Sünnet ve hadis aynı manaya gelir. Sünnetten
kasıt Rasulullah (s.a.v.)'den bize ulaşan söz, fiil ve
ikrarlardır. Sahabeden mevkufen bize ulaşanlar da sünnetten
sayılır. Çünkü Sahabe Rasulullah (s.a.v.)
ile birlikte yaşıyorlar,
onun sözlerini dinliyorlar, onun davranışlarına şahid
oluyorlar, onu görerek ve işiterek onunla konuşuyorlardı.
Hadis, şer'i bir nass sayılır. Çünkü
Allahu Teâla;
"Rasül
size neyi verdiyse onu alın sizi neden alıkoyduysa ondan da
sakının"
"O hevasından
bir şey söylemez, onun söylediği ancak vahiydir. Onu müthiş
kuvvetli olan öğretti"
Birçok ayet mücmel olarak gelmiştir.
Hadis gelip onların ayrıntılarını göstermiştir.
Namazın vakitlerini ve kılınış keyfiyetini Nebi (s.a.v.)'in
fiili açıklığa kavuşturmuştur. Namaz gibi daha birçok
hüküm Kur'an'da mücmel olarak gelmiş ve Rasulullah (s.a.v.)
bu mücmelleri açıklamıştır. Allahu Teâla Kur'an'da şöyle
buyurmaktadır.
"Sana da
insanlara indirileni açıklayasın diye bu zikri
indirdik"
Sahabe Allah onların hepsinden razı
olsun- Nebi (s.a.v.)'in sözlerini dinlediler, onun fiillerine
ve hallerine şahid oldular. Bir ayeti anlamada veya ayetin
tefsirinde veya hükümlerden bir hükümde ihtilafa düştükleri
zaman şüphelerini, ihtilaflarını gidermek, aydınlığa
kavuşturmak için peygamberin hadislerine dönüyorlardı.
Başlangıçta Müslümanlar hadis konusunda, hadislerin yazılmasına
önem vermeden ezberlemek ve kalplerde zaptetmekle
yetiniyorlar, Allah'ın kitabını ezberledikleri gibi
hadisleri de ezberliyorlardı. İslâm yayılıp yerleşim
yerleri genişlediğinde Sahabeler çeşitli bölgelere dağıldı,
onların büyük bir kısmı öldü ve zapt azaldı. Bu
nedenle hadislerin tedvinine, yazıyla tesbitine şiddetle
ihtiyaç hissedildi.
Hadis tedvini/yazımı Sahabe asrına kadar
uzanır. Çünkü bir çok Sahabe hadisleri yazıyor ve
yazdıklarını okuyordu. Ebu Hüreyre'nin şöyle dediği
rivayet edilir. "Nebi (s.a.v.)'in
ashabı içinde benden daha çok hadis bilen yoktur. Ancak
Abdullah b. Ömer müstesna. O, hadisleri yazıyordu ben ise
yazmıyordum" Fakat hadisleri
yazan Sahabeler çok az
sayıda idiler. Sahabenin büyük bir kısmı İslâm'ın
başlangıç yıllarında hadis yazımından alıkonmakla
beraber onlar hadisleri göğüslerinde muhafaza ediyorlardı.
Söyledikleri şeyler hakkında da bilgi sahibi idiler, ne
dediklerini biliyorlardı. Müslim sahihinde Ebu Said
el-Hudri'den şu hadisi rivayet etmektedir. "Rasulullah (s.a.v.)
şöyle dedi: "Benden
Kur'an'ın dışında hiçbir şey yazmayın. Kim Kur'an'ın
dışında benden bir şey yazmışsa onu imha etsin. Benden
duyduklarınızı başkalarına ulaştırmanızda bir sakınca
yoktur"
"Bile bile bana yalan isnad eden
kimse, cehennemdeki yerini hazırlasın"
Bu nedenle Sahabe hadis yazımından sakındı ve yalnızca
hadisi anlamakla ve ezberlemekle yetindi. Hadis öğrenmek
Sahabe için gerçekten çok önemliydi. Birçok haberleri
kabul etmede Sahabenin büyük bir kısmının son derece
ihtiyatlı davrandıkları sabittir. İbn Şihab Kubeysa'dan
şöyle rivayet ediyor: "Ölenin
büyükannesi Ebu Bekir (r.a.)
e geldi ve ondan miras hakkını istedi. Bunun üzerine Ebu
Bekir (r.a.) ona şöyle dedi: Senin için Allah'ın
kitabından bir şey bulamıyorum. Rasulullah (s.a.v.)'in
de senin için bir şey söylediğini
bilmiyorum. Sonra orada bulunanlara bu konu hakkında bir şey
bilip bilmediklerini sordu. Bunun üzerine Muğire ayağa
kalktı ve şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.) altıda bir
veriyordu. Ebu Bekir (r.a.) Bu konuda seninle başka kim var
dedi. Muhammed b. Mesleme Muğirenin sözünü doğruladı ve
bunun üzerine Ebu Bekir kadına hakkını verdi"
Cerir Ebu Nadra'dan o da Ebu Said'den
rivayetine göre: "Ebu Musa Ömer (r.a.)'e
kapı arkasından üç
defa selam verdi. İçeri girmesi için izin verilmeyince Ebu
Musa geri döndü. Bunun üzerine Ömer (r.a.) hemen arkasından
adam gönderip onu çağırttı ve ona niçin geri döndüğünü
sordu. Ebu Musa: Rasulullah (s.a.v.)'i şöyle derken işittim:
"Sizden biriniz üç kere selam
verir de cevap alamazsa geri dönsün." Bunun üzerine Ömer: Bu sözünü ispatlayacak ya bir delil
getirirsin ya da ben sana yapacağımı bilirim dedi. Biz bir
yerde oturmakta iken Ebu Musa rengi solmuş bir şekilde çıkageldi
ve biz ona derdin nedir? diye sorduk. Ebu Musa başından geçeni
anlattı ve sizden herhangi biriniz de bunu duydu mu? deyince,
biz de evet dedik. Hepimiz onu işittik. Ardından Ebu Musa
ile beraber içlerinden birini gönderdiler ve Ömer geldiğinde
Ebu Musa'nın söylediği hadisi
kendilerinin de Rasulullah (s.a.v.)'den
işittiklerini bildirdiler."
Ali (r.a.)'den: "Rasulullah (s.a.v.)'den
bir hadis işittiğim zaman Allah'ın dilediği kadar ondan
faydalanırdım. Yine bir kimse bana Rasulullah (s.a.v.) bir
hadis söylediğinde ona yemin ettirirdim. Yemin ederse onun
hadisini kabul eder doğrulardım."
Bu nedenle hadis rivayetinde ve haberleri
kabul etmede Sahabenin ihtiyatlı davrandıklarını ve sebatkâr
olduklarını görüyoruz. Hatta, Ömer (r.a.) üç talakla
kesin olarak boşanmış bir kadına nafaka ve oturmak için
ev verilmeyeceğini rivayet eden Kays'ın kızı Fatıma'nın
sözüne aldırmayarak şöyle demiştir: "Ezberleyip
ezberlemediğini veya unutup unutmadığını bilmediğimiz
bir kadının sözü ile Rabbimizin kitabını ve Rasülünün
sünnetini bırakamayız." Bu
ifade, sözü söyleyen
kadın olduğu için biz onu almayız anlamına gelmemektedir.
Tam tersine, ezberi veya unutkanlığı hakkında bilgimiz
olmayan bir kişinin sözüne bakarak Kitabı ve sünneti terk
etmeyiz anlamına gelmektedir. Buradaki illet kişinin kadın
oluşu değil ezberi veya unutkanlığdır.
Osman (r.a.)
ın öldürülmesinden sonra fitneler ortaya çıkınca Müslümanlar
ihtilafa düştüler ve birçok grup ortaya çıktı. Her grup
kendi lehlerine davalarını desteklemek için hadisler çıkarmaya
ve deliller istinbat etmeye başladılar. Onlardan bazıları
bir hadise ihtiyaç duydukları zaman görüşlerini
desteklemek için hemen hadis uydurdular, delil olarak uydurma
hadisleri kullandılar. Fitneler durulup ortalık
sakinleşince Müslümanlar hadis tahkikatına yöneldiklerinde
uydurma hadislerin çoğaldığını gördüler ve sahih hadis
ile uydurma hadisleri birbirinden ayırma işi ile uğraşmaya
başladılar.
Sahabe asrından sonra gelen Tabiinler de
aynı yoldan yürüdüler ve rivayet yoluyla hadislerin yayılmasına
önem verdiler Sahabenin hadislere gösterdiği önemi bunlar
da gösterdiler ve bu hususta Sahabeye uydular. Hicri yüzlü
yılların başlarına gelindiğinde hilafet işlerini elinde
bulunduran adil Halife Ömer b. Abdülaziz hadisin yazılmasını
emretti. Bu konu ile ilgili olarak Buhari Sahihinin
"Kitabu'l İlm" bölümünde şöyle der: "Ömer
b. Abdülaziz, Medine'deki vali ve Kadısı Ebu Bekir b. Hazma
bir mektup yazarak ona şöyle demiştir. Bak ve araştır
Rasulullah (s.a.v.)'in hadisine ait ne varsa yaz/yazdır.
Çünkü ben ilmin kaybolmasından ve alimlerin gitmesinden
korkuyorum. Rasulullah (s.a.v.)'in
hadisinden başkasını kabul etme. Bilenler, bilmeyenlerin de
öğrenmesi ve ilmin yayılması için herkesin gelebileceği
bir yerde otursunlar. Zira gizli tutulmadıkça ilim
kaybolmaz."(Buhari) Aynı
şekilde büyük şehirlerdeki amillerine de yazı yazmıştır.
Ömer b. Abdülaziz'in emriyle ilk defa
hadis tedvin eden kişi Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b.
Abdullah b. Şihab ez-Zühri'dir. Bu şahıs, Sahabeden az bir
gruptan Tabiin'in ise büyük bir çoğunluğundan hadis
almıştır. Zühri'nin tabakasından sonra gelen tabakada ise
hadis tedvini iyice yayıldı. Mekke’de İbn Cüreyc,
Medine'de Malik, Basra'da Hammad b. Seleme, Kufe'de Süfyan
es-Sevri, Şam'da el-Evzai ve onların dışında diğer İslâm
topraklarında bu işlerle uğraşan birçok kimseler vardı.
Bu şahısların topladığı hadis mecmuaları, Sahabe sözleri
ve Tabiin'in fetvaları ile beraber Rasulullah (s.a.v.)'in
hadisleri ile karışık bir halde tedvin edilmişti. Hicri
ikinci asra kadar durum böyleydi. H. üçüncü asrın
başlarına gelindiğinde hadis ravileri telifler yapmaya
başladılar.
Hadis ile ilgili telif eserler imam-ı
Buhari ortaya çıkıncaya kadar aralıksız devam etti.
İmam-ı Buhari, hadis ilmindeki telif eseri meşhur kitabı
Buhari'yi en güzel bir şekilde düzenledi. Kitabında kendi
şartlarına göre sahih olan hadisleri topladı. Ondan sonra
öğrencisi olan Müslim b. el-Haccac'da Buhari'nin izi üzere
aynı yolu takip etti ve meşhur kitabı, Sahih-i Müslimi
telif etti ve bu iki kitap "Sahihayn" diye anıldı.
Hadis imamları hadis tedvinine
başladıklarında bulabildikleri hadisler arasında
uydurma/mevzu olarak bilinenlerin dışında bütün hadisleri
alıyorlardı. Bulabildikleri kadarıyla hadisleri
senetleriyle topladılar. Ardından da, rivayetleri kabul
edilebilecekler ile reddolunacakları bilmek için ravilerin
durumlarını çok titiz bir şekilde incelemeye koyuldular.
Rivayetin ve ravinin durumunu araştırmayı da bu
araştırmalarına ilave ettiler. Çünkü, adalet ve zapt
özelliklerini kendinde bulunduran herkesin rivayeti de kabul
edilmez. Zira onda unutkanlık, hata, yanılma gibi
rahatsızlıklar da olabilir.
Hadis; tefsir, teşri, siret gibi İslâmi
bilgilerin tümünü bünyesinde barındıran çok geniş
yelpazeye sahiptir. Hadisi rivayet eden bir ravi; ya
Kur'an'dan bir ayeti tefsir eden bir hadisi veya bir olay
hakkındaki hükmü belirten bir hadisi veya gazvelerden bir
gazve hakkındaki bir hadisi rivayet ediyordur. Müslümanlar
hadisleri toplamaya başladıklarında hadis tedvini ile
beraber çeşitli şehirlerde hadisle ilgili telifler de
başladı. Hadisin cemi ile yani bir araya toplanması ile Rasül
(s.a.v.)'in hadislerini
diğerlerinden ayırmak hedefleniyordu. Hadis toplama
hareketinde canlanma başladıktan, sahih hadislerin zayıf
hadislerden temyizinden, hadis ravilerinin cerh ve tadile tabi
tutulup lehlerinde veya aleyhlerinde bir hüküm verildikten
sonraki yıllarda hicri ikinci asrın başlarında hadis
tefsirden apayrı bağımsız bir ilim dalı haline geldiği
gibi fıkıhtan da bağımsız hale geldi.
|