Adobe Acrobat Dosyası   Boyut: 293 KB
 

DİYET


Diyet iki kısma ayrılır:

1- Ağırlaştırılmış diyet. Bu, kırk tanesinin karnında yavru olmak üzere yüz devedir. Öldürülenin velisi akli, yani diyet almayı tercih etmişse, kasten öldürme fiilinde bu diyet ödenir. Bu, aynı zamanda kasta benzer öldürmenin de cezasıdır.

2- Ağırlaştırılmamış diyet. Bu ise, yüz deve olup hata ile öldürme ve hataya yol açacak bir şekilde öldürme fiillerinde alınır. Bunun delili, Nesei'nin, Amr b. Hazm'dan yaptığı şu rivayettir. Rasulullah (sav)'ın, Yemen halkına yazmış olduğu yazıda şunlar yer almaktadır: "Mümin bir can(nın öldürülmesin)da yüz deve (fidye) vardır." Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr ibni Hazm'dan onun da dedesinden Rasulullah (sav)'ın Yemen halkına yazdığı yazıda şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Bir mümin sebepsiz yere öldürülürse ve beyyine de varsa (katile) kısas uygulanır. Ancak öldürülenin yakınları (diyete veya affa) razı edilmeleri müstesna. Canda yüz deve diyet vardır." *

Abdullah b. Amr'dan. Rasulullah (sav) şöyle dedi:

"Şunu bilin ki hata ile öldürme kamçı veya sopa ile öldürmedir. Bunda, kırk tanesinin yavrusu karnında olmak üzere yüz deve diyet vardır." *

Diyet develerden alınır, develerin dışındakilerden alınmaz. Çünkü nass, bunlara delalet etmek üzere gelmiştir. Rasulullah (sav)'dan gelen bir nass bulunmaması nedeniyle inekten, koyundan veya diğerlerinden diyet alınmaz.

Ata'nın Cabir'den yaptığı şu rivayete gelince:

"Rasulullah (sav), deve sahiplerine yüz deve, inek sahiplerine iki yüz inek, koyun sahiplerine bin koyun ve elbise sahiplerine de iki yüz elbise vermeyi farz kıldı." *

Bu hadis, Muhammed b. İshak'tan rivayet edilmiş olduğu için zayıf bir hadistir. Muhammed b. İshak, dirayet açısından zayıf birisidir. Zira bir kimsenin, çokça ...den ...dan ile meşhur olması onun sahteliğinden kaynaklanmaktadır. Rivayet zincirinde Ata'nın Cabir b. Abdullah'dan rivayeti yer almaktadır. Muhammed b. İshak’ın Ata’dan rivayet ettiği bilinmediğinden bu rivayet meçhul birisinden yapılan rivayettir. Bu nedenle reddedilir ve istidlal yapılması doğru olmaz. Amr b. Şuayb'ın babasından onun da dedesinden rivayet ettiği şu hadise gelince:

"Kimin bir akli (diyeti) varsa, inek sahipleri iki yüz inek, koyun sahipleri de bin koyun öderler." *

Aynı şekilde bu hadis de zayıftır. Çünkü bu hadisin isnadında Muhammed ibni Raşid ed-Dımeşkı el-Mekhulî yer almaktadır. Bu adam hakkında ise bir çok kişi söz söylemiştir, rivayeti kabul edilmez, reddedilir ve hadisiyle istidlal yapılmaz. Dolayısıyla gelen sahih rivayetlerde yalnızca develerden bahsedilmiş olup deve dışında bir başkası zikredilmemiştir. Zayıf hadislerde yer alan deve dışındaki diyetlerin hiçbir değeri yoktur, bu hadislerle ihticac ve istidlal yapılmaz. Diyetin, hayvanlardan ödenmesi gerektiği zaman bunun, yalnızca develerle tayin edilmesi gerekir. Ancak, "inek sahiplerine iki yüz inek diyet ödemeyi emretti" şeklinde Ömer'den yapılan rivayet, Ömer'in uygulaması olup hüccet değildir ve delil olamaz. Zira Ömer'den rivayet edilen hadis, ibni Lehia yoluyla rivayet edilmiştir. İbni Lehia ise, eserlerde muteber bir kişi olarak kabul edilmediği ve reddedildiği için isnadı zayıftır. Ebu Davud'un Amr b. Şuayb'dan onun da babasından ve dedesinden yaptığı rivayete göre halifeliği döneminde yaptığı bir konuşmada şunları söylemiştir:

"Şunu biliniz ki artık develer pahalılaşmış bulunuyor. Diyet miktarları yeniden değerlemeye tabi tutuldu. Altın sahiplerine bin dinar, gümüş sahiplerine iki bin dirhem, inek sahiplerine de iki yüz elbise tayin edilmiştir." *

Bu ifade, Ömer'in sözü olup delil olmaya elverişli değildir. Sahabenin sözü, şer’î delil sayılmaz. Bu ifade, develerin yeniden değerlendirmeye tabi tutulması hususunda Ömer'in yaptığı bir ictihaddır, diyetin usulü hakkında yapılan sayısal bir tespit değildir. Bu nedenledir ki Ömer'in sözünde: "Şunu biliniz ki artık develer pahalılaşmış bulunuyor. Diyet miktarları yeniden değerlemeye tabi tutuldu. Altın sahiplerine bin dinar..." ifadelerini kullanmıştır. Ömer'in bu sözü, develerin yeniden değerlendirmeye tabi tutulması hususunda yaptığı bir ictihaddır. Sahabelerin ictihadları ise şer’î delil değildir.

Diyetin deve ile tespit edilmesi, diyetin temel esaslarından olup bir başka şey ona bedel olarak alınamaz, değerlendirilemez, inek, koyun veya elbise alınamaz. Yalnızca deve alınabilir. Nakit olarak değerlendirmeye tabi tutulamaz. Çünkü onu, bir başka şeyle değerlendirecek şekilde bir nass gelmemiştir. Zira bu, karşılık değil asıl bir diyettir.

Hayvanlarla ilgili diyetlerin tümünde durum aynıdır, bu da diyetin deve ile ödenmesidir. Parasal diyetin miktarı ise; altında bin dinar, gümüşte ise onki bin dirhemdir. Diyetin altına göre verileceğinin delili Nesei'nin Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan onun da babasından ve dedesinden yaptığı şu rivayettir: "Altın sahiplerine bin dinar" Diyetin gümüş ile ödenebileceğinin delili ise İkrime'nin İbni Abbas'tan yaptığı şu rivayettir:

"Rasulullah (sav) zamanında bir adam bir başka adamı öldürdü ve Nebi (sav) de oniki bin (dirhem diyet) tespit etti." *

Dolayısıyla öldürülen kimsenin diyeti ya bin dinar altın olarak ya da on ikibin dirhem gümüş olarak ödenmesi gerekir. Nassın altın ve gümüş ifadelerini kullanarak gelmiş olmasından dolayı bunun dışında bir başka nakitle ödenemez. Bu hususta nassa bağlı kalmak lazımdır.

Şer’î dinar, 4,25 gram altın ağırlığındadır. Bu, aynı zamanda şer’î miskalin de ağırlığıdır. Şer’î dirhem ise, 2,975 gram gümüş ağırlığındadır.

Buna göre öldürülen kimsenin diyeti altın cinsinden, 4250 gram altındır. Gümüş olarak ise 35700 gram gümüştür.

Günümüzde kullanılan kağıt para olarak bu diyet ya; bin dinar altının değeri olan 4250 gram altın karşılığı ya da onikibin dirhem gümüşün değeri olan 35700 gram gümüş karlığı ödenmesi gereklidir.

Hür olanın, kölenin, erkeğin, kadının, Müslümanın, zimminin diyetleri aralarında herhargi bir fark olmaksızın aynıdır. Erkeğin, kadının, hür kimsenin ve kölenin diyetinin aynı olduğunun delili Rasulullah (sav)'ın şu sözleridir:

"Müslümanlar kanlarında eşittirler.” *

"Mümin bir can(nın öldürülmesin)da yüz deve (fidye) vardır."

“Kasta benzer (öldürmenin diyeti) ağırlaştırılmış (diyettir)” *

"Şunu bilin ki hata ile öldürme kamçı veya sopa ile öldürmedir. Bunda, yüz deve diyet vardır." *

"Canda yüz deve diyet vardır." *

Bu deliller genel olup erkeği, kadını, hür kimseyi ve köleyi içeriğine almaktadır. Rasülün, "kanları birbirine eşittir" sözü, onların diyetlerinin de eşit olduğunun delilidir. Dolayısıyla hür bir kimsenin diyeti kölenin diyetinden, erkeğin diyeti de kadının diyetin üstün tutularak ayırt edilemez. Hadiste yer alan: "kasta benzer" ve "hata ile öldürme" ifadeleri, erkeği de kadını da, hür olanı da ve köle olan kimseyi de kapsamaktadır. Yine, "mümin bir nefiste (canda)" ve "nefiste" ifadelerinde kullanılan "nefis" kelimesi; erkeği de, kadını da, hür olanı da ve köleyi de kapsamaktadır. İşte bu deliller, erkeğin, kadının, hür olanın ve kölenin diyetlerinin aynı olduğu ve aralarında fazlalık söz konusu olmadığının sarih ifadeleridir. Muaz b. Cebel'in Nebi (sav)'den rivayet ettiği: "Kadının diyeti erkeğin diyetinin yarısıdır" hadisi, zayıf bir hadis olup bununla ihticac yapılamaz. Beyhaqı bu hadis hakkında şunları söylemektedir: "Böyle bir isnad sabit olmaz." Beyhaqı'nin mevkuf olarak Ali (ra)'den rivayet ettiği: "Kadının diyeti, her konuda erkeğin diyetinin yarısıdır" sözü de sahabe sözü olup şer’î delil sayılmaz. Üstelik İbrahim en-Nehî'den rivayet edilmiş olması nedeniyle senedinde inkita vardır, dolayısıyla reddedilir. Bu nedenle kadının diyetinin, erkeğin diyetinin yarısı olduğunu söyleyenlerin sözleri için sahih bir delil yoktur. Bu durumda geriye yalnızca genelliğe delalet eden deliller kalmaktadır ve sadece Rasülün şu sözleri: "mümin bir nefiste (canda)" ve "nefiste" kadının diyetinin erkeğin diyeti ile aynı olduğu hususunda yeterli ifadelerdir. Kölenin ve cariyenin diyet değeri, ne kadar yükselirse yükselsin bir bütün olarak hür bir kimsenin diyetine ulaşamaz diyenlerin, ne sahih ne zayıf hadis, sahih ne de hastalıklı bir rivayet şeklinde olmak üzere kesinlikle hiçbir delilleri yoktur. Bu tür söz söyleyenlerin tamamı ilim ehlinin icmasına dayanmaktadırlar ve şöyle demektedirler: "İlim ehli icma etti." Oysa ilim ehlinin icmasının hiçbir değeri yoktur ve şer’î delil sayılmaz. Üstelik ilim ehlinin icması genel nasslar karşısında nasıl yer alabilir? Özellikle Rasül (sav)'ün: "Mümin bir nefiste (canda) yüz deve vardır", "Canda yüz deve diyet vardır" hadislerinde yer alan "nefis" kelimesinin köleyi ve cariyeyi de kapsadığını, dünyada herhangi bir kimse inkar edebilir mi? Bu nedenledir ki ilim ehlinin icması ile ihticacda bulunanların sözleri reddedilerek, kölenin ve cariyenin diyeti, hür erkek ve kadının diyetiyle aynı olur.

Zimminin diyetinin, Müslüman’ın diyeti ile aynı olması, diyet hususunda delil olan hadislerin genelliğine, özellikle de Rasül (sav)'ün şu sözüne dayanmaktadır: "Mümin bir nefiste (canda) yüz deve vardır." Hadiste yer alan "nefis" kelimesi kâfiri de Müslümanı da kapsamaktadır. Ancak harbi kâfiri bu genellikten istisna eden ve kanının akıtılmasına cevaz veren nasslar da gelmiştir. Harbi kâfir için diyet yoktur. Dolayısıyla harbi kâfir, bu genellemeden çıkartılarak yalnızca zimmi kâfir bu genellik içerisinde bırakılmıştır. Diğer taraftan zimmi kâfirin diyetinin Müslümanın diyeti gibi olduğuna delalet eden kitaptan ve sünnetten sarih deliller vardır. Kur'an'dan delil, Allahu Teâla’nın şu ayetidir:

"Şayet (öldürülen) kendileriyle aralarında bir anlaşma bulunan kavimdense o vakit ailesine bir diyet vermek..." *

Bu ayetteki istidlal yönü, diyetin herhangi bir şekilde kayıtlanmaksızın "bir diyet vermek" şeklinde mutlak olarak gelmiş olmasıdır. Bu mutlak ifade ile, bilinen diyet kastedilmektedir ki bu da Müslümanlar için ödenen diyettir. Sünnetten delil ise Tirmizi'nin İbni Abbas'tan tahric ettiği şu hadistir:

"Nebi (sav), Amr b. Ümeyye ed-Damiri'nin öldürdüğü beni Amir'den iki kişinin diyetini ödedi. Bu iki kişi ile Nebi (sav) arasında anlaşma vardı ancak Amr'ın bu anlaşmadan haberi yoktu, onların diyetini Müslümanların diyet miktarına göre ödedi."

Beyhaqı Zühri'den şunu tahric etmektedir: "Nebi (sav) zamanında Yahudilerin ve Hıristiyanların diyeti Müslümanın diyeti gibiydi. Ebu Bekir, Ömer ve Osman zamanında da böyleydi. Muaviye zamanda ise diyetin yarısı öldürülenin yakınlarına veriliyor diğer yarısı da beytülmala kalıyordu. Dedi ki: Sonra Ömer b. Abdülaziz, yarısı ile hükmetti ve Muaviyenin uygulamasını terk etti."

İkrime, İbni Abbas'dan rivayet etmektedir. Dedi ki: "Rasulullah (sav), beni Amir'den anlaşmalı olan iki adamın diyetini hür bir müslümanın diyeti gibi ödemiştir."

Beyhaqı'nin tahricinde şu ifade yer almaktadır: "Nebi (sav), anlaşmalı iki kişinin diyetini müslümanın diyeti gibi ödemiştir."

Amr b. Şuayb'dan onun da babasından ve dedesinden yaptığı rivayete göre Nebi (sav) şöyle buyurmuştur:

"Yahudi ve Hırıstiyanın diyeti müslümanın diyeti gibidir." *

İbni Ömer'den: "Nebi (sav), zimmiye, müslümanın diyetini ödedi."

Bu hadislerin tamamı, zimminin ve anlaşmalı bir kimsenin diyetinin müslümanın diyeti gibi olduğu hususunda sarih delillerdir ve ayetin genelliğini teyit ekmektedirler. Bu nedenledir ki zimmi bir kimsenin ve anlaşmalının diyeti, aralarında herhangi bir fark olmaksızın müslümanın diyeti gibidir. Ancak kâfirin diyetinin, Müslüman’ın diyetinin yarısı olduğunu ifade eden deliller, bu hadislerle çelişmemektedir. Çünkü o deliller, kâfir hakkında iken bu hadisler zimmî ve anlaşmalı kimseler hakkındadır. Dolayısıyla aralarında herhangi bir şekilde çelişki yoktur. Amr b. Şuayb'dan onun da babasından ve dedesinden yaptığı rivayete göre Nebi (sav) şöyle buyurmuştur:

"Kâfirin diyeti Müslümanın diyetinin yarısıdır." *

Ahmed b. Hanbel’in tahric ettiği hadiste şu ifadeler yer almaktadır:

"Rasulullah (sav), iki kitap ehlinin diyetinin müslümanın diyetinin yarısı olduğuna hükmetti. Onlar, Yahudiler ve Hıristiyanlardır." *

Ubade b. es-Samit Rasulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor;

"Yahudi ve Hristiyan-ların diyeti dört bin (dirhem)dir, dört bindir." *

Amr b. Şuayb'dan onun da babasından ve dedesinden yaptığı rivayete göre, Nebi (sav): "Kitap ehlinin diyetinin müslümanın diyetinin yarısı olduğuna hükmetti." Bu hadislerin tamamı kâfirin diyetinin müslümanın diyetinin yarısı olduğuna delalet etmekle birlikte, zimmînin ve anlaşmalı bir kimsenin diyetinin, müslümanın diyeti ile aynı olduğunu gösteren diğer hadislerle de çelişmemektedir. Çünkü hadislerde kullanılan: "kâfirin diyeti", "iki kitap ehlinin diyeti", "Yahudi ve Hırıstiyanın diyeti", "kitap ehlinin diyeti", ifadeleri; harbi olan kimseyi de zimmiyi de anlaşmalı kimseyi de kapsamına almaktadır. Ancak daha başka hadisler, anlaşmalı kimsenin ve zimminin diyetinin müslümanın diyeti ile aynı olduğunu belirterek tahsiste bulunmaktadır. Dolayısıyla hadislerde yer alan; kâfir, iki kitap ehli, Yahudi ve Hıristiyan ve kitap ehli ifadeleri; anlaşmalı kimseyi ve zimmiyi istisna eden diğer hadislerin delaletleriyle birlikte değerlendirildiği zaman, harbi kâfirleri kastettiği anlaşılır. Bu nedenle de anlaşmalı kimsenin ve zimminin diyetinin müslümanın diyeti ile aynı olduğunu bildiren hadisler genellik ifade eden diğer hadisleri tahsis etmektedirler. Dolayısıyla genel nitelikteki bu hadisler, zimmilerin ve anlaşmalıların diyetinin, müslümanın diyetinin yarısı olduğuna delil olma özelliğine sahip olamazlar, yalnızca harbi kimseler için delil olabilirler.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Biz, nerede bulursak bulalım harbi kâfiri öldürmekle emrolunduğumuz ve kanı da heder olduğu halde nasıl olur da diyeti, müslümanın diyetinin yarısı olur? Bu soruya şöyle cevap verilir: Nerede bulursak bulalım öldürmekle emrolunduğumuz ve kanı da heder olan harbi kâfir, kendisine savaş ilan ettiğimiz, yani kendileri ile bizim aramızda fiilen savaş durumunun var olan kimselerdir. Tıpkı Rasulullah (sav) ile Kureyş arasında olduğu gibi. Fakat, bizimle kendileri arasında fiilen savaş durumunun söz konusu olmadığı harbî kâfirleri ise bulduğumuz yerde öldürmekle emrolunmadık. Devlet veya cemaat olarak onları öldürmemiz bir takım şartların varlığına bağlıdır. Önce onları topluca İslâm'a çağırırız. Bunu kabul etmezlerse cizye vermeye çağırırız, bunu da kabul etmezlerse onlarla savaşırız. Rasulullah (sav) ile Kureyş dışında kalan diğer kabileler arasındaki durum böyleydi, aralarında fiilen savaş durumu yoktu. Ancak bununla birlikte onlar harbi kâfirlerdi. Müslümanlar, Kureyşle yaptıkları savaş esnasında ve Tevbe suresinin inmesinden önce bu kabileleri buldukları yerde öldürmüyorlardı. Bizimle kendileri arasında henüz savaş ilan edilmemiş olan bu kâfirlerle Müslümanlar, karışık bir halde bulunabiliyorlardı. İşte hadislerde diyeti müslümanın diyetinin yarısı olan kimseler bu kâfirlerdir. Örneğin bizimle İngilizler arasında fiili bir savaş söz konusu olursa, bizler, nerede bulursak bulalım onları öldürmek ve kanlarını akıtmak durumundayız. Ancak bizimle Almanya arasında fiilen savaş durumu söz konusu olmazsa ve aramızda herhangi bir şekilde anlaşma da yoksa biz, herhangi bir Almanı bulduğumuz yerde öldürmeyiz. Çünkü Almanlarla bizim aramızda fiili bir savaş durumu söz konusu değildir. Öyleyse onların kanı heder edilemez, akıtılamaz. Şayet bir Müslüman, bunlardan bir kâfiri öldürecek olursa, müslümanın yarım diyet ödemesi gerekir, fakat kâfire karşılık kısas gereği Müslüman öldürülmez. Dolayısıyla kâfirin diyetinin müslümanın diyetinin yarısı olduğuna işaret eden hadisler, bizimle kendileri arasında fiilen savaşın söz konusu olmadığı kimseler hakkındadır. Fiilen savaş durumu söz konusu olduğunda ise, kanının akıtılması yani öldürülmesi helal olmuş demektir. Yine; anlaşmalı kimsenin diyetinin müslümanın diyeti ile aynı olduğunu bildiren hadisler, zimmilere ve kendisine eman verilmiş kimselere hastır. Böylece zimminin ve anlaşmalının diyetinin müslümanın diyeti ile aynı olduğu açığa çıkış bulunmaktadır.

 

Diyeti Ödemekle Yükümlü Olanlar

Diyeti kimin ödemesi gerektiği hususunda birtakım detaylar vardır:

Kasten öldürme durumunda diyet, âkile tarafından değil, katilin malından ödenir. Amr b. el-Ahvas'tan rivayet edildiğine göre Veda haccında Rasulullah (sav)'ın şöyle dediğine şahit olmuş:

"Her bir cani ancak kendi aleyhine cinayet işler. Baba, çocuğunun aleyhine cinayet işlemez, çocuk da babası aleyhine cinayet işlemez." *

Haşhaş el-Anberi'den: Dedi ki:

"Beraberimde oğlum ile birlikte Nebi (sav)'ye geldim ve bana: bu senin oğlun mudur? diye sorunca ben de evet, dedim. Sonra şöyle dedi: Şunu bil ki; oğlun, senin aleyhine cinayet işlemez sen de onun aleyhine cinayet işlemezsin" *

İbni Mes'ud'dan: Rasulullah (sav), buyurdu ki:

"Adam, ne babasının ne de kardeşinin suçu nedeniyle alınmaz (cezalandırılmaz)." *

Bu hadisler, kasten öldürme olayında öldürülenin diyetinin katilin âkilesine yüklenemeyeceğinin delilidirler. Öldürme olayının itiraf edilmesi durumunda da katilin diyetini âkilesi yüklenmez. Ubade b. es-Samit'ten: Rasulullah (sav) buyurdu ki:

"İtiraf edilen bir şeyin (cinayetin) diyetinden âkileye yüklemeyiniz."

Ömer'den: Dedi ki: "Âkile; kasten öldürmenin, kölenin, sulhun ve itirafın bedelini ödemez."

İbni Abbas'tan: Dedi ki: "Kasten öldürenin, sulhen tespit edilenin, itiraf edilenin ve kölenin diyetini âkile yüklenmez."

Kasten öldürme dışında kalan öldürme olaylarında; kasta benzer öldürme, hatayla öldürme ve hata yerine geçecek şekilde öldürme fiillerinin diyeti ise âkileye yüklenir.

Kasta benzer öldürme olayında diyeti, âkilenin üstlenmesi gerektiğinin delili Ebu Hüreyre'den rivayet edilen şu hadistir:

"Hüzeyl kabilesinden iki kadın birbirleriyle kavga ettiler. Biri diğerine taş atarak kadını da karnındaki çocuğu da öldürdü. Nebi (sav), ceninin diyetinin, kadın veya erkek köle olarak hükmetti. Kadının diyetini de âkilesine yükledi." *

Taş atarak öldürmenin, kasta benzer öldürme kapsamında yer aldığı bilinen bir şeydir. Çünkü taşla öldürme, genellikle öldürücü olmayan öldürme türlerinden sayılmaktadır.

Hatayla ve hata yerine geçecek şekilde öldürmelerde diyetin âkile tarafından ödenmesinin delili, Cabir'den yapılan şu rivayettir:

"Hüzeyl kabilesinden iki kadından biri diğerini öldürmüştü. Bunlardan her ikisinin de kocası ve birer oğlu vardı. Rasulullah (sav), öldürülen kadının diyetini öldürenin âkilesine yükledi, kocasını ve oğlunu bu külfetten uzak tuttu. Bunun üzerine öldürülenin âkilesi, ölenin mirası da bize aittir dediler. Nebi (sav): Hayır! Mirası kocasına ve çocuğuna aittir, buyurdu."*

Yine Nebi (sav)'nin; "Hatanın (ile öldürmenin) diyetini âkilenin ödemesi gerektiğine hükmettiği" sahihtir.

Bu nasslar, hata ile öldürmenin diyetinin âkileye ait olduğunun delilleridir. Hata yerine geçecek şekilde öldürmelerde de hüküm aynıdır, çünkü bu da bir tür hata ile öldürmedir.

Âkile ise, yalnızca asabeden* meydana gelmektedir. Asabenin dışında kalanlar; kardeşler, anne ve diğer zevilerham ve koca, âkileden sayılmazlar. Âkile, erkeğin asabesinden meydana gelmektedir. Onlar; kardeşleri, amcaları ve onların çocuklarıdır. Babası ve çocukları ise âkileden sayılmazlar. Bunun nedeni, asabenin ancak mirasın geri kalan kısmına mirasçı olan kimselerden oluşmasıdır. Amr b. Şuayb, babasından onun da dedesinden yaptığı rivayette şöyle denmektedir:

"Rasulullah (sav) bir meselede şu şekilde hüküm verdi: Kadının âkli (diyeti), kim olurlarsa olsunlar asabeleri arasından ödenir. Bunlar (asabe), kadının mirasından kalanın dışında mirasa sahip olmazlar. Kadın, öldürülürse diyeti varisleri arasında paylaşılır." *

Baba ve çocuklar, asabe açısından değil asli yönden mirasa sahip olurlar. Yine Rasulullah (sav), diyeti âkileye yüklerken çocuğa diyetten bir şey yüklememiştir. Cabir'den:

"Hüzeyl kabilesinden iki kadından biri diğerini öldürmüştü. Bunlardan her ikisinin de kocası ve birer oğlu vardı. Rasulullah (sav), öldürülen kadının diyetini öldürenin âkilesine yükledi, kocasını ve oğlunu bu külfetten uzak tuttu. Bunun üzerine öldürülenin âkilesi, ölenin mirası da bize aittir dediler. Nebi (sav): Hayır! Mirası kocasına ve çocuğuna aittir, buyurdu." *

Bu hadis, Rasülün çocuğu âkileden saymadığı hususunda sarih bir nasstır. Baba da çocuk gibidir, yani âkileden sayılmamaktadır. Çünkü çocuğun malı, aynı zamanda babanın malı sayıldığından baba, aynı anlam içerisinde yer almaktadır. Zira Nebi (sav) şöyle buyurmaktadır:

"Sen ve malın babana aitsin." *

Bu nedenle baba ve oğul, diyet hususunda âkileden sayılmazlar. Öyleyse âkile, baba ve oğul dışında kalan asabenin tümüdür.

Âkilesi olmayan kimsenin diyeti ise, Hayber'de öldürülen kimse ile ilgili olarak Sehl b. Haşme'nin rivayet ettiği şu hadise göre beytülmaldan alınır. "Nebi (sav), onun aklini (diyetini) kendi yanından ödedi." Amr b. Şuayb hadisinde ise şu ifadeler yer almaktadır: "Zekat develerinden yüz deve ödedi."

Diyetin âkile tarafından tazmin edilmesi görünüşte; "Hiçbir kimse bir başkasının yükünü yüklenmez" * ayetine muhalif olduğu sanılabilir. Ancak bu ayet, geneldir. Hadisler ise diyetin âkile tarafından ödenmesi gerektiğini bildirerek ayeti tahsis etmiş ve böylece de ayetin genelliğinden istisna edilmiştir. Ayetin sünnetle tahsis edilmesi ise caizdir gerçekleştiğinde de şüphe yoktur.

Özetle; kasta benzer öldürmenin, hatayla öldürmenin ve hata yerine geçecek şekilde öldürme olaylarında diyeti âkilenin ödemesi gerekmektedir. Varislerin (çocukların, babanın ve kocanın) bir şey ödemeleri gerekmez, diyeti yalnızca âkile üstlenir. Erkeğin âkilesi, onun yakınlarıdır: Kardeşleri, amcaları, üçüncü dedeye kadar olan amcalarının çocuklarıdır. Diyetin ödenmesine asabenin en aşağısından başlanır. Onlar ödemekte aciz iseler yakınlık sırası takip edilir. Önce neseb açısından sonra da sebep yönünden en yakın hür erkek mükellefle bu yakınlık sırası takip edilir. Diyeti ödemesi gereken kimseler bunlardır. Şayet bunlar ödemekte aciz kalırlarsa diyet, beytülmal tarafından ödenir. Âkilenin tamamından eşit bir şekilde; ancak gücü olandan alınır, ödeme gücü olmayandan alınmaz. Alınan bu diyet ise yalnızca öldürülenin varislerine verilir, âkileye diyetten hiçbir şey verilmez.

Zira yukarıda geçen Cabir hadisi buna işaret etmekteydi:

"...Bunun üzerine öldürülenin âkilesi, ölenin mirası da bize aittir dediler. Nebi (sav): Hayır! Mirası kocasına ve çocuğuna aittir, buyurdu.” *

 

Ceninin Diyeti

Hamile bir kadına vurulur ve aldığı darbe nedeniyle de karnındaki cenin düşürürse; düşen cenin ister ölmüş olsun isterse ölmemiş olsun, vuran kimsenin, ceninin diyetini ödemesi gerekir. Ceninin diyeti erkek veya kadın köledir. Erkek veya kadın köle bulunmazsa on deve ödenmesi gerekir. Diyetin ödenmesinin gerekliliği Muğire'den yapılan şu rivayettir:

"Kadının birine kuması çadır direği ile vurdu ve hamile olduğu halde onu öldürdü. Dava Nebi (sav)'ye getirildiğinde kadının diyetinin katilin asabesine ait olduğuna, ceninin diyetinin de ğurre (erkek veya kadın köle) olduğuna hükmetti. Bunun üzerine katilin asabesi şöyle dedi: Hiçbir şey yemeyen, içmeyen, ağlamayan ve sesi çıkmayan çocuğa da mı diyet ödeyeceğiz, diyerek itiraz ettiler. Bunun üzerine peygamber (sav), (itirazlarındaki kelimelerin seci’lerine bakarak): Bedevilerin seci’leri gibi seci mi yapıyorsunuz?” diye cevap verdi. *

İbni Abbas Hamale b. Malik kıssası ile ilgili olarak şöyle der:

“Saçları bitmiş olan bir çocuk ölü olarak düşürüldü ve kadın da öldü. Bunun üzerine Nebi (sav), âkilenin diyet ödemesine hüküm verdi. Kadının amcası şöyle dedi: Ya Nebiyallah! Çocuğun saçları çıkmıştı, deyince, öldürülenin babası şöyle dedi: Şüphesiz ki yalan söylüyor. Allah’a yemin olsun ki onun ne sesi çıktı ne de bir şey içti, türünden itirazlarda bulundu. Bunun üzerine Nebi (sav): Cahiliye seci’si mi yapıyorsunuz, dedi ve çocuktan dolayı diyet ödedi.

Bu rivayetlerin tamamı, ceninde diyet ödemenin gerektiğinin delilleridir. Diyetin ğurre, yani erkek veya kadın köle olduğunun delili ise Ebu Hüreyre'den yapılan şu rivayettir:

"Beni Lihyan'dan bir kadının ölü olarak düşürülen cenini için erkek veya kadın köle, ğurre ödenmesine hükmetti." *

Bir başka rivayet ise şöyledir:

"Aralarında çekiştiler, konuyu Rasulullah (sav)'a getirdiklerinde cenin diyeti olarak ğurre: erkek veya kadın köle ödenmesine hükmetti." *

Erkek veya kadın köle bulunmadığı zaman on deve verilmesi, İbni Asım'dan gelen şu rivayete dayanmaktadır; "Onun için erkek veya kadın köle vardır. Dedi ki: (Bulamazsa) On deve vardır. Dediler ki: Bunların hiçbirini bulamazsa, Lihyan oğullarının zekatlarından öderiz dedi ve ona yardım etti." *