Muhammed (s.a.v.)'in
peygamberliğine iman ona itaatı ve tabi olmayı, akide de ve
hükümlerde sünnet ile istidlali gerektirir. Allahu Teâla
şöyle buyurmaktadır:
"Allah
ve Rasülü bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve
kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz.
Allah'a ve peygambere başkaldıran şüphesiz apaçık bir
şekilde sapmış olur"
"Allah'a itaat edin ve Rasüle de
itaat edin"
"Rasül
size neyi getirdiyse onu alın, sizi
neden men ettiyse ondan geri durun"
Ancak sünnetle istidlal, kendisi hakkında
istidlal yapılacak şeye göre farklılık arzeder. Hakkında
delil olarak kullanılacak konuda zannı galip yeterli
oluyorsa Rasulullah (s.a.v.)'in böyle bir sözü söylediğine
dair kişinin zannı galibi üzere istidlal yapılabilir. Yine
kişide Rasulullah (s.a.v.)'den böyle bir sözü söylediğine
dair yüzde yüz kesinlik bulunduğunda ise, zannı galibe
nazaran bu tür sünnetin (Haber-i Mütevatirin) istidlalde
önceliği vardır. Ancak yüzdeyüz kesinliği, şüpheden arınmış
olmayı gerektiren bir konuda, sünnetle istidlal yapacak kişide
Rasülün o sözü söylediğine dair yüzde yüz kesinlik
bulunması gereklidir. Yoksa kişide Rasulullah (s.a.v.)'in böyle
bir sözü söylemiş olabileceği zannına dayanarak kesinlik
gerektiren bir konuda zan ile istidlal yapılamaz. Çünkü
zann, kesinlik için delil olmaya elverişli değildir.
Öyleyse yüzde yüz kesinliği gerektiren bir konuda zanni
delil değil ancak kesinlik, yakin ifade eden delil
bulunmalıdır.
Şer'i hükümle ilgili bir konuda bir kişinin
zannı galibine göre Allah'ın hükmü budur demesi doğrudur
ve ona tabi olmak gerekir. Bu nedenle ister subutu açısından
olsun isterse delaleti açısından olsun delilin zanni
olması caizdir. Bunun için Haber-i Ahad, şer'i hükümler
de delil olarak kullanılabilir. Nitekim Rasül (s.a.v.) yargıda
ve hadislerin rivayetinde bunu kabul etme çağrısında
bulundu ve Sahabe-i Kiram da, şer'i hükümlerde bunu kabul
ettiler, uyguladılar.
Akideye gelince; Akide, delile dayalı
vakıaya uygun kesin tasdik demektir. Akidenin vakıası ve
gerçek anlamı bu olduğuna göre, delilinin de kesin
tasdikten kaynaklanması gerekir. Bizzat delilin kendisi,
kesinlik için delil olmaya elverişli oluncaya kadar,
kesinlik kazanmadıkça akidede delil olamaz. Çünkü zanni
delilden kesinlik çıkmaz. Dolayısıyla da kesinlik
hususunda delil olamaz. Bu nedenle zanni olduğu için Haber-i
Ahad akidede delil olamaz. Akidenin kesin, şüpheden tamamıyla
uzak olması gerekir. Allahu Teâla Kur'an-ı Kerimde zanna
uymayı zemmederek şöyle buyurmaktadır:
"Bu
husus hakkında onlarda ilim (kesin delil) yoktur. Onlar ancak
zanna uyarlar"
"Onların
çoğu ancak zanna uyarlar. Zann ise haktan bir şeyi ifade
etmez"
"Yeryüzündekilerin
çoğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar
ancak zanna uyuyorlar"
"Onlar
ancak zanna ve canlarının istediğine uymaktadırlar"
"Oysa
onların bu hususta bir bilgileri yoktur, sadece zanna
uyarlar. Zan ise şüphesiz gerçeği ifade etmez"
Bu ayetler ve bunların dışındaki birçok
ayet akide ile ilgili konularda zanna uyanları zemmetmede açık,
net ifadelerdir. Onların kınanmaları ve ihtar almaları,
zanna tabi olmaktan men olunduklarına delildir. Haber-i Ahad
zanni bir delildir. Akidede Haber-i Ahad ile istidlal, akidevi
konularda zanna uymak demektir ki bu hususta Kur'an da açık
kınama vardır. Şer'i delil ve akide olayı dikkatle
incelendiği zaman, akidevi konularda zanni delil ile istidlal
yapıldığı zaman, delilin zanni olmasından dolayı
itikadı gerektirmez. Bu nedenle haber-i Ahad akide ile ilgili
konularda huccet değildir.
Dikkat edilecek olursa zanna uymayı
kınayan, yasaklayan ayeti kerimelerin şer'i hükümlerle
ilgili ayetler olmayıp akideyle alakalı ayetler olduğu görülür.
Bunun için Allahu Teâla, akidede zanna uymayı
sapıklık/dalalet saymıştır ve bu ifadeler inançlar
konusunda geçmiştir. İnançlarla ilgili konularda zanna
uyanları açıkça kınayarak ayette şöyle demektedir.
"Onlar
ancak zanna ve canlarının istediğine uymaktadırlar"
Allahu Teâla bu
ifadeyi şu ayetlerin hemen ardından söylemektedir.
"Ey
inkârcılar! Şimdi Lat, Uzza ve bundan başka üçüncüleri
olan Menat'ın ne olduğunu söyler misiniz? Demek erkekler
sizin dişiler Allah'ın öyle mi? Öyleyse bu haksız bir
paylaşma. Bunlar sizin ve babalarınızın taktığı
adlardan başka bir şey değildir. Allah onları destekleyen
bir sultan (kesin delil) indirmemiştir. Onlar ancak zanna
uymaktadırlar"
Bu ayetlerde sözü edilen konu görüleceği
üzere akidevi meselelerdir.
"Yeryüzündekilerin
çoğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar
ancak zanna uyuyorlar"
ayetinde
geçen "sapıklık" kelimesi zanna uymaktan
kaynaklanan küfür anlamında kullanılmıştır.
Dolayısıyla bu ifade de ayetlerdeki
konunun inançlar, akidevi meseleler
olduğuna delalet etmektedir. Konunun açıklanması bir yönüyle
böyledir. Bir diğer açıdan ise:
Rasulullah (s.a.v.)'in
haber-i Ahad ile hükmettiği, Rasulullah
(s.a.v.) zamanında Müslümanların
haber-i ahada dayanarak şer'i hükümleri aldıkları ve Rasülün
de bu davranışları ikrar ettiği sabittir. Rasülün sözü
şer'i hükmün dışındaki ayetleri -ki bunlar akideler ile
ilgili ayetlerdi- tahsis ediyordu. Yani bazı ayetlerin genel
olmasına rağmen, şer'i hükümleri akide ile ilgili
konulardan ayırıyordu
Ancak Rasül (s.a.v.)'in
krallara ve amillerine elçi olarak bir kişiyi göndermesi,
Sahabenin Kâbe'ye yönelmeleri, içkinin haram kılınması
emri gibi şer'i hükümle alakalı bir konuda bir kişinin
verdiği haberleri kabul etmeleri, Tevbe suresini insanlara
(Mekke'lilere) okuması için Rasül (s.a.v.)'in
Ali (r.a.)'yi Mekke'ye
göndermesi gibi tek kişinin haber vermesine dayanan
olaylarla ilgili rivayetler, haber-i ahad'ın akidede delil
olarak kabul edildiğine delalet etmezler. Bu rivayetler
ancak; ister şer'i hükümlerin tebliği olsun isterse İslâm'ın
tebliği olsun, tebliğde haber-i vahidin kabul
edilebileceğine delildirler. Burada, İslâm'ı tebliğin
kabulü aynı zamanda akide için de bir kabul sayılır
şeklinde bir ifade kullanılamaz. Çünkü bir kişinin İslâm'ı
tebliğ etmesinin kabul edilmesi, akidenin kabul edilmesi
demek değil, yalnızca bir haberin kabul edilmesi demektir.
Kendisine İslâm tebliğ edilen kişi onu akletmeye çalışır.
İtikat edeceği kat'i, kesin bir delil getirildiğinde kabul
etmezse küfründen dolayı muhasebe edilir. İslâm'la ilgili
bir haber-i ahadın reddi küfür sayılmaz. Ancak hakkında
kesin, şüphesiz delil getirilen bir konuda İslâm'ı
reddetmek küfür sayılır. Bu nedenle İslâm'ın tebliği
akideden sayılmaz. Tebliğde haber-i vahidin kabulü de şüphesiz
böyledir. İster İslâm'ın tebliği olsun, ister Kur'an'ın
tebliği olsun isterse hükümlerin tebliği olsun rivayet
olunan olayların hepsi tebliğe delalet eder. Ancak akide
konusunda haber-i ahad ile istidlal yapılabileceğine dair
tek bir delil bile yoktur.
Bu nedenle
akidenin delili elbette ki kesin, kat'i olması lazımdır.
Yani akidevi konularda bir şeyin delil olabilmesi için,
inkâr edeni tekfir ettirecek ve kesinlikle alınmasını
sağlayacak ve her ikisinin de delaletleri kat'i olacak
şekilde ya Kur'an'dan ya da mütevatir hadisten olması
lazımdır. Eğer akide ile ilgili bir konunun delili haber-i
ahad olursa, onu almak gerekmez, inkâr eden de tekfir
olunmaz. Böylece hadis sahih olsa dahi ahad yoluyla rivayet
edildiğinde hadis olduğundan dolayı yani Rasülün onu
söylemiş olmasından dolayı itikat etmeyi gerektirmediği
gibi getirdiklerine itikadı da gerektirmez. Bu açıdan aynen
Kur'an gibidir. Kur'an bize tevatür yoluyla nakledilmiştir,
itikadı gerektirir ve inkâr eden tekfir olunur. Kur'an'dan
olduğu nakledilen ancak haberi ahad yoluyla bize ulaşan: "Zina
eden yaşlı (evli) erkek ve yaşlı (evli) kadını Allah'tan
bir ceza olarak ölünceye kadar taşlayınız. Allah azizdir,
hakimdir" sözü
Kur'an'dan bir parça sayılmaz ve itikat etmeyi de
gerektirmez. Her ne kadar Kur'an'dan bir parça olduğu
rivayet edilmiş olsa da haber-i ahad yoluyla rivayet
olunduğu için, Kur'an'dan bir parça olduğunun kabul
edilmesini, itikat edilmesini ortadan kaldırır. Haber-i ahad
da aynen bunun gibidir. Her ne kadar hadis oluğu rivayet
edilse de, rivayet şekli ahad yoluyla olduğu için kendisine
itikat vucubiyetini gerektirmez. Hadis ve içerdiğine
itikadın vucubiyetini reddetmek, hadisi reddetmek anlamına
gelmez. Daha doğrusu hadis tasdik edilir ve şer'i hükümlerde
onunla amel etmek vaciptir.
|