Sünnetin Rasulullah (s.a.v.)'in
sözleri, fiilleri ve sükutu olduğu ve Kur'an gibi sünnete
ittibanın da vacip olduğu bilinmektedir. Ancak elbette ki,
Rasulullah (s.a.v.)'in bir sözü söylediği veya bir fiili
yaptığı veya bir söz ve fiil karşısında sükut ettiğinin
kesin olması gerekir. Sünnet sabit, kesin olduğu zaman,
gerek şer'i hükümlerde olsun, gerekse akaid de olsun,
sünnetle istidlal sahih olur. Sünnet bu sabitlik üzere
huccet sayılır ve böylece şer'i hüküm veya inanılması
gereken akide ile ilgili hususlardan birisi sayılır. Ancak sünnetin
sabitliği, kesinliği yalan üzere birleşmeleri mümkün
olmayan yeterli sayıdaki bir topluluğun rivayeti şartıyla;
Sahabeden bir topluluğun Rasulullah (s.a.v.)'den, Tabiinden
bir topluluğun Sahabeden ve Tabii't
Tabiinden bir topluluğun
da Tabiinden rivayet etmesi ile gerçekleşir ki sünnetin bu
türüne "Mütevatir Sünnet" veya "Haber-i
Mütevatir" denir. Veyahutta sünnetin sabitliği, Tabiit
Tabiinden bir kişinin veya farklı kişilerin Tabiinden,
Tabiinden bir kişinin veya birilerinin Sahabeden, bir
Sahabenin veya farklı Sahabelerin Rasulullah (s.a.v.)'den
rivayeti şeklinde subutu zanni olur. Hadisin bu türüne de
"Ahad Hadis" veya "Haber-i Ahad" denilir.
Buradan hareketle, Haber-i Mütevatir ve Haberi-i Ahad yoluyla
rivayet edilen fakat Tabiin veya Tabii Tabiin asrında meşhur
olan "Haber-i Meşhur" veya "Haber-i Müstefid",
Haber-i Ahad kapsamında olup üçüncü bir hadis grubunu oluşturmaz.
Çünkü Haber-i Ahad derecesinden tevatür derecesine ulaşmadığı
için istidlaldeki konumu da değişmez. İster Sahabe, ister
Tabiin, isterse Tabii Tabiin asrında olsun, hadis rivayet
zincirindeki sıralamalardan herhangi birisinde Ahad varsa
hadis, Ahad Haber sayılır. Hatta iki halkada tevatür olsa
birisinde ise ahad rivayet olsa bile durum değişmez.
Dolayısıyla sünnet ya "mütevatirdir" ya da
"Ahad"dır bir üçüncüsü yoktur. "Haber-i
Ahad", sahih veya hasen olduğu zaman, ister ibadet,
ister muamelat ister cezalarla ilgili hükümler olsun şer'i
hükümlerin tamamında delil olarak kullanılır ve onunla
amel etmek de gerekir. Haber-i Ahad ile istidlal haktır.
Şer'i hükümlerin ispatında haber-i Ahad ile ihticac
şer'an sabittir ve bu konuda Sahabenin -Allah onlardan razı
olsun- icmaı vardır. Şeriatın, bir davanın ispatı
konusunda bir kişinin şehadetine itibar etmesi bunun
delilidir. Şehadet ise bir haber-i ahaddır. Sünnetin
rivayetinin ve haber-i ahadın kabulü şehadetin kabulüne kıyas
edilir. Bu durum Kur'an'ın nassı ile sabittir. Kur'an mali
konularda iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının
şehadetine göre hüküm vermektedir. Zinada dört erkeğin
şehadetini, hadlerde ve kısasta iki erkeğin şehadetini
esas almaktadır. Rasulullah (s.a.v.) bir şahidin şehadeti
ve hak sahibinin yemin etmesine göre hüküm veriyor, emzirme
konusunda ise yalnızca bir kadının şehadetini kabul
ediyordu. Bunların hepsi haber-i ahaddır. Sahabenin hepsi de
aynı esas üzere yürüdü ve onlardan herhangi birinin buna
muhalefet ettiği rivayet edilmedi. Yargıda yalanın yanında
doğrunun tercih edilmesinin bağlayıcılığı vardır. Şüpheler
olduğu sürece, bir haber yalan töhmeti altında kalacağı
için doğruluk ortadan kalkar ve sabit olmaz. Bu
bağlayıcılık ancak haber-i ahad ile amelde
bağlayıcıdır. Yalanın yanında doğrunun tercih edilmesi
için hadisi rivayet eden ravide adalet, sika (güvenilir
olma) zapt, hadisi rivayet ettiği kişiyi görmüş olma ve
yaptığı rivayette takvalı olma özellikleri bulundukça,
yalan zannı şüphesi yok olur ve böylece de ravi hakkında
bu şüphe sabit olmaz. Dolayısıyla Nebi (s.a.v.)'den
rivayet edilen haber-i ahad ile
amel etmek kıyasen vacib olur. Rasül (s.a.v.)'den
bize ulaşan bir haber-i ahadı bir hükme delil kabul etmek,
şehadetin kabulü ve onun gereğince bir konuda hükmetmek
gibidir. Böylece haber-i ahad, Kur'an'ın işaret ettiği bir
delil ile huccet olarak kabul edilir.
Bu hususa işaret etmek üzere Rasulullah
(s.a.v.) bir hadisinde şöyle
buyurmaktadır.
"Benim
sözümü, işitip onu kavrayan ve gereğini
yerine getirenin Allah yüzünü nurlandırsın. Fakih
olmadığı halde fıkhı taşıyan niceleri vardır.
Kendinden daha fakih olana fıkhı ulaştıran nice fıkıh
taşıyıcıları vardır"
Rasül (s.a.v.) hadisinde
ifadesi yerine
ifadesini
kullanıyor.
kelimesi cins isim olup bir veya daha çok kişiler için
kullanılır. Buna göre hadis, Rasülün hadislerini nakleden
bir veya birden fazla sayıdaki kişileri övdüğü anlamını
vermektedir.
Üstelik Nebi (s.a.v.) sözünün
ezberlenmesine, yerine getirilmesine
çağırıyor. Bu nedenle onun sözünü tek veya toplu halde
iken işiten herkese bu farz olmaktadır. Onun gereğini
yerine getirenin ve kendisi dışındaki bir şahsa onu
nakledenin diğer kimse üzerinde etki bırakabilmesi,
nakilcinin sözü kabul edilebilir olduğunda geçerlidir.
Nebi (s.a.v.)'in hadisini başkalarına ulaştırma çağrısı,
onun sözünü kabule çağrıdır ki bu da hadisi nakledenin
naklettiği hadisin Rasülün sözü olduğunu
doğrulamasını yani nakilcinin güvenilir, emin, takva
sahibi, zapt sıfatına sahip, neyi taşıdığını ve neye
çağırdığının bilincinde olmasını gerektirir. Böylece
raviden yalan söylemiş olma zannı tamamen ortadan kalksın
ve ravinin doğru söylediği kanaati tercih edilsin. Bu da, sünnetin
sarahatıyla ve delaletiyle haber-i ahadın huccet olduğunun
delilidir.
Bütün bunlara ilave olarak Nebi (s.a.v.),
oniki elçiyi kendilerini İslâm'a davet etmek üzere oniki
krala gönderiyordu. Bu olayda her krala yalnızca tek elçi
gönderilmişti. Eğer haber-i ahad ile yapılan bir tebliğe
bağlanmak caiz olmasaydı Rasül (s.a.v.)
İslâm'ın tebliğinde bir kişinin gönderilmesiyle
yetinmezdi. Rasül (s.a.v.)'in bu ameli de haber-i ahadın
tebliğde huccet olduğunun apaçık delilidir. Rasül (s.a.v.)
elçilerinden birisi vasıtasıyla valilerine yazılar gönderdiği
halde valilerinden hiçbirinin aklına Rasülün mektubunu ulaştıran
elçinin bir kişi olmasından dolayı Rasülün emrini infaz
etmeyi terk etmek gibi bir düşünce geçmiyordu. Bilakis
valiler, Rasül (s.a.v.)'in elçisinin kendilerine ulaştırdığı
hükümlere ve emirlere bağlanıyorlardı. Rasulullah (s.a.v.)'in
bu hareketi de haber-i
ahadın huccet olduğuna, şer'i hükümlerde, Rasülün
emirlerinde ve yasaklamalarında haberi ahad ile amel etmenin
vucubiyetine açıkça delalet etmektedir. Yoksa Rasül (s.a.v.)
valilerine bir elçi göndermekle yetinmezdi.
Raviye güvendikleri sürece
Sahabe-i Kiram'ın Haberi Ahadı kabul ettikleri, Haber-i Ahad
ile amelin onlar arasında meşhur bir olay ve çokça yapılan
bir davranış olduğu sabittir. Aynı zamanda haber-i vahid
olduğu için kendilerine ulaşan bir haberi herhangi bir
Sahabenin reddettiğine dair bir olay da yoktur. Sahabe ancak
raviye güvenmedikleri zaman ravinin verdiği haberi kabul
etmiyorlardı. Böylece Kitap, sünnet ve Sahabenin -Allah
onlardan razı olsun- icmaı ile haber-i ahadın. İslâmın
tebliğinde ve şer'i hükümlerde huccet olduğu sabittir.
|