Eşyaları belirli bir keyfiyete göre
idrak eden insanda belirli bir zihniyet oluşur. Eşya
hakkındaki mefhumlarla kesin bir sentez yoluyla
billurlaşmış halde bulunan, açlıkları doyurmaya sevk
eden yönelticileri, hayat hakkındaki belirli mefhumlarla
bağladığında, belirli bir nefsiyet oluşur. Hayat
hakkındaki mefhumları ile, eşyaları idrak ederken ve
bunlara meyil gösterirken esas aldığı mefhumlar
birleştiğinde belli bir şahsiyete sahip olur. Böylece
şahsiyet, eşyaları akletme ve yönelme esnasında insanda
tek esasa dayalı tek yön belirlemektir. Buna binaen
insandaki “fikirleri” ve “meyilleri” tek bir esasa
göre oluşturmakla şahsiyet oluşur. Bu esas ise bazen tek
olur, bazen de çok sayıda olur. Eğer çok sayıda olursa,
fikir ve meyiller için adeta birçok kaide konulmuş olur. Bu
durumda da şahsiyet vardır. Ancak bu şahsiyetin rengi belli
değildir. Düşünce ve meyiller için yalnızca tek bir esas
konulduğunda meydana gelen insan şahsiyetinin rengi ise
bellidir. İnsan için gerekli olan şahsiyet de budur.
Fertler belirli özelliklerle donatılmaya
kalkışıldığında uğraşılması gereken şey de budur.
Zaten her ne kadar genel olan her fikir, fikir ve meyiller için
esas olabilirse de, bu bütün eşyalar için değil ancak bir
takım şeyler için mümkün olur. Her genel fikir, insan
hayat ve kâinat için bir fikir özelliğini taşımadıkça
bütün şeyler için kapsamlı bir esas olmaya elverişli
olamaz. Çünkü külli fikir, bütün fikirlerin üzerine
oturtulacağı ve bütün bakış açılarını belirleyen
fikri kaidedir. Çünkü o, hayat işlerinin düzenlenmesi ile
alakalı fikirleri kendisine bağlamaya elverişli ve hayatta
insanın davranışlarını etkileyen yegâne akli akidedir.
Şu var ki, her külli fikrin yani akli
akidenin, eğilimler ve tefekkür için kapsamlı ve genel bir
esas olmaya
elverişli olması onun doğru bir temel düşünce olduğu
anlamına gelmez. Doğru olup olmadığına bakılmaksızın
onun esas olmaya elverişli olduğu anlamına gelir. Bu
esasın doğru olup olmadığının delili, insan fıtratına
uygunluğudur. Akli akide insan fıtratına uygun ise o,
doğru bir akide, düşünce ve meyiller için, yani
şahsiyetin oluşması için doğru bir esastır. Eğer insan
fıtratına uygun değilse batıl bir akidedir ve batıl bir
esastır. Akidenin insan fıtratına uygun olması demek,
insan fıtratında var olan acizliği ve düzen sahibi bir
yaratıcıya muhtaçlığı kabul eder olması demektir.
Diğer bir ifade ile dindarlık içgüdüsüne uygun olması
demektir.
İslâm akidesi, insan fıtratında var
olan tedeyyünü/ dindarlığı kabul eden tek akli akidedir.
Çünkü İslâm akidesinin dışındaki akidelerin dindarlık
içgüdüsüne uygunluğu akıl yerine vicdan yoluyla
sağlandığı için akli bir akide sayılmaz. Veya akli bir
akide olsa dahi insan fıtratına yani dindarlık içgüdüsüne
uygun olmaz.
Bu nedenle yalnızca İslâm akidesi doğru
akidedir. Sadece İslâm akidesi tefekkür ve meyiller için
esas olmaya elverişlidir. Bu nedenle insandaki şahsiyetin, düşüncesi
ve meyilleri için esas olarak kabul edeceği akli akideye göre
oluşması gerekir. Madem ki İslâm akidesi tek doğru akide
ve tek doğru esastır, öyleyse şahsiyet oluşturulurken,
İslâmi şahsiyet yani seçkin ve üstün şahsiyet
oluşuncaya kadar meyilleri ve düşünceleri için insanın
İslâm akidesini tek esas olarak alması gerekir.
Dolayısıyla tek bir fertteki İslâmi şahsiyet, düşünce
ve meyillerin İslâm akidesi üzerine bina kılınmasıyla
oluşur. İslâmi şahsiyet işte böyle oluşur. Ancak bu
oluşum sonsuza dek devam edecek bir şahsiyet anlamına
gelmeyip sadece şahsiyetin oluştuğu anlamını ifade eder.
İslâm akidesi üzerine oturtulan bu şahsiyetin
devamlılığı garantili değildir. Çünkü insanın bazen düşüncesinde
bazen de eğilimlerinde İslâm akidesinden dönüş olabilir.
Bu dönüş, bazen dalalet/İslâm’dan çıkma şeklinde
bazen de fasıklık şeklinde görülür. Ferdin İslâmi
şahsiyet üzere devam edebilmesi için hayatının her
anında düşünce ve meyillerinin İslâm akidesi üzerinde
kalmasına dikkat etmek gerekir. Bu şahsiyetin
oluşturulmasından sonra “zihniyet”in ve “nefsiyet”in
geliştirilmesine çalışılarak şahsiyet geliştirilir. “Nefsiyet”,
yaratıcıya ibadet etmek ona itaatla yaklaşmak ve her şeyde
bütün meyillerini İslâm akidesi üzere bina kılmaya devam
etmekle geliştirilir. “Zihniyet” ise İslâm akidesine
göre kurulu fikirleri açıklamak ve İslâm kültürüyle
izah etmekle geliştirilir.
Rasulullah (a.s.m)'in de
uyguladığı, şahsiyeti oluşturma ve geliştirme metodu
budur. Rasulullah (a.s.m), İslâm akidesine çağırarak
insanları İslâm’a girmeye çağırıyordu. Müslüman
olduklarında ise onlarda bu
akideyi kuvvetlendirmeye, fikirlerinin ve meyillerinin bu
akide üzerinde olmasına özen
gösteriyor ve onlara şöyle diyordu:

“Arzuları benim getirdiğime uygun
olmadıkça sizden hiç biriniz iman etmiş sayılmaz.”

“Akletmekte olduğu aklı ben olmadıkça
sizden hiç biriniz iman etmiş sayılmaz.”
Kur’an’dan kendisine indirilen Allah’ın
ayetlerini onlara açıklıyor, Müslümanlara İslâm ve
hükümlerini öğretiyordu. Onun zamanında ona uyma ve onun
getirdiklerine göre hareket etme sayesinde peygamberlerin
şahsiyetinden sonra kâinatta şahsiyetlerin en üstünü oluşturuldu.
Buradan da anlaşılmaktadır ki fertte, İslâmi
şahsiyeti oluşturmada başlangıç noktası, İslâm
akidesini yerleştirmek ve ardından da bu akide üzerine düşüncelerini
ve meyilleri oturtmaktır. Sonra da itaatları
yerine getirmesine ve fikirlerle kültürleşmesine
çaba harcanır.
|