Halife Adayında Aranan Şartlar |
|
Hilâfete
ehil olabilmesi için ve kendisine Hilâfet sözleşmesi biatının
yapılabilmesi için Halife adayında şu yedi şartın var
olması gerekir. Bu yedi şart in’ikat/Hilâfet sözleşmesi
şartıdır. Bunlardan birisi olmadığında, Hilâfet sözleşmesi
oluşmaz. Bunlar şunlardır:
-
Müslüman olması:
Bir kâfirin Halife olması kesinlikle caiz değildir. Böyle
birine itaat da vacip değildir.
Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
ولن
يجعل الله
للكافرين
على
المؤمنين
سبيلا
"Allah
kâfirlere müminler üzerinde asla bir yol kılmaz."
Yönetim,
yöneticinin yönetilenler üzerindeki en kuvvetli yoludur. Bir
kâfir müslümanlar üzerinde ister Hilâfet isterse daha alt
bir yöneticilikle olsun hak sahibi olması ayette geçen ve
"asla" anlamını taşıyan لن
"len" tabiri ile kesinlikle nehyedilmiştir. Madem ki
Allah kâfirler için müslümanlar üzerinde bir yöneticiliği
haram kılmıştır; o halde müslümanların başlarına bir kâfiri
yönetici olarak tayin etmeleri haramdır.
Ayrıca
Halife Veliyyü’l emr'dir. Yüce Allah da müslümanların
veliyyü'l emr'inin müslüman olmasını şart koşmuştur.
Ayette şöyle buyurmaktadır:
يا أيها
الذين
آمنوا
أطيعوا
الله
وأطيعوا
الرسول
وأولي
الأمر منكم
"Ey
iman edenler Allah'a itaat ediniz. Rasule itaat ediniz ve sizden
olan emir sahiplerine de."
Bir
başka ayette ise şöyle buyurmaktadır:
وإذا
جاءهم أمر
من الأمن
أو الخوف
أذاعوا به
ولو ردوه
إلى الرسول
وإلى أولي
الأمر منهم
"Onlara
güvenlik veya korkuya dair bir haber geldiği zaman hemen onu
yayıverirler. Halbuki onu kendilerinden olan emir sahiplerine döndürmüş
olsalardı..."
Kur'an'da
"Ulu'l-emr", yani “emir sahipleri” kelimesi ancak
müslüman olmalarını ifade eden emirle birlikte kullanılmıştır.
Bu ise "Veliyyü'l emr"in müslüman olmasının şart
koşulmasının delilidir. Madem ki Halife "Veliyyü’l
emrdir" ve yardımcılarını, valileri ve amillerden oluşan
yönetim sahiplerini atayandır, o halde böyle hayatî bir
mevkideki yöneticinin müslüman olması da şarttır.
-
Erkek olması:
Halife’nin kadın olması caiz değildir. Yani erkek olması
zorunludur. Buna delil ise Buhari'nin Ebu Bekre'den rivayet ettiği
şu hadistir:
“Allahu
Teâla Rasulullah (u)'den
duyduğum bir söz ile beni Cemel Vakıası günlerinde
faydalandırdı. Bu sözü duymamış olsaydım, nerede ise ben
de Cemel ashabına katılacak ve onlarla beraber savaşacaktım.
Rasulullah (u)'e
Fars halkının kendilerine Kisra’nın kızını kraliçe yaptıkları
haberini duyunca şöyle dedi:
لَنْ
يُفْلِحَ
قَوْمٌ
وَلَّوْا
أَمْرَهُمُ
امْرَأَةً
"İşlerini/yönetimlerini kadına teslim eden bir toplum
kesinlikle felah bulmaz.”
Rasulullah
(u)'in
yönetimlerini kadınlara teslim edenlerin felah bulmayacaklarına
dair bu haberi kadının yöneticiliğini yasaklamaktadır. Zira
bu haber talep kiplerindendir. Bu haberin yönetimlerini bir kadına
teslim edenlerin felah bulmayacaklarını belirterek onlardan
yergi ile haber vermesi bunun kesin olarak yasaklandığının
karinesidir. Kadının yöneticiliğine dair yasaklama, bu
fiilin terkini gerektiren talebin kesinlik ifade eden bir talep
olduğuna delalet eden karineden kaynaklanır. Buna göre kadının
yönetime getirilmesi haramdır. Kadının yönetici olması ile
kastedilen Hilâfet ve ondan daha aşağı seviyelerdeki yönetimle
ilgili diğer görevlerdir. Zira bu hadisin konusu Kisra’nın
kızının Kraliçe yapılıp, hükümdarlığa getirilmesidir.
Hadis sadece Kisra’nın kızının hükümdarlığı olayına
has olmayıp yönetime ait genel bir kaide koymaktadır. Ancak
hadis kadınlara ait her alanı kapsayacak kadar da genel bir
ifade taşımaz. Bu hadis yönetim konusu dışında kalan
hususları herhangi bir şekilde
kapsamaz.
-
Baliğ olması:
Halife olacak şahsın çocuk olması caiz değildir. Ebu
Davud'un Ali b. Ebu Talib (t)'den
rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (u)
şöyle demiştir:
رُفِعَ
الْقَلَمُ
عَنْ
ثَلاثَةٍ
عَنِ
الصَّبِيِّ
حَتَّى
يَبْلُغَ
وَعَنِ
النَّائِمِ
حَتَّى
يَسْتَيْقِظَ
وَعَنِ
الْمَعْتُوهِ
حَتَّى
يَبْرَأَ
"Uyanıncaya kadar uyuyandan, baliğ oluncaya kadar çocuktan,
aklı başına gelene kadar aklı gidenden kalem kaldırılmıştır.”
Aynı
hadis bir başka rivayette ise şöyledir:
رُفِعَ
الْقَلَمُ
عَنْ
ثَلاثَةٍ
عَنِ
الْمَجْنُونِ
الْمَغْلُوبِ
عَلَى
عَقْلِهِ
حَتَّى
يَفِيقَ
وَعَنِ
النَّائِمِ
حَتَّى
يَسْتَيْقِظَ
وَعَنِ
الصَّبِيِّ
حَتَّى
يَحْتَلِمَ
"Üç kişiden kalem (sorumluluk) kaldırılmıştır. Aklı
başında olmayan deliden aklı başına gelinceye kadar, uyanıncaya
kadar uyuyandan, büluğa erinceye kadar çocuktan.”
[6]
Kendisi
üzerinden kalemin kaldırılmasından dolayı çocuğun yönetimde
tasarruf sahibi olması doğru değildir. Şeriatla mükellef
olmayan çocuğun Halife ya da daha alt bir seviyede yöneticiliği
caiz değildir. Zira tasarruf yetkisi yoktur.
Çocuğun
Halife olmayacağına dair bir delil de Buhari'nin rivayet ettiği
şu hadistir: "Ebu Ukayl Zühre b. Ma'bed, Rasulullah (u)
zamanında henüz bir çocuk olan dedesi Abdullah b. Hişam'dan
şu olayı aktarır: Abdullah b. Hişam Annesi, Zeyneb bint
Humeyr ile Rasulullah (u)'e
gider ve şöyle der: Ey Allah'ın Rasulü onun (Abdullah b. Hişam'ın)
bey’atını al. Bunun üzerine Allah'ın Rasulü:
هُوَ
صَغِيرٌ
فَمَسَحَ
رَأْسَهُ
وَدَعَا
لَهُ
"O küçüktür,
dedi, yüzünü okşadı ve ona dua etti...”
Küçük
çocuğun bey’atı sahih olmadığına göre başkasına
Halife olmak üzere bey’at alması ise hiçbir surette caiz
olmaz.
-
Akıllı olması:
Halife’nin deli olması caiz değildir. Çünkü Rasulullah (u):
رُفِعَ
الْقَلَمُ
عَنْ
ثَلاثَةٍ
"Kalem (sorumluluk) üç kişiden kaldırıldı"
demiş ve bunlar arasında da;
الْمَجْنُونِ
الْمَغْلُوبِ
عَلَى
عَقْلِهِ
حَتَّى
يَفِيقَ
"Aklı başında olmayan delinin aklı başına gelinceye
kadar”
[8]
diyerek
deli olan kimseyi de saymıştır.
Kendisinden
kalemin kaldırıldığı kimse ise mükellef değildir. Zira akıl,
teklifin muhatap aldığı temel unsurdur ve tasarrufların
sahih olmasının şartıdır. Halife’nin görevi yönetim işlerini
ve şer’î sorumlulukları yerine getirmektir. Bu nedenle
Halife’nin deli olması doğru değildir. Kendi işlerinde
tasarrufta bulunması doğru olmayan bir kişinin, insanların işleri
hususunda tasarrufta bulunması ise hiç doğru değildir.
-
Adalet vasfına sahip olması:
Halife’nin fasık olması da doğru değildir. Adalet şartı,
Hilâfet sözleşmesi ve devamı için en önemli şartlardan
birisidir. Çünkü Allahu Teâla şahidin adil olmasını/fasık
olmamasını şart koşmuştur, Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:
وَأَشْهِدُوا
ذَوَيْ
عَدْلٍ
مِنْكُمْ "İçinizden
adalet sahibi iki kişiyi şahit
tutun."
Hilâfet
konumu itibarı ile şahitlikten
daha üst bir makam olduğundan Halife’nin adil olması
öncelikle söz konusudur. Zira adaletli olmak şahitlikte şart
olduğuna göre Halife olmak için adalet şartının aranması
öncelikle söz konusudur.
-
Hür olması:
Köle efendisinin mülküdür. Kendi şahsı adına tasarruf
hakkına sahip değildir. Doğal olarak kendi üzerinde bile
tasarruf yetkisi olmayan birisinden başka birileri adına
tasarrufta bulunup onları yönetmesi beklenemez.
-
Kâdir olması:
Halife olacak şahsın, Hilâfet sorumluluğunu taşıyacak güce
sahip olması gerekir. Bu şart bey’atın da şartlarındandır.
Zira aciz olan bir kimse Kitap ve Sünnete uygun olarak yönettiği
tebaasının işlerini yerine getiremez.
Efdaliyeti (Üstünlüğü) Gerektiren Şartlar
Buraya
kadar saydığımız yedi şart "Hilâfet sözleşmesinin"
geçerli olabilmesi için Halife adayında aranan şartlardı.
Bu yedi şart dışında sözleşmenin geçerliliği için
herhangi bir şart yoktur. Kitap ve Sünnetçe belirlenmiş diğer
şartlar ise ancak efdaliyet/üstünlük şartlarıdır.
Herhangi bir şartın Halife’de mutlaka bulunması gereken bir
şart olabilmesi için kesin talep ifade eden bir karine taşıması
gerekir. Eğer delil kesin bir talep ifade etmiyorsa in’ikad
şartı değil, ancak efdaliyet şartı olabilir.
Bu
yedi şart dışında açık ve kesin bir talep içeren bir
delile rastlanmamıştır. Ancak kesin talep içermeyen dolayısı
ile efdaliyet şartı olan sahih deliller de vardır.
Mesela
müctehit olması şart koşulmaz. Zira bu hususta bir nass
yoktur. Görevi şer’î hükümleri uygulamak olan
Halife’nin içtihat etmesi gerekmez. Bir meselenin hükmünü
bir başka müctehide sorabilir. Bir müctehidi taklid edebilir.
Ve bu taklide dayanarak hükümleri benimseyebilir. Bu nedenle
Halife’nin müctehid olması şart değildir. Bununla birlikte
müctehid olması elbette ki dahi iyidir. Müctehid olmasa bile
Hilâfet akdi sahihtir
Halife’nin,
yiğit ve cesur olması ya da siyasi olaylar ve uygulamalar
noktasında fikir ve tedbir sahibi olması hakkında sahih bir
hadis bulunmadığından dolayı Halifelik sözleşmesinin yapılması
için şart değildir. Ancak Halife tüm bu sayılan özellikleri
taşırsa tabi ki tercihe şayan olacaktır.
Halife’nin
Kureyş’ten olması meselesi de in’ikad şartlarından değildir.
Muaviye’den rivayet edilen hadise gelince dedi ki: Rasul (u)'den
şunu söylerken işittim:
إِنَّ
هَذَا
الأمْرَ
فِي
قُرَيْشٍ
لا
يُعَادِيهِمْ
أَحَدٌ
إِلا
كَبَّهُ
اللَّهُ
عَلَى
وَجْهِهِ
مَا
أَقَامُوا
الدِّينَ "Bu iş (devlet
başkanlığı) Kureyş'de olacaktır. Onlar İslâm’ı dosdoğru
uyguladıkça bu konuda onlara kim düşmanlık ederse Allah onu
yüz üstü süründürür, rezil eder.”
İbn
Ömer'den gelen bir diğer rivayette Rasulullah (u)
şöyle buyurmaktadır:
لا
يَزَالُ
هَذَا
الأمْرُ
فِي
قُرَيْشٍ
مَا بَقِيَ
مِنْهُمُ
اثْنَانِ"Onlardan iki kişi kaldığı sürece bu iş onlar arasındadır.”
Yönetim
işini Kureyş'lilere veren ve Rasulullah (u)'e
isnadı sahih olan bu ve benzeri hadisler işlerin yönetiminin
Kureyş'e ait olduğunu haber sigası ile bildiriyorlar. Bu
hadislerden hiç biri emir kipi ile gelmemiştir. Haber kipi her
ne kadar talep ifade etse de onu pekiştirecek bir karine ile
birleşmedikçe o delile kesin ve bağlayıcı bir talep olarak
itibar edilmez. İmamların Kureyş'ten olması konusunda da
talebi kesinleştiren hiç bir karine herhangi bir sahih
rivayette geçmemiştir. O halde bu tür hadisler, farza değil
mendupa delaet ederler. Dolayısı ile Kureyş'ten olma şartı
da in'ikad şartı değil efdaliyet şartıdır.
Rasulullah
(u)'den
Muaviye kanalı ile rivayet edilen hadiste geçen, لا
يُعَادِيهِمْ
أَحَدٌ
إِلا
كَبَّهُ
اللَّهُ
"Kim
onlara düşmanlık ederse Allah onu yüzüstü süründürür
rezil eder" ibaresinin anlamı ise, imama düşmanlık
etmeyi yasaklamaktadır. Yoksa
إِنَّ
هَذَا
الأمْرَ
فِي
قُرَيْشٍ
"Bu
iş Kureyşliler arasındadır" ifadesini destekleyen bir
anlamın karinesi değildir. Bu hadis yönetim işinin onlar
arasında olacağını açıklayan ve onlara düşmanlık yapmayı
nehyeden bir hadistir. Hadisteki Kureyş kelimesi bir sıfat değil
isimdir. Usul ilmindeki terminolojide bu tür kullanımlar
"lakap" olarak adlandırılır. İsim yani
"lakap" mefhumu ile asla amel edilmez. Çünkü ismin
yani lakabın belli bir mefhumu yoktur. Bu sebeple “Kureyş”
ifadesinin nass ile belirtilmesi bu işin Kureyş’ten başkasına
verilmeyeceği anlamına gelmez. Rasulullah (u)'in
إِنَّ
هَذَا
الأمْرَ
فِي
قُرَيْشٍ
"Bu iş Kureyş’tedir",
لا
يَزَالُ
هَذَا
الأمْرُ
فِي
قُرَيْشٍ
"Bu iş Kureyş’te devam eder"
gibi
sözleri yöneticiliğin Kureyş’in dışında olamayacağı
ya da olması doğru olmaz anlamlarına gelmez. Netice itibarı
ile bu tür ibareler
yönetimin Kureyş'in dışında olmasına engel değildir.
Aksine bu işin başkalarında da olması sahihtir anlamını
ifade eder. O halde bu şart, inikad şartı değil efdaliyet şartıdır.
Diğer
taraftan Rasulullah (u)
Abdullah b. Revaha, Zeyd b. Harise ve Üsame b. Zeyd'i emir
olarak tayin etmiştir. Bunların hiçbiri Kureyşli değildir.
Öyleyse Rasulullah (u)
Kureyş'li olmayanları da emir olarak görevlendirmiştir.
Hadiste geçen "el-emr" kelimesi "valayet-i
Emir" yani yönetim yetkisi anlamına gelir. Yoksa bu
kelime yalnızca Halifelik anlamında kullanılan bir nass değildir.
Ayrıca Rasulullah (u)'in
Kureyşli olmayanları yönetimin başına getirmesi bu işin
Kureyşlilere münhasır ve Kureyşlilerin dışındakilerinin
Halifeliğini yasaklayıcı olmadığının delilidir. Buna göre
hadis-i şerifler; Kureyşlilerden bir kısmının Halifeliğe
ehil olduklarını belirtmekle, Halifeliğin yalnızca onlara
ait olduğunu ve onların dışında olanlarla Hilâfet sözleşmesinin
yapılamayacağını belirtmek maksadıyla değil daha faziletli
olduklarını vurgulamak için söylenmiştir.
Aynı
şekilde Halife'nin Haşim oğullarından yahut Ali oğullarından
olması da Halifelik şartlarından değildir. Zira bu aileler dışındaki
kişileri de Nebî (u)
yönetici olarak tayin etmiştir. Tebük'e giderken Medine'de
Muhammed b. Mesleme'yi yerine vali olarak bırakmıştır.
Muhammed b. Mesleme ise ne Haşimi'dir ne de Ali oğullarındandır.
Yemen'e Muaz b. Cebel'i ve Amr b. As'ı vali yaptı. Bunların
her ikisi de Haşim
oğullarından veya Ali oğullarından değildi.
Müslümanların
ve Ali (t)'ın
Haşim oğullarından olmayan Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a
bey’atları da kesin delillerle sabittir. Tüm sahabe bu
bey’atlar karşısında sükut ettiği gibi, içlerinden biri
dahi çıkıp Haşim ya da Ali oğullarından olmadıklarından
dolayı bu bey’atlara itiraz etmemiş, bize de böyle bir
rivayet ulaşmamıştır. Bu
sükut; içlerinde Ali, İbn Abbas ve diğer Haşimoğullarının
bulunduğu sahabeler tarafından Haşim ve Ali oğulları dışında
olanların da Halife olabileceğine dair bir sahabe icmasıdır.
Ancak Ali efendimiz (t)
ve Ehli beytin faziletini beyan eden hadisler ise onların
faziletine delalet etmektedir. Halifelik akdi için Halife’nin
onlardan olmasının şart olduğuna delalet etmemektedir.
Buradan
şu sonucu çıkarabiliriz. Yukarıda işaret edilen yedi şartın
dışında Halife’nin belirlenmesinde etken olacak herhangi başka
bir şartın bulunduğuna dair bir delile rastlanmamıştır. Şer'an
müslümanlardan istenen Halife adayının Halife olabilmek için
bu yedi şartı taşımasıdır. Bu aşamadan sonra Halife
adaylarından en efdal olanın seçilmesi istenir. Seçilen kişinin
Halifeliği ise ancak kendisinde in'ikad (sözleşme) şartları
var ise kesinleşir. Seçilen kişide sözleşme şartları dışında
efdaliyet şartlarının da bulunması tercih sebebidir. Ancak
efdaliyet şartlarının eksikliği Halifeliği düşürmez.
|