İki kelimenin iç içe girmiş bir
şekilde bir arada kullanılmasıyla meydana gelen "Kaza
ve Kader"in muayyen bir anlamı vardır. "Kaza"
kelimesinin "Kader" kelimesi ile birleşiminden
meydana gelen, birinin diğerinden ayrılması mümkün
olmayan "Kaza ve Kader" ifadesinin bir arada kullanılmasıyla
belirli anlamı vardır. Bir başka anlamın araya girmesi
doğru olmaz. Ne sahabenin ne de Tabiin'in böyle bir anlamı
kullandıkları da görülmemiştir. Şer'i nasslar,
kelimelerin sözlük anlamları, Sahabenin, Tabiin'in ve
onlardan sonra gelen Tebe-i Tabiin alimlerinin görüşleri ve
sözleri incelendiği zaman, "Kaza ve Kader"
kelimelerinin bir arada terim olarak belirli bir anlama
delalet edecek şekilde, ne bir Sahabede ne de Tabiin'de
kullanıldığına rastlanmamıştır. Bu iki kelimenin terim
anlamına delalet edecek bir ifade Kur'an'da ve Sünnette de
geçmemektedir. Bezzar'ın hasen bir senetle rivayet ettiği
şu hadiste geçen bu kelimeler bile ancak sözlük anlamında
kullanılmıştır. Nebi (s.a.v.) şöyle diyor.
"Ümmetimden ölenlerin çoğu Allah'ın nefisler
hakkındaki Kazası ve Kaderinden sonra ölür." Bu
nedenle "Kaza ve Kader"in delalet ettiği anlama
ancak birinci asrın sona ermesiyle kelamcıların ortaya çıkmasından
ve Yunan felsefesinin tercüme edilmesinden sonra
rastlanmaktadır. Sahabe asrında bu iki kelime bir arada
kullanılmadığı gibi, böyle bir anlam üzerinde tartışma
yapıldığı veya herhangi bir ihtilafın vuku bulduğu da görülmemiştir.
Sahabe asrı boyunca yani Hicri birinci asır boyunca müslümanlar
"Kaza ve Kader" konusunu bilmiyorlardı. Evet, her
ne kadar "Kaza" ve "Kader" kelimeleri
hadislerde yalnız başına kullanılmış ve yukarıdaki
hadiste de bir arada kullanılmışsa da bunların tamamı sözlük
anlamında olup ıstılahi anlamda kullanılmamıştır.
Hasen'in rivayet ettiği kunut hadisinde "Kaza"
kelimesi şu şekilde geçmektedir:
Hasen diyor ki: Vitir kunutunda okuyacağım
sözleri Rasulullah (s.a.v.) bana öğretti. Sonra da kunut
duasını zikretti. Onun bir bölümü şöyledir:
"Hükmetmiş olduğun şeylerin şerrinden beni koru.
Muhakkak ki sen dilediğin gibi hükmedersin. Hiç kimse sana
hükmedemez."
"Kader" kelimesi de Cibril hadisi
ile ilgili bazı rivayetlerde geçmiştir.
"Dedi ki:
Kadere, hayrının ve şerrinin Allah'tan olduğuna
inanmandır."
Yine
Rasulullah (s.a.v.) bir başka hadisinde şöyle
buyurmaktadır:
"Başına bir
şey geldiğinde şöyle yapsaydım, şöyle şöyle olurdu
deme. Ancak Allah takdir etti de. O, dilediğini yapar."
Bu iki hadiste geçen
"Kader" kelimesi, Allah'ın takdiri ve ilmi
anlamındadır. Yani bütün eşyanın Allah tarafından
Levh-i Mahfuz'da yazıldığına, hayır olsun şer olsun bir
iş vuku bulmadan önce Allahu Teâla'nın onu bildiğine
inanmandır. De ki; Levh-i Mahfuz'da Bunu Allah yazdı,
olmadan önce onu bildi ve dilediğini yaptı. Bu hadiste geçen
ve başka nerede geçerse geçsin "Kaza" kelimesinin
manası üzerinde müslümanlar ihtilaf etmemişler, ne lafzı
hakkında ne de delalet ettiği şey hakkında
tartışmamışlar.
İçerisinde "Kader" kelimesinin
geçtiği iki hadise gelince: Yunan felsefesi müslümanlar
arasında yayılmadan önce müslümanlar "Kader"
kelimesinin delalet ettiği anlam ve kelime hakkında ne
tartıştılar ne de ihtilaf ettiler. Fakat felsefe müslümanlar
arasında yayıldıktan sonra, Kufe yöresinden gelen bir
cemaat, "Kader" diye bir şey yoktur. Her şey
"önceden bir takdir olmadan" meydana gelir dediler
ve onlar "Kaderiyye" diye anıldılar. Onlar,
"Kader"i inkâr ettiler. "Allah'ın, bütün eşyanın
esaslarını yarattığını ve eşyayı terkettiğine Allahu
Teâla'nın eşyanın cüziyatını da bilmediğini" söylediler.
Bu iddia; Kur'an'da küçük veya büyük, asıl veya furu her
şeyi yaratan Allahu Teâla'dır şeklinde geçen apaçık
nasslara tamamıyla ters düşmektedir. Muhakkak ki Allahu Teâla
var olmadan önce her şey için bir kader tesbit etmiştir.
Yani her şeyi Levh-i Mahfuz'da yazmıştır, olmadan önce
her şeyi bilir.
Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
"Her şeyi O
yaratmıştır. Ve her şeyi O bilir."
"Karada ve denizde
olanı bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez.
Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane yaş ve kuru müstesna
olmamak üzere her şey apaçık bir kitaptır."
Ancak bu ihtilaflar
ve tartışmalar, Allah'ın ilmi anlamında olan Allah'ın
takdiri hakkında olmuştur. Kaderiyye; Allah, eşyanın usulünü
bilir fakat detayını, cüziyatını bilmez, demektedir.
Halbuki İslâm, Allahu Teâla'nın eşyanın usulünü ve
cüziyatını, detayını bildiğini söyler. Allah'ın
Kaderi, yani Allah'ın ilmi hakkında yapılan tartışma,
Allah'ı ilmi konusunda yapılan bir tartışmadır. Bu ise
"Kaza ve Kader" konusundan ayrı, başlı başına
bir konudur. Onun ortaya çıkışı da "Kaza ve
Kader" konusunun ortaya çıkışından farklıdır.
Görülüyor ki "Kaza ve Kader"
kelimelerinin her biri nasslarda ayrı ayrı olarak geçmiştir.
Her birinin ayrı ayrı belirli bir anlamı vardır. Bu
anlamların da "Kaza ve Kader" konusuyla asla ilgisi
yoktur. Yani, "Kaza" ve "Kader"
kelimelerinin şer'i ve sözlük anlamlarının tamamı Şari
tarafından kullanılmıştır. Bu iki kelimenin, hiçbirinin
gerek ayrı ayrı bir şekilde olsun gerekse bir arada olsun
"Kaza ve Kader" konusuyla alakası yoktur. Bu
kelimeler yalnızca sözlük ve şer'i anlamlarından biri ile
kullanılmışlardır.
Allah'ın ilmini bildirmek için gelen
ayeti kerimeler, Allahu Teâla'nın ilminin her şeyi
kuşattığına delalet eder. Allahu Teâla:
"Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir
musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan evvel kitapta
bulunmasın. Şüphesiz ki bu Allah'a kolaydır."
"De
ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası erişmez. Müminler
Allah'a tevekkül etsinler."
"Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun
ilminin dışında değildir. O'ndan daha küçüğü de, daha
büyüğü de istisnasız mutlaka apaçık kitaptadır."
"O'dur geceleyin sizi kendinden geçiren. Gündüzün de
ne yaptığınızı bilir. Sonra sizi tekrar kaldırır. Ta ki
belirli bir ecelin hükmü yerine gelsin. Sonra sizin dönüşünüz
O'nadır. Sonra ne yaptığınızı size haber
verecektir."
Bu ayetler Rasül (s.a.v.)'e
indi, sahabeler de onları anladılar ve ezberlediler. Ancak
"Kaza ve Kader" konusunu akıllarından bile geçirmediler.
Üstelik bu ayetlerin mantuku, mefhumları ve delaletleri
yalnızca Allah'ın ilmini ifade etmektedir. Ayetlerin
"Kaza ve Kader" bahsi ile hiçbir şekilde alakası
yoktur. Aşağıdaki ayetlerde aynı şekildedir.
"İman
etmeyenlere bir iyilik gelirse: 'Bu Allah'tandır' derler. Bir
musibet de geldi mi 'Bu, senin uğursuzluğundandır' derler.
De ki: 'Hepsi Allah'tandır'. Bunlara ne oluyor ki hiçbir
sözü anlamaya yanaşmıyorlar."
Bu ayetin de "Kaza ve
Kader"le bir alakası yoktur. Çünkü bu ayet iyi ve
kötü arasında ayırım yaparak, kötülüğün Rasülden
iyiliğin de Allah'tan geldiğini söyleyen kâfirlere verilen
bir cevaptır. Allahu Teâla, ayeti kerimede iyiliğin de kötülüğün
de Allah'tan olduğunu bildirerek kâfirlerin sözlerine cevap
vermektedir. Ayetlerde işlenen konuda doğrudan doğruya
insanın işlediği iyilik veya kötülük değildir.
Ayetlerde işlenen konu savaş ve ölüm hakkındadır. Aynı
ayetin başlangıcı da bu hususu açıkça ortaya koymaktadır.
"...Ey
Rabbımız, üzerimize şu savaşı niye farz kıldın? Ne
olurdu bizi yakın bir geleceğe kadar geri bıraksaydın,
dediler. Onlara de ki: Dünya hayatının zevki pek azdır.
Ahiret işi sakınanlar için elbet daha hayırlıdır. Ve
kıl kadar haksızlığa uğratılmayacaksınız. Nerede
olursanız olun, sağlam kaleler içinde dahi olsanız ölüm
sizi bulacaktır. İman etmeyenlere bir iyilik gelirse: Bu
Allah'tandır. Bir kötülük erişirse de: Bu senin yüzündendir,
derler. De ki: Hepsi Allah tarafındandır. Bunlara ne oluyor
ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar? Sana gelen her
iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık ta kendindendir.
Seni insanlara peygamber olarak gönderdik. Buna şahit
olarak Allah yeter. Peygambere itaat
eden Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse bilsin
ki biz seni onlara bekçi göndermedik."
Ayetlerde anlatılan konu, insanların
yaptıkları değil, onlara isabet eden şeylerdir. Bu nedenle
"Kaza ve Kader" meselesinin
burada yeri yoktur.
Bu nedenle şimdiye kadar
anlattıklarımızın hiç birisinin "Kaza ve Kader"
konusuyla alakası yoktur. "Kaza ve Kaderi"in
kastettiği anlamın içerisine de girmez. "Kaza ve
Kader"i, manasıyla Yunan felsefesinden Mutezile nakletti
ve ardından da bu konu hakkındaki görüşünü belirtti.
Bunun üzerine Ehli Sünnet ve Cebriye Mutezile'ye cevap
verirken, Ehli Sünnet aynı zamanda Cebriye'ye de cevap
verdi. Araştırma aynı manayla sınırlı kaldı ve de konu
aynı alanın dışına çıkmadı. Öyleyse problem; Yunan
felsefesi ile silahlanan kâfirlerle müslümanlar arasında
meydana gelen münakaşalar ve mücadeleler esnasında müslümanların
Yunan felsefesinden getirdikleri bir anlamdan
kaynaklanmaktadır. "Kaza ve kader" meselesi,
manasıyla İslâm akidesi ile alakalı olduğundan dolayı
İslâm'ın bu konu ile ilgili görüşünü belirtmek
gerekmekteydi. Mutezile bu konudaki görüşünü belirtti.
Cebriye de hem Mutezile'ye cevap verdi hem de bir başka görüş
ortaya koydu. Ehl-i sünnet ise hem Mutezile'ye hem de
Cebriye'ye cevap vererek yepyeni bir görüş belirtti ve bu görüş,
iki görüş arasında çıkan üçüncü bir görüştür
diyerek görüşlerini şöyle nitelendirdi: "O,
içenlere hoş gelen, kan ve pislik içerisinden çıkan bir süttür."
Buraya kadar yapılan açıklamalardan da
anlaşılacağı üzere "Kaza ve Kader" şeklinde
bilinen mesele, Yunan felsefesinden kaynaklanan bir konudur.
Ancak bu konu, akide ile alakalı olduğu için Müslümanın
bu konudaki itikadının ne olduğunun açıklanması da kaçınılmazdı.
Bu nedenle Müslümanlar bu konudaki görüşlerini üç
mezhep halinde açıkladılar. Bu meseledeki görüşler üç
farklı mezhep halinde açıklandıktan sonra, "Kaza ve
Kader" meselesinden geri dönüş yaparak hem
"Kaza" kelimesini hem de "Kader"
kelimesini sözlükte ve şer'i nasslarda geçen anlamlarında
kullanmak caiz olmadığı gibi, hayali tasavvurlarla
"Kaza ve kader"e hayale ve varsayıma dayalı
manalar verip, "Kaza", yalnızca külliyat hakkında
külli hükümdür, "Kader" de cüziyat ve tafsilatı
hakkında Allah'ın külli hükmüdür, ya da Kaza, eşyalar için
ezeli karar, "Kader" ise kesin karara bağlanmış
kader gereğince yaratmak ve yerine getirmektir demek de
doğru değildir.
Evet bu tür ifadeler kullanmak doğru
değildir. Çünkü bu yalnızca hayal ve tasavvurdur. Bazı kelimelerin
sözlük ve şer'i manalarının
tatbikinde hile yapmaya çalışmaktır, başarısız bir
uğraşıdır. Zira "Kaza" ve Kader"
kelimelerinin sözlük ve şer'i anlamları genel manalara
delalet edip onların uyguladıkları anlamlara işaret
etmezler. Ayrıca tahsis eden bir işaret olmaksızın bu
kelimeleri özel manalarda kullanmak delilsiz bir zorlamadan
öteye gitmeyen bir uğraşıdır. Aynı şekilde "Kaza
ve Kader", Allah'ın sırlarından bir sır olup bu
konuda konuşmaktan araştırmaktan men edildik demek de caiz
değildir. Çünkü "Kaza ve Kader"in Allah'ın
sırlarından bir sır olduğuna delalet edecek bir delil
bulunmadığı gibi, "Kaza ve Kader" konusu
hissedilen bir konu olması nedeniyle görüş belirtmek
gerekirken, nasıl olur da bu konuyu araştırmayın
denilebilir? İlave olarak bu konu akli bir konu olup, hem
vakıası hissedilen hem de Allah'a iman etmekle ilgili bir
konu olması bakımından da aklın araştırma alanı içerisine
giren bir meseledir. İşte bunun için akideden bir parça
haline gelen "Kaza ve Kader"i gerçek manası ile
ele alıp araştırma konusu yapmak lazımdır.
"Kaza ve Kader"in anlamı,
diğer bir ifadeyle "Kaza ve Kader" meselesinin
aslı, kulların fiilleri ve eşyanın özellikleridir. Yani
"Kaza ve Kader" meselesinin ortaya koyduğu sorun
şudur: Kulların fiilleri ve bu fiiller sonucunda insanın
eşyada ortaya çıkardığı özellikler, Allah'ın
yarattıklarından mıdır? Yoksa kuldan mıdır? Yani filleri
ve fiillerdeki özellikleri yaratan ve var eden kul mudur?
Bu konuda Mutezile'nin görüşünü
benimseyenler; fiillerini insan kendi yaratır, fiili yaratan
ve var eden insandır dediler. Ancak bunlar, eşyanın
özellikleri konusunda ihtilaf ettiler. Onlardan bir kısmı,
insanın eşyada ortaya çıkardığı özelliklerin hepsini
yaratan ve icat eden insandır derken bir başka grup,
eşyanın özelliklerini iki kısma ayırarak; eşyadaki
özellikleri insan yaratır ve icat eder, bir kısmını da
Allah yaratır ve icat eder demiştir. Cebriye ise; insanın
fiillerini ve insanın eşyada ortaya çıkardığı
özelliklerin hepsini yaratan ve var eden Allah'tır. Ne fiili
yaratma ve var etmede, ne de bir şeydeki özellikleri ortaya
çıkarmada insanın rolü yoktur görüşünü ortaya atmıştır.
Ehli Sünnetin olaya bakışı ise şöyledir: Kulun
fiillerini ve eşyada ortaya çıkardığı özellikleri Allah
yaratır. Ancak Allah, bu fiilleri ve özellikleri, kul fiili
yapmaya kalkıştığında ve eşyadaki özellikleri ortaya çıkarma
anında yaratır. Yani fiilleri ve eşyadaki özellikleri kul
yalnızca kendi gücü ve iradesi ile yaratamaz. Kulun gücü
ve iradesi bulunduğu anda Allah yaratır.
"Kaza ve Kader" denilen mesele ve
bu konudaki görüşlerin özeti işte budur. Konuyu
dikkatlice inceleyen kimse, mutlak sonuca varmak amacıyla
değil, araştırma esasının gerektirdiği neticenin elde
edilmesi ve araştırmanın yerinde yapılabilmesi için
elbette ki araştırmanın üzerine oturtulacağı temelin
bilinmesi gerektiğini görür. "Kaza ve kader"
meselesinde konunun temeli; kulun fiillerini, Allah'ın veya
kulun yaratıp yaratmadığı meselesi olmadığı gibi kulun
fiili ile ilgili Allahu Teâla'nın iradesinin bulunup
bulunmaması da değildir. Bu irade elbette mevcuttur. Konunun
esası, Allahu Teâla'nın kulun gelecekte yapacağı işleri
bilmesi, ilmiyle herşeyi kuşatması meselesi de değildir.
"Kaza ve Kader" meselesi Levhi Mahfuz'da
yazılanlara göre kulun, fiili yapmak mecburiyetinde olması
da değildir. Evet araştırmanın üzerine oturtulacağı
temel kesinlikle bunların hiç biri değildir. Konunun
temelini oluşturan sevap ve ceza meselesi ile bunların asla
ilgisi yoktur. Bu konular yoktan var etmek, mümkün olanların
hepsi ile ilgili irade, herşeyi kuşatan ilmi ve Levh-i
Mahfuz'da herşeyin bulunması ile ilgili bir konudur. Bunlar
ise fiile isabet eden sevap ve ceza meselesinden apayrı bir
şeydir. Halbuki "Kaza ve Kader" meselesinin
üzerine oturtulması gereken asıl konu, fiile uygulanacak
sevap ve ceza konusudur. Yani kul hayır veya şer olan bir
fiili yapmaya mecbur mudur yoksa bu konuda serbest midir?
Fiili yapıp yapmama serbestiyeti var mıdır yoksa böyle bir
serbestiyete sahip değil midir?
Kulların fiillerini inceleyen kimse
insanın iki daire içerisinde yaşadığını görür.
Bunlardan birincisi insanın hakim olduğu dairedir. Bu daire,
insanın tasarrufu altında bulunan ve serbest seçimi ile
insanın fiillerini dilediği gibi yapabildiği bir alandır.
İkinci daire ise; insana hakim olan dairedir. İnsan bu daire
içerisinde bulunur ve fiillerini bu daire çerçevesinde
yapar. Bu dairede insandan çıkan veya insan üzerine
uygulanan fiillerde insanın hiçbir rolü yoktur.
İnsana hakim olan dairedeki fiillerde ve
bunların meydana gelmesinde insanın hiçbir rolü yoktur. Bu
dairedeki fiiller iki kısımdır.
1. Doğrudan
doğruya varlık nizamının (Tabiat kanunlarının)
gerektirdiği fiiller.
2. Her ne kadar
herşey varlık nizamının dışına çıkmasa da doğrudan
doğruya varlık nizamının gerektirmediği fiiller bu
nizamlara boyun eğerek mecburi olarak bu kanunlara göre
gerçekleşir. Çünkü insan, kâinat ve hayatla birlikte
konulmuş olan özel kanuna uygun olarak yürür. Kanuna aykırı
davranamaz. Bu nedenle insana egemen olan dairede meydana
gelen filler insanın iradesi dışında meydana gelir. İnsan
bu daire içinde zorunlu olarak hareket eder. Bu dünyaya
iradesi olmadan geldiği gibi yine iradesi olmadan gidecektir.
Yalnızca cismiyle/fiziki yapısıyla, havada uçamaz, su
üzerinde yürüyemez. Gözlerinin rengini, kafasının
şeklini, vücudunun büyüklüğünü yaratamaz. Bunların
tamamında, yaratılmış olan kulun her hangi bir tesiri ve
ilgisi bulunmaksızın bunları yaratan yalnızca Allahu Teâla'dır.
Çünkü varlık kanunlarını yaratan ve bu kanunları
varlık dünyası için bir düzenleyici haline getiren Allahu
Teâla'dır. Varlık alemi bu kanunlara göre yürümeye
mecburdur, onlara muhalefet etme hakkına sahip değildir.
Varlık kanunlarının gerektirmediği,
insanın da defetme ve kendinde uzaklaştırma gücüne sahip
olmadığı ikinci kısım fiillere gelince: Bu fiiller ya
doğrudan insandan çıkar ya da kendi isteği dışında
insan üzerinde gerçekleşir. İnsan kesinlikle bunları
kendinden uzaklaştırma imkânına sahip değildir. Duvarın
üzerinde bulunan bir şahsın düşerek bir başka kişiyi
öldürmesi, kuşa ateş açan kimsenin açtığı ateşin
varlığından haberdar olmadığı bir insana isabet ettirip
onu öldürmesi, telafisi mümkün olmayan bir arızadan
dolayı bir uçağın düşmesi, bir otomobilin veya trenin
devrilmesi ve bu nedenle de yolcuların ölmesi ve buna benzer
bir çok olay bu kapsama giren olaylardandır. İşte insanın
üzerinde gerçekleşen veya insandan çıkan bu tür
fiillerin olmasını her ne kadar varlık kanunları
gerektirmese de, bunların hepsi insanın iradesi olmadan, ya
insandan çıkmıştır ya da insanın üzerinde gerçekleşmiştir.
Bu tür fiiller insanın gücü altında olan fiillerden
değildir. Bunlar insana egemen olan dairede gerçekleşen
fiillerdendir. İşte insana egemen olan bu dairede gerçekleşen
fiiller KAZA diye isimlendirilir. Çünkü fiile hükmeden
Allah'tır. Fiilin meydana gelmesinde kulun iradesi hür değildir.
Kulun herhangi bir serbestiyeti de yoktur. Bu nedenle bu
fiillerin sonucunda insanın değerlendirmesine göre sevgi
veya hoşnutsuzluk, fayda veya zarar olsa da, ortaya çıkan
sonuçlardan Allahu Teâla kulu sorgulamaz, cezalandırmaz.
Yani insan her ne kadar hayır ve şer olarak değerlendirse
de bu fiillerdeki hayrı ve şerri bilen yalnızca Allahu Teâla'dır.
Çünkü bu türden fiillerin oluşumunda insanın etkisi
yoktur.
İnsan bu tür fiillerin niteliği ve fiil
hakkında bir şey bilemeyeceği gibi fiili kendinden
uzaklaştırma veya kendine doğru çekme imkânına da sahip
değildir. Bu nedenle de bu tür bir fiilden dolayı ne sevap
kazanır ne de cezalandırılır. İşte "KAZA"
budur. Bu durumdaki bir fiilden dolayı da "Kaza"
oldu denilir. Sonuç olarak da insanın kazanın Allah Sübhanehu
ve Teâla'dan olduğuna inanması, iman etmesi lazımdır.
İnsanın hakim olduğu dairedeki fiillere
gelince: Bu daire, insanın serbestçe seçtiği nizama göre,
yani Allah'ın şeriatına veya bir başka nizama göre yaşayabildiği
dairedir. Bu daire insanın kendisinden kaynaklanan veya kendi
iradesiyle insan üzerinde vuku bulan amellerin görüldüğü
dairedir. İnsan dilediği gibi yer, içer, yürür, istediği
zaman yolculuk yapar. Dilediği zamanda da bunları yapmaz.
İnsan ateşle yakar, dilediği gibi bıçakla keser, dilediği
gibi cinsi ihtiyacını veya mülk edinme ihtiyacını veya
midevi açlığını doyurabilir. Bir fiili serbestçe
yapabildiği gibi yine serbestçe de ondan vaz geçer. Bu
nedenle de insan bu daire içerisinde yaptığı fiillerden
sorumludur. Sevabı hakedecek bir fiili yaptığı zaman
sevapla, cezalandırılmayı gerektiren bir fiili
yaptığında da azap ile cezalandırılır. Bu tür fiillerin
"Kaza" ile ilgisi olmadığı gibi
"Kaza"nın da bu tür fiillerle ilgisi yoktur.
Çünkü insan, serbest iradesi ile fiili yapmaktadır. Bu
nedenle de ihtiyari/serbest irade ile yapılan fiiller
"Kaza" kapsamına girmez.
Kadere gelince: İster insana egemen olan
dairede meydana gelen olaylar olsun ister insanın egemen
olduğu dairede meydana gelen olaylar olsun, eşyadan, insan
hayat ve kâinat maddesinden oluşan ve eşya üzerinde
meydana gelen fiillerdir. Bu fiiller bir sonuç olarak ortaya
çıkar. Yani bu tür fiilin varlığından bir işin ortaya
çıkması gerekir. İşte burada şöyle bir soru gündeme
gelmektedir: İnsanın eşyalarda ortaya çıkardığı
özellikleri insanın kendisi mi yaratıyor yoksa
eşyaları yarattığı gibi
eşyalardaki özellikleri de Allah Sübhanehu ve Teâla mı
yaratıyor?
İnsanın eşyada ortaya çıkardığı
özellikleri dikkatlice inceleyen kimse bunların insanın
fiili olmayıp eşyanın özelliklerinden olduğunu fark eder.
Eşyanın kendisine ait özelliklerinden bir özellik olmadıkça
insanın bir özelliği yaratamaması, eşyalardaki
özellikleri insanın yaratmadığının delilidir.
Eşyaların kendisine ait olmayan veya kendisinde bulunmayan
bir özelliğin insanın isteği ile ortaya çıkması mümkün
değildir. Bu nedenle bu işler insanın fiilleri olmayıp
eşyanın özellikleridir. Hem eşyaları hem de eşyalardaki
özellikleri, takdir ettiği bu özelliklerin dışına çıkamayacağı
şekilde yaratan Allahu Teâla'dır. Hurma çekirdeğinde elma
değil, hurma bitme özelliği vardır. İnsan menisinde
hayvan değil insanın meydana gelmesi özelliği vardır.
Allah eşyalarda da belirli özellikler yarattı. Ateşte
yakma, odunda yanma, bıçakta kesme özelliğini yaratan ve
herşey için aksi yönde hareket edemeyeceği, varlık
nizamına göre hareket etmesini sağlayan kanunları koyan
Allahu Teâla'dır. Allah'ın eşyalar için taktir etmiş
olduğu bu özelliklere ters düşen olayların eşyalarda görülmesi
harikulade/olağanüstü bir olay sayılır. Böyle bir olay
da ancak peygamberlerde görülür ki bu da onlara verilmiş
mucizelerdir. Allah, eşyalarda belirli özellikleri yarattığı
gibi insanda da iç güdüleri ve uzvi/organik ihtiyaçları
yaratmış, eşyalarda bulunan özellikler gibi içgüdü ve
uzvi ihtiyaçlara da muayyen özellikler vermiştir. Nevi/Türel
içgüdüde hemcinsine meyletme özelliğini, beka içgüdüsünde
mülk edinme özelliğini, uzvi ihtiyaçlarda örneğin açlık
özelliğini yaratmış ve bu özellikleri varlık kanununa göre
insan için gerekli kılmıştır. İşte Allah Sübhanehu ve
Teâla'nın hem eşyalarda yaratmış olduğu belirli
özellikler hem de insanda yarattığı içgüdülere ve uzvi
ihtiyaçlara "KADER" ismi verilir. Çünkü eşyaları,
içgüdüleri ve uzvi ihtiyaçları yaratan ve onlara belirli
özellikler veren Allahu Teâla'dır. İnsandaki şehvet
duygularının kabarması, gözünü açtığında görmesi,
yukarıya atıldığında taşın yukarıya doğru gitmesi,
aşağıya doğru atıldığında inmesi gibi fiillerin
tamamı insanın fiili değildir. Bunların hepsi ancak Allahu
Teâla'nın eşyaları bu halde yaratmasının yani eşyayı
ve eşyalardaki muayyen özellikleri yaratmasının bir
sonucudur. Bu nedenle özellikler insandan değil Allahu Teâla'dandır.
Bunların meydana gelmesinde kulun kesinlikle herhangi bir rolü
yoktur. İşte "Kader" budur. Bu açıklamalara göre
"Kaza ve Kader" konusunda "Kader" diye,
insanın eşyalarda ortaya çıkardığı özelliklere denir.
Bu nedenle insanın, eşyalarda takdir edilen özellikleri
Allah Sübhanehu ve Teâla'nın yarattığına, iman etmesi
gerekir.
Buna göre "Kaza ve kader",
insana egemen, olan dairede meydana gelen kulun fiilleri ve eşyalarda
insanın ortaya çıkardıkları özelliklerdir. "Kaza ve
Kader"in hayrının ve şerrinin Allahu Teâla'dan olduğuna
inanmak demek, insanda zorla meydana gelen ve def edemediği
fiillerin ve insanın eşyalarda ortaya çıkardığı
özelliklerin Allahu Teâla'dan olduğuna, bunların meydana
gelmelerinde kulun hiçbir rolünün olmadığına inanmak
demektir. Bu nedenle ihtiyari fiiller yani insanın serbest
iradesi ile yapabildiği fiiller "Kaza ve Kader"
konusunun dışında kalmaktadır. Çünkü insanın serbest
iradesi ile yapabildiği bu fiiller ya insandan kaynaklanır
veya serbest iradesi ile insan üzerinde cereyan eder. Allahu
Teâla insanı, insandaki içgüdüleri ve uzvi ihtiyaçları,
eşyalardaki özellikleri yarattığında insanda temyiz
kabiliyetine sahip aklı da yaratarak insana, bir fiili yapma
veya yapmama serbestisini vermiştir. İnsanı bir fiili
yapmaya veya yapmamaya mecbur bırakmamıştır. Eşyadaki
özellikleri, içgüdüleri ve uzvi ihtiyaçları da bir fiili
yapmaya veya yapmamaya mecbur kılmamıştır. Böylece insan,
Allah'ın kendisine vermiş olduğu mümeyyiz akıl/iyiyi kötüden
ayırt edebilen akıl ile bir fiili yapıp yapmama konusunda
serbest bırakılmıştır. Allah, aklı, şer'i
tekliflerin/sorumlulukların temeli kılmıştır. Bu nedenle
insan, hayır bir fiili yaptığı zaman ona sevap vardır.
Çünkü aklı, Allah'ın emirlerini yerine getirmeyi ve
yasaklarından da sakınmayı seçmiştir. Şer/kötü bir
fiili yaptığında ise insana ceza vardır. Çünkü insan
aklı ile Allah'ın emirlerine muhalefet ederek yapılmasını
yasakladığı bir işi yapmıştır. Bu fiillerden dolayı da
onun cezası haktır ve adildir. Çünkü o, herhangi bir
zorlama olmadan bir fiili yapmada tamamen serbesttir.
"Kaza ve kader"in bununla asla alakası yoktur.
Buradaki mesele kulun kendi fiilini serbestçe yapmasıdır.
Bu nedenle de insan yaptıklarından sorumludur.
"Herkes
kazancına bağlıdır."
|