ilk sayfa
 
Haber-i Ahad Akidede Delil Değildir

Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine iman ona itaatı ve tabi olmayı, akide de ve hükümlerde sünnet ile istidlali gerektirir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

"Allah ve Rasülü bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve peygambere başkaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur" Ahzab: 36

"Allah'a itaat edin ve Rasüle de itaat edin" Nisa: 59

"Rasül size neyi getirdiyse onu alın, sizi neden men ettiyse ondan geri durun" Haşr: 7

Ancak sünnetle istidlal, kendisi hakkında istidlal yapılacak şeye göre farklılık arzeder. Hakkında delil olarak kullanılacak konuda zannı galip yeterli oluyorsa Rasulullah (s.a.v.)'in böyle bir sözü söylediğine dair kişinin zannı galibi üzere istidlal yapılabilir. Yine kişide Rasulullah (s.a.v.)'den böyle bir sözü söylediğine dair yüzde yüz kesinlik bulunduğunda ise, zannı galibe nazaran bu tür sünnetin (Haber-i Mütevatirin) istidlalde önceliği vardır. Ancak yüzdeyüz kesinliği, şüpheden arınmış olmayı gerektiren bir konuda, sünnetle istidlal yapacak kişide Rasülün o sözü söylediğine dair yüzde yüz kesinlik bulunması gereklidir. Yoksa kişide Rasulullah (s.a.v.)'in böyle bir sözü söylemiş olabileceği zannına dayanarak kesinlik gerektiren bir konuda zan ile istidlal yapılamaz. Çünkü zann, kesinlik için delil olmaya elverişli değildir. Öyleyse yüzde yüz kesinliği gerektiren bir konuda zanni delil değil ancak kesinlik, yakin ifade eden delil bulunmalıdır.

Şer'i hükümle ilgili bir konuda bir kişinin zannı galibine göre Allah'ın hükmü budur demesi doğrudur ve ona tabi olmak gerekir. Bu nedenle ister subutu açısından olsun isterse delaleti açısından olsun delilin zanni olması caizdir. Bunun için Haber-i Ahad, şer'i hükümler de delil olarak kullanılabilir. Nitekim Rasül (s.a.v.) yargıda ve hadislerin rivayetinde bunu kabul etme çağrısında bulundu ve Sahabe-i Kiram da, şer'i hükümlerde bunu kabul ettiler, uyguladılar.

Akideye gelince; Akide, delile dayalı vakıaya uygun kesin tasdik demektir. Akidenin vakıası ve gerçek anlamı bu olduğuna göre, delilinin de kesin tasdikten kaynaklanması gerekir. Bizzat delilin kendisi, kesinlik için delil olmaya elverişli oluncaya kadar, kesinlik kazanmadıkça akidede delil olamaz. Çünkü zanni delilden kesinlik çıkmaz. Dolayısıyla da kesinlik hususunda delil olamaz. Bu nedenle zanni olduğu için Haber-i Ahad akidede delil olamaz. Akidenin kesin, şüpheden tamamıyla uzak olması gerekir. Allahu Teâla Kur'an-ı Kerimde zanna uymayı zemmederek şöyle buyurmaktadır:

"Bu husus hakkında onlarda ilim (kesin delil) yoktur. Onlar ancak zanna uyarlar" Nisa: 157

"Onların çoğu ancak zanna uyarlar. Zann ise haktan bir şeyi ifade etmez" Yunus: 36

"Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar" En'am: 116

"Onlar ancak zanna ve canlarının istediğine uymaktadırlar" Necm: 23

"Oysa onların bu hususta bir bilgileri yoktur, sadece zanna uyarlar. Zan ise şüphesiz gerçeği ifade etmez" Necm: 28

Bu ayetler ve bunların dışındaki birçok ayet akide ile ilgili konularda zanna uyanları zemmetmede açık, net ifadelerdir. Onların kınanmaları ve ihtar almaları, zanna tabi olmaktan men olunduklarına delildir. Haber-i Ahad zanni bir delildir. Akidede Haber-i Ahad ile istidlal, akidevi konularda zanna uymak demektir ki bu hususta Kur'an da açık kınama vardır. Şer'i delil ve akide olayı dikkatle incelendiği zaman, akidevi konularda zanni delil ile istidlal yapıldığı zaman, delilin zanni olmasından dolayı itikadı gerektirmez. Bu nedenle haber-i Ahad akide ile ilgili konularda huccet değildir.

Dikkat edilecek olursa zanna uymayı kınayan, yasaklayan ayeti kerimelerin şer'i hükümlerle ilgili ayetler olmayıp akideyle alakalı ayetler olduğu görülür. Bunun için Allahu Teâla, akidede zanna uymayı sapıklık/dalalet saymıştır ve bu ifadeler inançlar konusunda geçmiştir. İnançlarla ilgili konularda zanna uyanları açıkça kınayarak ayette şöyle demektedir.

"Onlar ancak zanna ve canlarının istediğine uymaktadırlar" Necm: 23 Allahu Teâla bu ifadeyi şu ayetlerin hemen ardından söylemektedir.

"Ey inkârcılar! Şimdi Lat, Uzza ve bundan başka üçüncüleri olan Menat'ın ne olduğunu söyler misiniz? Demek erkekler sizin dişiler Allah'ın öyle mi? Öyleyse bu haksız bir paylaşma. Bunlar sizin ve babalarınızın taktığı adlardan başka bir şey değildir. Allah onları destekleyen bir sultan (kesin delil) indirmemiştir. Onlar ancak zanna uymaktadırlar" Necm: 19-23

Bu ayetlerde sözü edilen konu görüleceği üzere akidevi meselelerdir.

"Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar" En'am: 116 ayetinde geçen "sapıklık" kelimesi zanna uymaktan kaynaklanan küfür anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla bu ifade de ayetlerdeki konunun inançlar, akidevi meseleler olduğuna delalet etmektedir. Konunun açıklanması bir yönüyle böyledir. Bir diğer açıdan ise:

Rasulullah (s.a.v.)'in haber-i Ahad ile hükmettiği, Rasulullah (s.a.v.) zamanında Müslümanların haber-i ahada dayanarak şer'i hükümleri aldıkları ve Rasülün de bu davranışları ikrar ettiği sabittir. Rasülün sözü şer'i hükmün dışındaki ayetleri -ki bunlar akideler ile ilgili ayetlerdi- tahsis ediyordu. Yani bazı ayetlerin genel olmasına rağmen, şer'i hükümleri akide ile ilgili konulardan ayırıyordu

Ancak Rasül (s.a.v.)'in krallara ve amillerine elçi olarak bir kişiyi göndermesi, Sahabenin Kâbe'ye yönelmeleri, içkinin haram kılınması emri gibi şer'i hükümle alakalı bir konuda bir kişinin verdiği haberleri kabul etmeleri, Tevbe suresini insanlara (Mekke'lilere) okuması için Rasül (s.a.v.)'in Ali (r.a.)'yi Mekke'ye göndermesi gibi tek kişinin haber vermesine dayanan olaylarla ilgili rivayetler, haber-i ahad'ın akidede delil olarak kabul edildiğine delalet etmezler. Bu rivayetler ancak; ister şer'i hükümlerin tebliği olsun isterse İslâm'ın tebliği olsun, tebliğde haber-i vahidin kabul edilebileceğine delildirler. Burada, İslâm'ı tebliğin kabulü aynı zamanda akide için de bir kabul sayılır şeklinde bir ifade kullanılamaz. Çünkü bir kişinin İslâm'ı tebliğ etmesinin kabul edilmesi, akidenin kabul edilmesi demek değil, yalnızca bir haberin kabul edilmesi demektir. Kendisine İslâm tebliğ edilen kişi onu akletmeye çalışır. İtikat edeceği kat'i, kesin bir delil getirildiğinde kabul etmezse küfründen dolayı muhasebe edilir. İslâm'la ilgili bir haber-i ahadın reddi küfür sayılmaz. Ancak hakkında kesin, şüphesiz delil getirilen bir konuda İslâm'ı reddetmek küfür sayılır. Bu nedenle İslâm'ın tebliği akideden sayılmaz. Tebliğde haber-i vahidin kabulü de şüphesiz böyledir. İster İslâm'ın tebliği olsun, ister Kur'an'ın tebliği olsun isterse hükümlerin tebliği olsun rivayet olunan olayların hepsi tebliğe delalet eder. Ancak akide konusunda haber-i ahad ile istidlal yapılabileceğine dair tek bir delil bile yoktur.

Bu nedenle akidenin delili elbette ki kesin, kat'i olması lazımdır. Yani akidevi konularda bir şeyin delil olabilmesi için, inkâr edeni tekfir ettirecek ve kesinlikle alınmasını sağlayacak ve her ikisinin de delaletleri kat'i olacak şekilde ya Kur'an'dan ya da mütevatir hadisten olması lazımdır. Eğer akide ile ilgili bir konunun delili haber-i ahad olursa, onu almak gerekmez, inkâr eden de tekfir olunmaz. Böylece hadis sahih olsa dahi ahad yoluyla rivayet edildiğinde hadis olduğundan dolayı yani Rasülün onu söylemiş olmasından dolayı itikat etmeyi gerektirmediği gibi getirdiklerine itikadı da gerektirmez. Bu açıdan aynen Kur'an gibidir. Kur'an bize tevatür yoluyla nakledilmiştir, itikadı gerektirir ve inkâr eden tekfir olunur. Kur'an'dan olduğu nakledilen ancak haberi ahad yoluyla bize ulaşan: "Zina eden yaşlı (evli) erkek ve yaşlı (evli) kadını Allah'tan bir ceza olarak ölünceye kadar taşlayınız. Allah azizdir, hakimdir"  Kaynak için tıklayınız..   sözü Kur'an'dan bir parça sayılmaz ve itikat etmeyi de gerektirmez. Her ne kadar Kur'an'dan bir parça olduğu rivayet edilmiş olsa da haber-i ahad yoluyla rivayet olunduğu için, Kur'an'dan bir parça olduğunun kabul edilmesini, itikat edilmesini ortadan kaldırır. Haber-i ahad da aynen bunun gibidir. Her ne kadar hadis oluğu rivayet edilse de, rivayet şekli ahad yoluyla olduğu için kendisine itikat vucubiyetini gerektirmez. Hadis ve içerdiğine itikadın vucubiyetini reddetmek, hadisi reddetmek anlamına gelmez. Daha doğrusu hadis tasdik edilir ve şer'i hükümlerde onunla amel etmek vaciptir.

 

Kitabın ilk sayfasına dönüş Kitabı bilgisayarınıza yükleyebilirsiniz Bu sayfayı birine gönderebilirsiniz Anasayfa ve diğer kitaplar için