Tazir sözlükte men etmek engellemek
demektir. Istılahta ise tedib ve ibret için korkutmak
demektir. Tazir cezaları hakkında gelen nasslardan istinbat
edilen şer'i tarife göre tazir; hakkında had veya keffaret
bulunmayan suçlara getirilen meşru bir cezadır. Taziri
Rasulullah (sav) uygulamış ve emretmiştir.
Enes'den:
"Rasulullah (sav) töhmetten dolayı
hapsetti."
*
Hasen'den: "Bir topluluk
birbirleriyle kavga ettiler ve içlerinden birisi öldürüldü.
Olay Rasulullah (sav)'a intikal edince onları hapsetti."
Amr b. Şuayb'dan o babasından onun da
dedesinden yaptığı rivayette şunlar yer almaktadır:
"Rasulullah (sav)'e dalındaki meyve
hakkında sorulduğunda şöyle dedi: İhtiyaç sahibi olmak
kaydıyla eteğine almaksızın sadece yiyene bir şey gerekmez.
Kim ağaçtan beraberinde meyve götürürse aldığının
bedelini iki katıyla borçlanır ve ayrıca ceza çeker. Kim de
kurutma yerine getirilmiş meyveden bir şey çalarsa ve çaldığının
bedeli bir kalkanın değerine ulaşırsa elinin kesilmesi
gerekir."
*
Rivayet edildiğine göre Nebi (sav): "Bir
töhmetten dolayı bir adamı gündüzün bir süre hapsetmiş
sonra da serbest bırakmıştır. O (sav), sopa vurma ve hapisle
hükmetmiştir."
Ömer'in; Beytülmala ait mührün bir
benzerini yaparak yazının üzerine mühür basıp sonra da onu
beytülmal sorumlusuna verip ondan mal almak suretiyle
beytülmala ait bir yazı üzerinde sahtekarlık yapan bir
adamı sopa cezası ile cezalandırdığı rivayet edilmektedir.
Bu nedenle tazir sünnetle sabittir ve ondan sonra gelen
sahabeler de bu yol üzere yürümüşlerdir.
Tazir, Şari tarafından hakkında belli bir
ceza belirtilmeyen hususlar için teşri edilmiştir. Şeriat
tarafından ceza miktarı belirlenen filleri işleyenler için
şeriatın tespit ettiği ceza uygulanır. Bu nedenle hakkında
belli bir ceza tespit edilmeyip hakimin takdirine bırakılan
cezalar için "tazir" ifadesi kullanılmıştır.
Şeriatın çirkin gördüğü ve günah saydığı
fiiller yani cürümler ile şeriat tarafından miktarı
belirlenen cezalar incelendiği zaman; kasten öldürme fiili -şayet
öldürülenin velisi affetmezse bunun cezası öldürülmektir-
dışında bedene karşı işlenen saldırılar hakkında
şeriatın mali cezalar tespit ettiği görülür. Yaralamaların
ve dişin dışında kalan saldırılar için mali cezalar konmuştur.
Öldürme türlerinin geride kalanları için parasal cezalar
vardır. Vücudun organlarına ve başa karşı işlenen
cinayetler hakkında parasal cezalar vardır. Dişin
dışındaki kemiklere karşı işlenen cinayetler hakkında
mali cezalar vardır. Yaralamalarda ise bedensel ve mali cezalar
vardır. Şeriat bu parasal cezaları, muayyen miktarlarla,
meblağlarla belirlemiştir. Şeriatın tespit etmedikleri ise hükümete
yani yöneticiye bırakılmıştır. Bu nedenle tazir yalnızca
bedene karşı işlenen cinayetlerle sınırlı kalmayıp bu
konuda yeri de yoktur. Kesmek yaralamak, telef etmek veya
tırmalamak dışında bedene karşı yapılan saldırılar
tazir cezasına müstahak olur denilemez. Böyle söylenemez
çünkü bedene karşı yapılan saldırılar hakkında da
şer'i hükümler vardır.
Masiyetler ise, farzları yapmamak ve haram
bir fiili işlemektir. Hırsızlık, yol kesmek, dinden dönmek
gibi suçlar/günahlar için şeriatın birtakım cezalar takdir
ettiğini görürüz ki bunlar hadlerdir. Diğer taraftan
şeriatın altı tür husus için ise muayyen bir cezayı yani
haddi belirlemediğini görürüz. Bunların dışında kalanlar
için şeriat muayyen cezalar takdir etmemiştir. İşte
şeriatın, hakkında muayyen bir ceza tespit etmediği suçlara
verilen cezalar "tazir" cezalarıdır. Öyleyse tazir,
takdir edilmiş bir cezanın var olmadığı hadler türünden
fiiller için gelmiştir, bedene karşı yapılan saldırılar için
gelmemiştir.
Tazir cezası, suçun büyüklüğüne göre
tespit edilir. Büyük suçlar için büyük çaplı ceza
verilir ki böylece cezalandırmanın anlamı yani
caydırıcılık gerçekleşsin. Küçük çaplı bir suç için
ise benzeri bir fiilden caydıracak küçük çaplı bir ceza
verilir. Suçluya haksızlık yapılmaması için bundan daha
fazla ceza verilmez. Cezanın miktarını belirleme hakkına,
yetkisine sahip olan kimse yani Halife veya hakim, uygun gördüğü
bir cezayı vermekte serbest midir yoksa hadd miktarını
aşmamakla mı sınırlıdır? Bu hususta bazı fakihler, tazir
cezalarının hadd cezalarını aşmasının doğru
olmadığını söylerler ve şöyle derler: “Tazir cezasının,
masiyet türünde vacip olan hadd cezasına ulaşmaması
şarttır.” Bu konuda Ebu Büreyde'nin Nebi (sav)'den yaptığı
şu rivayeti de delil olarak gösterirler: "Hadd
(cezasının) dışındaki (cezalarda) kim sınırı aşarsa o,
aşırı gidenlerden sayılır."
Bu hadise dayanarak şöyle demektedirler:
Cezalar, suçlar ve masiyetler ölçüsünde olmalıdır.
Nasslarla tespit edilen masiyetler, hadleri bakımından
diğerlerinden daha ağır suçlardır. Bu nedenle iki işten
daha hafif olanının daha ağır olanı aşması doğru
değildir. İmam Malik ise Halifenin uygun görmesi durumunda
tazirin haddi aşmasının caiz olduğunu söylemektedir.
Rivayet edildiğine göre Maan b. Zaide, beytülmalın mührüne
benzer sahte bir mühür yaptırmış ve onu kullanarak beytülmal
sorumlusundan bir miktar mal çekmişti. Durumu öğrenen Ömer,
Maan'a yüz sopa vurdurdu ve hapsetti. Affedilmesi için bazı
kimselerin aracılık yapması üzerine yüz değnek daha
vurdurdu. Tekrar aracılık yaptıklarında ise ona yüz değnek
daha vurdurdu sonra da onu sürgüne gönderdi.* Ahmed'in isnadı
Ali'ye dayanan rivayetine göre Ali (ra), Ramazanda içkili
olarak getirilen Necaşi'ye içki içtiği için seksen sopa
vurdurmuş, Ramazanda oruç tutmadığı için de yirmi kamçı
vurdurmuştur. Ancak fakihlerin çoğunluğu tazir cezalarının
hadd cezalarını aşmasının doğru olmadığı görüşündedirler.
Fakat konu dikkatlice ve derinlemesine
incelendiği zaman şeriatın, tazir cezasını belirleme
yetkisini mutlak surette halifeye, emîre ve kadıya (hakime)
bıraktığı görülür. Bu hususta halifenin içtihadına ve görüşüne,
suçlunun durumuna, suç olayının neyi getirdiğine ve
ülkenin içerisinde bulunduğu duruma bakılır. İşte
bunların hepsi içtihada bırakılmıştır. İctihadı ise en
alt sınır veya en üst sınırla kayıtlamak, içtihadı
sınırlandırmak demektir. Bu durum ise cezayı bir nevi hadd
cezası haline getirmek demektir ki bu durum verilen cezanın
tazir cezası olmasını ve ictihada bırakılmış olmasını
ortadan kaldırmaktadır. Üstelik bazı suçlar haddler kapsamında
olmamasına rağmen haddi gerektiren suçlardan daha çirkin ve
kötü olabilir. Örneğin haşhaş ve afyon gibi uyuşturucu
alışkanlığı, içki içmekten daha ağır bir suçtur.
Beytülmaldan büyük miktarlarda para çalmak, değeri çeyrek
dinarı bulan bir malı bir kimseden çalmaktan daha büyük ve
çirkin bir fiildir. Üstelik ümmetin birliğini ve bütünlüğünü
parçalamayı hedefleyen, milliyetçiliğe ve bölgeciliğe çağıran
suçlarla da karşılaşılabilir. Bunun içindir ki tazir
cezalarının en üst ve alt sınırla sınırlandırılmaması
daha doğru bir sözdür. Konu halifenin, emîrin veya hakimin
ictihadına bırakılmalıdır.
"Hadd (cezasının) dışındaki
(cezalarda) kim sınırı aşarsa o, aşırı gidenlerden
sayılır" hadisi, kendisi ile cezalandırılan
ceza türüne yorumlanmalıdır. Yani verilen cezanın,
şeriatın belirlediği cezanın üstüne çıkması doğru
değildir. Dolayısıyla hadis, miktarları belirlenmiş
cezaların dışında kalan cezaların daha fazla olmasını
engellememektedir. Buna göre kim, öpme fiiline zina haddini
uygularsa haddi aşanlardan sayılır. Yani öpen kimseye yüz
değnek vuran kimse haddi aşmış sayılır. Ancak öpen
kimseye doksan değnekle birlikte üç yıl hapis cezası verir
ve bir yıl sürgüne gönderirse bu fazlalık haddin dışında
olup hadis tarafından engellenmez. Örneğin bir adam, annesi,
kızı, kız kardeşi veya mahremlerinden birisi ile cimanın
dışında eşi ile yaptığı hareketlerden; önden yaklaşma,
bacakları arasını girme ve oynaşma gibi fiilleri yaparsa,
hakim bu adama vereceği cezada zina haddine ulaşacak bir ceza
veremez mi? Yoksa onu zina cezasından daha aşağı bir
seviyede sopa cezası ile birlikte hapis, sürgüne gönderme ve
para cezası gibi cezalarla cezalandırabilir mi? Örneğin
afyon kullanma alışkanlığı olup bu alışkanlığından
dolayı birkaç defa cezalandırıldığı halde vazgeçmeyen
bir adama hakim, içki içen bir kimseye verilen hadd cezasını
aşacak bir ceza veremez mi? Yoksa onu içki haddinden daha az
sayıdaki sopa cezasıyla birlikte ateşle dağlamak, hapis ve sürgün
gibi başka cezalar da verebilir mi?
Hadis, hadd cezasını gerektiren suçlarda
haddi aşmayı yasaklamaktadır. Hadd, belirli suçlar için
tayin edilmiş muayyen cezalardır. Tayin edilen bu cezalar
aşılamazlar. Fakat bunların dışındaki suçlar yasaklama
kapsamına dahil değildirler, hakimin ictihadına
bırakılmıştır.
Hadisten, muayyen cezaların aşılmaması
anlaşılmaktadır. Yasaklama, muayyen cezaların dışındaki
hususları kapsamamaktadır. Bu hususta Şevkani şöyle der:
"Müteahhirinden bazı kimseler hadisin; efendinin kölesini,
kocanın karısını, babanın çocuğunu dövmesi gibi
valilerin dışındaki kimselerden sadır olan tedibler
hakkında olduğunu söylemektedirler." Fakat hadisin
metninde "men" lafzı yer almakta ve: "kim
hadde ulaşırsa" denilmektedir. Bu lafız genel
lafızlardan olup, valinin dışındaki kimseler için tahsis
edilmesini gerektirecek bir karineye de sahip olmaması bu
tevili geçersiz kılmaktadır. Fakat hadisin, muayyen cezalarda
kim tespit edilen bu cezanın dışına çıkarsa haddi aşmış
olur şeklinde tefsir edilmesi mümkündür. Ancak, tamamı had
cezasına ulaşmayan birkaç ceza uygulaması durumunda haddi
aşan kimseler hadisin kapsamına girmez.
Tazir cezasını belirleme yetkisi aslı
itibarıyla halifeye aittir. Fakat bunun hakimin içtihadına
bırakılması veya hakimin tazir cezasını takdir etmesinin
engellenmesi caizdir. Bu hususta kâdı (hakim) halifenin
naibidir. Yargı, zaman mekan ve olayla tahsis edilmiş bir
husustur. Dolayısıyla yargının, bazı davalarla tahsis
edilmesi, tazir cezasını mutlak surette takdir etmekten
engellenmesi veya bazı davalarda takdirde bulunmasının
engellenerek bazılarında bu yetkinin verilmesi caizdir. Durum
ne olursa olsun tazir cezası takdir edilirken bir tanesinde
dahi şer'i hükümlerden dışarı çıkılamaz. Bunun nedeni
şudur: İşlenen fiil, ya farz, ya mendup, ya mübah, ya haram
ya da mekruh bir fiil olup bu beş tür dışında olması mümkün
değildir. Mübah, mükellefin yapıp yapmamakta serbest
bırakıldığı fillerdendir. Dolayısıyla mübah bir fiili işleyen
kimse, Allah'ın emir ve yasaklarına muhalefet etmiş
sayılmaz. Bilakis bu fiilleri yapıp yapmaması Allah'ın emir
ve yasaklarına tabi olmasının bir gereğidir. Burada
şeriatın serbest bıraktığı bir durum söz konusudur.
Menduplar ve mekruhlar hakkında da şeriat herhangi bir ceza
getirmemiştir. Mendubun terk edilmesinden veya mekruhun
işlenmesinden dolayı ceza yoktur. Devletin de bu türden
fiillere ceza uygulaması doğru değildir. Çünkü ceza,
mendup fiilin yapılmasını bağlayıcı hale getirir, yani
farz haline getirir. Aynı şekilde mekruh olan bir fiilin
yapılmamasını bağlayıcı hale getirir yani mekruhu haram
haline getirir. Bu nedenle devletin, mendupların terki,
mekruhların da işlenmesinden dolayı cezalar koyması doğru
olmaz. Mubahlar, menduplar ve mekruhlar, cezalar kapsamına
girmezler.
Geriye yalnızca farzların terk edilmesi ve
haramların işlenmesi kalmaktadır. Farzların terk
edilmesinden dolayı Allah (cc), ceza takdir etmiştir. Namazı
kılmamak, Ramazan orucunu tutmaktan, zekatı vermekten, kul
hakkını ödemekten ve benzerlerinden imtina etmek farzları
terk etmek demektir. Allah (cc), bu farzları terk edenlere azap
edeceğine söz vermiştir. Haram olan fiilleri işlemek de
aynı şekilde cezayı gerektirir. Başkasına zina iftirasında
bulunmak, parayı saklamak (kenz), ihtilas, casusluk yapmak gibi
fiillerin tamamı haramı fiillerdir. Allah (cc) bu türden
fiilleri işleyen kimselere de azap edeceğini va’d etmiştir.
Bunlar hakkında yöneticinin tazir cezaları belirlemesi şüphesiz
ki gerekli bir husustur. İster farzların terki olsun, isterse
haramların işlenmesi olsun bunların tamamı masiyettir (suçtur)
ve cezalandırılmayı gerektirir. İşte bu noktadan hareketle
halife, tazir cezalarını belirlerken Allah (cc), tarafından
belirlenmiş olan cezaları mutlaka dikkate alması
gerekmektedir. Bunları aşması caiz değildir. Tazirin,
farzların terki ve haramların işlenmesi ile sınırlı
kalması ve kesinlikle bunları aşmaması gerekir. Sahabelerin
birtakım mendupların terkinden ve birtakım mekruhların da
işlenmesinden dolayı cezalandırdıkları şeklindeki
rivayetler icma olmadıkça delil olmaya elverişli
değildirler. Bu konuda ise icma oluşmamıştır.
Mekruh bir fiilin işlenmesi, mendubun veya mübahın
terk edilmesinden dolayı tazir cezası koymak caiz olmadığı
gibi işlerin gözetilmesi gerekçesiyle veya maslahat adıyla
da tazir cezalarının konulması caiz değildir. Çünkü,
şehirlerin planlanması, bütçelerin hazırlanması gibi
kamuya ait işlerin gözetilmesi, imamın görüşüne,
düzenlemesine ve ictihadına bırakılmış ve imamla
sınırlandırılmış hususlardandır. Bu konularda imamın
dışındakilerin yetkileri yoktur. Maslahat ise şer'i bir
delil olmadığı için, maslahata dayanılarak ceza konulamaz.
|