Halife Adayında Aranan Şartlar


Hilâfete ehil olabilmesi için ve kendisine Hilâfet sözleşmesi biatının yapılabilmesi için Halife adayında şu yedi şartın var olması gerekir. Bu yedi şart in’ikat/Hilâfet sözleşmesi şartıdır. Bunlardan birisi olmadığında, Hilâfet sözleşmesi oluşmaz. Bunlar şunlardır:

- Müslüman olması: Bir kâfirin Halife olması kesinlikle caiz değildir. Böyle birine itaat da vacip değildir.  Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

  ولن يجعل الله للكافرين على المؤمنين سبيلا "Allah kâfirlere müminler üzerinde asla bir yol kılmaz."[1]

Yönetim, yöneticinin yönetilenler üzerindeki en kuvvetli yoludur. Bir kâfir müslümanlar üzerinde ister Hilâfet isterse daha alt bir yöneticilikle olsun hak sahibi olması ayette geçen ve "asla" anlamını taşıyan لن "len" tabiri ile kesinlikle nehyedilmiştir. Madem ki Allah kâfirler için müslümanlar üzerinde bir yöneticiliği haram kılmıştır; o halde müslümanların başlarına bir kâfiri yönetici olarak tayin etmeleri haramdır.

Ayrıca Halife Veliyyü’l emr'dir. Yüce Allah da müslümanların veliyyü'l emr'inin müslüman olmasını şart koşmuştur. Ayette şöyle buyurmaktadır:

 يا أيها الذين آمنوا أطيعوا الله وأطيعوا الرسول وأولي الأمر منكم "Ey iman edenler Allah'a itaat ediniz. Rasule itaat ediniz ve sizden olan emir sahiplerine de."[2]

Bir başka ayette ise şöyle buyurmaktadır:

 وإذا جاءهم أمر من الأمن أو الخوف أذاعوا به ولو ردوه إلى الرسول وإلى أولي الأمر منهم "Onlara güvenlik veya korkuya dair bir haber geldiği zaman hemen onu yayıverirler. Halbuki onu kendilerinden olan emir sahiplerine döndürmüş olsalardı..."[3]

Kur'an'da "Ulu'l-emr", yani “emir sahipleri” kelimesi ancak müslüman olmalarını ifade eden emirle birlikte kullanılmıştır. Bu ise "Veliyyü'l emr"in müslüman olmasının şart koşulmasının delilidir. Madem ki Halife "Veliyyü’l emrdir" ve yardımcılarını, valileri ve amillerden oluşan yönetim sahiplerini atayandır, o halde böyle hayatî bir mevkideki yöneticinin müslüman olması da şarttır.

- Erkek olması: Halife’nin kadın olması caiz değildir. Yani erkek olması zorunludur. Buna delil ise Buhari'nin Ebu Bekre'den rivayet ettiği şu hadistir:

“Allahu Teâla Rasulullah (u)'den duyduğum bir söz ile beni Cemel Vakıası günlerinde faydalandırdı. Bu sözü duymamış olsaydım, nerede ise ben de Cemel ashabına katılacak ve onlarla beraber savaşacaktım. Rasulullah (u)'e Fars halkının kendilerine Kisra’nın kızını kraliçe yaptıkları haberini duyunca şöyle dedi:

 لَنْ يُفْلِحَ قَوْمٌ وَلَّوْا أَمْرَهُمُ امْرَأَةً "İşlerini/yönetimlerini kadına teslim eden bir toplum kesinlikle felah bulmaz.” [4]

Rasulullah (u)'in yönetimlerini kadınlara teslim edenlerin felah bulmayacaklarına dair bu haberi kadının yöneticiliğini yasaklamaktadır. Zira bu haber talep kiplerindendir. Bu haberin yönetimlerini bir kadına teslim edenlerin felah bulmayacaklarını belirterek onlardan yergi ile haber vermesi bunun kesin olarak yasaklandığının karinesidir. Kadının yöneticiliğine dair yasaklama, bu fiilin terkini gerektiren talebin kesinlik ifade eden bir talep olduğuna delalet eden karineden kaynaklanır. Buna göre kadının yönetime getirilmesi haramdır. Kadının yönetici olması ile kastedilen Hilâfet ve ondan daha aşağı seviyelerdeki yönetimle ilgili diğer görevlerdir. Zira bu hadisin konusu Kisra’nın kızının Kraliçe yapılıp, hükümdarlığa getirilmesidir. Hadis sadece Kisra’nın kızının hükümdarlığı olayına has olmayıp yönetime ait genel bir kaide koymaktadır. Ancak hadis kadınlara ait her alanı kapsayacak kadar da genel bir ifade taşımaz. Bu hadis yönetim konusu dışında kalan hususları herhangi bir şekilde  kapsamaz.

- Baliğ olması: Halife olacak şahsın çocuk olması caiz değildir. Ebu Davud'un Ali b. Ebu Talib (t)'den rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (u) şöyle demiştir:

  رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ ثَلاثَةٍ عَنِ الصَّبِيِّ حَتَّى يَبْلُغَ وَعَنِ النَّائِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ وَعَنِ الْمَعْتُوهِ حَتَّى يَبْرَأَ "Uyanıncaya kadar uyuyandan, baliğ oluncaya kadar çocuktan, aklı başına gelene kadar aklı gidenden kalem kaldırılmıştır.” [5]

Aynı hadis bir başka rivayette ise şöyledir:

 رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ ثَلاثَةٍ عَنِ الْمَجْنُونِ الْمَغْلُوبِ عَلَى عَقْلِهِ حَتَّى يَفِيقَ وَعَنِ النَّائِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ وَعَنِ الصَّبِيِّ حَتَّى يَحْتَلِمَ "Üç kişiden kalem (sorumluluk) kaldırılmıştır. Aklı başında olmayan deliden aklı başına gelinceye kadar, uyanıncaya kadar uyuyandan, büluğa erinceye kadar çocuktan.” [6]

Kendisi üzerinden kalemin kaldırılmasından dolayı çocuğun yönetimde tasarruf sahibi olması doğru değildir. Şeriatla mükellef olmayan çocuğun Halife ya da daha alt bir seviyede yöneticiliği caiz değildir. Zira tasarruf yetkisi yoktur.

Çocuğun Halife olmayacağına dair bir delil de Buhari'nin rivayet ettiği şu hadistir: "Ebu Ukayl Zühre b. Ma'bed, Rasulullah (u) zamanında henüz bir çocuk olan dedesi Abdullah b. Hişam'dan şu olayı aktarır: Abdullah b. Hişam Annesi, Zeyneb bint Humeyr ile Rasulullah (u)'e gider ve şöyle der: Ey Allah'ın Rasulü onun (Abdullah b. Hişam'ın) bey’atını al. Bunun üzerine Allah'ın Rasulü: هُوَ صَغِيرٌ فَمَسَحَ رَأْسَهُ وَدَعَا لَهُ "O küçüktür, dedi, yüzünü okşadı ve ona dua etti...[7]

Küçük çocuğun bey’atı sahih olmadığına göre başkasına Halife olmak üzere bey’at alması ise hiçbir surette caiz olmaz.

- Akıllı olması: Halife’nin deli olması caiz değildir. Çünkü Rasulullah (u): رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ ثَلاثَةٍ "Kalem (sorumluluk) üç kişiden kaldırıldı" demiş ve bunlar arasında da;  الْمَجْنُونِ الْمَغْلُوبِ عَلَى عَقْلِهِ حَتَّى يَفِيقَ "Aklı başında olmayan delinin aklı başına gelinceye kadar” [8] diyerek deli olan kimseyi de saymıştır.

Kendisinden kalemin kaldırıldığı kimse ise mükellef değildir. Zira akıl, teklifin muhatap aldığı temel unsurdur ve tasarrufların sahih olmasının şartıdır. Halife’nin görevi yönetim işlerini ve şer’î sorumlulukları yerine getirmektir. Bu nedenle Halife’nin deli olması doğru değildir. Kendi işlerinde tasarrufta bulunması doğru olmayan bir kişinin, insanların işleri hususunda tasarrufta bulunması ise hiç doğru değildir.

- Adalet vasfına sahip olması: Halife’nin fasık olması da doğru değildir. Adalet şartı, Hilâfet sözleşmesi ve devamı için en önemli şartlardan birisidir. Çünkü Allahu Teâla şahidin adil olmasını/fasık olmamasını şart koşmuştur, Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:

  وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ  "İçinizden adalet sahibi iki kişiyi  şahit tutun."[9]

Hilâfet konumu itibarı ile şahitlikten  daha üst bir makam olduğundan Halife’nin adil olması öncelikle söz konusudur. Zira adaletli olmak şahitlikte şart olduğuna göre Halife olmak için adalet şartının aranması öncelikle söz konusudur.

- Hür olması: Köle efendisinin mülküdür. Kendi şahsı adına tasarruf hakkına sahip değildir. Doğal olarak kendi üzerinde bile tasarruf yetkisi olmayan birisinden başka birileri adına tasarrufta bulunup onları yönetmesi beklenemez.

- Kâdir olması: Halife olacak şahsın, Hilâfet sorumluluğunu taşıyacak güce sahip olması gerekir. Bu şart bey’atın da şartlarındandır. Zira aciz olan bir kimse Kitap ve Sünnete uygun olarak yönettiği tebaasının işlerini yerine getiremez. 

Efdaliyeti (Üstünlüğü) Gerektiren Şartlar

Buraya kadar saydığımız yedi şart "Hilâfet sözleşmesinin" geçerli olabilmesi için Halife adayında aranan şartlardı. Bu yedi şart dışında sözleşmenin geçerliliği için herhangi bir şart yoktur. Kitap ve Sünnetçe belirlenmiş diğer şartlar ise ancak efdaliyet/üstünlük şartlarıdır. Herhangi bir şartın Halife’de mutlaka bulunması gereken bir şart olabilmesi için kesin talep ifade eden bir karine taşıması gerekir. Eğer delil kesin bir talep ifade etmiyorsa in’ikad şartı değil, ancak efdaliyet şartı olabilir.

Bu yedi şart dışında açık ve kesin bir talep içeren bir delile rastlanmamıştır. Ancak kesin talep içermeyen dolayısı ile efdaliyet şartı olan sahih deliller de vardır.

Mesela müctehit olması şart koşulmaz. Zira bu hususta bir nass yoktur. Görevi şer’î hükümleri uygulamak olan Halife’nin içtihat etmesi gerekmez. Bir meselenin hükmünü bir başka müctehide sorabilir. Bir müctehidi taklid edebilir. Ve bu taklide dayanarak hükümleri benimseyebilir. Bu nedenle Halife’nin müctehid olması şart değildir. Bununla birlikte müctehid olması elbette ki dahi iyidir. Müctehid olmasa bile Hilâfet akdi sahihtir

Halife’nin, yiğit ve cesur olması ya da siyasi olaylar ve uygulamalar noktasında fikir ve tedbir sahibi olması hakkında sahih bir hadis bulunmadığından dolayı Halifelik sözleşmesinin yapılması için şart değildir. Ancak Halife tüm bu sayılan özellikleri taşırsa tabi ki tercihe şayan olacaktır.

Halife’nin Kureyş’ten olması meselesi de in’ikad şartlarından değildir. Muaviye’den rivayet edilen hadise gelince dedi ki: Rasul (u)'den şunu söylerken işittim:

 إِنَّ هَذَا الأمْرَ فِي قُرَيْشٍ لا يُعَادِيهِمْ أَحَدٌ إِلا كَبَّهُ اللَّهُ عَلَى وَجْهِهِ مَا أَقَامُوا الدِّينَ "Bu iş (devlet başkanlığı) Kureyş'de olacaktır. Onlar İslâm’ı dosdoğru uyguladıkça bu konuda onlara kim düşmanlık ederse Allah onu yüz üstü süründürür, rezil eder.” [10]

İbn Ömer'den gelen bir diğer rivayette Rasulullah (u) şöyle buyurmaktadır:

 لا يَزَالُ هَذَا الأمْرُ فِي قُرَيْشٍ مَا بَقِيَ مِنْهُمُ اثْنَانِ"Onlardan iki kişi kaldığı sürece bu iş onlar arasındadır.” [11]

Yönetim işini Kureyş'lilere veren ve Rasulullah (u)'e isnadı sahih olan bu ve benzeri hadisler işlerin yönetiminin Kureyş'e ait olduğunu haber sigası ile bildiriyorlar. Bu hadislerden hiç biri emir kipi ile gelmemiştir. Haber kipi her ne kadar talep ifade etse de onu pekiştirecek bir karine ile birleşmedikçe o delile kesin ve bağlayıcı bir talep olarak itibar edilmez. İmamların Kureyş'ten olması konusunda da talebi kesinleştiren hiç bir karine herhangi bir sahih rivayette geçmemiştir. O halde bu tür hadisler, farza değil mendupa delaet ederler. Dolayısı ile Kureyş'ten olma şartı da in'ikad şartı değil efdaliyet şartıdır.

Rasulullah (u)'den Muaviye kanalı ile rivayet edilen hadiste geçen, لا يُعَادِيهِمْ أَحَدٌ إِلا كَبَّهُ اللَّهُ "Kim onlara düşmanlık ederse Allah onu yüzüstü süründürür rezil eder" ibaresinin anlamı ise, imama düşmanlık etmeyi yasaklamaktadır. Yoksa إِنَّ هَذَا الأمْرَ فِي قُرَيْشٍ "Bu iş Kureyşliler arasındadır" ifadesini destekleyen bir anlamın karinesi değildir. Bu hadis yönetim işinin onlar arasında olacağını açıklayan ve onlara düşmanlık yapmayı nehyeden bir hadistir. Hadisteki Kureyş kelimesi bir sıfat değil isimdir. Usul ilmindeki terminolojide bu tür kullanımlar "lakap" olarak adlandırılır. İsim yani "lakap" mefhumu ile asla amel edilmez. Çünkü ismin yani lakabın belli bir mefhumu yoktur. Bu sebeple “Kureyş” ifadesinin nass ile belirtilmesi bu işin Kureyş’ten başkasına verilmeyeceği anlamına gelmez. Rasulullah (u)'in إِنَّ هَذَا الأمْرَ فِي قُرَيْشٍ "Bu iş Kureyş’tedir", لا يَزَالُ هَذَا الأمْرُ فِي قُرَيْشٍ "Bu iş Kureyş’te devam eder" gibi sözleri yöneticiliğin Kureyş’in dışında olamayacağı ya da olması doğru olmaz anlamlarına gelmez. Netice itibarı ile bu tür ibareler   yönetimin Kureyş'in dışında olmasına engel değildir. Aksine bu işin başkalarında da olması sahihtir anlamını ifade eder. O halde bu şart, inikad şartı değil efdaliyet şartıdır.

Diğer taraftan Rasulullah (u) Abdullah b. Revaha, Zeyd b. Harise ve Üsame b. Zeyd'i emir olarak tayin etmiştir. Bunların hiçbiri Kureyşli değildir. Öyleyse Rasulullah (u) Kureyş'li olmayanları da emir olarak görevlendirmiştir. Hadiste geçen "el-emr" kelimesi "valayet-i Emir" yani yönetim yetkisi anlamına gelir. Yoksa bu kelime yalnızca Halifelik anlamında kullanılan bir nass değildir. Ayrıca Rasulullah (u)'in Kureyşli olmayanları yönetimin başına getirmesi bu işin Kureyşlilere münhasır ve Kureyşlilerin dışındakilerinin Halifeliğini yasaklayıcı olmadığının delilidir. Buna göre hadis-i şerifler; Kureyşlilerden bir kısmının Halifeliğe ehil olduklarını belirtmekle, Halifeliğin yalnızca onlara ait olduğunu ve onların dışında olanlarla Hilâfet sözleşmesinin yapılamayacağını belirtmek maksadıyla değil daha faziletli olduklarını vurgulamak için söylenmiştir.

Aynı şekilde Halife'nin Haşim oğullarından yahut Ali oğullarından olması da Halifelik şartlarından değildir. Zira bu aileler dışındaki kişileri de Nebî (u) yönetici olarak tayin etmiştir. Tebük'e giderken Medine'de Muhammed b. Mesleme'yi yerine vali olarak bırakmıştır. Muhammed b. Mesleme ise ne Haşimi'dir ne de Ali oğullarındandır. Yemen'e Muaz b. Cebel'i ve Amr b. As'ı vali yaptı. Bunların her ikisi de  Haşim oğullarından veya Ali oğullarından değildi.

Müslümanların ve Ali (t)'ın Haşim oğullarından olmayan Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a bey’atları da kesin delillerle sabittir. Tüm sahabe bu bey’atlar karşısında sükut ettiği gibi, içlerinden biri dahi çıkıp Haşim ya da Ali oğullarından olmadıklarından dolayı bu bey’atlara itiraz etmemiş, bize de böyle bir rivayet ulaşmamıştır.  Bu sükut; içlerinde Ali, İbn Abbas ve diğer Haşimoğullarının bulunduğu sahabeler tarafından Haşim ve Ali oğulları dışında olanların da Halife olabileceğine dair bir sahabe icmasıdır. Ancak Ali efendimiz (t) ve Ehli beytin faziletini beyan eden hadisler ise onların faziletine delalet etmektedir. Halifelik akdi için Halife’nin onlardan olmasının şart olduğuna delalet etmemektedir.

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz. Yukarıda işaret edilen yedi şartın dışında Halife’nin belirlenmesinde etken olacak herhangi başka bir şartın bulunduğuna dair bir delile rastlanmamıştır. Şer'an müslümanlardan istenen Halife adayının Halife olabilmek için bu yedi şartı taşımasıdır. Bu aşamadan sonra Halife adaylarından en efdal olanın seçilmesi istenir. Seçilen kişinin Halifeliği ise ancak kendisinde in'ikad (sözleşme) şartları var ise kesinleşir. Seçilen kişide sözleşme şartları dışında efdaliyet şartlarının da bulunması tercih sebebidir. Ancak efdaliyet şartlarının eksikliği Halifeliği düşürmez.

 



[1] Nisa: 141

[2] Nisa: 59

[3] Nisa: 83

[4] Buhari,4072, 6570; Tirmizi, 2188; Nesei, 5293

[5] Ebu Davud, 3824

[6] Ebu Davud, 3823

[7] Buhari, 2320, 6670; Ahmed b. Hanbel, 17354

[8] Ebu Davud, 3823

[9] Talak: 65

[10] Buhari, 3239; Daremi, 2409

[11] Buhari, 3240, 6607