Şeriat, Hilafet İçin Belirli Bir Şahıs
Tayin Etmedi |
|
Rasulullah (u)’in,
belirli bir kişiyi kendisinden sonra halife olması için tayin
ettiğini söylemek, şer'î nasslarla çelişmektedir. Rasul (u)’in
kendisinden sonra Kıyamet Gününe kadar halife olacak şahısları
tayin ettiğini söylemek ise İslâm’ın nassları ile daha
çok çelişmektedir.
Rasulullah (u)’in
kendisinden sonra hilafet için belirli bir şahıs tayin ettiğine
dair iddianın geçersizliği şu açılardan açığa çıkmaktadır:
1- Bu
iddia, biat hükmü ile çelişmektedir. Çünkü bir kişinin
tayin edilmesi, müslümanlara kimin halife olacağını
belirtmek demektir. Böylelikle halife bilinmiş olup biat hükmünü
koymaya gerek kalmazdı. Çünkü biat, halifeyi nasbetmenin
yolu/yöntemidir. Kendisinden önceki kimse tayin edince bilfiil
nasb edilmiş olduğu için, nasb edilmesinin yöntemini açıklamaya
gerek kalmazdı.
‘Biat, bu halifeye itaati beyan
etmektedir’ denilmez. Çünkü Şeriat, halifeye ve ululemire
itaati, biat nasslarından başka olan, birçok ayrı nass ile
belirlemiştir. İtaat, müslümanlardan sarih olarak talep
edilmiştir. Biat ise; müslümanlardan itaat olması itibari
ile değil başka bir talep olarak talep edilmiştir. Biat, her
ne kadar itaat manasını içerse de, hilafet için bir akid/sözleşme
olması itibariyle talep edilmiştir. Biatın, geçtiği
hadislerin tümündeki manası, biat edilen kimseye devlet başkanlığını
vermek ve bu başkanlığa boyun eğmeye istekli/hazır olmaktır.
Biatın manası, itaat değildir.
Halifenin nasbedilmesi için biatın
şart koşulması, Resulün kendisinden sonra halife olsun diye
belirli bir kişiyi tayin etmesi ile çelişir. Halbuki, sahih
hadislerde geçen “biat” lafızları bir takım şahıslara
tahsis olmaksızın genel olarak, herhangi bir sınırlama
olmaksızın mutlak olarak geçmektedir. Bu lafızlar,
belirlenmiş bir şahsa biatı kastetselerdi, genel ve mutlak
olmazlardı. Şu hadislerde olduğu gibi:
وَمَنْ
مَاتَ
وَلَيْسَ
فِي
عُنُقِهِ
بَيْعَةٌ “Boynunda biat
olmaksızın ölen kimse...”
وَمَنْ
بَايَعَ
إِمَامًا
“Bir imama biat eden kimse...”
وَرَجُلٌ
بَايَعَ
إِمَامًا
“... ve bir imama biat eden adam.”
‘Kendisinden sonra halife olacak
kimseyi Rasul (u)
belirlemiştir’ sözünü, biatın genelliği ve mutlaklığı
geçersiz kılmakta, iptal etmektedir.
Şöyle denilmez: “Her ne kadar
halifeyi nasbetmek, biattan başka olsa da; biat, halifeyi
nasbetmenin kendisi demektir. Zira öncelikle halife
nasbedilmeli, sonra da biat edilmelidir.” Böyle denilmez.
Çünkü, biatın halifeyi nasbetmek için bir yol/yöntem olması,
onu nasbetmenin aynısı/kendisi demek değildir. Şöyle de
denilmez: “Öncelikle halife nasbedilmeli ve nasbedildiği
duyurulmalıdır, sonra da biat edilmelidir.” Böyle denilmez.
Çünkü bu; halifeyi nasbetmek için bir başka yol/yöntem
vardır, biat ise sadece itaat beyan etmektir demektir. Halbuki
biat hadislerinin tamamı biatın, halifeyi nasbetmenin yolu/yöntemi
olduğuna, başka bir yöntemin olmadığına delâlet
etmektedirler.
Rasul (u)’in
şu sözüne bak: وَمَنْ
مَاتَ
وَلَيْسَ
فِي
عُنُقِهِ
بَيْعَةٌ “Boynunda biat
olmaksızın ölen kimse...”
Bu açıkça ‘Bir biatla
kendisi için imam nasbedilmeden ölen kimse’ demektir. Bu
kesinlikle, ‘Bir imama itaat etmeden ölen kimse’ demek değildir.
Bu, delâlet ediyor ki; bu hadiste geçen biat, halifeyi
nasbetmenin yolu/yöntemi demektir, sadece itaat demek değildir.
Rasul (u)’in
şu sözüne bak: إِذَا
بُويِعَ
لِخَلِيفَتَيْنِ
فَاقْتُلُوا
الإخَرَ
مِنْهُمَا
“İki halifeye biat edildiğinde onlardan sonra geleni öldürün.”
Bu, iki halifeye biat edildiğinde
onlardan sonuncusunun öldürülmesinin emredilmesi hususunda
gayet açıktır.
İşte böyle, biat hadislerinin
tamamı, biatın halifeyi nasbetmenin yöntemi olduğu hususunda
gayet açıktırlar. Biat hadisleri, biatın yalnızca itaat
olmadığına, mutlak olarak da itaat olmadığına, sadece biatın,
halifeyi nasbetmenin yolu/yöntemi manası ile birlikte, halife
olarak nasbedilen kimseye boyun eğmek demek olduğuna delâlet
etmektedir. Bunun ötesinde Rasulullah (u)’den,
halifenin nasbı için biattan başka bir yöntem açıklayan
herhangi bir hadisin varlığı rivayet ve dirayet bakımından
kesinlikle doğrulanmamıştır.
2-
Rasulullah (u)’den,
insanlar arasında hilafet hakkında bir çekişme ve rekabet
olacağına delâlet eden birtakım hadisler gelmiştir.
Rasulullah (u)’tan
hilafet için belirlenmiş bir kişi hakkında bir nass olsaydı,
o nassın varlığına rağmen bir çekişme olmazdı yada Rasul
(u)
o kişi ile çekişecek olan insanları belirlerdi. Fakat
nasslar, çekişmenin insanlar arasında birbirleriyle olacağını
bildirerek ve hilafet konusundaki bu çekişmeyi bitirme, çözüm
yolunu beyan ederek gelmişlerdir. Nitekim Müslim Sahihinde şunu
rivayet etmiştir:
“Veheb b. Bakıyyetil Vâsıtî
bana, Halid b. Abdullah Cerîri de ikimize Ebu Nazrati’den o
da Ebu Said EL-Hudari’den Rasulullah (u)’in
şöyle dediğini anlattı:
إِذَا
بُويِعَ
لِخَلِيفَتَيْنِ
فَاقْتُلُوا
الإخَرَ
مِنْهُمَا “İki halifeye biat edildiğinde onlardan sonra
geleni öldürün.”
Müslim, sahihinde şunu rivayet
etti: “Bize Züheyr b. Harb ve İshak b. İbrahim – “İshak:
“Bize bildirdi”, Züheyr ise: “Bize anlattı” diyerek
Cerir’in Zeyd b. Veheb’ten onun da Abdurrahman b. Abdurrab
el-Kâ’be’den şöyle dediğini anlattı: Mescide girdiğimde
gördüm ki Abdullah b. Amru b. As Kâ’be’nin gölgesinde
oturmuş insanlar da onun etrafında toplanmışlar. Onların
yanına gidip oturdum. Şunu dedi: Biz Rasulullah (u)
ile beraber bir seferde iken bir yere vardık... Rasulullah (u)’in
çağrıcısı namaza topluca çağırdı. Bunun üzerine
Rasulullah (u)’in
yanına toplandık. Rasulullah (u)
şöyle dedi:
إِلا
كَانَ
حَقًّا
عَلَيْهِ
أَنْ
يَدُلَّ
أُمَّتَهُ
عَلَى
خَيْرِ مَا
يَعْلَمُهُ
لَهُمْ
وَيُنْذِرَهُمْ
شَرَّ مَا
يَعْلَمُهُ
لَهُمْ
وَمَنْ
بَايَعَ
إِمَامًا
فَأَعْطَاه
فَإِنْ
جَاءَ
آخَرُ
يُنَازِعُهُ
فَاضْرِبُوا
عُنُقَ
الآخَرِ
صَفْقَةَ
يَدِهِ
وَثَمَرَةَ
قَلْبِهِ
فَلْيُطِعْهُ
إِنِ
اسْتَطَاعَ
“Muhakkak
ki, benden önce gelen hiçbir Nebi yoktur ki, ölüm kendisine
geldiğinde ümmetine, daha önce bildirmediği bir hayrı göstermesin
ve daha önce bildirmediği bir şerden onları sakındırmasın.”
Daha sonra şöyle dedi:
“Bir imama biat edip ona avucunun içini, kalbinin
semeresini veren kimse, gücü yettiğinde ona itaat etsin. Bir
başkası gelip o imamla çekişirse, sonradan gelenin boynunu
vurun.”
Müslim sahihinde şunu rivayet
etti: Bize Muhammed b. Beşar, Muhammed b. Cafer, Şu’be, Furât
el-Kazâz’dan o da Ebu Hazm’dan şöyle dediğini anlattı:
Ebu Hureyre ile beş yıl oturdum. Nebi (u)’nin
şöyle dediğini anlatırken işittim:
كَانَتْ
بَنُو
إِسْرَائِيلَ
تَسُوسُهُمُ
الأنْبِيَاءُ
كُلَّمَا
هَلَكَ
نَبِيٌّ
خَلَفَهُ
نَبِيٌّ
وَإِنَّهُ
لا نَبِيَّ
بَعْدِي
وَسَتَكُونُ
خُلَفَاءُ
تَكْثُرُ
قَالُوا
فَمَا
تَأْمُرُنَا
قَالَ فُوا
بِبَيْعَةِ
الأوَّلِ
فَالأوَّلِ “İsrailoğullarını nebiler yönetiyorlardı. Bir Nebi öldüğünde
onun yerine başka bir Nebi geliyordu. Benden sonra Nebi yoktur,
halifeler olacak ve çok olacaklar. ‘bize ne yapmamızı
emredersiniz’ diye sorduklarında dedi ki: Her ilk biat
edilenin biatına vefalı olun.”
Müslim sahihinde şunu rivayet
etti: Osman b. Ebu Şeybe bana, Yunus b. Ebu Ya’fur bize babasından,
o da Arafaccadan Rasulullah (u)’i
şöyle derken işittiğini anlattı:
مَنْ
أَتَاكُمْ
وَأَمْرُكُمْ
جَمِيعٌ
عَلَى
رَجُلٍ
وَاحِدٍ
يُرِيدُ
أَنْ
يَشُقَّ
عَصَاكُمْ
أَوْ
يُفَرِّقَ
جَمَاعَتَكُمْ
فَاقْتُلُوهُ “(Yönetim) işiniz bir adam üzerinde birleşmiş iken, kim size gelip
asanızı parçalamak/birliğinizi dağıtmak ve cemaatınızı
bölmek isterse, onu öldürün.”
Bunun manası şudur: Hilafet, bütün
müslümanların hakkıdır. Herkesin hilafet için mücadele
etme hakkı vardır. Bu ise, Rasul (u)’in
kendisinden sonra halife olması için belli bir kişiyi tayin
etmiş olması iddiası ile çelişmektedir.
3- İçerisinde
“halife” manasıyla “imam” kelimesinin geçtiği hadislerde, bu kelime nekre/belirsiz isim olarak geçmiştir.
Marife/belirli isim olarak geçtiğinde, ya cinsi ifade eden ال -el
takısıyla marife olarak yada topluluk lafzına izafeyle marife
olarak gelmiştir. ال
-el takısıyla marife olarak geçen yerlerde, ال
-el takısı cins isim içindir. Bu cümlenin siyakından/akışından
anlaşılır. Rasul (u)
şöyle demiştir.
وَمَنْ
بَايَعَ
إِمَامًا “Bir imama biat eden kimse...”
قام إلى
إمام جائر “Zalim bir imama karşı çıkan...”
يَكُونُ
بَعْدِي
أَئِمَّةٌ
“Benden sonra birtakım imamlar olacak...”
(Bu hadislerde “imam” kelimesi
nekra olarak geçmiştir. Şu hadislerde ise marife olarak geçmektedir.)
فَالإمَامُ
الَّذِي
عَلَى
النَّاسِ
رَاعٍ
وَهُوَ
مَسْئُولٌ
عَنْ
رَعِيَّتِهِ “İnsanlar üzerinde imam olan kimse de çobandır, ra’yesinden/ yönettiklerinden
sorumludur.”
إِنَّمَا
الإمَامُ
جُنَّةٌ
يُقَاتَلُ
مِنْ
وَرَائِهِ
وَيُتَّقَى
بِهِ “İmam kalkandır. Onun ardında savaşılır ve onunla korunulur.”
وَلأئِمَّةِ
الْمُسْلِمِينَ
“Müslümanların imamları için...”
خِيَارُ
أَئِمَّتِكُمِ
“İmamlarınızın hayırlısı...”
وَشِرَارُ
أَئِمَّتِكُمِ
“İmamlarınızın şerlisi...”
Bütün bunlar gösteriyor ki;
Rasul (u),
kimin halife olacağını açıklamamış ve tayin etmemiştir.
Bu ise, Rasul (u)’in
hilafet için belirli bir kişi tayin etmediğini bilâkis
hilafeti bütün müslümanlara ait bir hak kıldığını gayet
açık bir delâletle göstermektedir. Buna ilaveten şu da görülmektedir
ki, bazı nasslar çoğul sigası ile gelmişlerdir. Bu da,
belirli bir kişinin imamlığını nefyetme hakkında bir nasstır.
4-
Sahabeler (r.aleyhim), kendi zamanlarında kimin halife olacağı
hususunda kişiler hakkında ihtilaf etmişlerdir. Kişiler hakkındaki
bu ihtilaf, Rasul (u)’in
hilafet için belirli bir kişiyi tayin etmediğine dair bir
delildir. İhtilaf eden o kişiler arasında, halifeliklerini
Rasulullah (u)’in
belirlediği söylenen Ebu Bekir ve Ali (r.anhuma) da vardır.
Onlar ihtilaf etmelerine rağmen, onlardan hiçbirisi, hilafetin
kendisine ait olduğunu belirleyen bir nass olduğunu ileri sürmemiştir.
Sahabelerden hiçbir kimse, birtakım kişilerle ilgili nassın
varlığını bu hususta delil olarak ileri sürmemiştir. Bu
hususta bir nass olsaydı, onu delil olarak ileri sürerlerdi.
Şu halde onların bu hususta herhangi bir nassı delil olarak
ileri sürmemeleri, hilafet için belirli bir kişiyi tayin eden
bir nassın olmayışını gösterir. “Nass vardır fakat
onlara ulaşmamış ve onlardan sonra gelenler o nassı öğrenmişler”
denilmez. Çünkü biz dinimizi sahabelerden aldık. Zira
Kur'an’ı bize nakledenler onlardır. Hadisi bize rivayet
edenler de onlardır. Şu halde, sahabeden gelmeyen herhangi bir
nassa hiçbir şekilde itibar edilmez. Sahabelerden gelen nassı
alırız, onlardan gelmediği halde nass iddiasında olunanı
duvara çarparız/önemsemeyiz.
Rasul (u)’den
sonra bir halife hakkında nassın varlığı meselesinde görüyoruz
ki: hilafet için belirli bir şahıs hakkında herhangi bir
nassın olmadığı hususunda, aralarında Ebu Bekir ve Ali de
olan bütün sahabeler istisnasız bir şekilde ittifak
halindedirler. Çünkü onlar, nassı zikretmenin gerekliliği
ve söyleme sebeplerinin varlığına rağmen onu zikretmemişlerdir.
Nass olsaydı zikrederlerdi. Bu da, Rasul (u)’in
hilafet için bir kişi tayin ettiğine dair iddianın batıllığını/geçersizliğini
göstermektedir.
“Nassın zikredilmemesi, müslümanların
sözlerinin birliğine gösterilen itinadan dolayıdır,”
denilmez. Çünkü bu, Allah’ın hükümlerinden bir hükmün
gizlenmesi, kendisine çok ihtiyaç hissedildiği bir vakitte,
özellikle müslümanların en önemli bir meselesinde Allah’ın
hükmünün tebliğ edilmemesi demektir. Allah’ın dini için
böylesi bir gizleme, Allah’ın Resulünün sahabesinden sadır
olması caiz olmayan bir husustur.
5-
Rasul (u)
kendisine birisini halife bırakmadığına yani, kendisinden
sonra halife olacak belirli bir kişi tayin etmediğine dair
gayet açık nasslar gelmiştir. Nitekim Buhari, Abdullah b.
Amru (r.anhuma)’dan şunu rivayet etmiştir: “Ömer’e
denildi ki: ‘Yerine birisini bırakmıyor musun?’ Ömer dedi
ki: ‘Eğer yerime birini bıraksam, benden daha hayırlı olan
Ebu Bekir, kendi yerine birisini bırakmıştır. Eğer kimseyi
bırakmasam benden daha hayırlı olan Rasulullah (u),
kimseyi yerine bırakmamıştır’”
Müslim, İbn Ömer’den, Ömer b.
Hattab’ın (t)
şöyle dediğini rivayet etti: “Allah Azze ve Celle dinini
korur. Ben yerime birisini bırakmamış olsam, Rasulullah (u)
kendi yerine birisini bırakmadı. Eğer yerime birisini bırakmış
olsam, Ebu Bekir, kendi yerine birisini bıraktı.”
Bu, Rasulullah (u)’in
kendisinden sonra halife olması için birisini bırakmadığına/tayin
etmediğine dair bir nasstır. “Bu Ömer’in görüşüdür”
denilmez. Zira sahabe: “Rasulullah (u)
şöyle yaptı”, “şöyle yapmadı” yada “Biz onun zamanında
iken şöyle oldu” yada “onun zamanında şöyle idi”
dediklerinde, bu kendisi ile delil getirilen bir “hadis”
olur, “sahabe sözü” olmaz. Ayrıca Ömer, bunu sahabelerin
gözleri önünde, işittikleri, Ali (t)’nın
da olduğu bir ortamda söyledi. Bu söz Ali (t)’a
ulaştığında, Ömer’i; inkar etmedi. Bu da, Ömer’in
rivayet ettiği hususa sahabelerin muvafakatine delâlet
etmektedir.
Buraya kadar olan izahat, hilafet için
belirli bir kişinin tayin edildiğine dair belirli bir nassın
geçmediğini ortaya koymak bakımından idi. Hilafet için
belirli bir şahıs tayin eden nassın olduğunu söyleyenlerin
ileri sürdüğü nasslar bakımından izaha gelince: Bu nassların
bir kısmı, Rasul (u)’in
kendisinden sonra halife olması için Ebu Bekir’i yerine bıraktığına
delâlet ettiğini ileri sürdükleri nasslardır. Bu nassların,
ileri sürülüşlerini ve içerdiklerini açıklamak kaçınılmazdır.
Rasul (u)’in
Ebu Bekir’i kendisinden sonra halife tayin ettiğini söyleyenlerin
ileri sürdükleri nasslar iki kısımdır. Birincisi, içerisinde
Rasul (u)’in
Ebu Bekir’i övmüş olduğu nasslardır. Bunlarda, Rasulullah
(u)’in
onu halife tayin ettiğine delâlet eden herhangi bir şey
yoktur. İkinci kısım nasslar ise; bazılarının, Rasul (u)’in
Ebu Bekir’i halife tayin ettiğini kendilerinden istinbat etmiş
oldukları nasslardır. Bazıları da, Rasulullah (u)’in
Ebu Bekir’i hilafet için aday gösterdiğini istinbat etmişlerdir.
Birinci kısım, Rasul (u)’in
Ebu Bekir’i övdüğü nasslara gelince; bunlardan bazılarını
zikrederek birkaç örnek vereceğiz. Bunların hepsi de
methetmek anlamı dışına çıkmamaktadır.
Buhari, Ebu Said El-Hudri’den
Nebi (u)’in
şöyle dediğini rivayet etti:
إِنَّ
مِنْ
أَمَنِّ
النَّاسِ
عَلَيَّ
فِي
صُحْبَتِهِ
وَمَالِه
أَبَا
بَكْرٍ
وَلَوْ
كُنْتُ
مُتَّخِذًا
خَلِيلاً
غَيْرَ
رَبِّي
لاتَّخَذْتُ
أَبَا
بَكْرٍ
وَلَكِنْ
أُخُوَّةُ
الإسْلامِ
وَمَوَدَّتُهُ
لا
يَبْقَيَنَّ
فِي
الْمَسْجِدِ
بَابٌ إِلا
سُدَّ إِلا
بَابَ
أَبِي
بَكْرٍ
“İnsanlardan, sohbetinde ve malında bana en çok ihsanda
bulunan kimse, Ebu Bekir’dir. Rabbim’den başkasını
halil/dost edinseydim, Ebu Bekir’i dost edinirdim. Fakat İslâm
kardeşliği ve sevgisi, Ebu Bekir’in kapısından başka
ihtiyacı en iyi şekilde karşılama kapısını mescidde bırakmadı.”
Bu hadisi, Müslim de bu lafızlardan
başka fakat onlara yakın lafızlarla rivayet etmiştir. Bu
hadiste kişiye ‘bu Ebu Bekir’in halife tayin edilmesidir’
dedirtecek hiçbir şey yoktur. bu hadiste olan husus, Ebu
Bekir’in Rasulullah (u)
tarafından methedilmesidir. Rasul (u)
sahabelerden birçoğunu isimleriyle birlikte methetmiştir.
Nitekim Ömer, Osman, Ali, Said b. Ebu Vakkâs, Talha, Zübeyr,
Ebu Ubeyde b. El-Cerrah, Hasan, Hüseyin (r.anhum), Zeyd b.
Harise, Esâme b. Zeyd, Abdullah b. Ca’fer, Hatice, Aişe, Fâtıma
b. Nebi (u),
Ümmü Seleme, Bilâl ve diğerleri. Şu halde sadece methetmek,
halife tayin etmeye hiçbir şekilde delâlet etmez.
Bazılarının, kendilerinden Ebu
Bekir’in hilafetini istinbat ettikleri hadislere gelince;
bunlar dört hadistir. Bunları ileri sürüp içinde geçen
hususu açıklıyoruz:
1-
Buhari, Kâsım b. Muhammed (u)’den,
o da Aişe (r.anha)’dan rivayet ettiğine göre Nebi (u)
hasta yatağındayken şöyle dedi: “Aklıma takıldı ve istedim ki; Ebu Bekir ve oğlunu
haber gönderip de çağırayım. Zira söyleyenlerin söylemesinden,
temenni edenlerin temennisinden temenni etmesinden endişeliyim.”
Müslim, Aişe (r.anha)’dan şunu
rivayet etti: “Rasulullah (u)
hasta iken bana şöyle dedi: “Bana baban Ebu Bekir’i ve kardeşini çağır ki
bir uazı yazayım. Zira ben istekli birisinin istemesinden ve
birilerinin, ‘Ben evleyım/daha uygunum’ demesinden
korkuyorum. Halbuki Allah ve mü’minler Ebu Bekir’den başkasını
kabul etmezler.”
2-
Buhari, Muhammed (u)
b. Cebir b. Mutam’dan o da babasından, şöyle dediğini
rivayet etti: “Bir kadın, Nebi (u)’e
gelip onunla bir şey hakkında konuştu. Sonra Nebi (u)
ona kendisine geri gelmesini emretti. Bunun üzerine kadın şöyle
dedi: ‘Ya Rasulullah, geldiğimde seni bulamazsam -sanki ölümü
kastederek- ne ya payım?’ Nebi (u)
ona şöyle dedi:
إِنْ
لَمْ
تَجِدِينِي
فَأْتِي
أَبَا
بَكْرٍ
“Beni bulamazsan, Ebu Bekir’e git.”
Müslim, bu hadisi, Muhammed (u)
b. Cebir b. Mut’am’dan o da babasından şu lafızla rivayet
etmiştir: “Bir kadın Rasulullah (u)’e
bir şey sordu. Rasul (u)
ona, kendisine geri gelmesini emretti. Bunun üzerine kadın:
‘geldiğimde seni bulamazsam -babam dedi ki, sanki kadın ölümü
kastediyordu- ne yapayım, ya Rasulullah?’ diye sordu. Rasul (u)
şöyle dedi:
مإِنْ
لَمْ
تَجِدِينِي
فَأْتِي
أَبَا
بَكْرٍ “Beni bulamazsan,
Ebu Bekir’e git.”
3-
Buhari, mü’minlerin annesi Aişe’den şunu rivayet etti:
“Rasulullah (u)
hasta iken dedi li; “Gidin
Ebu Bekir’e söyleyin, insanlara namazı kıldırsın.”
Aişe dedi ki; “Ebu Bekir, senin yerinde durunca ağlamaktan
insanları işitemez. Söyle de Ömer kaldırsın, dedim.”
Bunun üzerine Rasul (u);
“Ebu
Bekir’e söyleyin insanlara namazı kıldırsın.”
Aişe dedi ki; “Hafsa’ya dedim ki; Rasulullah’a “Ebu
Bekir senin yerinde durunca insanları iştemez” de. O da bunu
dedi. Bunun üzerine Rasulullah (u)
dedi ki; “Siz
Yusuf’un kadınları gibisiniz. Ebu Bekir’e söyleyin,
insanlara namazı kıldırsın.”
4- Müslim,
İbn Ebu Melkiye’den şöyle dediğini rivayet etti:
“Rasulullah (u)
yerine halife tayin etseydi kimi halife tayin ederdi diye
sorulduğunda Aişe’nin “Ebu Bekir” dediğini işittim.
Sonra ona “Ebu Bekir’den sonra kim?” diye soruldu. O da:
“Ömer” dedi. Sonra ona “Ömer’den sonra kim?” diye
soruldu, o da: “Ebu Ubeyde b. El-Cerrâh” dedi. Bundan sonra
bir şey demedi.”
Bu hadislerin tamamı, Rasulullah (u)’in
Ebu Bekir’i halife tayin ettiğine dair bir delil olmaya uygun
değildirler.
Birinci
hadise gelince; iki sebepten dolayı
red olunur.
a-)
Rasul (u)
diyor ki “aklıma takıldı” “istedim” fakat yapmadı. O
halde delil olmaz. Çünkü delil, Rasul (u)’in
sözü, fiili ve sükutudur. Bunun dışında kalan hususlar Şeriata
göre delil sayılmazlar.
b-)
Aişe, Ebu Bekir’in kızıdır. Bu hadis var olsaydı, Ebu
Bekir onu bilirdi ve içlerinden birisine halife olarak biat
etmek için Sakif’te toplanan Ensar’ın yanına gidip
onlarla tartışırken o hadisi delil olarak ileri sürerdi.
Buna binaen bu hadis, red olunur.
Ebu Bekir’in, Rasulullah (u)
tarafından halife tayin edilmesine delil olmaya uygun olmaz.
İkinci
hadise gelince; Ebu Bekir’in halife
tayin edilmesine delâlet etmemektedir. Çünkü kadın, “seni
bulamazsam” dedi. Gerçekten de kadın onu, bir gazvede oluşundan
yada herhangi bir işten dolayı orada bulamayabilirdi. Bu
hadiste, kadının “seni bulamazsam” sözüyle “ölmüş
olabilirsin” demek istediğini gösteren hiçbir şey yoktur.
Hadiste olan husus, “sanki kadın ölümü kastediyordu” sözüdür.
Bu Cebir’in sözü ve anlayışıdır. Zira Raslün o kadına,
geldiğinde kendisini bulamazsa Ebu Bekir’e gitmesini
emretmesinde, Rasulden sonra hilafete Ebu Bekir’i atadığına
dair bir delâlet yoktur. Ayrıca kadın o sözüyle ölümü
kastetmiş olsa bile, bu sözden dolayı Ebu Bekir Resulden
sonra halife olması için tayin edilmiş demek değildir.
Üçüncü
hadise gelince; bu namazı kıldırması
için kendi yerine birisini tayin etmektir, başka değil.
Namazda birisini kendi yerine imam olarak tayin etmek, yönetimde
birisini halife olarak tayin etmeye delâlet etmez. Bu hadisi
delil getirenlerin ‘Rasulullah (u)’in
dinimizin bir hususu için razı olduğunu biz dünyamızın bir
hususu için razı olmayalım mı?’ şeklindeki sözlere
gelince; bu onların anlayışıdır ve yanlış bir anlayıştır.
Çünkü namaz ile yönetim arasında büyük farklılık vardır.
Zira, namazda imam olması uygun olan herkesin yönetimde imam
olması uygun olmaz. Ayrıca, bu nass namaza hastır, başkasını
kapsamaz. Nassın hususiliğinden dolayı namazdan başka hususa
atfedilmesi doğru olmaz.
Dördünce
hadise gelince; bu hadis sayılmaz.
Çünkü bu, Resule bir şey isnad etmemektedir. Bu ancak Aişe’nin
görüşüdür. Sahabenin görüşü ile, şer’an delil sayılmadığı
için delil getirilmez. Onun için red olunur. Çünkü bu bir
hadis değildir ve şer'î hükümlerde bir değeri yoktur.
Bu izahat, Ebu Bekir’in halife
tayin edildiğini söyleyenlerin ileri sürdükleri hadisler bakımından
idi. Rasul (u)’in
Ali’yi halife tayin ettiğini söyleyenlerin ileri sürdükleri
hadislere gelince, onlar üç kısımdırlar: Birinci kısım,
Rasulullah (u)’in
Efendimizin Ali (t)’ı
methettiği hadisler, ikici kısım, kendilerinden bazılarının
Rasulullah (u)’in
Ali’yi halife tayin ettiğini istinbat ettikleri hadisler,
üçüncü kısım ise, delil getirenlerin nezdinde Rasulullah (u)’in
Ali’yi halife tayin ettiğini açıkça ortaya koyan bir nass
olduğunu söylenen hadisler.
Birinci kısım hadisler: Bunlarda
Rasulullah (u)
Ali’yi övmektedir. Bazı hadisleri zikrederek bir örnek
sunuyoruz. Diğerleri methetmek/övmek manası dışına çıkmamaktadır.
Buhari, Sehl b. Sa’ad (r.a)’dan
şunu rivayet etti: “Rasulullah (u)
şöyle dedi:
لاعْطِيَنَّ
الرَّايَةَ
رَجُلاً
يَفْتَحُ
اللَّهُ
عَلَى
يَدَيْهِ “Yarın sancağı,
eliyle Allah’ın bana zafer vereceği bir adama vereceğim.”
Dedi ki: İnsanlar sancağı onlardan
kime verecek diye düşünerek gecelediler. Sabah olunca
insanlar hemen Rasulullah (u)’a
koştular. Herkes sancağı kendisine vermesini umuyordu. Rasul
(u):
“Ali b. Ebu Talib
nerede?” dedi. Onlar:
“Gözlerinden rahatsız, ya Rasulullah” dediler. Rasul (u):
“Adam gönderin, onu
bana getirsinler.” dedi. Ali geldiğinde, Rasul (u)
onun gözlerine tükürdü ve ona dua etti. Bunun üzerine Ali,
sanki hiç rahatsız olmamış gibi iyileşti. Rasul de ona
sancağı verdi.”
Müslim, bu hadisi Ebu
Hureyre’den şu lafızla rivayet etti: “Rasulullah (u),
Hayber günü şöyle dedi:
لاعْطِيَنَّ
هَذِهِ
الرَّايَةَ
رَجُلاً
يُحِبُّ
اللَّهَ
وَرَسُولَهُ
يَفْتَحُ
اللَّهُ
عَلَى
يَدَيْهِ
“Şüphesiz ki bu sancağı, Allah ve Resulünün sevdiği,
Allah’ın eliyle fetih/zafer
vereceği bir adama vereceğim.” Ömer b. Hattab dedi
ki: “sadece o gün emirliği istedim. Onun için için çağrılmamı
umarak o sancak için heyecanlandım.” Dedi ki: Nihayet
Rasulullah (u)
Ali b. Ebu Talib’i çağırıp sancağı ona verdi.”
Buhari, “Ali (r.a)’nın menkıbeleri”
babında, Nebi (u)’in
Ali’ye şöyle dediğini rivayet etti:
أَنْتَ
مِنِّي
وَأَنَا
مِنْكَ
“Sen
bendensin, ben de sendenim.”
Müslim, Amr b. Sa’ad İbn Ebu
Vakkâs’tan o da babasından şöyle dediğini rivayet etti:
“Muaviye b. Ebu Süfyan, Sa’ad’ı emir yaptı. Sonra da
“Ebu Turâb’a sövmene mani olan nedir?” dedi. Bunun üzerine
o da dedi ki. Rasulullah (u)’in
söylemiş olduğu üç hususu hatırladığım sürece ona asla
sövmem. Çünkü o üçünden birisi bana kırmızı develerden
daha sevimlidir. Rasulullah (u)
Ali’yi bazı gazvelerinde evde bıraktı. Bunun üzerine Ali
ona: Ya Rasulullah beni kadınlar ve çocuklarla birlikte bıraktın”
dedi. Rasul (u)
ona şöyle dedi: أَمَا
تَرْضَى
أَنْ
تَكُونَ
مِنِّي
بِمَنْزِلَةِ
هَارُونَ
مِنْ
مُوسَى
غَيْرَ
أَنَّهُ لا
نَبِيَّ
بَعْدِي
“Benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki konumunda
olmandan razı değil misin? Ancak benden sonra nübüvvet
yoktur.”
Rasul (u)’i,
Hayber günün şöyle derken işittim:
لاعْطِيَنَّ
الرَّايَةَ
رَجُلاً
يُحِبُّ
اللَّهَ
وَرَسُولَهُ
وَيُحِبُّهُ
اللَّهُ
وَرَسُولُهُ “Sancağı, Allah ve Resulünü seven, Allah’ın ve Resulünün de
onu sevdiği bir adama vereceğim.” Bunun
üzerine biz, sancak için rekâbete girdik. Rasul (u):
“Bana Ali’yi çağırın”
dedi. Onu Ermed getirdi. Onun gözüne tükürdü ve
sancağı ona verdi. Allah da ona fetih verdi.”
Şu ayet indiğinde: فَقُلْ
تَعَالَوْا
نَدْعُ
أَبْنَاءَنَا
وَأَبْنَاءَكُمْ
“De ki: Haydi, çocuklarımızı ve
çocuklarınızı çağıralım.”(Ali
İmran: 61) Rasulullah (u)
Ali’yi, Fatma’yı, Hasan ve Hüseyin’i çağırıp şöyle
dedi: اللَّهُمَّ
هَؤُلاءِ
أَهْلِي
“Allah’ım,
işte bunlar benim ehlimdir.”
Müslim, Sehl b. Sa’ad’ın şöyle
dediğini rivayet etti: “Mervan ailesinden bir adam
Medine’ye vali tayin edildi. Dedi ki: O kişi Sehl b.
Sa’ad’ı çağırdı ve ona Ali’ye küfretmesini istedi.
Sehl, bunu reddetti. Bunun üzerine o kişi Sehl’e, madem onu
reddettin, o halde, ‘Allah Ebu Turâb’a lanet etsin’ de,
dedi. Sehl dedi ki: ‘Ali için Ebu Turâb isminden daha
sevimli bir isim yoktu, zira bu isimle çağrıldığında mutlu
olurdu’. O kişi: ‘O halde, onun niçin Ebu Turâb diye
isimlendirildiği kıssayı bize anlat’ dedi. Sehl de şöyle
dedi: Rasulullah (u),
Fatıma’nın evine geldi, Ali evde yoktu. Bunun üzerine:
“Amcamın oğlu nerede?” diye sordu. Fatıma da: ‘onunla
benim arasında bir şey oldu, bana kızdı ve dışarı çıktı,
yanımda bir şey söylemedi. Rasul (u)
bir kişiye: “O nerede bak” dedi. Daha sonra o kişi geldi
ve şöyle dedi: “O, mescidde uyuyor ya Rasulullah”, o yan
yatıp elbisesi yana düşmüş toprak bulaşmış vaziyetteyken
Rasulullah (u)
onun yanına gitti, eliyle dokunarak ona: قم
يا أبا
تراب قم يا
أبا تراب
“Kalk
ey Ebu Turab, kalk Ebu Turab”
dedi.”
Müslim, Adiy b. Sâbit’ten o da
Zerrin’den şöyle dediğini rivayet etti: Ali dedi ki:
“Tohumu yarana ve kokuyu giderene yemin olsun ki, Ümmi Nebi (u)
bana bildirdi ki, beni ancak mü’min sever, bana ancak münafık
buğz eder.”
Bu hadislerde, kişiye, ‘Rasul (u),
Ali’yi kendisinden sonra halife olması için tayin etti’
dedirtecek bir şey yoktur. Zira Hayber hadisinde Rasul (u)
Ali’yi methetmiştir. Rasul (u)’in
“Sen bendensin, ben sendenim” sözü, Rasul (u)’den
Ali’ye bir medhtir/ övgüdür. Sa’ad hadisinde:
أَمَا
تَرْضَى
أَنْ
تَكُونَ
مِنِّي
بِمَنْزِلَةِ
هَارُونَ
مِنْ
مُوسَى
غَيْرَ “Benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanımdaki konumunda olmandan
razı değil misiz?”
sözü vardır. Bunun açıklamasını
bu konudaki hadislerin ikinci bölümünde yapacağız. Hayber
hadisinde olan övgüdür. Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin’in
ehli olduğuna dair hadiste övgü vardır. Sehl b. Sa’ad
hadisi övgüdür. Rasul (u),
efendimiz Ali’yi övdüğü gibi ondan başka sahabeleri de övmüştür.
Rasul (u)
bir kişiyi övmesi, hiçbir şekilde onu halife tayin ettiğine
delâlet etmez.
Bazılarının, Rasul (u)’in
Ali’yi kendisinden sonra halife olarak belirlediğini istinbat
ettikleri hadislerden ikinci bölümüne gelince, bunlar dört
nassta özetlenmektedir.
1-
Buhari, Mus’ab b. Sa’ad’dan o da babasından şunu rivayet
etti: “Rasul (u),
Ali’yi yerine bırakarak Tebük’a sefere çıktı. Bunun üzerine
Ali şöyle dedi: “Beni çocukların ve kadınların yanında
geride mi bırakıyorsun?” Rasul (u)
ise şöyle dedi:
أَمَا
تَرْضَى
أَنْ
تَكُونَ
مِنِّي
بِمَنْزِلَةِ
هَارُونَ
مِنْ
مُوسَى
غَيْرَ
أَنَّهُ لا
نَبِيَّ
بَعْدِي
“Benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki konumunda
olmandan razı değil misin? Ancak benden sonra nübüvvet
yoktur.”
Müslim, Âmir b. Sa’ad b. Ebu
Vakkâs’tan o da babasında
şöyle dediğini rivayet etti: “Rasulullah (u),
Ali’ye şöyle dedi:
أَنْتَ
مِنِّي
بِمَنْزِلَةِ
هَارُونَ
مِنْ
مُوسَى
إِلا
أَنَّهُ لا
نَبِيَّ
بَعْدِي “Senin benim yanımdaki konumun, Harun’un Musa’nın yanındaki
konumu gibidir. Ancak benden sonra nebi yoktur.”
Müslim, İbrahim b. Sa’ad’dan
o da Sa’ad’dan Nebi (u)’in
Ali’ye şöyle dediğini rivayet etti:
أَمَا
تَرْضَى
أَنْ
تَكُونَ
مِنِّي
بِمَنْزِلَةِ
هَارُونَ
مِنْ
مُوسَى “Benim yanımda, Harun’un
Musa’nın yanındaki konumunda olmandan razı değil misin?”
Buhari, İbrahim b. Sa’ad’dan o
da babasından Nebi (u)’in
Ali’ye şöyle dediğini rivayet etti: “Benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki konumunda olmandan
razı değil misin?”
İbn İshâk şunu rivayet etti:
“Rasulullah (u)
Ali b. Ebu Talib’i (r.a) ehlinin yanında bıraktı ve ona
onların yanında kalmasını emretti. Bunun üzerine münafıklar
Ali (r.a) hakkında asılsız haberler yaydılar. Dediler ki:
‘Onu ancak sıkıcı bulduğu ve önemsemediğinden geride bıraktı.’
Münafıklar bunu söylediklerinde, Ali b. Ebu Talib (r.a) silahını
alıp hemen yola çıktı ve Cürf denilen yerde konaklamış
olan Rasulullah (u)’e
ulaşıp şöyle dedi:” Ey Allah’ın Nebisi, münafıklar,
beni sıkıcı bulduğun ve önemsemediğin için geride bıraktığını
iddia ediyorlar.” Bunun üzerine Nebi (u)
şöyle dedi: “Onlar
yalan söylüyorlar. Ben seni arkamda bıraktıklarım için
geride bıraktım. Şimdi geri dön, ehlim ve ehlinde benim
yerimi al. Ey Ali, benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki
konumunda olmandan razı olmaz mısın? Ancak benden sonra nebi
yoktur.” Bunun üzerine Ali, Medine’ye geri döndü.
Rasulullah (u)
de seferine devam etti.”
Seyyid Abdulhüseyn Şerafeddin
El-Müsevî, “Müracat” isimli kitabında şunu
zikretmektedir: “Câbir b. Abdullah hadisinde Rasulullah (u)’in
şöyle dediği geçmektedir: “Ey
Ali, mescidde bana helal olan sana da helaldir. Muhakkak ki
senin benim yanımdaki konumun, Harun’un Musa yanındaki
konumudur. Ancak benden sonra nebi yoktur.”
|