Kur'an manalarına delalet ederek efendimiz
Muhammed (s.a.v.)'e indirilen lafızdır. Kur'an hem lafzı hem de
manası ile Kur'an'dır. Yalnızca mana Kur'an olarak
isimlendirilemeyeceği gibi, mana olmaksızın yalnızca
lafız da Kur'an sayılmaz. Çünkü lafızda asıl durum
belirli manaya delalet etmesidir. Bu nedenle Kur'an,
lafzının vasfı ile nitelendirilmiştir. Allahu Teâla
Kur'an'ın Arapça olduğunu bildirmiştir.
"Hakikat biz onu (Kur'an-ı) Arapça bir Kur'an olarak
indirdik"
"Bu Kur'an ayetleri uzun uzun açıklanmış, Arapça bir
kitaptır"
"(Onu her türlü) çelişki ve ihtilaftan uzak,
dosdoğru, Arapça bir Kur'an olarak indirdik"
"Sana
Arapça bir Kur'an vahyettik"
"Şüphesiz ki biz Kur'an-ı Arapça kıldık"
Arapça, Kur'an'ın manalarının değil
lafızının niteliğidir, vasfıdır. Çünkü Kur'an'ın
anlamları, Araplığa yönelik değil insanlığa yönelik
manalar içerir. Kur'an sadece Araplara ait bir kitap değil bütün
insanoğluna ait bir kitaptır. Ancak Allahu Teâla'nın;
"İşte böylece biz onu, Arapça bir hüküm olarak
indirdik"
ayeti
Arap diliyle ifade edilen bir hikmet olarak indirdik anlamına
gelmektedir. Yoksa ayet Arapça bir hikmet anlamına
gelmemektedir. Yalnızca Arapça Kur'an'ın lafzının
niteliğidir. Lafzı yalnızca Arapça olarak
nitelendirilebilir. Ne mecazi olarak ne de gerçekte Kur'an
Arapçanın dışında başka bir isimle isimlendirilemez. Bu
nedenle Kur'an'ın bir kısım anlamlarının Arap lügatının
dışında yazılmasına Kur'an denilmesi doğru değildir.
Kur'an'ın Arapça oluşu kesindir ve lafzı da yalnızca Arapçadır.
Peygamber (s.a.v.)'e
verilen başka mucizelerin varlığı ile beraber Kur'an
Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğinin mucizesidir. Bizzat
Kur'an'da ve sahih hadislerde de geçtiği gibi efendimiz
Muhammed (s.a.v.)'in elinde başka mucizeler olduğu halde o,
bunlarla değil yalnızca Kur'an'la herkese meydan okumuştur.
Bu nedenle Kur'an, indiği günden kıyamete kadar geçen
süreçte Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini ispatlayan bir
mucizedir diyoruz. Kur'an, Arapları benzerini getirmekten
aciz bıraktı ve benzerini getirmeleri için onlara meydan
okudu. Allahu Teâla onlara meydan okurken şöyle dedi:
"Şayet siz, kulumuza indirdiğimizden şüphe ediyorsanız
haydin ona benzer bir sûre de siz getirin. Allah'tan başka
şahitlerinizi de çağırın. Eğer doğru söyleyenlerdenseniz"
"De ki onun sûrelerine benzer
bir sûre meydana getirin. İddianızda samimi iseniz
Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın"
"Yoksa
onu kendisi mi uydurdu diyorlar öyle mi? De ki: Eğer doğru
söylüyorsanız haydin öyleyse onun sûrelerine benzer
uydurma on sûre getirin. Hem Allah'tan başka çağırabileceklerinizi
de çağırın"
Meydan okuyanın onlara yaptığı bu
meydan okuyuş onlara ulaştı ve onlara ayetteki şu ifade
ile de;
"De ki insanlar ve cinler birbirine yardımcı olarak bu
Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya
gelseler and olsun ki yine de benzerini ortaya
koyamazlar"
Siz onun benzerini getiremezsiniz dedi.
Kur'an benzerini getirmek için çağrıda bulunduğu
kimseleri benzerini getirmekten aciz bıraktı. Onların
acizliği tevatür yoluyla sabittir. Tarihi süreçte de
onlardan herhangi birinin onun benzerini getirebildiği görülmemiştir.
Bu meydan okuma yalnızca hitap ettiği
Arap kavmine ait bir meydan okuma değil kıyamete kadar bütün
herkese yapılan meydan okumadır. Çünkü sebebin hususi
olmasına değil, lafzın umumiliğine itibar edilir. Kur'an
indiği günden kıyamete kadar bütün insanlara benzerini
getirmeleri hususunda meydan okumaktadır. Bu nedenle Kur'an
ne yalnızca Rasül (s.a.v.) zamanındaki Araplara ait bir mucize
ne de herhangi bir zaman ve mekândaki Araplara ait bir mucize
olmayıp bütün insanlara ait bir mucizedir. Bu meydan
okumada zaman itibariyle hiçbir fark yoktur. Çünkü hitap
bütün insanlaradır. Allahu Teâla: "Seni ancak bütün insanlara
gönderdik"
buyurmaktadır.
Çünkü meydan okuma ayeti geneldir.
"Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın"
Bu ayet bütün
insanları kapsamaktadır. Zira Allahu Teâla ayetle insanların
ve cinlerin hep birlikte aciz kaldıklarını haber
vermektedir.
"De ki: İnsanlar ve cinler, bu Kur'an'ın bir benzerini
ortaya koymak içi bir araya gelseler
yine de benzerini getiremezler"
Araplar da bütün insanlık alemi de
Kur'an'ın benzerini getirmekten aciz kaldılar. Çünkü bu
özellik yalnızca Kur'an'a has bir özelliktir. Araplar
Kur'an-ı işittikleri zaman, onun belağatıyla, çekiciliğiyle
hemen ona yöneliyorlar ve cazibesine kapılıyorlardı.
Hatta, Velid b. Muğire Rasulullah (s.a.v.)'den dinlediği Kur'an
hakkında insanlara şöyle diyordu. "Allah'a yemin
olsun ki sizden hiçbiriniz şiir çeşitlerini, kasidesini
benim kadar, benden daha iyi bilemez. Allah'a yemin olsun ki
onun söylediği bunlardan hiç birine benzemiyor. Vallahi
onun söylediği sözlerde bir tatlılık, ferahlık var. Onun
söylediği sözün dalları yaprak verirken kökü bereket
saçıyor. O yücedir ondan daha üstünü yoktur"
İşte Velid b. Muğire Kur'an'a inanmamasına ve küfründe
direnmesine rağmen Kur'an hakkında böyle itiraflarda
bulunuyordu. Zira icaz Kur'an'ın kendinden gelmektedir.
Çünkü Kur'an, dinleyenleri ve Kıyamete
kadar dinleyecek olanları da cezbedecektir. Onun tesirindeki
ve belağatındaki kuvvetten dolayı şaşıracaklardır.
Hatta şu ayetlerde olduğu gibi tek bir cümle dahi olsa yalnızca
Kur'an-ı dinlemeleri onları etkileyecek ve
şaşırtacaktır,
"Halbuki kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun
avucundadır"
"Kimindir bugün mülk?"
"Eğer
bir kavmin hıyanet etmesinden korkarsan; sen de onlara
karşı aynı şekilde davran"
"Ey insanlar, Rabbinizden
sakının. Doğrusu kıyamet saatinin sarsıntısı büyük
şeydir. Onu göreceğiniz gün; emzikli emzirdiğini unutur,
her yüklü yükünü düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün.
Oysa sarhoş değildirler, ama Allah'ın azabı pek
çetindir"
İşte böylece Kur'an'ın lafızları,
üslubu, anlatmak istedikleri, insanın bütün benliğini
sarar ve insanı çepeçevre kuşatır.
Kur'an'ın icazı, fesahatında,
belağatında, yüksekliğinde dehşet verici dereceye çıkmasıyla
açık ve net bir şekilde ortadadır. Bu özellik Kur'an'ın
mucizevi üslubunda tecelli etmektedir. Kur'an'ın
üslubundaki açıklık, kuvvet ve güzellik beşeri kendisine
ulaşmaktan aciz bırakmaktadır.
Kur'an'ın üslubu ahenkli lafızlarla düzenlenmiş
manalardır. Veya lügat ifadeleri ile manaları tasvir etmek
için açıklama keyfiyetidir. Üslûbdaki açıklık, kendisi
ile yerine getirilen ifadede, anlatılmak istenen manaların
belirgin bir şekilde ortaya konulması ile olur. Şu ayette
olduğu gibi:
"Küfredenler dediler ki: Bu Kur'an-ı dinlemeyin, onun
hakkında yaygaralar yapın, belki galip gelirsiniz"
Üslûbun kuvveti, anlatılmak istenen
manayla uyumlu kelimelerin seçilerek mananın ifade edilmesi
ile gerçekleşir. İnce anlam, ince bir lafızla anlatılır.
Kalın anlamlar aynı türden lafızlarla ifade edilir.
Hoşlanılmayan anlamlar hoş olmayan kelimelerle ifade
edilir. Bunlara örnek verecek olursak:
"Orada
karışımı zencefil olan bir kadehten de içirilirler. Orada
bir pınar vardır ki selsebil adı verilir"
"Şüphesiz ki cehennem bir gözetleme yeridir. Orası
azgınların varacağı yerdir. Orada çağlar boyu
kalacaklardır."
"Öyleyse bu insafsız (adaletsiz) bir
paylaşımdır"
"Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşeklerin
sesidir"
Üslûb güzelliği cümlede veya
cümlelerde anlam ve lafız bütünlüğünü sağlamaya götürecek
manaya en uygun ve en net ibarelerin seçilmesi ile gerçekleşir.
Tıpkı şu ayeti kerimede olduğu gibi:
"Kâfirler bir zaman gelir ki müslüman olmayı
isteyeceklerdir. Bırak onları yesinler, eğlensinler ve
kendilerini oyalayadursunlar. Sonra öğreneceklerdir. "
Kur'an-ı inceleyen kimse, üslûbundaki
açıklık, kuvvet ve güzellikle zirveye, yücelerin
yücesine ulaştığını görür. Şu ayetteki açıklığı,
anlatım gücünü ve güzelliği bir dinle:
"İnsanların öyleleri vardır ki bilmeden, doğruya götüren
bir rehberi olmadan, aydınlatıcı bir kitabı bulunmadan
Allah hakkında tartışmaya girer. Allah yolundan saptırmak
için, kibirlenerek yanını eğip büker"
"Bunlar
çekişen iki düşman gruptur. Rableri hakkında çekişmişlerdir.
O küfredenler için ateşten elbiseler kesilmiştir.
Başları üstünden de kaynar su dökülecektir. Bununla karınlarındakiler
ve derileri eritilir. Demir kamçılar da onlar içindir. Ne
zaman oradan, oradaki ıstıraptan çıkıp kurtulmak
isteseler her defasında oraya geri çevrilirler. Yakıcı
azabı tadın denir"
"Ey insanlar bir misal verildi, şimdi onu dinleyin: Şüphesiz
ki Allah'ı bırakıp ta taptıklarınız bir araya gelseler
bir sinek bile yaratamazlar. Ama sinek onlardan bir şey kapsa
bunu da ondan kurtaramazlar. İsteyen de istenen de aciz"
Kur'an'ın kendisine ait özel bir ifade
tarzı vardır. Kur'an'ın nazmı (ayetleri) ne kafiyeli,
vezinli şiir metoduna göredir ne de normal düz yazı
stiline göredir. Kur'an'ın nazmı şiir ile nesir
karışımı veya aynı şekli kullanan bir düz yazı metodu
ile de değildir. Kur'an'ın metodu, daha önce Araplar tarafından
bilinmeyen, Araplara ait olmayan bizzat Kur'an'ın kendisine
ait bir metoddur.
Araplar Kur'an'dan etkilenmelerinin
şiddeti ile, Kur'an'ın bu icaza nereden ve nasıl
ulaştığını bir türlü anlayamamışlardır. Bu nedenle
de;
"Bu apaçık bir sihirdir"
Kur'an
bir şair sözüdür veya bir kâhinin sözüdür diyorlardı.
Bu nedenle Allahu Teâla onların bu sözlerine şöyle cevap
verdi.
"Ve o, bir şair sözü değildir. Ne de az
inanıyorsunuz? Bir kâhin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz?"
Kur'an'ın özel bir tarzının bulunduğu,
eşsiz bir dokuya sahip olduğu bütün aydınlığı ile açıkça
ortadadır. Bu arada şu iki ayete bir bakalım.
"Rüsvay etsin ve sizi onlara karşı üstün kılsın ve
müminler topluluğunun göğüslerini ferahlandırsın"
"Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe asla birre erişemezsiniz"
Her iki ayette
de şiir üslûbuna yakın bir nesir özelliği vardır.
Bunları bir şiir şeklinde sıralayacak olursak ortaya şöyle
bir şiir çıkar:

Ancak bu iki ayet bir şiir değildir,
fakat eşsiz bir nesir çeşididir. Aynı zamanda Kur'an'ın
bu türden bir nesirin yanında aşağıdaki ayetlerde de görüleceği
üzere şiirden tamamen uzak bir nesiri de bünyesinde taşıdığını
görürüz.
"And olsun göğe ve Tarık'a, nereden bileceksin sen
Tarık'ın ne olduğunu? O kayıp delen yıldızdır. Hiç bir
nefis yoktur ki mutlaka onun üzerinde bir gözeten bulunmasın.
Şu halde insan bir baksın neden yaratılmıştır? O
atılıp dökülen bir sudan yaratılmıştır. Bel kemiği
ile göğüslerin arasından çıkar"
"Biz hiç bir peygamberi Allah'ın izniyle itaat
edilmekten başka bir gaye ile göndermedik. Onlar kendilerine
yazık ettikleri zaman sana gelip
Allah'tan mağfiret
dileseler ve peygamberleri de onlara mağfiret dileseydi
elbette Allah'ı Tevvab ve Rahim olarak bulacaklardı. Hayır,
rabbine and olsun ki; aralarında çekiştikleri şeyde seni
hakem tayin edip sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı
içlerinde bir sıkıntı
duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olamazlar."
Paragraf uzadıkça ayetler tek bir nefeste
okunur. Aşağıdaki ayetlerde ise paragraf ve nefes nesirde
kısalır.
"And
olsun güneşe ve aydınlığa, ardından gelmekte olan ay'a,
onu açığa çıkardığında gündüze, örtüp bürüdüğünde
geceye"
Her iki sûredeki ayetlerde de paragraf
paragraf nesir bulunduğu halde birisi uzun bir
nefesle okunmakta diğeri
ise kısa bir nefesle okunmaktadır. Bir de bakıyorsunuz
ayetler mürsel nesirin zirvesinde seyrediyor;
"Ey peygamber, ağızlarıyla inandık dedikleri halde
kalpleriyle inanmayanlardan, Yahudilerden, yalana kulak
verenler ve sana gelmeyip
başka bir kavmin sözünü dinleyenlerden küfre koşanlar
seni üzmesin. Sözlerin yerlerini değiştirirler de; size bu
verilirse alın, verilmezse kaçının derler. Allah kimin de
fitneye düşmesini isterse; onun için senin Allah'a karşı
hiçbir şeye gücün yetmez. İşte onlar Allah'ın
kalplerini temizlemek istediği kimselerdir. Dünyada rüsvalık
onlaradır. Ve onlar için ahirette büyük bir azap vardır."
Yine kafiyeli nesirin de
zirvesindedir Kur'an: "Ey örtüye bürünen, kalk ve
uyar. Rabbini de tekbir et. Elbiselerini temiz tut.
Kötü şeylerdense sakın. Çok görerek başa kakma. Rabbin
için sabret"
Aşağıdaki ayetlerde olduğu gibi cümle
çiftlerinin birbiri ile uyumluluğunu sağlamada Kur'an'ın
kendi üslûbunda yüceldiğini bulursunuz:
"Çokluk ile böbürlenmeniz
sizi öylesine oyaladı ki; mezarlıkları bile ziyaret
ettiniz. Hayır, ilerde bileceksiniz. Hayır,
ilerde bileceksiniz. Hayır, eğer kesin bir bilgi ile
bilseydiniz. And olsun ki cehennemi muhakkak göreceksiniz."
Aşağıdaki ayetlerde ise cümle çiftlenişinin
uzadığı görülmektedir.
"Kahrolası insan, ne kadar da nankördür! Allah onu
hangi şeyden yarattı? Nutfeden onu yarattı, ona biçim
verdi. Sonra onun yolunu kolaylaştırdı. Sonra onu
öldürdü, kabre koydu. Sonra dilediği zaman onu yeniden
diriltir. Hayır emrettiğini yapmadı. İnsan yiyeceğine
baksın. Biz suyu döktükçe döktük. Sonra toprağı güzelce
yararak Orada taneler, üzümler, yoncalar,
zeytinler, hurmalar, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler
ve çayırlar bitirdik."
Belirli
bir kafiye kullanımında devam ederken bir de bakıyorsunuz
ki bir başka kafiye kullanımına dönüşüm yapıyor.
Tıpkı şu ayetlerde olduğu gibi:
"Sur'a üflendiğinde;
işte o gün, zorlu bir gündür. Kâfirler için hiç de
kolay değildir"
ifadelerini
kullanırken doğrudan doğruya hemen sonraki ayetlerde başka
kafiyeye değişim yapıyor.
"Bırak
beni ve yarattıklarımı tek başına. Kendisine bol bol mal
verdiğimi, görülen oğullar verdiğimi ve onun için yaydıkça
yaydığımı. Sonra daha da artırmamı umar o. Hayır;
çünkü o, ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi. Ben onu
sarp bir yokuşa sardıracağım"
Bu kafiyelerin kullanıldığı ayetlerden
sonra doğrudan doğruya başka kafiyelerin kullanıldığı
ayetlere geçiş yapıyor:
"Doğrusu
o, düşündü ve ölçüp biçti. Canı çıkası nasıl da
ölçüp biçti. Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı,
suratını astı. Sonra da sırt çevirip büyüklük tasladı"
İşte böylece Kur'an ayetlerinin tamamı
dikkatlice incelendiğinde her çeşidiyle ne Arap şiiri ve
nesirinde kullanılan üslûba ne Arapların kullandığı sözlerden
herhangi bir söze ne de herhangi bir beşerin sözüne
hiçbir şekilde benzemediği ve onlarla uzaktan yakından
ilgisi olmadığı görülür.
Daha sonra Kur'an'ın açık kuvvetli ve güzel
üslûbunun bir çok manaları ifade etme keyfiyeti açısından
en ince tasvir ile ifade ettiğini görebilirsin. Şu
ayetlerde olduğu gibi mananın çok ince olduğunu
hissedersin.
"Şüphesiz
ki müttakiler için kurtuluş vardır. Bahçeler ve bağlar.
Göğüsleri tomurcuklanmış kızlar. Ve dolu kâseler"
Dikkat edildiğinde ayetlerin ince
lafızlardan ve yumuşak cümlelerden meydana geldiği görülür.
Bunun yanında aynı sûre içerisinde geçen şu ayetlerde
kullanılan lafızların ve cümlelerin sert ve kalın
ifadelerden meydana geldiği görülmektedir:
"Şüphesiz ki cehennem, bir gözetleme yeridir. Azgınlar
için varılacak bir yer. Sonsuz devirler boyunca orada
kalacaklardır. Orada serinlik ve içecek tadamayacaklardır.
Sade kaynar bir su ve bir de irinden başka"
Yine aşağıdaki ayetlerde olduğu gibi
sevgi dolu ifadelerin sevgi dolu lafızlarla ifade edildiğine
şahit olunur.
"Ana-babasını tahtın üzerine çıkarıp oturttu.
Hepsi onun için secdeye kapandılar"
Şu ayetlerde olduğu üzere, çirkin olan
manaya yönelik bir anlam ancak uygun bir lafızın
kullanımı ile mümkün olabilmektedir.
"Demek erkekler sizin, dişiler O'nun mu? Öyleyse bu
insafsız bir paylaşma"
"Sesini kıs. Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşeklerin
sesidir"
Bu manaları aktarırken, belirten
manaları ifade edecek kelimeleri seçiyordu. Böylece
seçilen kelimeler, manaları tasavvur eden ve idrak eden
kişide adeta bir zil sesi gibi içini hareketlendiren ses ve
tona sahip kelimeler haline geliyordu. Bu nedenle bu
anlamlardaki derinliği ve ifadedeki belağatı idrak eden
dinleyici bu durum karşısında huşu ile eğiliyordu. Hatta
küfründe inat etmelerine rağmen Arap belağatlarından, düşünürlerinden
bazıları bu ifadeler karşısında secdeye
kapanacak olmuşlardır.
Sonra yine Kur'an'ın lafızlarını ve cümlelerini
dikkatlice inceleyen kimse harflerin yerleştirilmesinde,
harflerin çıkış mahreçlerinde bir kelimede veya cümlede
mahreç yakınlığının varlığını ve bu uyumun
sağladığı ses güzelliğini gözlemler. Çünkü harfler
arasında mahreç yakınlığı olmazsa yani mahreçler
birbirinden uzak olursa, harfler ve cümleler arasındaki geçiş
zorlaşır. Aynı zamanda müzikte gerekli tekrarlarda olduğu
gibi tekrarlarında kulağa hoş gelen hafif bir mahreçten çıkan
hoş bir harf kullanılmıştır. Bu nedenle
kelimesi
yerine
kelimesini ve
kelimesi yerine
kelimeleri kullanılıyor. Mahreçleri birbirinden uzak
harflerin meydana getirdikleri bir kelime ile uygun bir mana
ifade edilebiliyor, başka bir manaya da yol açmıyorsa
kelimesinde olduğu gibi uygun olan kelime kullanılmaktadır.
Örneğin;
kelimeleri
kelimesi ile aynı manaları ifade ettiği halde
kelimesi kullanılmıştır. Kelimelerin kullanımında bu
incelikle beraber, bazı ayetlerde bazı harflerin tekrar
tekrar kullanıldığını görmek mümkündür. Örneğin
Ayete'l Kürsi'deki lam harfi yirmi üç defa tekrarlanmasına
rağmen bu tekrar kulakta hoş bir etki bırakmakta hatta ve
hatta dinleyenin dikkatini çekmekte ve dinleme isteğini
artırmaktadır.
İşte böylece Kur'an'ın özel bir tarza
sahip olduğunu, her anlamın, kendine uygun olan lafızlarla
indiğini, çevresindeki lafızlarla ve beraberindeki
anlamlarla uyum halinde olduğunu görebilirsin. Bu özellikte
hiçbir ayette farklılık göremezsin. Kur'an'ın hiçbir beşerin
sözüne benzememesi ve hiçbir beşerin sözünün de Kur'an'ın
sözüne benzememesinden dolayı özel bir tarza sahip olan
Kur'an'ın üslûbundaki icaz gayet açıktır. Yine indirilen
manalara uygun lafızların ve cümlelerin kullanılması açısından
olsun, belağatını ve manalarındaki derinliği idrak
edebilenlerin kulaklarında yankılanan lafızları
karşısında Kur'an'ın önünde boyun eğib adeta secdeye
kapanır gibi olanlar açısından olsun, ister manalarındaki
derinliği ve belağatını idrak edemeyip ancak onun
lafızlarındaki uyumun, inceliğin karşısında Kur'an'ın
esiri olan, ister istemez dinleyenin kendisine boyun eğmesi açısından
olsun, Kur'an'ın icazı açıktır. Bu nedenle Kur'an
mucizedir ve mucizevi özelliği kıyamete kadar da devam
edecektir.
|