İDEAL EKONOMİ POLİTİKASI


İNSANIN EMEĞİ VEYA ÜCRET

 

Geçtiğimiz bölümlerde ekonominin kaynaklarından tarım, sanayi ve ticareti anlattık. Her üç kaynaktan da insan emeği aracılığı ile üretim yapılır. Toprağı eken, aleti kullanan, fabrikada imalat yapan, alış veriş işlemini gerçekleştiren varlık insandır. Bu nedenle insanın emeği servet kaynaklarından en önemlisidir. Her ne kadar insan olmadan tarım yapılamazsa da insan tarımdan bir parça değildir. Ticarette ve sanayide de durum aynıdır. Her ne kadar insan olmadan bunların hiçbiri yapılamazsa da insan yine de onların hiçbirinden bir parça değildir. Bilakis insan emeği bu üç kaynaktan bağımsız bir kaynaktır.

İnsan emeği, ister aklın kullanılması ile olsun isterse bedenin kullanılması ile olsun çalışma ile gerçekleştirilen bir iştir. Bunun için iş yapan kimseye "işçi" denilmektedir. Ancak insan, bu emeği kendisi için üretim yapmaya harcarsa böylesi bir durumu incelemeye gerek yoktur. Çünkü üretim ne seviyede olursa olsun sonuç kişinin kendisine aittir. Ne kadar güç harcarsa harcasın ancak kendisi için harcamış olur. Dolayısıyla hakkında hüküm koymayı ve çözüm üretmeyi gerektirecek bir probleme neden olmaz. Fakat kişi, emeğini ücret karşılığında başkası için üretim yapmaya harcarsa işte bu durum araştırma ve incelemeyi gerektirir. Çünkü bu durumda çözüme kavuşturulması gereken problemler ortaya çıkar. Dolayısıyla da hakkında hüküm konulması kaçınılmazdır. Servetin kaynaklarından birisini oluşturmasından dolayı insan emeği hakkındaki inceleme yalnızca ücretliyi kapsayan bir çözüme muhtaçtır. Bu konuya işçiler hakkında bir araştırma denilmesi daha geniş bir anlam ortaya koymak içindir. Çünkü her işi yapan kimseye işçi denir. Çalışan herkes için de kullanılır. Kendisi için çalışan kimse hakkında kullanıldığı gibi ücret karşılığında başkası için çalışan kimse hakkında da kullanılır. Kendisi için çalışan kimseyi araştırma kapsamına almaya gerek yoktur. Fakat başkası için çalışan kimsenin araştırma kapsamına alınması gerekir. "İşçiler" demektense "ücretliler" demek daha dakik bir ifadedir. Çünkü inceleme, işçiler hakkında değil ücretliler hakkında yapılan bir incelemedir.

Ücret karşılığı çalışan her insan ücretli sayılır. Ücret verenin fert, devlet veya cemaat olması fark etmez. Devlet memuru, bir şirketteki memurlar veya bir kişinin yanında ücretle çalışan kimse hepsi ücretli sayılırlar. Bu durumda çiftçi, fabrika işçisi, evin hizmetçisi, tüccarın yanındaki yazıcı, satıcının yanında çalışan bir pazarlamacı veya komisyoncu bunların hepsi ücretlidirler. Yaptığı iş karşılığında insana verilen mala ücret denir. Ücretlinin çalışması karşılığında aldığı mal, ister nakit olsun ister mal olsun hepsi mal sayılır. Çünkü insanı servet sahibi yapan her şeye yani kendisinden faydalanılabilen her eşyaya mal ya da para denir.

Ücretle ile ilgili olarak yapılan ekonomik inceleme, ücretliye verilen ücretin tesbit edilmesinde dikkat edilmesi gereken esası bilme noktasında yoğunlaşır. Ücretlinin ücreti ile alakalı hükümler bu esaslara göre oluşturulur. Bu esasları bilmek için de öncelikli olarak ücretlinin durumunu bilmek gerekir. Ücretlinin durumunu bilmekle ücretlinin ücretinin takdirinde kullanılan esaslar açıklığa kavuşur. Ücret karşılığında bir işi yerine getirmek için insanın kiralanması düşüncesine baktığımızda, bu düşüncenin insanlığın başlangıcı ile başladığını, insanın doğrudan doğruya kendi tüketimi için emeğini harcadıktan sonra mübadele için de emek sarf ettiğini görürüz. İnsan yalnızca doğrudan doğruya kendi tüketimi için emeğini harcadığında ortada "ücretliler" diye bir mesele söz konusu değildi. Çünkü onlara ihtiyaç yoktu. Fakat mübadele için emeğini harcamaya başladığında ücretlinin ücreti gündeme geldi. Ancak bu emeğe karşılık bazen başka bir emek veya mal konuluyordu. Bu durum ise birbirleri arasında mübadelenin yapılabilmesi için harcanan emeklerin değerini tesbit edecek ölçülerin bilinmesini, beraberinde de malın malla veya malın emekle mübadelesinde elde edilmek istenen doyumu gerçekleştirmek için malların değerinin belirlenmesini gerektirdi. Bu nedenle malların ve emeklerin değerini belirleyecek tek bir ölçünün tesbiti kaçınılmaz hale geldi. Ki böylece malın malla, malın emekle veya emeğin emekle mübadelesi kolayca yapılabilsin. Bunun üzerine malların veya emeklerin temininde kullanılmak üzere insana lazım olan nakdi değerleri ifadede kullanılacak bir takım kelimeler belirlendi. Buna göre mal için "fiyat" emek için ise "ücret" terimleri kullanılmaya başlandı. Çünkü bir malın başka bir mal karşılığında değişimi onun fiyatını oluşturmaktadır. Emeklerin değişimi ise, insan tarafından harcanan emeğin sağladığı menfaatın karşılığıdır. Bu ise fiyat değil ücrettir. Hem emeğin sağladığı menfaatı hem de malın değerini ölçmede, ölçü birimi olarak her ne kadar nakdi değer kullanılıyorsa da bu işlem ölçüden başka bir şey değildir. Bu ölçü, nicelik bakımından değil nitel bakımından bir ölçüdür. Nakidin hem emeğe hem de fiyata değer olması aralarında doğrudan doğruya bir irtibatın varlığını gerektirmediği gibi birinin diğerinden üstün olmasını da gerektirmez. İcare ve alışveriş arasında insanlar arasında cereyan eden bir işlem olmasından başka doğrudan doğruya bir bağ yoktur. Ne İcare alışverişe ne de ücret fiyata bağlıdır. Bu nedenle ücretin takdiri fiyatın takdirinden bağımsızdır. Aralarında doğrudan doğruya bir ilişki yoktur. Fiyat malın bedelidir. Fiyat, kesinlikle mala karşılık maldır. Mal, ister değer ile takdir edilsin ister fiyat ile takdir edilsin fark etmez. Ücret ise emeğin karşılığıdır. Bu emekle bir mal üretilmesi zorunlu değildir. Bazen emek mal üretebilir bazen de üretmeyebilir. Emeğin menfaatı malın üretilmesi ile sınırlı değildir. Malın dışında başka faydalar da vardır. Tarımda, sanayide ve ticarette harcanan emek sonucunda bir mal üretilirken doktorun, mühendisin, avukatın, öğretmenin ve buna benzer işlerle uğraşanların ortaya koydukları hizmetler karşılığında bir mal üretilmemektedir. Zanaatkâr ücret alıyorsa ürettiği mala karşılık olarak almaktadır. Fakat mühendis elde ettiği ücreti herhangi malı üretmesi karşılığında almamaktadır. Çünkü o herhangi bir mal üretmemektedir. Mühendis emeğini kiraladığı kişiye sağladığı menfaatın karşılığında ücret almaktadır. Bu nedenle fiyat takdiri, kesinlikle mala göre yapılır. Emeğin sağladığı menfaatın takdiri ise mala göre yapılmaz. Çünkü emek malın karşılığı değil, menfaatın karşılığıdır. Bazen mal olur bazen de maldan başka birşey olur. Buradan hareketle "Alış-veriş ücretlinin ücretinden fiyat ta ücretten farklıdır" denilmektedir.

 


ÜCRET TESPİTİNDE

ESAS ALINMASI GEREKEN

KRİTERLER

 

Alış-verişin kiradan ve ücretin de fiyattan farklı olması aralarında hiçbir bağın bulunmadığı anlamına gelmez. Aralarındaki farklılık, icarenin alış-verişe, alış-verişin de icareye göre tesbit edilmesinin uygun olmadığı anlamına gelmektedir. Fiyat, ücrete göre, ücret de fiyata göre belirlenemez. Çünkü birinin değerinin tespiti diğerine dayandırılması, ücretlinin ücreti ile ürettiği malın değerinin, ücretlinin teslim aldığı ücreti etkilemesine neden olur. Oysa malların fiyatlarının, ücretliyi değil emeği kiralayanı etkilemesi gerekir. Malların fiyatlarının ücretlinin aldığı ücreti etkilemesine neden olacak şekilde aralarında bir bağ kurulması, ücret verenin ücretlinin aldığı ücret vasıtasıyla ücretliye hükmetmesine yol açar. Bu durumda ise işveren, fiyatların düştüğü veya yükseldiği gerekçesiyle dilediği zaman ücretlinin ücretini yükseltir ve düşürür. Bu ise caiz değildir. Çünkü ücretlinin ücreti, sağladığı menfaatın karşılığıdır. Ücretlinin sağladığı bu menfaatın değeri ise, işçi piyasasındaki değere eşittir. Ücretlinin aldığı ücretin ürettiği malların fiyatları ile bağlantılı olması doğru değildir.

Burada, ücretlinin ürettiği malların fiyatının düşmesi ücret verenin zarar etmesine ardından da işçinin işten çıkarılmasına yol açar şekline bir iddia da ileri sürülemez. Kısa dönemde işverenin ücretli üzerindeki etkisi açıkça bellidir. Zira arzın çok olmasından dolayı bu ay düşen fiyatlar, arzın kıtlığından dolayı gelecek ay yükselebilir. İşveren tarafından fiyatların yükselmesine ve düşmesine bağlı olarak ücretlinin aldığı ücretin yükseltilmesi veya düşürülmesi, fiyatların yükseldiği veya düştüğü bahanesiyle işverenin, dilediği ücreti tesbit etmesine neden olur. Bu durumda ise ücretli, ücret verenin insafına terk edilmiş olur ki bu da apaçık tahakkümdür.

Üstelik fiyatların yükselmesi veya düşmesi çiftlik veya fabrika sahibini kısa dönemde etkilemez ve de onun zarar etmesine neden olmaz. Dolayısıyla kısa dönemde kesinlikle zarar söz konusu olmaz. Ancak fiyatların pazarda toptan düşmesi veya yerel bir pazardaki bütün malların fiyatlarının düşmesi durumunda fiyatlar işvereni etkiler. Her iki durumda da etki ancak uzun dönemde olur. Bu durumda ise işveren gerçekten zarar eder ve işçinin fabrikadan çıkarılma tehlikesi başlar. Fakat kısa dönemde kesinlikle zarar söz konusu olmaz.

Aynı şekilde yalnızca bir bölgedeki fiyatların düşmesi de işverenin zarar etmesine neden olmaz. Yerel bir pazardaki bir kısım malların fiyatlarının düşmesi ile de zarar olmaz. Uzun dönemde olsa bile bir pazarın tamamında sadece bir maldan zarar edilirse bu zarar bütün ücretleri etkilemez. Sadece bu malın üretimindeki ücret üzerinde etki meydana gelir ve işçilerin çıkarılmasına yol açar. Böylesi bir durum bir başka çiftlikte veya fabrikada herhangi bir zarara yol açmayabilir. Yerel bir pazardaki bütün malların fiyatlarında düşme olursa veya pazarın tamamında olursa bu durum piyasa fiyatının düşmesine doğal olarak da bir bölgedeki ücretlerin düşmesine neden olur. Ancak bu düşüş muayyen bir ücretliyi değil tüm ücretlileri kapsar. Yani ücretlilerin hepsini kapsar. Bu durumda bir malın genel piyasası malın fiyatını belirler. Ücret de ecirin sağladığı menfaatın genel piyasası tarafından belirlenir. Aralarındaki ölçünün tek olmasından dolayı malın genel piyasasındaki değişim aynı zamanda ücretin sağladığı menfaatın genel piyasasını da etkiler. Aynı şekilde her ikisi için de ortak değer olarak kullanılan para biriminin değerinde meydana gelecek yükselmeden ve düşüşten malın ve ücretlinin sağladığı faydanın genel piyasası da etkilenir. Ancak bu ifade ücretle fiyat arasında bir bağ olduğu anlamına gelmez. Bu ifade ancak, ecirin sağladığı faydaya ait genel piyasanın, malın genel piyasasında uzun dönemde düşme meydana geldiğinde bu düşüşten etkileneceği anlamına gelir. Bir mala ait fiyatın belirlenmesi ile diğer bir mala ait fiyatın belirlenmesi arasında hatta bütün mallar arasında bir irtibat yoktur. Etki ancak uzun dönemde sözkonusu olur. Bu nedenle ücreti fiyata göre belirlemek doğru değildir. Ücret, ücretin sağladığı faydaya ait genel piyasada piyasa tecrübeleri oranında uzmanlar tarafından belirlenir. Bu durumda doğrudan doğruya ücretin belirlenmesi, mal piyasasının ücret piyasasına etkisi ile ve de malların fiyatları tarafından belirlenmiş olmaz. Hatta malın genel piyasası için bile böyle bir tespit yapılamaz. Ücret ancak, ücretlinin sağladığı faydaya ait piyasada uzmanlar tarafından tesbit edilir. Ücretlinin sağladığı faydanın oluşturduğu genel piyasa ücretin belirlenmesini etkiler. Üstelik ücretleri alış-veriş üzerine alış-verişi de ücretler üzerine oturtma, ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının ücretlinin ücretine tahakküm etmesine yol açar. Bununla beraber ihtiyaç maddelerinin fiyatları, ücretlinin ücretine değil ücretlinin aldığı ücretle yetinmesine hükmeder. İhtiyaç maddelerinin fiyatlarını ücretlinin ücretine hükmeder hale getirmek, ücretliyi aldığı ücretle yetinmeye yani ücret verenin ücretliye yetecek nafakayı garantilemesine yol açar. Oysa her insanın yeterli derecede nafakaya sahip olması ancak onun işlerinin bir parçasıdır. Bu yeterliliği sağlamak ise ücret verenin değil devletin görevidir. Ücretlinin yeterliliği ile üretimi arasında bir bağ kurmak kesinlikle caiz değildir. Zira ücretli bazen zayıf bir bünyeye sahip olur ve ihtiyacını karşılayabileceği miktardan daha az üretebilir. Ürettiği ile ücreti ve ihtiyaç duyduğu ihtiyaç maddeleri arasında bir bağ kurulacak olursa o kişi iyi bir hayat yaşamaktan mahrum bırakılır ki bu caiz değildir. Az veya çok üretsin, üretme gücüne sahip olsun olması devletin vatandaşı olan her insana yaşama hakkı tanımak gerekir. İhtiyaçlarını karşılasın ya da karşılamasın ücret, sağladığı menfaatın değerine göre belirlenir. Buna göre ücretlinin ücretini ürettiği malların fiyatlarına göre veya ihtiyaç duyduğu ihtiyaç maddelerinin fiyatlarına göre belirlemek hatalı bir davranıştır. Ücreti satışa satışı da ücret üzerine bina kılmak hatalı bir davranış olduğu gibi ikisinden birini diğeri üzerine bina kılmak da caiz değildir. Bu nedenle fiyatı ücret üzerine, ücreti de fiyat üzerine bina etmek caiz değildir. Ücretin takdiri ile fiyatın takdiri tamamen birbirinden farklı şeylerdir. Her birinin belirlenmesine hükmeden belirli faktörler ve özel hususlar vardır. Ücret fiyat üzerine, fiyat da ücret üzerine bina kılınamayacağına göre, ücretlinin üreteceği ürünün, ücretin belirlenmesinde esas alınması doğru değildir. Aynı şekilde ücretlinin ücreti ne kemmiyet açısından ne de keyfiyet açısından ürettiği ile takdir edilmez. Çünkü ne ücret üretime ne de üretim ücret üzerine bina kılınmamıştır. Aralarında doğrudan doğruya bir irtibat yoktur. Böylece yaşadığı ortamdaki hayat seviyesi ücretin takdirinde esas olamaz. Yaşayabilmesi için yetecek derecede bir ücret tespit etmek de doğru değildir. Zira geçim miktarını ücretin takdirine esas tutmak doğru değildir.

Kapitalistler ve komünistler ücretin belirlenmesinde esas aldıkları şartlardan dolayı hataya düşmüşlerdir. Kapitalistler işçiye doğal ücreti verirler. Onlara göre doğal ücret, asgari seviyede işçiye yetecek geçim düzeyidir. Bu ücreti hayat şartlarında bir yükselme olduğu zaman asgari düzeyde artırırlar. Yaşam seviyesi düştüğünde de azaltırlar. Onlar işçinin ücretini, emeği ile sağladığı faydaya bakmaksızın yaşamak için gerekli olan harcamalara göre belirlemektedirler. Onlar böyle yaptılar çünkü onlar, icareyi satış üzerine bina ettiler. Bu da ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının ücretlinin ücretine tahakküm etmesine yol açtı. Bu sisteme göre, yani ücretlinin alacağı ücretin yaşam seviyesi esas alınarak tespit edildiği sistemde ücretliler, içerisinde yaşadıkları topluma göre asgari düzeyde muhtaç oldukları ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar sınırlı bir mülkiyete sahip olacaklardır. Elde ettikleri bu ücret ister, İslâm beldeleri gibi fikren geri kalmış ülkelerdeki ücretlilerin durumu gibi yalnızca onların temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir şekilde olsun, isterse Amerika ve Avrupa gibi fikren ilerlemiş ülkelerdeki ücretlilerin durumu gibi hem temel ihtiyaçlarını hem de lüks ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir durumda olsun, bu uygulama apaçık bir zulümdür ve ücretlinin durumuna ters düşmektedir.

Fakat komünistler ücretlilere "herkese gücüne yani kudretine ve çalışması oranına göre" kuralına göre kişinin ürettiği ürün miktarına göre ücret verirler. Komünistler bu kurala göre hareket ettiler. Çünkü onlar da icareyi satış üzerine bina ettiler ve işçiye ürettiği kadar ücret verdiler. Ne halde olursa olsun bu da apaçık zulümdür. Çünkü işçinin ürettiği malın piyasa fiyatının düşmesi nedeniyle üretimde de düşme olursa ücretliye zulüm edilmiş olur. İşçi bazen kendine yetecek seviyede bir ücrete sahip olamayacağı için sıkıntıya düşecektir ve işi terk edecektir. Diğer taraftan işçinin ürettiği malın piyasa fiyatlarının yükselmesine bağımlı olarak üretim artarsa bu durumda da işverene zulmedilmiş olur. Çünkü işveren kazandığı kârı hak etmediği halde işçiye vermek mecburiyetinde kalır. Bu nedenle ücretin belirlenmesi işçinin yani ücretlinin ürettiğinin piyasadaki satışı ile bağlantılı hale getirilmesi zulümdür. Üstelik ücretlinin durumuna da terstir.

Şimdi yeniden ücretlinin durumuna dönecek olursak onun, bir malı ya da bir başka emeği elde edebilmek için emek harcadığını görürüz. Dolayısıyla onun harcadığı emek esas olmaktadır. Ancak bu emek, yalnızca emek olduğu için değil sağlayacağı faydaya sahip olabilmek için elde edilmeye çalışılır. Dolayısıyla emeğin kendisi değil emeğin faydası esas olur. Çünkü dolaşıma konu olan emeğin faydasıdır. Emek ancak onun için harcanır. Buna göre ücretin belirlenmesinde ücretlinin sağladığı fayda esas alınır. Emeğin sağladığı bu fayda tıpkı mal gibidir ve arzu edildiğinde talep edileceği genel bir piyasası vardır. Değişim o piyasa içerisinde gerçekleşir. Fiyatlar bu piyasadaki fiyatlar tarafından belirlenir. Bu nedenle karaborsaya yol açacağı ve üretime zarar vereceği için mallara zorla fiyat koymak, sınırlama getirmek doğru olmadığı gibi serveti ve üretimi sınırlandıracağı, üretkenliği durduracağı gerekçesiyle emeğin sağladığı faydaya da sınır koymak doğru değildir. Emeğin sağladığı faydanın fiyatının belirlenmesi yani ücretlinin ücretinin belirlenmesi, ücretlilerin sağladıkları faydaya ait genel piyasaya bırakılması gerekir. Alış veriş nasıl alıcı ve satıcının karşılıklı rızaları ile yapılıyorsa emeğin sağlayacağı faydanın kiralanması da ücretlinin ve ücreti kiralayanın karşılıklı rızaları ile yapılması gerekir. Üzerinde anlaştıkları ücret olan ecri müsemma her iki tarafı da bağlayıcıdır. Belli bir ücret üzerinde ittifak edemedikleri zaman, emeğin faydasına ait genel piyasadaki uzmanların söyleyecekleri ücret bağlayıcıdır. Ancak bu ücret sonsuza kadar geçerli değildir. Bu ücret, üzerinde ittifak edilen süreyle veya yerine getirilmesi hususunda anlaşılan işin yerine getirilmesi ile sınırlıdır. Süre bittiği zaman ya da iş tamamlandığı zaman emeğin piyasasına göre yeni bir ücret belirlenir. Ücretlinin durumu işte budur. Ücretlinin ücretinin takdirinde gözetilmesi gereken esas da budur.

İslâm bu esasa göre hareket eder. Fakihler "icare"yi, karşılıklı olarak bir menfaat üzerinde yapılan bir akit olarak tanımlamaktadırlar. Sözleşmeyi sağlanacak faydaya bağlayıcı hale getirdiler ve alınan ücreti/maaşı da bu faydanın karşılığı saydılar. Yani faydayı ücretin takdirinde esas aldılar. Ve yine fakihler icareyi şöyle tarif ederler: "İcare; emeği kiralayanın ücretlinin sağlayacağı faydaya sahip olması ve ücretlinin de kiralayandan bir mal (para) almasıdır." Bu tarif icarenin caiz olduğuna işaret eden delillerden çıkarılmıştır. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır: "Sizin için çocuklarınızı emzirirlerse onlara ücretlerini veriniz." [1]  Bu ayete göre ücret, emzirmenin karşılığı olarak verilmektedir. (sav)'de şöyle demektedir: "Allah azze ve celle şöyle dedi. Kıyamet gününde ben üç kişinin hasmıyım: Söz verdiği halde sözünde durmayan bir adam. Hür bir kimseyi köle diye satıp parasını yiyen kimse. Bir kimseyi ücretle tutup ondan istifade ettiği halde onun ücretini ödemeyen kimse." [2] Menfaat elde etmek ücretlinin ücretini vermeyi gerektirir. Böylece menfaat ücretin takdirinde esas hale gelmektedir. Ücretlinin kiralanmasındaki sözleşme, ya ücretlinin yerine getirmesi gereken işin sağlayacağı menfaat üzerinde yapılır ya da bizzat ücretlinin sağladığı menfaat üzerinde yapılır. Sözleşme, işin faydası üzerinde yapıldığı zaman sözleşme konusu (makudun aleyh), muayyen bir işin yapılması için sanatkârın, meslek sahiplerinin, bir temizlemecinin, demircinin, marangozun, mühendisin, doktorun ve avukatın kiralanması gibi bir işten elde edilen faydadır. Eğer sözleşme hizmetçinin ve bahçıvanın kiralanması gibi şahsın sağlayacağı fayda üzerinde yapılmışsa sözleşme konusu (makudun aleyh) şahsın sağladığı faydadır. Her iki halde de Rasulullah (sav)'in; "Allah'a ve ahiret gününe inanan herkes ödeyeceği ücret miktarını bildirmedikçe ücretliyi çalıştırmasın" sözüne göre ücretin mutlaka bilinmesini gerektirmektedir. Eğer muayyen bir ücret söylenmemişse veya belirlenen ücret üzerinde ihtilaf etmişlerse veya elde edilecek hasadın bir miktarının verilmesi gibi meçhul bir şey söylenmişse, bu tür durumların tamamında ücretliye ecri misil verilir ve konunun uzmanları bu hususta hüküm verir.

 


 ÜCRETLİLERE

YILLIK ÜCRET ARTIŞI YOKTUR

 

İster devlette isterse özel bir şirkette memurluk yapan bir kimse olsun isterse bir fabrikada çalışan bir işçi olsun ücretlilere verilen ücret, yıllık, aylık ya da günlük gibi belirli süreler için belirlenir. Tesbit edilen sürenin bitimi ile sözleşme yenilenir ve yeni bir süre başlar. Sözleşme yenilenmezse dahi yine eski sözleşmenin geçerliliği devam eder. Ancak takdir edilen bu ücret, sözleşme süresi içerisinde ücretliyi de kiralayanı da bağlar. Sözleşme süresi sona erdiği zaman taraflardan her birinin önceki sözleşmenin dışında icareyi yeni bir şekil üzere yapma hakları vardır. Eğer yeni bir sözleşme yapmazlarsa icare birinci ücret üzerinden yenilenir. Buna göre günümüzde devlet dairelerinde çalışmakta olan memurlara derecelerine göre yapılan yıllık ücret artışları İslâm'da yoktur. Çünkü ücretliye, icare süresinde sözleşmede belirtilen ücret ödenir. Sözleşme süresi içerisinde ücret artışı yapılmaz. Eğer kişi belli bir ücretle ve belli bir süreyle kiralanmışsa herhangi bir şekilde ücret artışını hak edemez. Ancak kişi, aylık günlük ya da yıllık gibi belli bir süreyle anlaşma yapmışsa ister devlet memuru olsun isterse başka bir yerde çalışan kimse olsun sözleşme süresinin bitiminden önce çeşitli sebeplerden dolayı işverenle yeni bir ücret üzerinde pazarlık yapması caizdir. Zira kişi çalıştığı işte daha tecrübe kazanmış veya iş kapasitesini daha da artırmış veya çalışma alanı değişmiş olabilir. Sanki başka bir işe nakledilmiş veya yaptığı işin piyasa fiyatı yükselmiş gibi çeşitli nedenlerle sürenin bitiminden önce yeni bir ücret için pazarlık yapabilir. Eğer işveren razı olursa bu durumda daha fazla yeni bir ücret takdir edilir. Böylece işverenin, ücretlinin ücretini yeni sürenin başlangıcı ile artırması caiz olur. Ücretli de bu artışa razı olursa bu durumda ona daha yüksek düzeyde yeni bir ücret takdir edilir. Her iki halde de bu artış önceden kararlaştırılmış yıllık artış sayılmaz. Bu artış, ücretlinin ve işverenin karşılıklı rızaları ile artırılmış birinci ücretten başka yeni bir ücrettir. Ancak günümüzde karşılaştığımız devlet dairelerindeki yıllık ücret artışları kapitalist sistemden kaynaklanmakta olup bir tuzaktır. Kapitalistler memurun ücretini derecesi ile belirliyorlar ve ona eksik ücret veriyorlar. Ardından da yıllık olarak artırıyorlar. Yıllar sonra ise kişi bu derecenin sonuna ulaşıyor. Yani sonuçta onun için takdir edilen ücret, başlangıçta aldığı ücret seviyesine geliyor. Bunu da yıllık artış sayıyorlar.

İslâm'a gelince; İslâm ücretliye hakettiği ücreti yani işe başladığı gündeki piyasa ücretini verir. Piyasa ücretinden aşağı ücret vermez. Ücretli, derece denilen şeyi işe başladığında peşinen alır. Dolayısıyla yıllık ücret artışı yapılmaz. İslâm'da devlet memurlarının ücretlerinde yapılan artışlar yıllık artışlar değil yeni bir icare için bir başka sözleşme ile yapılan artışlar şeklinde gerçekleştirilir. Aynı şekilde işçiler için belirlenen ücret de icare süresince ne kademe farklılığından ne de bir başka nedenden dolayı artırılmaz. Ücretli yalnızca ecri müsemmayı alır. Ancak onlar ortaya çıkan çeşitli nedenlerden dolayı sözleşmenin bitiminden önce şu anda almakta olduğu ücretten daha fazla yeni bir ücret üzerinde pazarlık yapabilirler. Bu sebepler ya aynı işi yapan ücretlilerin ecri misil miktarının değişmesi ya da yaptığı işte uzmanlaşması gibi sebepler olabilir. Memurların dışındaki ücretlilere de aynı şekilde muamele yapılır. Çünkü hepsi ücretlilerdir.

 


 İSLAM'DA

İŞÇİ PROBLEMLERİ YOKTUR

 

İşçi problemleri diye isimlendirilen problemler İslâm'da yoktur. Çünkü bu problemler, ücretlinin ücretinin tesbitinde esas alınan ölçünün en aşağı seviyede yaşam standardına göre yapılması sonucunda ortaya çıkmıştır. İşçiler gerçekten hakkı olan ücreti değil, hayatta kalıp çalışabilecekleri seviyede bir ücreti ancak alabilmektedirler. Bu uygulama sermayedarların ücretliler üzerinde baskı kurmalarına yol açmıştır. Ücretliler işverenlerden şiddetli zulüm, baskı, emeklerinin ve alın terlerinin sömürülmesini gördüler. İşçiler üzerindeki bu zulüm, baskı ve sömürü, işçinin ücretinin ve çalışma süresinin sınırlandırılması ve dinlenme garantisi verilmesi gibi işçilere adil davranılmasını öne süren Sosyalist fikirleri ortaya çıkardı. Bu nedenle Kapitalistler, ücretlinin ücretinin tesbitinde esas alınan asgari yaşam seviyesinde bir değişiklik yapmadan, çalışma ve mülk edinme hürriyetlerine birtakım değişiklikler yapmak mecburiyetinde kaldılar. İş sözleşmesine işçileri korumayı hedefleyen, sendika kurma, toplantı yapma hürriyeti, grev hakkı, işçilerin emekli olmaları ve emekli ikramiyesi almaları veya tazminatlar gibi işçilere daha önceleri verilmemiş olan haklar veren birtakım hükümler ve kurallar konuldu. İşçilere, ücretleri artırma, haftalık tatil ve sağlık hakları gibi haklar verildi. İşçi problemleri diye isimlendirilen ve şu anda da var olan problem kapitalist sistemin kuruluş esasından kaynaklanmaktadır. Ki bu esaslar, mülkiyet hürriyeti, çalışma hürriyeti ve ücretlinin ücretinin takdirinde asgari geçim seviyesinin esas alınmasıdır. Ücretli ile kiralayan arasındaki ilişkiler bu sisteme göre yürüdüğü sürece işçi problemleri de devam edecektir. Kapitalistler, işçileri susturmak ve Sosyalist kışkırtma karşısında ayakta kalabilmek için bu türden yamalarla açıklarını kapatmaya kalktılar. Kapitalist sistemin devamlılığını koruyabilmek için böylesi durumlarda bu yamalar doğal olarak ortaya çıkacaktır. Bu düzenlemelerin ve icraatların işçi problemlerini çözmek için var olduğu iddiası yalan bir iddiadır. Bunlar gerçekte işçileri susturmak için yapılan yamadan başka birşey değildir.

Ancak İslâm'da bunların hiçbiri yoktur. Çünkü İslâm'da çalışma ve mülk edinme hürriyeti yoktur. İslâm'da çalışmanın ve mülk edinmenin mübahlığı vardır. Çalışma ve mülk edinme hürriyeti ile çalışmanın ve mülk edinmenin mübah olması ifadeleri arasında çok ciddi fark vardır. Zira mülk edinme hürriyeti demek ne suretle olursa olsun mülk edinmede insanı tamamen serbest bırakmak demektir. Mülk edinmenin mübah olması ise mülk edinmenin aslı içindir. Mülkiyet insanın fiillerinden bir fiil olup hükmü ise mübahlıktır. Her müslümanın mülk edinme hakkı vardır. Ancak mülk edinme keyfiyeti, şeriatın mülk edinme ile ilgili olarak getirdiği nasslarla kayıtlıdır. Yani avlanma, mudarabe, komisyonculuk gibi hakkında şeriatın belirli nasslarla sebeplerini belirlediği şartlarla kayıtlıdır. Mübahlık her ne sebeple olursa olsun mülk edinebilme hakkında değil yalnızca mülkiyetin aslı için geçerlidir. Aynı şekilde sahip olunan bir şeyin geliştirilmesi de alış veriş ve icare gibi belirli hükümlerle kayıtlıdır. Muayyen herhangi bir malın mülkiyeti de sözleşmeler ve davranışlar gibi belirli hükümlerle kayıtlıdır. Mülk edinmenin mübah olması, insanın dilediği şekilde mülk edinebilmesi, mülkünü geliştirebilmesi, dilediği malı mülk edinebilmesi konusunda insanın tamamen serbest bırakılması anlamına gelmez. Tam tersine insanın yaratılışında mülk edinme özelliğinin var olması ile yani sadece mülk edinmenin aslı ile sınırlıdır. Bunun dışında kalan hususlar ise bu konu ile ilgili şer'i hükümlerle sınırlıdır. Bu ise mülkiyet hürriyetinden farklıdır. Çünkü mülkiyet hürriyeti, mülk edinmede ve ne surette olursa olsun mülk sahibi olmada kişiyi tamamen serbest bırakmak demektir.

Aynı şekilde çalışmak da insanın fiillerinden bir fiil olup mübah bir iştir. Her müslümanın çalışma hakkı vardır. Ancak malı elde edebilmek için iş yapma keyfiyeti belirli hükümlerle kayıtlıdır. Kişi, işçi, tüccar, çiftçi, sarraf olarak çalışabilir. Ancak yaptığı işin mutlaka şer'i hükümlerle kayıtlı olması gerekir. Mübah olanların dışında çalışması doğru değildir. Şarap fabrikasında domuz çiftliğinde ve haşhaş ekimi ile ilgili işlerde çalışamaz. Anonim şirketlerde, bankada, kumarhanede veya şeriatın haram kıldığı herhangi bir işte çalışamaz. Mübah olan bir işi yaptığında şer'i hükümlerle mukayyettir. Ücretli ise icare hükümleri ile, tacir ise alışveriş hükümleriyle, simsar ise simsarlık hakkındaki hükümlerle mukayyettir. Mübahlık yalnızca çalışma hakkında geçerlidir. Fakat çalışma keyfiyeti yani belli bir işi yerine getirmek, yapmak ise belirli hükümlerle kayıtlıdır. Dolayısıyla bu hükümlerin dışına çıkması yasaktır. Bu ise mülkiyet hürriyetine ters düşmektedir. Çünkü mülkiyet hürriyeti, kişinin, hoşuna giden bir işte dilediği şekilde çalışıp çalışmamakta, serbest bırakılması demektir.

Bütün bu açıklamalardan mülk edinmenin ve çalışmanın mübah olması ile çalışma ve mülk edinme hürriyeti arasındaki büyük fark açığa çıkmaktadır. Bu nedenle Kapitalist sistemde görülen bu problemler İslâm'da görülmez. Çünkü İslâm'da mülkiyet, belirli sebeplerle kayıtlıdır. Mülkün çoğaltılması ve belirli bir mala sahip olmak belirli hükümlerle bağlanmıştır. Çalışma mübah işlerdendir ve belirli hükümlerle de çalışma keyfiyeti belirlenmiştir. Yani mülkiyet ve çalışma ortaya çıkabilecek problemleri kökünden ortadan kaldıracak işlemlerle sınırlı olması nedeniyle İslâm'da, Kapitalist sistemde görülen problemlere rastlanmaz. İşveren ile ücretli arasındaki ilişkileri düzenleyen icare hükümlerinin yanında ticaret, tarım, sanayi ile ilgili hükümler, yaşamak için nafaka ile ilgili hükümler ve işlerin gözetilmesi ile ilgili hükümler işçinin problemlerini temelden çözüme kavuşturan hükümlerdendir. Bu nedenle işçiyi ve işvereni sınırlayacak birtakım bağlara ihtiyaç duyulmaz. Çünkü İslâm'da kayıt altına alınmayı gerektirecek mülk edinme ve çalışma hürriyeti denen bir şey yoktur. İslâm'da ancak çalışmanın ve mülk edinmenin mübahlığı vardır.

Ayrıca ücretlinin ücretinin takdirinde asgari geçim seviyesi değil ücretlinin sağladığı faydaya ait piyasada ücretlinin harcadığı emeğin faydası esas alınır. Bu nedenle ücretlilerin işverenler tarafından köleleştirilmesi ve işçilerin alın terlerinin ve emeklerinin sömürülmesi söz konusu olmaz. Bu konuda ücretli ile devlet memuru arasında bir fark yoktur. Ücretli, içerisinde bulunduğu toplumda insanlar arasında kendi emsaline göre ücret alır. Ücretli ile işveren ihtilaf ettikleri zaman ecri mislin takdiri için uzmanlar devreye girerler. Bu uzmanlar taraflarca seçilirler. Taraflar uzman seçiminde anlaşamazlarsa uzmanı devlet seçer ve devletin seçtiği bu uzmanın sözü her iki tarafı da bağlayıcı olur. Fakat yönetici tarafından belirli bir ücretin belirlenmesi, ticaret mallarına fiyat tahdidi koymanın caiz olmamasına kıyasen caiz değildir. Çünkü ücret faydanın, fiyat ise ticari malın karşılığıdır. Mal piyasası doğal olarak malın fiyatını nasıl belirliyorsa ücretlilerin sağladığı faydaya ait piyasa da ücreti belirler.

Kapitalist yamaların işçilere verdiği haklardan toplantı yapma hürriyetine gelince: Şeriat, ücretli olsun olmasın tebaadan her bireyin toplanmasını mübah kılmıştır. Sendika kurma hakkı açısından ise İslâm'da sendikalar yoktur. Çünkü işlerin gözetilmesi devletle sınırlıdır. İmamın dışında hiçbir kimsenin külli veya cüzi olarak işleri gütme hakkı yoktur. Sendikalar, üyelerinin işlerini gözetmek için kurulurlar ki bu caiz değildir.

Grev yapma hakkına gelince: İcare, caiz olan sözleşmelerden değil bağlayıcı özelliği bulunan sözleşmelerdendir. Bu nedenle taraflardan hiçbirinin sözleşmeyi feshetme hakkı yoktur. Ücretlinin, üzerinde anlaşma yaptığı işi yerine getirmesi gerekir. Yerine getirmediği takdirde ücret alamaz. Bu nedenle işçinin grev yapma hakkı yoktur.

Emeklilik, ikramiyeler ve tazminatlar Kapitalist sistemin zulümünü hafifletebilmek için icat edilmiş kapitalist yamalardır. Çalışmaktan aciz olanlar kendine yetecek kadar bir parayı devletten almaya hak kazanır. Dolayısıyla emekliliğe, ikramiyelere ve tazminatlara gerek yoktur. Temel ihtiyaçlarını doyurmaktan aciz olan herkesin bu ihtiyacını gidermek, işverenin görevi değil devletin görevidir. Çünkü topluma ait işlerin gözetilmesi işverenin görevlerinden değil devletin yapması gereken görevlerdendir.

İşçilerin ve ailelerin sağlık ihtiyaçlarının, çocuklarının eğitimlerinin garantilenmesi gibi işleri yerine getirmek de işverenin görevi değil devletin görevidir. Dolayısıyla bu konular ücretli ve ücretliler konusu içerisinde araştırılmaz. İşten çıkarıldıkları zaman nafakalarının garantilenmesi de devletin vazifesidir. Zira onlara iş bulmak devletin vazifesidir. Devlet onlara iş bulamazsa onlar hükmen aciz sayılacağından dolayı nafaka hükümleri onlara uygulanır.

Kapitalist sistemde işçiler konusu ile ilgili olarak var olan meseleler bunlardır. Şu anda fabrikalarda ve atölyelerde var olan problemler İslâm'da ücret konusu içerisinde ele alınmaz. Zira bu problemler başlıca şu sebeplerden kaynaklanmaktadır:

1- Ücretlinin ücretinin takdirinde göz önünde bulundurulan esaslardaki farklılıklar.

2- Fakirlerin ve çalışmaktan aciz olanların nafakalarını temin konusuna ve işi olmayanlara iş temin etme olayına bakıştaki farklılık.

3- İslâm'daki devlet mefhumunun Demokrasi'deki devlet mefhumundan farklı olması. İslâm'da devlet tek kurumdur ve bütün işlerin gözetilmesi işini doğrudan doğruya devlet yapar. Oysa Demokratik sistemde birçok kurum vardır. Devlet ise sadece tek kuruma, hükümete bakar.

Ekonominin kaynaklarından dördüncü kaynak olan insan emeği veya daha doğru bir ifade ile ücretliler konusu budur. Genel hatlarla şeriatın, icareyi ve sözleşme yapanların diledikleri şartlara göre sözleşme yapmalarını Rasulullah (sav)'in: "Müslümanlar şartları (sözleşmeleri) üzeredirler" (Buhari, İcare) hadisine göre mübah bıraktığı, ücretin emeğin sağladığı faydaya göre takdir edildiği, sözleşme yapanların ücretin takdirinde ihtilaf ettiklerinde hükmün emeğin piyasası tarafından belirleneceği ve uzmanların takdirine göre bu piyasanın gösterdiği ücretin bağlayıcı olduğu açığa çıkmaktadır. İcare muamelelerindeki bütün çekişmeler böylece kesilmiş, işverene ve ücretliye üretimde sınırsız bir şekilde gayret gösterme fırsatı tanınmış olmaktadır.


[1] Talak: 6

[2] Buhari, Buyu’, 2075; İbni Mace, Ahkâm, 2433; Ahmed b. Hanbel, Mükessirîn, 8338