TAZİR OLAYLARINDAN OLUP BENİMSENEN (KANUNLAŞTIRILAN) CEZALAR |
|
Tazir, hakkında hadd veya keffaret
bulunmayan bir suça verilen cezadır. Yani şeriat tarafından
ceza miktarları belirlenmemiş olan suçlar, günahlar için
verilen cezalara denilmektedir. Şari, bu suçlara verilecek
olan cezanın takdirini, kazada (yargıda) naib sıfatıyla
halife yerinde bulunan ve masiyet işine bakan yargıca (hakime)
bırakmıştır. Yani cezanın takdiri önce halifeye sonra da
kâdıya bırakılmıştır. Bu nedenledir ki fakihler cezalarla
ilgili hükümleri bölümlere ayırmışlar, içtihatlar yapmışlar
ve birbirinden farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Fakat
tazir konusunda genel bahislerle yetinmişler, detaylara
girmemişlerdir. Çünkü tazir cezası, kendisine intikal eden
olaylara göre hüküm vermesi ve ceza miktarını takdir etmesi
için hakimin görüşüne terk edilmiştir. Hakimin
karşılaştığı olaylar ise sürekli yenilenmekte, çoğu
kere de birbirinden farklı olmaktadır. Dolayısıyla bunlar için
birtakım kaideler koymak belki de düzenleyici ve istikrarlı
olmaz.
Gerçekte ise tazir cezalarının hakimin
takdirine bırakılması şartlara göre değişim gösteren
olaylar açısından daha uygundur. Ceza açısından, içtihad
yolunda yürünmesini, olayları kavrama açısından da
üretkenlik, icat edicilik yolunda yürünmesini sağlamak
üzere hakimin elinde bırakılmıştır. Bu nedenledir ki işi
kâdıya bırakmak, hikmetin ve doğru hareket etmenin ta
kendisidir. Ancak bu durum, kâdıların şeriatla hükmetmeyi
sürdürdükleri, kendilerinde bu hususta bir aşinalık
oluşuncaya kadar uzun bir süre bu işle uğraştıkları,
yargıda bulunma ve en azından fakih olma melekesini
kazandıkları zaman geçerli olur. Ancak hicri 14. asrın
sonlarında (1385), Miladi yirminci asrın ikinci yarısının
başlarında (1965) yaşayan günümüz hakimleri, yarım
asırdan daha uzun bir süreden beri Müslümanlara, batı
hukukuna ait hükümleri uygulamaktadırlar. Dolayısıyla da
şeriat hükümlerinden oldukça uzaklaştılar, kendilerinde
şeriat hükümlerine ait tasavvurlar kayboldu. Özellikle
hakimlik koltuğuna oturan hakimler, cezalarda şeriat hükümlerini
tatbik etme alışkanlığından iyice yoksun hale geldiler.
Hatta şu anda öğrendikleri kanunlar ve hükümler gibi pratik
bilgiler şeklinde öğrenmekten uzak, basit bir şekilde teorik
bilgiler olarak inceleme dışında ciddi anlamda önem dahi
vermediler. Bu nedenledir ki tazir cezasını tümden bu kâdılara
terk etmek hiç de akıllıca bir davranış sayılmaz. Böyle
bir uygulama ancak, yargının, ceza hukuku alanında küfür
kanunları tecrübelerine sahip olan fakat, şeriata ait
cezalarla ilgili hususlarda ise tecrübesiz kimselerin eline
terk edilmesi demektir. Üstelik günümüz Müslümanlarının
özellikle de okuyan insanların ve bunlar içerisinde yar alan
hakimlerin zevkleri, toplum üzerinde etkili olan, akla dayanan,
güzellik ve çirkinlik düşüncelerinin etkisi altındadır.
Bu nedenle de şeriatın zevk anlayışını reddetme daha
baskın hale gelmiştir. Çarmıha germe cezasını vahşet, el
kesmeyi insanlık dışı bir hareket, demirin ateşte
ısıtılması sonra da bununla göze mil çekilmesini barbarlık
olarak kabul etmektedirler. Bu nedenle tazir cezalarının, zevk
anlayışları değişmiş olan bu kimselerin takdirine
bırakılması doğru bir hareket olmaz. Yine, çirkinliği
olaylarla sabit olmuş öyle suçlar vardır ki insanları
bunlardan caydırmak için çok sert cezalar uygulamak
gereklidir. Bu türden suçlarla ilgili hususlar bu yargıçların
eline bırakılacak olursa bunlar, ne yöneticileri muhasebe
etmek gibi teorik olarak, ne de yönetici koltuğunda oturmak
gibi pratik olarak siyaseti yürütemezler. Yürütmekle
yükümlü oldukları işler yargıyı ilgilendiren işler olup
yönetim işlerinden değildir. Bu nedenledir ki caydırıcı
olabilmesi için çok sert cezaların verilmesini çok
göreceklerdir. Yine milliyetçilik davasını güdenlerin on yıl
hapis cezasına çarptırılmalarını ağır bir ceza olarak
değerlendireceklerdir. Milliyetçilik esasına dayalı siyasi
parti kuranlar hakkında idam cezası verilmesini de ağır ceza
olarak değerlendireceklerdir. Şayet bu türden fiillerde
bulunanlara, suçları işleyenlere verilecek olan cezalar,
caydırıcı olmayan tam tersine onları cesaretlendirici
olursa, iğrençlikler ürkütücü boyutlara ulaşacaktır. Bu
nedenledir ki ümmetin birliğinin korunabilmesi için bu
hususlara verilecek cezalar, bu hakimlerin takdirine bırakılmamalıdır.
Buna göre tazirden sayılan belirli olanlar hakkında muayyen
cezalar benimseme (kanunlaştırma) yoluna gidilmesi, Müslümanların
tümünde zevk anlayışları ve mefhumlar düzelinceye kadar da
bu durumun devam etmesi kaçınılmazdır.
Ancak tazir kapsamına giren birtakım
olaylar hakkında muayyen cezalar benimsendiği zaman bunların,
insanlara göre değişiklik göstermeyen hadler ve kısas
cezaları gibi aynı konumda olmadıklarının bilinmesi
gereklidir. Bunlar doğal yapısından dolayı insanların
durumlarına göre değişebilen cezalardır. Çünkü şeriatta
bunun, insanların durumlarına göre değişebileceğini gösteren
nasslar vardır.
Aişe (r.anha)'den: Nebi (sav) şöyle dedi:
"İtibar sahibi kişilerden hadd
cezaları dışında kalan cezaları affedici olunuz."
*
Ensar hakkında da şöyle demiştir:
"Onların iyiliklerini kabul ediniz. Kötülükleri
(bilinenlerini) de affedici olunuz."
*
Yani suç işledikleri bilinmeyenleri veya
kurallara bağlılıkları, itaatkar ve takvalı oluşları ile
bilinenleri en hafif cezalarla cezalandırınız.
Zühri, Kubaysa b. Züeyb'den: Nebi (sav) şöyle
dedi:
"Kim içki içerse ona sopa vurunuz. Eğer
tekrar içerse yine dövünüz. Üçüncü veya dördüncü defa
içerse onu öldürünüz."
*
Ebu Hüreyre Nebi (sav)'nin hırsız hakkında
şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Hırsızlık
yaptığı zaman onun elini kesiniz. Tekrar hırsızlık yaparsa
ayağını kesiniz."
Bu rivayetlere göre işlenen suçlar
tekerrür ettiği zaman -ki bunlar sabıkalılar diye
isimlendirilir- uygulanacak ceza daha da artırılır. Böylece
tazir cezasının; azaltılıp çoğaltılması mümkün
olmayacak şekilde muayyen bir miktar ile tespit edilmesinin
doğru olmadığı görülmektedir. Bu nedenle hakimin aşmasını
engellemek üzere en üst sınırın tespit edilmesi sonra da
şahısların ve suçun durumuna göre uygun bir ceza vermesi
hususunda hakimin serbest bırakılması gereklidir. Sürekli
olarak suç işleyenlere veya büyük suç işleyenlere en üst
sınıra göre ceza verilir. Değerlerine ise şahıslar neye müstahak
ise hakimin takdirine göre daha hafif bir ceza verilir. Bunun
içindir ki üst sınır belirtilerek, hakime bırakılan takdir
alanı geniş tutulmalıdır.
Ancak burada akla; en alt sınır da tespit
edilir mi diye bir soru gelmektedir. Buna cevap şudur: Alt
sınırı tespit etmenin genel olarak hiçbir anlamı yoktur.
Bazen kâdı; suç işleyen şahsın takvasıyla tanınan
kişilerden olup suçu bir tökezleme veya yanılma ile
işlemiş olmasını dikkate alarak üç yıllık hapis
cezasını gerektiren bir ceza yerine azarlama cezasını
yeterli görebilir. Bu nedenle evla olan alt sınırın
belirtilmemesidir. Ancak acıma ile veya merhametle
yaklaşılması doğru olmayan bazı suç türleri vardır.
Allah (cc) zina cezası hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın dini hususunda onlara
acımayın."
*
Fakat aynı şeyi hırsızlık cezası için
söylememiştir. Öyleyse acınmaması gereken birtakım suçlar
vardır. Hakimin bunları bilmemesi nedeniyle takva sahibi
kişilere bu suçları işlemiş olmalarına rağmen
acıyacağından korkulduğu için evla olan özellikle bazı suçlarda
kasıtlı olarak alt sınırın tespit edilmesi daha uygun olur.
Böylece bu suçlar için konulacak cezalarla hem suçu işleyenler
hem de diğer insanlar hakkında caydırıcılık sağlanmış
olur.
Tazirde muayyen suçlar için belirli cezalar
benimsemek güzel bir hareket olsa da bu işlemin çok fazla
detaylara indirilmemesi gerekir. Genel hatların, çerçevenin
çizilmesi ile yetinmek daha doğrudur. Çünkü olaylar
yenilenmekte ve çeşitlenmektedir. Kanunlar genel nitelikte
olmadığı zaman sürekli olarak yenilenen ve çeşitlenen
olayları kapsamına alamaz. Kanunların, karşılaşılan
olayların tümünü kapsamadığı için de hakim, ceza
vermekte zorlanır. Çoğu kere caydırıcı bir ceza vermekten
uzaklaşarak tehlikeli ve sıkıntılı durumların ortaya çıkmasına
neden olur. Benimsenen hususlar yani kanunlar genel hatlar, ana
çerçeve niteliğinden olmadığı zaman kâdıyı ictihatta
bulunmaktan uzaklaştırır. Zira içtihat, nassı anlama
hususunda bütün gücün harcanmasıdır.
Sınırlandırılmış bir nassı anlayıp sonra da olaylara
uygulanması hususunda çaba harcanması mümkün değildir. Bu
nedenle benimsenen, kanunlaştırılan cezaların detay
meselelere inilmeden ana hatlarda olması gereklidir.
|