Zımmi Hükümleri


Zımmi, İslâm’dan başka din edinip bu din üzere kalarak İslâm Devleti’nin tebaası olan herkestir. “Zımmi” kelimesi, “zımmet” kelimesinden türemiştir. “Zımmet” kelimesi ise, ahd/sorumluluk/sözleşme/koruma altına alma anlaşması anlamı taşımaktadır. Zira onlara bizim zımmetimize/korumamıza girme hakkı verilip, onlarla yaptığımız anlaşmaya göre onlara muamele edeceğimiz, onlara muamelede ve işlerinin güdülmesinde İslâm’ın hükümlerine göre hareket edeceğimize dair söz verilmiştir.

Nitekim İslâm, zımmet ehli için bir çok hüküm getirmiştir. Bunlardan bir kısmı:

- Onlar dinlerini terk etmeye zorlanmazlar.

- Onların sadece cizye vermek yükümlülüğü vardır, onlardan sulh anlaşması şartlarından bir şart olmadıkça cizyeden başka bir mal alınmaz.

Urve b. el-Zubeyr’den Rasulullah (u)’in Yemen ehline şöyle yazdığı rivayet edildi: “Yahudi ve Hıristiyanlık dini üzere olan kimse dinini terk etmeye zorlanmaz. Onun üzerindeki zorunluluk cizye ödemektir.”

Müşrik ve diğer kafirler de yahudi ve hıristiyanların konumundadırlar. Hasan b. Muhammed b. Ali Ebu Talib’den şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah (u) Hicr mecusilerine bir yazı yazdı. O yazıda onları, İslâm’a davet ediyordu. Kim müslüman olursa kabul edileceğini, kim de müslüman olmazsa cizye konulacağını, ona kurbanlık verilmeyeceği ve kadın nikahlandırılmayacağı belirtiliyordu.” Bu, Hicr mecusilerine has değil, bilakis geneldir. Bu Hadisin mefhumu muhalefeti yoktur. Çünkü lakabın mefhumu delil değildir, ona itibar edilmez.

- Cizye; sadece buluğ çağına girmiş erkeklerden alınır. Nafi’den, o da Eslem Mevlâ Ömer’den şu rivayet edildi: “Ömer, orduların komutanlarına; cizye koymalarını fakat onu kadınlara, çocuklara ve sakalı gelmemiş olanlara koymamalarını yazdı.” Ömer’in bu yazısını kimse kınmadı, eleştirmedi. Bilakis Ebu Ubeyd dedi ki: “Bu Hadis, kime cizyenin zorunlu olduğu, kime olmadığı hususunda asıldır.”

- Cizye, ancak ödemeye gücü yetenden alınır. Bunun delili de Allahu Teâlâ’nın şu sözüdür:  عَنْ يَدٍ “Güçleri nispetinde...”[1] Yani gücüne göre demektir. Dolayısıyla zımmi, cizye ödemekten aciz olduğunda ondan cizye alınmaz. Hatta kazanmaktan aciz olup fakir düştüğünde, cizye almamakla yetinilmez, bilakis Beytül Maldan müslümanlara nafaka verildiği gibi ona da verilir.

- Cizye alırken, cizyenin şiddetle ve eziyet ederek değil de güzellikle alınması ve kaldırılabileceği miktarda alınması vacibtir. Dolayısıyla onlara zulmedilmez ve onlardan güçlerini aşan miktarda alınmaz. Hişam b. Hakim b. Hazzâm’dan şu rivayet edildi: “O, Filistin’de cizye hususunda eziyet veren bir topluluğa rastladı. Bunun üzerine Hişam dedi ki; Rasulullah (u)’i şöyle derken işittim:

 إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ يُعَذِّبُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ الَّذِينَ يُعَذِّبُونَ النَّاسَ فِي الدُّنْيَا “Allah, dünyada insanlara eziyet edenleri Kıyamet Günü cezalandıracaktır.”[2]

- Cizye almak için kıymeti ne olursa olsun zımminin geçim vasıtalarının satılması caiz olmaz. Süfyân b. Ebu Hamza’dan şöyle dediği rivayet edildi: “Ömer b. Abdulaziz şunu yazdı: “Zımmet ehline ait bir alet dahi satılmasın.” Ebu Ubeyd dedi ki: Haraçtan dolayı diyorlar. Çünkü ziraat aleti satılırsa ziraat yapamaz ve haracı düşer. Ziraat aletine diğer geçim aletleri kıyas edilir.”

- Zımmi, müslüman olduğunda ondan cizye düşer. Ubeydullah b. Revâha’dan şöyle dediği rivayet edildi: ”Ben sürekli Meşruk ile beraberdim. Bana şunu anlattı: Vadiden bir adam müslüman oldu, ondan cizye alınıyordu. Ömer’e gelip şöyle dedi: Ey mü’minlerim emiri, ben müslüman oldum. Dedi ki; Belki sen korunmak için müslüman oldun!? Bunun üzerine o dedi ki; İslâm’da beni koruyan ne var ki? Dedi ki: Bilakis vardır. Bunun üzerine Ömer, ondan cizye alınmamasını yazdı.”

Kâbus b. Ebu Zıbyân’dan o da babasından Rasul (u)’in şöyle dediği rivayet edildi:

 وَلَيْسَ عَلَى مُسْلِمٍ جِزْيَةٌ “Müslümana cizye yoktur.”[3]

İbni Abbas’tan da Rasulullah (u)’in şöyle dediği rivayet edildi:

 لا تَصْلُحُ قِبْلَتَانِ فِي أَرْضٍ وَلَيْسَ عَلَى مُسْلِمٍ جِزْيَةٌ “Bir yerde iki kıblenin olması uygun değildir. Bir müslümana cizye yoktur.”[4]

Ömer b. Abdulaziz, cizyeden kaçarak müslüman olanlara düşen cizyeden arta kalanlara bakan âmiline şunu yazdı: “Allah Muhammedi hidayet rehberi olarak gönderdi, vergi tahsildarı olarak göndermedi.”

- İslâm, zımmiye güzel muameleyi emretmiştir. Dolayısıyla ona kibar davranılır ve işine yardımcı olunur. Müslümanlara onun canını, malını ve ırzını korumaları, kuvvetini, evini ve elbisesini garanti etmeleri vacibtir.

Ebu Vail’den, o da Ebu Musa’dan ya da ikisinden birisinin isnadı ile Rasulullah (u) şöyle dedi:

أَطْعِمُوا الْجَائِعَ وَعُودُوا الْمَرِيضَ وَفُكُّوا الْعَانِيَ “Aç olanı doyurun, hasta olanı ziyaret edin ve esir olanı kurtarın.”[5]

Ebu Ubeyd dedi ki: “Zımmet ehli de aynı şekildedir. Onlar olmaksızın cihad edilir. Esirleri kurtarılır. Kurtarıldıklarında hür kişiler olarak zımmetlerine ve ahidlerine dönerler. Bu hususta bir takım Hadisler vardır.”

Amru b. Meymûn’dan, o da Ömer b. el’Hattab’dan, ölümü esnasındaki vasiyetinde şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Benden sonraki halifeye şunu tavsiye ediyorum: ... Ona, Allah’ın zımmetini ve Rasulünün zımmetini hayır olarak tavsiye ediyorum. Onları savunsun, onlara kaldıramayacakları yükümlülük yüklemesin.”

- Zımmiler, üzerinde bulundukları inanç ve ibadetlerini terk etmeye zorlanmazlar. Bunun delili de Rasul (u)’in şu sözüdür: “Yahudi ve hıristiyan olan kimse, dininde fitneye düşürülmez.” Yani dinini terk etmeye zorlanmaz. Bilakis o dini üzere terk edilir. Onun dini üzere terk edilmesinin manası, onun inancı ve ibadetleri üzere terk edilmesidir. Bu, Kitap ehline has değildir. Bilakis diğer din mensupları da bu konuda onlara kıyas edilirler. Bunun delili de Rasulullah (u)’in mecusisler hakkındaki şu sözüdür: “Onlara Kitap ehlinin sünnetini/onlara yapılan uygulamayı uygulayın.” Diğer müşrikler de mecusiler gibidirler.

- Zımmilerin kestiklerinin yenilmesi ve kadınları ile evlenilmesi hususuna gelince, bakılır: Kitap ehlinden iseler yani yahudi veya hıristiyan iseler, müslümanlara onların kestikleri yemeleri ve kadınlarıyla evlenmeleri caiz olur. Bunun delili Allahu Teâlâ’nın şu sözüdür:

وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ “Kendilerine Kitap verilenlerin yiyeceği size helaldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir. Mü’min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine Kitap verilenlerden iffetli kadınlar da ... size helaldir.”[6]

Ehli Kitaptan olmayan zımmilerin kestiklerini yemek ve kadınları ile evlenmek caiz değildir. Bunun delili ise, Rasul (u)’in Hice mecusileri hakkındaki şu sözüdür: “Ona ait kesilmiş hayvan yenilmez ve kadın nikahlanmaz.”

Kafirlerin müslümanların kadınları ile evlenmesine gelince; bu kesinlikle caiz değildir. İster Kitap ehlinden olsun ister başkasından olsun, müslüman bir kadının bir kafirle evlenmesi kesinlikle haramdır. Bunun delili de Allahu Teâlâ’nın şu sözüdür:

فَإِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلا تَرْجِعُوهُنَّ إِلَى الْكُفَّارِ لا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلا هُمْ يَحِلُّونَ “Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kafirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildirler. Onlar da bunlara helal olmazlar.”[7]

- Zımmiler ile müslümanların arasında alış-veriş, kira, ortaklık, rehin/ipotek ve benzeri ilişkilerin olması, müslümanların aralarındaki ilişkilerden farksız bir şekilde caiz olur.

Nitekim Rasulullah (u) yahudi olan Hayber halkı ile o bölgenin arazisinin ürünlerinin yarısını kendisine verilmesi karşılığında o araziyi kendi malları ve insanlarıyla işletmeleri hususunda anlaşma yaptı. Rasul (u), Medine’de bir Yahudi’den ona zırhını rehin vererek yiyecek satın aldı. Bir Yahudi’den bolluk vaktinde ödenmesi kaydıyla iki elbise istedi.

Bütün bunlar, zımmilerle bütün ilişkilerin yapılmasının caiz olduğuna dair delillerdir. Ancak onlarla alış-veriş veya kira veya ortaklık veya rehin/ipotek ilişkisi kurulduğunda sadece İslâm’ın hükümlerinin tatbik edilmesi gerekir, başka hükümlerle işlem yapılması kesinlikle caiz değildir.

İşte böyle zımmiler, diğer tebaa gibi İslâm Devleti’nin tebaası olurlar. Onların tebaalık hakkı, himaye hakkı, yaşam güvencesi hakkı, güzel muamele hakkı, kibar ve nazik muamele görme hakkı vardır. Onların müslümanların ordusuna katılma ve onlarla beraber savaşma hakkı vardır. Fakat savaşmak onlara vacib değildir. Hak ve sorumluluklar bakımından müslümanlarla aynı konumdadırlar. Yöneticilerin önünde, Kadının/ yargıcın önünde, işlerin gözetiminde, muamelât ve ceza hükümlerinin tatbikinde herhangi bir ayırım olmaksızın onlara müslümanlara bakıldığı gibi bakılır. Adalet, müslümanlar için vacib olduğu gibi onlar için de vacibtir.

Ömer zamanında, Ömer’in onlarla yapmış olduğu ahidde/anlaşmada, onlara bir takım şartlar koymuş olmasına gelince: Onlar o şartlar içeren anlaşmayı kabul ettiler ve o şartlar anlaşma kapsamına girmiş oldu, onlar da buna razı oldular. Dolayısıyla anlaşmanın olduğu gibi uygulanması zorunlu olmaktadır. Ancak belirli hususlarda kendilerine özel belirli muamele yapılmasını onlarla yapılan anlaşma içermediğinde, onlara müslümanlara yapılan muameleden farklı muamele yapılması doğru olmaz. Ancak şer'î nassın farklı muamele olmasını belirlediği hususlar müstesnadır. Müslüman kadınlarla evlenmenin caiz olmaması gibi. Ömer’in onlara yaptığının anlaşma kapsamına binaen olduğuna dair delil, Ömer’in kendisinin ticaret vergisi hakkında yaptığıdır. O (t), müslümanlardan çeyrek öşür, zımmilerden yarım öşür alıyordu. Halbuki şer'î hükme göre ticaretinden dolayı ne müslümandan ne de zımmiden vergi diye bir şey alınmaz.

Ebu Hayr’dan şöyle dediği rivayet edildi: “Ben Rüveyfa b. Sâbit’ten Rasulullah (u) şöyle derken işittim:

 إِنَّ صَاحِبَ الْمَكْسِ فِي النَّارِ “Muhakkak ki, vergi alan –yani gümrükte öşür alan- cehennemdedir.”[8]

Rasul (u) şöyle demiştir: إِذَا لَقِيتُمْ عَاشِرًا فَاقْتُلُوهُ “Öşür vergisi alan ile karşılaştığınızda onu öldürün.”[9]

İbrahim’den o da Muhacir’den, Ziyâd b. Hudayr’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “İslâm’da ilk öşür vergisi alan benim.” Dedim ki; Siz kimden öşür vergisi alıyordunuz? Dedi ki: “Biz müslümanlardan ve bir sözleşmeliden/zımmiden öşür vergisi almıyorduk. Biz Tagallub oğulları hıristiyanlarından öşür vergisi alıyorduk.”

Dolayısıyla ticaret vergisi ne müslümandan ne de zımmiden alınmaktadır. Ömer’in aldığı şey ise; müslümandan aldığı zekattır, zımmiden aldığı ise, kabul ederek zımmi oldukları anlaşma şartlarına göre alınandır. Düşüş dönemlerinde zımmiler hakkında yapılanlar ise, anlayıştaki ve Ömer’in zımmet anlaşmalarındaki şartlarında geçenlerin bazısını taklitteki hatadan kaynaklanmaktadır. Doğru idrak edilseydi, Ömer’in sadece onların kabul ettikleri anlaşma şartlarının kapsamını uyguladığı anlaşılırdı. Ayrıca Ömer’in zımmiler hakkında iyi muameleyi tavsiye ettiği anlaşılırdı.

Buna binaen, zımmilere en iyi şekilde muamele edilir ve onlara şeriatta geçen tatbik edilir. Ancak kabul ettikleri sözleşmenin şartları da uygulanır. O şartlar anlaşmada geçtiği şekilde uygulanır.

 



[1] Tevbe: 29

[2] Ahmed b. Hanbel, Müs. Mekkiyyîn, 15285

[3] Ahmed b. Hanbel, Müs. Benî Hâşim, 1848

[4] Ahmed b. Hanbel, Müs. Benî Hâşim, 2446

[5] Buhari, K. Et’ameh, 4954

[6] Maide: 5

[7] Mümtehine: 10

[8] Ahmed b. Hanbel, Müs. Şâmiyyîn,16387

[9] Ahmed b. Hanbel, Müs. Şâmiyyîn, 17365