Şeriat, Hilafet İçin Belirli Bir Şahıs
Tayin Etmedi -3- |
|
İkinci nassa, Gadir Humm hadisine
gelince; Müslim’in rivayeti olan sahih rivayette, Rasul (u),
müslümanlara Allah’ın Kitabına sımsıkı sarılmalarını,
onlara ikram etmeleri, saygı göstermeleri, eziyet etmemeleri için
ehli beytini tavsiye etmektedir. Bu hadiste Rasul (u)’in
ehli beytini hilafet için yerine bıraktığına dair herhangi
bir delâlet yoktur. Zira hadis şöyledir: وَأَهْلُ
بَيْتِي
أُذَكِّرُكُمُ
اللَّهَ
فِي أَهْلِ
بَيْتِي “...Ehli beytim hususunda size Allah’ı hatırlatıyorum.”
Bu hadiste, Rasul (u)’in
ehli beytini, kendi vefatından sonra insanlar üzerinde yönetimde
halifeler yaptığına delâlet eden bir husus yoktur. Lafız
gayet açıktır. Lafzın mantuku ve mefhumundan, Rasulullah (u),
ehli beytini yada onlardan birisini kendisinden sonra müslümanların
yönetiminde hilafete atadığı asla anlaşılmaz.
İkinci, üçüncü v.b. bütün
rivayetlere gelince: onların içinde geçen hususun dışına
çıkmazlar. Zira bu rivayetlerde şu iki husus vardır:
Birincisi, şu sözüyle Ali’yi mü’minlere mevla yapıyor: “Allah,
benim mevlamdır. Ben de mü’minlerin mevlasıyım. Ben onlara
nefislerinden daha evlayım. Ben kimin mevlası isem, bu -yani
Ali- onun mevlasıdır. Allah’ım onu veli edinene veli ol,
ona düşmanlık edene düşman ol.”
İkinci husus ise; ailesine iyi
davranılmasını tavsiye ediyor, şöyle diyor: “...Ve ehli beytim olan ailemdir. Muhakkak ki,
El-Latif El-Habir bana bildirdi ki, bu iki değer, Havz’da
bana gelesiye kadar bitmeyeceklerdir.”
Bu hadislerin tamamında –sayıların
çok olmasına ve rivayetlerin farklı olmasına rağmen– bu
iki husustan başkası yoktur. birinci husus, “veli
edinmektir”. Bu konuda bu nasstan hemen sonra velâyet
hadislerinde bahsedeceğiz ve inceleyeceğiz.
İkinci hususa gelince; bu,
Rasulullah (u)’ın
müslümanlara onlara ikram etmeleri, saygı göstermeleri,
eziyet etmemeleri için ehli beyti olan ailesine iyi davranmalarını
tavsiye etmiş olmasından ve onlara ehli beyti hakkında soracağını,
ehli beytinin ve Allah’ın Kitabının Kıyamete kadar
birlikte kalacağını bildirmesinden dışarı çıkmıyor.
Böylece bu hadislerde –Gadir
Humm hadislerinde– Rasul (u)’in
ailesine iyi davranmalarını müslümanlara tavsiyesinden fazla
bir şey yoktur. Bu hadislerde, Ali’nin veya ehli beytinin
Rasulullah (u)’in
vefatından sonra hilafete atandıklarına delâlet eden
herhangi bir şey yoktur. Şu halde, Gadir Humm hadisinin
rivayet edildiği yukarıda geçen rivayetlerin tamamına göre
Rasulün şu sözlerinin neresinde halife ataması vardır?: “Muhakkak
ki size sakaleyn/iki değer bırakıyorum: Allah’ın Kitabı
ve ailem.” “İki
değer hususunda beni nasıl takip ettiğinize bakın!”
“O
iki değerin önüne geçmeyin helâk olursunuz, onları ihmal
etmeyin helâk olursunuz.”
Bu nasslarda; Rasul (u)’in,
ailesi hakkında müslümanların dikkatini çekmesi ve onlara
iyi davranmalarını tavsiye etmesinden fazla olarak ne vardır?
Bundan; ‘bu, onların Rasulullah (u)’ın
vefatından sonra müslümanların üzerinde halife oldukları
anlamına gelir’ diye anlam çıkaran bir kimse olur mu? Öyle
bir anlam çıkaran varsa, bu anlamı nerden çıkartıyor? Sözün
mantukundan mı yoksa mefhumundan mı? Buna binaen yukarıda
zikredilen rivayetlerde geçen Humm hadisinde Ali’nin ve ehli
beytin hilafete atandığına delâlet eden herhangi bir delil
yoktur. Böylece bununla delil getirmek düşmekte/devre dışı
kalmaktadır.
Üçüncü nassa gelince, onlar velâyet
hadisleridir. Bu hadisleri bu lafızlarıyla Buhari ve Müslim
tahriç etmemişlerdir. Ancak bu hadisler, Ali’nin halife
olarak atanmasına delil olarak getirenlerin nezdinde sahih
olsalar bile, ileri sürdükleri metinlerden halife atanması
hususunun çıkartılması mümkün değildir. Çünkü bu
hadislerin lafızlarının tamamı şunlardan dışarı çıkmıyor:
ولي
كل مؤمن
بعدي
“Benden sonra her mü’minin velisidir...”, وليكم
بعدي
“Benden sonra velinizdir”, فإنه
وليكم بعدي
“Muhakkak ki o, benden sonra velinizdir...”, فليوال
عليا بعدي
“Benden sonra Ali’yi veli edinsin...”, فليتول
عليا
وذريته من
بعدي
“Benden sonra Ali’yi ve zürriyetini veli edinsin...”, أنت
ولي كل
مؤمن بعدي
“Sen, benden sonra her mü’minin velisisin...”, ولي
المؤمنين
من بعدي
“Benden sonra mü’minlerin velisidir...”, فمن
تولاه فقد
تولاني
“Kim onu veli edinirse, beni veli edinmiş olur...”, فإن
ولايته
ولايتي
“Muhakkak ki onun velâyeti, benim velâyetimdir...”, وال
من والاه
“Onu veli edinenin velisi ol...”
Bu hadisler ve diğer
rivayetlerdeki benzerleri, الولي
“veli”, المولي
“mevlâ”, الموالاة
“velilik, veli edinme” lafızlarının dışına çıkmıyorlar.
Onun için bu hadisler, ‘velâyet hadisleri’ olarak
isimlendirilmiştir. Bunların tamamını, Gadir Humm hadisinde
rivayet ettikleri şu söz tefsir etmektedir: اللَّهُمَّ
وَالِ مَنْ
وَالاهُ
وَعَادِ
مَنْ
عَادَاهُ
“Allah’ım onu veli edinenin velisi ol, ona düşmanlık
edenin düşmanı ol.”
Bu hadislerden kast olunan, onlara
nusret/yardım etmeleri, onlarla beraber olmaları, onlara
dostluk ve sevgi göstermeleridir.
Nitekim Kur'an’da da ولي
“veli”, والي
“veli edinme”, تولي
“velisi olma” kelimeleri geçmiştir. Allahu Teâlâ şöyle
dedi:
وَهُوَ
يَتَوَلَّى
الصَّالِحِينَ “O salihleri veli edinir.”
وَمَنْ
يَتَوَلَّ
اللَّهَ
وَرَسُولَهُ
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
فَإِنَّ
حِزْبَ
اللَّهِ
هُمْ
الْغَالِبُونَ
“Kim Allah’ı, resulünü ve iman edenleri veli edinirse, şüphe
yok ki hizbullah (Allah’tan, hükümlerinden, Şeriatından
yana olanlar) galip olacakların ta kendileridir.”
إِنَّمَا
وَلِيُّكُمْ
اللَّهُ
وَرَسُولُهُ
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
“Sizin (asıl) veliniz; Allah’tır, O’nun resulüdür,
..., iman edenlerdir.”
إِنَّمَا
سُلْطَانُهُ
عَلَى
الَّذِينَ
يَتَوَلَّوْنَهُ
“Onun sultası/otoritesi ancak kendisini veli edinenler üzerinedir.”
اللَّهُ
وَلِيُّ
الَّذِينَ
آمَنُوا “Allah iman edenlerin velisidir.”
وَاللَّهُ
وَلِيُّ
الْمُؤْمِنِينَ “Allah mü’minlerin velisidir.”
لَيْسَ
لَهُمْ
مِنْ
دُونِهِ
وَلِيٌّ “Onlar Allah’tan başka bir veli yoktur.”
وَمَنْ
يَتَّخِذْ
الشَّيْطَانَ
وَلِيًّا “Kim şeytanı veli edinirse...”
لا
تَتَّخِذُوا
الْيَهُودَ
وَالنَّصَارَى
أَوْلِيَاءَ
بَعْضُهُمْ
أَوْلِيَاءُ
“Yahudi
ve hristiyanları veli edinmeyin.”
فَقَدْ
جَعَلْنَا
لِوَلِيِّهِ
سُلْطَانًا “...Biz velinize bir sulta/güç ve yetki vermişizdir...”
إِنَّ
وَلِيِّي
اللَّهُ
“Benim velim Allah’tır.”
ذَلِكَ
بِأَنَّ
اللَّهَ
مَوْلَى
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَأَنَّ
الْكَافِرِينَ
لا مَوْلَى
لَهُمْ
“Bu böyledir; çünkü Allah iman edenlerin mevlasıdır,
kafirlerin ise mevlası yoktur.”
Lügatta; “veli”, “düşman”ın
zıttıdır. Mevla; yardım eden, efendi, demektir.
Velilik/dostluk, düşmanlığın zıttıdır. Veli; baba, dede
gibi çocuğun işlerini üstlenendir. Veliyul nikah, veliyul
mal, veliyul yetim gibi kişiler velisi olduğu kişinin işini
kefâletiyle/korumasıyla üstlenen ve yerine getiren kimsedir.
Lisan ül-Arab sözlüğünde şöyle geçmektedir: “Veli,
Allahu Teâlâ’nın isimlerindendir. O, nâsır/yardım
edendir. Denilir ki O, alemin işlerini üstlenen ve yarattıkları
ayakta tutandır.” “Veli: sevene bağlı olarak dost ve yardımcı
demektir.”
Ebu Abbâs, Rasul (u)’in
şu: “Ben
kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır”
sözü hakkında şöyle diyor: yani kim beni severse ve veli
edinirse, onu da veli edinsin, demektir.
Bütün bunlar, yönetim ve
sulta/otorite manası dışındadırlar. Hatta, bu hadisin
Ali’nin hilâfetini belirlediğini söyleyenlerden bu hadisi
şerh edenler; “mevla” kelimesinin lügat manasının “yönetim
ve otorite” olduğuna dair lügattan açık herhangi bir mana
gösteremediler. Meselâ; Şeyh Abdulhüseyn Ahmed El-Emini
El-Necefî, “El-Gadir” isimli kitabında, El-Gadir hadisinin
şerhinde şöyle diyor: “Buraya kadar araştırmacı için
“mevla”nın “bir şeyin evlası” manası ile gelmesinden
dolayı kızgınlıktan vazgeçmesi kalıyor. Biz feragatta
bulunursak onun manalarından birisini alırız ve o da lafzı müşterektendir.”
“Mevla” kelimesi için yirmi yedi mana ileri sürdükten
sonra bunların içinde “yönetim” ve “otorite” yi
zikretmemiştir. Zira şöyle demiştir: “ “mevla”
kelimesinin manası yirmi yedi manaya ulaşmıştır. Hadiste
kast olunanın, şu manalardan mutabık düşen ikisinin olması
ancak mümkündür: 1- Rab, 2- Amca, 3- Amca oğlu, 4- Oğul, 5-
Kızkardeş oğlu, 6- Azad olunmuş köle, 7- Köle azad eden,
8- Köle, 9- Mülk sahibi, 10- Tâbi/uyan, 11- Kendisine nimet
verilen, 12- Ortak, 13- Müttefik, 14- Sahip, 15- Komşu, 16-
Konuk, 17- Damat, 18- Yakın/akraba, 19- Nimet veren, 20- Kayıp,
21- Veli, 22- Bir şeyin evlası, 23- Malik ve azad eden olmayan
efendi, 24- Sevilen, 25- Yardım eden, 26- İşte tasarruf hakkına
sahip olan, 27- İşte yetkili olan.”
Onun ileri sürdüğü manalar işte
budur. Görüldüğü gibi “mevla” kelimesi için “yönetim
ve otorite” manasını veren herhangi bir açık mana ortaya
koymamıştır. Onun hadis için bu manaları açıklarken,
onlardan seçtiği şu manaya ulaşıyor ve şöyle diyor: “Lügat,
Arab edebiyatı eserlerinde yapılan kapsamlı araştırmadan
sonra makamın özelliği hususunda, “mevla” kelimesinin
manalarının hakikati “şeyin evlası” manasından başkası
olmadığı görüşüne ulaştık. Bu mana, o manalardan
hepsini kapsayan, onların hepsinden özenle alınmış bir
manadır.”
Bundan da anlaşılıyor ki;
“veli” kelimesi, “yönetici” manasında, “veli
edinme” kelimesi de yönetim manasında, hem Kur'an’da, hem
hadiste hem de lügatta geçmemiştir. Lafızlar ya lügat manası
ile yada şer'î manasıyla tefsir edilirler. O halde,
“veli” ve “veli edinmek” kelimelerine bakarak bu
hadislerin, manaları hilafeti Ali’ye ve ehlibeytine
verilmesidir şeklinde tefsir edilmesi nereden geliyor? Muhakkak
ki biz bu hadisleri delil getirenlerle beraber “veli”
kelimesinin manalarının her birine “veli edinmek”
kelimesinin manalarına bakarsak bunlara hiçbir nassta yönetimi
üstlenmek manasının kesinlikle verilmediğini görürüz.
Evet, “veli” kelimesini
“emr” kelimesi ile yan yana getirdiğimizde o zaman bu
kelimenin manası “yönetici” olur. Zira o zaman; ولي
الأمر
“veliyül emr” denir. “velayet hadisleri” diye
isimlendirdikleri hadislerde, hem onların rivayetlerinde hem de
başkaların rivayetlerinde الأمر
“emr” kelimesi ولي
“veli” kelimesi ile birlikte geçmemiştir. O zaman, bu
hadislerde, Rasulullah’tan sonra hilâfeti üstlenmek anlamı
yoktur.
Evet sadece ولاية
“velayet”
kelimesi; - مولي
“mevla” kelimesi, ولي
“veli” kelimesi, موالاة
“mevala” kelimesi olmaksızın – birkaç manası olan bir
müşterek lafızdır. Bu manalardan birisi nusret/yardım
etmektir, birisi de sulta/otorite yani yönetimdir. Onların
rivayet ettikleri hadislerin içinde Kenzül-Ummâl’dan
zikrettiği bir hadis vardır. Bu hadiste ولاية
“velayet” kelimesi geçmektedir. Bunun üzerine bu kelime, lügatın
belirlediğine göre “yönetim” anlamına gelir,
denilebilir.
Buna cevap şudur: Bu kelime o
hadiste تولي
“veli edinmek” manasında geçmiştir. Hadisin nassı/metni
buna delâlet etmektedir. Onu delil getirenlerin rivayet
ettiklerine göre hadisin metni şudur: “Allah’ım,
bana iman eden ve tasdik eden kimse, Ali b. Ebu Talib’i veli
edinsin. Zira onun velayeti benim velayetimdir. Benim velayetim
ise Allahu Teâlâ’nın velayetidir.”
Bu metin, “velayet”
kelimesinden kast olunanın nusret/yardım etmek olduğunu
belirlemektedir. Zira, Rasul kendisine iman eden kimsenin Ali b.
Ebu Talib’i veli edinmesi için dua ediyor. Çünkü onu veli
edinen Resulü veli edinmiş olacağını, Resulü veli edinenin
Allah’ı veli edinmiş olacağını bildiriyor. İşte bu
hadiste geçen “velayet kelimesinin manası budur. Onun için
velayet kelimesinin bulunduğu cümle ف “fe”
tabiri ile başlamıştır. ‘Onun sultayı alması benim
almamdır’ şeklinde anlaşılması mümkün değildir. Bilâkis
ondan sadece ‘Onun nusreti benim nusretimdir’ manası anlaşılır.
Böylelikle, Ali (t)’ın
Rasul (u)’ün
vefatından sonra mü’minlerin velisi ve mevlası olduğunun,
mü’minlerin de onu veli ve mevla edinmeleri gerektiğinin,
çünkü onun velayetinin Rasul için velayet olduğunun içinde
geçtiği bu hadislerin tamamında, lügat ve Kur'an nassları
bakımından, hem kelime manası bakımından hem de bu
kelimenin zikredilen hadislerde geçen cümlelerdeki konumu bakımından
“yönetimi üstlenmek” manasının verilmesinin mümkün
olmadığı görülmektedir. Şu halde, bu hadisler, Rasul (u)’in
Ali (t)’ı
vefatından sonra hilâfete atadığına dair delil olmaları
uygun olmamaktadır. O zaman onlarla delil getirmek de düşmüş
olur.
Burada iki meseleye dikkat çekmemiz
gerekiyor: Bunlardan birisi şudur: Kelimenin belirli bir
maddeden türemiş olması, bu maddeden türemiş, bütün
kelimelerin bir manada birleşir ve onlardan birisine başka bir
mana verilir, anlamına gelmez. Bilâkis lügat birden çok
kelimeyi bir manaya verebilir, bazen de kelime, onun için koyduğu
ancak bir tek mana verip bu manayı başka kelimelere vermez.
Bunların tamamı, Arapların kullanımına göre olmaktadır.
Şu halde kelimelerin türemede birleşmeleri manada birleşmeleri
anlamına gelmez. Bilâkis kelime manasını, türediği maddeye
bakılmaksızın, Arapların kendisi için koyduğu manadan alır.
Zira جاء
kelimesi ve أجاء
kelimesi ikisi de aynı maddeden türemişlerdir. Buna rağmen, جاء
kelimesinin manası أتي
“gelmektir”. أجاء
kelimesinin manası ise الجاء
“sığındırmak, korumaktır”. النضو
kelimesinin “nun”u esireli olursa “zayıf, arık” manasında
olmakta, النضو
şeklinde yani “nun”u üstünlü olursa “eski, yıpranmış
elbise” anlamına gelmektedir. مولي
“mevla” kelimesinin manalarında; “işte tasarruf yetkisi
olan”, “işi üstlenen”, “insanların evlası”
anlamlarının olması; ولي
الأمر
“veliyül emr” kelimesi “yönetim ve otorite” demek olduğundan
ve ikisi (مولي
“mevla” ve ولي
“veli”) kelimeleri aynı maddeden türedikleri için, مولي
“mevla” kelimesinin “yönetim ve otorite” anlamında
olması demek değildir. Zira مولي
“mevla” mana bakımından ولي
الأمر
“veliyül emr”den başkadır.
“İşte tasarruf yetkisine sahip
olmak” ve “işi üstlenmek” de mana bakımından ولي
الأمر
“veliyül emr”den başkadır. Zira ولي
الأمر
“veliyül emr” yöneticiye hastır. مولي
“mevla” kelimesinin bir çok manası vardır, bunların içinde
“yönetim” yoktur. İşte tasarruf yetkisine sahip olan, her
işte tasarrufta bulunandır, özelliğinden dolayı “yönetici”
demek değildir. مولي
“mevla” kelimesinden, onun “yönetim” anlamına geldiği
anlaşılmaz. Çünkü lügat, ona bu manayı vermemiştir.
Mesele, kelimeyi manalandırırken,
kişinin kelimelerin toplamından yada çeşitli delâletlerden
anladığına göre değil de Arapların o kelimeye verdiği
manada durulması meselesidir. Buna binaen, Araplar مولى
“mevla” kelimesine açıkça “yönetim ve otorite” manası
vermediklerine göre bu kelime kesinlikle öyle tefsir edilmez.
İkinci meseleye gelince, o da şudur:
Ne olursa olsun cümledeki karineler, kelimeye Arapların sözlerinin
açıklığında o kelimeye verdikleri manadan başka bir mana
vermezler. Zira karineler, kelimenin ortak yada zıt manalardan
birisini tayin ederler ve o manayı diğerlerinden ayırırlar.
Bu karineler, kelimeye Arapların onun için koymadığı yeni
bir mana vermezler.
مولي
“mevla” kelimesi, müşterek bir lafızdır. Bu kelimenin içinde
geçtiği cümleler ona bu manalardan bir manayı tayin ederler,
fakat ona yeni bir mana vermezler. مولي
“mevla” kelimesinin; kendisine sakaley/iki değer hadisi
yada El-Gadir hadisi denilen hadiste geçmiş olması ve müslümanları
Rasul’e itibarlarına binaen Ali’ye itibar etmeye teşvik
eden cümlelerden bazı karinelerin geçmiş olması, ona yeni
bir mana yani Ali’nin Rasul’den sonra yönetici olması
manasını lügat ona vermediği sürece vermez. Buradan açığa
çıkıyor ki; El-Gadir hadisinden ve içinde مولي
“mevla”, ولي
“veli” kelimesinin geçtiği diğer hadislerden, Ali’nin
halife olduğu hükmü çıkartılmaz. Araplar bu kelimelere bu
manayı açıkça vermemiş olduklarından dolayı bu olmaz...
Dördüncü nassa gelince; bu kardeşleştirme
hadisleridir. Cümleleri ve lafızlarının sadece gözden geçirilip
okunması onlarla bu hususta delil getirmeyi düşürür/geçersiz
kılar. Zira onlarda geçen nasslar/metinler şunlardır: أنت
أخي ووارثي
“Sen benim kardeşim ve varisimsin”, أخي
وابن عمي
“Kardeşim ve amcamın oğlu”, أخي
وأبو ولدي
“Kardeşim ve çocuğumun babası” ومني
والي
“Benden ve bana dönen”, أخي
ووزيري
تقضي ديني
وتنجز
موعدي
تبرىء ذمتي
“Sen kardeşimsin, borcumu ödeyen, vaadimi yerine getiren, gönlümü
ferahlatan vezirimsin.”, علي
أخو رسول
الله “Ali,
Rasulullah’ın kardeşidir.”
Bu lafızların ve cümlelerin hiç
birinden, uzaktan yakından hilafete atama hususunu çıkartmak
mümkün değildir. Çünkü bunlar, iki kişi arasındaki özel
hususlar ifade etmekten öteye gitmezler. Onlardan birisi diğerine,
kardeşi olduğunu vurgulayarak yakınlığının şiddetini
ifade ediyor. Zira Rasul (u),
Ali’nin kendisine yakınlığının şiddeti; onun kendisinin
kardeşi, yardımcısı ve borçlarını ödeyen olduğunu
vurgulayarak ifade ediyor. Bunda ise, herhangi bir genel husus,
hilafet ve yönetimle ilgili bir alaka yoktur. Ali’yi Resulün
gerçekten kardeşi yada oğlu olduğunu varsaysak bile, bu;
onun Rasul’den sonra halife olacağı anlamına delâlet
etmez. Zira Resulün Ali’ye, sen benim kardeşimsin yada oğlumsun
yada vezirimsin yada v.b. sözlerinin yönetimle bir alakası
yoktur. Bu sözlerde hilafete atamaya dair uzaktan yakından,
hem lügata göre hem Şeriata göre, herhangi bir şekilde bir
delâlet yoktur. Şu halde bu hadisler, Resulün Ali’yi
kendisinden sonra hilafete atadığına dair bir hüccet olmaya
uygun değildirler. Buna göre bu hususta bunlarla delil
getirmek de düşer/geçersiz olur.
Rasul (u)’in
kendisinden sonra Ali’yi halife bıraktığına dair açık
bir nassın/metnin geçmiş olduğu üçüncü kısma gelince;
bu iki hadistir. Onlardan birisi: El-Gadir hadisi
rivayetlerinden bir rivayettir. İkincisi ise, El-Dâr hadisi
olarak isimlendirilen hadistir.
El-Gadir kitabının sahibi, ilk başlangıcında
ona ait bir rivayet zikretti. O rivayette وصيي
وخليفتني
“benim vasim ve halifem” kelimesini zikretmedi. Taberi’ye
isnad ettiği bir başka rivayet zikretti. Onda وصيي
وخلفتي
“vasim ve halifem” lafzı açıkça geçmektedir. Nitekim o
– yani Şeyh Abdulhuseyn Ahmed El-Emini El-Necefi, “El-Gadir
fi kitâb il-Aziz/Aziz Kitab’ta El-Gadir olayı” başlıklı
kitabının sahibi, kitabında şunu demektedir: “Hafız Ebu
Cafer Muhammed b. Cerirî Taberî, ölüm yılı hicri 310,
‘El-Velâyetü fi turuki hadisi El-Gadir’ isimli kitapta
kendi isnadıyla Zeyd b. Erkam’dan şöyle dediğini tahriç
ediyor:
“Nebi (u)
veda haccı dönüşünde Gadir Humm denilen yere vardı. Vakit
kuşluk vakti idi, ve şiddetli bir sıcak vardı. Rasul (u),
oradaki çok dallı ağaçların olduğu yere gidilmesini
emretti. Orası süpürülüp temizlendi. Namaz çağırıcısı
cemaatın toplanmasını duyurdu. Bunun üzerine biz bir araya
toplandık. Rasul (u)
kapsamlı anlaşılır bir hutbe okudu. Sonra şöyle dedi: “Allah
bana şu ayeti indirdi: ‘Ey Rasul,
rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan risaletini
tebliğ etmiş sayılmazsın. Allah seni insanlardan korur.’
Cibril, rabbimden bana; bu toplantı yerinde kalkıp siyahı
beyazı herkese, Ali b. Ebu Talib’in kardeşim, vasim, halifem
ve benden sonra imam olduğunu bildirmemi emretti.”
Bu, Gadir Humm hadisi
rivayetlerinden birisidir. Bu rivayet, dirayet bakımından red
olunur. Onun nassında vasiyet, halife bırakma ve resulden
sonra imam olma hususunda geçenler birkaç açıdan batıldır
ve aslı yoktur:
|