MUSTAFA KEMAL, DEVLETİN SAVAŞTAN ÇEKİLMESİ VE İNGİLİZLERLE
BARIŞ ANLAŞMASI YAPILMASI İÇİN ÇALIŞIYOR
Dikkati çeken husus, Mustafa Kemal’in Çanakkale'den
İstanbul'a İngilizlere karşı muzaffer olarak dönüşüydü. Bu galibiyetin,
Osmanlı Ordusu, Osmanlı Devleti’ndeki bütün Müslümanların ve müttefiklerin
üzerinde büyük bir tesiri vardı. Mustafa Kemal, bu zaferden insanları
Osmanlı Devleti’nin İngilizlerle muharebe etme kudreti olup olmadığından
şüpheye düşürmek ve İngilizlerle tek taraflı bir barış anlaşmasıyla,
devletin harpten çekilebileceği fikrini zihinlere yerleştirmek ve devleti
Almanları bırakıp İngilizlerle bir olmaya zorlayacak, dahilî bir mücadeleye
girişmek için döndü. Bu savaştan önce bu fikirde olduğunu söylüyordu.
Ve bunda ısrar ediyordu. Fakat bundan sonra bu fikirlerini, ordunun subayları
arasında yaymaya başladı. Yüksek mevki ve nüfuz sahiplerine tesir etmeye
çalışıyordu. 0 dereceye vardı ki, açıktan açığa Bakanlara fikirlerini
söylüyor, onlara tesir etmeye çalışıyordu.
Bu maksatla Hariciye Vekili Nesimî Bey'i makamında ziyaret etti.
Nesimî Bey, Türkiye'nin Almanya tarafında
harbe girmesini isteyenlerdendi. Mustafa Kemal’e Anafartalar kahramanı
olduğundan iltifat gösterdi. Onunla çok hoş konuşmalar yaptı. Bu
konuşmaların hepsi, güzel ve iyi bir temenniden ibaretti. Hususiyle bu sırada
devlet, Çanakkale'de Müttefikleri hezimete uğratıp çekilmeye mecbur etmişti.
Hariciye Vekili, bu zaferi ve Müttefiklerin hezimetinin tesirini takdir
ediyordu. Bu zaferin anlamı, Rusya'ya savaş için lazım olan yardıma mani
olmak ve Rusya, aciz olduğundan Fransa'yı, Almanya'nın şiddetli hücumuna
maruz bırakmak ve Almanları doğu cephesinden güvence altına almaktı. Böylece
Almanya Osmanlı Devleti tarafındaki kefe, Müttefikler tarafındaki kefeye
ağır bastı. Hariciye Vekili bunun için ümitliydi. Fakat Mustafa Kemal
ümitsizliğini belirttiği gibi, vekile fikirlerini kabul ettirmek için çalıştı.
Öyle geliyor ki, o vekilin delillerini daha kuvvetli bulduğundan, tehdide baş
vurdu. Vezire şöyle dedi:
"Yakında başına bela edeceğim şeylere
katlanmalısın. Siyasilere taviz vermeye ve şahsın üzerinde tesir etmeye fırsat
vermeye devam edersen şahsımız ve siyasîlerin tasavvur edemeyeceği kadar güç
bir durumla karşı karşıya geleceksiniz."
Vezir hiddete gelerek; "Senin onlara ne yapacağını
bilmiyorum." dedi. Mustafa Kemal; "Sana
memleket tehlikeye doğru gidiyor diyorum. Sen ise aksini iddia ediyorsun. Tabiatiyle
vekil olma sıfatınla böyle söylemeye mecbursun. Lakin şahsî
kanaatin tamamıyla böyle olmamalıdır. Şüphesiz, hakikatten hiç habersiz
değilsin. Hastalığın, felaketin kaynağını biliyorsun."
dedi. Vezir tutuldu kaldı. Sonra Mustafa Kemal’e dönerek azimli bir dille
ona şöyle hitap etti: "Ey Albayım, siz memleketin içinde bulunduğu
durum hakkındaki şüphelerinizi belirtmek için geldiyseniz, bunun yeri ve
zamanı değil. Benim yanıma gelmenle hataya düştün. Ben ve arkadaşlarım,
Başkumandana mutlak bir şekilde itimat ediyoruz. Bunun için, şüphe ve endişelerinin
dağılması için ona gitmeni tavsiye ederim."
dedi. Sonra onu, meclisinden gönderdi.
Ertesi gün sabah kendisi de Mustafa Kemal ile arasında geçenleri
Başkumandana bildirdi ve gerekenlerin yapılmasını istedi. Başkumandan
Mustafa Kemal’in Kafkasya'ya gönderilmesine karar vererek hemen yolladı.
Burada bir faaliyet göstermesine imkan verilmeden bir seneden fazla kaldı.
Hariciye Vekiliyle yaptığı bu mülakat Mustafa Kemal’in
devleti harpten çıkartmak ve çekilme fikrini devlet adamlarına ve
subaylarına açıklamak için ilk resmi teşebbüsüydü. Onun İngilizlerle münasebetlerde
bulunarak bunu yaptığını gösteren hiç bir delil yoktu. Bunun için, bu
hareketi şahsî görüşü ve içtihadı olarak kabul ediliyordu. Onun
uzaklaştırılmasıyla devlet bu fikirden kurtuldu. Fakat bundan sonra muhtelif
vesilelerle fikirlerini kuvvetle tatbik ettirmeye, yönetimi ele geçirmeye çalıştı.
Bunlarla ihaneti meydana çıktı.
Mustafa Kemal’in Devlet Aleyhine Komplosu
Birinci olay; Kafkas cephesinde
bulunduğu esnada meydana geldi. Bu sırada bir inkılap girişimi oldu. Ve onun
bu girişimiyle alakası olduğu anlaşıldı. Macar Yakub Cemil Bey ve bazı
arkadaşlarıyla beraber Hükümeti devirmek için bir komplo tertip etti. Bu
hususta Macar Yakub Cemil Bey arkadaşlarına şöyle hitap etti:
"Kendilerini büyük sanan bu adamlar hakikatte
küçüktürler. Memleket onların mevkilerinden uzaklaştırılıp daha
vatanperver, daha samimî adamların başa geçmesini istiyor."
Bunun üzerine arkadaşlarından bazıları şöyle itiraz
ettiler: "Bunların yerlerinden uzaklaştırılması kolay. Fakat eski
nizamı temin edecek ehliyet sahibi hangi şahsı biliyorsun. Söyle."
Onlara hemen Macar Yakup «Mustafa Kemal» diye cevap verdi.
Lakin bu komplo meydana çıkarıldı. Macar Yakup ve
arkadaşları idam edildi. Mustafa Kemal, Kafkasya'da iken bu haberi aldı.
Yıldırımla vurulmuşa döndü. Bu haberi, komploya iştirak eden doktor Hilmi
Bey'den işitmişti. Hilmi Bey, İstanbul'dan kaçıp Mustafa Kemal'e
sığınmıştı. İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal'den Dr. Hilmi Bey'i yakalayıp
hemen iade etmesini istedi. Mustafa Kemal cevaben şu telgrafı gönderdi: "Şimdi
Dr. Hilmi Bey himayemdedir." Hükümet
mahzurlarından dolayı Mustafa Kemal ile mücadeleden çekindi. Sükut etti. Bu
olayla Mustafa Kemal'in yönetimi ele geçirmek ve harpten çekilmek istediği,
ordudaki ve yönetim başındaki bir çok kimseler tarafından anlaşıldı.
Aynı zamanda yalnız benimsediği fikirleriyle değil, bu fikirleri uygulamak
istediği metotla siyasî sahnede kendini gösterdi. Bunun için ona karşı
tedbirli davranılıyordu.
İkinci olay; devlet, Erzurum'da hezîmete uğradığı
ve Bağdat 1917 Mart'ında İngilizler eline düştüğü sırada Mustafa Kemal’in
Hükümete karşı çok cesurane bir muhalefeti baş gösterdi. Devletin hemen
harpten çekilmesini istiyordu. Bu meselenin tafsilatı şudur:
Ruslar hücumu şiddetlendirince Erzurum ellerine geçti. Bu
müstahkem kalenin elden çıkışını ve bu yenilgiyi örtbas etmek kolaydı.
Lakin arkasından İngilizler Irak'a hücum edip Bağdat'ı aldılar. Böylece
devletin zayıflığı, hezimeti açık olarak anlaşıldı.
İngilizler Hindistan'dan topladıkları ordu ile Irak'a hücum
ettiler. Osmanlı Ordusu onlara karşı durup İngilizlerin ilerlemesini
durdurdu. Yardıma gelen ordulardan bir İngiliz Ordusunu da püskürttü. 29
Nisan 1916 da Küt-el Emara'da Tonşened Tümenini muhasara ederek teslime
mecbur etti. Hepsi de esir alındı. Lakin Irak'a gelen İngiliz kuvvetleri
Osmanlı kuvvetlerinden fazlaydı. Savaş meydanlarında İngiliz kuvvetlerinin
üstünlüğü görülmeye başlandı. Bunun için Lefe İngilizler tarafına
meyletti.
1917 Şubat'ında İngilizler Küt-el Emara'yı tekrar
aldılar. 1917 Mart ayında ise Bağdat İngilizlerin eline düştü. Musul'a doğru
ilerlemeye başladılar. Bu durum Harbiye Vekaletinde huzursuzluk ve ızdırap
meydana getirdi. Kamuoyu Harbiye Vekaletinin Enver Paşa'dan alınıp
başkasına verilmesi üzerindeydi. Enver Paşanın mensup olduğu ve ileri
gelenlerinden bulunduğu ve Hükümeti elinde tutan İttihat-Terakkî de aynı
fikirdeydi.
Bu münasebetle Enver Paşanın yerine ehliyet sahibi
kumandanlardan kimin geçirilmesi lazım geldiğine dair görüşmeler oldu. Bu
şartlar altında Cemal Paşa, Mareşal İzzet ve Mustafa Kemal aday gösteriliyordu.
Lakin Cemal Paşa idare etmekte olduğu Suriye bölgesinde başarısızlığa
uğradığından, Harbiye Vekaleti harp ve siyaset işlerinde anlayış ve tecrübe
istediği için İzzet Paşanın siyasî işlerden anlamadığından, bunların
geçirilmesi hatalı görüldü. Ortada namzet olarak yalnız Mustafa Kemal
kalmıştı.
Fakat o da Hükümeti devirmek ve harpten ayrılma fikriyle
biliniyordu. Bunun için onun tayinine muvafakat etmediler. Zira harbe devam
etmemesi için hükümete yazılar gönderiyordu. Almanya'nın siyasi yönden
harbi kaybetmiş olduğunu, dolayısıyla harbi kazanamayacağına kani idi. Türkiye'nin
harpten sonra ayakta kalabileceğinden şüphe ediyordu. Zarurî olarak
Müttefikler doğudaki müttefiklerine yardım yapabilmek için Boğazlardan geçeceklerdi.
Diğer taraftan eski düşman Rusya, Osmanlı Devleti’nin inatçı düşmanlarından
sayılıyordu. Bu fikirler biliniyor ve o, onları alenen söylüyordu. Bunun
için Mustafa Kemal ordunun kumandasını ele alınca yönetimde ve devletin
siyasetinde tam bir değişiklik meydana getireceğinden kimsenin şüphesi
yoktu. Bunun için Enver Paşanın azlini isteyenler bir müddet susup en yakın
zamanda Bağdat'ın geri alınmasını istemeye başladılar.
Enver Paşa, Alman Başkumandanlığından Bağdat'ı geri
almak için ısrarla yardım etmelerini istedi. Almanlar, onu makamında
bırakabilmek ve galip çıkabilmek için ellerinden geleni yaptılar. Baş
vurdukları tedbirlerden biri de şu idi: General Folenkayn'i tayin ederek
kumandasına muhtelif kuvvetler verdiler. O bu askerlerden yeni birlikler
meydana getirdi ve onlara "Yıldırım Orduları" ismini verdi. Başkumandanlık
Karargahını Halep'e naklettiler. Bu sırada Mustafa Kemal generalliğe terfi
etti. Folenkayn kumandası altındaki 4. Ordu Kumandanlıklarından birine tayin
edildi.
Lakin Kumandanlığının Almanlardan birinin elinde
olmasını istemiyordu. Bağdat'ı geri almaya çalışmayı ve sarf edilen
gayretleri boşuna uğraşılıyor olarak görüyordu. Bu teşebbüsün, Osmanlı
Ordusunun yeni ve korkunç bir bozgununa sebep olabileceğini düşünüyordu.
Buna binaen memlekette Bağdat'ı geri almak isteyenlerin gafletini ve Enver'in
siyasetinin yanlış olduğunu ilan etmeye başladı. Bu sakat siyaset neticesi
memleketin başına gelecek felaketleri izah ediyordu. Sonra Almanlara uyması
dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin katlandığı zararları izah etmeye
başladı. Neticede tabiatıyla Alman kumandanı ile çatışacaktı.
Folenkayn muhtelif vesilelerle onu memnun etmek istediyse de muvaffak
olamadı. Kumandan toplantılarına onu da çağırıyordu.
Plan, Bağdad'a karadan, Süveyş'e ise havadan hücum
etmekti. Süveyş'e hücumla İngiliz kuvvetleri durdurularak Irak'a yardım
yapamadılar. Lakin Mustafa Kemal bu hareket tarzını şiddetle tenkit etti.
Neticenin fiyasko ile sona ereceğini beyan etti. Almanlar ise onun itirazına
aldırmadılar. Kendisine Cemal Paşadan başka yardımcı olan çıkmadı.
Zaten ikisinin fikri aynıydı. Almanlara karşı olmalarıyla biliniyorlardı.
Devletin harpten çekilmesini istiyorlardı. Bunun için kumandanlık münakaşalarında
Cemal Paşa, Mustafa Kemal ile beraber oldu. Lakin plan devam etti. Çünkü Başkumandan
Folenkayn ve diğer kumandanlar planların başarısını ve doğruluğunu
itimat ediyorlardı.
Bu ihtilaflar iki taraf arasında yani M. Kemal ve Folenkayn
arasında devam etti. Bir gün harekata girişmek için Divanı Harp Meclisi
toplandı. Toplantıya elektrikli bir münakaşa havası hakim oldu. Folenkayn,
Mustafa Kemal’e karşı kırıcı lisan kullandı. O da sert cevap verdi.
Hemen istifasını verdi. Fakat Enver Paşa bunu kabul etmedi. Kafkasya'ya gönderilmesini
emretti. O ise bu emri tutmayıp gitmeyi reddetti. Enver Paşa kararından vazgeçip
en doğru hareketin, hastalık bahanesiyle sürekli izin vermekte olduğu
kanaatine vardı. Folenkayn buna razı olmadı. Askeri bir meclis tarafından
isyancı komutanın muhakemesini istedi. Nihayet izin verilmesi üzerine ittifak
edildi. Bu sırada o Halep'teydi. Şehri terk etmeye hazırlandı. Para
ihtiyacı olduğunu bildirdi. On tane soylu atı vardı. Onları satmak
istediyse de müşteri bulamadı. Bunun üzerine Cemal Paşa yardım olarak 2000
Cüneyh (Mısır parası) verdi. İstanbul'a vardıktan sonra 3000 Cüneyh daha
gönderdi. Mustafa Kemal bu hareketiyle açıkça, İngilizlere karşı harbe
girmesinden dolayı Osmanlı Devleti’ne karşı olduğunu gösterdi.
Mustafa Kemal’in Yönetimi Ele Geçirme Teşebbüsü
Üçüncü olay ise; yalnız
fikrini beyan etmekle ve isyanıyla yetinmedi. Bizzat yönetimi ele almaya teşebbüs
etti. Bundan, fikrini tatbik etmek için İngilizlerle temaslar yaptığı
anlaşıldı.
1918 senesinin 3 Temmuz'unda Sultan Mehmet Reşad ölüp
yerine V. Mehmet adıyla Mehmed Vahdeddin geçti. Mustafa Kemal yönetimi ele
almak için fırsatın geldiğini gördü. Zira bundan önce Vahdeddin'le
beraber Almanya'ya gitmiş ve Haidenberg şehrinde buluşmuşlardı. Enver
Paşa, Vahdeddin veliaht iken onu Vahdeddin'in beraberinde Almanya'nın kuvvetini
görünce belki fikirlerinden döner diye Almanya'ya göndermişti.
Seyahatten döndüklerinde Mehmet Reşad
Öldü. Yerine Vahdeddin geçti. Mustafa Kemal Vahdeddin'e fikirlerini kabul
ettirip Harbiye Vekilliğine tayinini sağlamak için fırsatı ganimet bilerek
onunla konuşmaya gitti. Yeni Padişaha bir dostluk ziyaretinde bulundu.
Vahdeddin bütün samimiyetiyle onu karşıladı Sigarasını yakmaya varıncaya
kadar son derece ikram etti. Bunun üzerine fikirlerini ona beyan etmeye cesaret
gösterdi. Planlarını ona izah etti. Memleketi tehdit eden felakete bir adım
kaldığını ilave etti. Sultanın ordunun idaresini tam manasıyla eline
alması ve tam bir hakimiyet kurabilmesi için Enver Paşayı ve Alman
generallerini temizlemesi lazım geldiğini söyledi. Ve Başkumandanlığı
almaya hazır olduğunu, böylece Türkiye'yi düşmek üzere bulunduğu uçurumdan
kurtaracağını, bunun için Almanlardan ayrılıp fırsat müsait iken hemen
tek taraflı bir anlaşma imzalaması gerektiğini ilave etti.
Vahdeddin "Senle aynı fikirde
de olan başka subaylar var mı?"
diye sordu. Mustafa Kemal; "Çok efendim." dedi. Fakat
Vahdeddin herhangi bir vaadde bulunmadı. ikinci defa
yine bir mülakat oldu, aynı şekilde kati bir söz vermedi. Üçüncü defa ki
görüşmede kendi görüşünü izah etti. Vahdeddin onu dinledikten sonra
kararlı ve azimli bir dille şöyle söze başladı: "Ben bütün işlerimde
muhterem Enver ve Talat Paşalarla beraber olmaya karar verdim." dedi.
Sonra onu hemen huzurundan uzaklaştırdı.
Henüz iki hafta geçmeden Mustafa'yı tekrar huzuruna çağırdı.
Sultanın adamlarının ve bazı Alman kumandanlarının bulunduğu bir mecliste
hazır bulundu. iltifatla onu karşıladıktan sonra şöyle dedi: "Bu
benim itimat ettiğim kumandanlardan Mustafa Kemal Paşadır."
Sonra Mustafa'ya dönüp; "Saadetlim sizi Suriye
Cephesi Kumandanı tayin ettim. Bu çok ehemmiyetli bir mesele, hemen oraya git,
cephenin düşmanların eline geçmesine mani ol. Sana verdiğim bu vazifeyi en
iyi bir şekilde başaracağına itimadım var."
dedi. Her hangi bir şey söylemeye fırsat bırakmadan onu gönderdi.
Mustafa Kemal’in Suriye’den Çekilmesi ve Suriye’yi İngilizlere
Bırakması
Dördüncü olay;
Mustafa Kemal, İngilizlerle savaşmak için cepheye
gidince o, memleketleri düşmanlara bırakarak Anadolu'ya çekildi.
Şöyle ki: Emri aldıktan sonra Suriye Cephesindeki
karargahına gitti. 1918 senesinin Ağustos'unun sonlarında oraya vardı.
Kendisini Sandoroz'a takdim etti Bundan önce ilkbaharda Folkenhayn Almanya'ya
dönmüştü. Sandoroz Anafartalar muharebesi esnasında onu tanıyordu. Bunun için
iyi karşıladı. Savunma hattının merkezine hakim olan 7. Ordunun
Kumandalığına tayin etti. Ordunun Kumandanlığını teslim aldıktan sonra,
böbreklerinden rahatsızlandı. 1918 Eylül'ünün başlarında karargahın
merkezinin bulunduğu Nablus'ta yattı ve 19 Eylül'de İngiliz hücumu başladı.
Arkasını Ürdün Nehrine vererek orduyla beraber geri çekildi. Sonra nehri
geçti. Kuvvetlerini toplayarak sahraya doğru çekildi. Demiryolu hattı
boyunca hiç durmadan Şam'a doğru çekildi.
Şam'a geldiğinde Başkumandan Von Sandoroz 27 Eylül
tarihinde Riyak'ta yeni bir savunma hattı kurmasını emretti. Kurmaya
başladı. Fakat arkasından vazgeçerek Liman Von Sandoroz'a: Riyak'ta yeni bir
hat kurmanın faydasız olduğunu, safları tanzim etmek için uzun zamana
ihtiyaç olduğunu, en doğru fikrin Suriye'nin tam boşaltılıp Halep'in 100
mil güneyinde durulup Anadolu kapılarını düşmanlara kapatmaktan ibaret
olduğunu söyledi.
Bu fikrini arz edince Alman Kumandan: "Ben
böyle bir işin yapılması için emir veremem, son darbeyi vurmadan Osmanlı
imparatorluğunun böyle geniş bir kıtasının düşmanlara hazır lokma
olarak bırakılmasının mesuliyetini taşıyamam."
dedi. Mustafa Kemal, "Bütün mesuliyeti
ben üzerime alıyorum." dedi. Arkasından düşmanla her hangi bir
çarpışmada bulunulmadan hep birlikte Anadolu'yu müdafaa için Halep'e
çekilmeyi bildiren bir emir çıkardı. Kendisi Halep'e gitti. 6 Ekimde oraya
vardı.
Bu esnada Arap Liderleri, İngiliz istihbarat subaylarından
Lawrens'in teşvikiyle müttefiklerle tek taraflı bir barış yapılmasına
dair hükümet nezdinde teşebbüse geçmesini istediler.
Mustafa Kemal, Halep'e vardıktan sonra İngiliz gemileri
İskenderun Körfezinde hareketlerini artırdılar. 14 Ekimde üç torpido
körfeze girdi. Bunlardan biri beyaz bir bayrak çekti. İngiliz ve Fransız
subaylarını karaya nakletmek için sandal indirdi. Bu subaylar buradaki Türk
Garnizon Kumandanları ile karşılaştılar. Sonra gemilere döndüler. Arkasından
gemiler çekip gittiler.
Mustafa Kemal, Halep'in 10 km kadar kuzeyinde bir savunma
hattı hazırladıktan sonra Sultana bir telgraf gönderdi. Telgrafta; İzzet
Paşanın başkanlığında isimlerini söylediği kimselerden yeni bir hükümetin
teşekkülünü, kendisinin Harbiye Vekilliğine tayinini istiyordu. Böylece
ordu üzerinde mutlak hakim olmak arzusundaydı.
Sultandan her hangi bir cevap almadı. Bir müddet sonra
Talat ve Enver Paşaların düşüp Baş vekalete İzzet Paşanın
getirildiğine ve telgrafta zikredilen kimselerden oluşturulmuş yeni bir hükümetin
kurulduğuna dair haber aldı. İzzet Paşa ona özel bir telgraf gönderdi ve
bu telgrafta şöyle diyordu: "İnşallah sulh yapıldıktan sonra iki
arkadaş gibi beraber bulunacağımızı temenni ediyorum."
Bundan sonra anlaşılıyor ki, Mustafa Kemal, Sultan Vahdeddin'i
planında iknaya; başarısızlığa uğradıktan ve cepheye
uzaklaştırıldıktan sonra harbe değil, planlarını tatbik edecek vesileleri
aramaya gitti. Hastalık bahanesiyle Nablus'ta kalması, sonra orduyla beraber
yalnızca Şam'a çekilmesi şahsında şüpheler ve tereddütler uyandırıyor;
Suriye'den tamamen çekilmesi, orasını İngilizlere hazır lokma gibi
bırakması, bu hususta Alman Başkumandanına muhalefet etmesinden,
İngilizlerle İttifak halinde olduğu anlaşılıyor. Delil ise, hükümeti
müttefiklerle tek taraflı mütareke yapması için ikna etmesini isteyen Arap
Liderler vasıtasıyla İngiliz'lerden Lawrens'le münasebette bulunmasıdır.
Ve arkasını Türkiye'ye vererek Haleb'de bir müdafaa hattı kurmak
istediğini söylemesi, ordusuna Türklerden başka kimse almaması, Vahdeddin'e
gönderdiği telgrafı, İzzet Paşanın; "Mütareke imzalandıktan
sonra ikimizin. iki arkadaş gibi beraber olacağımızı ümit ederim."
diye cevap vermesidir.
Osmanlı Devleti’nin Teslim Olması
Bu sırada devlet üzerinde hakimiyeti elinde bulunduran
Enver Paşa, bir çok savaş meydanlarından kurtulan kuvvetlere çeki düzen
vermek istiyordu. Düşmana karşı gelmek için bu kuvvetlerin İstanbul'a
gelmesine dair acele emirler çıkarıyordu. Fakat etrafındakiler
fırsatın geçtiğini görüyorlardı. Bundan evvel kendisine yardımcı
olanlar dahi onunla beraber hareket etmekten çekiniyorlar ve onun siyasetine
tabi olmaktan kaçınıyorlardı. Bunun üzerîne teslime mecbur edildi ve anlaşma
istedi. Müttefiklere bu hususta müspet cevap verdi ve savaşı durdurma
anlaşması yapıldı. Antlaşmanın şartlarını tespit etmek için görüşme
başladı. Arkasından sulh şartları için görüşmelere başlandı. Osmanlı
Devleti, işte böyle teslim oldu ve müttefikler tarafından bu şekilde işgal
edildi.
Yalnız bu teslim ve müttefiklerin devleti işgali, devletin
müttefiklerin sömürgesi ve ebedi işgali altında kalması, onların mülkü
olması manasına gelmemektedir. Bu biri, diğerine galip gelen iki devlet
arasındaki bir harptir. Galip, mağluba sulh şartlarını kabul ettirir. Veya
bu şartlar üzerinde iki taraf uyuşurlar. Mağlup devlet, devletler arası hüviyetiyle
yine devlet olarak kalır. Haricî ve dahilî hakimiyetinde o söz sahibidir. Diğer
taraftan bu teslim oluş Türkiye Devleti’nin değil, Müslümanların
halifesinin teslim oluşudur. O günkü tabirle Osmanlı İmparatorluğunun
teslimiyetidir. Mağlup devlet Türkiye değil, Hilâfet ve onların tabiriyle
Osmanlı İmparatorluğu idi. Tabiatıyla müttefiklerin galip, Osmanlı Devleti’nin
mağlup olması vasfıyla müttefiklerin icraatları Osmanlı Devleti’nin
bayrağı ve himayesi altındaki memleketlerle, yani Hilâfet bayrağına
sığınan veya Hilâfete bağlı bulunan memleketlerle alakalı olması
lazımdı.
İngilizlerin Hilâfet Devleti’ni Parçalaması
Fakat İngilizlerin maksadı, İslâm Devleti olması
itibariyle Osmanlı Devleti’ni parçalayıp Hilâfet’i ilga etmekti. Buna
sebep olacak vesilelere yapıştılar. Osmanlı Devleti’ne karşı, Almanya'ya
yapılan muamelelerden başka türlü muamele ettiler. Halbuki iki devlet
beraber harp etmişler, Almanya'nın mağlubiyeti de Osmanlı Devleti’ndeki
gibiydi. İkisine de aynı tarzda muamele etmeleri lazım geliyordu. Fakat
İngilizler devletlerarası hukukun beyan ettiği üzere Almanya'ya mağlup bir
devlet muamelesi yaptılar. Yani biri galip diğeri mağlup olan iki devletin
harp sonunda birbirlerine yapacakları muamele gibi. Osmanlı Devleti’ne
başka türlü muamele yapıldı. Harp sonunda parça parça bölündü. Çoğunu
İngilizler aldı. İşgal ettikleri yerleri harp esnasında
kararlaştırdıkları plana göre parçalara ayırdılar. Mağlup olan Osmanlı
Devleti memleketlerinde aslan payını kendilerine almak için müttefiklerine
karşı hilelere başladılar. Hilâfet’i ilga edecek sebepleri meydana
getirmek için asıl gayretlerini merkeze teksif ettiler.
Parçalama Operasyonunda Vatancılık ve Milliyetçiliğin Temel
Yapılması
Parçalama operasyonuna gelince: Bundan
önce milliyetçilik ve vatancılık duygularını uyarmışlardı. İşte bu
duyguları parçalama operasyonunda esas tutma zamanı gelmişti. Nitekim
bilfiil öyle oldu. Türkçe konuşan memleketleri bir bölüme ayırdılar. Yönetimi
ellerinde bulundurmaları itibariyle ve yüksek nüfuzlarıyla Türk
milliyetçiliği fikirlerini alevlendirmeye başladılar. Türkiye'nin diğer bölümlerden
müstakil bir devlet olması fikrini körüklüyorlardı. Bu bölünmeden
maksatları onu İslâm Devleti’nin diğer parçalarından tabiatıyla (onların
tabiriyle Osmanlı İmparatorluğundan) ayırmaktı. Bu istiklal
davasına bir de müttefiklerin işgalinden kurtulma şekli verdiler. Hakikatte
insanları sevk eden şey fiilen devleti diğer parçalarından ayırmaktı.
Arapça konuşan memleketleri ise muhtelif parçalara ayırdılar. Ekseri yerleri
İşgal etmelerine rağmen İngilizler bu toprakları işgal ettiklerinde
buldukları gibi bir bölüme değil, harp esnasında hazırladıkları
haritalara göre muhtelif parçalara ayırdılar.
Böylece daha sulh yapılmadan önce bizzat mağlup olan
devleti fiilen parçalayıp muhtelif devletlere ayırmışlardı. Ayrıca hemen
mücerret işgaliyle onu muhtelif kısımlara ayırmışlar, taraflarından
işgal edilen muhtelif devletler gibi dikkate alarak idare etmeye
başlamışlardı. Bu, devletlerarası kanuna ve alakalara muhaliftir. Galip bir
devletin harpte mağlup devletin topraklarını işgali o devletin ve
topraklarının geleceği hakkında karar vermesi için kafi değildir. Bunu
kararlaştıracak şey sulhun imzalanmasıdır. Hatta bu sulhun şartları
yazılsa, fakat imzalanmasa bu yine caiz değildir. Bunun en yakın delili
şudur: Berlin 40 seneden fazla zamandan beri işgal altında bulunmasına
rağmen, bu işgal onun statükosunu tayin etmemiştir. Statükoyu tayin edecek
anlaşma veya sulhun şartları ve müttefiklerin bu hususta ittifak etmeleridir.
Bunun için topraklarını işgal eder etmez ve mağlup olarak
teslim olur olmaz, İngiltere'nin Osmanlı Devleti’ni parçalamak için giriştiği
eylemler dayanaksız ve devletler arasındaki anlaşmalara göre gayri meşrudur/yasal
değildir. Müttefikler tarafından sulh şartları imza edilmeden, bu
şartların doğurduğu meseleler hakkında karara varmadan, anlaşma
yapılmadan, müttefikleriyle anlaşmadan İngilizler, tek başına kendi
bildiği gibi hareket etmiştir.
Dahası var: Taksim edilen bu memleketlerin tamamı bir tek
devletin parçalarıydı. Lübnan, Suriye, Irak, Filistin, Şarki Ürdün, Hicaz
ve Yemen hepsi de Osmanlı Devleti’nin bayrağı altında ve onun bir parçası
ve eyaletlerindendi. İster varlığı itibariyle, ister devlet olması
itibariyle müstakil bir hüviyetleri yoktu. Hiç birisinin haricî veya dahilî
bir hakimiyeti de yoktu. Bunun için, hiç bir şekilde bu bölgelerin
ahalisinden hiç bir kimse devletlerarası görüşmelere giremiyordu. Bu
eyaletlerden her hangi birisinin bir devletle yaptığı tasarruf geçersizdi,
itibarı yoktu. Hatta İngilizler tarafından yönetilen Mısır bile Osmanlı
Devleti’nin bir parçasıydı. Bu memleketin ahalisi İngilizlerin memleketten
çıkmasını istedikleri zaman, İslâm Devletiyle, yani Osmanlı Devletiyle
birleşeceklerini ileri sürüyorlar ve Müslümanların Halifesinin bayrağı
altında yaşamak istediklerini söylüyorlardı. Mustafa Kâmil, İngilizlerin
Mısır’dan çıkmasını ve Mısır'ın İstanbul'daki Halifeye tabi
olmasını istiyordu.
Ayrıca bu memleketlere ait meselelerin görüşmeleri ancak
müttefiklerle Halife, yani merkezi İstanbul olan devlet arasında oluyordu.
Hain Şerif Hüseyin b. Ali ise Hilâfete bağlı iken isyan etmişti. Fakat bu
isyan ona devletler arası hiç bir sıfat bahşedemezdi. Ona, devletine ve
memleketine ihanet eden bir şahıstan başka bir şey addedilemez. Bu ihaneti
de ona devletlerarası bir hak kazandıramazdı. İngiltere ve Fransa'nın
Beyrut, Şam, Bağdat gibi yerlerde Arap liderleri olarak itibar ettiği adamlar
da Hüseyin gibi birer haindiler. Onların galip müttefiklerle görüşmelere
girişmeyi meşrulaştıracak her hangi bir hakları yoktu. Yalnız nüfuz
itibariyle değil, aynı zamanda tebaası bulundukları devlet nezdinde Hüseyin
kadar da bir haysiyetleri ve etkileri de yoktu. Bulundukları devlet tebaası
olma itibari ile ancak bir etkiye sahiptiler. Şerif Hüseyin mağlup devlet
tarafından Hicaz'da muteber bir şerif idi. Bunlar ise düşmanlar adına
casusluk yapan, ümmet ve devletlerine ihanet eden birer adi kimselerdi. Hiç
bir kimse onlara birer delege sıfatı verildiğine ihtimal veremez.
Fakat İngiltere bizzat bunu ve bu görüşmelerin
devletlerarası kıymetinin olmadığını ve tanımayacağını bilmesine
rağmen işgal ettiği memleketlerin ahalisi ile, bu memleketlerin geleceği
hakkında görüşmelere girişti. Onlarla bilfiil görüşmelere başlandığı
gibi, işgal devletleri ile birlikte memleketleri namına onlara söz hakkı
verdi. Evvelden çizdiği haritalara, hazırladığı planlara göre, bu
memleketlere de yerleşebilmek için bunu bir vesile edindi. Eğer Hilâfet’i
ilga edemezse Halife ile, ilga ettiği takdirde onun yerine geçireceği
devletle yapılacak resmî görüşmeleri, barış yapıldığı zaman şeklî
olarak önceki hareketlerinin bir tamamlayıcısı olsun diye ikinci devreye
bıraktı. İşte İngiltere bu tarzda hareket etti. İngiltere tarafından İslâm
Devleti’nin parçalanması hususundaki batıl operasyon bu şekilde cereyan
etti.
Bu izah, İngilizlerin işgal ettikleri memleketleri parça
parça taksim etmeleri açısındandır. Her ne kadar Müslümanları alakadar
etmese de müttefiklerine karşı giriştiği manevralara gelince: İngilizler
Hilâfet’i yıkıp ilga etmek imkanını verecek çeşitli şeyleri yapmak İçin
bu üsluptan da faydalandılar. İngiliz siyasetinin oyunlarını anlamak için
bu meseleye de bir göz atmak gerekiyor.
Müttefikler muhtelif amaçlarla savaşa girdiler. Her ne
kadar aynı safta harp ediyorlarsa da aslında birbirlerine atıp tutuyorlar,
buğz besliyor ve çekemiyorlardı. Her devlet gizliden gizliye diğerine çelme
takmaya çalışıyordu. Bu sırada İngiltere devletlerarasında en birinci
mevkîde bulunuyor. Onu Fransa, Rusya, Almanya, İtalya takip ediyordu.
İngiltere, Almanya ve Osmanlı Devleti’ne karşı harbe girince kendisiyle
beraber harbe girsin veya harbin sonuna kadar kendi tarafını tutsun diye Müttefik
Devletleri teşvike başladı. Bunun için büyük devletlerle sözleşmeler
yapmaya başladı. Bu devletleri, zaferden sonra paylaşacakları bol ganîmetlerle
tamaha getiriyordu. İtalya'ya 26 Nisan 1915’te Londra'da yapılan gizli
anlaşmada harbe girmesine mükafat olarak Antalya'nın ve Akdeniz kıyısında
kendisine komşu olan bölgelerin verilmesini vaad etti.
Bundan bir sene sonra 1916'da
İngiltere, Fransa ve Rusya (Syks-Picot) anlaşması ile Osmanlı Devleti’nin
taksimi hususunda tam bir ittifaka vardılar. İleride Mustafa Kemal ile yapılan
sulhun şartları bu esasa göre tertip edildi. Fakat bu gizli anlaşmadan
İtalya'nın haberi yoktu. İtalya bunun kokusunu duyuncaya kadar bir müddet
ondan gizli kaldı. Bunu duyunca kızdı ve harpten sonra elde edilecek
şeylerin ve Osmanlı Devleti topraklarının bölüşülmesinin neticelenmesini
istedi.
27 Nisan 1917 de İngiltere, Fransa, Rusya bir anlaşma
yapmak için toplandılar. Ve anlaşmanın metnini tespit ettiler. Bu anlaşmada
da İzmir ve havalisiyle Konya'ya kadar Batı Anadolu bölgesi İtalyan mandası
için ayrılıyordu. Anlaşmada bundan başka diğer metinler de bulunuyordu.
Harp bitince İngiltere, Arapça konuşan bütün memleketlerle İstanbul'u
işgale koştu. Fransa'da anlaştıkları gibi Lübnan'ı işgal etti.
İngiltere, Fransa'nın Suriye'yi de işgaline mani olmak için 1920
yılında Suriye'yi de işgal etti.
1919 Nisan'ında İtalya, Antalya'yı ve civarını işgal
etti. İngiltere buna seslenmedi. Fakat İzmir işgaline muhalefet etti. Bunun
üzerine Fransa ile İngiltere, İtalya'ya karşı çıkarak İtalya'nın İzmir
ve Batı Anadolu'yu işgaline müsaade etmediler. İtalya'ya bundan bahseden
anlaşmanın Rusya tarafından imza edilmediği bahanesiyle karşı geldiler.
İtalya'nın direnmesi üzerine Yunanlılara müttefikler namına İzmir'i
işgal etmesi için işaret ettiler. İngilizler dört sene müddetle manevralar
ve operasyonlarla aslan payını almaya, Hilâfet’i İlgaya, İslâmiyet'e tam
bir darbe indirmeye muvaffak oldular. 2. Lozan Konferansı’nın yapılmasıyla
devletlerarası bir tarzda bütün îstediklerini elde etti.
Hilâfet’i İlga Etmek İçin İngilizlerin Hilâfet Merkezinde Yoğunlaşması
Hilâfet’i ilga etmeye yarayacak vesileleri
hazırlamak için faaliyetlerini, Hilâfet merkezinde yoğunlaştırmalarına
gelince; İngiliz müttefiklerine karşı manevralarına ve işgal ettikleri
memleketlere bütün gayretlerini vermelerine rağmen asıl gayeleri Türkiye'ye
daha hususî bir tabir ile Hilâfet merkezine yönelikti. Bunun için mütareke
imzalanınca hemen İngiliz zırhları ve askerleri İstanbul Boğazı'nı ve İstanbul'u, Çanakkale Boğazı'nın Müstahkem mevkilerini, Türkiye kıyılarındaki
mühim yerleri işgal ettiler. Fransızlar Galata'yı, İtalyanlar
demiryollarını ve Birayı işgal ettiler. İngiliz generali Harington müttefiklerin
Türkiye'deki Başkumandanı oldu.
Böylece gerçekte Türkiye'yi işgal eden İngiliz
kuvvetleriydi. Memlekete hakim olan devlet de İngillereydi. Fransa ve İtalya
ispatı vücut şekliyle işgal etmişlerdi. Osmanlı Devleti’nin, Türkiye'nin
iç işleri hakkındaki müttefiklerle münasebetleri doğrudan doğruya
İngiltere ile oluyordu. Böylece Türkiye'de İngiltere tek başına rol
oynadı. Müttefikleri Fransa ve İtalya'nın Türkiye'nin iç işlerinde hiç
bir rol ve tesiri olmadı.
Mütareke imzalandıktan itibaren Hilâfet Devleti’ne
kendi tabirlerince Osmanlı İmparatorluğu’na tahakküm etmek için siyasî
manevralara başladılar. Hükümeti değiştirip, Hilâfet’i yıkmak için
siyasî oyunlarını Türkiye’ye yoğunlaştırdılar.
Bunun için devleti, mütarekenin imzasının
ilk anından itibaren siyasî krizlere düşürmeye başladılar. Osmanlı
Devleti namına Enver ve Talat Paşalardan sulh teklifini alıp onlarla sulh
yaptıkları halde sulhun şartlarını görüşme teklifi yapılınca, Osmanlı
Devleti’ni harbe sokan mesul şahısların Enver ve Talat Paşalar olduğunu,
onlar ile görüşmelere girişemeyeceklerini söylediler. Yeni bir kabinenin teşkilini
istediler.
Mustafa Kemal’in, Haleb'den gönderip "Mareşal İzzet'in
Başvekalete getirilmesini istediği" telgraf bu esnada vuku buldu. Bunun
üzerine İzzet Paşa hususî bir sıfatla zikredilen telgrafı Halep'te bulunan
Mustafa Kemal'e gönderdi. Bu telgrafta; "Mütareke şartlarının
akdinden sonra, iki arkadaş gibi buluşacağımızı ümit ederim."
diyordu. Bu Hükümet değişikliği talebinin aynı zamanda ve aynı konuda müttefikler
ve Mustafa Kemal'in isteği doğrultusunda vuku bulmasının tesadüfen olduğu zannedilebilir.
Lakin, bundan sonra cereyan eden hadiseler bunun böyle olduğuna ihtimal verdirmiyor.
Her ne olursa olsun sulhu yapmak için İzzet Paşa görüşmeleri
yürütmeye başladı. Hakim olan kanaat; tek taraflı, acele bir sulhla
memleketin içine düştüğü acıklı durumdan büyük zararlar yüklenmeden çıkılabileceğiydi.
İngiliz taraftarı bazı kimseler, Osmanlı Devleti harpten çıkıp barışçı
kalırsa hiç bir zarar görmeden sağ salim harpten kurtulabileceğine
inanıyorlardı. Bunun için müttefiklerin ilerleyişine ve Çanakkale Boğazını
işgallerine mani olmaya çalıştılar. Bu sırada Çanakkale Boğazının
ağzındaki Mondros Adası limanına giren İngiliz Donanması Kumandan
Kalsarb'ın yanında Küt-el-Emara'da hapiste bulunan Tavsand vardı. Onun
vasıtasıyla görüşmeler cereyan ederken İngiliz ilerleyişinin
durdurulması için teşebbüse geçtiler. Fakat kumandan onların isteğini
reddetti. İngilizlerin kendilerini dinlemesinden ümitlerini
kesince teslime mecbur oldular.
Görüşmeler Kalsarb'ın müttefiki Fransız kuvvetlerine mütarekenin
şartlarını danışmaya imkan vermeyecek kadar kısa bir müddet zarfında,
Kalsarb'ın bulunduğu Süper gemisi üzerinde yapıldı. Böylece İngiltere, müttefikler
namına tek başına mütarekeyi Osmanlı Devletiyle imzaladı. 30 Ekim 1918 de
mütareke imzalanması tamamlandı. İngilizler Türkiye'nin en ehemmiyetli
yerlerini işgal ettikten, Fransa ve İtalya'yı şekli bir işgal hakkıyla
bıraktıktan bir müddet sonra Müttefiklerine durumu açıkladılar.
Bundan bir ay geçmeden hemen halifeden, İzzet Paşa Kabinesinin iş
başından uzaklaştırılmasını, yeni bir kabine teşkilini istediler.
Onların nazarında İzzet, Enver ve Talat Paşalar kararlarından sorumluydu.
Onların yakalanıp müttefiklere teslim edilmesi gerekiyordu. Zira mütarekede
1. derecede harpten sorumlu olan şahısların müttefiklere teslimi hususunda
bir madde vardı. İşte İngilizler Halifeyi bu şekilde krizlere düşürmeye
başladılar. |