Ayın Konusu İnceleme Soru-Cevap Kitap Tanıtım Hakkımızda
Ana Sayfa
 
Kitap
Beyan
Yeni Sayı
Arşiv
Haber
Sizden Gelen
Link
Email
İslam Devleti
İslam'a Davet
Hizb-ut Tahrir
Hilafet Nasıl Yıkıldı
İslam Şahsiyeti
İslam'da İctimai Nizam
İslam'da Yönetim Nizamı
İslam'da Ekonomik Sistem
Diğer kitaplar için tıklatınız

 

Bismillahir Rahmanir Rahim

Alemlerin Yaratıcısı ve Rabbı olan Yüce Allah’a hamd olsun. Allah’u Tealâ’nın dünya ve ahiret saadetinin temini, her türlü müşkilatımızın çözümü için bir hayat nizamı ve çözüm yolu olarak gönderdiği Din-i İslâm’ı çeşitli zorluk, fedakârlıklara katlanarak bizlere ulaştıran Şanlı Resul Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)’e, âline, ashabına ve onların yolunun sadık yolcularına selât ve selâm olsun.

Şüphesiz ki; Allah Azze ve Celle insanları ancak kendisine kulluk etmeleri için yaratmıştır. İnsanoğlu sahip olduğu aklı ile, algıladığı şeyler üzerinde düşünmeye ve onları anlamaya çalışır. Sağlıklı bir düşünmenin sonucunda hissettiği şeylerin bir Yaratıcısının olduğunu anlar. Bu aşamadan sonra kendisini yaratan ve sahip olduğu nimetleri kendisine ihsan eden O Yüce Yaratıcının kim olduğunu, kendisini ne için yarattığını, nelerden razı ve hoşnut olduğunu ve nelerden de hoşnut olmadığını;  iyi ve kötünün, güzel ve çirkinin ne olduğunu öğrenmek ister. Yine hayatın bir sonu olduğunu görür ve hayat sonrasında ne olacağını, nelerle karşılaşacağını merak eder. Çünkü kendisinin bir başlangıcının ve sonunun olduğunu, sınırlı, aciz ve eksik bulunduğunu kavrar.

İşte her şeyin yegane yaratıcısı ve mutlak hakimi olan Allahu Teala insanoğlunun bu sorularına cevap vermek, onlara doğru yolu göstermek ve onlar için seçip beğendiği İslam'la, şerefli ve izzetli bir hayat kurmaları için, hayat sonrasında da vaad ettiği mükafatı ile onları ödüllendirmek için bir Kitap ve Peygamber göndermiştir. Allah’ın Kerim Rasulü Muhammed (sav) tüm insanlara bu amaçla gönderilmiştir. O (sav) bütün bu soruların cevabını en güzel bir şekilde vermiş ve Allah’ı razı etmenin yolunun göstermiştir. O zamanki cahiller, “Eğer Allah bir peygamber göndermek istiyorsa, neden o peygamberi meleklerden seçmiyor da bizim gibi bir insanı seçiyor?” diyorlardı. İşte Allah bize bizim gibi bir beşer olan Muhammed (sav)’i kendisine elçi olarak seçti ki; O’nun hayatının her anı bizim için Allah’ın rızasını kazanmanın örnek bir modeli olsun. Rasulullah (sav) kendisine Risaletin gelmesinin ilk gününden ta Rabbine kavuşma gününe kadar sürekli Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara bildirmiş ve bizzat kendi hayatında bu hükümlerin nasıl tatbik edileceğini öğretmiştir.

Bunun içindir ki; bizler Allah katında yegane doğru din olan İslam’ın nasıl bir din olduğunu ve onun hükümlerinin hayatımızda nasıl yer alması gerektiğini ancak Allah Rasulü (sav)’in hayatından alırız. Bizler Onun aziz hayatına baktığımızda görürüz ki; O (sav) hayatını ancak Allah’ı razı etmek ve O’nun dinini hayatın her alanına hakim kılmak düşüncesiyle hareket etti. Onunla birlikte olan Sahabeleri de aynı yolda yürüdüler. 13 sene boyunca Mekke’de Rasulullah’ın ve Sahabelerinin maruz kaldığı eziyetlere, zulümlere ve baskılara baktığımız zaman, bunların nedenleri üzerinde düşündüğümüz zaman, Rasulullah (sav)’in ancak insanları Tek Bir İlaha ve Onun hükümlerine her yerde ve her koşulda boyun eğmeye davet ettiğini görmek çok da zor değildir. 10 sene süren Medine hayatına baktığımızda ise, Rasulullah (sav) inşa ettiği İslam Toplumunda İslam hükümlerini nasıl tatbik ettiğini, İslam Daveti’ni aleme nasıl cihad yoluyla ulaştırdığını ve dünyaya İslam’ın nasıl adalet ve huzur getirdiğini görmekteyiz.

Rasulullah (sav)’in hayatındaki tüm işler sadece İslam hükümlerinin tastamam tatbik edildiği, her türlü pislikten ve münkerden arındırıldığı ve davet-cihad yoluyla İslam’ın aleme taşındığı bir İslam Toplumu, bir İslam Ümmeti ve bir İslam Devleti oluşturmak hedefini gerçekleştirmek olmuştur. Rasulullah (sav)’den sonra gelen Raşid Halifeler de aynı çizgide hareket etmişlerdir.

Bu durum 3 Mart 1924 tarihine kadar devam etmiştir. Çünkü bu gün (3 Mart) İslam Ümmetinin asasının kırıldığı, boynunun koparıldığı ve savunmasız bırakıldığı gündür. O gün İslam’ın siyasi ve fikri liderliği olan Hilafetin kaldırıldığı gündür. Bu günlere gelmek elbette kolay olmamıştır. Ta Hicri üçüncü asırdan itibaren başlayan fikri, siyasi ve kültürel saldırılar meyvelerini geç de olsa vermiştir.

Çok acıdır ki; Allahu Teala’nın seçkin ve üstün kıldığı İslam Ümmeti, bu saldırılar sonucunda her yönden darbeler almış ve yıkılmaya mahkum edilmiştir. Artık dünyanın sırtlarında düşünmekten, yürümekten, korunmaktan, savaşmaktan aciz bir müslümanlar topluluğu kalmıştır.

İşte bu nedenle; İslam Ümmeti’ni içinde bulunduğu bu yıkıntı ve çöküntü halinden kurtarmak, ona tekrar eski izzet ve şerefini iade etmek, Rasulullah (sav) ve Sahabeleri (r.anhum)’un inşa ettiği gibi bir İslam Toplumu inşa etmek ve İslam Daveti’ni dünyaya cihad yoluyla taşıyacak; paramparça olmuş bu ümmeti tek bir çatı altında toplayacak olan Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmayı amaçlayan Hizb-ut Tahrir kuruldu.

Hizb-ut Tahrir, Yüce Allah (subhanehu ve teala)'nın;

"Sizden hayra davet eden, marufu emreden, münkerden nehyeden bir ümmet (topluluk) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." (Ali İmran 104) ayetine icab ederek; İslam ümmetini düşmüş olduğu şiddetli çöküntüden kalkındırmak; küfür fikirlerinden, düzenlerinden, hükümlerinden, kâfir devletlerin egemenliğinden, sömürgesi/nüfuzundan kurtarmak gayesiyle kurulmuştur.

Bundan dolayı Hizb-ut Tahrir kuruldu ve İslam Akidesine dayalı kitlesini oluşturdu, gayesini gerçekleştirmek için izlediği yolda kendisine lüzumlu İslami fikirleri ve hükümleri benimseyerek bağlandı. Müslümanları İslâm'la kalkındırmaya girişen kitleleri başarısızlığa düşüren sebeplerin ve eksikliklerin hepsini telâfi etti. İslâm düşüncesi ve metodunu vahyin indirdiği Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün Sünneti'nden, sahabenin icmaı ve kıyasın gösterdiğinden alarak fikrî, dakik bir anlayışla kavradı. Vakıayı İslâm hükümlerine uygun olarak değiştirmek için düşüncesinin konusu kıldı. Rasulullah'ın, daveti yüklenmede izlediği metoduna; Medine'de devleti kuruncaya kadar Mekke'deki daveti ile seyrinde izlediği metoduna sarıldı. Üyelerini birbirine bağlayan bağ olarak, İslâm Akidesini ve benimseyip bağlandığı İslâm fikirleri ve hükümlerini kabul etti. Bunun için Hizb, ümmetin kendisini bağrına basmasına, onunla yürümesine ehil ve lâyıktır. Bilâkis ümmetin onu kucaklaması ve onunla birlikte yürümesi vacibtir. Çünkü, fikrini hazmeden, metodunu basiretle kavrayan, temel davasını anlayan, Rasulullah'ın siretinden sapmaksızın ve gayesini gerçekleştirmekten vazgeçmeksizin Allah Rasulü (SAV)'in sîretinin çizdiği programa bağlanan tek partidir.

İşte, Aziz İslâm davasının bir sesi olma yolunda; Hakk'ı, halkın levminden çekinmeden açıkca sesinin ulaşabildiği yere kadar duyurabilme arzusu ile yayınına devam eden hilafet.com ve Raşidi Hilafet Dergisi, Hizb-ut Tahrir’in fikirlerini hem internet üzerinde hem de yazılı basında ümmete ulaştırmak amacıyla kuruldu.

Rabb'imize bize tanıdığı bütün imkanlardan dolayı hamd eder, İslam Davası ve Ümmeti için hayırlı netice ve tesirlere vesile olmasını yine Yüce Rabb'imizden dileriz. 

Allah'ın Selamı, Rahmeti ve Bereketi üzerinize olsun.

Yukarı