İDEAL EKONOMİ POLİTİKASI


TOPRAK MÜLKİYETİNDE EŞİTLİK DÜŞÜNCESİNİN YANLIŞLIĞI

 

İnsanlar arasında toprak mülkiyeti üzerinde eşitlik hiçbir zaman sağlanamamıştır, mümkün de değildir. İster toprak konusunda olsun isterse toprağın dışındaki mallar üzerinde olsun sahip olunan mal ve hizmetlerin tamamında eşitliğin sağlanması diye bir şey söz konusu olamaz. Diğer mallara oranla toprakta eşitliğin sağlanması şeklindeki bir konu ise hiç mümkün değildir.

Mülkiyette eşitliği sağlamanın imkânsızlığı şüphe götürmeyen bir husustur. Çünkü böyle bir olay hem akla uygun değildir hem de pratikte uygulanması mümkün değildir. İnsanlar yaratılışlarının gereği hem cismen hem de akıl olarak farklı güçte yaratılmışlardır. İhtiyaçlarını doyurmada da farklı yapıya sahiptirler. Dolayısıyla insanlar arasında eşitliğin sağlanması mümkün değildir. Eğer zor kullanarak insanlar arasında mal ve hizmetlere sahip olmada eşitlik sağlanabilse dahi sahip olunan bu mal ve hizmetleri kullanmada, üretmede ve faydalanmada eşitliğin sağlanması kesinlikle mümkün değildir. Yine insanlar arasında ihtiyaçlarının doyurulmasında eşitlik sağlamak da mümkün değildir. Bu nedenle insanlar arasında mülkiyet konusunda eşitliğin sağlanması kesinlikle mümkün değildir ve bu düşünce vakıaya uymayan pratiği olmayan teorik, hayali bir düşüncedir.

Güçlerinin farklı olmasına rağmen insanlar arasında mülkiyet hususunda eşitlik sağlamaya çalışmak adaletten uzaklaşmak demektir. İnsanlar arasında üstünlük, menfaatlara ve üretim vasıtalarına sahip olmada farklı seviyelerde olmak kaçınılmaz ve doğal bir iştir. Bu nedenle de sahip olma konusunda eşitlik sağlamaya çalıştığında, daha güçlü olan ve çalışmada daha fazla güç harcayan kimseyi güçsüz olan ve çalışma esnasında daha az güç harcayan bir kimse ile eşdeğerde tutmuş olursun ki bu durumda güçlü olan ve daha fazla güç harcayan kimseye zulmetmiş sayılırsın. Bu nedenle mülkiyet konusunda insanlar arasında eşitlik sağlamaya çalışmak zulümdür.

Yine insan bir şeye, ya üretmek ya tüketmek veya her ikisini birden gerçekleştirmek için sahip olur. Bu iki durumun dışında üçüncü bir durum yoktur. Üretmek, üretim işini yerine getirebilme gücü ile ilgilidir. Tüketim ise, tüketilmesi istenen şeyle ihtiyacın karşılanması, giderilmesi ile ilgilidir. Her ikisinin de eşitlikle veya eşitsizlikle alakası yoktur. Üretim açısından; var olan güç ile üretimin yapılıp yapılamayacağının, tüketim açısından ise sahip olunmak istenen şeyde ihtiyacı doyurabilme faydalanabilme imkânının varlığı ve yokluğu ile ve sahip olunmak istenen şeyin ne oranda doyurma kabiliyetine sahip olup olmaması ile ilgilidir. Bu ise kesinlikle eşitliğin varlığını gerektirmez. Dolayısıyla bu açıdan da eşitlik söz konusu olamaz.

Buraya kadar yapılan açıklamalar mutlak olarak mülkiyet ile birlikte toprak mülkiyetini de içine alan bir açıklama idi. Ancak özellikle toprak mülkiyetinde eşitliğin sağlanması gibi bir meseleyi ele aldığımızda ise şöyle tafsilat vardır:

Saçların uzaması ve dişlerin çıkması nasıl insanın tabiatının gereği ve ondan ayrılmaz bir parça ise üretim de toprağın ayrılmaz bir parçasıdır. Herhangi bir kimse yetiştirmese dahi bitkiler tarımsal arazinin tabiatından bir parçadır. Yetişen ürünün, bitkilerin çeşidi bu durumu değiştirmez. Topraktaki ürün, tarımsal bir arazinin tabiatının ayrılmaz bir parçasıdır. Tarımsal arazi ancak tarımsal üretim için mülk edinilir ve mülkiyeti zirai üretimle sınırlı kalır. Tarımsal bir araziye sahip olma konusuna eşitlik meselesi girdiği zaman mesele tarım arazisine sahip olma meselesinden yani üretim meselesinden çıkar. Çünkü insanlar tarımsal araziye eşit miktarda sahip olmaya zorlandıkları zaman bu eşitlik, çalışmaktan aciz olanların, güçsüzlerin ve tembellerin sahip oldukları araziyi boş bırakmalarına ve üründe azalmaya yol açar. Her ümmette, toplumda aciz tembel ve zayıf kimselerin bulunması kaçınılmaz bir gerçektir. Bu durumda ise, toprakta eşitliğin gündeme getirilmesi, arazinin boş bırakılmasına ve üretim azalmasına yol açması kaçınılmazdır. Bu da tarımsal araziyi ilgi alanından yani üretmekten çıkarmak ve aynı anda sahip olunmayı yıkmak demektir. Çünkü tarımsal arazi ancak üretmek için mülk edinilir. Bu üretim atıl bırakılınca, işlenmezse onun mülkiyeti de yok edilmiş olur. Böylece toprağa sahip olmada insanlar arasında eşitlik sağlamaya çalışmak, üretimi durdurmaya ve zayıflatmaya yani büyük zararlara yol açar. Bu nedenle diğer maddelerin mülkiyetinde eşitlik şimdiye kadar asla görülmemiş olmasına ve vakıaya da uygun olmamasının yanında özellikle de toprak mülkiyetinde eşitlik her yönüyle zararlıdır ve kesinlikle de toprağa sahip olmada böyle bir şey araştırılmamalıdır, söz konusu olmamalıdır. Tam tersine tarımsal arazi mülkiyetinden bahsedildiğinde böylesi bir konudan tamamıyla uzaklaşmak gerekir. Bu nedenle toprak reformu diye isimlendirilen, arazinin insanlar arasında eşit bir şekilde dağıtılması düşüncesi ve yine geniş toprak sahibi kimselerin yani toprak ağalarının elindeki arazilerin insanlar arasında eşit bir şekilde dağıtılması düşüncesi hatalı bir düşüncedir. Çünkü toprak mülkiyetinde eşitlik tamamen zararlıdır. Toprak mülkiyeti konusundaki araştırma, toprağın azlığı veya çokluğu alanında yapılmaması gerekir. Toprak mülkiyeti konusu üretim üzerinde yapılmalıdır.

 


TOPRAK AĞALIĞI (FEODAL) SİSTEMİNE ÇÖZÜM YOLU

 

Bazı kişilerin ellerinde büyük miktarda arazilerin bulunması bir takım zararlar doğurmuş ve beraberinde geniş arazi mülkiyetine saldırılarda bulunulmasına ve geniş miktarda arazileri ellerinde bulunduranların toprak ağaları diye isimlendirilmelerine yol açmıştır. Her yerde toprak ağalarına saldırılar başladı. Buna karşılık, toprak ağalığından kaynaklanan zararların çözümü yerine toprak ağalığı mülkiyetinin tamamen kaldırılması şeklinde bir çözüm getirilmiştir. İslâmi açıdan mübah olan büyük miktarda arazi sahibi olmak, günümüzde bu tür mülkiyetten kaynaklanan zararların nasıl giderileceği ve ne tür çözümler getirileceği şeklinde soruların sorulmasına neden olmuştur. Bu türden sorulara cevap olarak da şunlar söylenmiştir.

Büyük miktarlarda topraklara sahip olmak beraberinde birçok zararlara da yol açmaktadır. İşte çok büyük miktarlarda toprağa sahip olan "Toprak Ağaları" ellerinde bulunan arazinin tamamını işlemeye güçleri yetmediği için arazilerinin bir kısmını boş bırakmaktadırlar. Oysa aynı zamanda ellerinde ekebilecekleri arazileri olmadığı için ekim yapamayan ama araziyi işleyebilecek güçte olan kimseler de vardır. Büyük miktarlarda arazilere sahip olan bu toprak ağaları ellerindeki araziyi işleyemediklerinden dolayı arazinin bir kısmını boş bırakmakta ve ülkeyi, tarımsal faaliyette bulunabilecek olanların faaliyetinden mahrum bırakmaktadırlar. Bu durumun nedeni ise geniş miktardaki arazilerin belirli şahısların ellerinde toplanmasıdır. Bu nedenle de "toprak ağalığı tamamen ortadan kaldırılmalıdır" denilmektedir. Böylesi bir iddiaya şu cevap verilir.

Bu problem toprağa sahip olma problemi değil, toprak sahibi olmaktan kaynaklanan problemlerden bir problemdir. Dolayısıyla problemin kendisi çözüme kavuşturulmalıdır. Yoksa toprak sahibi olma konusunun çözümü diye birşey söz konusu değildir. Toprak sahibi olmayı problem haline getiren mesele, araziyi boş bırakmak ve araziden ürün almamaktır. Geniş miktarda veya az miktarda araziye sahip olmak veya hiç araziye sahip olmamak değildir asıl problem. Diğer bir ifade ile geniş toprak sahibi olmayı problem haline getiren olay, toprağa eşit miktarda sahip olmak ya da olmamak değil üretmek veya üretmemektir. Bu nedenle problem, üretimin gerçekleşmesi için toprak sahibi olmada bir takım bağlayıcı şartların konulması ile, topraktan bir parça olmasından dolayı üretimin mülkiyet ile bağlantılı hale getirilmesi ile çözülür. Çünkü bitkiler tarımsal arazinin yapısından bir parçadır. Kim toprakta üretim yaparsa mülkiyetine de sahip olur, üretim yapmayan da sahip olmaz. Bu problemin çözümü işte budur. Arazilerin yeniden dağıtımı yani toprak reformu ya da toprağa eşit miktarda sahip olmak çözüm değildir. Bu nedenle toprak ağalığı diye isimlendirilen geniş arazi sahibi olmak da problem değildir. Toprak sahibi, ister büyük miktarda isterse az bir miktarda araziye sahip olsun asıl problem, üretmek ya da üretmemektir. Dolayısıyla kim üretirse toprağın mülkiyetine de sahip olur. Kim de elindeki toprağı işletmezse sahip olduğu arazi elinden alınarak üretim yapmak isteyenlere verilir. Bunun dışında bir işlemin yapılmasına gerek yoktur.

Bu çerçevede şöyle iddialar da gündeme gelebilir: "Geniş arazi mülkiyeti, toprak ağalarının çiftçileri sömürmelerine yol açar. Çok geniş miktarda araziye sahip olup da bu arazilerin tamamını da işletebilen toprak ağaları vardır. Ancak onlar bu arazileri başkaları aracılığı ile işletmektedirler. Toprak ağaları üretimi bizzat göğüslememekte, üretimi başkaları yapmakta ve ağalar herhangi bir güç harcamadan elde edilen ürünün bir kısmını almaktadırlar. Toprak ağaları tarımsal araziyi tarımla uğraşan kimselere kiraya vermekte ve onlardan kira almaktadırlar. Dolayısıyla toprakta üretimi başkası yaparken toprağın sahibi yine onlar olmaktadırlar. Bu ise zulümdür ve sömürmekten kaynaklanmaktadır. Bu nedenle sömürünün yok edilmesi için toprak ağalığına da son verilmelidir" şeklinde iddialar ve çözümler de ileri sürülebilir. Böylesi bir soruya şöyle cevap verilir.

Bu problem, toprağa sahip olma problemi değil, toprak sahibi olmaktan kaynaklanan problemlerden bir problemdir. Dolayısı ile çözüme kavuşturulması gereken konu toprak sahibi olmak ya da olmamak değil toprak sahibi olmaktan kaynaklanan problemlerden bir problemin çözülmesidir. Toprak sahibi olmayı problem haline getiren şey, üretimin mülkiyetten ayrılmasıdır. Bir tarafta toprağa sahip olduğu halde doğrudan doğruya üretimde bulunmayan kimseler bulunurken diğer tarafta ise doğrudan doğruya üretimde bulunup toprak sahibi olmayan kimseler vardır. Bu nedenle problem, geniş miktarda veya az miktar arazilere sahip olmak ya da hiç araziye sahip olmamak değildir. Yani arazi sahibi olmayı problem haline getiren olay, eşit miktarda araziye sahip olmak ya da olmamak yani toprak ağası olmak ya da olmamak değil toprak sahibinin doğrudan doğruya arazisinde üretim yapıp yapmamasıdır. Bu nedenle bu problem, üretimin mülkiyetten ayrılmasını kesinlikle yasaklamakla çözülür. Tarımda kiralama mutlak surette yasaklanır. Tersi durumda yani arazinin kiraya verilmesi durumunda karşılıksız olarak toprak, sahibinden alınarak başkasına verilir. Bu problem işte böyle çözülür. Arazinin yeniden dağıtılması yani toprak mülkiyetinde eşitliğin sağlanması ile bu problem çözülmez. Buradan hareketle toprak ağalığı yani geniş arazilere sahip olmak problem değildir. Asıl problem üretimi mülkiyetten ayırmaktan kaynaklanmaktadır. Arazi sahibinin çok geniş miktarda veya az miktarda araziye sahip olması durumu değiştirmez. Sahip olunan arazinin büyüklüğü ne olursa olsun, kimin elinde tarımsal bir arazi varsa kişinin bizzat sahip olduğu araziyi işletme mecburiyeti vardır. Aksi durumda, yani elindeki araziyi boş tutmaması veya başkasına kiraya vermemesi için arazi elinden alınarak işletebilecek birisine verilir.

Buraya kadar yapılan açıklamalar da göstermektedir ki zaman zaman karşılaşılan geniş arazi mülkiyetinin ortaya çıkardığı zararlar, arazinin büyüklüğünden değil arazi üzerinde üretim yapmayarak toprağın bir kısmının boş bırakılmasından ya da toprağın kiraya verilerek üretimin bir başkası tarafından yapılmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla problemin kaynağı kesinlikle toprağın azlığı veya çokluğu değildir. Aynı problem büyük miktardaki arazi mülkiyetlerinde ortaya çıkacağı gibi çok küçük arazi mülkiyetlerinde de çıkabilir.

Madem ki problemin temel kaynağı arazinin büyüklüğü değildir, öyleyse çözüm de bunun dışında başka alanlarda aranmalıdır. Eğer arazinin büyüklüğü noktasında çözüm aranır ve bu çerçevede çözüm üretilirse ortaya konan çözüm beraberinde başka zararları doğuracaktır. Zararın toprak ağalığından kaynaklandığını sanmak, toprak ağalığını problem haline getirecektir. Böylesi bir tesbit ise problemi iki yoldan birisi ile çözmeye yönlendirecektir:

1- Toprak mülkiyetini tamamen yasaklayarak toprağı tüm insanların ortak malı haline getirmek,

2- Sahip olunabilecek azami toprak miktarını belirleyerek mülkiyete sınır koymak.

Her ne surette olursa olsun ortaya konan her iki çözüm de kesinlikle yanlıştır. Birinci şıkta olduğu üzere toprağı insanlar arasında ortak bir mal haline getirmek insanın doğasına ters bir durumdur. Zira mülkiyetin türü ne olursa olsun herhangi birşeyi mülk edinmek insanın beka içgüdüsünün bir gereğidir. Mülk edinme isteği insanda kesinlikle vardır, çünkü insanın yaratılışından bir parçadır. İnsanın tabii gücünün belirtilerindendir. Onun yok edilmesi hem aklen hem de vakıa açısından mümkün değildir. İçgüdüsel olarak insanda var olan her şeyde hayat göstergeleri olduğu müddetçe insandan sökülüp atılması mümkün değildir. Bu amaçla yapılan her çaba insanı helak etmek demektir ve insanı huzursuzluğa götürür. Bu nedenle içgüdüyü söküp atmak, yok etmek kesinlikle mümkün değildir.

Araziyi müşterek hale getirmek mülkiyeti ilga etmek demek değildir, ancak muayyen bir şeyde mülkiyeti ilga ederek başka bir şeyde serbest bırakmak demektir. Böylece beka içgüdüsü diğerlerinde kendisini göstermektedir şeklinde bir tez de ileri sürülemez. Çünkü beka içgüdüsünün göstergelerinden biri olan mülkiyet parçalanamaz. Zira mülkiyet açısından beka içgüdüsü, sahip olmak demektir. Beka içgüdüsünden dolayı sahip olunan her şeyde sahiplenmenin belirtisi açıkça görülür. Dolayısıyla herhangi bir şeyde mülkiyeti engellemek insanın fıtratı ile çelişir.

Bir yönden durum budur. Diğer taraftan böylesi bir çözüm, mülkiyeti ortadan kaldırmak isteyenlerin başarısızlığına işaret etmektedir. Rusya'da ve komünist Çin'deki kollektif çiftlikler/kolhozlarda görülen başarısızlıklar bu duruma delalet eden sabit vakıalardır. Her türlü baskı ve zorlama yöntemlerini kullanmalarına rağmen çiftçilerin muhtelif şekillerde sahip olma belirtilerinde bulundukları ve bunu çözmek için de çiftçilerin tüketme mülkiyetlerine izin vermeye çalıştıkları görülmektedir. Ancak bu da problemi çözmemiş ve her fertte mülk edinme belirtileri açıkça görülmeye devam etmiştir. Üstelik tarımsal üretim açıkça başarısızlığa uğramış ve üretim seviyesi korkunç bir şekilde düşmüştür. Kruşçev'in birçok defa tarımsal üretimdeki azlığa dikkat çekmesi ve yine birçok kere tarımsal üretimdeki gerilemeden dolayı öfkelenmesi, bu düşüncenin başarısızlığına açıkça delalet etmektedir. Kominist Çin'de tarımsal üretim seviyesinin düşmesi ve üretimin azalması da bu konuya bir başka örnektir. Kollektif çiftliklerde görülen bu başarısızlık, mülkiyet hakkının tanınmaması ve toprağın insanlar arasında ortak bir mal haline getirilmesinden kaynaklanan kaçınılmaz ve tabii bir durumdur. Her ferdin bizzat kendisinin yapması gereken bir işi bir başkası yapmaz. Baskı ve zorlama altında kalarak mecburen yapsa dahi kendi mülkünde çalıştığı gibi çalışmaz. İşte toprak ağalığı problemine çare aranırken ortaya konan çözümlerin beraberinde getirdiği zararlar bunlardır.

Bu açıklama, arazi mülkiyetinin tamamen ilga edilmesi durumunda karşılaşılabilecek sonuçlar açısından yapılan açıklamalar idi. Ancak arazi mülkiyeti tamamen değil de belirli ölçülere kadar serbest bırakılırsa bu durumda ise mülkiyet nicelik açısından sınırlandırılmış olur. Bu ise doğru değildir. Çünkü insanın canlılığını, çalışma azmini sınırlar, gayretini felce uğratır ve üretimini azaltır. Kominizm belirli bir alanın üstünde mülk edinmeyi yasaklayınca, insanı belirli bir üretim sınırında durdurdu, daha fazla canlılığa ulaşmaktan onu mahrum etti ve tarımsal faaliyetle uğraşan kimselerin bu çabalarından insanların faydalanmasını engelledi. Dolayısıyla bu çözüm zararı yok etmedi bilakis yeni zararlara yol açtı. Var olan probleme çözüm olmadı problem yarattı. Toprak ağalığı problemine çözüm olarak ortaya konan bu çözümlerden de zarar geldi.

Bunun için arazi problemine toprak ağaları problemi olarak bakmak doğru değildir. Bu bakış açısı doğrultusunda problemi çözmek temel bir hatadır. Çünkü problem bu değildir. Zarar da bundan gelmemektedir. Toprak konusunda gerçek problem, üretmek ve üretmemektir. Toprak sahibi olmada esas üretmektir. Bu nedenle toprak ağalığı konusunu bu meseleden tamamıyla uzaklaştırmak gerekir. Çünkü onun bu meselede yeri yoktur ve gerçek problem de değildir. Bu bakış açısına göre ortaya konulacak her çözüm birçok zararı da beraberinde getirecek, problemler oluşturacak ve üretimi geriletecektir. Bu nedenle arazinin insanlar arasında yeniden dağıtılması gibi bir konu üzerinde durmak kesinlikle hatadır. Çünkü arazi problemlerine çözüm arama meselesinde asıl konu arazinin insanlara dağıtılması veya bu dağıtımın eşit bir şekilde yapılması değildir. Konu tek bir nokta ile sınırlıdır. O da üretimdir. Bunun için toprak sahibi olma meselesinin çözümü ile ilgili hükümler sahip olunan toprak üzerinde üretimin sağlanması ve mülkiyetin üretimden ayrılmaması konusunda odaklaşmalıdır. Yani arazi mülkiyetinde hedefin, sahip olunan arazinin genişliğine veya azlığına, eşit olup olmamasına bakılmaksızın mülkiyetin ayrılmaz bir parçası olan üretim konusunda odaklaştırılması gerekir.