ilk sayfa
 
İslâm Fıkhında Münakaşaların ve Tartışmaların Etkisi

Sahabe ve Tabiin döneminde iki büyük olay meydana gelmiştir:

1- Osman (r.a.)'ın öldürülmesinden kaynaklanan fitne.

2- Alimler arasında meydana gelen tartışmalar. Bu olaylar şer'i delillerin çeşitleri hakkındaki ihtilafları doğurdu. Bu ihtilaflar da yeni siyasi grupların ve çeşitli fıkhi mezheblerin oluşumuna yol açtı. Osman b. Affan (r.a.)'ın öldürülmesinden sonra, Hilafet için Ali b. Ebu Talib'e biat edildi. Bunun üzerine hilafet makamına geçmek için Muaviye b. Ebu Süfyan, Ali (r.a.) ile çekişti ve iki grup arasında alevlenen savaş iki hakemin hakemliğinin kabullenilmesi ile sona erdi. Bu olaydan daha önce var olmayan yeni siyasi gruplar ortaya çıktı. Ve bu siyasi grupların kendisine ait görüşler gündeme geldi. Siyasi görüşler Halife ve Hilafet konuları ile başladı. Sonra da diğer birçok hükümleri kapsadı. Bu arada hilafeti esnasında uyguladığı siyasetten dolayı Osman'a ve tahkim olayını kabulünden dolayı Ali'ye ve zorla hilafeti ele geçirmesinden dolayı da Muaviye'ye karşı çıkan Müslümanlardan bir grup meydana geldi. Topluca onlara karşı çıktılar. Halifeye biat konusunda onların görüşleri, halife olacak kimsenin Müslümanların biatını zor kullanarak değil Müslümanların gönül rızalarıyla alınması yönündeydi. Kendinde halife olabilecek yeterliliği bulunduran herkes halife olabilir. Habeşli bir köle dahi olsa; Müslüman, erkek ve adil olduğu sürece Müslümanların ona biat etmesiyle hilafet biatı akd edilmiş olur. Emrettikleri, Kitap ve Sünnettin sınırları çerçevesinde olan bir Halife'ye ancak itaat gerekir. Bunlar, Osman, Ali, Muaviye veya bunları destekleyenlerden birinin rivayet ettikleri hadislerde geçen hükümleri almıyorlar, onların rivayet ettikleri bütün hadisleri, görüşlerini ve fetvalarını reddediyorlardı. Beğendikleri kimselerin rivayetlerini tercih ediyorlar, onların görüşlerine itibar ediyorlar, kendi alimlerinden başka alimleri kabul etmiyorlardı. Bunların özel bir fıkhı vardı. Bunlar Hariciler diye bilinen kimselerdir. Yine Ali b. Ebu Talib (r.a.)'i ve onun çocuklarını seven bir grup daha ortaya çıktı. Bunlara göre, Ali ve çocukları Hilafet makamına herkesten daha layıktır. Kendisinden sonra hilafet makamına Ali'nin geçmesini Rasül (s.a.v.)'in vasiyet ettiğini ileri sürerler. Sahabenin çoğunluğunun Rasulullah (s.a.v.)'den rivayet ettikleri birçok hadisleri reddettiler. Sahabenin görüşlerine ve fetvalarına hiç önem vermediler. Sadece Ehl-i Beyt'ten imamlarının rivayet ettikleri hadislere ve onlardan çıkan fetvalara önem verdiler. Kendilerine ait özel bir fıkıhları vardı. Bunlar da Şia diye bilinen kimselerdir. Ancak Müslümanların çoğunluğu yukarıda zikredilen grupların peşinden gitmediler. Halifenin Kureyşli olduğunda biat edileceği görüşündedirler. İstisnasız bütün sahabelere karşı dostluk, sevgi ve iyi duygular beslemekteydiler. Aralarında var olan ihtilafların tamamı küfür ve imanla hiçbir bağlantısı olmadan zanna dayalı şer'i hükümlerdeki ictihadlardan kaynaklanmaktaydı. Sahabe arasında hiçbir ayırım yapmadan sahabenin rivayet ettiği her hadisle istidlal yapıyorlardı. Zira onlara göre sahabenin hepsi uduldür. Sahabenin her türlü fetva ve görüşlerini alıyorlardı. Hükümde, istinbat metodunda ve delillerin çeşidindeki ihtilaflarından dolayı, birçok konuda benimsedikleri hükümler diğer siyasi mezheblerin kabullendikleri hükümlerle uyuşmamaktaydı.

Buradan da anlaşılacağı üzere fitnenin ortaya çıkmasıyla tarihte önemli ihtilafların çıkmasına yol açan fıkhi ve siyasi bir durum meydana geldi. Ancak bu ihtilaflar şeriat üzerinde yani İslâm dini üzerinde değil İslâm şeriatının anlaşılmasında görülen ihtilaflardı. Bu nedenle farklı görüşlere sahip olanların tamamı Müslümandı. Bazen ihtilafları furuat ve hükümleri aşarak usul, deliller, istinbat metodlarına kadar vardıysa da bu onların Müslüman olmalarını zedeleyici bir seviyede olmamıştır.

Alimler arasında cereyan eden ihtilaflara gelince: Bu ihtilaflar, siyasi ihtilaflar değil ancak fıkhi ihtilaflara yol açmıştır. Çünkü bu ihtilaflar Halife, Hilafet ve yönetim nizamı gibi konularda ortaya çıkan ihtilaflar değil, hükümler ve hüküm istinbat metodu üzerinde görülen ihtilaflardı. Bazı müctehidler arasında vukubulan tartışmalar ve ihtilaflar, aralarındaki ictihad metodunda farklılığın gündeme gelmesine neden olmuştur. Nitekim hüküm istinbatı konusunda Medine'de Rabia b. Ebu Abdurrahman ile Muhammed b. Şihab ez-Zühri arasında İslâmi konular üzerinde tartışmalar çıkmıştı. Bu tartışmalar, Medineli birçok fakihin Rabia'nın meclisinden ayrılmalarına ve Rabia'yı "Rabiatü'r Rey" diye lakaplandırmalarına neden olmuştur. Aynı türden bir tartışma Kufe'de de İbrahim en-Nehai ile Şa'bi arasında vuku bulmuştur. Bu tartışmalardan hüküm istinbatı konusunda çeşitli görüşler ortaya çıkmıştır. Hatta müctehidler ictihadda çeşitli metodları takip eder oldular. H. İkinci asrın ortalarında ictihadda bu metodlar ve aralarındaki ihtilaflar iyice belirginleşti ve birçok görüşler meydana geldi. Alimlerden ve müctehidlerden bir grup Tabiinden ayrılmadılar ve onların uyguladıkları metod üzere yürüdüler. Ancak onlardan sonra gelenler arasındaki ihtilaflar çok genişledi. İhtilaflar nassların anlaşılması ile sınırlı kalmadı. İhtilaf ettikleri konular şer'i delillere ulaşma sebeplerini ve lügat anlamlarını bile aştı. Bu nedenle hem furuatla ilgili konularda hem de usul ile ilgili konularda ihtilaf ettiler. Ardından fırkalara ayrıldılar. Her fırkanın kendisine ait bir mezhebi oldu ve bundan da birçok mezhebler meydana geldi. Bu mezheblerin sayısı dörde, beşe, altıya hatta daha da fazla sayıya ulaştı. Müctehidler arasında ictihad metodunda görülen ihtilaflar şu dört husustaki ihtilafa dayanmaktadır.

A.) Sünnete güvenme metodu ve bir rivayeti diğer rivayete tercih ederken uygulanan ölçü. Bu nedenle sünnete olan güven, rivayetin güvenilirliğine ve rivayet keyfiyetine bağlanmıştır. İşte müctehidler bu güven metodunda ihtilaf ettiler. Onlardan bir kısmı mütevatir ve meşhur sünnetle istidlal yapıyor ve güvenilir fakihlerin rivayetlerini tercih ediyorlardı. Bu da, onların meşhur sünneti mütevatir sünnet hükmünde görmeleri sonucunu doğurmuştur. Mütevatir ile Kur'an'daki amm lafızları tahsis etmişlerdir. Bir kısmı ise ihtilafsız Medine halkının yaşantısını, rivayetlerini tercih ederek Medine halkının yaşantısına uymayan haber-i ahadları terketmişlerdir. Bir kısmı ise, ister fakih olsun ister olmasın, Ehli Beyt'ten olsun olmasın, Medine halkının ameline uysun uymasın adalet sıfatına sahip güvenilir kimselerin rivayetleri ile istidlal etmişlerdir. Bir başka grup ise imamlarının dışındaki rivayetlere itibar etmemekte, hadis rivayetinde, hadise itibar etmede ve o hadisi alıp onunla amel etmede kendilerine ait özel bir metoda sahipti. İtimad ettikleri belli raviler olup onların dışındakilere itimad etmiyorlardı. Bazı müctehidler, sahabenin düşürülerek Tabiin'in doğrudan doğruya Rasulullah (s.a.v.)'den rivayet ettiği Mürsel hadis konusunda ihtilaf ettiler. Bir kısım müctehidler Mürsel hadisle istidlali kabul ederken bir kısmı ise kabul etmiyordu.

İşte Sünnete güven metodundaki bu ihtilaf nedeniyle bir grubun istidlal ettiği bir Sünnetle diğer bir grup istidlal yapmıyordu. Bir kısmının tercih ettiği bir Sünnet, bir başkası nezdinde cerh edilmiş bir Sünnet olabiliyordu. İşte böylece Sünnetin şer'i delil olarak alınması keyfiyetinde şer'i deliller hakkında ihtilaflar ortaya çıkmıştır.

B.) Sahabenin fetvası ve takdiri. Müctehidler ve imamlar sahabeden çıkan ictihadi fetvalarda ihtilaf etmişlerdir. Bir kısım kimseler herhangi bir fetva sınırına bağlı kalmadan ve fetvaların tamamının dışına da çıkmadan hangi sahabeden çıkarsa çıksın bu fetvaları almayı kabul ediyordu. Bir kısmı ise sahabenin fetvalarına masum olmayan kimselerden çıkan ferdi ictihadlar olarak bakıyor, bu fetvalardan herhangi birisinin alınabileceği gibi tamamen bunların tersine de fetva verilebileceği görüşündeydiler. Sahabenin fetvalarının şer'i delil olmayıp istinbat edilmiş şer'i deliller olduğunu söylüyorlardı. Bir kısım insanlar ise sahabeden bazılarının masum olduğu, görüşlerinin ise şer'i delil olabileceği görüşündeydiler. Sahabenin sözlerini Nebi'nin sözleri, fiillerini Nebi'nin fiilleri ve takrirlerin de Nebi'nin takrirleri gibi kabul ediyorlar ve onların dışındaki sahabelerin masum olmadıklarını söylüyorlardı. Görüşleri, ne şer'i delil olarak ne de şer'i hüküm olarak kesinlikle alınmaz diyorlardı. Yine bir kısım kimseler ise, fitneye ortak olmalarından dolayı bazı sahabelerden hiçbir şey alınmayacağını, fitneye ortak olmayanlardan ise alınabileceğini söylemektedirler. Buradan da deliller hakkındaki görüş ihtilafından bir başka boyut ortaya çıkmıştır.

C.) Kıyas. Bazı müctehidler kıyasla ihticac yapmayı reddettiler ve kıyası şer'i delil saymadılar. Bazıları ise kıyasla istidlal edip, Kur'an, sünnet ve icmadan sonra gelen bir şer'i delil saydılar. Ancak onlar kıyasın şer'i delil olmasında ittifak etmeleri ile beraber hükme illet olmaya elverişli şey ve kıyasın dayandığı husus hakkında ihtilaf ettiler. İşte görüşler hakkındaki ihtilaf da buradan çıkmıştır.

D.) İcma. Müslümanlar icmanın delil olmasında ittifak ettiler. Bir kısmı sahabenin icmasını delil sayarken bir kısmı ise Ehl-i Beyt'in icmasını delil saymaktadır. Bir başka grup Medine halkının icmasını, bir diğeri ehli hal ve'l Akd ehlinin icmasını delil saymaktadır. Yine bir başka grup ise Müslümanların icmasını delil saymaktadır. Bir grup ise; rey birliğine dayandığı için icmanın huccet olduğunu ve bu nedenle de bir araya toplanıp bir görüş ortaya koyarlarsa bu icma sayılır ve onunla da istidlal yapılır dediler. Yine, muteber icmanın, görüş birliği olmasından dolayı değil delilin varlığını ortaya çıkardığı için huccet olduğunu söyleyenler vardır. Sahabe veya Ehl-i Beyt veya Medine halkı Rasülü gördüler ve onunla arkadaşlık yapmışlardır. Onlar uduldür. Onlar şer'i bir görüşü söylerler ve delilini söylemezlerse, onların bu sözü, Rasülün bir sözünü, bir amelini veya sükutunu keşfeden, ortaya çıkaran bir delil sayılır. Hükmü rivayet edip de delilini rivayet etmemek, delilin onlarca şöhret bulmuş olmasından dolayıdır. Bu nedenle, icmanın mutlak surette bir delile dayanması sebebiyle icma, onlara göre delildir. Bunun için, onların bir araya gelip bir hususu müzakere etmeleri, sonra da topluca bir görüş belirtmeleri icma sayılmaz. İcma, üzerinde ittifak etmeden belli bir görüşü söylemeleridir. İşte deliller hakkındaki görüş ihtilaflarının bir başka sebebi de bunlardır.

İşte bu dört husus müctehidler arasındaki ihtilaf çizgisini biraz daha genişletmiştir. Bu ihtilaflar, sahabe ve Tabiin döneminde olduğu gibi şer'i nassları anlamadan kaynaklanan ihtilaflar değildir. Bilakis ihtilaflar şer'i nassları anlama metodunu aşmıştır. Bir başka ifade ile bunlar hükümler konusundaki ihtilaf değildir. Bu ihtilaflar, hükümler konusundaki ihtilafları aşarak hüküm istinbat metodu hakkındaki ihtilaflara sıçramıştır. Bu nedenle bazı müctehidlerin şer'i delillerin Kitap, Sünnet, El imam Ali (r.a.) nin sözleri, Ehl-i Beyt'in icması ve akıldan meydana geldiğini söylediklerini görmekteyiz. Bir başka grup müctehid ise şer'i delillerin, Kitap, Sünnet, İcma, Kıyas, İstihsan, Sahabe mezhebi ve bizden öncekilerin şeriatından meydana geldiğini söylemektedirler. Yine bir kısmı, şer'i delillerin Kitap, Sünnet, İcma, Kıyas ve İstidlalden meydana geldiğini söyler. Yine, şer'i delillerin sadece Kitap, Sünnet ve İcmadan meydana geldiğini söyleyenler olduğu gibi, Kitap, Sünnet icma, kıyas ve Mesalihi Mürsele'den meydana geldiği söyleyenler vardır. Bu nedenle müctehidler şer'i deliller hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu ihtilaflar da ictihad metodundaki ihtilaflara yol açmıştır.

İctihad metodundaki ihtilafın dayandığı ikinci hususa gelince: Bu, şer'i nasslara bakışla ilgilidir. Bazı müctehidler şer'i nassda geçen ibareyi anlamaya bağlı kalarak, nasslarının delalet ettiği anlamların sınırında durup onlara bağlı kalıyorlardı ki bunlar Ehl-i Hadis diye isimlendirilmişlerdir. Bazı müctehidler, lafızların manalarına ilaveten nasslarda geçen ibarelerin delalet ettiği makul manalara da bakmışlardır. Bunlar da rey ehli diye isimlendirilmişlerdir. Bu nedenle de birçokları müctehidlerin, Hadis ehli ve Rey Ehli olmak üzere iki kısma ayrıldıklarını söylemektedirler. Ancak bu ayrım, Rey Ehli'nin teşrilerinde hadise yer vermedikleri, Hadis Ehli'nin de teşrilerinde görüşe yer vermedikleri anlamına gelmemektedir. Bilakis bunların tamamı teşrilerinde hadise ve görüşe yer vermektedirler. Çünkü, hadisin şer'i delil olduğunda ve nassı akılla anlayarak görüşle ictihad yapmanın şer'i huccet olduğunda müctehidlerin tamam müttefiktirler. Konuyu dikkatlice inceleyen kimse meselenin hadis ehli veya rey ehli olmadığını görecektir. Asıl mesele, şer'i hükmün dayandığı delil üzerindeki incelemedir. Bu nedenle Müslümanlar hüküm istinbat etmede önce Allah'ın Kitabına ve Rasülü'nün sünnetine dayanmaktadırlar. Kur'an ve Sünnette açık olarak bulamazlarsa, Kur'an'dan ve Sünnetten hüküm istinbat için akıllarını çalıştırıp görüşlerini çıkartırlar. Allah'ın Kitabında geçen hüküm;

"Allah alışverişi helal faizi haram kıldı" Bakara: 275 ayeti gibi sarih bir hüküm ise, hükmün delili Allah'ın Kitabındandır. Eğer hüküm; "Biriniz kardeşine sattığını başkasına tekrar satmasın" Kaynak hadisinde olduğu gibi sarih bir hüküm ise, hükmün delili hadistendir. Fakat Cuma ezanı esnasında icarenin haram olması, fethedilen arazinin mülkiyetinin Beytü'l Mal'a, intifasının da halka ait olması gibi konular, Kitaba ve Sünnete dayansa bile görüş sayılır. Bu nedenle ister külli bir hüküm vasıtası ile bir sonuca varılsın isterse Kitaptan ve Sünnetten istinbat edilmiş olsun, hakkında açık bir nass bulunmayan her şeyin görüş olduğunu iddia etmektedirler. Oysa gerçekte, gerek genel kaide aracılığı ile elde edilsin gerekse Kitapta ve Sünnette geçen bir nassın mefhumundan istinbat edilen bir görüş olsun, görüş diye isimlendirilmez. Bilakis bu, bir şeri hükümdür. Çünkü o, bir delile dayanan bir sözdür. Bir delile sarılmaktadır, bağlanmaktadır.

Müctehidlerin Hadis Ehli ve Rey Ehli diye isimlendirilmelerinin aslı şudur: Hükümlerin istinbat edildiği esasları inceleyen bazı fakihler, şer'i hükümlere ait manaların akılla ilgili yönlerinin de bulunduğunu bu hükümlerin insanların problemlerini çözmek, onların çıkarlarına olan şeyleri gerçekleştirmek ve kötü şeyleri onlardan uzaklaştırmak için inmiş olduğunu gördüler. Bu nedenle nassların, ibarelerin delalet ettiği bütün her şeyi kuşatacak bir şekilde geniş bir şekilde anlaşılması gerekmektedir. İşte bu esasa göre nassları anlamaya, bir nassı diğer bir nassa tercih etmeye ve hakkında açık nass bulunmayan konularda istinbatta bulunmaya başladılar. Bu arada bazı fakihler ise ahad haberleri ve sahabe fetvalarını ezberlemeye önem verdiler. Nassların belirlediği çerçevede istinbatlarında ahad haberleri ve sahabe sözlerini anlamaya yöneldiler ve bunları karşılaştıkları olaylara uyguladılar. İşte buradan nassların şer'i delil sayılmasında, illete yer verilip verilmemesi konusundaki ihtilaflar ortaya çıktı.

Rey meselesinde aslolan reyden nehyeden delillerin var olduğudur. Buhari'de Urve b. Zübeyr'den gelen şu rivayet vardır: Dedi ki: "Başımızda hac emiri olan Abdullah b. Amr b. el-As'ın şöyle dediğini işittim. Ben Rasulullah (s.a.v.)'i şöyle derken işittim.

"Allah bu ilmi size verdikten sonra silmek suretiyle değil, alimleri ilimleriyle çekip alarak ilmi de alacaktır. Geride birtakım cahil insanlar kalacaktır ve insanlar onlardan fetvalar soracak ve onlar da reyleri/görüşleri ile fetvalar vereceklerdir. Böylece hem kendileri sapacaklar hem de başkalarını saptıracaklardır." Kaynak Avf b. Malik el-Eşcai'den: Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:

"Ümmetim yetmiş kadar fırkaya ayrılacaktır. Fitne bakımından bunların en büyüğü, reyleriyle dini kıyaslayarak Allah'ın helal kıldığını haram kılanlar ve haram kıldığını da helal kılanlardır" Kaynak İbni Abbas'dan: Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:

"Kur'an hakkında kendi görüşü ile söz söyleyen kimse cehennemden yerini hazırlasın" Kaynak

İşte bu hadisler reyin kınanması konusunda gayet açıktırlar. Ancak burada kınanan rey, Hanefi'lerde olduğu gibi rey ehli fakihlerin ortaya koydukları rey değildir. Hadislerde kınanan rey, senetsiz (delilsiz) dayanaksız olarak şeriat hakkında söz söylemektir. Şer'i bir asla dayanan görüşün, şer'i hüküm olduğuna sahabe sözleri ve hadisler delalet etmektedir. Rasulullah (s.a.v.) hakimin rey (Kur'an ve sünnete göre görüşü) ile ictihad etmesine cevaz vermiştir. Gayesi hakkı bilmek ve ona tabi olmak oldukça rey ile ictihadında hata ettiği zaman ona bir ecir vardır. Nebi (s.a.v.) Ahzab günü ashabına ikindi namazını Beni Kurayza'da kılmalarını emretti. Onlardan bir kısmı ictihadlarına dayanarak namazı yolda kıldılar ve bizden namazı geciktirmemizi istemedi. Bizden ancak süratle hareket etmemizi istedi, diyerek nassın manasına bakmışlardır. Bir başka grup ise namazı geciktirerek Beni Kurayza'ya varıncaya kadar geciktirme şeklinde ictihad ettiler ve namazı geceleyin kıldılar. Bunlar ise nassın lafzına baktılar. Rasül de her iki grubun görüşlerinin doğru olduğunu ikrar etti. Muaz'dan:

"Rasulullah (s.a.v.) beni Yemen'e gönderdiğinde bana; "Bir problemle karşılaştığın zaman nasıl hareket edeceksin? diye sordu. Ben de: Allah'ın Kitabına göre hükmederim dedim. Allah'ın Kitabında bulamazsan? Allah'ın Rasülünün sünneti ile; Allah'ın Rasülünün sünnetinde de bulamazsan? Çekinmeden görüşümle ictihad ederim dedim. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) göğsüme vurdu ve sonra da: Allah ve Rasülü'nün razı olacağı şeyde Rasülünün elçisini muvaffak kılan Allah'a hamd olsun." dedi. Kaynak İşte rey ehli müctehidlerin ve fakihlerin sünnetle amel ederek yapageldikleri rey budur. Bu, nassa dayanan bir görüştür. Her ne kadar bunlar rey ehli diye isimlendirilmiş olsa da bunlar da hadis ehlidirler. Hatta rey ehli olarak meşhur olan Ebu Hanife'nin mezhebine tabi olan Hanefi'lerin tamamına göre sahih hadisin dışında kalan Hasen hadis, kıyastan ve reyden daha evladır. Hanefi'ler Hasen bir hadis olmasına rağmen namazda "kahkaha" hadisini kıyasa ve reye tercih ederek, on dirhemden daha az bir değere sahip bir eşyanın çalınmasında el kesme cezasının uygulanamayacağı görüşündedirler. Oysa el kesme olayında delil olarak kullandıkları bu hadis sahih derecesine ulaşmamış bir hasen hadistir. Bu da, onlara göre görüşün/reyin nassı ve kıyası anlamak demek olduğuna delalet etmektedir. Onlar, reyi sahih hadisten daha alt derecede bulunan Hasen hadisten daha aşağı bir dereceye indirmişlerdir. İşte bu da, reyden kastın, nassı anlamak ve nassa dayanan görüş olduğuna işaret etmektedir. Rey ehli aynı zamanda hadis ehlidirler.

İstinbat metodunda ihtilafa yol açan üçüncü neden ise, nassları anlamada uygulanan bazı sözlük manalardır. Arap dili üslûblarını ve bunların işaret ettiği anlamları inceleme sonucunda müctehidler arasında bazı ihtilaflar ortaya çıkmıştır. Bir takım müctehidler, mantukundaki hükmün sübutuna göre ve mefhumu muhalifinde bu hükmün tersinin sabit olmasına göre nassın huccet olduğunu kabul etmektedirler. Yine bazı müctehidler, tahsis edilmeyen amm'ın bütün fertlerini kapsamada kesin olduğunu söylerken bazıları ise bunun zanni olduğu kanaatindedirler. Yine bazılarına göre mutlak emir vucub ifade eder ve karine olmaksızın mutlak emir vucubdan başka bir anlama delalet etmez. Bazı müctehidlere göre ise emir, mücerred olarak bir fiilin yapılmasını ister. İcap veya başka bir hükmü belirleyen şey ise var olan karinedir. İşte buna göre nassları anlamadan kaynaklanan ihtilaf ictihad metodunda da ihtilafların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Tabiin tabakasından sonra hüküm istinbatında görülen ihtilaflar işte böylece ortaya çıkmıştır. Ve böylece de her müctehidin kendine ait özel bir metodu olmuştur. İstinbat metodundaki bu ihtilaftan fıkhi mezhebler meydana gelmiştir. Bu ihtilaflar nedeniyle fıkıh büyük bir gelişme göstermiştir. Bu nedenle anlayıştaki bu ihtilaf gayet tabii olup aynı zamanda fıkhın gelişmesine de yardımcı olmuştur. Sahabe bazen birbirine muhalif hükümler vermişlerdir. Ali, Ömer ve Zeyd b. Sabitten öğrenmiş olmasına rağmen Abdullah b. Abbas onlara muhalefet etmiştir. Malik çok kere şeyhlerine muhalif olmuştur. Yine Cafer-i Sadık'tan öğrenmiş olmasına rağmen bazı meselelerde Ebu Hanife Cafer-i Sadık'a muhalefet etmiştir. Yine imam Malik'den öğrenmiş olmasına rağmen bazı meselelerde Şafii, Malik'e muhalefet etmiştir. İşte böylece alimler birbirlerine muhalefet ediyorlar, öğrenciler üstatlarına ve hocalarına muhalefet etmelerine rağmen bu hareketleri saygısızlık veya hocalarının yolundan çıkma saymıyorlardı. Bu nedenle İslâm, ictihada teşvik etmiştir. Her alim anlıyor ve ictihad ediyordu. Bir hocanın, bir üstadın, Tabiinin veya sahabenin görüşüne bağlı kalmak mecburiyetinde değillerdi.

 

Kitabın ilk sayfasına dönüş Kitabı bilgisayarınıza yükleyebilirsiniz Bu sayfayı birine gönderebilirsiniz Anasayfa ve diğer kitaplar için