Rasulullah (s.a.v.) Rabbine kavuştuğunda Kur'an-ı Kerimin tamamının deri,
kemik, ağaç dalları, yapraklar üzerinde yazılı olduğu
ve yine tamamının sahabe-i Kiram (r.anhüm) tarafından
ezberlendiği yüzde yüz kesin delille sabittir. Bir veya
birkaç ayet indiği zaman Rasulullah (s.a.v.) hemen inen ayetlerin önünde yazılmasını emrediyordu.
Aynı zamanda Rasulullah (s.a.v.) vahyi yazmakla görevli olan vahy
kâtiplerinin dışındaki müslümanların inen ayetleri
yazmalarını da engellemiyordu. Müslim'in İbni Mes'ud'dan
rivayet ettiği bir hadise göre
Rasulullah (s.a.v.) şöyle
dedi:
"Benden Kur'an'dan başka bir şey yazmayın. Benden
Kur'an dışında bir şey yazan onu imha etsin."
Vahiy kâtiplerinin yazmış
olduğu Kur'an'ın tamamı sahifelerde idi. Allahu Teâla
Beyyine sûresi 2. ayette şöyle buyurmaktadır.
"Arınmış sahifeleri okuyan Allah katından bir
peygamber"
Yani
Rasül, batıldan temizlenmiş, hak ve adaletle dosdoğru bir
şekilde yazılmış kâğıtları okuyor. Allahu Teâla;
"Sakın; Çünkü bu bir öğüttür. Dileyen onu düşünüp
öğüt alır. O, çok şerefli sahifelerdedir. Yüceltilmiş
ve temizlenmiştir. Kâtiplerin elleriyle. Kıymetli,
saygıdeğer."
Yani bu kitap şerefli sahifelerde sabit,
Allah katında yüksek derecelere sahip, şeytanların
ellerinden temizlenmiş, müttakilerin elleriyle yazılmış
bir öğüttür.
Rasulullah (s.a.v.) mushafın iki kapağı arasında olanların tamamını gözlerinin
önünde yazılmış olarak bıraktı. Abdülaziz b. Rafi'den
dedi ki: "Ben ve Şeddad b. Ma'kıl, İbni Abbas'ın (r.a.)
yanına girdik. Şeddad b. Ma'kıl İbni Abbas'a:
Rasulullah (s.a.v.) bir şey bıraktı mı? diye sordu. İbni
Abbas: İki Kapağın arasındakilerden başka bir şey
bırakmadı dedi. Bu defa Muhammed b. el-Hanefiyye'nin yanına
girdim ve aynı soruyu ona da sorduk. Muhammed b. el-Hanefiyye
İki kapağın arasındakilerden başka hiçbir şey
bırakmadı dedi"
Sûrelerdeki Kur'an ayetlerinin tamamının
indiği zaman Rasulullah (s.a.v.)'in önünde hemen sahifelere yazıldığı
hususunda icma vardır. Büyük Rasül (s.a.v.),
hem Araplar hem de bütün dünya için Rasüle verilen en
büyük mucize olan
Kur'an-ı Kerim hakkında mutmain ve huzurlu bir şekilde
vefat etti. Rasül (s.a.v.) Kur'an ayetlerinden herhangi birisinin
kaybolacağından asla korkmuyordu. Çünkü Allahu Teâla
Hicr sûresi 9. ayette Kur'an-ı muhafaza edeceğini şöylece
bildirmektedir.
"Muhakkak ki
Zikri biz indirdik onun koruyucusu da elbette biziz"
Zira bu ayetler Rasülün gözleri önünde
yazılıyor, sahabenin göğüslerinde/hafızalarında
muhafaza ediliyor ve müslümanların Kur'an-ı yazmalarına
izin veriliyordu. Bu nedenle Sahabe-i Kiram, Rasulullah (s.a.v.)'in
vefatından sonra riddet savaşlarında hafız sahabelerin
öldürülmelerinde çoğalma oluncaya kadar, Kur'an'ın
tamamının bir kitapta toplanılmasına veya Kur'an'ın
yazılmasına ihtiyaç hissetmediler, gerek görmediler.
Riddet (dinden dönenlere ve yalancı peygamberlere karşı
yapılan) savaşlarında birtakım Kurraların vefatı ile
Ömer (r.a.), birtakım Kur'an sayfalarının ve bazı ayetlerin
kaybolabileceğinden korktu ve yazılan sayfaların bir araya
toplanmasını düşündü. Bu düşüncesini Ebu Bekir (r.a.)'e
açtı ve Kur'an'ın toplanması olayı gerçekleşti. Ubeyd.
b. es-Sebbak'tan: Zeyd b. Sabit (r.a.) şöyle dedi:
"Ebu Bekir
Yemâme savaşından sonra beni çağırttı. Yanına
vardığımda Ömer de oradaydı. Ebu Bekir (r.a.):
Ömer (r.a.) bana geldi ve
Yemame savaşında Kur'an-ı ezberleyenlerin pek çoğunun
şehit düştüğünü diğer yerlerde de şehit düşen
kurraların artmasıyla Kur'an'ın kaybolmasından korktuğunu
ve Kur'an'ın toplanılmasını emretmemi uygun gördüğünü
söyledi. Bunun üzerine ben de Ömer (r.a.)'e:
Rasulullah (s.a.v.)'in yapmadığı
bir şeyi nasıl yaparsın? dedim. Ömer: Allah'a yemin olsun
ki bu hayırdır dedi. Ve nihayet bu işe aklım yatıncaya ve
Allah benim göğsümü bu işe açıncaya kadar Ömer bu
görüşünde ısrar etti, birkaç defa tekrarladı ve ben de
Ömer'in görüşüne iştirak ettim, uygun buldum. Zeyd diyor
ki: Ardından da Ebu Bekir bana: Sen, genç, akıllı ve
doğruluğundan şüphe edilmeyen bir adamsın. Sen Rasulullah
(s.a.v.)'in vahiy kâtipliğini yaptın. Kur'an-ı incele ve onu
topla diye emir verdi." Zeyd b. Sabit konuşmasına şöyle
devam ediyor: "Allah'a yemin olsun ki şu dağlardan, bir
dağı, taşımakla görevlendirilmek, bana Kur'an-ı
toplamakla görevlendirilmekten daha ağır gelmezdi. Bu
nedenle Ömer'e Rasulullah (s.a.v.)'in yapmadığı bir işi
yapmaya nasıl cesaret edebilirsin? diye sordum da bunun
üzerine Ömer (r.a.): Vallahi bu hayırdır
dedi. Ömer ve Ebu Bekir (r.anhüma)'in göğsünü açan,
ferahlatan Allahu Teâla bu konuda benim göğsümü de
ferahlatıncaya kadar Ebu Bekir (r.a.) bana müracaat etmeye
devam etti ve ben de onların görüşüne uydum. Ardından da
Kur'an-ı yazılı bulunduğu hurma dallarından, beyaz ince
taşlardan, bez parçaları ve hafızların ezberlerinden
takip ettim. Tevbe sûresinin son ayetlerinden olan; "And
olsun ki size kendinizden bir peygamber gelmiştir.
Sıkıntıya düşmeniz kendisine ağır gelir"
ayetinden Tevbe süresinin sonuna
kadar olan ayet, Ensar'dan Ebu Huzeyme'nin yanında buluncaya
kadar bu işe devam ettim. Bu ayeti ondan başkasında
bulamadım. Derlediğim bu kitap; Ebu Bekir'in yanında ondan
sonra Ömer'in yanında ondan sonra Ömer'in kızı Hafsa
(r.anha)' nın yanında kaldı."
Zeyd'in Kur'an-ı toplaması sadece
hafızlardan alıntılara göre yazmakla gerçekleşmedi.
Zeyd, Kur'an-ı toplarken özellikle getirilen ayetlerin
Rasulullah (s.a.v.)'in önünde yazılmış olması şartına göre
topluyordu. Kendisine arz olunan bir sahifenin bizzat Rasulullah
(s.a.v.)'in gözleri önünde
yazıldığına dair iki şahit getirilmedikçe bir sayfayı
diğer sayfanın yanına koymuyordu. Üstelik aşağıdaki iki
hususu bir arada bulundurmadıkça da bir sayfayı almıyordu.
1-
Sahabelerden birisi tarafından yazılmış olması
2- Sahabeden
birisi tarafından ezberlenmiş olması.
Alınması istenen sahife ile herhangi bir
sahabenin ezberindeki ayet aynı ise yazılı olan sayfa
alınıyordu. Aksi takdirde reddolunuyordu. Bu nedenle Berae
(Tevbe) sûresinin son kısmını Zeyd b. Sabit ezbere
bildiği halde Ensar'dan Ebu Huzeyme'nin yanında buluncaya
kadar almayıp bekledi. Yahya b. Abdurrahman b. Hatib yoluyla
rivayet edildiğine göre: "Ömer (r.a.) ayağa kalktı ve
dedi ki: Kim Rasulullah (s.a.v.)'den Kur'an'dan bir şey aldıysa
onu getirsin."
Bilindiği üzere Kur'an ayetlerini sahifelere, levhalara ve
hurma dallarına yazıyorlardı. Ve iki şahit getirmedikçe
de hiç kimseden bir şey kabul etmiyordu. Bu da gösteriyor
ki Zeyd, Kur'an'ın birtakım şeylerin üzerinde yazılı
olmasıyla yetinmiyor, Zeyd'in kendisi ezbere bildiği halde
yazılı olan ayetlerin Rasulullah (s.a.v.)'den bizzat işitme
yoluyla alındığına dair şahit bulunmadıkça da almıyordu.
Böylece ihtiyatlı davranma hususunda mübalağa yapıyordu.
Toplama işi, Rasulullah (s.a.v.)'in gözleri
önünde yazılan sayfaları iki kapak arasında tek bir
kitapta bir araya getirilmedikçe sona erdirilmedi. Kur'an,
sahifelerde yazılı halde idi. Ancak dağınık bir halde
olduğu için Ebu Bekir (r.a.) onu bir yerde topladı. Bu nedenle
Ebu Bekir (r.a.)'in Kur'an'ın toplanmasında yaptığı iş
Kur'an'ın tek bir mushafta yazılması işi olmayıp bilakis
Rasulullah (s.a.v.)'in gözleri önünde yazılmış olan
sayfaların bir mekânda toplanmasıdır. Toplanan bu
sayfaların doğruluğunun desteklenmesi ve bundan emin olamak
için de getirilen sayfaların hem Rasulullah (s.a.v.)'in
gözleri önünde yazıldığının
iki şahitle ispatlanmış olması şartı hem de sahabeler
tarafından ezberlenmiş olması şartı aranıyordu. Bu
sahifeler hayatı boyunca önce Ebu Bekir'in yanında, sonra
Ömer'in yanında sonra da Ömer'in vasiyeti üzere kızı ve
Mü'minlerin annesi Hafsa (r.anha)'nın yanında muhafaza
edildi. Buradan da anlaşılmaktadır ki Ebu Bekir (r.a.)'ın
Kur'an-ı toplaması, ancak Rasulullah (s.a.v.)'in önünde yazılan
sayfaların toplanmasından ibarettir. Kur'an'ın
hıfzedilmesi ise Kur'an'ın ezberlenmesi demek değil, ancak
çeşitli şeyler üzerine Rasulullah (s.a.v.)'in gözleri önünde
yazılı olan sahifelerin korunması demektir. Kur'an'ın
üzerine yazılı olduğu şeyleri toplamak ve muhafaza
altına almak ise ancak Rasulullah (s.a.v.)'den
nakledilenin aynen nakledildiğinin tekidinde mübalağalı ve
ihtiyatlı davranmak içindir. Ama Kur'an'ın
bizzat kendisi sahabenin göğüslerinde korunmuş ve
ezberlerinde de toplanmıştı. Ezbere olan güven onların
çoğunluğuna dayanmaktadır. Çünkü tamamen veya kısmen
Kur'an-ı ezberleyen birçok kişi vardı.
Buraya
kadar yapılan açıklama Ebu Bekir (r.a.) döneminde Kur'an'ın
toplanması açısından yapılan açıklamalardı. Osman (r.a.)'ın halifeliğinin ikinci veya üçüncü yılında gerçekleştirdiği
Kur'an-ı toplama işine gelince: Hicretin 25. yılında Şam
halkıyla beraber Ermenistan'da
ve Irak halkıyla beraber de Azerbaycan'da savaşan Huzeyfe
İbn el Yemân, insanların Kur'an'ı okumadaki
ihtilaflarından korkmuş bir halde Medine'de Osman (r.a.)'nın
yanına geldi. Bulunduğu yerlerde Şam halkının Kur'an'ı
Irak halkının işitmediği bir tarzda Ubey b. Ka'b'ın
kıraatıyla okuduklarını, Irak halkının da Şam
halkının işitmediği bir tarzda Abdullah b. Mesud'un
kıraatıyla okuduklarını ve kıraat ihtilafı nedeniyle
birbirlerini tekfir ettiklerini gördü. Her iki grup da
Bakara sûresindeki 196. ayeti kerimeyi farklı okuyorlardı.
Birinin ayeti kerimeyi
şeklinde diğerinin ise;
şeklinde okumaları
Huzeyfe İbn el Yemân'ı çok kızdırmış ve gözlerini kan
çanağına çevirmişti. Yine Huzeyfe'den rivayeten: "Kufe
halkı İbni Mesud'un
kıraatını, Basra halkı da Ebu Musa El Eşari'nin
kıraatının doğru olduğunu söylüyordu. Allah'a yemin
olsun ki eğer Mü'minlerin emirinin yanına vardığımda bütün
kıraatların tek bir kıraat haline döndürmesini ona
emrettireceğim dedim ve Osman'ın yanına vardım."
İbn Şihab Enes b. Malik'den şunu rivayet ediyor: "Ermenistan
ve Azerbaycan fethinde Suriye ve Iraklılarla beraber savaşan
ve onların Kur'an-ı farklı şekillerde okumalarından
korkan Huzeyfe İbni el-Yeman Osman (r.a.)'a
gelerek: "Ey Mü'minlerin
emiri; bu ümmet, Yahudi ve Hıristiyanların kitaplarında
ihtilaf ettikleri gibi kitaplarında ihtilaf etmeden, helak
olmadan onlara yetiş, işin icabına bak." dedi. Bunun
üzerine Osman (r.a.), Ömer (r.a.) ın kızı Hafsa (r.anha)'ya haber göndererek elinde bulunan
mushaftan başka nüshalar çıkartacağını ve çoğaltma
işi bittikten sonra da asıl nüshayı kendisine iade
edeceğini söyleyerek elindeki nüshayı istedi. Hafsa
(r.anha) da nüshayı Osman'a gönderdi. Osman (r.a.),
Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Zübeyr, Said b. As ve Abdurrahman
b. Haris b. Hişam'dan oluşan heyete Kur'an-ı çoğaltmalarını
emretti. Osman (r.a.), Zeyd'in dışındaki Kureyş'li üç kişiye:
Kur'an hakkında Zeyd ile herhangi bir ihtilafa düşerseniz
Kureyş lehçesi ile yazınız. Çünkü Kur'an, Kureyş lehçesiyle
nazil olmuştur dedi. Onlar da Osman'ın dediği gibi
yaptılar. Heyet istenilen nüshaları hazırladıktan sonra
asıl nüsha Osman (r.a.) tarafından Hafsa (r.anha)'ya iade
edildi. Ve çoğaltılan nüshaların her birinden önemli
merkezlere birer nüsha gönderilerek çoğaltılan nüshaların
dışındaki bütün nüshaların yakılması halife
tarafından emredildi."
Çoğaltılan nüshalar yedi taneydi.
Bunlar sırasıyla Mekke'ye, Şam'a, Yemen'e, Bahreyn'e,
Basra'ya ve Kufe'ye birer adet gönderildi. Bir nüsha da
Medine'de bırakıldı.
Bu nedenle Osman (r.a.)'ın
yaptığı iş Kur'an'ın toplanması işi değil, Rasulullah (s.a.v.)'den alındığı şekilde Kur'an-ı olduğu gibi aynen
nakletme ve çoğaltmak işidir. Osman (r.a.) Hafsa (r.anha)'nın yanında muhafaza edilmekte olan nüshadan
yedi adet çoğaltmaktan başka hiçbir şey yapmamıştır. Bütün
insanları bu çizgide toplamıştır. Bu nüshanın
yazıldığı şeklin dışında herhangi bir hat veya imla
ile Kur'an-ı yazmaktan insanları men etmiştir. Böylece yazı
ve imla olarak bu nüshada karar kılındı. Bu hat ve imla
vahiy indiği zaman Rasulullah (s.a.v.) gözleri önünde yazılan sahifelerdeki hattın ve imlanın
ve Ebu Bekir (r.a.)'in topladığı nüshanın da aynısıydı.
Sonra da müslümanlar bu nüshadan çoğaltmaya başladılar.
Böylece ortada yalnızca Osman'ın mushafının yazı şekli
kaldı. Matbaa icad edildiğinde ise aynı hat ve imla ile bu
nüshaya göre Kur'an-ı Kerimler basılmaya başlandı.
Ebu Bekir (r.a.) in Kur'an-ı toplaması ile Osman'ın Kur'an-ı toplaması
arasında şöyle bir fark vardır: Ebu Bekir (r.a.) Kur'anı
taşıyanların/hafızların ölmeleriyle Kur'an'dan bir
şeyin kaybolacağından korktu. Her ne kadar Kur'an'ın
tamamı sahifelerde yazılı idi ise de tamamı tek bir kitap
halinde bir yerde toplanmış değildi. Bu nedenle Ebu Bekir
Kur'an-ı sahifelerde bir araya getirdi. Arap lügatının
genişliği nedeniyle Kur'an kıraatlarındaki
farklılıkların çoğalması ve insanların birbirlerini
Kur'an-ı hatalı okumakla suçlamaları, Osman (r.a.)'da işin
daha da kötüye gitmesi endişesini artırdı ve bu mushaflar
tek bir mushafta çoğaltıldı. Bu nedenle şu anda elimizde
bulunan mushaf, Rasulullah (s.a.v.)'e
inen mushafın ve Rasulullah (s.a.v.)'in önünde yazılan
sahifelerin bizzat aynısıdır. Ve yine şu anda elimizde
bulunan Mushaf, Ebu Bekir (r.a.)'ın bir araya getirip tek bir
mekânda muhafaza altına aldığı, Osman (r.a.)'ın da bu nüshadan
yedi nüsha olarak çoğalttığı ve bu yedi nüshanın
dışındakilerin yakılmasını emrettiği, yazısı ile
imlasıyla ayetlerinin ve sûrelerin tertibiyle Ebu Bekir (r.a.)
zamanında bir araya toplanan mushafın aynısıdır.
Rasulullah (s.a.v.)'in
vahyin gelişine göre yazdırdığı, Ebu Bekir (r.a.) in toplayıp bir araya
getirdiği ve buna göre de mushafın çoğaltıldığı ilk nüsha
Medine valisi Mervan zamanına kadar mü'minlerin annesi Hafsa
(r.anha)'nın yanında muhafaza edildi. Mervan, Medine valisi
olduğu dönemde mushaf nüshalarının her yerde yaygın
halde bulunduğu ve ilk nüshaya artık lüzum kalmadığı
gerekçesiyle ilk nüshayı, müminlerin annesi Hafsa'dan
alarak imha ettirdi. İbn Şihab'dan: "Salim b.
Abdullah b. Ömer bana şöyle haber verdi: Mervan,
Muaviye'nin Medine valisi olduğu dönemde Hafsa (r.anha)'dan
Kur'an'ın yazıldığı
sayfaları istedi. Ancak Hafsa yanındaki sayfaları vermeyi
reddetti. Salim dedi ki: Hafsa vefat ettiğinde biz onu
defnedip döndükten sonra, Mervan Abdullah b. Ömer'e Hafsa (r.a.)'nın yanındaki sayfaların kendisine gönderilmesi
hususunda ısrar etti. Abdullah b. Ömer de bu sayfaları gönderdi.
Mervan bunların imha edilmesini emretti. Ve bu sayfalar
yırtılıp yok edildi. Bu hareketini de şöyle
nedenlendirdi: "Ben bu işi, zamanla insanların bu
sayfalar hakkında şüpheye düşmelerinden korktuğum için
yaptım." |