Bismillahir
Rahmanir Rahim
Alemlerin
Yaratıcısı ve Rabbı olan Yüce Allah’a hamd olsun. Allah’u
Tealâ’nın dünya ve ahiret saadetinin temini, her türlü müşkilatımızın
çözümü için bir hayat nizamı ve çözüm yolu olarak gönderdiği
Din-i İslâm’ı çeşitli zorluk, fedakârlıklara katlanarak
bizlere ulaştıran Şanlı Resul Efendimiz Muhammed Mustafa
(s.a.v.)’e, âline, ashabına ve onların yolunun sadık
yolcularına selât ve selâm olsun.
Şüphesiz ki; Allah Azze ve Celle insanları
ancak kendisine kulluk etmeleri için yaratmıştır. İnsanoğlu
sahip olduğu aklı ile, algıladığı şeyler üzerinde düşünmeye
ve onları anlamaya çalışır. Sağlıklı bir düşünmenin
sonucunda hissettiği şeylerin bir Yaratıcısının olduğunu
anlar. Bu aşamadan sonra kendisini yaratan ve sahip olduğu
nimetleri kendisine ihsan eden O Yüce Yaratıcının kim olduğunu,
kendisini ne için yarattığını, nelerden razı ve hoşnut
olduğunu ve nelerden de hoşnut olmadığını; iyi ve kötünün, güzel ve çirkinin ne olduğunu öğrenmek
ister. Yine hayatın bir sonu olduğunu görür ve hayat sonrasında
ne olacağını, nelerle karşılaşacağını merak eder. Çünkü
kendisinin bir başlangıcının ve sonunun olduğunu, sınırlı,
aciz ve eksik bulunduğunu kavrar.
İşte her şeyin yegane yaratıcısı ve mutlak hakimi olan Allahu
Teala insanoğlunun bu sorularına cevap vermek, onlara doğru yolu
göstermek ve onlar için seçip beğendiği İslam'la, şerefli ve izzetli bir hayat
kurmaları için, hayat sonrasında da vaad ettiği mükafatı ile
onları ödüllendirmek
için bir Kitap ve Peygamber göndermiştir. Allah’ın
Kerim Rasulü Muhammed (sav) tüm insanlara bu amaçla gönderilmiştir.
O (sav) bütün bu soruların cevabını en güzel bir şekilde
vermiş ve Allah’ı razı etmenin yolunun göstermiştir. O
zamanki cahiller, “Eğer Allah bir peygamber göndermek istiyorsa,
neden o peygamberi meleklerden seçmiyor da bizim gibi bir insanı
seçiyor?” diyorlardı. İşte Allah bize bizim gibi bir beşer
olan Muhammed (sav)’i kendisine elçi olarak seçti ki; O’nun
hayatının her anı bizim için Allah’ın rızasını kazanmanın
örnek bir modeli olsun. Rasulullah (sav) kendisine Risaletin
gelmesinin ilk gününden ta Rabbine kavuşma gününe kadar
sürekli Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara bildirmiş ve
bizzat kendi hayatında bu hükümlerin nasıl tatbik edileceğini
öğretmiştir.
Bunun içindir ki; bizler Allah katında yegane doğru din
olan İslam’ın nasıl bir din olduğunu ve onun hükümlerinin
hayatımızda nasıl yer alması gerektiğini ancak Allah Rasulü
(sav)’in hayatından alırız. Bizler Onun aziz
hayatına baktığımızda görürüz ki; O (sav) hayatını ancak
Allah’ı razı etmek ve O’nun dinini hayatın her alanına hakim
kılmak düşüncesiyle hareket etti. Onunla birlikte olan
Sahabeleri de aynı yolda yürüdüler. 13 sene boyunca
Mekke’de Rasulullah’ın ve Sahabelerinin maruz kaldığı
eziyetlere, zulümlere ve baskılara baktığımız zaman, bunların
nedenleri üzerinde düşündüğümüz zaman, Rasulullah (sav)’in
ancak insanları Tek Bir İlaha ve Onun hükümlerine her yerde ve
her koşulda boyun eğmeye davet ettiğini görmek çok da zor değildir.
10 sene süren Medine hayatına baktığımızda ise, Rasulullah
(sav) inşa ettiği İslam Toplumunda İslam hükümlerini nasıl
tatbik ettiğini, İslam Daveti’ni aleme nasıl cihad yoluyla
ulaştırdığını ve dünyaya İslam’ın nasıl adalet ve huzur
getirdiğini görmekteyiz.
Rasulullah (sav)’in hayatındaki tüm işler sadece
İslam hükümlerinin tastamam tatbik edildiği, her türlü
pislikten ve münkerden arındırıldığı ve davet-cihad yoluyla
İslam’ın aleme taşındığı bir İslam Toplumu, bir İslam
Ümmeti ve bir İslam Devleti oluşturmak hedefini gerçekleştirmek
olmuştur. Rasulullah (sav)’den sonra gelen Raşid Halifeler de
aynı çizgide hareket etmişlerdir.
Bu durum 3 Mart 1924 tarihine kadar devam etmiştir. Çünkü bu
gün (3 Mart) İslam Ümmetinin asasının kırıldığı, boynunun
koparıldığı ve savunmasız bırakıldığı gündür. O gün
İslam’ın siyasi ve fikri liderliği olan Hilafetin
kaldırıldığı gündür. Bu günlere gelmek elbette kolay olmamıştır.
Ta Hicri üçüncü asırdan itibaren başlayan fikri, siyasi ve kültürel
saldırılar meyvelerini geç de olsa vermiştir.
Çok acıdır ki; Allahu Teala’nın seçkin ve üstün kıldığı
İslam Ümmeti, bu saldırılar sonucunda her yönden darbeler almış
ve yıkılmaya mahkum edilmiştir. Artık dünyanın sırtlarında düşünmekten,
yürümekten, korunmaktan, savaşmaktan aciz bir müslümanlar topluluğu kalmıştır.
İşte bu nedenle; İslam Ümmeti’ni içinde bulunduğu bu
yıkıntı ve çöküntü halinden kurtarmak, ona tekrar eski izzet
ve şerefini iade etmek, Rasulullah (sav) ve Sahabeleri (r.anhum)’un
inşa ettiği gibi bir İslam Toplumu inşa etmek ve İslam Daveti’ni
dünyaya cihad yoluyla taşıyacak; paramparça olmuş bu ümmeti
tek bir çatı altında toplayacak olan Raşidi Hilafet Devleti’ni
kurmayı amaçlayan Hizb-ut
Tahrir kuruldu.
Hizb-ut
Tahrir, Yüce Allah (subhanehu ve teala)'nın;
"Sizden hayra davet eden, marufu emreden, münkerden
nehyeden bir ümmet (topluluk) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa
erenlerin ta kendileridir." (Ali İmran 104) ayetine icab
ederek; İslam ümmetini düşmüş olduğu şiddetli çöküntüden
kalkındırmak; küfür fikirlerinden, düzenlerinden,
hükümlerinden, kâfir devletlerin egemenliğinden, sömürgesi/nüfuzundan
kurtarmak gayesiyle kurulmuştur.
Bundan dolayı
Hizb-ut
Tahrir kuruldu ve İslam Akidesine dayalı
kitlesini oluşturdu, gayesini gerçekleştirmek için izlediği
yolda kendisine lüzumlu İslami fikirleri ve hükümleri
benimseyerek bağlandı. Müslümanları İslâm'la
kalkındırmaya girişen kitleleri başarısızlığa düşüren
sebeplerin ve eksikliklerin hepsini telâfi etti. İslâm düşüncesi
ve metodunu vahyin indirdiği Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün
Sünneti'nden, sahabenin icmaı ve kıyasın gösterdiğinden alarak
fikrî, dakik bir anlayışla kavradı. Vakıayı İslâm
hükümlerine uygun olarak değiştirmek için düşüncesinin
konusu kıldı. Rasulullah'ın, daveti yüklenmede izlediği
metoduna;
Medine'de devleti kuruncaya kadar Mekke'deki daveti ile seyrinde
izlediği metoduna sarıldı. Üyelerini birbirine bağlayan bağ
olarak, İslâm Akidesini ve benimseyip bağlandığı İslâm
fikirleri ve hükümlerini kabul etti. Bunun için Hizb, ümmetin
kendisini bağrına basmasına, onunla yürümesine ehil ve lâyıktır.
Bilâkis ümmetin onu kucaklaması ve onunla birlikte yürümesi
vacibtir. Çünkü, fikrini hazmeden, metodunu basiretle kavrayan, temel davasını anlayan,
Rasulullah'ın siretinden sapmaksızın ve gayesini gerçekleştirmekten
vazgeçmeksizin Allah Rasulü (SAV)'in sîretinin çizdiği programa
bağlanan tek partidir.
İşte,
Aziz İslâm davasının bir sesi olma yolunda;
Hakk'ı, halkın levminden çekinmeden açıkca sesinin
ulaşabildiği yere kadar duyurabilme arzusu ile yayınına devam
eden hilafet.com
ve Raşidi
Hilafet Dergisi, Hizb-ut
Tahrir’in fikirlerini hem internet üzerinde hem
de yazılı basında ümmete ulaştırmak amacıyla kuruldu.
Rabb'imize
bize tanıdığı bütün imkanlardan dolayı hamd eder, İslam
Davası ve Ümmeti için hayırlı netice ve tesirlere vesile
olmasını yine Yüce Rabb'imizden dileriz.
Allah'ın
Selamı, Rahmeti ve Bereketi üzerinize olsun.
|