AMERİKA’NIN İSLÂM'I YOK ETME SALDIRISI |
KONU SALDIRI SLOGANLARI DEMOKRASİ ... ÇOĞULCULUK ... İNSAN HAKLARI ... PAZAR POLİTİKALARI ... |
Doksanlı yılların başında Sovyetler Birliği’nin yıkılıp parçalanması, devlet olarak yıkılmasından öte dünya bazında bir ideolojinin yıkılması, evrensel ve devletlerarası olarak sona ermesi demektir. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Amerika'nın liderliğinde Batı bloğu ile Sovyetler Birliği’nin liderliği altında Doğu bloğu arasında çatışma başladı. "Soğuk Savaş" olarak isimlendirilen bu çatışma, yalnızca iki blok arasında devletlerarası bir çatışma olmayıp aynı zamanda Kapitalizm ve Sosyalizm ideolojileri arasındaki ideolojik çatışma özelliğine de sahipti. Ayrıca bu çatışma sadece Avrupa'yı değil bütün dünyayı kapsamaktaydı. Sovyetler Birliği’nin yıkılıp birçok devlete bölünmesi, Marksist Sosyalist ideolojinin sistem ve metod olarak bölge halklarının yaşantılarından uzaklaşması ve Marksist Sosyalizmin devletlerarası arenada ve dünya bazında sona ermesi ile bu iki blok arasındaki çatışma da sona erdi. Amerika ve genel anlamda Batı bloğunun, bu çökü şü sistem ve yaşam biçimi olarak kapitalist ideolojinin zaferi saymaları ve Japon Filozof Fokoyama'nın tarihin sona ermesi şeklinde bir ifade kullanacak kadar bu zaferi Kapitalizme inananların ne kadar önemli bir mesafe katettiklerinin göstergesi kabul etmeleri gayet doğaldı. Ancak ideolojiler; ideolojiye inanan devletlerin çöküşleri ile -ki bu çöküş Devleti’n parçalanmasına ve topluluklara ayrılmasına yol açsa bile- sona ermez. Halklar ve ümmetler ideolojiye olan inançlarını terkettikleri ve başka ideolojilere inanmaya, hayatlarını yeni inançlarına göre düzenlemeye başladıkları zaman ancak ideolojiler sona erer. Marksist Sosyalizmde ise bu olay yaşandı. Zira Doğu bloğunu meydana getiren bütün halklar ve milletler Marksist Sosyalizmden vazgeçerek Kapitalizme döndüler ve hayatlarını kapitalizme göre kurdular. Marksist Sosyalizm ile İslâm arasında bir karşılaştırma yaptığımız zaman; 1924 yılında Osmanlı Hilâfet Devleti yıkıldıktan sonra bile evrensel olarak İslâm ideolojisinin bütün dünyada varlığını sürdürdüğü görülmektedir. Farklı halklardan meydana gelmelerine, pratikte İslâm'ın hayatlarından uzaklaştırılmasına ve henüz müslümanların Devleti’nin olmamasına rağmen İslâm ümmeti halen daha bu ideolojiye inanmaktadır. Kendi iradesinin dışında dış faktörler nedeniyle sistemlerini tatbik edemeseler bile bir ideolojiye inananlar var oldukça, o ideoloji evrensel olarak kalır. Fakat, ideolojiyi taşıyan bir devlet olmadıkça ve inandığı temellere göre devletlerarası siyaseti yürütemediği sürece devletlerarası sahnede bir devlet olarak yer alamaz. Bu esasa göre; Rasulullah (s.a.s) Medine'ye hicret edip Medine'de ilk İslâm Devleti’ni kurduktan ve İslâm ideolojisine göre Medine'de İslâm Ümmetini meydana getirdiği günden itibaren evrensel olarak İslâm ideolojisi varlığını sürdürmüştür. Kurulduğu günden bu asrın birinci çeyreğinde Osmanlı Hilâfet Devleti'nin yıkılışına kadar geçen süre içerisinde de devlet olarak varlığını sürdürmüştür. Sosyalizm ise, ondokuzuncu asrın sonlarında Avrupa halkları arasında kamuoyu oluşturduğu günden itibaren evrensel olarak var olmuştur. 1917 yılında da Rusya ve civarında Sosyalizme göre devlet kurulduktan sonra ise devletlerarası olma özelliğini kazanmış ve daha sonra Sovyetler Birliği olarak tanınmıştır. 1991 yılında Sovyetler Birliği yıkılıp bu çatı altındaki halklar Sosyalizmden sıyrılıncaya kadar geçen süre içerisinde de devletlerarası olma özelliğini korumuş, Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ile de Marksist Sosyalizm devletlerarası ve evrensel olma özelliğini yitirmiştir. Sosyalizmin çöküşü ile Kapitalizm devletlerarası alanda yalnız kaldı. Çünkü şu anda dünyada Kapitalizmin dışında bir başka ideolojiyi taşıyan ve taşıdığı ideolojiye göre devletlerarası siyasetini oturtan, yürüten bir devlet bulunmamaktadır. Evrensel platformda ise yalnızca iki ideoloji bulunmaktadır ki bunlar: İslâm ve Kapitalizmdir. Devletlerarası arenada yalnız kalan Kapitalizm Yeni Dünya Düzenini doğurdu. Kapitalizmin devletlerarası arenada yalnız kalması açısından "Yeni Dünya Düzeni" denmesi doğrudur. Bunun için Amerikan eski başkanı George Bush'un Yeni Dünya Düzeninin doğuşunu ilan etmesi de doğaldır. Çünkü Amerika, şu anda hem dünyada birinci devlettir hem de Kapitalist ülkelerin lideri ve Kapitalist ideolojiyi yayma bayrağının taşıyıcısıdır. Sömürgeci bir devlet olarak dünya sahnesine çıktığından beri Amerika, sömürgeciliğin eski ve yeni şekli ile Kapitalizmi yaymaya başladı. Zira sömürgecilik bu ideolojiyi yayma metodudur. Ancak Kapitalist ideoloji, devletler arasında tek kalınca evrensel olarak tek kalması için çalışmaya daha fazla önem verdi. Amerika, diğer kapitalist devletlerin birbirleri ile yardımlaşmalarında Kapitalizmi; ilişkilerin ve devletlerarası örflerin temeli haline getirmeyi başardığı gibi şu anda da yeryüzündeki bütün halk ve milletlerin dini haline getirmek istemektedir. Öyle ki insanlar; sistemleri ve kanunları ile Kapitalist ideolojinin tatbiki ile yetinmeyip, Kapitalist akideye inansın, hayatlarında diğer işlerinde Kapitalist düşünceleri, mefhumları, ölçüleri ve kanaatleri hakim kılsınlar. Birleşmiş milletlerin kuruluşundan beri Kapitalist ideolojiyi devletlerarası kanunların, örflerin ve ilişkilerin esası haline getirmeye koşuşturan Amerika, Kapitalist adetleri bu türden devletlerarası örgütlerin sözleşmeleri nin, baş temeli haline getirmiştir. Ancak Sovyetler Birliği Sosyalist temele göre Doğu bloğunun liderliğini aldığından, devletlerarası ve evrensel olarak ideolojisini kabullendirmesinden dolayı Amerika, pratikte bu hedeflerini gerçekleştirmeyi başaramadı. Sömürgecilikle karşı karşıya kalan halk ve milletleri; sömürgeci batı devletlerinin aşırılıkları, zulümleri ve aç gözlülükleri neticesi olan kölelik ve düşmanlıklardan faydalanabilen Moskova, Kapitalizmin devletlerarası alanda tekliğini engellemeyi başardı. Zira bütün dünyada Kapitalizme yönelik saldırılar yaparak, Kapitalizm ile sömürgecilik arasında bağ kurarak sömürgeciliğin çirkin yüzünü ortaya çıkardı. Kapitalist sömürgecilikten kurtulmanın tek yolunun da Sosyalist devrimler yapmak olduğunu söyledi. Sosyalistler bu saldırıları ile küçümsenmeyecek derecede başarılar kazandılar. Halklar, Sosyalizme özenmeye, devletler Kapitalizme karşı bağımsızlık bayrağını açmaya başladılar ve Sosyalizm bayrağını açarak eski sömürgecilikten kurtuldular. Ancak Amerika, eski şekli ile sömürgeciliğin; bir ideoloji olarak kapitalizm ve güçlü bir devlet olarak da batı üzerindeki tehlikesini kavradı. Bu nedenle hemen halkları ve milletleri Sosyalizme yönlendirerek onları kucağına düşürme çalışmalarını başlattı. Böylece bizzat kendisi sömürgecilik kıskacı altında kıvranan bu halklara Avrupa'nın sömürgeciliğinden kurtulmaları için yardım etti. Ardından Avrupa'nın sömürgesi olmaktan kurtulan halkları ve milletleri sömürgeciliğin yeni ve pis şekli ile kayıt altına aldı. Askeri anlaşmalar, karşılıklı güvenlik ittifakları, ekonomik ve mali yardımlar, kültürel işbirliği gibi dolaylı yolları kullanarak Avrupa sömürgeciliğinden kurtulan ülkeleri ekonomik, siyasi ve kültürel egemenliği altına aldı. Böylece bağımsızlık ve hürriyet bayrağı altında eski sömürgeciliğin yerini yeni sömürgecilik aldı. Her ne olursa olsun Sovyetler Birliği ile birlikte Sosyalizmin de çökmesi, Kapitalizme karşı koyacak herhangi bir Devleti’n de bulunmaması nedeniyle devletlerarası arenada Kapitalizme rahat bir ortam açıldı. Bu nedenle kırklı yıllardan bu yana Birleşmiş Milletler sadece konuşma kürsüsü olmaktan başka bir işlev görmemiştir. Sovyetler Birliği’nin Birleşmiş Milletlerde "VETO" hakkını kullanmasından öte Birleşmiş Milletlerin gerçek bir faaliyeti de yoktur. Şu anda ise Birleşmiş milletler, devletlerarası otoritenin elinde geniş kapsamlı bir organ haline dönüştü. Bu haliyle BM, bir yandan Amerika'nın hegemonyasını kutsallaştırmada önemli bir araç olurken diğer yandan da bağlayıcı özelliğe sahip devletlerarası kanunlar gibi Kapitalist geleneklerin yerleştirilmesinde önemli bir organ olma haline geldi. Şu anda ise Amerika'nın Kapitalist ideolojiyi yeryüzündeki tüm halkların ve milletlerin ideolojisi yapma atağı, İslâm dünyasının dışında başka hiçbir yerden her hangi bir mukavemetle karşılaşmayacaktır. Buna göre İslâm ümmetinin dışında şu anda yeryüzünde var olan halklar ve milletler aşağıdaki hallerden birisine sahiptirler: 1- Amerika, Batı Avrupa ülkeleri ve bunlara ilaveten Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi eskiden beri Kapitalizme inanan halklar.
2- Sosyalizmden sıyrılıp hayatlarını Kapitalizmin kalıplarına göre şekillendiren Rusya ve Doğu bloğundan geriye kalan ülkelerde yaşayan halklar ve milletler.
3- Şeklen de olsa henüz Sosyalist sloganları kullanmaktan vazgeçmemiş ancak Sosyalizme de inanmayan, Kapitalizme döndüğünü açıkça ilan etmeden aşamalı olarak Kapitalizme dönüş yapmakta olan Çin, Kuzey Kore, Vietnam ve Küba gibi ülkelerde yaşayan halklar ve milletler.
4- Kendilerinde asli bir ideoloji bulunmayan, akidevi olarak da Kapitalizme düşman olmayan Latin Amerika'da yaşayan halklar ve milletler ile, Uzak Doğu, Güneydoğu Asya ve Afrika halklarının büyük bir kısmını meydana getiren halklar ve milletler. Şu anda İslâm'a göre yaşanmamasına ve İslâm risaletini dünyaya taşıyan bir Devleti’n de bulunmamasına rağmen dünyada var olan halklar arasında Kapitalizmin dışında inandığı bir ideolojisi bulunan insanlar arasında İslâm ümmeti tek ümmettir. Bunun için şu anda Amerika'nın Kapitalizmi evrenselleştirme atağına gerçekten karşı koyacak İslâm aleminin dışında bir kimse yoktur. Şu anda İslâm dünyasında bulunan devletlerin hiçbirinin İslâm'ı uygulamamalarına, -her ne kadar bazıları uyguladıklarını iddia etseler detam tersine yerleşik bir şekilde Kapitalizmi uygulamalarına, İslâm ümmetinin bölünmüşlüğüne, Hilâfetin yıkılışından önce ve sonra kâfirlerin çıkardığı olaylara, başlarında; müslümanların topraklarında batının kurduğu küfür ortamlarını koruyan, batının çıkarlarına hizmet eden ve nüfuzunu yerleştirmesine kolaylık gösteren, iç ve dış siyasetlerinin tamamında batıdan gelen emirlere göre hareket eden kâfirlerin uşakları olan idarecilerin bulunmasına rağmen İslâm ümmeti, Hilâfet Devleti’nin yıkılması ile sona ermedi ve ellili yılların başlarından itibaren İslâm'a göre kalkınmanın metodunu anlamaya, İslâm'a göre hayatı yeniden kurmaya ve İslâm ile dünyayı kurtarmayı özleyerek çalışmaya hareket etmeye başladı. Ümmetin henüz kalkınmasını tamamlamış olmamasına, uşak idareciler tarafından ümmete uygulanan baskılara, zulümlere, cezalara, bu idarecilerin ümmet üzerinde oluşturdukları baskı ve terör ortamlarına, ümmetin küfrün ateşi altında çökmesi amacıyla halklarına karşı bu idarecilerin kâfirlerin çizdiği planları uygulamalarına rağmen başlarında Amerika olmak üzere kâfir batı, İslâm Ümmetinin kalkınmasını tamamlamasından, müslümanların tek bir ümmet olarak yeniden hayat sahnesine dönmesinden, risaleti yeniden dünyaya taşıyacak, beşeriyetin ulaştığı her türlü medeni ve ilmi gelişmelere rağmen yeryüzünü güvenin ve güvenliğin olmadığı bir ormana çeviren Kapitalizmin egemenliğinin ve faydacı maddi değerlerinin ürünleri olan badirelerden, sıkıntılardan kurtaracak tek bir Hilâfet Devleti’nin çatısı altında yaşamalarından korkmaktadır. Kâfir Batı, tarihin derinliklerinde birbirini boğazlayan kabilelerden oluşan Arapları; İslâm'ın nasıl medeniyet sahibi, seçkin bir ümmete dönüştürdüğünü, bu ümmetin İslâm'ın nuru ile dünyayı aydınlattıklarını, kısa bir süre içerisinde köklü bir devlet haline gelerek dünyanın efendisi olduklarını ve bu konumlarını yaklaşık on asır sürdürdüklerini, bu süreç içerisinde tüm dünyaya adaleti, emniyeti, yüce değerleri ve cömertliği yaydıklarını, her yerde Hilâfet bayrağını dalgalandırdıklarını halen daha hatırlamaktadır. Bu nedenle Amerika artık İslâm ümmetinin yeniden dirilmesinden korkmakta, egemenliğini ve çıkarlarını sadece kendi toprakları üzerinde değil insanoğlunun yaşadığı her yerde yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu hakikatın ışığı altında Amerika ve Batı gerçeği kavranıldığında, Amerika'nın başlattığı atağın evrensel olmasına rağmen bununla birinci derecede İslâm ümmetinin hedeflendiği görülecektir. Her ne kadar Amerika'nın bu saldırısının arkasında Kapitalist aç gözlülük, Amerika ve Avrupa'nın müslümanların topraklarında var olan servetlere olan düşkünlükleri, bu ülkelerdeki stratejik coğrafyadan faydalanma, batı menşeli mallar için büyük bir pazar olma ve sanayileri için zorunlu olan hammaddelerin temin edilebildiği bir kaynak, yaşam için hayati bir öneme sahip bol miktarda petrollere sahip olması gibi faktörler varsa da Amerika'yı böylesi bir saldırıya sevk eden asıl faktör bunlar değildir. Asıl faktör İslâm ümmetinin, bünyesinde batının devletlerarası nüfuzuna ve çıkarlarına hatta ve hatta batının varlığına yönelik tehlikeleri barındırmasıdır. İslâm ümmetinin uykusundan uyanıp kalkınması ve risaletini dünyaya taşımaya başlaması endişesi batıyı korkutmaktadır. |
||||
<< önceki konu | sonraki konu >> |