Ana Sayfa
Ana Sayfa
 
Kitap
Beyan
Yeni Sayı
Arşiv
Haber
Sizden Gelen
Link
Email

“Multi kültürelizm ve İngiliz kimliğinin gerekliliği” hususunda yaptığı yorumlar üzerine İngiltere Hizb-ut Tahrir’den Trevor Phillips’e yazılmış bir mektup:

Bay Phillips,

Sizin seleflerinizden bazıları dahil, sizi bir çok kişi suçladı. Hatta soldaki siyasi can yoldaşlarınızdan bazıları sizi hainlikle suçladı. Ne ilginçtir sağcılar ve onların “Daily Mail” siklet merkezlerinin başyazılarında görüşleriniz övüldü. Geri kalanların çoğu maalesef, görüşlerinizi derin, sabit bir üslupla açıklamak (yönlendirmek) yerine kendilerini kutlamakla meşgullardı, fakat zannedersem bunun konuyla pek alakası yok. Herhangi bir kişinin sizinle hemfikir olup olmamasına bakmaksızın sadece İngiltere’de değil, Avrupa kıtasında da yankı bulmuş olan mevzu çok büyük önem taşımaktadır. Ardından yapılan tartışmalar yapıcı ve gerçekçi olmalıydı. Aynı zamanda maalesef tartışmaların çoğu duygusallık, dogmatism, savunma ve önyargı özelliğini taşımaktadır. Bir-kaç noktanın açıklanması gerektiğine inanıyorum. Uzun süreli bir yazışmayı önlemek için yüz yüze görüşmek daha faydalı olacaktır. Böylelikle tartışmamız daha verimli olacak ve bu konuyla bağlantılı diğer tüm konuları görüşme imkanımız olacaktır.

Müslümanlar kendilerini yorumlarınıza karşı cevap vermeye zorunlu hissetmektedirler. Bunun sebebi tartışmada sadece Müslümanların başrolde olması değil, aynı zamanda İslam’ın benzersiz başarılarından birisi de etnik farklılıkları eritip güçlü bir ümmet oluşturmasıdır. Buna bir örnek de T.W. Arnold’un şu sözleridir: “İmparatorluğun Avrupa eyaletlerinde Yunanlılar sayı bakımından Türklerden daha güçlülerdi, dini hoşgörü, can ve mal güvenliği onları çok etkiledi ve hemen Hıristiyan gücün yönetimini değil İslamî otoriteyi tercih ettiler.” Bir süredir İngiltere’deki Müslümanlar kimlik sorununu tartışmaktadırlar. Geçen yaz bir açık foruma katıldım. “İngiliz veya Müslüman: Kimlik, değerler, görüşler,” başlığı altında iki gayri-müslimle tartıştım ki tartışmaya 8 bin kişi sonradan iştirak etti.

Sadece yorumlarınıza büyük tepkiler verilmiştir ve aynı zamanda yapılan tartışmalarda İngilizleşme tanımlanamamıştır. Yorumcular ve toplumun büyük bir kısmında bu terimi aynı şekilde açıklayacak bir tanım mevcut değildir. Tarif etmekten aciz kaldıkları bu kimliğe insanları davet eden bir ulus, o kimliğin gerçekliğini nasıl kanıtlayabilir ve aynı zamanda tartışmanın kültür ve değerlerle alakalı hayati sorular hususunda da hata yaptığını düşünüyorum. Kültür ve değer kelimesine açık bir tarif getirmeden, yapılan acilen İngilizleşme çağrıları bana ve bir ihtimal diğer insanlara da kara milliyetçiliğin ima edilişi gibi geliyor.

Shakespeare’in öneminden bahsettiniz ve Hamlet oyununun monolog kısmı geldi aklıma: “Olmak veya olmamak, soru bu.” İngiliz olmak değil fakat sadece olmak veya olmamak. Sadece bir tane güçlü cümlede İngiltere’nin en meşhur oyun yazarı intiharın en tartışmalı cümlesini tanıtıyor. Fakat sizin iddia ettiğiniz gibi, herhangi bir kişiyi İngiliz yapan şey Shakespeare’i takdir midir? Mesela Shakespeare’in ululslararası öğretim planından çıkartılması durumunda halk etkilenmeyecektir. Ben mesela, İslam dinine sonradan girmiş bir Müslümanım ve İngiltere’de doğdum. İngiliz edebiyatında takdir ettiğim bir çok şey vardır. Fakat birçok gayri-müslim ingiliz edebiyatıyla ilgilenmemektedir. İngiliz edebiyatıyla ilgilenmemeleri onların İngiliz olmadığı anlamına gelir. Shakespeare’e olan sevgiyi artırmakla Norman Tebbiti’in haysiyetsiz “cricket deneyi” unutulabilecek mi? Shakespeare’in İngiliz kültüründen bir parça olduğu şüphe götürmez bir gerçektir fakat toplum Shakespeare’den önce var olmuştur ve var olmaya devam edecektir. Aynı şekilde toplumdan herhangi birinin, yabancı veya yerli, edebiyata eklenen yeni çalışmalarla edebiyat var olmaya devam edecek ve genişleyecektir. Ben dinlenen müziğin, sporun veya okunan kitapların İngiliz kimliği için bir tanım olduğuna inanmıyorum. Peki bu durumda kimlik probleminin anahtarı nedir?

Müslümanlar uyumlu bir toplumun güçlülüğünün İngiliz veya Pakistanlı olarak isimlendirilmekten meydana gelmediğinin bilincindedirler. Toplumun güçlülüğü ırktan, soydan, renkten ve dilden üstün olan değerlere göre yaşamayla sağlanır. Müslümanlar uyumlu toplum anahtarının İslam’da olduğunu biliyorlar. H. A. Gibb “Whither İslam” isimli kitabında yazdığı şu sözler çok doğrudur: “İslam’ın insanlığın yararına işleyecek bir fonksiyonu daha vardır. İslam’ın ırklar arası anlayış ve işbirliği gibi müthiş bir örfü vardır. Diğer hiçbir toplum insanlığın birçok farklı ırkını birleştirmede, mevki ve fırsatlar eşitliği sağlamada bu kadar başarılı olamamıştır. İslam’ın, günümüzde halen, ırk ve örfün uzlaşmaz elementlerini uzlaştırma gücü vardır.” A. Toynbee de “Civilization On Trail” isimli kitabında bu husustan bahsetmektedir: “İslam’ın fevkalade başarılarından biri de Müslümanlar arasında ırk bilincini yok etmeyi başarmış olmasıdır. Ve günümüzde dünya İslam’ın bu görüşünün propaganda edilmesine ne kadar da muhtaçtır.” Belki tek bir anayasa altında azınlık olarak yaşama görüşünden doğacak soru vasıtasıyla, Müslümanlara kendi ulusal kimliklerini empoze etmeye çalışanlarda bir anlayış oluşur.

Biz kimlik sorusunu kültür olarak isimlendirilen değerler bölümünde cevaplandırıyoruz. Bu değerler insanların üzerine zorla uygulanamayacak kadar güzel ve eşsizdir. Bilinçli bir ulus için en değerli şey ırk, kitap veya balık ve chips değil, değerlerdir. Bu değerleri tanımlamanız gerekir ve tanımladığınız an sizinle aynı değerleri paylaşmayanlar hususunda ne yapmanız gerektiğini kendinize sormalısınız. Bu değerleri diğerlerine zorbalıkla mı empoze edeceksiniz?

Bir dizi değerlere çok güçlü bir şekilde inanıyorsanız, o değerlerin hayat hakkında derin ve aydın düşünceler üzerine kurulmuş olması gerekir. Bu durumda bu değerlerin gücü sizin zorlama gücünüzde değil, fakat kendi ikna gücündedir. Açıkça veya bilinçaltına zorlamak, sizin empoze etmek istediğiniz değerlerin halk tarafından kabul edilmemesine hatta düşmanlığa yol açar. İngiltere’deki Müslümanlara tekrar tekar “siz İngilizsiniz” ve “hristiyanlar ve yahudiler gibi entegre olacaksınız” deniliyor. Fakat bilinmeli ki Müslümanların tarihi ve kültürü o kadar zengin ki kendilerini kolayca dikta ettirmezler.

Ve bundan dolayı sizin için en iyi olanı inandığınız değerleri tanımlamanız ve bunları Müslümanlarla tartışmanızdır. Birçok batılı yorumcunun iddiasının aksine batı değerleri evrensel değildir. Bu değerler özellikle farklı filozofik temel üzerine temellendirilmiş diğer değer sistemleri tarafından tartışmaya açık olmalıdır. Bunu örneklendirelim. Bu noktada İslam’ın bazı sosyal değerlerine işaret etmek istiyorum:

Fikir, can ve mal güvenliği, yaşlılara saygı ve aile ilişkileri. “Hilafet” olarak da bilinen yönetim sisteminin parçası olan vatandaşlık değerlerinden bazıları şunlardır: Sorumlu ve halkı temsil eden bir hükümet, kanunlarla hükmedilmesi, bağımsız yargı ve gayri-müslim vatandaşların hakları (azınlık terimini kullanmamaya özen gösteriyoruz). Bunlardan bazılarını kendi listenize eklemek istiyebilirsiniz. Özellikle batı düşüncesi üzerine kurulu olmayan bir medeniyetin, medeniyet olduğunu inkar edenler İslam’ın bambaşka bir düşünce temeli üzerine kurulduğunu bilmelidirler. Buna ek olarak, batı toplumlarında uyuşturucunun, şiddetin, fakirliğin, kurumsal ırkçlığın, sosyal çöküşün, materyalizmin ve egoizmin, sekülarizmin birer meyveleri olarak, bulaşıçı bir hastalık gibi yayıldığına inanıyorum. Ve son olarak batı toplumlarında iyi bir yönetimin olmadığını söylemek çok doğrudur.

Sizin istediğiniz şekilde entegre/birleşme gerçekleştirmedikleri ve kabul etmemeleri durumunda onları şiddeti seçmiş gibi gösterdiğiniz İngiltere’deki Müslümanların başka bir alternatiflerinin -söze başlamanın üçüncü yollarının- olduğuna inanıyorum. Bu üçüncü alternatif ise; batı toplumlarında değerler hakkında ölçülü tartışmaların yer bulmasına izin vermektedir.

Değerlerimizi kabul etmiyor olabilirsiniz, onlara kritik/eleştiri getirebilirsiniz, fakat bizim açık tartışmadan veya kritiklerden korkacak birşeyimiz yok. Lütfen İslam fobisi/korkusu gibi sahte zırhlar giyinmeyiniz, fikirlerinizi duymak istiyoruz. Buna rağmen değerlerimizi ve düşüncelerimizi - onların yanlış olduğundan dolayı değil fakat çoğunluğun veya “teröre karşı savaş” grubunun bunu istediği için - terk etmemizi bekliyorsanız, bu herhangi düşünen (!) toplum için üzücü bir kayıp ve boş bir arayış olacaktır.

Saygılarımla

Dr. Abdullah Robin

İngiltere Hizb-ut Tahrir üyesi

H. 7 R. Evvel 1425

M. 26 Nisan 2004