Güçlerinin farklı
olmasına rağmen insanlar arasında mülkiyet hususunda eşitlik
sağlamaya çalışmak adaletten uzaklaşmak demektir. İnsanlar
arasında üstünlük, menfaatlara ve üretim vasıtalarına sahip
olmada farklı seviyelerde olmak kaçınılmaz ve doğal bir iştir.
Bu nedenle de sahip olma konusunda eşitlik sağlamaya çalıştığında,
daha güçlü olan ve çalışmada daha fazla güç harcayan kimseyi
güçsüz olan ve çalışma esnasında daha az güç harcayan bir
kimse ile eşdeğerde tutmuş olursun ki bu durumda güçlü olan ve
daha fazla güç harcayan kimseye zulmetmiş sayılırsın. Bu
nedenle mülkiyet konusunda insanlar arasında eşitlik sağlamaya
çalışmak zulümdür.
Yine insan bir şeye, ya
üretmek ya tüketmek veya her ikisini birden gerçekleştirmek için
sahip olur. Bu iki durumun dışında üçüncü bir durum yoktur.
Üretmek, üretim işini yerine getirebilme gücü ile ilgilidir.
Tüketim ise, tüketilmesi istenen şeyle ihtiyacın
karşılanması, giderilmesi ile ilgilidir. Her ikisinin de
eşitlikle veya eşitsizlikle alakası yoktur. Üretim açısından;
var olan güç ile üretimin yapılıp yapılamayacağının, tüketim
açısından ise sahip olunmak istenen şeyde ihtiyacı doyurabilme
faydalanabilme imkânının varlığı ve yokluğu ile ve sahip
olunmak istenen şeyin ne oranda doyurma kabiliyetine sahip olup
olmaması ile ilgilidir. Bu ise kesinlikle eşitliğin varlığını
gerektirmez. Dolayısıyla bu açıdan da eşitlik söz konusu
olamaz.
Buraya kadar yapılan açıklamalar
mutlak olarak mülkiyet ile birlikte toprak mülkiyetini de içine
alan bir açıklama idi. Ancak özellikle toprak mülkiyetinde eşitliğin
sağlanması gibi bir meseleyi ele aldığımızda ise şöyle
tafsilat vardır:
Saçların uzaması ve
dişlerin çıkması nasıl insanın tabiatının gereği ve ondan
ayrılmaz bir parça ise üretim de toprağın ayrılmaz bir parçasıdır.
Herhangi bir kimse yetiştirmese dahi bitkiler tarımsal arazinin
tabiatından bir parçadır. Yetişen ürünün, bitkilerin çeşidi
bu durumu değiştirmez. Topraktaki ürün, tarımsal bir arazinin
tabiatının ayrılmaz bir parçasıdır. Tarımsal arazi ancak
tarımsal üretim için mülk edinilir ve mülkiyeti zirai üretimle
sınırlı kalır. Tarımsal bir araziye sahip olma konusuna
eşitlik meselesi girdiği zaman mesele tarım arazisine sahip olma
meselesinden yani üretim meselesinden çıkar. Çünkü insanlar
tarımsal araziye eşit miktarda sahip olmaya zorlandıkları zaman
bu eşitlik, çalışmaktan aciz olanların, güçsüzlerin ve
tembellerin sahip oldukları araziyi boş bırakmalarına ve
üründe azalmaya yol açar. Her ümmette, toplumda aciz tembel ve
zayıf kimselerin bulunması kaçınılmaz bir gerçektir. Bu
durumda ise, toprakta eşitliğin gündeme getirilmesi, arazinin boş
bırakılmasına ve üretim azalmasına yol açması kaçınılmazdır.
Bu da tarımsal araziyi ilgi alanından yani üretmekten çıkarmak
ve aynı anda sahip olunmayı yıkmak demektir. Çünkü tarımsal
arazi ancak üretmek için mülk edinilir. Bu üretim atıl
bırakılınca, işlenmezse onun mülkiyeti de yok edilmiş olur. Böylece
toprağa sahip olmada insanlar arasında eşitlik sağlamaya çalışmak,
üretimi durdurmaya ve zayıflatmaya yani büyük zararlara yol
açar. Bu nedenle diğer maddelerin mülkiyetinde eşitlik şimdiye
kadar asla görülmemiş olmasına ve vakıaya da uygun
olmamasının yanında özellikle de toprak mülkiyetinde eşitlik
her yönüyle zararlıdır ve kesinlikle de toprağa sahip olmada böyle
bir şey araştırılmamalıdır, söz konusu olmamalıdır. Tam
tersine tarımsal arazi mülkiyetinden bahsedildiğinde böylesi bir
konudan tamamıyla uzaklaşmak gerekir. Bu nedenle toprak reformu
diye isimlendirilen, arazinin insanlar arasında eşit bir şekilde
dağıtılması düşüncesi ve yine geniş toprak sahibi kimselerin
yani toprak ağalarının elindeki arazilerin insanlar arasında
eşit bir şekilde dağıtılması düşüncesi hatalı bir düşüncedir.
Çünkü toprak mülkiyetinde eşitlik tamamen zararlıdır. Toprak
mülkiyeti konusundaki araştırma, toprağın azlığı veya çokluğu
alanında yapılmaması gerekir. Toprak mülkiyeti konusu üretim
üzerinde yapılmalıdır.
TOPRAK AĞALIĞI (FEODAL)
SİSTEMİNE ÇÖZÜM YOLU
Bazı kişilerin ellerinde büyük
miktarda arazilerin bulunması bir takım zararlar doğurmuş ve
beraberinde geniş arazi mülkiyetine saldırılarda bulunulmasına
ve geniş miktarda arazileri ellerinde bulunduranların toprak
ağaları diye isimlendirilmelerine yol açmıştır. Her yerde
toprak ağalarına saldırılar başladı. Buna karşılık, toprak
ağalığından kaynaklanan zararların çözümü yerine toprak ağalığı
mülkiyetinin tamamen kaldırılması şeklinde bir çözüm
getirilmiştir. İslâmi açıdan mübah olan büyük miktarda arazi
sahibi olmak, günümüzde bu tür mülkiyetten kaynaklanan zararların
nasıl giderileceği ve ne tür çözümler getirileceği şeklinde
soruların sorulmasına neden olmuştur. Bu türden sorulara cevap
olarak da şunlar söylenmiştir.
Büyük miktarlarda
topraklara sahip olmak beraberinde birçok zararlara da yol
açmaktadır. İşte çok büyük miktarlarda toprağa sahip olan
"Toprak Ağaları" ellerinde bulunan arazinin tamamını
işlemeye güçleri yetmediği için arazilerinin bir kısmını
boş bırakmaktadırlar. Oysa aynı zamanda ellerinde ekebilecekleri
arazileri olmadığı için ekim yapamayan ama araziyi işleyebilecek
güçte olan kimseler de vardır. Büyük miktarlarda arazilere
sahip olan bu toprak ağaları ellerindeki araziyi
işleyemediklerinden dolayı arazinin bir kısmını boş
bırakmakta ve ülkeyi, tarımsal faaliyette bulunabilecek
olanların faaliyetinden mahrum bırakmaktadırlar. Bu durumun
nedeni ise geniş miktardaki arazilerin belirli şahısların
ellerinde toplanmasıdır. Bu nedenle de "toprak ağalığı
tamamen ortadan kaldırılmalıdır" denilmektedir. Böylesi
bir iddiaya şu cevap verilir.
Bu problem toprağa sahip
olma problemi değil, toprak sahibi olmaktan kaynaklanan
problemlerden bir problemdir. Dolayısıyla problemin kendisi
çözüme kavuşturulmalıdır. Yoksa toprak sahibi olma konusunun
çözümü diye birşey söz konusu değildir. Toprak sahibi olmayı
problem haline getiren mesele, araziyi boş bırakmak ve araziden
ürün almamaktır. Geniş miktarda veya az miktarda araziye sahip
olmak veya hiç araziye sahip olmamak değildir asıl problem.
Diğer bir ifade ile geniş toprak sahibi olmayı problem haline
getiren olay, toprağa eşit miktarda sahip olmak ya da olmamak
değil üretmek veya üretmemektir. Bu nedenle problem, üretimin
gerçekleşmesi için toprak sahibi olmada bir takım bağlayıcı
şartların konulması ile, topraktan bir parça olmasından dolayı
üretimin mülkiyet ile bağlantılı hale getirilmesi ile
çözülür. Çünkü bitkiler tarımsal arazinin yapısından bir
parçadır. Kim toprakta üretim yaparsa mülkiyetine de sahip olur,
üretim yapmayan da sahip olmaz. Bu problemin çözümü işte
budur. Arazilerin yeniden dağıtımı yani toprak reformu ya da
toprağa eşit miktarda sahip olmak çözüm değildir. Bu nedenle
toprak ağalığı diye isimlendirilen geniş arazi sahibi olmak da
problem değildir. Toprak sahibi, ister büyük miktarda isterse az
bir miktarda araziye sahip olsun asıl problem, üretmek ya da
üretmemektir. Dolayısıyla kim üretirse toprağın mülkiyetine
de sahip olur. Kim de elindeki toprağı işletmezse sahip olduğu
arazi elinden alınarak üretim yapmak isteyenlere verilir. Bunun dışında
bir işlemin yapılmasına gerek yoktur.
Bu çerçevede şöyle
iddialar da gündeme gelebilir: "Geniş arazi mülkiyeti,
toprak ağalarının çiftçileri sömürmelerine yol açar. Çok
geniş miktarda araziye sahip olup da bu arazilerin tamamını da
işletebilen toprak ağaları vardır. Ancak onlar bu arazileri
başkaları aracılığı ile işletmektedirler. Toprak ağaları
üretimi bizzat göğüslememekte, üretimi başkaları yapmakta ve
ağalar herhangi bir güç harcamadan elde edilen ürünün bir kısmını
almaktadırlar. Toprak ağaları tarımsal araziyi tarımla
uğraşan kimselere kiraya vermekte ve onlardan kira almaktadırlar.
Dolayısıyla toprakta üretimi başkası yaparken toprağın sahibi
yine onlar olmaktadırlar. Bu ise zulümdür ve sömürmekten
kaynaklanmaktadır. Bu nedenle sömürünün yok edilmesi için
toprak ağalığına da son verilmelidir" şeklinde
iddialar ve çözümler de ileri sürülebilir. Böylesi bir soruya
şöyle cevap verilir.
Bu problem, toprağa sahip
olma problemi değil, toprak sahibi olmaktan kaynaklanan
problemlerden bir problemdir. Dolayısı ile çözüme kavuşturulması
gereken konu toprak sahibi olmak ya da olmamak değil toprak sahibi
olmaktan kaynaklanan problemlerden bir problemin çözülmesidir.
Toprak sahibi olmayı problem haline getiren şey, üretimin
mülkiyetten ayrılmasıdır. Bir tarafta toprağa sahip olduğu
halde doğrudan doğruya üretimde bulunmayan kimseler bulunurken diğer
tarafta ise doğrudan doğruya üretimde bulunup toprak sahibi
olmayan kimseler vardır. Bu nedenle problem, geniş miktarda veya
az miktar arazilere sahip olmak ya da hiç araziye sahip olmamak değildir.
Yani arazi sahibi olmayı problem haline getiren olay, eşit
miktarda araziye sahip olmak ya da olmamak yani toprak ağası olmak
ya da olmamak değil toprak sahibinin doğrudan doğruya arazisinde
üretim yapıp yapmamasıdır. Bu nedenle bu problem, üretimin
mülkiyetten ayrılmasını kesinlikle yasaklamakla çözülür. Tarımda
kiralama mutlak surette yasaklanır. Tersi durumda yani arazinin
kiraya verilmesi durumunda karşılıksız olarak toprak, sahibinden
alınarak başkasına verilir. Bu problem işte böyle çözülür.
Arazinin yeniden dağıtılması yani toprak mülkiyetinde eşitliğin
sağlanması ile bu problem çözülmez. Buradan hareketle toprak ağalığı
yani geniş arazilere sahip olmak problem değildir. Asıl problem
üretimi mülkiyetten ayırmaktan kaynaklanmaktadır. Arazi
sahibinin çok geniş miktarda veya az miktarda araziye sahip
olması durumu değiştirmez. Sahip olunan arazinin büyüklüğü
ne olursa olsun, kimin elinde tarımsal bir arazi varsa kişinin
bizzat sahip olduğu araziyi işletme mecburiyeti vardır. Aksi
durumda, yani elindeki araziyi boş tutmaması veya başkasına
kiraya vermemesi için arazi elinden alınarak işletebilecek
birisine verilir.
Buraya kadar yapılan açıklamalar
da göstermektedir ki zaman zaman karşılaşılan geniş arazi mülkiyetinin
ortaya çıkardığı zararlar, arazinin büyüklüğünden değil
arazi üzerinde üretim yapmayarak toprağın bir kısmının boş
bırakılmasından ya da toprağın kiraya verilerek üretimin bir
başkası tarafından yapılmasından kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla problemin kaynağı kesinlikle toprağın azlığı
veya çokluğu değildir. Aynı problem büyük miktardaki arazi
mülkiyetlerinde ortaya çıkacağı gibi çok küçük arazi
mülkiyetlerinde de çıkabilir.
Madem ki problemin temel
kaynağı arazinin büyüklüğü değildir, öyleyse çözüm de
bunun dışında başka alanlarda aranmalıdır. Eğer arazinin büyüklüğü
noktasında çözüm aranır ve bu çerçevede çözüm üretilirse
ortaya konan çözüm beraberinde başka zararları doğuracaktır.
Zararın toprak ağalığından kaynaklandığını sanmak, toprak
ağalığını problem haline getirecektir. Böylesi bir tesbit ise
problemi iki yoldan birisi ile çözmeye yönlendirecektir:
1-
Toprak mülkiyetini tamamen yasaklayarak toprağı tüm insanların
ortak malı haline getirmek,
2-
Sahip olunabilecek azami toprak miktarını belirleyerek mülkiyete
sınır koymak.
Her ne surette olursa olsun
ortaya konan her iki çözüm de kesinlikle yanlıştır. Birinci
şıkta olduğu üzere toprağı insanlar arasında ortak bir mal
haline getirmek insanın doğasına ters bir durumdur. Zira mülkiyetin
türü ne olursa olsun herhangi birşeyi mülk edinmek insanın beka
içgüdüsünün bir gereğidir. Mülk edinme isteği insanda
kesinlikle vardır, çünkü insanın yaratılışından bir parçadır.
İnsanın tabii gücünün belirtilerindendir. Onun yok edilmesi hem
aklen hem de vakıa açısından mümkün değildir. İçgüdüsel
olarak insanda var olan her şeyde hayat göstergeleri olduğu müddetçe
insandan sökülüp atılması mümkün değildir. Bu amaçla yapılan
her çaba insanı helak etmek demektir ve insanı huzursuzluğa götürür.
Bu nedenle içgüdüyü söküp atmak, yok etmek kesinlikle mümkün
değildir.
Araziyi müşterek hale
getirmek mülkiyeti ilga etmek demek değildir, ancak muayyen bir
şeyde mülkiyeti ilga ederek başka bir şeyde serbest bırakmak
demektir. Böylece beka içgüdüsü diğerlerinde kendisini göstermektedir
şeklinde bir tez de ileri sürülemez. Çünkü beka
içgüdüsünün göstergelerinden biri olan mülkiyet
parçalanamaz. Zira mülkiyet açısından beka içgüdüsü, sahip
olmak demektir. Beka içgüdüsünden dolayı sahip olunan her
şeyde sahiplenmenin belirtisi açıkça görülür. Dolayısıyla
herhangi bir şeyde mülkiyeti engellemek insanın fıtratı ile
çelişir.
Bir yönden durum budur. Diğer
taraftan böylesi bir çözüm, mülkiyeti ortadan kaldırmak
isteyenlerin başarısızlığına işaret etmektedir. Rusya'da ve
komünist Çin'deki kollektif çiftlikler/kolhozlarda görülen başarısızlıklar
bu duruma delalet eden sabit vakıalardır. Her türlü baskı ve
zorlama yöntemlerini kullanmalarına rağmen çiftçilerin muhtelif
şekillerde sahip olma belirtilerinde bulundukları ve bunu çözmek
için de çiftçilerin tüketme mülkiyetlerine izin vermeye çalıştıkları
görülmektedir. Ancak bu da problemi çözmemiş ve her fertte mülk
edinme belirtileri açıkça görülmeye devam etmiştir. Üstelik
tarımsal üretim açıkça başarısızlığa uğramış ve üretim
seviyesi korkunç bir şekilde düşmüştür. Kruşçev'in birçok
defa tarımsal üretimdeki azlığa dikkat çekmesi ve yine birçok
kere tarımsal üretimdeki gerilemeden dolayı öfkelenmesi, bu düşüncenin
başarısızlığına açıkça delalet etmektedir. Kominist Çin'de
tarımsal üretim seviyesinin düşmesi ve üretimin azalması da bu
konuya bir başka örnektir. Kollektif çiftliklerde görülen bu başarısızlık,
mülkiyet hakkının tanınmaması ve toprağın insanlar arasında
ortak bir mal haline getirilmesinden kaynaklanan kaçınılmaz ve
tabii bir durumdur. Her ferdin bizzat kendisinin yapması gereken
bir işi bir başkası yapmaz. Baskı ve zorlama altında kalarak
mecburen yapsa dahi kendi mülkünde çalıştığı gibi çalışmaz.
İşte toprak ağalığı problemine çare aranırken ortaya konan
çözümlerin beraberinde getirdiği zararlar bunlardır.
Bu açıklama, arazi mülkiyetinin
tamamen ilga edilmesi durumunda karşılaşılabilecek sonuçlar açısından
yapılan açıklamalar idi. Ancak arazi mülkiyeti tamamen değil de
belirli ölçülere kadar serbest bırakılırsa bu durumda ise mülkiyet
nicelik açısından sınırlandırılmış olur. Bu ise doğru
değildir. Çünkü insanın canlılığını, çalışma azmini
sınırlar, gayretini felce uğratır ve üretimini azaltır.
Kominizm belirli bir alanın üstünde mülk edinmeyi yasaklayınca,
insanı belirli bir üretim sınırında durdurdu, daha fazla
canlılığa ulaşmaktan onu mahrum etti ve tarımsal faaliyetle
uğraşan kimselerin bu çabalarından insanların faydalanmasını
engelledi. Dolayısıyla bu çözüm zararı yok etmedi bilakis yeni
zararlara yol açtı. Var olan probleme çözüm olmadı problem
yarattı. Toprak ağalığı problemine çözüm olarak ortaya konan
bu çözümlerden de zarar geldi.
Bunun için arazi problemine
toprak ağaları problemi olarak bakmak doğru değildir. Bu bakış
açısı doğrultusunda problemi çözmek temel bir hatadır.
Çünkü problem bu değildir. Zarar da bundan gelmemektedir. Toprak
konusunda gerçek problem, üretmek ve üretmemektir. Toprak sahibi
olmada esas üretmektir. Bu nedenle toprak ağalığı konusunu bu
meseleden tamamıyla uzaklaştırmak gerekir. Çünkü onun bu
meselede yeri yoktur ve gerçek problem de değildir. Bu bakış açısına
göre ortaya konulacak her çözüm birçok zararı da beraberinde
getirecek, problemler oluşturacak ve üretimi geriletecektir. Bu
nedenle arazinin insanlar arasında yeniden dağıtılması gibi bir
konu üzerinde durmak kesinlikle hatadır. Çünkü arazi
problemlerine çözüm arama meselesinde asıl konu arazinin
insanlara dağıtılması veya bu dağıtımın eşit bir şekilde
yapılması değildir. Konu tek bir nokta ile sınırlıdır. O da
üretimdir. Bunun için toprak sahibi olma meselesinin çözümü
ile ilgili hükümler sahip olunan toprak üzerinde üretimin sağlanması
ve mülkiyetin üretimden ayrılmaması konusunda odaklaşmalıdır.
Yani arazi mülkiyetinde hedefin, sahip olunan arazinin genişliğine
veya azlığına, eşit olup olmamasına bakılmaksızın mülkiyetin
ayrılmaz bir parçası olan üretim konusunda odaklaştırılması
gerekir.