Cihad,
doğrudan ya da mal ile veya görüş ile veya kalabalıkları
çoğaltmak ile yardım ederek Allah yolunda savaşta azami
gayret sarf etmektir. Zira Allah’ın Kelimesinin/dininin yüceltilmesi/en
üstün kılınması için savaşmak cihaddır.
Allah yolunda görüş ile cihada gelince;
eğer o görüş Allah yolunda savaş ile doğrudan alakalı
ise, o cihaddır, doğrudan alakalı değilse, onda meşakkat/sıkıntı
olsa da, Allah’ın Kelimesinin yüceltilmesi için bir takım
yararlar olsa da o, şeriata göre cihad değildir. Çünkü
cihad, şeriata göre kıtala/savaşa hasstır ve savaş ile doğrudan
alakalı her şey cihada dahil olur. Mesela savaşa başlaması
için orduya tahrik edici, coşturucu hitapta bulunmak, düşmanlarla
savaşa teşvik edici makale yazmak gibi doğrudan savaşla
alakalı ise yazılı ve sözlü görüş cihaddır, aksi halde
cihad değildir. Buna binaen, siyasi çatışmaya/mücadeleye,
zalim müslüman yöneticilerle çatışmaya, her ne kadar büyük
sevabı olsa da ve müslümanlara çok büyük yararları olsa
da, cihad ismi verilmez. Zira mesele meşakkat/sıkıntı ve
yarar/fayda değildir. Mesele sadece bu kelimenin içinde geçtiği
şer'î manadır. Şer'î mana ise kıtaldır/savaştır ve
onunla alakalı görüş, konuşma, yazma, tuzak ve hile
planlama v.b. her husustur.
Cihadın sebebi, cizye değildir. Her ne
kadar biz cizye kabul edildiğinde cihadı durdursak da sebep
cizye değildir. Cihadın sebebi sadece, kendileri ile savaştığımız
kimselerin davetin kabulünü red eden kafirler olmasıdır.
Zira Allahu Teâlâ şöyle dedi:
قَاتِلُوا
الَّذِينَ
لاَ
يُؤْمِنُونَ
بِاللَّهِ
وَلاَ
بِالْيَوْمِ
الآخِرِ
وَلاَ
يُحَرِّمُونَ
مَا
حَرَّمَ
اللَّهُ
وَرَسُولُهُ
وَلاَ
يَدِينُونَ
دِينَ
الْحَقِّ
مِنْ
الَّذِينَ
أُوتُوا
الْكِتَابَ
حَتَّى
يُعْطُوا
الْجِزْيَةَ
عَنْ يَدٍ
وَهُمْ
صَاغِرُونَ
“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve Ahiret Gününe
inanmayan, Allah ve Rasulünün haram kıldığını haram
saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek
güçlerinin yettiğince cizye verinceye kadar savaşın.”
Dolayısıyla onlarla savaşmanın
emredilmesi küfür vasfından dolayıdır. Yani Allah’a ve
Ahiret Gününe inanmadıkları, Allah’ın haram kıldığını
haram saymadıkları ve hak dini din edinmedikleri için onlarla
savaşın demektir. O zaman bu sebep olmaktadır. Dolayısıyla
savaşın sebebi, küfür
olmaktadır.
Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir:
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
قَاتِلُوا
الَّذِينَ
يَلُونَكُمْ
مِنْ
الْكُفَّارِ
وَلْيَجِدُوا
فِيكُمْ
غِلْظَةً
وَاعْلَمُوا
أَنَّ
اللَّهَ
مَعَ
الْمُتَّقِينَ
“Ey iman edenler! Kafirlerden yakınınızda olanlara karşı
savaşın ve onlar sizde sertlik bulsunlar. Bilin ki Allah sakınanlarla
beraberdir.”
Bu ayette de onlarla küfür
vasfından dolayı savaşmayı emretti. Bunun gibi bir çok ayet
vardır.
فَقَاتِلُوا
أَوْلِيَاءَ
الشَّيْطَانِ “O halde şeytanın dostları ile savaşın.”
فَقَاتِلُوا
أَئِمَّةَ
الْكُفْرِ
“Küfrün önderlerine karşı savaşın.”
وَقَاتِلُوا
الْمُشْرِكِينَ
كَافَّةً
كَمَا
يُقَاتِلُونَكُمْ
كَافَّةً “Müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara
karşı topyekün savaşın.”
Bu ayetlerin hepsinde de Allah, belirli bir vasıftan dolayı savaşı
emretti. O vasıf ise savaşın sebebi olan küfür vasfıdır.
Cizye verilmesine gelince; Kur’an onu, “küçülmüşler olmak” vasfıyla
birlikte savaşın durmasının sebebi kıldı, savaşın sebebi
değil. Buradan açığa çıkıyor ki, cihadın sebebi küfürdür.
Dolayısıyla kendileriyle savaştığımız kimseler, daveti
kabul ettiklerinde müslümanlar olurlar. İslâm’ı
benimsemeyi red edip cizye vermeyi ve İslâm ile yönetilmelerini
kabul ettiklerinde, bu onlardan kabul edilir ve onlarla savaşmaktan
geri durulur. Çünkü onların İslâm’ı benimsemeye
zorlanmaları caiz olmaz. Madem ki İslâm ile yönetimi ve
cizye vermeyi kabul ediyorlar, İslâm’ı benimsemeseler de
davete boyun bükmüşlerdir. Onun için İslâm ile yönetimi
ve cizye vermeyi kabul etmelerinden sonra onlarla savaşmak caiz
olmaz.
Onlar cizye vermeyi kabul edip İslâm ile yönetilmelerini kabul
etmezlerse, bunu onlardan kabul etmesi halifeye caiz olmaz. Çünkü
onların daveti kabul etmeyi red eden kafirler oluşları olan
savaşın sebebi, halen devam etmektedir. Dolayısıyla onlarla
savaşmak farz olarak kalmakta, onun farziyeti müslümanlardan
düşmemektedir.
İç ve dış durumların kendisi için elverişli olmayışından dolayı
halifenin içlerinde kafirlerden cizyeyi kabul edip küfür
nizamı ile yönetilmelerine bir şey demediği zorunlu anlaşmalara
gelince; bu zaruret hallerinde şeriatın kendisine ruhsat verdiği
zorunluluk halidir. Dolayısıyla bu anlaşmalara kıyas yapılmaz.
Buna binaen cihadın sebebi kendileriyle savaştığımız kimselerin
daveti kabul etmeyi red eden kafirler oluşlarıdır. Cihad için
bundan başka herhangi bir sebep yoktur.
Ayrıca “küçülmüşler olmakla” birlikte cizyenin savaşın
durdurulması için sebep olması sadece Arap müşriklerden
olmayanlar ile ilgilidir. Arap müşriklerden ise sadece İslâm’a
girmeleri kabul edilir ya da öldürülürler. Bu da Allahu Teâlâ’nın
şu sözünden dolayıdır:
تُقَاتِلُونَهُمْ
أَوْ
يُسْلِمُونَ
“Onlarla savaşacaksınız ya da müslüman olacaklar.”
Cihad
Kur’an ve Hadis nassı ile farz kılındı. Allahu Teâlâ şöyle
dedi:
وَقَاتِلُوهُمْ
حَتَّى لاَ
تَكُونَ
فِتْنَةٌ
وَيَكُونَ
الدِّينُ
كُلُّهُ
لِلَّهِ
“Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya
kadar onlarla savaşın.”
قَاتِلُوا
الَّذِينَ
لاَ
يُؤْمِنُونَ
بِاللَّهِ
وَلاَ
بِالْيَوْمِ
الآخِرِ
وَلاَ
يُحَرِّمُونَ
مَا
حَرَّمَ
اللَّهُ
وَرَسُولُهُ
وَلاَ
يَدِينُونَ
دِينَ
الْحَقِّ
مِنْ
الَّذِينَ
أُوتُوا
الْكِتَابَ
حَتَّى
يُعْطُوا
الْجِزْيَةَ
عَنْ يَدٍ
وَهُمْ
صَاغِرُونَ
“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve Ahiret Gününe
inanmayan, Allah ve Rasulünün haram kıldığını haram
saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek
güçlerinin yettiğince cizye verinceye kadar savaşın.”
كُتِبَ
عَلَيْكُمْ
الْقِتَالُ
“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı.”
إِلا
تَنفِرُوا
يُعَذِّبْكُمْ
عَذَابًا
أَلِيمًا
“Eğer (gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, Allah sizi pek
elem verici bir azap ile cezalandırır.”
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
قَاتِلُوا
الَّذِينَ
يَلُونَكُمْ
مِنْ
الْكُفَّارِ
وَلْيَجِدُوا
فِيكُمْ
غِلْظَةً “Ey
iman edenler! Kafirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın
ve onlar sizde sertlik bulsunlar.”
- Enes’ten Rasulullah (u)’in
şöyle dediği rivayet edildi:
جَاهِدُوا
الْمُشْرِكِينَ
بِأَمْوَالِكُمْ
وَأَيْدِيكُمْ
وَأَلْسِنَتِكُمْ
“Müşriklerle mallarınızla, ellerinizle ve dillerinizle
savaşın.”
- Yine Enes’ten Rasul (u)’in
şöyle dediği rivayet edildi:
لَغَدْوَةٌ
فِي
سَبِيلِ
اللَّهِ
أَوْ
رَوْحَةٌ
خَيْرٌ
مِنَ
الدُّنْيَا
وَمَا
فِيهَا
“Şüphesiz ki Allah yolunda gidiş ve geliş dünya ve içindekilerden
hayırlıdır.”
- Yine rivayet edildi ki, Rasul (u)
şöyle dedi:
أُمِرْتُ
أَنْ
أُقَاتِلَ
النَّاسَ
حَتَّى
يَقُولُوا
لا إِلَهَ
إِلا
اللَّهُ “Lâ ilahe illallah diyesiye kadar insanlarla savaşmakla
emrolundum.”
- İmam Ahmed ve Ebu Davud, Enes’ten Rasul (u)’in
şöyle dediğini rivayet ettiler:
اللَّهُ
إِلَى أَنْ
يُقَاتِلَ
آخِرُ
أُمَّتِي
الدَّجَّالَ
لا
يُبْطِلُهُ
جَوْرُ
جَائِرٍ
وَلا
عَدْلُ
عَادِلٍ
“...Cihad, Allah beni gönderdiği günden, ümmetimin
sonuncusu deccal ile savaşasıya kadar yürürlüktedir.
Zalimin zulmü ve âdilin adaleti bunu geçersiz kılmaz.”
- Zeyd b. Halid’den Rasul (u)’in
şöyle dediği rivayet edildi:
مَنْ
جَهَّزَ
غَازِيًا
فِي
سَبِيلِ
اللَّهِ
فَقَدْ
غَزَا
وَمَنْ
خَلَفَهُ
فِي
أَهْلِهِ
بِخَيْرٍ
فَقَدْ
غَزَا
“Kim Allah yolunda bir gaziyi/askerî sefere çıkanı donatırsa,
sefere çıkmış olur. Kim de o gazinin ehline iyilikle
bakarsa, sefere çıkmış olur.”
- Atâ b. Yezid el-Leysî’den Ebu Said el-Hudri (t)’ın
şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah’a hangi insan
daha fazla faziletlidir, diye sorulduğunda Rasulullah (u)
şöyle dedi:
مُؤْمِنٌ
يُجَاهِدُ
فِي
سَبِيلِ
اللَّهِ
بِنَفْسِهِ
وَمَالِهِ “Allah yolunda canı ve malı ile cihad eden mü’min.”
- Rasul (u)
şöyle dedi:
مَنْ
مَاتَ
وَلَمْ
يَغْزُ
وَلَمْ
يُحَدِّثْ
نَفْسَهُ
بِالْغَزْوِ
مَاتَ
عَلَى
شُعْبَةٍ
مِنْ
نِفَاقٍ
“Kim Allah yolunda savaş için sefere çıkmaz ve içinden
Allah yolunda sefere çıkmayı istemez olduğu halde ölürse,
nifaktan bir bölüm üzerine ölmüş olur.”
- İbn Ebu Ufâ’dan Rasulullah (u)’in
şöyle dediği rivayet edildi:
وَاعْلَمُوا
أَنَّ
الْجَنَّةَ
تَحْتَ
ظِلالِ
السُّيُوفِ “Biliniz ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır.”
- Ebu Hureyre’den şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah (u)’in
ashabından bir adam, içinde bir tatlı su pınarı olan bir dağ
yolundan giderken, onun lezzeti hoşuna gitti ve kendi kendisine
şöyle dedi: “İnsanları terk edip buraya yerleşsem?!
Rasulullah (u)’den
izin almadan bunun asla yapamayacağım.” Sonra bunu
Rasulullah (u)’e
zikretti. Bunun üzerine Rasul (u)
şöyle dedi:
لا
تَفْعَلْ
فَإِنَّ
مُقَامَ
أَحَدِكُمْ
فِي
سَبِيلِ
اللَّهِ
أَفْضَلُ
مِنْ
صَلاتِهِ
فِي
بَيْتِهِ
سَبْعِينَ
عَامًا
“Yapma. Zira birinizin Allah yolundaki makamı, evinde yetmiş
yıl namaz kılmasından daha hayırlıdır.”
Cihad başlangıç itibarı ile farzı kifayedir. Düşmanın kendilerine
saldırdığı kimselere farzı ayındır, başkalarına farzı
kifayedir. Düşman saldırdığı yerden atılasıya ve İslâm
toprağı onun pisliğinden temizlenesiye kadar farz düşmez.
Cihadın başlangıç itibarı ile farzı kifaye oluşunun anlamı,
düşman başlamasa da bizim düşmanla savaşa ilk başlayan
olmamızdır. Herhangi bir zamanda müslümanlardan ilk başlayan
olarak savaşan kimse olmazsa, onun terk edilmesinden dolayı bütün
müslümanlar günahkar olur. Mesela; ilk başlayan şeklinde kıtalı/savaşı
Mısır halkı yaparsa Endonezya halkından farz düşer. Zira,
harbî/harb halindeki kafirlere karşı müslümanlardan savaş
fiilen var olmuştur, dolayısıyla cihad farzı hasıl olmuştur.
Fakat tek başına Mısır halkının kafirlerle savaşmaya
yeterliliği oluşmadan müslümanlarla kafirler arasında savaş
çıktığında, Hindistan ve Endonezya halkı üzerinden, Mısır
ve Irak halkının savaşması ile farz düşmez. Bilakis
yeterlilik olasıya kadar düşmana yakınlık nispetine göre
her bölgeye savaşmak farz olur. Bütün müslümanlar katılmadıkça
yeterlilik oluşmadığında cihad, düşman kahr olasıya kadar
bütün müslümanlara farz olur.
Cihadın farzı kifaye oluşu, halife cihada çağırmadığı zaman söz
konusudur. Halifenin cihada çağırdığı kişiye cihad farz
olur. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle demiştir:
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
مَا لَكُمْ
إِذَا
قِيلَ
لَكُمْ
انفِرُوا
فِي
سَبِيلِ
اللَّهِ
اثَّاقَلْتُمْ
إِلَى
الأرْضِ “Ey iman edenler! Size ne oldu ki; Allah yolunda
savaşa çıkın, denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz.”
Rasul (u)
de şöyle dedi:
وَإِذَا
اسْتُنْفِرْتُمْ
فَانْفِرُوا “Allah yolunda savaşa çağrıldığınız zaman,
savaşa çıkın.”
İslâm Devleti’nde cihada yeterli olmanın manası, savaşlarında
yeterli olan bir topluluğun cihada kalkışmasıdır. Bu
topluluk ya bu uğurda divanları olan bir ordu olur, Ömer
zamanındaki halde olduğu gibi, ya da kendilerini gönüllü
olarak cihada hazırlamış olurlar, Ebu Bekir zamanındaki
halde olduğu gibi. İster onlar ister şunlar ister hepsi
olsun, düşman kendilerine yöneldiğinde kendilerinde direnç/direnme/dayanma
gücü hasıl olduğunda, savaş onlara farzı kifaye olur.
Onlarda direnç/dayanma gücü hasıl olmazsa, halife onlardan
başkalarını cihada hazırlar.
Cihadın ilk başlayan olmasının manası, hemen doğrudan düşmana savaşı
başlatmamız demek değildir. Bilakis düşmanı önce İslâm’a
davet etmek zorunludur. Müslümanlara, İslâm davetinin
kendilerine tebliğ edilmeyen kimseler ile savaşmaları helal
olmaz. Bilakis kafirlerin İslâm’a davet edilmeleri kaçınılmazdır.
Eğer red ederlerse cizye ödemeleri istenir. Onu red ederlerse
onlarla savaşılır.
Nitekim Müslim, Süleyman b. Büreyre’den o da babasından şöyle dediğini
rivayet etti: “Rasulullah (u)
bir ordu ya da seriyeye bir emir/komutan tayin ettiğinde ona özelliği
hakkında Allah’a karşı takvalı olmasını ve müslümanlardan
beraberinde olanlarla hayırla muamele etmesini tavsiye edip şöyle
dedi:
اغْزُوا
بِاسْمِ
اللَّهِ
فِي
سَبِيلِ
اللَّهِ
قَاتِلُوا
مَنْ
كَفَرَ
بِاللَّهِ
اغْزُوا
وَلا
تَغُلُّوا
وَلا
تَغْدِرُوا
ولا
تَمْثُلُوا
وَلا
تَقْتُلُوا
وَلِيدًا
وَإِذَا
لَقِيتَ
عَدُوَّكَ
مِنَ
الْمُشْرِكِينَ
فَادْعُهُمْ
إِلَى
ثَلاثِ
خِصَالٍ
أَوْ
خِلالٍ
فَأَيَّتُهُنَّ
مَا
أَجَابُوكَ
فَاقْبَلْ
مِنْهُمْ
وَكُفَّ
عَنْهُمْ
ثُمَّ
ادْعُهُمْ
إِلَى
الإسْلامِ
فَإِنْ
أَجَابُوكَ
فَاقْبَلْ
مِنْهُمْ
وَكُفَّ
عَنْهُمْ
ثُمَّ
ادْعُهُمْ
إِلَى
التَّحَوُّلِ
مِنْ
دَارِهِمْ
إِلَى
دَارِ
الْمُهَاجِرِينَ
وَأَخْبِرْهُمْ
أَنَّهُمْ
إِنْ
فَعَلُوا
ذَلِكَ
فَلَهُمْ
مَا
لِلْمُهَاجِرِينَ
وَعَلَيْهِمْ
مَا عَلَى
الْمُهَاجِرِينَ
فَإِنْ
أَبَوْا
أَنْ
يَتَحَوَّلُوا
مِنْهَا
فَأَخْبِرْهُمْ
أَنَّهُمْ
يَكُونُونَ
كَأَعْرَابِ
الْمُسْلِمِينَ
يَجْرِي
عَلَيْهِمْ
حُكْمُ
اللَّهِ
الَّذِي
يَجْرِي
عَلَى
الْمُؤْمِنِينَ
وَلا
يَكُونُ
لَهُمْ فِي
الْغَنِيمَةِ
وَالْفَيْءِ
شَيْءٌ
إِلا أَنْ
يُجَاهِدُوا
مَعَ
الْمُسْلِمِينَ
هُمْ
أَبَوْا
فَسَلْهُمُ
الْجِزْيَةَ
فَإِنْ
هُمْ
أَجَابُوكَ
فَاقْبَلْ
مِنْهُمْ
وَكُفَّ
عَنْهُمْ
فَإِنْ
هُمْ
أَبَوْا
فَاسْتَعِنْ
بِاللَّهِ
وَقَاتِلْهُمْ
“Allah yolunda, Allah’ın ismi ile savaş için sefere çık.
Allah’ı inkar edenle savaşın, savaş için sefere çıkın,
aşırıya kaçmayın, hainlik yapmayın, cezalandırmada aşırıya
kaçmayın, çocukları öldürmeyin. Müşriklerden düşmanla
karşılaştığında onları üç huslete ‘ya da talebe”
davet et. Onlardan hangisine icabet ederse, onu onlardan kabul
edip elini onlardan çek. Onları İslâm’a davet et, buna
icabet ederlerse, onlardan kabul et ve elini onlardan çek.
Sonra onları ülkelerinden muhacirlerin ülkesine göç
etmelerine davet et. Onlara bildir ki; eğer onlar bunu
yaparlarsa, muhacirlerin hak ve sorumlulukları onlara da
olacaktır. Ülkelerinden göç etmeyi kabul etmezlerse onlara
bildir ki, onlar müslüman bedevi gibi olurlar, mü’minler üzerinde
uygulanan Allah’ın hükmü onlara uygulanmaz. Müslümanlar
ile birlikte savaşmadıkları sürece ganimet ve feyden onlara
bir şey verilmez. Eğer onlar müslüman olmayı kabul
etmezlerse onlardan cizye talep et. Buna icabet ederlerse,
onlardan onu kabul et ve onlardan ellerini çek. Eğer onlar
bunu kabul etmezlerse onlara karşı Allah’tan yardım dileyip
onlarla savaş.”
- İbni Abbas’tan şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah (u),
İslâm’a davet etmedikçe hiçbir topluluk ile asla savaşmazdı.”
- Ferve b. Müseyk’ten şöyle dediği rivayet edildi: “Dedim ki;Ya
Rasulullah (u)
kavmimin başından ve sonundan onlarla savaşayım mı? Dedi
ki; “Evet.” Ben onu izledim. Beni çağırdı ve dedi ki: “Onları
İslâm’a davet etmedikçe onlarla savaşma.”
|