Şeriat, Hilafet İçin Belirli Bir Şahıs Tayin Etmedi -2-


2- Müslim, Yezid b. Hayyân’dan şöyle dediğini rivayet etti: “Ben, Husayn b. Sebreti, Amr b. Müslim birlikte Zeyd b. Erkâm’a gittik. Onun yanına oturduğumuzda Husayn ona dedi ki: ‘Sen çok hayırla karşılaştın, ey Zeyd. Rasulullah (u)’i gördün, onun hadisini/sözünü işittin, onunla beraber gazveye çıktın, arkasında namaz kıldın. Sen gerçekten çok hayır gördün ey Zeyd. Rasulullah (u)’den işittiğin bir hususu bize anlat ey Zeyd’ Bunun üzerine Zeyd dedi ki: ‘Ey, kardeşimin oğlu, Allah’a yemin olsun ki artık yaşlandım. Benim döneminden çok zaman geçti, Rasulullah (u)’dan ezberlediğim hususların bazılarını unuttum. Size anlattığımı kabul edin, olmayanı da benden beklemeyin.’ Daha sonra şöyle dedi: ‘Rasulullah (u), Mekke ile Medine arasında, “Hamm” da denilen “Mâ” isimli yerde bize hitap etmek için ayağa kalktı. Allah’a hamd ve senâ ettikten, nasihat ve hatırlamada bulunduktan sonra şöyle dedi:

 أَمَّا بَعْدُ أَلا أَيُّهَا النَّاسُ فَإِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ يُوشِكُ أَنْ يَأْتِيَ رَسُولُ رَبِّي فَأُجِيبَ وَأَنَا تَارِكٌ فِيكُمْ ثَقَلَيْنِ أَوَّلُهُمَا كِتَابُ اللَّهِ فِيهِ الْهُدَى وَالنُّورُ فَخُذُوا بِكِتَابِ اللَّهِ وَاسْتَمْسِكُوا بِهِ فَحَثَّ عَلَى كِتَابِ اللَّهِ وَرَغَّبَ فِيهِ ثُمَّ قَالَ وَأَهْلُ بَيْتِي أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ فِي أَهْلِ بَيْتِيْ “Ey insanlar! Muhakkak ki ben bir beşerim, Rabbimin elçisinin gelmesi yakındır. O zaman size iki değer bırakarak Rabbime icabet ederim. Onlardan birincisi; içinde hidayet ve nur olan Allah’ın Kitabıdır. Allah’ın Kitabını alın  ve ona sımsıkı tutunun.” Allah’ın Kitabına teşvik ve sevk ettikten sonra şöyle dedi: “Ehli beytim, ehli beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım, ehli beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım, ehli beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım.” Husayn ona: “Ehli beyti kimdir ya Zeyd? Onun hanımları ehli beytinden değil mi?” dedi. Zeyd de: “Hanımları ehli beytindendir. Fakat onun ehli beyti, kendisinden sonra sadakadan mahrum bırakılanlardır.” Dedi. “Onlar kim?” dedi. Zeyd de: ‘Onlar Ali’nin ailesi, Akil’in ailesi, Cafer’in ailesi ve Abbâs’ın ailesi’ dedi. O da: “Bütün 'bunlar, sadakadan mahrum mu bırakıldılar?” dedi. Zeyd de: “Evet” dedi.”[1]

Seyyid Abdulhüseyn Şerafeddin kitabı “Mürâcât” da bu hadisi, Taberâni’nin sıhati üzerine birleşilen bir senedle tahriç etti şu rivayetle zikretti: “Zeyd bin Erkam dedi ki: “Rasulullah (u) Gadir Hum’da ağaçların altında şöyle hitap etti: “Ey insanlar! Çağırılmam yakındır. Ben sorumlu, siz de sorumlu olduğunuz halde ben o davete icab ederim. O halde siz ne dersiniz? Onlar: ‘Sen tebliğ ettin, cihad ettin, nasihat ettin, Allah seni hayırla mükâfatlandırsın.’ Bunun üzerine O dedi ki:                            “Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve resulü olduğuna, Allah’ın cennetinin hak olduğuna, cehenneminin hak olduğuna, ölümün hak olduğuna, ölümden sonra dirilmenin hak olduğuna, hakkında şüphe olmayan kıyamet vaktinin geleceğine ve Allah’ın kabirlerde onları dirilteceğine şahitlik etmiyor musunuz?” Onlar: ‘Elbette, ona şahitlik ediyoruz.’ O da: “Allah’ım şahid ol” dedikten sonra şöyle dedi: “Ey insanlar! Allah benim mevlamdır, ben de mü’minlerin mevlasıyım. Ben onlara nefislerinden daha öncelikliyim. Ben kimin mevlasıysam, -yani Ali- de onun mevlasıdır. Allah’ım, ona dost ve yardımcı olana dost ve yardımcı ol, ona düşmanca davranana, düşmanca davran.” Sonra şöyle dedi: “Ey insanlar! Ben sizi terk edeceğim, siz bana Havz’ın başında geleceksiniz. O Havz ki Busra ile Sina arasında olan mesafeden daha geniştir. Onun içinde gümüşten yıldız gibi parlayan kadehler vardır. Bana geldiğinizde o zaman size sakaleyn/iki değer hakkında, onlarla ilgili olarak benim yerimi nasıl doldurduğunuzu soracağım. En büyük değer Allah Azze ve Celle’nin Kitabıdır. Bir vasıtadır, bir ucu Allahu Teâlâ’nın elindedir bir ucu  da sizin elinizdedir. Ona sımsıkı tutunun, sapıtmayın, değiştirmeyin. (ikinci değer ise) neslim, ehli beytim. Muhakkak ki, El-Latif El- Habir bana bildirdi ki, bu iki değer Havz’da bana gelesiye kadar bitmeyeceklerdir.”

Seyyid Abdulhüseyn Şerâfeddin’in zikrettiği husus burada son buluyor. Şeyh Abdulhüseyn Ahmed El-Emini El-Necefi, “El-Gadir” kitabında şunu söylüyor: “O – Nebi (u) – haccını tamamladıktan sonra Medine’ye dönmek için yola çıktı. Yanında mezkur birçok kişi vardı. Medinelilerin, Mısırlıların ve Iraklıların yollarının ayrıldığı El-Cuhfe denilen yere yakın Gadir Hum’a, Zilhicce ayının on sekizinde Perşembe günü vardı. O gün Cibril El-Emin ona, Allahu Teâlâ’dan şu sözünü indirdi: يَاأَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ “Ey resul, rabbinden indirileni tebliğ et...”[2] Allah, ona Ali’yi insanlara tanıtmasını ve, vilayetle/yönetimle, herkes üzerindeki itaat farzıyla ilgili olarak onun hakkında Allah’ın indirdiğini onlara tebliğ etmesini emretti. Topluluğun başı El-Cuhfe’ye yaklaşmıştı. Rasulullah (u) onlardan gelenlerin getirilmesini emretti. Onlardan o yere gelmekte gecikenleri hapsetti. Onlara büyük dalları bol ard arda sıralanmış beş ağacın meyvelerini, o ağaçların altına gelmelerini yasakladı. Topluluk yerlerini aldı. Ağaçların altında olanı süpürdüler. Öğle namazı için ezan okunduğunda Rasul (u) o ağaçların altına gitti ve insanlara namaz kıldırdı. O gün çok sıcak bir gündü. Kişi örtüsünün bir kısmını başına, bir kısmını da toprağın sıcaklığının şiddetinden dolayı ayağının altına koymaktaydı. Rasulullah için, güneşten korunması için ağaçların üzerine elbiseler konularak gölgelik yapıldı. Rasul (u) namazını kıldıktan sonra topluluğun ortasında devenin hörgücünde herkesin işiteceği bir şekilde sesini yükselterek bir hitapta bulundu. Şöyle dedi:

 “Elhamdulillah, O’ndan yardım dileriz, O’na iman ederiz, O’na tevekkül ederiz, nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüğünden sapıttığına hidayet verici olmayan, hidayet verdiğine de saptırıcı olmayan Allah’a sığınırız. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in de Allah’ın kulu ve resulü olduğuna şahidlik ederim... Ey insanlar! El-Latif El-Cabbar bana, bir nebinin kendisinden önceki nebinin ömrünün yarısı kadar yaşadığını haber verdi. Muhakkak ki çağırılmam yakındır. Ben o davete icap ederim. Ben sorumluyum, siz de sorumlusunuz. O halde siz ne dersiniz?’ Onlar: ‘Sen tebliğ ettin, cihad ettin, nasihat ettin, Allah seni hayırla mükafatlandırsın.’ Bunun üzerine o dedi ki: ‘Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve Resulü olduğuna, Allah’ın cennetinin hak olduğuna, ölümün hak olduğuna, ölümden sonra dirilmenin hak olduğuna, hakkında şüphe olmayan kıyamet vaktinin geleceğine ve Allah’ın kabirlerde olanları dirilteceğine şahidlik etmiyor musunuz?’ Onlar: ‘Elbette, ona şahitlik ediyoruz.’ O da: ‘Allah’ım şahit ol’ dedikten sonra şöyle dedi: ‘Ey insanlar, işitmiyor musunuz?’ Onlar; “Evet” dediler. O şöyle dedi: ‘Ben Havz’ın başında beklerim. Siz bana Havz’ın başındayken geleceksiniz. Onun genişliği Sina ve Busra arasında olan mesafe kadardır. Onun içinde gümüşten yıldız gibi parlayan kadehler vardır. Sakaleyn/iki değerde benim yerimi nasıl doldurduğunuza bakın.’ Bir kişi: ‘Sakaleyn nedir ya Rasulullah?’ diye bağırdı. Bunun üzerine o şöyle dedi: “En büyük değer Allah’ın Kitabıdır. Bir ucu Allah Azze ve Celle’nin elindedir, bir ucu da sizin elinizdedir. Ona sımsıkı tutunun, sapıtmayın. Daha küçük olan diğeri ise benim neslimdir. El-Latif El-Habir bana haber verdi ki o ikisi Havz’ın başında bana gelesiye kadar dağılmayacak-lardır. Rabbim’den o ikisi için bunu istedim, onların önüne geçmeyin, helak olursunuz; onları terk etmeyin, helak olursunuz.’ Sonra Ali’nin elini tutup koltuk altları görülesiye kadar yukarı kaldırdı. Oradaki topluluğun hepsine onu tanıttı ve şöyle dedi: ‘Ey insanlar, insanlardan mü’minler için nefislerinden daha evla olan kimdir?’ Onlar: ‘Allah ve Resulü en iyi bilir’ dediler. O da şöyle dedi: ‘Allah benim mevlamdır ben de mü’minlerin mevlasıyım. Ben onlara nefislerinden daha evlayım/ öncelikliyim. Ben kimin mevlasıysam, Ali onun mevlasıdır.’ Bunun üç defa söyledi. Hanbelilerin imamı Ahmed’in lafzında dört defa söyledi. Sonra şöyle dedi: ‘Allah’ım, ona veli/dost ve yardımcı olana dost ve yardımcı ol, ona düşmanca davranana düşmanca davran, onu seveni sev, ona buğz edene buğz et, ona yardım edene yardım et, onu yardımsız bırakanı yardımsız bırak, hakkı onun döndüğü yere döndür. Dikkat edin, buna şahit olanlar olmayanlara tebliğ etsin.”

3- Rasul (u), Ali’yi hilafet için tayin etti diyenler kitaplarında birtakım hadisler rivayet ediyorlar. Bu hadislerin rivayetlerinin mevzuluğunu inceleme konusu yapmıyoruz. Her ne kadar onları Buhari ve Müslim rivayet etmedikleri güvenilir bir kanaldan rivayet edilmiş olmadıkları, çoğu mevzu hadislerden olduğu halde bu hadislerin rivayet konumlarını inceleme konusu yapmıyoruz. Ta ki onlar; ‘bu hadisler, sizin katınızda güvenilir kişiler tarafından rivayet edilmemiş olabilir, ancak ilim bizim katımızda güvenilir kimseler tarafından rivayet edilmişlerdir. Hadis kimin katında sahih ise, onun o hadisle delil getirme hakkı vardır’ demesinler. Evet bunun için o hadislerin rivayet konumlarını bahis konusu yapmıyoruz, sadece rivayetlerinde geçtiği şekliyle o nassların aynısını inceleme konusu yapıyoruz. Bu nasslar onların kendilerinden Rasul (u)’in Ali’yi kendisinden sonra halife olması için tayin ettiğini istinbat ettikleri nasslardır. Bu hadislere, velayet/yönetimle ilgili hadisler diyorlar. Burada onlardan bir kısmını ileri sürüyoruz. Diğerleri aynı manada hatta aynı lafızdadırlar:

a-) Ebu Davud El-Tayâlisî, İbn Abbas’tan Rasulullah (u)’in Ali b. Ebu Talib’e şöyle dediğini tahriç etmiştir: أَنْتَ وَلِيِّي فِي كُلِّ مُؤْمِنٍ بَعْدِي “Benden sonra sen her mü’minin velisisin.”[3]

b-) Kenz Ül-Ummâl’da Umran b. Husayn’dan şöyle dediği geçmektedir: “Rasulullah (u), başlarına Ali b. Ebu Talib’i emir tayin ederek bir seriyye gönderdi. Ali, kendisine beş cariye seçti, seriyedeki kişiler bu hususta Ali’yi yadırgadılar. Onlardan dördü Ali’yi Nebi (u)’ye şikayet etmek hususunda anlaştılar. Geldiklerinde o dört kişiden birisi ayağa kalktı ve: ‘Ey Allah’ın Resulü, görmedin mi, Ali böyle böyle yaptı’ dedi. Rasulullah ondan yüz çevirdi. İkincisi kalktı o da aynı şekilde söyledi, Rasulullah ondan da yüz çevirdi. Üçüncü kişi de iki arkadaşı gibi dedi, ondan da yüz çevirdi. Dördüncü kişi de diğerlerinin dediği gibi dedi. Rasulullah (u), yüzünde kızgınlığı belirmiş bir şekilde onlara yönelip şöyle dedi: مَا تُرِيدُونَ مِنْ عَلِيٍّ مَا تُرِيدُونَ مِنْ عَلِيٍّ مَا تُرِيدُونَ مِنْ عَلِيٍّ إِنَّ عَلِيًّا مِنِّي وَأَنَا مِنْهُ وَهُوَ وَلِيُّ كُلِّ مُؤْمِنٍ بَعْدِي “Ali’den ne istiyorsunuz? Muhakkak ki Ali bendendir ve ben ondanım. O, benden sonra her mü’minin velisidir.”[4]

c-) Amr b. Meymûne’den o da İbn Abbas’tan rivayet edilen uzun bir hadiste İbn Abbas şöyle diyor: “Rasulullah filan kişiyi Tevbe süresi ile gönderdi. Sonra Ali’yi onun ardından gönderdi. Rasul, o süreyi ondan alıp şöyle dedi: لا يَذْهَبُ بِهَا إِلا رَجُلٌ مِنِّي وَأَنَا مِنْهُ “O süre, benden olan ve benim de onda olduğum bir adamdan başkası ile gitmez.”[5]

d-) Kenz Ül-Ummâl’da, Veheb b. Hamza’dan şöyle dediği geçmektedir: “Ali ile beraber sefere çıktım, onda sertlik gördüm. Bunun üzerine, geri dönersem onu şikayet edeceğim dedim. Geri döndüğümde Rasulullah (u)’e Ali’den bahsettim, şikayetçi oldum. Bunun üzerine Rasul (u) şöyle dedi: “Bunu Ali için söylemeyin. Muhakkak ki o, benden sonra velinizdir.”

e-) Kenz Ül-Ummâl’da, İbn Abbas’tan Rasulullah (u)’in şöyle dediği geçmektedir: “Benim gibi yaşayıp, benim gibi ölmesi ve Allah’ın dikmiş olduğu Adn cennetinde oturması, kendisini mutlu eden kimse, benden sonra Ali’ye veli/dost ve yardımcı olsun, onun velisine veli/dost ve yardımcı olsun.”

f-) Kenz’in seçilmiş hadislerinde Ziyad b. Mutref’den şöyle dediği geçmektedir: “Rasulullah (u) şöyle derken işittim: “Kime benim gibi yaşayıp benim gibi ölmek ve Allah’ın bana vaad ettiği sonsuzluk cennetine girmek daha sevimli geliyorsa, benden sonra Ali’yi ve zürriyetini veli/dost ve yardımcı edinsin. Zira onlar sizi asla hidayet kapısından dışarı çıkarmazlar ve dalâlet kapısından içeri sokmazlar.”

g-) Kenz Ül-Ummâl’da, Ammâr b. Yasir’den şöyle dediği geçmektedir: “Rasulullah (u) şöyle dedi: “Bana inanıp beni tasdik eden kimseye, Ali b. Ebu Talib’in velâyetini tavsiye ederim. Kim onu veli edinirse beni veli edinmiş olur. Kim de beni veli edinirse Allah’ı veli edinmiş olur. Kim onu severse beni sevmiş olur. Kim de beni severse Allah’ı sevmiş olur. Kim ona buğz ederse bana buğz etmiş olur. Kim de bana buğz ederse Allah’a buğz etmiş olur.”

h-) Yine Kenz’de Ammâr’dan merfuan şöyle geçmektedir: “Allah’ım, bana iman edip beni tasdik eden kimse, Ali b. Ebu Talib’i veli edinsin. Zira onun velâyeti benim velâyetimdir, benim velâyetim ise Allahu Teâlâ’nın velâyetidir.”

4- Rasul (u) hilâfetin Ali’ye ait olduğunu belirlemiştir diyenlerin rivayet ettikleri hadisler de vardır. Bu hadisleri güvenilir hiçbir kimse rivayet etmemiştir. Çoğu mevzu/uydurma hadislerdendir. Onları biz burada rivayetleri açısından ileri sürmüyoruz ki, onların rivayet edenler nezdinde sahih oldukları iddia edilmesin. Onları ancak, rivayetlerinde geçtiği şekliyle metinlerini incelemek için ileri sürüyoruz. Bu hadisler, Rasul (u)’in Ali’yi kardeş edinmesi ve kendisinden sonra varis edinmesi hususlarını içermektedir. Onlardan bir kısmını buraya alıyoruz. Diğerleri aynı manada hatta aynı lafızdadırlar:

a- Nebi (u), hicretten önce Muhacirleri birbirleriyle kardeş yaptı ve kendisine Ali’yi seçti. İlk kardeşlik hadisinde şu geçmektedir: “Ali dedi ki: ‘Ya Rasulullah (u), benden başka ashabına yaptığını görünce, ruhum gitti, belim kırıldı. Bu benim canımı sıksa da yine saygınlık ve kusursuzluk sana aittir. Bunun üzerine Rasulullah (u) şöyle dedi: “Beni hakla gönderen Zat’a yemin olsun ki; seni ancak kendim için ayırdım. Sen, benim yanımda Harun’un Musa’nın yanındaki konumdasın. Ancak benden sonra nebi yoktur. Sen benim kardeşim ve varisimsin.”

Ali: ‘Senden ne mirası alacağım?’ dedi. O da: ‘Benden önceki nebiler ne miras alıyorlar idiyse onu miras alacaksın. Rablerinin Kitabı ve Nebilerinin Sünneti’ dedi.”

b- Nebi (u), hicretten beş ay sonra Muhacirleri ve Ensârı birbirleriyle kardeş yaptı. Ali’yi ensardan birisi ile kardeş yapmadı, kendisini de ensardan birisi ile kardeş yapmadı. Onu ancak kendisine seçti. İkinci kardeşlik hadisinde şu geçmektedir: “Rasulullah (u), Ali’ye şöyle dedi: “Ben, Muhacirler ve Ensarı birbirleriyle kardeş yaparken seni onlardan birisi ile kardeş yapmadığında bana kızdın mı? Benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki konumda olmandan razı değil misin? Ancak benden sonra nebi yoktur.”

c- Rivayet edilir ki: Rasul (u) bir gün ashabının karşısına çıkıp doğuya yöneldi. Abdurrahman b. Avf ona sordu. Rasul (u) şöyle dedi: “Müjde, kardeşim, amcamın oğlu ve kızım hakkında Rabbimden bana, Allah’ın Ali’yi Fatıma ile evlendirdiği haberi geldi.” Kadınların hanımefendisi, Denki ailenin efendisine gelin gidince Nebi (u) şöyle dedi: “Ey Ümmü Eymen, bana kardeşimi çağır.” O da: ‘O, senin kardeşin olduğu halde onu kızınla mı nikahlıyorsun?’ dedi. Nebi de: “Evet, ya Ümmü Eymen” dedi. Bunun üzerine Ümmü Eymen Ali’yi çağırdı o da geldi. Nebi (u); Ali ile kardeşi Cafer ve Zeyd b. Hârise arasında olan bir mesele hakkında Ali’ye şöyle hitap etti: “Sen ise ya Ali, benim kardeşimsin, çocuğumun babasısın, bendensin, şimdi ise...”

d- Rasulullah (u), bir gün Ali’yi bir hususla görevlendirdi ve şöyle dedi: “Sen kardeşimsin, borcumu ödeyen, vaadimi yerine getiren, gönlümü ferahlatan vezirimsin.”

e- Kenz Ül-Ummâl’da, Rasul (u)’in şöyle dediği geçmektedir: “Cennetin kapısında ‘Lailahe illallah Muhammedun Rasulullah, Ali Rasulullah’ın kardeşidir’ yazmaktadır.”

Bu dört nass; Ali’ye Rasulullah’ın yanında, Harun’un Musa’nın yanındaki konumu veren, Rasul (u)’in Allah’ın Kitabını ve ailesini müslümanlara terk ettiğine dair nass, velâyet nassı, kardeş yapma nassıdır. Bunlar, bazı müslümanların, Rasul (u)’in kendisinden sonra yerine Ali’yi bıraktığını yani vefatından sonra Ali’yi halife yaptığını istinbat ettikleri nasslardır. Biz bunları teker teker inceliyoruz:

Birinci nassa gelince: Bu nass, Ali’ye Rasulullah (u)’ın yanında, Harun’un Musa’nın yanındaki konumunu veren nasstır. Bu nassın manası, içinde söylendiği durumun ve lafzının incelenmesinden anlaşılır. Duruma gelince; Rasul (u) bu hadisi Tebük Gazvesi günü söylemiştir. Şöyle ki: Rasul (u), Medine’de yerine, müslümanların işlerini gözetmeyi ve yönetim işlerinin idaresini üstlenmesi için Muhammed b. Mesleme’yi bıraktı. Efendimiz Ali’yi de (t), ehline bıraktı ve ona aralarında ikâme etmesini/kalmasını emretti. Bunun üzerine münafıklar, yalan haber uydurup ‘onu ancak sıkıcı bulduğu ve önemsemediği için geride bırakmıştır’ dediler. Münafıklar bunu söyleyince, Ali b. Ebu Talib (t) silahını alıp yola çıktı ve El-Cürf denilen yerde konaklamış olan Rasulullah (u)’e yetişti ve ona: ‘Ya, Nebiyullah, münafıklar, senin beni sıkıcı bulduğun ve önemsemediğin için geride bıraktığını ileri sürüyorlar.’ Bunun üzerine Nebi (u) şöyle dedi: “Onlar yalan söylüyorlar. Muhakkak ki ben seni arkamda bıraktığım kişiler için terk ettim. Şimdi geri dön, ehlimde ve ehlinde benim yerimi doldur. Ya Ali, benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki konumunda olmandan razı değil misin? Ancak benden sonra nebi yoktur.” Rasulullah (u) seferine devam etti.

Böylece Rasulullah’ın yanında Ali’ye, Harun’un Musa’nın yanındaki konumun verilmesi hakkında varid olan hadis, Ali’yi ehlinde yerine bırakması ile ilgili olarak varid olmuştur. Bunun delili Ali’nin şu kendi sözüdür: تخلفني في الصين والنساء  “Beni çocuklar ve kadınlar içinde geride mi bırakıyorsun?” Böylece hadisin vakıası, Ali’yi ehlinde yerinde bırakması olmaktadır. O halde bundan, onu hilafette yerine bıraktığı neticesi çıkmaz. Özellikle de Rasulullah (u)’in Muhammed b. Mesleme’yi yönetimde yerine bırakıp Ali’yi ehli için yerine bıraktığını ona; أهلي وأهلك “ehlim ve ehlin” diyerek tahsis etmesi bilinince bu netice çıkmaz.

Ayrıca Rasul (u)’in gazve için sefere çıktığında yönetimde yerine ashabından birisini bırakması, o kişinin Resulün yerine halife olduğuna delâlet etmez. Bunun delili, Rasul (u)’in gazvelerde birçok kişiyi yerine bırakmasıdır. Zira, Uşeyra Gazvesinde Medine’ye yönetici olarak Ebu Seleme b. Abdulesed’i atadı. Safrân Gazvesinde, Zeyd b. Hârise’yi Medine’ye yönetici olarak atadı. Benü Lahyân Gazvesinde İbn Ümmü Mektûm’u Medine’ye yönetici olarak atadı. v.b. Şu halde Rasul (u)’in gazvesinden dönesiye kadar Medine’de yönetimde yerine bir şahsı ataması/bırakması; onu hilafete atadığı anlamına geldiğine delâlet etmemektedir. O halde, gazveden dönesiye kadar yönetime başkasını bırakırken/ atarken sadece ehline bakması için bırakılan bir kişi nasıl hilâfete atanmış olabilir?

Bu izahat, yerine adam bırakma/atama bakımından idi. Rasul (u)’in şu sözüne gelince: أَمَا تَرْضَى أَنْ تَكُونَ مِنِّي بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى غَيْرَ “Benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki konumunda olmandan razı değil misin?”[6] Bu sözün lafzının manası şudur: ‘Senin benim halefim olduğun husus, Harun’un Musa’nın halefi olduğu husus gibidir.’ Bu Ali’yi Harun’a benzetmektir. Benzeşmenin yönü ise, halefi yapmak/ yerine bırakmaktır. Yani, benim seni halef yapmam, Musa’nın Harun’u halef yapması gibidir. Hadisin lafızlarının manası işte budur. Hadisin lafızlarının bundan başka manası yoktur. Bu manayı belirleyen ve bunu tek başına kast olunan mana kılan ise, Ali’nin Rasul’e şu sözüdür: تخلفني في الصين والنساء  “Beni çocukların ve kadınların içinde geride mi bırakıyorsun?” Rasul (u)’in şu: أَمَا تَرْضَى أَنْ تَكُونَ مِنِّي بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى غَيْرَ “Benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki konumunda olmandan razı değil misin?”[7] sözü, Ali’nin yukarıda geçen sorusu üzerine ona cevap olarak gelmiştir.

Bu hadiste kast olunanın bilinmesi için, Musa’nın Harun’u kendisine halef kılması konusunu görmek maksadı ile Kur'an’a başvurulur. Kur'an’ı Kerime’ başvurmakla Kur'an’ın o kıssayı şu şekilde zikrettiğini görürüz:

 وَوَاعَدْنَا مُوسَى ثَلاثِينَ لَيْلَةً وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً وَقَالَ مُوسَى لأخِيهِ هَارُونَ اخْلُفْنِي فِي قَوْمِي وَأَصْلِحْ وَلا تَتَّبِعْ سَبِيلَ الْمُفْسِدِينَ “Bir de Musa’ya otuz geceye vaad ettik ve ona bir on gece daha ekledik. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk gece oldu. Musa, kardeşi Harun’a şöyle dedi: kavmim içinde benim yerime geç (halefim ol) ve ıslaha çalış da bozguncuların yoluna gitme!”[8]

Böylece hadisin manası; “Harun’un kavmi içinde Musa’nın halefi olması/yerine geçmesi gibi, ehlim içinde benim halefim oluyorsun, bundan razı değil misin?” şeklinde olmaktadır. Hadisin kastı; geride yerine bırakılmadan razı olmayarak geldiği için Efendimiz Ali’yi rahatlatmak, yatıştırmak ve aynı zamanda, Musa bulunmadığında kavmi içinde yerini Harun’un alması gibi Resulullah kendisi olmadığında ehli içinde yerini alan kimse olacağını Ali’ye anlatmak olmaktadır.

Rasul (u)’in, أَنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي “Ancak benden sonra nübüvvet yoktur.”[9] sözüne gelince; bu, nübüvveti benzerinden nefyetmektedir. Çünkü Harun nebi idi. Bir nebinin bulunmadığında halefi olan/yerini alan bir nebidir. Böylece Rasul (u), bu hususta, kendisini nübüvvet konumunda olduğu vehmine kapılabileceği ihtimalini kaldırmak için, nübüvveti istisna kılmıştır. لا نبي بعدي  “Benden sonra nebi yoktur” sözü; ‘vefatımdan sonra’ demektir, denilemez. Çünkü söz konusu olan, hayatında halef bırakmak hakkındadır. Zira Harun, Musa’nın vefatından sonra değil, bulunmadığı esnada Musa ile beraber bir nebi idi. O, Musa hayattayken bulunmadığı sırada kavmi üzerinde Musa’nın halifesi idi, ölümünden sonra değil!... Böylece Rasul (u),أَنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي “Ancak benden sonra nübüvvet yoktur.”[10] sözünü ancak; Harun, Musa hayatta iken bulunmadığı esnada bir nebi olduğundan dolayı söylemiştir. Nübüvveti Ali’den nefyetmek için bu sözü söyledi. Ayrıca şu rivayet edildi: “Daha sonra Rasulullah (u) Hâkim’in rivayet ettiği sahih bir hadiste bize bildirmiştir ki; Harun, Musa hayatta iken vefat etmiştir.” Şu halde, ölümden sonra halef bırakma konusu burada geçmemektedir. Çünkü bu konu, kendisine benzetilen Harun-Musa ikilisinde yoktur. O halde benzetilen Nebi-Ali ikilisinde de olmaz.

Hadisin manası işte budur. Bunda hilafet için kişi tayin etmeye herhangi bir işaret yoktur. Bundan kesinlikle, Rasul (u)’in bu hadisle, vefatından sonra müslümanlar üzerine Ali’nin halife yapılmasını belirlemeyi kas ettiği anlaşılmaz. Zira hadis, Rasul (u)’in Tebük Gazvesinden dolayı yokluğu sürece, Ali’yi ehli içinde yerine getirmesi hususunda varid olmuştur.

Rasul (u)’in; أَمَا تَرْضَى أَنْ تَكُونَ مِنِّي بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى غَيْرَ “Benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki konumunda olmandan razı değil misin?”[11] sözü olan bu hadis hakkında varid olan diğer rivayetlerin bir kısmı, Buhari ve Müslim’in Amir, İbrahim ve Saad’dan rivayet ettikleri hadislerindeki rivayetleri gibi sahih rivayettirler, bir kısmı da sahih değildirler. Fakat bunların hepsi de aynı nassı getirmektedirler. Bu da demektir ki; hadis Tebük’de ve Tebük’den başka yerde söylenmiştir, denilebilir:

Buna cevap şudur: Sahih rivayetler, kıssanın bir cüzünün rivayetidir. Yani kıssadan kopuk olarak sadece Rasul (u)’in sözüdür. Bu demek değildir ki; onlar, Tebük hadisesinden hadiselerdir. Zira raviler ve hadisçiler çoğunlukla bir hadisten bir cüzü yada bir kıssadan bir cüzü rivayet ederler. Şahidin mahallinin/konumunun rivayeti ile yetinirler. Ayrıca, hadisin sadece Tebük olayında değil de hem Tebük de hem de Tebük’ten başka yerlerde söylenmiş olduğunu varsaysak bile, bu demektir ki; Rasul (u), Efendimiz Ali (t) Tebük’te ve Tebük’ten başka yerlerde sefere çıktığında daima ehli içinde kendi yerine bıraktı. Bu, Ali’yi, Resulün vefatından sonra hilafete atandığına delâlet etmez. Hadisin, lafızlarının şerhinde ve manasının şerhinde delâlet ettiği bütün husus şudur: Seni; Harun’un Musa’nın yokluğu esnada yerine geçmesi/halefi olması gibi, yokluğumda ve her yokluğumda ehlim içinde yerime bırakıyor olmamdan razı değil misin? Ancak Harun bir nebi idi, sen ise nebi değilsin. Çünkü benim nübüvvetimden sonra nebi yoktur. Zira, Müslim’in Âmir b. Saad’dan o da babasından rivayetinde şu geçmektedir: أَمَا تَرْضَى أَنْ تَكُونَ مِنِّي بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى غَيْرَ أَنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي “Benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki konumunda olmandan razı değil misin? Ancak benden sonra nübüvvet yoktur.”[12] Yani, nübüvvetimden sonra demektir. Bu, Rasul (u)’in, Ali’nin kendisine göre konumunu, Harun’un Musa’ya göre konumuna teşbih/benzetme yapmasıdır. Yani yerine adam/halef bırakmakta benzetmedir, başka değil. Rasulullah’ın yokluğu sürecinde halef bırakmaktır, başka değil, hadisin tamamının belirttiği gibi Resulün ehli içinde yerine adam/halef bırakmasıdır. Bir tek hadisin geçtiği rivayet yerleri çoğalsa da bu onu manası dışına çıkarmaz, onun dışındakinin başka bir manasını ona ait kılmaz. Zira Tebük’te Resulün, yerine adam bırakması ancak ehli içindir, başkası değil, bu hakkında şüphe olmayan bir tespittir. Hadisin Tebük’ten başka yerlerde geçtiğine dair rivayetlerin hepsi de Tebük’te söylenen nassın lafzı ve manası ile aynısını nakletmektedir, Tebük hadisesi esnasında zikredilen “ehli” dışında “yerine adam bırakma” hususunda bir başka kayd zikredilmemektedir. Bilâkis kesinlikle herhangi bir kayd zikredilmemektedir. Onun için mana, Tebük rivayetinde geçene hamledilir/ atfedilir. Zira Tebük rivayeti “ehli” ile kayıtlıdır, diğer rivayetler ise “yerine adam bırakma” hususunda herhangi bir kayıt olmaksızın mutlaktırlar. Şu halde mutlak, mukayyede hamledilir. ‘Diğer rivayetler geneldir’ denilmez. Zira hadisin lafızları genellik lafızları değildir. Çünkü ister أما ترضى diye başlayan rivayet olsun, ister أنت “sen...” diye başlayan rivayet olsun v.b. rivayetlerin hepsinin nassı, Harun’un Musa’nın yanındaki konumla ilgilidir. Şu halde bu söz, belirli bir konuma hastır ki o da Harun’un Musa’nın yanındaki konumudur, genel bir konum değildir. ancak Harun’un Musa yanındaki konumu, bazı rivayetlerde mutlak olarak geçmiştir, bir kayıtla kayıtlanmamıştır. Bu konum, rivayetlerin birisinde geçen “ehli” kaydı ile kayıtlanır/sınırlanır. Zira, mutlak, mukayyede hamledilir/atfedilir. Buna göre o rivayetlerin tümü “ehli” ile kayıdlanır/sınırlandırılır.

Musa’nın şu sözünde Allah’tan talep ettiği diğer hususlara gelince:

وَاجْعَلْ لِي وَزِيرًا مِنْ أَهْلِي (29) هَارُونَ أَخِي (30) اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي (31) وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي “Bana ailemden bir yardımcı ver. Kardeşim Harun’u. Onunla sırtımı pekiştir, onu işimde/görevimde ortak et.”[13]

Bu ayette, Harun’un Musa yanındaki konumu ve yerine adam bırakma hususuna yer yoktur. Zira bu ayet, Musa’nın Allah’tan kardeşini kendisine yardımcı kılmasını, ona da nübüvvet vermesini dilediği duadır. Çünkü Musa’nın Allah’tan Harun’un kendisine ortak kılmasını talep ettiği işi/görevi, nübüvvet ve risalettir. Harun’un ortak olması ancak bu işte olur, yönetimde değil. Zira Musa bir yönetici olmadı, o sadece bir nebi idi. Ayrıca Musa’nın talebi, kendisine bir yardımcı ve işinde kendisinde bir ortak verilmesidir, kendisi için bir halef/yerini alacak bir kimse atanması değildir. Üstelik bu hususlar, Harun’un Musa yanındaki konumunu açıklayıcı değiller, halbuki Harun’un Musa’nın yanındaki konumunu açıklayan, Musa’nın yokluğu esnasında kavmi içinde yerini alması için Harun’u ataması hususudur. Buna göre, Harun’un Musa’nın yanındaki konumu, yokluğunda kavmi içinde yerini almasıdır. Buna binaen Rasul (u)’in; بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى “Harun’un Musa’nın yanımdaki konumu”[14] sözünde nübüvvete iştirak ve yardımcı hususu geçmemektedir. Bilâkis bu sözün manası, kavim içinde yerine adam bırakma hususu ile sınırlıdır, nasslar bunun dışında başka bir mana taşımamaktadırlar.

Şöyle denilebilir: “Musa bir yönetici idi. Çünkü ona, kendisi ile hükmetmesi/yönetmesi için içinde çözümler ve cezalar olan bir Şeriat indirilmiştir. O Beytülmakdis’i/ Kudüs’ü ele geçirmek isteyen bir ordunun komutanıydı. Nitekim, kavmi ona, ‘sen ve Rabbin gidin savaşın’ demişlerdi. Buna göre onun Harun’u kavmi içinde yerine bırakması, hem nübüvvette hem de yönetimde yerine bırakmaktır.”

Buna cevap şöyledir: Musa, yönetici olmadı. Kur'an’da ve başka bir yerde, Musa’nın İsrailoğullarına güç ve otorite ile hükümler uyguladığına veya onlar üzerinde yönetici olduğuna dair bir rivayet geçmemiştir. İsrailoğullarını, Musa’nın Şeriatı ile yönetenler, Musa’nın kendisi değil ve hayatta iken başkası da değildir. Onlar, ancak kendisinden sonra gelen Davud ve Süleyman gibi enbiyalar ve onların dışında krallardır. Musa’nın ordulara komutanlık etmesi de hiç hasıl olmamıştır. Maide suresinin 19. ile 26. ayetleri arasındaki ayetlerde Musa’nın orduya komuta ettiğine delâlet eden herhangi bir şey yoktur. onlarda olan sadece, Musa’nın kavminden mukaddes yere gitmelerini talep etmesi, onların bunu ret edip ona ‘orada zorba bir topluluk olduğunu, o zorbalar oradan çıkmadıkça oraya asla girmeyeceklerini söylemeleri, onun ve rabbisinin gidip savaşmalarını talep etmeleri vardır. Musa ise gitmemiştir. Bunun üzerine onlar o bölgede kırk sene şaşkın şaşkın dolaştılar. Musa’ya, içerisinde çözümler ve cezaların olduğu bir Şeriatın indirilmesi hususuna gelince; bu Musa’nın onunla hükmettiği/yönettiği anlamına gelmez. Halbuki vakıa şudur: Musa (u) Şeriatını getirdi ve İsrailoğullarına tebliğ etti, onları Betül-Makdis’e/Kudüs’e yerleştirmeye çalıştı. Fakat onlar, Sina’da yollarını şaşırıp şaşkın şaşkın dolaştılar. Musa (u) zamanında onlar için istikrar hasıl olmadı. Şaşkın dolaşmakla cezalandırılmalarının süresi bittikten sonra oradan sevk edildiler, onları Musa’nın Şeriatı ile krallar ve onlardan nebiler yönetti. Kur'an ayetleri bunu bir çok surede açıkça ifade etmektedirler.

Ayrıca, içerisinde Harun’un halef olmasının geçtiği ayetler açıkça ortaya koymaktadırlar ki, onun halefliği, Musa Allah’la görüşmeye gittiğinde Musa’ya nübüvvette halef olması/yerini almasıdır. Bunlar A’raf suresinde 141-155 arası ayetlerdir:

وَوَاعَدْنَا مُوسَى ثَلاثِينَ لَيْلَةً وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً وَقَالَ مُوسَى لأخِيهِ هَارُونَ اخْلُفْنِي فِي قَوْمِي وَأَصْلِحْ وَلا تَتَّبِعْ سَبِيلَ الْمُفْسِدِينَ (142)... وَاخْتَارَ مُوسَى قَوْمَهُ سَبْعِينَ رَجُلاً “Bir de Musa’ya otuz geceye vaad ettik ve ona bir on gece daha ekledik ve böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk gece oldu. Musa kardeşi Harun’a şöyle dedi: ‘Kavmim içinde benim yerime geç ve ıslaha çalış da bozguncuların yoluna gitme’”... “Bir de Musa, tayin ettiği vakitte huzurumuzda bulunmak üzere kavminden yetmiş adam seçmişti...”[15]

Bütün bu ayetler; nübüvvetle, nübüvvette yerine halef/adam bırakma, Levhaların alınması, İsrailoğullarının buzağıyı put edinmesi, v.b. hususlarla ilgilidir. Bu ayetlerde yönetim ve otorite ilgili en ufak bir alaka yoktur. kimse bu ayetlerin yönetim ve otorite ile alakalı olduğu şüphesine kapılmaz. Buna binaen, Musa’nın yönetici olmadığı ve kardeşi Harun’u da kesinlikle yönetimde yerine bırakmadığı hususunda bir şüphe yoktur.

İşte, ister Tebük hadisesi sebebiyle olsun ister ise mutlak olarak varid olan menzile/konum ile ilgili hadislerin tamamının manası budur. Zira bu hadisler, Musa’nın Harun’u hayattayken yokluğu esnasında kavmi içinde yerine bıraktığı gibi, Rasul (u)’in de hayattayken yokluğu esnasında Ali’yi ehli içinde yerine geçmesi için bıraktığına delâlet etmektedirler. Bu işle yani Rasulullah (u)’ın Ali’yi yerine bırakması ile, Ali’nin Resulün yanındaki konumu, Harun’un Musa yanındaki konumu gibi olmaktadır. Buna göre, bu hadislerde, Rasul (u)’in, kendi vefatından sonra Ali’nin müslümanlar üzerine yönetimde halife olmasını belirlediğine dair herhangi bir delâlet yoktur.

 


[1] Müslim, K. Fadâil es’Sahâbe, 4425

[2] Maide: 67

[3] Ahmed b. Hanbel, M. Benî Hâşim, 2903

[4] Tirmizi, K. Menâkıb, 2645

[5] Ahmed b. Henbel, M. Benî Hâşim, 2903

[6] Müslim, K. Fedâi’s Sahâbe, 4419

[7] Müslim, K. Fedâi’s Sahâbe, 4419

[8] A’raf: 142

[9] Müslim, K. Fedâi’s Sahâbe, 4419

[10] Müslim, K. Fedâi’s Sahâbe, 4419

[11] Müslim, K. Fedâi’s Sahâbe, 4419

[12] Müslim, K. Fedâi’s Sahâbe, 4419

[13] Tâhâ: 29-32

[14] Müslim, K. Fedâi’s Sahâbe, 4419

[15] A’raf: 142, 155