi ki: “Allah ve Rasulüne inandın mı? O; Hayır, dedi. Rasul (u) dedi ki: Geri dön, ben müşrikten asla yardım almam. Aişe dedi ki; Sonra o gitti. Biz bir ağaçlı bölgeye geldiğimizde o adam yine Rasule yetişi ona önce dediği gibi dedi. Nebi (u) de, ona önce dediği gibi dedi: Geri dön, ben müşrikten asla yardım almam. O, geri döndü. Sonra Beyda denilen yerde yine Rasule yetişti. Rasul (u) ona önce dediği gibi; Allah ve Rasulüne inanıyor musun? dedi. O da; Evet, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (u) ona; Haydi öyleyse hemen işe koyul! dedi.”[3]

Bu Hadis, Rasulullah (u)’in müşriklerden yardım almasının sabit oluşuyla çelişmez. Zira bu adam, ganimet almak karşılığında savaşmak şartı koşmuştu. Diyordu ki; “Sana tabi olup seninle birlikte pay almak için geldim.” Ganimet ise, ancak müslümanlara verilir. Böylece Nebi (u)’nin ondan yardım almayı reddetmesi, buna yorumlanır. Aynı şekilde kafirlerden fertler halinde yardım alması da halifenin emrine/konumuna terk edilmiş bir husus olarak yorumlanır. Halife dilerse yardım alır, dilerse reddeder.

- Hubeyb b. Abdurrahman’dan o da babasından o da dedesinden şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah (u), bir gazveye çıkmak isterken müslüman olmadığımız halde kavmimden bir adam ile ben ona gelip şöyle dedik: Biz kendileri ile birlikte şahit olmadığımız bir hususa kavmimizin şahit olmasından mahçup oluyoruz. Rasul (u) şöyle dedi ki: Siz ikiniz müslüman oldunuz mu? Biz, Hayır, dedik. Dedi ki; Biz müşriklere karşı müşriklerden yardım almayız. Bunun üzerine biz müslüman olup onunla birlikte savaşa çıktık.”

Bu Hadis, kafirlerden fertler halinde yardım almanın, halifenin görüşüne terk edildiğine yorumlanır. İsterse yardım alır, isterse reddeder. Zira Rasul (u), Uhud’da yardım aldı, Mekke’nin fethinde yardım aldı, Bedir’de yardım almayı reddetti. Hubeyb ve onun beraberindeki adam müslüman olasıya kadar, yardımlarını reddetti. Böylece Rasul (u)’in kafirlerden fertler halinde, onlar küfürleri üzerinde iken yardım aldığı sabit olmuştur. Rasul (u)’in müslüman olasıya kadar kafirlerin fertlerinden yardım almayı reddettiği de sabit olmuştur. Bu, kafirlerin fertlerinden savaşta yardım almanın caiz olduğuna, yardım alma işinin halifenin görüşüne terk edildiğine, halifenin istediğinde yardım almayı kabul ettiği istediğinde reddetti hususlardan olduğuna dair delildir. Nitekim Beyhaki, Şafi’nin şu nassını zikretmiştir: “Nebi (u), reddettiği kişilerde istek olduğunu keşfedip, onların müslüman olmalarını umarak onları reddetti. Allah onun zannını doğruladı.”

Kafirlerden müstakil bir devlet vasfıyla yardım almanın caiz olmadığına dair delile gelince:

- Ahmed ve Nesai, Enes’ten Rasulullah (u)’in şöyle dediğini rivayet ettiler:

 لا تَسْتَضِيئُوا بِنَارِ الْمُشْرِكِينَ “Müşriklerin ateşi ile aydınlanmayınız.”[4]

Bir “topluluğun ateşi”, bağımsız bir kabile ya da devlet gibi, harpteki varlığına kinayedir.

- Beyhaki dedi ki: “Hafız Ebu Abdullah Fesak’ın kendi senedi ile Ebu Hamid el-Sa’aidâ’ye dayanarak bize bildirdiği husus doğrudur: “Rasulullah (u) sefer için yola çıkıp Seniyetü’l Vedâ’yı arkada bıraktığında bir süvari birliği görüldü. Rasul (u); Onlar kimdir? diye sordu. Dediler ki; Benu Kaynuka’dan Abdullah b. Selam grubudur. Dedi ki;  Müslüman mı oldular? Dediler ki, Hayır, bilakis onlar dinleri üzeredirler. Dedi ki; Onlara geri dönmelerini, zira bizim müşriklerden yardım almadığımızı söyleyin.

Böylece Rasulullah (u), Benu Kaynuka’dan Abdullah b. Selâm’ın grubunu reddetti. Çünkü onlar bir kafir süvari birliğinden toplanmış grup olarak ve Rasul (u) ile kendileri arasında bir takım anlaşmaların olduğu bir devlet gibi olan Benu Kaynuka’dan olduklarını belirten, kendi bayrakları altında geldiler. Ondan dolayı Rasul (u) onları reddetti. Dolayısıyla onları reddetmesi, onların kendi devletlerine ait bayrakları altında gelmiş olmalarından dolayı olmaktadır. Bunun delili de, Rasulün Hayber’de fertler olarak gelen Yahudilerin yardımını kabul etmeleridir. Ebu Hamid’in bu Hadisi, var olduğunda hükmünde var olduğu, var olmadığında hükmünde var olmadığı şer'î bir illeti içermektedir. Hadisteki illet Hadisin nassında ortaya çıkmaktadır. Zira diyor ki: “Bir süvari birliği görüldü. Rasul (u); Onlar kimdir? diye sordu. Dediler ki Benu Kaynuka’dan Abdullah b. Selam grubudur. Onların bir “süvari birliğinin” olmasının manası; onların, müstakil bir bayrağı olan müstakil bir ordu olmaları demektir. Çünkü her süvari birliğinin bir bayrağı olur. Böylece onların, Rasul (u) ile kendileri arasında bir takım anlaşmaları olduğu bir devlet konumundaki yahudi Benu Kaynuka’dan kendilerine ait müstakil bir bayrağı olan kafir bir süvari birliği olmaları, Rasulün kendilerini reddetmesinin illeti olmaktadır. İllet, sadece onların kafir olmaları değil. Bunun delili; bu konumlarına ve İslâm’ı reddetmelerine binaen onların geri dönmelerini reddetmesidir, onların sadece İslâm’ı reddetmesine binaen değil. Bunu, Enes’in şu Hadisi teyid eder: لا تَسْتَضِيئُوا بِنَارِ الْمُشْرِكِينَ “Müşriklerin ateşi ile aydınlanmayınız.”[5] Bu, siyasi varlığa delalette baskındır. Aynı şekilde, Rasul (u)’in müşrik olduğu halde Kuzma’nın yardımını aynı Uhud savaşı yerinde kabul etmesi de bunu teyit etmektedir. Bunun manası; kafirin yardımını siyasi bir varlık olduğunda reddetmiştir, fert olduğunda kabul etmiştir.

Buna binaen, kendi bayrakları altında bir kafir devlet veya bir kafir kabile veya bir kafir grup yada devletlerinden bir cüz olduklarında kafirlerin yardımını kabul etmek hiçbir şekilde caiz olmaz.

Hazâ’a kabilesinin, müstakil bir kabile oldukları halde Fetih yılında Kureyş’e karşı Nebi (u) ile beraber olmalarına gelince; bu, bağımsız bir siyasi varlığı olan bir gruptan yardım almanın caiz oluşuna delâlet etmez. Zira Hazâ’a, Hudeybiye yılında, müslümanlar ile Kureyş arasındaki sulh anlaşması yapılırken ve anlaşma metnine şu ibare geçerken orada bulunuyorlardı: “Kim Muhammed’in akdine/sözleşmesine ve sözüne katılmak isterse  ona dahil olur, kim de Kureyş’in sözleşmesine ve sözlerine katılmak isterse ona dahil olur.” Bu metne binaen Hazâ’a ileri atlayıp: ‘Biz Muhammed’in sözleşmesi ve sözüne dahiliz’ dediler. Benu Bikr de atlayıp: ‘Biz Kureyş’in sözleşmesi ve sözüne dahiliz’ dediler. Böylece Hazâ’a kabilesi, müslümanlar ile Kureyş arasında olan bu anlaşmada müslümanlarla birlikte oldular. Resul de onları, anlaşmaya göre devletinden bir cemaat gibi himayesine dahil etti. Onun için onlar, bağımsız bir grup gibi değil de, İslâm Devletinden bir cüz gibi müslümanların bayrağı altında bir kabile gibi savaşıyorlardı. Böylece onlar siyasi bir varlık gibi değil de fertler gibi oluyor. Hazâ’a ile Resul arasında bir anlaşma yada sözleşmenin olduğuna dair vehim doğru değildir. Zira, anlaşma, Resul ile Kureyş arasında idi, Resul ile Hazâ’a arasında değil. Bu anlaşmaya binaen Benu Bikr kabilesi onlardan bir cüz gibi Kureyş ile beraber oldu. Buna binaen Hazâ’a’nın Resul ile birlikte savaşı, kafir bir topluluğun müslümanlarla savaşı değildir. Bilakis, kafir bir kabiledeki kafir fertlerin, müslümanların bayrağı altında müslümanlarla birlikte savaşı olmaktadır. Bu ise caizdir, bir mahzuru yoktur.

Ebu Davud ve Ahmed’in Zi Mihber’den yaptığı şu rivayete gelince: “Dedi ki Rasulullah (u) şöyle derken işittim:

 سَتُصَالِحُونَ الرُّومَ صُلْحًا آمِنًا وَتَغْزُونَ أَنْتُمْ وَهُمْ عَدُوًّا مِنْ وَرَائِكُمْ “Rumlarla bir barış anlaşması yapacaksınız. Siz ve onlar sizi aşan bir düşmana karşı savaşacaksınız.”[6]

وَتَغْزُونَ أَنْتُمْ وَهُمْ عَدُوًّا مِنْ وَرَائِكُمْ “Siz ve onlar sizi aşan bir düşmana karşı savaşacaksınız.” sözü Rum’un fertlerine yorumlanır, devletlerine değil. Zira kafirlerle müslümanlar arasında sulh/anlaşma sadece müslümanların yönetimi altına girmekle birlikte cizye vermeyi kabul etmeleri durumunda olur. Çünkü İslâm, müslümanlara kendileriyle savaşan kafirleri şu üç seçenekten birisini seçmekte serbest bırakmalarını emretmiştir: 1- Ya müslüman olmaları, 2- Ya cizye vermeleri, 3- Ya da savaşmaları. Onlar kafir oldukları halde sulhun meydana gelmesi, ancak İslâm bayrağı altına girerek cizye ödemeleri halinde olur. Dolayısıyla ستصالحونهم ”onlarla sulh yapacaksınız” sözü, onların müslümanların bayrakları altında olduklarına, o zaman da fertler halinde olduklarına dair karine olmaktadır. Bunu Rumlar ile hasıl olan vakıa da teyit etmektedir. Zira müslümanlar, Rumlar ile savaştılar, onları hezimete uğrattılar ve ülkelerini ele geçirdiler. Rumlar fertler halinde müslümanlar ile birlikte savaştılar. Rumlar, devlet vasıflarıyla İslâm Devleti ile birlikte arkalarındaki düşmanla hiç savaşmadılar. Bu hiçbir gün meydana gelmedi. Bu da yukarıda geçen Hadiste “Rumdan” kastedilenin “fertler” olduğu, “devlet” olmadığı yorumunu desteklemektedir.

Böylelikle, müşriklerden, devlet olarak yardım almanın caiz olduğuna delâlet eden bir delilin bulunmadığı açığa çıkmaktadır. Bilakis bunun kesinlikle caiz olmadığı hususunda deliller sarihtir/gayet açıktır.

Bütün bu izahat; müslümanlarla birlikte bizzat savaşması şeklinde kafirden yardım almakla ilgili idi. Kendisinden silah almak şeklinde kafirden yardım almaya gelince; garantili ödünç almak şeklinde olması şartı ile, ister fertten olsun ister devletten olsun, silah almak caizdir. Bunun delili ise şudur:

Rasul (u), Hevâzin kabilesi üzerine sefere çıkma kararı aldı. Ona Sefvân b. Umeyye’de zırh ve silah olduğu hatırlatıldı. Bunun üzerine Rasul (u), o henüz müşrik iken onu yanına çağırtıp şöyle dedi: “Ey Ebu Umeyye! Bu silahını bize ödünç ver. Biz yarın düşmanı onun içinde karşılayalım. O da; Gasb olarak mı, ya Muhammed? dedi. Rasul (u); Hayır, bilakis sana onları geri veresiye kadar garantili ve ödünç olarak, dedi. bunun üzerine o; Bunda bir sakınca yoktur, deyip Rasule yüz zırh ve yeterince silah verdi. Bunun üzerine Rasul (u)’in ondan kendisine yeterince nakliye de vermesini istediği onun da bunu yaptığı iddia edildi.”

Bu, Rasulün kendisinden silah olarak kafirden yardım aldığı hususunda gayet açık bir delildir. O müşrik her ne kadar fert olsa da kabile reisidir. Ancak sadece bir kafirden silah almak; savaşa bizzat katılmak şeklinde yardım almak gibi devletten silah almanın olmadığını tahsis eden bir delil olmadığı sürece, kafirden silah olarak yardım almanın caiz olduğuna dair delil olur. Fakat bir devletten silah almayı yasaklayan bir delil geçmemiştir. Dolayısıyla kafirden ister ödünç, ister ise satın olarak silah almanın caiz oluşu mutlak/kayıtsız olarak kalır. Ancak devletin silah alması, genellikle bir devletten alması şeklinde hasıl olur. buna binaen, kâfir bir devletten silah almak şeklinde yardım almak caiz olur.  



[1] Dâremi, K. Seyr, 2405

[2] Ahmed b. Hanbel, Müs. Medineyyîn, 15782

[3] Müslim

[4] Nesei, K. Zînet, 5114

[5] Nesei, K. Zînet, 5114

[6] Ebu Davud, K. Cihâd, 2386