İslâm Devleti Teokratik Bir Devlet Değildir -2- |
|
Bu, hilâfetin vakıası
bakımından ve ismet şartının olması hatta onu şart koşmanın
caiz olmaması bakımından bir izahat idi. Ancak, halife hakkında,
masum olması şartının koşulduğunu söyleyenler, bu sözlerine
dair bir takım deliller ileri sürmüşlerdir. Onları ortaya
koyup, o delillerde olanı açıklamak mutlaka gereklidir. O
deliller şu dört delille özetlenebilir:
1- İmam; Şeriatın korunması,
tebliğ edilmesi, öğretilmesi, tebanın işlerinin üstlenmesi,
aralarında adaletin yerine getirilmesi, mazluma hakkının
verilmesi, hadlerin ve tâzir cezalarının uygulanması, İslâm’ın
tamamının şer'î yönde tatbik edilmesi hususlarında
Nebi’nin yerini tutmaktadır. O halde; onun hayatının başından
sonuna kadar, meydana gelişleri ister kasten olsun ister
sehven/dalgınlıkla olsun, büyük küçük bütün günahlardan
ve hatalardan masum, münezzeh/korunmuş olması kaçınılmazdır.
2- İmama suç işlemesi mümkün
olsaydı. Onu o suçu işlemekten ve hataya düşmekten alıkoyacak
bir masum imama kesinlikle ihtiyaç duyulurdu. İkincisinin de
hata yapması ve masiyet işlemesi mümkün olsaydı, onu da
bundan alıkoyacak bir masum imama ihtiyaç duyulurdu. İşte böyle
mesele, hata ve masiyet işlemesi mümkün olmayan bir masum
imam varlığı ile silsile son bulur. Onun için imamın masum
olması kaçınılmazdır.
3- İmâmet; kendisine yönelinmesi
ve amel edilmesi gayesi ile konulan bir ilahi kanunun korunması
için var olan ilahi bir makamdır. İnsanların emirliklerinden
bir emirlik/otorite değildir. Şeriat da; içerisinde oynamak
ve hile yapmak mümkün olsun diye hükümetler tarafından
konulmuş bir yasa ve anayasa değildir. Zira, kulların şânı
yüce Rabbı, Şeriatının üzerine masum olmayan bir kimseyi
veli/hakim, koruyucu, yönetici yapmaz. Ta ki insanların ona güven
duymaları sağlansın, ondan hükümleri gerçekten Allah’ın
hükümleridir diye alsınlar, o hükümler hakkında
kendileriyle amel etmekten ve kendilerine yönelmekten alıkoyan
herhangi bir şüphe sızmasın. Bu ise, Şeriatın korunmasına
tayin edilen velinin/yöneticinin ancak ismeti/hatadan korunması
ile mümkün olur. Zira, masum olmayanın, hataya düşmesi ve
masiyet işlemesi mutlaka mümkündür. Kendisine güven oluşmaz,
insanlara sunduğu hususun Allah’ın hükmü olduğu insanlar
nezdinde kesinlik kazanmaz. Onun koruyucu kılınmasından kasıt;
hükümlerin sadece bir kısmı için değil, bilâkis Nebi (u)’in
getirdiği her husus için koruyucu kılınmasıdır. Dolayısıyla,
bütün hükümleri biliyor olması ve dünyada kaldıkça
kendileriyle amel edilmesi için onların hepsini hıfz ediyor
olması kaçınılmazdır. Bazı hükümleri bilen yada masiyet
işlemesi ve hataya düşmesi kendisi için mümkün olan bir
kimse nasbedilirse, onun nasbedilişi teklifin gayesi ile çelişen
bir nasb olur. Teklifin gayesi ise; Şeriatın getirdiği
hususların hepsi ile amel etmek ve kayıdlı olmaktır. Şeriatın
getirdiklerinin Kıyamet Gününe kadar bâki oldukları da
bilinen bir husustur. Gayeye ters düşmek El-Hakim/hikmet
sahibi için muhaldir. O halde masum olmayanı yada bazı hükümleri
bileni nasb etmek de muhaldir/imkânsızdır.
4- Nasslar, halifenin masum
olmasının vacib olduğuna delâlet ederek gelmişlerdir. Zira
Kur'an’dan bazı ayetler bunu ilân ederek gelmişlerdir. Bu,
şu üç ayette gayet açıktır:
a-) Allahu Teâlâ şöyle
buyuruyor:
لا
يَنَالُ
عَهْدِي
الظَّالِمِينَ “Ahdim zalimlere erişmez.”
Allah’ın bu sözü,
Şeriat için koruyucu imamın ismetinin/hatadan korunmuşluğunun
vacib oluşunun delilidir. Zira bu ayet Bakara suresindedir ve
tamamı şöyledir:
وَإِذْ
ابْتَلَى
إِبْرَاهِيمَ
رَبُّهُ
بِكَلِمَاتٍ
فَأَتَمَّهُنَّ
قَالَ
إِنِّي
جَاعِلُكَ
لِلنَّاسِ
إِمَامًا
قَالَ
وَمِنْ
ذُرِّيَّتِي
قَالَ لا
يَنَالُ
عَهْدِي
الظَّالِمِينَ “Hani Rabbi İbrahim’i birtakım kelimelerle imtihan etmişti. O da
bunları eksiksiz yerine getirmişti. (Allah) ‘Ben seni
insanlara imam yapacağım’ demişti. O, ‘zürriyetimden
de’ demişti. Allah: ‘ahdim zalimlere erişmez’ demişti.”
Bu ayetten sonra
geçen ayetlerin ifade ettiklerine göre, onu imam yapan
“kelimeler”dir. İbrahim Allahu Teâlâ’nın şu, إِنِّي
جَاعِلُكَ
لِلنَّاسِ
إِمَامًا
“ben
seni insanlara imam yapacağım” sözünü
işitince, bu şerefli makamın büyüklüğünü görüp, bu
makamdan zürriyeti/nesli için de bir pay olmasını rica etti.
Bunun üzerine Allahu Teâlâ şöyle dedi: عَهْدِي
الظَّالِمِينَ
“Ahdim
zalimlere erişmez.” Bunun içeriği
şudur: Bu makam, zulümle kirlenmiş yada kirlenen kimselerden
birisine, hayatının kısa bir vaktinde de olsa, kendisine ve
başkalarına zalim olan kimselere genel olarak verilmez. Bilâkis,
bu makam, hayatında herhangi bir zulüm yapmayan kimseye
verilir.
b-) Allahu Teâlâ şöyle
dedi:
أَفَمَنْ
يَهْدِي
إِلَى
الْحَقِّ
أَحَقُّ
أَنْ
يُتَّبَعَ
أَمَّنْ لا
يَهِدِّي
إِلا أَنْ
يُهْدَى “Acaba hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa hidayet
verilmedikçe, kendi kendine doğru yolu bulamayan mı?”
Bu da, imamın
ismetinin/hatadan korunmuşluğunun vacib oluşuna dair bir
delildir. Çünkü o, hakka iletendir. Hata yapması mümkün
olan kimse, hakka isabet etmesi tesadüf etse de, hakka iletmez.
c-) Allahu Teâlâ şöyle
dedi:
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
أَطِيعُوا
اللَّهَ
وَأَطِيعُوا
الرَّسُولَ
وَأُوْلِي
الأمْرِ
مِنْكُمْ
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resule ve sizden olan
yöneticilere itaat edin..”
Bu ayet, emir
sahiplerinin yani imamın ismetine/ hatadan korunmuşluğuna
dair bir delildir. Çünkü Allahu Teâlâ ululemire/emir
sahiplerine/yöneticilere itaatı, özel bir zaman ve yerle
tahsis etmeksizin mutlak olarak emretmiştir. Bu da, itaat
edilenin masum olmasını gerekli kılar. Çünkü başkası,
masiyetle/isyan etmekle emredebilir ve hata yapabailir. Ona
itaat vacib olsaydı –ki bu haram olmasına rağmen bir
durumdur– o zaman şanı yüce Mevlâ’nın iki zıt veya çelişkili
olanın birleştirilmesini emretmiş olmasını gerekli kılardı,
ki bu da muhaldir/ imkânsızdır. O halde, itaat edilenin masum
olması kaçınılmazdır. Ayrıca, Allahu Teâlâ, ululemire
itaatı, itaat edilmesini kendisine itaatla birleştirdiği
Resule itaat ile birleştirmiştir. Bu tazimi/yüceltmeyi
gerektirir. Ululemirden kast olunan ise, masum imamlardır.
İmamın masum
olmasının şart koşulduğunu söyleyenlerin delilleri işte
bunlardır. Bunların hepsine cevap şöyle özetlenir:
1- Halife, Resulün yerini,
Şeriatı tatbik ederek yönetimde doldurmaktadır, Şeriatı
Allah’tan alıp tebliğ etmekte değil. O, Resulün yönetimdeki
halifesidir. Allah’tan geleni bildirmekte/tebliğde değil. Bu
halifenin masum olmasını gerektirmez. Çünkü yönetim
vazifesi, hem akla hem de Şeriata göre, masum olmayı
gerektirmez.
Evet, halifede bazı
sıfatların olması şart koşulmuştur. Onlar da şunlardır:
müslüman olması, erkek olması, hür olması, buluğ olması,
akıl sahibi olması, adalet sahibi olması, kudretli/yeterli
olması. Bu sıfatların her birisi, hakkında geçen bir şer'î
delile binaen şart koşulmuştur. Fakat bu sıfatların halife
olacak kişide olmasının şart koşulmasının manası; onun
bu sıfatlara ters düşmekten masum/korunmuş olması değildir.
Bilâkis, insanlardan bu makamı üstlenecek kimsenin, üstlenmesi
esnasında bu sıfatların kendisinde olmasının vacib olması
demektir, bu sıfatların dışına çıkmaktan masum/korunmuş
olması demek değildir. Bilâkis onun bu sıfatlardan dışarı
çıkması mümkündür. Bu durumda ise ya azledilemeyi hak etmiş
olur yada hilafetten dışarı çıkmış olur.
Bu sıfatların
halifede şart koşulması, şahidliğinin kabul edilmesi için
şahidde adalet vasfının şart koşulması gibidir. Onda bu
vasfın şart koşulması, onun buna ters düşmekten korunmuş
olması demek değildir.
Buna binaen,
halifenin yönetimde Nebi’nin yerini doldurması, onun masum
olmasının vacibliğine dair bir delil olmaz.
Şeriatın müslümanlar
tarafından tebliğ edilmesine gelince, o, Şeriatı Allah’tan
alıp tebliğ etmek demek değildir. O ancak, davetin insanlara
taşınmasında, İslâm’ın fikirleri ve hükümlerinin öğretilmesinde
Allah’ın müslümanlara vacib kıldığı hususu yerine
getirmek demektir, kesinlikle bunun dışında bir şey demek değildir.
Zira o Allah’tan tebliğ değildir. Bilâkis o, Rasul (u)’in
getirdiği tekliflerden bir tekliftir. Bu, Resulün Allah’tan
tebliğinden başkadır. Onun için ismeti/hatadan korunmuşluğu
gerektirmez, bu hususta ismet sıfatına da gerek yoktur.
Onu/tebliğ yerine getirmek diğer şer'î teklifleri yerine
getirmek gibidir. Tebliğ halife vasfından dolayı halifeye
vacib değildir. Bilâkis, Şeriatı bilen her müslümana
vacibtir. Halife, müslüman vasfından dolayı Şeriatı tebliğ
etmekle emrolunmuştur. Eğer öyle ise bu, onun alim sayılmasından
dolayıdır. Çünkü, Şeriatı bilen müslümana bildiği
hususta tebliğ yapması farzdır. Burada ise ismet şart koşulmaz.
Bilâkis ismetin şart koşulmasına bir yer de yoktur.
2- Halife, isyan ettiğinde,
onu masiyet işlemekten alıkoyan bir imama ihtiyaç/gereksinim
duymaz, sadece onu muhasebe edip onu değiştirmek için
harekete geçen yada onu değiştiren ümmete ihtiyaç duyulur.
Nitekim Rasul (u)
onu ümmetin muhasebe ettiğini açıklamış ve ümmetten onu kınamasını,
eleştirmesini talep etmiştir. Halife masiyet işlediğinde,
ondan razı olan ve onun peşinden giden kimseyi Allah’ın önünde
sorumlu kılmıştır.
Müslim,
Rasulullah (u)’in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
سَتَكُونُ
أُمَرَاءُ
فَتَعْرِفُونَ
وَتُنْكِرُونَ
فَمَنْ
عَرَفَ
بَرِئَ
وَمَنْ
أَنْكَرَ
سَلِمَ
وَلَكِنْ
مَنْ
رَضِيَ
وَتَابَعَ
قَالُوا
أَفَلا
نُقَاتِلُهُمْ
قَالَ لا
مَا
صَلَّوْا
“İleride birtakım emirler olacak. Onları tanırsınız/bilirsiniz
ve inkâr edersiniz. Kim tanırsa beri olur/ayrı tutulur. Kim
inkâr ederse emin olur. Fakat kim razı olur ve peşinden
giderse ...” Dediler ki:
‘Onlarla savaşmayalım mı?’ Dedi ki: “Hayır,
namazı kıldırdıkları sürece!”
Bununla, Şeriat,
halifenin masiyet işlemekten alıkonulduğu yolu açıklamıştır.
Bu yol, halifeyi alıkoyan bir imamın varlığı değil, ümmettir.
Halife, kendisini
masiyet işlemekten alıkoyan bir halifeye ihtiyaç duyar, diyen
kimse, yönetimin ne olduğunu idrak etmiyor ve tasavvur
etmiyor. Çünkü halife, bir başka halifeyi masiyetten alıkoymaz,
sadece yönetim için onunla savaşır yada ona tâbi olup bir
halife değil vali olur. Böylece, başkaldırmasından/ayaklanmasından
dolayı o kişi ile savaşılır. Şu halde, bir halifeyi
masiyet işlemesinden dolayı başka bir halifenin engellemesi
nasıl tasavvur edilir?!...
3- İmamet, ilahi bir makam
değil, beşeri bir makamdır. O, ilahi bir kanunu korumak için
var değildir. o ancak, Allah’ın Efendimiz Muhammed (u)’e
indirmiş olduğu Şeriatı tatbik etmek için vardır. Şeriatın
korunmasına gelince: Allah, Kur'an’ın korunmasını üstlenirken
onun korunmasını da üstlenmiştir. Allahu Teâlâ şöyle
demiştir:
إِنَّا
نَحْنُ
نَزَّلْنَا
الذِّكْرَ
وَإِنَّا
لَهُ
لَحَافِظُونَ
“Zikri kesinlikle Biz indirdik. Elbette onu yine Biz koruyacağız.”
Halifenin
belirlenmesinden maksad; onu, Nebi (u)’in
gösterdiği her husus için bir koruyucu olarak belirlemek değildir.
Ki, “halife hükümlerin hepsini bilen ve koruyan olmalıdır”
denilsin. Onun ikâme edilmesi/ belirlenmesinden maksad sadece;
Kitab ve Sünnetin hükümlerini ikâme etmek yani İslâm’ı
tatbik etmek ve İslâm Davetini aleme taşımaktır. Bu, onun bütün
hükümleri biliyor ve koruyor olmasını gerektirmez. Onun için
halifenin masum olması gerekmez. Bu sebeple onun nasbının, uğruna
nasb edildiği gayeye ters düşmesi gerekli olmaz.
Kendileriyle amel
etmekten ve kayıdlı olmaktan alıkoyan bir şüphe sızmaksızın
gerçekten Allah’ın hükümleridir, diye hükümleri
kendisinden alabilmeleri için insanların halifeye güven
duymalarına gelince; bu, halifenin masum olup olmaması ile oluşmaz.
Bu ancak hükmün kendisinin delili ile oluşur. Zira eğer bir
şer'î delil var ve ondan şer'î bir şekilde istinbat edilmiş/çıkartılmış
ise, insanlar bu hükmün bir şer'î hüküm olduğuna güven
duyarlar. Bu durumda halifenin kim olduğuna bakmaksızın hatta
bu hüküm kendi istinbatlarına ters düşse de, onunla amel
etmekten ve kayıdlı olmaktan alıkoyan herhangi bir şüphe
onlara sızmaz. Çünkü müçtehitler arasında istinbat farklılığı,
hükmü bir müçtehit yanında şer'î, diğeri yanında şer'î
olmayan yapmaz. Bilâkis hükmü istinbat eden kimsenin yanında
şer'î delillerden bir delil şüphe de olsa var olduğu sürece,
o hüküm bütün müslümanların nezdinde şer'î bir hükümdür.
Şer'î ve lügavi bilgilere göre bu istinbat benzerini
istinbat etmek mümkün olur.
Masum olmayanın
masiyet işlemesi ve hataya düşmesinin mümkün olup kendisine
güvenilmesine ve edâ ettiğinin/icra ettiğinin Allah’ın hükmü
olduğuna dair kesinlik kazanmamasına gelince; bu hususta
mesele, sadece hüküm ve yönetici meselesidir. Hüküm,
kendisi ile hükmedilir, yönetilir ve yerine getirilir. Yönetici,
hükmeder/yönetir ve yerine getirir. İstenilen güven ise,
sadece Allah’ın hükmü olup olmaması bakımından hükümle
ilgilidir, Allah’ın hükmünü yerine getiriyor ve kendisiyle
hükmediyor/yönetiyor olup olmaması bakımından yönetici ile
değildir. Dikkate alınan hususlar sadece kendisi ile hükmedilen
ve İslâmî bir hüküm yada İslâmî olmayan bir hüküm
olarak alınan hüküm hakkındadır, masum olup olmaması bakımından
hüküm veren şahıs hakkında değildir. kendisi ile amel
etmekten ve kayıdlı olmaktan alıkoyan şüphenin sızmasına
mani olan güveni hüküm hakkında insanlarda oluşturan şey;
sadece onların o hükmün kendisine şer'î olup olmaması bakımından
itibar etmeleridir, hükmü kendisinden almakta oldukları
halifenin masum olup olmaması değildir.
Ayrıca, hilâfet
makamına; ne Alemlerin Rabbı resulüne bir halife tayin
ediyor, ne de Resul kendisine bir halife tayin ediyor. Sadece müslümanlar
hilafet makamına kendileri için bir halife tayin edip ona
Allah’ın Kitabı ve Rasulünün Sünneti üzere biat ederler.
Buna delil, biat hadisleridir, bu hadislerin genel nasslara
gelmeleri, belirli bir imama değil de mutlak olarak bir imama
isnad etmeleridir. Yine buna delil, ümmet ile alakasında
halife üzerindeki genel sorumluluktur. Buna binaen, hilafet
makamı, hiçbir şekilde ismeti/hata ve günahtan korunmuşluğu
gerektirmemektedir.
4- İsmetin şart koşulduğuna
dair delil olarak ileri sürülen nasslara gelince; bunların içinde
ismete delâlet eden bir tek nass yoktur.
Birinci nass, şu ayettir:
لا
يَنَالُ
عَهْدِي
الظَّالِمِينَ “Ahdim zalimlere erişmez.”
Bu ayette geçen إمام
“imâm” kelimesi hilafet demek değildir, yönetim de demek
değildir. إمام
“imâm” kelimesi Kur'an’ı Kerim’de bir çok ayette geçmiştir.
Allahu Teâlâ şöyle demiştir:
وَمِنْ
قَبْلِهِ
كِتَابُ
مُوسَى
إِمَامًا
وَرَحْمَةً
“Ondan önce de bir rahmet ve imam/rehber olarak Musa’nın
kitabı vardır.”
وَالَّذِينَ
يَقُولُونَ
رَبَّنَا
هَبْ لَنَا
مِنْ
أَزْوَاجِنَا
وَذُرِّيَّاتِنَا
قُرَّةَ
أَعْيُنٍ
وَاجْعَلْنَا
لِلْمُتَّقِينَ
إِمَامًا
“Ve onlar ki: ‘Rabbımız! Bize gözümüzü aydınlatan eşler
ve zürriyet bağışla ve bizi takva sahiplerine imam/önder kıl!’
derler.”
Bu iki ayetteki إمام
“imam” kelimesinin manası, uyulacak örnek, model,
rehberdir. İmam Buhari, Allahu Teâlâ’nın şu; واجعلنا
للمتقين
إماما
“Bizi
muttakilere imam kıl” sözü hakkında
şöyle dedi: “İmamlar: Bizden önceki kimseye uyarız,
bizden sonraki kimse de bize uyar.”
Allahu Teâlâ’nın
şu sözündeki إمام
“imam” kelimesine gelince:
وَإِذْ
ابْتَلَى
إِبْرَاهِيمَ
رَبُّهُ
بِكَلِمَاتٍ
فَأَتَمَّهُنَّ
قَالَ
إِنِّي
جَاعِلُكَ
لِلنَّاسِ
إِمَامًا
قَالَ
وَمِنْ
ذُرِّيَّتِي
قَالَ لا
يَنَالُ
عَهْدِي
الظَّالِمِينَ “Hani Rabbi İbrahim’i birtakım kelimelerle imtihan etmişti. O da
bunları eksiksiz yerine getirmişti. (Allah) ‘Ben seni
insanlara imam yapacağım’ demişti. O, ‘zürriyetimden
de’ demişti. Allah: ‘ahdim zalimlere erişmez’ demişti.”
Bu ayette geçen إماما
“imam” kelimesinden kast edilen; nübüvvet/peygamberlik ve
örnekliktir. Çünkü bu ayetten sonra gelen ayetler,
Kabe’den ve İsmail’in kavminden, ayrıca İbrahim’e nübüvvetin
verilmesinden bahsetmektedirler. Böylece ayetin manası şöyle
olmaktadır: ‘Seni, insanların sana uydukları bir imam ve tâbi
oldukları bir nebi yaptım.’ Bu ayette, burada “imam”
kelimesinin hilâfet yada yönetim anlamında olması mümkün
değildir. özellikle İbrahim, yönetimi üstlenmedi, bir yönetici
olmadı. O sadece bir nebi ve resul idi.
O, kendisine
verileni zürriyetine de verilmesini Allah’tan talep edince,
Allahu Teâlâ ona, önderlik ve nübüvvet olan bu makamın
zalimler için olmadığını söyledi.
Buna göre bu
ayette, halifenin ismetine dair bir delâlet yoktur. Ayrıca,
“zalimler” kelimesinin mefhumu muhalefeti “âdiller”
olur, “masumlar” değil. Zira zalim olmayanlar, masumlardır
demek değildir, sadece zulmün yokluğu ile yani adaletle vasıflanmışlar
demektir.
İkinci nassa gelince; o şu
ayettir:
أَفَمَنْ
يَهْدِي
إِلَى
الْحَقِّ
أَحَقُّ
أَنْ
يُتَّبَعَ
أَمَّنْ لا
يَهِدِّي
إِلا أَنْ
يُهْدَى “Acaba hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa hidayet
verilmedikçe, kendi kendine doğru yolu bulamayan mı?”
Allahu
a’lem/Allah en iyi bilendir, bu ayetten kast edilen şudur:
Kendisi hidayet için uyulan olan mı uyulmaya daha layıktır
yani resul mü daha layıktır yoksa, başkası kendisine doğru
yolu/hidayeti göstermedikçe kendisi hidayeti bulamaz halde şaşkın
olan mı? Konu tamamen hidayet ve hidayeti gösterene tâbi
olmak hakkındadır, yönetim ve hilafetle bir alakası yoktur.
İmam, insanları yönetir, işi yönetmektir, hidayet değil.
O, sapık ve şaşkınları, isyânkârları cezalandırır, kâfirlerle
savaşır. Burada “hâdi/hidâyeti gösteren” kelimesi ancak
“resule” hamledilir/yorulur, bağlanır. Zira bu mana,
“halife”ye intibak etmez/uygun düşmez. Bu ayet ve
halifenin ismeti arasında bir ilişki yoktur. Yönetim, hidayet
midir yoksa Şeriatın uygulanması mıdır?!.
Üçüncü nassa gelince; o
şu ayettir:
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
أَطِيعُوا
اللَّهَ
وَأَطِيعُوا
الرَّسُولَ
وَأُوْلِي
الأمْرِ
مِنْكُمْ
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resule ve sizden olan
yöneticilere itaat edin.”
Bu ayet, ululemire
itaati emretmektedir. Bu itaatin, Allah’a itaat ve resule
itaat ile bir araya getirilmiş olması; sadece, bu itaatin hükmünün,
Allah’a itaat ve resule itaatin hükmü gibi olduğuna delâlet
içindir, başka bir şey için değil!... Bu itaat, aynı
ayette bilfiil tahsis etmeksizin genel olarak geçmektedir.
Fakat bu itaat, başka ayetler ve çeşitli hadislerle tahsis
edilmiştir. Zira, o ayetler ve hadisler itaati masiyet ve küfür
olmayan hususla tahsis etmişlerdir. Masiyette itaat etmemeyi
emretmişlerdir. Bununla da yetinmeyip imama karşı çıkmayı
ve onu eleştirmeyi de emretmişlerdir. Küfürde itaat etmemeyi
emretmiş, bununla yetinmeyip imama karşı savaşmayı da
emretmişlerdir. Bu husustaki tahsis edici ayet ve hadisler
gayet açıktırlar.
Allahu Teâlâ şöyle
dedi:
وَلا
تُطِعْ
مَنْ
أَغْفَلْنَا
قَلْبَهُ
عَنْ
ذِكْرِنَا
وَاتَّبَعَ
هَوَاهُ
وَكَانَ
أَمْرُهُ
فُرُطًا “Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız, hevasına uymuş ve işi gücü
aşırılık olan kimseye itaat etme!”
فَلا
تُطِعْ
الْكَافِرِينَ
“Kafirlere itaat etme.”
فَلا
تُطِعْ
الْمُكَذِّبِينَ
“Yalanlayıcılara itaat etme.”
وَلا
تُطِعْ
كُلَّ
حَلافٍ
مَهِينٍ
“Alabildiğine yemin edene ... itaat
etme.”
وَلا
تُطِعْ
مِنْهُمْ
آثِمًا
أَوْ
كَفُورًا
“Onlardan hiçbir günahkara yahut
hiçbir nanköre itaat etme.”
Resule hitap, onun
özelliklerinden olduğuna ve ona has kılındığına dair bir
delil gelmedikçe ümmetine de hitaptır. Burada bu hitabın
Resule has kılındığına dair bir delil gelmemiştir.böylece
bu hitap, ümmete ait bir hitap olur.
Buhari, Nâfi’den
o da Abdullah (t)’dan
Nebi (u)’in
şöyle dediğini rivayet etti:
السَّمْعُ
وَالطَّاعَةُ
عَلَى
الْمَرْءِ
الْمُسْلِمِ
فِيمَا
أَحَبَّ
وَكَرِهَ
مَا لَمْ
يُؤْمَرْ
بِمَعْصِيَةٍ
فَإِذَا
أُمِرَ
بِمَعْصِيَةٍ
فَلا
سَمْعَ
وَلا
طَاعَةَ “Masiyetle emrolunmadığı sürece, müslüman kişiye, hoşlandığı
ve hoşlanmadığı hususlarda dinleyip itaat etmesi vacibtir.
Masiyetle emrolunduğunda ise dinlemek ve itaat etmek yoktur.”
Müslim, İbn Ömer’den,
Nebi (u)’in
şöyle dediğini rivayet etti:
عَلَى
الْمَرْءِ
الْمُسْلِمِ
السَّمْعُ
وَالطَّاعَةُ
فِيمَا
أَحَبَّ
وَكَرِهَ
إِلا أنْ
يُؤْمَرَ
بِمَعْصِيَةٍ
فَإِنْ
أُمِرَ
بِمَعْصِيَةٍ
فَلا
سَمْعَ
وَلا
طَاعَةَ
“Müslüman kişiye, masiyetle emredilmedikçe hoşuna giden
ve gitmeyen hususta dinlemek ve itaat etmek vacibtir. Eğer
masiyetle emrolunursa, dinlemek ve itaat etmek yoktur.”
Müslim’in
rivayet ettiği hususta, Rasul (u),
halifelere ve emirlere itaat konusunda;
قَالُوا
أَفَلا
نُقَاتِلُهُمْ
قَالَ لا
مَا
صَلَّوْا
“Dediler ki: ‘Onlara savaş açmayalım mı?’ Dedi ki: “Hayır,
namaz kıldırdıkları sürece!”
Bir başka
rivayette de şöyledir:
قِيلَ
يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
أَفَلا
نُنَابِذُهُمْ
بِالسَّيْفِ
فَقَالَ لا
مَا
أَقَامُوا
فِيكُمُ
الصَّلاةَ
“Denildi ki: Ya Rasulullah, onlara kılıçla karşı savaşmayalım
mı? O da dedi ki: “Hayır,
aranızda namazı kıldıkları sürece.”
Buhari ve Müslim’in
rivayet ettiği bir başka rivayette: “Açık
bir küfür görmedikçe”
Müslim’in rivayetinde:
فَمَنْ
كَرِهَ
فَقَدْ
بَرِئَ
وَمَنْ
أَنْكَرَ
فَقَدْ
سَلِمَ
وَلَكِنْ
مَنْ
رَضِيَ
وَتَابَعَ
“Kim kerih görürse beridir/ayrı tutulur. Kim inkâr ederse
emin olur. Fakat kim razı olur ve peşinden giderse...”
Bu ayet ve
hadisler, halifeye itaati masiyet ve küfür olmayan hususlara
tahsis etmektedirler. Şu halde; “masum olmayan masiyetle
emredebilir, hataya düşebilir. Ona itaat vacib olursa;
Allah’ın; masiyeti haram kılarken halifeye itaati emretmesi
ile iki zıttın birleştirilmesini emretmiş olması gerekir”
sözü uygun düşmez. Çünkü iki zıttın birleşmesi yoktur.
Zira Allah, masiyet ve küfür olmayan hususlarda itaati
emrediyor, masiyet ve küfür olan hususlarda ise itaat etmemeyi
emrediyor, masiyetin yasaklanmasını emrediyor. Bu konuda
Allah’ın emirleri arasında bir tezat/zıtlık ve tenâkuz/çelişki
yoktur.
Böylelikle, bu
ayet halife için ismetin şart koşulmasına dair delil olmaya
uygun olmamaktadır. O halde onunla bu hususta delil getirmek düşer/geçersiz
olur.
Halife için ismet
sıfatı olması hakkında konuşanların delilleri işte
bunlardır. Bunların hepsi de istidlâl/delil getirme
konumundan düşmektedirler, hüccet/delil olmaya uygun değildirler.
Bütün bunlardan açığa çıkıyor ki; halife için masum
olması şart koşulmaz, hatta onun şart koşulması caiz
olmaz. Hilafet, beşeri bir makamdır, ilâhi bir makam değildir.
bundan dolayı İslâm devleti, ilâhi/teokratik bir devlet değil,
beşeri bir devlet olmaktadır.
|