PROJELERİN FİNANSMANI
Şüphesiz ki İslâm'ın
ekonomi politikası, devletin yürütmesi gereken projeleri
belirlemiştir. Ya da onların ifadeleri ile kamu sektörüne ait
kamusal projelerin boyutlarını ve fertlerin yürüteceği
projeleri belirlemiştir. Yine onların ifadeleri ile özel
sektörün yatırım alanlarını belirlemiştir. Tarım
politikası, sadece özel sektörün faaliyet alanına girmektedir.
Kamu sektörünün, çiftçilere hibelerde bulunmak, üretim
projeleri dışında bayındırlık projeleri inşa etmek gibi
yardımlar yapmasından başka tarımda yeri yoktur. Sanayi
politikası ise üretilen malın durumuna göre kamu veya özel
sektörden sayılmaktadır. Kamu mülkiyetine giren alanlar kamu
sektörüne aittir. Bunların dışında kalan alanlar ise özel
sektörün yatırım alanlarını oluşturur. Ancak kamunun,
şirketler gibi tüzel kişilik halinde özel sektörde çalışması
engellenmez.
İster özel sektöre ait
olsun isterse kamu sektörüne ait olsun bu projelerin
uygulanabilmesi paraya gereksinim göstermektedir. Öyleyse bu
projelerin finansmanı nereden sağlanacaktır? Özel sektörün
yürüteceği projelerle ilgili finansmanın nasıl
sağlanacağının cevabı gayet açıktır. Bu tür projelerin
finansmanı bireye, şirkete ve topluluğa bırakılır. Bunlar
uygun gördükleri bir teknikle finansman temin ederler. İçerden
veya dışarıdan borçlanarak ya da başka bir şekilde finans
sağlayabilirler. Ancak zarara neden olan borçlanmalar ve yardımlar
engellenir.
Ancak burada asıl cevap
aranan soru kamunun yapacağı yatırımların finansmanının
nasıl sağlanacağıdır. Şu anda halkı m üslüman
olan ülkeler, kamusal yatırımların finansmanını ya doğrudan
doğruya Amerika gibi ülkelerden dış borç alarak sağlamaktadırlar
ya da dolaylı yollardan borçlanmaya gitmektedirler. Dolaylı
yoldan yapılan dış borçlanma genelde iki yoldan gerçekleştirilmektedir:
1-
Dünya Bankası gibi, devletlerarası bir banka adı altında
örgütlenmiş olan ancak gerçekte ABD'ye ait bir kuruluş olan
kurumlardan borçlanmak.
2-
Amerikan sermayesinin yoğun bir şekilde kullanıldığı Batı
Almanya, İtalya ve Japonya gibi ülkelerden borç almak.
Zaman zaman Fransa ve
İngiltere gibi ülkelerden de borç alınmaktadır. Şu anda İslâm
dünyasında var olan devletler özellikle kamusal yatırımların
finansmanını dış borçlanma ile gerçekleştirmekte, bu borçları
da yukarıda açıklanan yerlerden almaktadırlar.
DIŞ BORÇLANMALARIN
TEHLİKESİ
Yatırımları finanse
edebilmek amacıyla dışarıdan borç alma yoluna gitmek ülke
üzerindeki tehlikelerin en büyüklerindendir. İslâm ümmetinin
karşılaştığı belaların, sıkıntıların en önemlilerinden
olan dış borçlar, aynı zamanda
ülkenin sömürülmesine neden olan bir yoldur.
İngiltere Mısır'ı borçlandırma yolu ile sömürmüştür.
Fransa Tunus'u borçlandırma yolu ile işgal etmiştir. Batı, son
günlerinde Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzunu borçlar yoluyla
yayabilmiştir. Birinci Dünya savaşından önce Batı ülkeleri,
borç olarak para verip ardından da verdiği bu borçlar aracılığı
ile ülke içerisinde nüfuzlarını yaymışlardır. 1864-1875
yılları arasında Mısır Hükümetinin aldığı dış borç
miktarı 95 milyon Sterlin'e ulaşmıştı. Bu olayın hemen
ardından 1875 yılında Mısır maliyesini incelemek amacıyla
"Kiif" heyeti Mısır'a geldi ve Mısır maliyesinin düzeltilmesinin
zorunlu olduğu yönünde bir rapor hazırladı. Rapor gereğince
Mısır maliyesinin sürekli kontrol altında tutulması, Mısır
"Hidivi"nin heyetin kontrolü altında bulunması ve
heyetin onayı olmadan borçlanmaya gidilmemesi gerekiyordu. Bunun
üzerine 1886 yılında yerel gelirlerden borçlara tahsis edilen
paraları toplamak üzere "Borçlanma Fonu" adı altında
bir fon oluşturuldu. Böylece Mısır hükümeti içerisinde yabancı
bir hükümet kuruldu. Aynı yıl "ikili denetleme
sistemi" oluşturuldu. Oluşturulan bu sistem gereğince
Mısır maliyesi iki koldan kontrol altında tutulacaktı.
İngiltere, hükümete ait kamu gelirlerini, Fransa da harcamaları
kontrol altında tutacaktı. Ardından"ikili kontrol
sistemi" daha da geliştirilerek hükümet içerisinde iki tane
Avrupalı bakana görev verildi. Buna göre Maliye bakanlığına
bir İngiliz, Çalışma bakanlığına da bir Fransız getirildi.
Sonuç olarak İngiliz'ler, Mısır'ı sömürmek için dış borçlar
aracılığı ile Mısır'a girmeyi başardılar.
Tunus'ta da aynı olay gerçekleşti.
Tunus'ta yönetimde bulunan Tunus Bey'i Avrupa'dan borç aldı. Yedi
yıldan daha az bir süre içerisinde Tunus'un Avrupa'dan aldığı
borç miktarı yüzelli milyon Frank'a ulaştı. Avrupa ülkeleri
Tunus'a girebilmek için bu borçları bahane olarak kullandılar.
Fransa, İngiltere ve İtalya'nın da onayı ile "Mali
heyet" oluşturulmasını önerdi. Bunun üzerine Tunus'ta
yönetimi elinde bulunduran Bey, Tunuslu bir görevlinin başkanlığında
Fransız, İngiliz ve İtalyan'lardan oluşan bir heyetin
oluşturulması için 1870 yılında bir karar çıkardı. Tüm
borçları bir hesapta toplama, faizleri sınırlandırma ve bu borçların
ödenmesi için tahsis edilen gelirlerin idaresi bu heyete verildi.
Bu yolla Fransız'lar Tunus'u sömürmeyi başardılar. Batı
devletlerin tamamı da sömürgecilikte aynı yolu izlemektedirler.
Günümüzde ise batılı
ülkeler sömürgecilikte daha farklı bir yol izlemektedirler. Buna
göre borçlandırmak istedikleri ülkelerin ekonomik gücünü
uzmanlar göndererek incelemekte yani onların mali sırlarına
vakıf olduktan sonra kredilerin nerelerde ve hangi alanlarda
kullanılacağını belirlemektedirler. Günümüzde batı, bir
ülkeye borç verip ardından da o ülkenin sıkıntıya düşmesini
ve böylece de borç alan ülke üzerindeki etkisinin artmasını
beklememektedir. Borç alan ülkeyi sıkıntıya düşürecek,
fakirleştirecek projeleri uygulamaya zorlamakta, bunun için
belirli şartlar koymaktadır. Dolayısıyla borç alan ülke,
zenginleşeceği yerde daha da fakirleşmekte, Batının üzerindeki
nüfuzu iyice artmaktadır. Bazı ülkelerde olduğu gibi, alınan
dış borçların belirlenen alanlarda harcanıp harcanmadığının
denetlenmesi için de Amerikalı görevliler gönderilmektedir. Bu
nedenle dış borçlanma ülkedeki fakirliği artırmaktan başka
bir işe yaramamıştır. Bunun en büyük delili Türkiye, İran ve
Mısır'dır. Bu ülkelerin her biri milyarlarca dolar dış borç
aldılar. Çok büyük miktarlarda dış borç almış olmalarına
rağmen ekonomik durumlarında gerileme olduğu hissedilmektedir.
Hatta borç almadan önce daha iyi olan ekonomik durumlarının borç
aldıktan sonra daha da kötüye gittiği görülmektedir. Türkiye
ve İran'da hükümetlerin hazırladıkları resmi raporlarda ve
sorumluların yaptıkları açıklamalarda bu durum belirgin bir
şekilde gözlemlenmektedir. Yardımlar hakkında Türkiye Başbakanı
İsmet İnönü ve İran'ın eski Başbakanı Ali Emini'nin;
Amerikan yardımlarının Türkiye ve İran'ın gerilemesine neden
olduğu yolundaki açıklamaları bunun en güzel delilleridir.
Mısır'da ise durum halktan
saklanmak istenmektedir. Ekonomik rakamlarla oynama yapılarak,
ekonomideki gerileme halktan gizlenmek istenmektedir. Ancak Mısır
halkının ekonomik durumu, Mısır Cüneyh'inin sürekli değer
kaybetmesi, bütçe açıkları ve Kahire sokaklarında
kaldırımlarda uyuyan yüzlerce insan Mısır ekonomisinin
gerilediğinin gözle görülen canlı örnekleridir. Üstelik
ekonomideki gerilemeyi görebilmek için çok uzaklara gitmemize ne
gerek var? Birçok Amerikalı yaptıkları açıklamalarda
verdikleri borçların, borç alan ülkelerin fakirleşmelerine
neden olduğu yolundaki açıklamalar da bunun bir başka göstergesidir.
12 Temmuz 1962 yılında Amerikan Yüksek Mahkeme yargıçlarından
biri olan Yargıç William Douglas, Sebatel'deki Mason toplantısında
yaptığı konuşmada açıkça şunları söylemektedir: "Amerikan
yardımları nedeniyle durumları daha da kötüye giden birçok
ülke vardır..." "Bu ülkelerdeki üst düzey sorumlular
Amerikan yardımları sonucunda servetlerine servet katarlarken
halklarının büyük bir bölümü açlıktan helak
olmaktadırlar...." "Birleşik Devletler Geri kalmış
ülkeler arasındaki konumunu kaybetmeye başladı. Truman ve
Eizenhover döneminde ülke dışarısında Komünizme karşı uçaklarla,
bombalarla, tüfeklerle ve Dolar'larla mücadele ediyorduk. Mali
yardımlar ekonomileri düzeltmek için değil derebeylerin
konumlarını yükseltmek için kullanıldı. Bu yardımlar ekonomik
adaleti gerçekleştirmek üzere halka yardım etmek için değil,
toprak ağalarının servetlerine servet katmak için kullanıldı."
Yalnızca bu ifadeler bile, yatırım projelerinin finansmanında
dış borçlara dayanmanın ne denli tehlikeli olduğunun açıklanması
için yeterlidir. Üstelik bu yardımlar daha önceleri olduğu gibi
borçlanan ülkeler üzerinde borç veren ülkenin nüfuzunun iyice
yayılmasında bir araç olarak kullanılmaktadır. Sömürgecilikte
yeni bir yöntem olan dış borçlar, borçlanan ülkeleri zenginleştirmemiş
tam tersine daha da fakirleştirmiştir.
Özellikle Amerikan yardımları,
Amerika'nın diğer ülkeler üzerindeki nüfuzunu yaymak ve
Amerikan istilası için kullanılan bir üsluptur. Askeri yardımlar
denendi ancak bunda başarı sağlanamadı. Ardından şartsız
yardımlar kullanılmaya başlandı ancak bunda başarı sağlandı.
Bu üslubun Amerika'nın istediği her şeyin gerçekleşmesini
sağlayan bir üslup olduğu görüldü. Ancak verilen şartsız
yardımlar sınırlı kaldığı sürece şartsız olmaya devam
edecektir. Ancak bu borçlar geri kalmış ülkelerin ekonomilerinde
önemli gelişme sağlayacak yatırım projelerinde
kullanıldığında şartsız olmaktan çıkacaktır. Alınan borçlar
ekonomik gelişmeyi sağlayacak projelerin finansmanında
kullanılmak istendiğinde bu yardımların sürekliliğinde köklü
değişiklikler yapılır ve şartlar konulur. Konulan şartlar
aracılığı ile Amerika yine borçlanan ülkeler üzerindeki
nüfuzunu yayma ve hedeflerini gerçekleştirme imkânını elde
eder. Bu borçlar; geleceğin toplumunu kurmak için yapılan mücadele
aşamasından sanayileşme ve kalkınma projelerinin gerçekleştirilmesi
aşamasına intikal edildiğinde yatırım projeleri savaşan güçlerin
elinde siyasi bir silah haline gelir. Yatırım ve sanayileşme proj elerinin
gerçekleşmesinde
karşılaşılabilecek herhangi bir gerileme, bu türden projeleri
uygulayan sistemin felsefesinde ve siyasetinden bir gerileme, başarısızlık
haline gelir. Dolayısıyla alınan bu borçlar borç alan ülke açısından
yardım olmaktan çok, borç veren ülkenin elinde borçlanan ülke
üzerindeki siyasetini, felsefesini ve çıkarlarını gerçekleştirmede
her an kullanmaya elverişli siyasi bir silahtır. Bu nedenle
Amerika borç vermedeki amacını gizlememektedir. Amerika'da
yayınlanan resmi raporlarda borç vermekteki hedefin Amerika'nın
ve "Hür Dünya"nın güvenliğini sağlamak olduğu açıkça
ifade edilmektedir. 1962 yılının sonları ile 1963 yılının
başlarında dış ekonomik ve Askeri yardımlar ve bu çerçevede
yapılan faaliyetler konusunda Amerika'da gürültü koptu. Bunun
üzerine Kennedy, dış yardımları ve dış yardım faaliyet imkân-larını
artırma yani yardımları ve bu yardımların veriliş hedefini
araştırmak üzere General Locas Clay başkanlığında bir
araştırma komisyonu oluşturdu. Buna rağmen dış yardımlar
konusunda koparılan gürültüler bitmek bilmedi. 1963 yılının
Mart ayının son haftasında, General Clay başkanlığında
oluşturulan komisyonun hazırlayıp 1963 Mart ayının üçüncü
haftasında Başkan Kennedy'ye sunduğu rapor yayınlandı. Bu
raporda Amerika'nın verdiği yardımların hedefi, yardımlarda
kullanılan kriterler ve veriliş esasları şu şekilde açıklanıyordu:
"Dış yardımların veriliş nedeni, Birleşik Devletlerin
Milli güvenliğini ve hür dünyanın güvenliğini
sağlamaktır." Bu kriter Askeri yardımlar dahil olmak
üzere bütün yardımlar için geçerli bir kriterdir. Komisyon, bu
kriterin bu yardımların varlık sebebi olduğunu söylüyordu. Ayrıca
komisyon, verilen yardımların veriliş amacına yönelik ve
belirlenen kurallara yani "Birleşik Devletlerin Milli Güvenliğini
artırmak ve Hür Dünyanın güvenliğini sağlamak"
kuralına uygun olması için yardımları koordine eden yönetime
birtakım önerilerde bulunmuştur. Bütün bunlar, Amerika'nın
dış yardımlardan maksadının geri kalmış ülkelerin kalkınmasını
sağlamaktan öte, Amerika'nın ve hür dünyanın güvenliğini
sağlamak olduğunu göstermektedir. Diğer bir ifade ile dış
yardımlar, Amerika'nın ve hür dünyanın çıkarlarını gerçekleştirmek
ve korumak, buraların Amerika'nın çiftliği haline gelmesini
sağlamak ve borç alan ülkeler üzerindeki egemenliğini gerçekleştirmek
için verilmektedir. Bu nedenle Amerika her ülkeye yardım
almaları için baskı yapmakta ve onları yardım almaya
zorla-maktadır. Bu amaçla Amerika, Endonezya'ya baskı yaptı,
önüne birçok engeller koydu, Amerika'dan borç alıp boyun
eğinceye kadar Endonezya'da birçok kargaşalıklar, gösteriler çıkardı.
Mısır'la birleşmesinden önce Suriye'ye de aynı baskıyı
uyguladı. Suriye Amerika'dan borç almayı ret ettiğinde
Suriye'nin önüne birçok engeller koymaya başladı. Bunun
üzerine Suriye, Mısır ile birleşme anında 75.7 milyon Dolar
Ekonomik yardım aldı. Suriye, Mısır'dan ayrıldığı zaman
Amerika dış borç almaya devam etmesi için yeniden Suriye
üzerinde baskı yapmaya başladı.
Amerika borç vermek için
yalnızca bu üslubu kullanmaz. Borç vermesine izin verilen
devletlerarası kuruluşları da bu amaç için kullanır. Çünkü
Amerika'nın devletlerarası kurumlar üzerinde de egemenliği
vardır. Üstelik alınan borçlar -borç alma izni ister
Amerika'dan çıksın ister başkasından çıksın- devlet ya da
borçlanan kurumlar tarafından harcanır. Alınan borçlar ise
genelde tüketim projelerinin finansmanında veya genel hizmetler
alanında kullanılır. Üretim projelerinde kullanılmaz.
Bütün bu açıklamalar göstermektedir
ki alınan dış borçlar, servet artışına değil tam tersine borç
veren devletlerin/kurumların isteklerine boyun eğmeye neden
olduğunu göstermektedir.
Alınan dış borçların
üretim projelerinin finansmanında kullanıldığını varsaysak
bile, finansman dış borçlanma yoluyla gerçekleştirildiği için
ülke üzerindeki tehlikesi kalkmaz. Öte yandan dış borçlar kısa
vadeli ya da uzun vadeli olarak alınmaktadırlar. Kısa vadeli borçlanmanın
hedefi iç kargaşalıklar çıkarmaya yönelik olarak borçlanan
ülkenin parasının değerini sarsmaktır. Zira borçlanan ülkenin
vadesi gelen borçları, borçlanan ülkede kullanılan milli para
ile ödemesi kabul edilmez. Ödemelerin Amerikan Dolar'ı ya da
İngiliz Sterlin'i gibi uluslararası geçerliliği olan bir para
birimi ile ödenme mecburiyeti vardır. Borçlanan ülkenin elinde kısıtlı
miktarda Amerikan Dolar'ı veya İngiliz Sterlin'i bulunduğundan
dolayı borçlu ülke ya borcunu ödemede yetersiz kalacak ya da
elinde bulundurduğu dövizi zorunlu olarak sahip olması gereken
sanayi girdilerini almada kullanacağı için gerekli olan yabancı
paraları çok yüksek fiyat ödeyerek almak zorunda kalacaktır. Yüksek
fiyatla yabancı dövizleri satın alması ise ülkenin kullandığı
yerel para biriminin değerinin düşmesi demektir. Bu durumda ise
ülke, Uluslararası Para Fonuna sığınmak mecburiyetinde
kalacaktır. IMF ise Amerika'nın öngördüğü çerçevede hüküm
verecektir. Çünkü Amerika hem IMF hisselerinin büyük bir
bölümünü elinde bulundurmakta hem de IMF üzerinde egemenliğe
sahip bir ülkedir. Borçlanan ülke IMF'ye müracaat etmek
istememesi halinde ise dövize sahip olabilmek için elinde
bulundurduğu malları piyasa fiyatından daha ucuz bir fiyattan
dış pazarlarda satmak mecburiyetinde kalacaktır ki bu durumda ise
zarar etmesi yine kaçınılmazdır.
Uzun vadeli borçlar
ise kasten uzun vadeli olarak verilmektedir. Birikmesi ve
biriktikçe daha da artması
için ödenmesinde kolaylık gösterilir. Sürekli biriken ve artan
dış borçlar nedeniyle ülkenin ödemeler dengesi açık verir.
Ülke bu borçları nakit olarak ya da altın ve menkul mal olarak
ödemekte zorlanır. Dolayısıyla borçlarını arsa, arazi ve çoğu
kere de fabrikalar gibi gayri menkul mallarla ödemek mecburiyetinde
kalır. Böylece borç veren ülke borçlanan ülkede gayri menkul
mala sahip olur. Sahip olduğu bu gayri menkul mallar, borçlanan
ülkeyi sömürmesi ya da işgal etmesi için elinde bir araç
bulamadığı zaman, borçlanan ülke üzerindeki nüfuzunu yayması
veya borçlanan ülkeye girmek için elinde bir bahane haline gelir.
Konumu itibari ile dış borçların
tehlikeleri özetle bunlardır. Bütün bu tehlikelerine ilave
olarak dış borçlar faizle alınmaktadır. Faiz ise şer'an
haramdır. Dolayısıyla bu borçları almak da haramdır. Yukarıda
sıraladığımız tehlikeler dikkate alınmasa bile dış borçların
faizli krediler olduğundan dolayı haram olduğu unutulmamalıdır.
Üretim projelerinin finansmanında kullanılsa bile borç almak
doğru değildir. Yatırımların finansmanının ülkenin kendi
kaynakları ile yapılmasından başka yol yoktur.
|