HİLÂFET (Hilâfetin tanımı, Hilâfet
nedir?)
Hilâfet; İslâm şeriatının hükümlerinin
hakim kılınıp İslâm davetinin tüm insanlığa taşınması
için yeryüzündeki tüm müslümanların önderliğidir. Bu
anlamda İmametle Hilâfet özdeş kavramlardır. Sahih
hadislerde de her iki kelime aynı anlamda
kullanılmışlardır. Kur'an ve sünnete ait hiç bir metinde
İmamet ve Hilâfet birbirine zıt anlamlarda geçmemiştir. Bu
nedenle İmamet ve Hilâfet kelimelerini birbirine tercih noktasında
bir zorlamaya da gerek yoktur. Önemli olan kelimeler değil içerikleridir.
Hilâfet’in yeniden kurulması dünyanın dört
bir yanındaki tüm müslümanlar üzerine farzdır. Tıpkı
Allah'ın farzlarından bir farz gibi, bu farz da; seçme hakkının,
ruhsatın olmadığı bir farzdır. Bu nedenle Hilâfet’in
kurulması yolunda en ufak bir ihmal dahi büyük bir günah ve
isyandır. Allah bu günahı işleyenleri şiddetli bir şekilde
cezalandıracaktır.
Hilâfet’in kurulmasını tüm
müslümanlara farz kılan deliller sünnet ve sahabenin icmâ'ıdır.
Sünnetteki delil Nafi'den rivayet edilen şu
hadistir: "Hz Ömer bana dedi ki: Rasulullah (s.a.v)’in
şöyle dediğini işittim:
"Kim Allah'a itaatten elini çekerse, Kıyamet
gününde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allahu Teâla’yla
karşılaşacaktır. Kim de boynunda Halife’ye biat olmadan
ölürse cahiliye ölümü ile ölür." (Müslim
K. İmara H. No: 1851)
Bu hadis ile Nebi (s.a.v) bütün müslümanlara
bir Halife’ye biatı farz kılarak, boynunda biat olmadan
ölen kişinin ölümünü "cahiliye ölümü" olarak
tanımlamıştır. Burada geçen biat ancak bir Halife'ye yapılandır.
Rasulullah her müslümanın boynunda Halife’ye biatın
olmasını farz kıldı. Ancak burada asıl farz kılınan her müslümanın
Halife’ye biat etmesi değil, kendisine biatın gerçekleşmesini
sağlayacak bir Halife’nin bulunmasıdır. İster bilfiil biat
edilsin isterse edilmesin, bir Halife’nin varlığı tüm
müslümanların boynunda biatın bulunması anlamına gelir. Bu
haliyle hadis, biatın farziyetine değil Halife’yi belirleme
farziyetine delildir. Çünkü Rasulullah'ın yasakladığı
şey ölene kadar bir müslümanın boynunda biatın
olmamasıdır ki; Rasül (s.a.v) müslümanların biat etmemesini
kınamadı, boynunda biatın olmamasını (Halife’nin
olmamasını) yasakladı. Hişam b. Urve, Ebu Salih ve Ebu Hüreyre
kanalıyla Rasul (s.a.v)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Benden sonra sizi bir takım idareciler
idare edecektir. Takvalı idareci sizi takva ile, facir (günahkâr)
idareci sizi facirce idare edecektir. Hakka uygun olan
hususlarda onlara itaat edin. Bu yöneticiler iyilik yaparsa
sizin lehinize, kötülük yaparlarsa hem sizin hem de kendi
aleyhlerinedir."
(Müslim)
"El A'rac'tan o da Ebu Hüreyre'den
rivayetle Nebi (s.a.v) dedi ki: "Muhakkak ki imam
(Halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve korunulur."
(Müslim K. Imara Bab 9 H. No: 1841)
Müslim, Ebu Hazim'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre ile beş sene beraber
oldum. Rasulullah (s.a.v)'den şunu işittiğini söyledi:
"İsrail oğulları Nebiler tarafından
siyaset (idare) ediliyordu. Bir Nebi öldüğünde onu başka
bir Nebi takip ediyordu. Artık benden sonra Nebi yoktur. Fakat
bir çok Halife olacaktır." Oradakiler dediler ki; Bu durumda bize ne
yapmamızı emredersin? Dedi ki: "İlk biat edilene vefakar olunuz onlara
karşı olan vazifelerinizi yerine getiriniz. Muhakkak ki Allah
size karşı olan vazifelerini yapıp yapmadıklarını onlara
soracaktır." (Müslim K. İmara Bab 10 H. No:
1842)
İbni Abbas'tan rivayetle Rasul (s.a.v)
buyurdu ki:
"Kim emirinden (idarecisinden) hoşuna
gitmeyen bir şey görürse sabretsin. Çünkü insanlardan kim
olursa olsun sultadan (Halife’nin otoritesinden) bir karış
uzaklaşırsa o kişi ancak cahiliye ölümü ile ölür." (Müslim
K. İmara H. No 1849/47)
Bu hadislerde Rasulullah (s.a.v) müslümanları
bir takım valilerin (idarecilerin) yöneteceğine işaret
ettiği gibi Halife’nin müslümanların "kalkanı"
(korunağı) olduğunu da ifade etmiştir. Rasulün (s.a.v)'in, imamı
"kalkan" olarak tanımlaması imamın varlığının
faydaları hakkında bir haberdir. Haber ise bir taleptir. Bu
nedenle hadislerde imamın seçilmesine yönelik bir talep söz
konusudur. Eğer bir hususun Allah ve Rasulü tarafından
bildirilmesi, yani haber verilmesi bir yerme (kınama) ifadesi içeriyorsa,
ortada o şeyi terketmeyi gerektiren bir talep (nehiy) var
demektir. Eğer söz konusu ifadede bir övgü varsa, bu da
fiilin yapılmasını gerektiren bir talep anlamına gelir.
Talep edilen fiilin yapılması şer'i bir hükmü yerine
getirmeyi gerektiriyorsa ya da söz konusu fiilin yapılmaması
hükmün terkini beraberinde getiriyorsa; talep kesin olur.
Rasulullah (s.a.v)'in adı geçen hadislerinde;
müslümanları yönetecek kişilerin Halifeler olacakları
bildirilmiştir. Bu demektir ki, bu haber bir Halife’nin tayin
edilmesini gerektiren taleptir. Ayrıca bu hadisler müslümanların
otoritenin emrinden dışarı çıkmalarını haram kıldığı
gibi; kendileri için bir yönetim sistemi (Hilâfet'i) kurmalarını,
Halifelere itaatı ve Hilâfetleri hakkında onlarla çekişenlerle
savaşmayı da farz kılmıştır.
Müslim'den rivayetle Nebi (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Kim bir imama biat edip elini sıkar ve
kalbinin meyvesini verirse (rıza gösterirse) gücünün yettiği
kadar itaat etsin. Eğer (iktidarı ele geçirmek için) onunla
çekişecek bir kişi ortaya çıkarsa bu kişinin boynunu
vurun." (Müslim K. İmara Bab 10 H. N: 1844)
Halife’ye itaatle ilgili emir Hilâfet’in
kurulması için bir emir demektir. Ayrıca Halife ile çekişen
kimse ile savaşmaya dair emir; tek bir Halife’nin
bulunmasındaki devamlılığa kesin bir işarettir.
Sahabelerin bu konudaki icmâ'ına gelince:
Sahabeler (rahm) Rasulullah (s.a.v)'in vefatından hemen sonra bir
Halife’nin seçilmesinin gereği üzerine icmâ etmişlerdir.
Aynı sahabe icmâ'ı Ebu Bekir (ra)'a, Ömer (ra)'a, Osman (ra)'a ve
Ali (ra)'a yapılan biatlarla tekerrür etmiştir. Nitekim
sahabenin bu icmâ'ındaki kesinlik şu olayla da te'yid
edilmiştir: Rasulullah (s.a.v)'in vefatından sonra sahabeler
onu defnetmek yerine yeni bir Halife’nin seçimi ile meşgul
olmuşlardır. Halbuki mevtanın (ölülerin) en kısa zamanda defni farz
kılınmış ve kendilerine defnin farz olduğu
kişilerin, defni erteleyip başka bir işle meşgul olmaları da
haram kılınmıştır.
Rasulullah (s.a.v)'ın cenazesinin techizi ve defni
üzerlerine farz olan sahabelerin (rahm), Rasulullah (s.a.v)'in defni ile meşgul olmayı bırakarak Halife’nin seçimi
ile meşgul olan bir kısmına, diğer bir kısım sahabelerin,
-cenazeyi defne engel olan bu seçime engel olmaya imkanları olduğu halde-
defnin iki gece ertelenmesi karşısında sessiz kaldıklarını ve
defnin geciktirilmesine iştirak ettiklerini görüyoruz. Peygamberin
(s.a.v) cenazesinin defni beklerken Halife’nin seçimi ile meşgul
olmaları şeklinde gerçekleşen bu icmâ göstermektedir ki; Halife’nin
seçilmesi, insanların en hayırlısının cenazesinin
defnedilmesinden daha önemli bir farzdır.
Üstelik sahabelerin, Halife’nin seçilmesi
hususundaki icmâ'ları yaşadıkları sürece devam etmiştir.
Sahabeler arasında, "Halife'nin kim olacağı"
hususunda ihtilaflar görülse de, Rasulullah (s.a.v)'in ve Raşit Halifelerden her
birinin vefatından sonra bir Halife’nin seçilmesi konusunda
kesinlikle ihtilaf olmamıştır. İşte sahabelerin (rahm) bu icmâ'ı,
Halife’nin tayini farziyetinin açık ve kuvvetli bir
delilidir.
Aslında, dinin hakim kılınması, dünya ve
ahiretle ilgili şeriat hükümlerinin uygulanması subûtî ve
delaleti kesin delillerle tüm müslümanlar üzerine farzdır.
Bu farzın gerçekleşmesinin şartı ise sulta (otorite) sahibi
bir idareci yani Halife’nin varlığıdır. "Bir
farzın yerine getirilmesi için gerekli olan şeyler de
farzdır" şer'i kaidesi gereği bir Halife’nin
belirlenmesi farzdır.
Bunlara ilaveten, Allahu Teâla,
müslümanlar arasında Allah'ın indirdikleri ile hükmetmesi
için Rasul (s.a.v)'e kesin bir şekilde emir vererek şöyle
buyurdu:
"Onların aralarında Allah'ın
indirdikleri ile hükmet, Haktan sana gelenin dışında onların
hevalarına (arzularına) uyma"(Maide 48)
"Onların arasında Allah'ın
indirdikleri ile hükmet, onların heva ve heveslerine uyma ve
seni, Allah'ın sana indirdiğinin bazısından saptırırlar
diye onlardan sakın." (Maide 49)
Allah'ın hitabının sadece Rasülü'ne has
olduğuna dair bir delil olmadıkça; Rasul'e hitab onun ümmetine
bir hitaptır. Söz konusu ayetlerin Rasul'e has olduğuna dair
bir delil olmadığından, bu ayetler yönetim otoritesini
kurmalarına yönelik müslümanlara bir hitaptır. Halife’nin
seçilmesi de kesinlikle aynı anlama gelmektedir. Nitekim
Allah'u Teâla, kendilerinden olan ulü'l-emr'e itaati bütün
müslümanlara farz kıldı. Bu emir de veliyy'ul-emr'in yani Halife’nin
bulunmasına delalet eder. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin,
Rasul'e ve sizden olan ulü'l-emre itaat edin." (Nisa
59)
Allahu Teâla olmayan bir şeye itaatı
emretmeyeceğine göre bu ayet veliyy'ul-emr'in var olmasının
farziyetine delalet eder. Veliyy'ul-emrin varlığı da şer'i hükümlerin
tatbikini gerekli kılar, yokluğu ise şer'i hükümlerin
yürürlükten kalkması anlamına gelir.
Sonuç olarak veliyy'ul-emrin bulunması farzdır.
Veliyy'ul-emrin bulunmaması ya da
bulunması için çalışılmaması, şer'i hükümlerin hayattan
uzaklaştırılması gibi bir haramın gerçekleşmesine sebep olur.
İşte tüm bunlar müslümanların
kendilerine bir idare ve sulta kurmalarının üzerlerine farz
olduğuna dair açık ve net delillerdir. Yine söz konusu
deliller idarenin başında bulunacak ve ümmetin işlerini yürütecek
bir Halife’yi seçmenin müslümanlara farz olduğunu çok açık
ve net bir şekilde göstermektedir. Burada kasdedilen sulta,
soyut bir sulta ve idare olmayıp, şeriatı uygulamaya yönelik
bir otoritedir.
Müslim'in Avf b.Malik El Eşcai'den rivayet
ettiği Rasulullah (s.a.v)'in şu sözü de bu konuda bize fikir
vermektedir:
"Sizin hayırlı imamlarınız
şunlardır: Siz onları seversiniz onlar da sizi severler.
Siz onlar için dua edersiniz, onlar da sizin için dua
ederler .
Şerli imamlarınız ise sizden nefret ederler siz de onlardan
nefret edersiniz, siz onlara lanet edersiniz onlar da size lanet
ederler." Denildi ki; "Ya Rasulullah
onlara kılıçla karşı çıkmayalım mı? Dedi ki:
"İçinizde namazı ikame ettikleri sürece hayır."
(Müslim
K. İmara Bab 17 H. No: 1855)
Bu hadis açık bir şekilde imamların
hayırlılarını ve şerlilerini bildirdiği gibi, dini uyguladıkları sürece
onlara kılıçla karşı koymanın haramlılığına da delalet
etmektedir. Hadisteki namazı ikame etmek dolaylı bir
anlatımdır ve dini hükümleri tümü ile tatbik etmek anlamına
gelmektedir. Buraya kadar verilen delillerle İslâmın hükümlerini
uygulamak ve İslâm davetini yüklenmek için bir Halife’nin
bulunmasının bütün müslümanlara farz oluşu sahih şer'i
nasslarla sabit olmuştur.
Bir Halife’nin seçilmesinin müslümanlar
üzerine farziyeti başka açılardan da bir gerekliliktir.
Allahu Teâla, İslâmın hükümlerinin uygulanması için bir
idari yapı kurulmasını ve müslümanların her türlü varlıklarının
korunmasını müslümanlara farz kılmıştır. Bu farzı
uygulamanın şartı ise bir Halife’nin bulunmasıdır. Ancak
bu farz bir farz-ı kifayedir. Bir takım müslümanlar bu farzın
gereğini yaparlarsa diğerlerinden bu farz kalkar. Fakat bu
farzı bir kısım müslümanar ikame edemiyorsa, ikamesi için
hali hazırda çaba sarfediyor olsalar bile bu farziyet diğer müslümanlar
için de bağlayıcı bir farz olarak kalır. Müslümanlar
Halifesiz oldukları müddetçe, bu farz hiçbir müslümanın
üzerinden kalkmaz.
Müslümanların, tüm müslümanları
bağlayıcı tek bir Halife’nin varlığı için çalışmamaları
en büyük günahlardan birisidir. Çünkü bu hayatî bir farzı
terk etmek anlamına gelir. Halbuki dinin hükümlerinin tatbiki
ancak bu farzın yerine getirilmesi ile mümkündür. Hatta İslâmın
hayat sahasındaki varlığı ancak bu farzla mümkündür. Bu
nedenle müslümanların bir Halife’nin bulunması için çalışmamaları
ya da bu çalışmalardan geri kalmaları halinde dünyanın
neresinde yaşıyorlarsa yaşasınlar hepsi günahkâr olurlar. Eğer müslümanlardan
bir kısmı Halife’nin varlığı için çalışırsa günah
çalışanlar üzerinden kalkar ancak çalışmayanlardan
kalkmaz ve farziyet Halife seçilinceye kadar devam eder. Bu
farzın ikamesi için çalışmak; farzı geciktirmek ve yerine
getirememekten doğacak günahı düşürür. Zira farzın gerçekleşmesini
engelleyen faktörler kendi dışında gerçekleşmektedir.
Farzı yerine getirmek için çalışmaya teşebbüs etmeyenler
ise Halife’nin yok olduğu üçüncü günden Halife’nin
varlığına kadar geçen süredeki günahın sahibidirler.
Allah'u Teâla kendileri üzerine farz kıldığı halde onlar bu
farzı yerine getirmedikleri için Allah'ın azabına müstehak
oldukları gibi dünya ve ahirette rezil ve zelil olmayı hak
ederler. Allah'ın yapılmasını emrettiği bir farzı terk
etmek açıkça müslümanı azaba müstehak kılar. Özellikle
bu farz, bir Halife’nin varlığı için çalışmak gibi, İslâmın
en önemli farzlarından biri olursa! Zira bu farz diğer
farzların tatbiki için de gerekli bir farzdır. Bu farz yerine
gelince dinin hükümleri tatbik imkanı bulur, İslâmın
şanı yükselir, Allah'ın kelimesi (dini) İslâm
memleketlerinde ve tüm dünyada yücelir.
İnziva veya insanlardan uzaklaşarak sadece
şahsî, özel meseleleri ile ilgili dini hükümlere bağlanmak
hakkındaki hadisler; Halife’nin varlığı için çalışmamak
veya geri kalmaktan doğacak günahı müslümanlardan düşürmek
için delil olarak gösterilemez. Çünkü söz konusu hadisler
bir Halife’nin var olması için çalışmamaya cevaz vermez.
Bu konulardaki hadisleri dikkatlice inceleyen kimse; bunların,
Halife’nin tayini için çalışmamak ya da çalışmaktan
geri kalmak için ruhsat olmadıklarını aksine dine sımsıkı
bağlanmakla ilgili emirler olduklarını görürler.
Bişr İbni Ubeydullah El Hadrami, Ebu İdris
El Hulani'nin Huzeyfe İbn El Yeman'dan şu hadisi işittiğini
rivayet etmişti: "İnsanlar Rasulullah (s.a.v)'e hayır
hakkında soruyorlardı. Fakat ben, bana dokunmasından korkarak
şer hakkında soruyordum. Dedim ki; "Ya Rasulullah biz
cahiliye ve şer içindeydik, Allah'u Teâla bize bu hayrı
getirdi. Peki bu hayırdan sonra şer var mı?" Dedi
ki; "Evet, fakat içinde karışıklık ve şer
var". Dedim ki; "O karışıklık
nedir?" Dedi ki; "Bir takım insanlar benim
gösterdiğim yolun (hidayetin) dışında benim sünnetimin
tersine ümmeti idare edecekler. Onları bileceksiniz ve onları
kabul etmeyeceksiniz." Dedim ki; Bu hayırdan
sonra şer var mı?" Dedi ki; "Evet.
Cehennemin kapılarında davetçiler olacaktır. Kim onlara
uyarsa onu cehenneme atacaktır" Dedim ki; "Ya
Rasulullah, bize onları tarif et? Dedi ki; Onlar
bizim milletimizden (dinimizden) insanlardır. Bizim aziz
duygularımızla seslenerek) bizim dilimizle konuşurlar"
Dedim ki; "Bunların zamanı bana yetişirse bana ne
emredersiniz?" Dedi ki; "Müslümanların
cemaatından ve Halifesinden ayrılmazsın" Dedim
ki; "Eğer müslümanların cemaatı ve Halifesi
yoksa" Dedi ki; "O zaman bütün cehenneme
davet edenlerden uzak dur. Velev ki bir ağacın köklerini
ısırıp kalsan da ölüm sana gelinceye kadar o durum üzere
kal." (Buhari Fiten-12, Tecrid C. 9 S. 297 H.
No: 1471)
Bu hadis, Rasulullah (s.a.v)'in, müslümanların
cemaatına ve Halifesine bağlanmayı müslümanlara emrettiğini
ve cehennem davetçilerinden de uzak durmayı emrettiğini açık
şekilde göstermektedir. Soru soran, Rasul (s.a.v)'e müslümanlar
için bir Halife ya da cemaat olmazsa cehennem davetçilerine
karşı ne yapılması gerektiğini sorduğunda; Rasul (s.a.v)
ona bu gruplardan uzak durmayı emretti, uzlete çekilip
müslümanlardan uzak durmayı ya da Halife’nin ikamesinden
geri kalıp vazgeçmeyi değil.
Rasul (s.a.v) soru sorana: "O
grupların hepsinden uzak kal" diye açık ve net
olarak emretti. Hatta ona bir ağacın köklerini dişleri ile
ısırıp kalsa dahi, cehenneme çağıran o grupları terk
edecek ve ölüm kendisine ulaşıncaya kadar bu durumunu
muhafaza edecektir. Hadis, böylesi bir ortamda yaşayan
kimsenin dinine sımsıkı sarılmasını ve cehenneme davet
edenlerden uzak durması gerektiği anlamını vurgulamaktadır.
Bu hadiste, Hilâfet’in kurulması için
çalışmayı terk etmeye dair hiçbir mazeret ve ruhsat yoktur.
Hadis, kişinin dininin selameti için ağacın köklerini yese
dahi Cehenneme davet edenlerden uzak kalmasını emretmektedir.
Kim ki bu hadisi delil gösterip Hilâfet’in kurulması için
çalışmazsa bu farzın günahı üzerinde kalır. Müslümana,
müslümanların cemaatından uzak kalması ya da dinin hükümlerini
uygulamaktan ve Hilâfeti kurmaktan uzak durması emr
olunmamıştır.
Yine Buhari Ebu Said El Hudri (ra)'dan
Rasulullah (s.a.v)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Öyle bir zaman gelecek ki, müslümanın
en hayırlı malı; kendi dinini fitnelerden korumak için dağ
başlarında gezdirip (birikmiş) yağmur suyu başlarında güttüğü
davarlar(dan ibaret) olacaktır." (Buhari K.
Fiten Bab 15 S. 94)
Bu hadisten de çıkan anlam; yeryüzü bir
Halifeden yoksun olduğu zaman müslümanların cemaatından
uzak kalmak ya da dinin hükümlerinin hakim kılınması ve Hilâfet’in
kurulmasından geri kalmak değildir. Hadis, fitne günlerinde
müslümanın malından hayırlı olanını ve fitneden kaçmak
için ne yapacağını beyan etmektedir. Hadis, inziva ve
insanlardan uzak durmayı teşvik amacını gütmeyen bir
hadistir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; yeryüzü
Hilâfet’ten yoksun iken, müslümanların, dini hakim kılmak ve
Hilâfeti kurmaktan geri kalmasına hiçbir şekilde mazeret ve
ruhsat yoktur. Yeryüzünde Allah'ın tayin ettiği sınırları
korumak için hadleri uygulayan ya da dinin hükümlerini yerine
getirip "La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah"
sancağı altında müslümanların cemaatını birleştiren bir
devlet olmayınca, Hilâfeti kurup Halife’yi tayin için bir
çalışma yapmaktan geri kalmak için hiçbir mazeret ve ruhsat
yoktur. |