Halife ve Cihad


Cihad, mutlak olarak farzdır. Bir şeyle kayıtlı ve bir şeyle şartlı değildir. Zira cihad hakkındaki şu ayet mutlak olarak gelmiştir:

 كُتِبَ عَلَيْكُمْ الْقِتَالُ “Kıtal/savaş üzerinize yazıldı/farz kılındı.”[1]

Dolayısıyla cihadın farz oluşunda halifenin varlığının bir ilgisi yoktur. Bilakis cihad, müslümanlar için bir halife olsa da olmasa da farzdır. Ancak şeriata göre hilafeti belirlenmiş ve hilafetten çıkış sebeplerinden biri ile dışarı çıkmamış müslümanlar için bir halife olduğunda cihad işi, halife olarak kaldığı sürece halifeye ve onun içtihadına devredilmiş olur, facir de olsa. Hilafet merkezinde kaldığı sürece, tebanın halifenin ondan uygun gördüğü hususa itaat etmesi gerekir. Onlardan birisine facir bir emir/komutan ile cihad için sefere çıkmasını emretse de ona itaat etmesi gerekir. Çünkü Ebu Davud’dan Ebu Hureyre’ye dayanarak yapmış olduğu rivayette Rasulullah (u) şöyle demektedir:

الْجِهَادُ وَاجِبٌ عَلَيْكُمْ مَعَ كُلِّ أَمِيرٍ بَرًّا كَانَ أَوْ فَاجِرًا “İster dindar olsun ister facir olsun her emir ile birlikte cihad etmek üzerinize vacibtir.”[2]

Müslümanların halifesine, her dönemde bizzat kendisinin cihada çıkmak hususunda azami çaba sarf etmesi ya da müslümanlardan ordular ve seriyeler/küçük askerî birlikler göndermesi sonra da Allah’ın nusreti/yardımı hakkındaki şu sözüyle yapmış olduğu güzel vaadine güvenmesi vacibtir:

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ “Ey iman edenler! Eğer Allah’a/dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder.”[3]

Halifenin ülkenin her tarafında kafirlere karşı yeterli dirence sahip ordu hazırlamaya başlaması gerekir. Halifeye, ülkenin mevzilerinden herhangi bir mevzisini düşmanla savaşmaya yeterliliği olan müslümanlardan bir gruptan yoksun bırakması caiz olmaz. Bilakis bütün mevzilerin daima İslâmî ordu ile dolu olması kaçınılmazdır. Müslümanları ve ülkelerini düşmanın zararından koruyacak kaleler, hendekler ve her ne gerekli ise onu yapması vacibtir. İslâm Devletini ve İslâm ülkesini kafirlerden ve hilelerinden koruyacak her çeşit kuvveti gücü nispetinde hazırlaması vacibtir.

Halifenin, ordunun siyaseti ve idaresinde ordunun komutanlığını fiilen bizzat kendisinin üstlenmesi vacibtir. O, ordunun başına askeri uzmanlığı olan bir komutan tayin ederken onu sadece kendisine vekil olarak tayin eder. Çünkü halife ordunun onursal komutanı değil, fakat fiili komutanıdır. Nitekim Rasul (u) ordunun komutanlığını bizzat kendisi üstlenmiştir. O, seriyeler gönderirlerken ordunun komutanı olması itibarı ile onları gönderiyordu. Ömer, Şam ve Fars’taki ordu komutanlarına tafsili talimatlar gönderiyordu. Bu da halifenin ordunun fiili komutanı olduğuna delâlet eder. Tebanın her ferdinin halifeye itaat etmesi farz olduğu gibi, ister er olsun ister komutan olsun ordunun her ferdinin halifeye itaat etmesi farzdır. Nitekim Müslim, Ebu Hureyre yoluyla Nebi (u)’in şöyle dediğini rivayet etti:

مَنْ أَطَاعَنِي فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ وَمَنْ يَعْصِنِي فَقَدْ عَصَى اللَّهَ وَمَنْ يُطِعِ الأمِيرَ فَقَدْ أَطَاعَنِي وَمَنْ يَعْصِ الأمِيرَ فَقَدْ عَصَانِي “Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur. Kim emire itaat ederse bana itaat etmiş olur.”[4]

Müslim yine Ebu Hureyre yoluyla Nebi (u)’in şöyle dediğini rivayet etti:

 إِنَّمَا الإمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ “İmam kalkandır. Onun ardında savaşılır ve onunla korunulur.”[5]

İmamın “kalkan” olmasının manası, “koruyucu örtü” olması demektir. Çünkü o, düşmanın müslümanlara eziyet vermesine engel olur.

Ancak halife, sadece insanların gücünün yettiği hususta tereddütsüz kesin emir vermelidir. Dolayısıyla insanların güçlerinin yetmediğini bildiğinde onlara zorlayıcı emir vermemelidir. Aynı şekilde müslümanları helak edici hususlara sürüklememelidir. Onlara, onları vefasızlığa sevk etmesinden korkulan hususları emretmemelidir.

Bu izahat, halifenin var olduğu durumla ilgilidir. Halifenin olmadığı zamanda da cihad hiçbir şekilde tehir edilmez/engellenmez. Çünkü cihadın tehir edilmesiyle, onun maslahatı elden kaçar. Halife, başına bir emir/komutan tayin edip bir ordu gönderdiğinde, komutan öldürülür ya da ölürse, ordunun içlerinden birisini emir/komutan tayin etmesi hakkı vardır. Nebi (u)’in ashabının Mute ordusunda yaptığı gibi. Bunu da Rasul (u) tasvib etmiştir. Ordunun bir emiri olduğunda, ordudan kimsenin emirin izni olmaksızın herhangi bir gaye ile savaş alanından dışarı çıkması hakkı yoktur. O emir/komutan bir şeyin yapılmasını ya da terk edilmesini emrettiğinde ona itaat vacib olur, muhalif olmak ise haram olur. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle dedi:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَإِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلَى أَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتَّى يَسْتَأْذِنُوهُ “Mü’minler ancak Allah’a ve Rasulüne inanmış kimselerdir. Onlar onunla ortak bir iş üzerindeyken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler.”[6]

Bu ayette Nebiye uygun düşen halifeye de uygun düşer. Emir halifeye kıyas edilir. Bunun delili de Rasul (u)’in şu sözüdür:

مَنْ أَطَاعَنِي فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ وَمَنْ يَعْصِنِي فَقَدْ عَصَى اللَّهَ وَمَنْ يُطِعِ الأمِيرَ فَقَدْ أَطَاعَنِي وَمَنْ يَعْصِ الأمِيرَ فَقَدْ عَصَانِي “Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur. Kim emire itaat ederse bana itaat etmiş olur.”[7]  



[1] Bakara: 216

[2] Ebu Davud, K. Cihâd, 2171

[3] Muhammed: 7

[4] Müslim, K. İmârat, 3417

[5] Müslim, K. İmârat, 3428

[6] Nur: 62

[7] Müslim, K. İmârat, 3417